Öncelikle Belçika Emek Partisi’ne, “Komünistlerin acil görevleri ile sosyalizm için mücadele arasındaki ilişki” üzerine düzenlediği konferansa daveti için partimiz adına teşekkür etmek istiyoruz. Çeşitli ülkelerden gelen ve dolayısıyla farklı koşullarda farklı görevlerle yüz yüze olan partiler olarak, konferansın bu önemli konusunu her ne kadar genel hatlarıyla ele almak durumunda kalsak da, burada yapacağımız tartışmaların aramızda somut bir anlayış birliğinin gelişmesine katkısı olacağını düşünüyoruz…
Açıktır ki, konferansın gündemi olan ilişki aslında çok geniş bir alanı kapsamaktadır. Örneğin; reform ile devrim arasındaki ilişki, kendiliğinden işçi hareketiyle devrimci işçi hareketi arasındaki ilişki ya da partinin güncel taktikleriyle stratejisi arasındaki ilişki vb. sorunlar doğrudan konumuzla ilintilidirler. Sanırız ama, konuyu bu genişlikte burada ele almanın ne olanağı, ne de gereği vardır. Öte yandan, “komünistler, tüm güncel görevlerini nihai hedefleri bağlamında kavrar ve o doğrultuda yerine getirmeye çalışırlar” diyerek de işin içinden çıkılabilir! Fakat hepimiz biliyoruz ki, sınıf mücadelesinin zengin biçimleri ve dolayımları arasında bu ilişkiyi her defasında yeniden kurmak ve ona uygun bir pratik geliştirmek göründüğünden de zordur. Nitekim, acil görevlerle boğuşurken perspektifi yitirip dar pratikçiliğe düşmek veya tersi, yani sosyalist perspektifte sözüm ona ısrar adına acil görevleri görmemek ya da bu görevleri omuzlama sorumluluğundan kaçınmak; bunlar, karşılaşılmayan eğilimler ya da boğuşulmayan sorunlar değil elbette. Sonuçta, belirtilen nedenlerle, görüşlerimizi konferans başlığında doğrudan ifade edilen ilişkiyle sınırlı ifade etmek istiyoruz.
Öncelikle şunu belirtelim ki, bütün burjuva ve küçük burjuva sosyalist akımların aksine, partimiz için sosyalizm asla bir proje konusu olmamıştır. Hatırlatmak isteriz ki, Marx ve Engels için komünizm, “bugünkü duruma son verecek gerçek hareket”ti. Ve bu hareketin koşulları da, onlara göre, mevcut durumdan doğmaktaydı. Bu nedenle Marx ve Engels, ne “yarının dünyasını dogmatik düşünce ile öncelemek”, ne de “sonsuzluk için kesin planlar düzenlemek”le meşgul oldular. Komünizm, mevcut duruma “son verecek gerçek hareket”se, bu; onun zorunlu birinci aşaması olarak sosyalizmin; kapitalizmin belirli bir yadsınması, yani şu ya da bu projeye göre değil de, ancak ve ancak kapitalist toplumun somut çelişkilerinin doğasınca koşullanan bir yadsınması olduğu anlamına gelmektedir.
Öte yandan, bugün özellikle sol entelektüeller arasında her ne kadar tersi iddia edilse de, bu “gerçek hareket”in yegane tarihsel öznesinin işçi sınıfı olduğu tartışmasızdır. Bu gerçekten çıkan sonuç şudur ki, burjuvazinin egemenliğini yıkmak üzere işçilerin bir sınıf olarak bağımsız hareketinin geliştirilmesine dolaysız ve dolaylı olarak dayanmayan hiçbir çalışma sosyalizm için mücadeleyi ifade etmeyecektir. Dolayısıyla, sosyalizm için mücadele, gözümüzün önünde cereyan eden sınıf mücadelelerinin dışında yapılan kuru bir propagandaya indirgenmeyecek ya da bildiri ve çağrılarımızın sonuna eklenen “kırmızı paragraf” derekesine düşürülmeyecekse; o zaman halihazırdaki işçi hareketinin tüm özgünlüklerinin dikkate alınması, zayıflıkları ve zaaflarının aşılması; teorik, politik ve örgütsel düzeyinin yükseltilmesi ve sınıf mücadelesinin bütün biçimlerinin talep ettiği çok yönlü mücadele ve yeteneklerin işçi sınıfı partisinde birikmesi ve onun tarafından ısrarla geliştirilmesi bu mücadelenin esaslarını oluşturmak zorundadır. Bu bakımdan, komünistlerin acil görevleri, aslında sosyalizm için mücadelenin bir görüngü biçiminden başka bir şey değildir. Tersinden ifade edecek olursak; sosyalizm için mücadele, komünistlerin, her defasında, acil görevlerini işçi sınıfının tarihsel misyonu doğrultusunda başarıyla yerine getirmeleri demektir.
