Kapitalist kriz işçi sınıfını vuruyor

“Bütün gerçek krizlerin temel nedeni, kapitalist üretimin, üretici güçleri –sınırlarını toplumun mutlak tüketim gücü belirliyormuş gibi– geliştirme çabasına karşın, kitlelerin yoksulluğu ve sınırlı tüketimidir.” (Marx, “Kapital”)
Marx, kredi sisteminin gelişimi konusunda şunları söylüyor: “…kapitalist üretimin itici gücü, başkalarının emeğinin sömürülmesi yoluyla zenginleşmeyi, en katıksız ve en dev boyutlara ulaşmış bir kumar ve spekülasyon sistemi halini alıncaya kadar geliştirmek ve toplumsal serveti sömüren azınlığın sayısını gitgide azaltmaktır.” (age)
Dünyanın bugünkü durumu, sanırım krizin, özellikle de Avrupa Birliği’ndeki ağır sonuçları, Marx’ın bu sözlerini tam olarak doğrulamaktadır.
Kasım 2008’de Partimizin hazırladığı bir belgede, maksimum düzeyde uluslararasılaşmış sermayenin, kapitalistler arası çelişkiyi, bu güçleri karşı karşıya getirecek şekilde keskinleştiren doymuş bir pazarla rastlaştığına, fiyatları düşürdüğüne, istihdamı yok ettiğine ve devletleri yönlendirerek emek ilişkilerinin dengesini kapitalizm lehine bozduğuna işaret etmiştik. Bu uygulamalarında, hizmetlerinde olan politik güçlerle, uzunca bir zamandır, “toplumsal barış” anlaşmaları, sözleşmeleri, ödünleri benzeri söylemleri altında, yıllardır burjuvaca ayak oyunları yapan büyük sendikaların oportünist önderlerinden destek almaktadırlar. Bu sendikal tutum, İspanya’da, önemli iki merkezi sendika olan İşçi Komisyonları (CCOO) ve Genel Çalışanlar Sendikası (UGT) önderlerinde net olarak gözlenmektedir.
Bugünkü derin krizle birlikte iyice keskinleşen kapitalistler arasındaki çelişkinin İspanya’da yansıması oldukça şiddetli oldu. Mayıs 2010’da Zapatero’nun “sosyalist” hükümeti, Almanya Başbakanı Merkel’in talepleri doğrultusunda, toplumsal hakları, emeği ve çalışanların ekonomisini tahrip eden, emekçi karşıtı bir önlemler planı dikte etti. Bünyesinde en sağcı güçleri ve Franko’nun mirasçılarını toplayan “Halkçı” Parti (PP) mutlak çoğunluğu sağlayan milletvekili sayısı ile seçimleri kazandı (Kasım 2011). Bu, ona, Avrupa Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve IMF’nin emir ve buyrukları doğrultusunda sürekli olarak tek başına kanun çıkarma ve önlemler alma yetkisi verdi.
İşçi sınıfından yanıt geldi. Çeşitli ülkelerde grevler yapıldı ve işçi sınıfı seferber oldu. Öte yandan, sermayenin, emekçilere ve halklara saldırısı ve atağı sürüyor. Avrupa Birliği’nin ucube, gerici ve emperyalist yüzü her geçen gün biraz daha açığa çıkıyor. Almanya Başbakanı Merkel önderliğindeki az sayıda ülke, emperyalist finans krizinden en fazla etkilenen en zayıf ülkelere en ufak bir saygı göstermeksizin, kendi kriterlerini dayatmaktadır. Şimdiye kadar sağcı ve yabancı düşmanı Sarkozy’nin desteklediği Başbakan Merkel’in işleri idare etme yöntemi, antik metropollerin sömürgelerini yönetme şeklinde olup, akıllara, 1953 yılında bir gençlik toplantısında mücadele çağrısı yapan Alman yazar Thomas Mann’in şu sozlerini getiriyor: “Bir Alman Avrupa için değil, ama bir Avrupalı Almanya için mücadele”. Görünüşe göre,  Başbakan Merkel bunu tersinden anladı ve IV Reich’i  kurmak istiyor…
Spekülatif pazarların tek paraya bağlanmış olması ve devam eden resesyon, özellikle Yunanistan, İrlanda, Portekiz, İspanya gibi bazı hükümetlerin kabullendiği, ulusal ekonomileri çok daha fazla batıracak olan yeni bir uyum paketi dalgasını tetikliyor. AB’nin çetin cevizleri olan Yunanistan ve İtalya’da olduğu gibi, ülkelerin egemenliklerine zarar veren uyum paketi dalgası… Hatırlanacağı üzere, AB, referandum ve seçim yapmadan bu iki ülkenin hükümetlerini belirlemişti.