Değerli dostlar,
Açıktır ki görevlerin tanımı, somut durumun somut tahlilinden geçmektedir. Ama bu da yetmez. Acil görevlerin somut tanımı, güncel durumun özelliklerinin genel durum ve gidişattan dolayımlandırılmasını gerektirir. Bu toplantıyı Avrupa’nın merkezi sayılan bir kentte yapıyor olmamız dolayısıyla, bu tahlili Avrupa üzerinden yapmaya çalışmak sanırız yanlış olmayacaktır.
Bilindiği gibi, Almanya ve bazı İskandinav ülkeleri dışında, Avrupa ekonomik, politik ve sosyal bakımdan derin bir sarsıntıyla yüz yüze. [Bu arada yeri gelmişken belirtelim ki, Almanya’nın pozisyonu da göründüğü kadar sağlam değil. Dünya pazarlarına herkesten çok bağımlı olan Almanya’nın durumunu tehdit eden, sadece Avrupa pazarının ciddi oranda daralması değil; ekonomik krizin ve onu öteleme hamlelerin doğurduğu koşullar, “Alman Avrupa modelini” de artık sürdürülemez hale getirmiştir. Görünen o ki, gerek Almanya’nın Avrupa Birliği (AB)’deki pozisyonu, gerekse AB’nin ve özelde de Avro Bölgesi’nin kendisi, yeni biçimlenmeler ve bunların doğuracağı yeni politik sorunlarla karşı karşıya kalacaktır.]
Geçmişte antikomünizmin ön cephesi olarak palazlanan “refahın kıtası” Avrupa’da bugün yoksulluk hızla yayılıyor. Birçok ülkede gençliğin yaklaşık yüzde 40’ı, hatta bazı ülkelerde yüzde 50’ye yakını işsiz; reel ücretlerin düşmesi ve güvencesiz çalışma nedeniyle, işçileri çalışmak da yoksulluktan korumuyor artık. Öte yandan, burjuva hükümetlerinin mali sermayenin devasa spekülasyon kayıplarını devlet borcuna dönüştürme operasyonları engellenmeksizin sürüyor. Bu kapitalist toplumsallaştırmanın faturası öylesine ağır ki, birkaç işçi kuşağının geleceği bugünden karartılmış durumda. Fakat sadece ekonomik koşullardaki ağırlaşma değil; grev hakkı, toplu sözleşme hakkı, iş güvencesi vb. işçi hakları da birçok ülkede tasfiye edilmek üzere. Bazı Avrupa ülkelerinde ise, doğrudan gösteri hakkı ve düşünce özgürlüğü tehdit altında. Gelinen yerde, mali sermayenin dayatmalarını yaşama geçiren burjuva hükümetlerine burjuva demokrasisi bile dar gelmekte!
Kısacası, sosyal kutuplaşma hızla artıyor. Sınıf çelişkileri bugüne kadar içinde hareket ettikleri düzey ve biçimleri zorluyor. Evet, daha keskin sınıf mücadelelerinin yaşanacağı yeni bir sürece girdiğimizden şüphe bile duyulamaz.
Avrupa’daki genel durum ve gidişat kabaca böyle özetlenebilir. Peki, işçi hareketindeki genel durum nedir? Bugün Yunanistan’dan İrlanda’ya kadar, başta işçiler olmak üzere emekçi kitleler, burjuva hükümetlerinin ekonomik ve sosyal saldırılarına karşı öfkelerini gösterilerle, grevlerle ve hatta kısa süreler içerisinde tekrarlanan genel grevlerle dile getiriyorlar. Kitle eylemlerinde gözle görülür bir artış söz konusu. Fakat sorun şu ki, bu eylemler çoğu kez saldırıları protesto etmenin, öfke boşalmalarının ötesine geçemiyor; sonuçta sermayenin saldırıları geri püskürtülemiyor.
Başka bir deyişle, işçi ve sendikal hareketteki zayıflıklar aşılmış değil. İşçiler arasında liberalizm ve sosyal liberalizmin ideolojik hegemonyası sarsılmakla birlikte sürüyor, faşist ve milliyetçi düşünceler de giderek yayılıyor. Sendikal harekette, sınıf işbirlikçiliğinin egemenliği devam ediyor. İşçi sınıfı ise esasta örgütsüz. Tarihindeki en büyük bölünmüşlük ve sınıf içi rekabetle yüz yüze. Unutmayalım ki, sosyalizmin geçici yenilgisi özellikle de Avrupa işçi hareketinin özgüvenini tahrip etti, işçilerin bir sınıf olarak hareketini temelden sarstı ve işçilerin kendi tarih ve geleneklerine yabancılaşmalarına yol açtı.
Fakat hiçbir şey kendi karşıtını koşullamaksızın var olamamakta! Dolayısıyla, partilerimizin acil görevlerinin de çerçevesini belirleyen bu genel tabloyu şöyle de ifade edebiliriz: İşçi hareketindeki sermayenin saldırganlığınca kışkırtılan canlanma, hareketin belirtilen zayıflıklarını da görünür kılmakta. Girilen sürecin niteliği ve özgünlüğü; işçilerin yeniden bir sınıf olarak hareketini ve bu anlamıyla yeniden partileşmesini, tarihi ve gelenekleriyle yeniden buluşmasını pratik bir sorun olarak gündeme getirmiş bulunuyor. Şimdi bizlere düşen görev, işçi hareketindeki her türlü canlanma ve algı değişimini (krizin faturasını kabullenmeme eğilimi, kapitalizmin üstünlüğüne yönelik inanç sarsıntısı, yaşam koşullarından hoşnutsuzluk, öfke ve tepkideki artış vb.), hareketin zayıflıklarını ve zaaflarını aşmaya dönük günlük ve dönemsel çalışmalarımızın dayanakları olarak yetenekle değerlendirmektir. Açıktır ki bizler de, bu yeteneği kazanmamız oranında kendi zayıflık ve zaaflarımızı aşabileceğiz. Eğer acil görevlerimizin temelini, işçilerin bir sınıf olarak bağımsız hareketinin tüm zayıflık ve zaaflarının aşılması oluşturuyorsa, o vakit tam da bu konulardaki görevlerimizi bugüne kadar nasıl yerine getirdiğimizi, eksikliklerimizin ve hatalarımızın neler olduğunu yeniden değerlendirmek her şeyin başında gelmelidir.
Örneğin işçilerin bir sınıf olarak hareketini baştan olağanüstü zorlaştıran mevcut bölünmüşlüğünü ve sınıf içi rekabetini aşmak için enerjik ve etkili bir çalışma sergileyebiliyor muyuz? Başta işçilerin birliği ve bu temelde de halk hareketinin en geniş cephesinin oluşması için sabırlı ve kararlı bir pratik geliştiriyor muyuz? Bu bakımdan izlediğimiz taktikleri sürekli gözden geçiriyor; koşulları oluştuğunda, geçiş döneminin taleplerini zamanında ileri sürebiliyor ve buna uygun örgüt biçimlerini yaratmaya yönelebiliyor muyuz? İşçileri eyleme sadece çağırmakla yetinmeyen, acil talepleri onlara salt “propaganda” etmeyen, tersine bu talepler uğruna mücadeleyi işyeri ve semtlerde bizzat örgütleyen bir çalışmayı gerçekleştirebiliyor muyuz? Sendikaları yeniden mücadele merkezlerine dönüştürmek, sınıf işbirlikçi çizginin temsilcilerini başarıyla suçüstü yakalayıp teşhir etmek, sendika içi demokrasi ve eğitimi işçilerin girişkenliği ve sınıf bilincini geliştirmek üzere dönüştürmek için yürüttüğümüz çalışmalarla, izlediğimiz politika ve taktiklerimizle yol alabiliyor muyuz? Ve bütün bunlarla birlikte, işçi kitlelerinin öz-deneyimleriyle öğrenmelerine gereken değeri veriyor, onların güvenini kazanabiliyor ve hareketin ortaya çıkardığı ileri işçileri ideolojik ve politik bakımdan yeterince donatıyor muyuz? Sorular uzatılabilir ve kuşkusuz yanıtları arasında olumlu ve olumsuz anlamda istisnalara dikkat çekilebilir. Fakat, gerek acil görevlerimiz ve gerekse bunların sosyalizm için mücadeleyle ilişkisi bakımından üstümüze düşeni yapıp yapmadığımızın bu ve benzer sorulara ve onlara her defasında verilecek yanıtlara bağlı olduğu açık olsa gerek…
Kısacası, dünyayı değiştirme iddiasını taşıyanlar olarak; mevcut hareketi örgütleme ve onu daha ileriye taşıma görevimizi layıkıyla yerine getirmediğimiz sürece, sosyalizm üzerine sarf edeceğimiz her söz anlamsızlaşacağı gibi, sosyalizm için mücadelemiz de asla ete kemiğe bürünemeyecektir.
Sevgili yoldaşlar,
Partimizin, uluslararası işçi sınıfının bir kolu olarak gördüğü ülkemiz işçi sınıfı karşısındaki sorumluluklarını, burada kaba hatlarıyla özetlediğimiz anlayış doğrultusunda yerine getirmeye çalıştığını belirtmemize gerek yok sanırız. Nitekim; ister sendikaların gerçek mücadele merkezleri olarak yeniden inşası, ister uyanış halindeki işçilere sınıf bilinci verme ve partili mücadeleye katma, ister işçi ve emekçi kitlelerin güncel taleplerine sahip çıkma, mücadelelerine her bakımdan yardımcı olma, ister omurgasını ulusal hareketle işçi hareketinin oluşturduğu ve aydınlardan, çevre hareketlerine, baskı gören inanç gruplarından kadın örgütlerine kadar geniş bir demokratik halk cephesinin örülmesini hedefleyen “Halkların Demokratik Kongresi” çalışmalarını genişletme ve isterse partinin aydınlatma ve ideolojik mücadele araç ve alanlarını büyütme ve geliştirme olsun; partimiz, sınıf mücadelesinin çeşitli alan ve boyutlarını kapsayan bütün bu çalışmalarını ve sorumluluklarını yerine getirmeye çalışıyor. Tabii ki, tüm eksiklik ve zaaflarına karşın, işçi hareketinin özgünlükleri ve gidişatının ihtiyaç kıldığı adımları atmada tereddüt etmeden ve özellikle sekterizme ve formalizme düşmeden, dar pratikçiliğe saplanmadan ve ama nihai hedefleriyle günlük çalışmalarını da karşı karşıya getirmeden, aksine görevlerine bütünlüklü bir perspektiften bakarak ve kuşkusuz uluslararası komünist hareketle devrimci dost partilerin deneyimlerinden öğrenerek.
Marx ve Engels Komünist Manifesto’nun “Proleterler ve Komünistler” bölümünde, komünistlerin burjuvazi ile proletarya arasındaki mücadelede, “her zaman hareketin bütününün çıkarlarını temsil ettik”lerini ilan ettiler. Ama aynı yerde de bunun ne anlama gelmediğini vurguladılar: Komünistler, “proletarya hareketini biçimlendirecek ve bir kalıba sokacak kendilerine özgü sekter ilkeler ileri sürmezler”! Bu vurgular, konferansımızın gündemine aldığı ilişkiye bakışımızın da özlü bir ifadesidir.