İSPANYA’DA ÇALIŞMA REFORMU
10 Şubat 2012 tarihinde, Nazi tipi bir örgüt olan “Mesih Kral Gerillaları”nın eski başkanı Adalet Bakanı Ruiz Gallardon gibi ya da göreve atanana kadar Lehman Brothers’in üst düzey yetkilisi olan Ekonomi Bakanı Guindos gibi aşırı sağcı üyeleriyle göze çarpan Rajoy hükümetince yürürlüğe konulan çalışma reformu, insanlık dışı bir reformdur. Buna hiç şaşmamak gerekir. Çünkü İspanya’da iktidar, rejimin kurumlarını, toplumsal sonuçlarını önemsemeden kendi iradesini dayatmanın araçları olarak kullanan finans oligarşisinin ellerindeki mirasçıları gibi, hep Franko ile birlikte oldu. İspanya’da sistem, bir zorbalar, yolsuzluklar sistemidir. Kraliyet ailesine , özerk bölge başkanlarına, belediye başkanlarına ya da başka bir bakana vb.’ne kadar uzanan yolsuzluklar sistemi…
Çalışma reformu, emekçilere ve sınıf sendikacılığına karşı çıkarılmış olan açık ve gerçek bir saldırı reformudur. Bu reformun önemli maddeleri şunlardır:
1.    Şirketin yaptığı sözleşme, sektör üzerinde hakim olacaktır. İspanya’da %98 oranında KOBI vardır. Yani, işveren, şirketinde, herhangi bir kontrole tabi tutulmaksızın istediğini yapabilir.
2.    3 dönemlik (120 işgünü) kayıpları ya da gelecekteki olası kayıpları öne sürerek, maksimum bir yıl olmak üzere, her 1 yıl için 20 günlük tazminat ödeyerek, şirketler, işçileri işten atabilir.
3.    Çalışan, iki ay içerisinde 9 gün kısa aralıklarla hastalık nedeniyle işe gelmemişse, her yıl için 20 günlük tazminat ödenerek işten atılabilir.
4.    Şirketler, gelecekteki olası sorunları önlemeyi ileri sürerek, sözleşmelere aldırmaksızın, yıllık çalışmayı, iş saatini, vardiyayi, çalışanların yaptığı işleri ya da işyerinin yerini değiştirebilirler.
5.    Şirketler, çalışanların maaşlarını üretkenlik ya da rekabete göre düşürebilirler.
6.    50’den az çalışanı bulunan şirketler (ki bunların oranı % 95’in üzerindedir) için, 1 yıllık deneme süreli yeni bir kontrat olusturulur. Şirket, bu 1 yıllık deneme süresi içinde, çalışanı, hiçbir neden göstermeksizin ve tazminatsız olarak işten atabilir.
7.    Şirketler, idari makamların onayına gerek duymaksızın, hiçbir sözleşmeyi dikkate almaksızın, işçilerin ya da belirlenen sayıdaki işçinin geçici olarak ya da süresiz işten atılmalarını sağlayan İstihdam Yönetmeliğini (ERE) dayatabilirler.
8.    İşsizlik parası alan bir kişi, hapis cezası karşılığında dışarıda iş yapma türünde bir işe denk düşen bir toplum hizmetinde çalışmak zorunda kalacak.
9.    Devlet, kurumlarında, art arda 3 dönem boyunca (9 ay) bütçe yetersizliği söz konusu olduğunda, sözleşmeli personeli işten çıkarabilecek.
Bu reform, işçiyi daha kolay atabilsin, daha ucuz işgücü bulabilsin diye İspanya işverenlerinin, tabii ki büyük şirketlerin, finans hizmetleri, iletişim sektörü vb.’nin isteklerine uygun hazırlanmıştır. Ayrıca, ayakta kalmaları ucuz işgücüne dayalı olan Geçici İstihdam Şirketleri lehine bir reformdur.
Oportünist sendika önderlerinin işverenle bir anlaşma imzalamasından yalnızca 2 hafta sonra, hükümetin dikte ettiği bu reform, emekçilerin durumunu daha da kötüleştirdi. Hükümet, bu reformla bu anlaşmayı tereddüt etmeden ihlal etti. Tabii ki işveren de 2 hafta önce imzalamış olduğu bu anlaşmayı ağzı kulaklarında bir şekilde geçersiz kıldı.
Bu çalışma reformuna, işçilerin ve halk kesimlerinin durumunu daha da kötüleştiren bir dizi tedbir eşlik etmektedir. Daha önce Goldman Sachs’in ve şu anda sermayedar Draghi’nin başkanlık ettiği, bu krize yol açan yatırım bankalarından biri olan Avrupa Merkez Bankası’nca (BCE) talep edilen “acil uyum” tedbirleri… Rajoy’un gerekli görülen bu reformları uygulamaya koymaması durumunda, Draghi, Ispanya’da, Yunanistan ve İtalya’da yaptıkları gibi, Avrupa Merkez Bankası’na boyun eğen teknokrat bir hükümeti teşvikte tereddüt göstermeyecektir.
İspanya’da 2010 yılından bu yana emek pazarında bir dizi onlem alındı; işçi hakları kısıldı; kurumlar vergisi indirimi kaldırıldı; emeklilerin yararlandığı sosyal yardımlar donduruldu; memurların maaşları % 5 oranında düşürüldü. “Bağımsız” ekonomistlere göre, daha önceki yıllarda maaşların dondurulması ile birlikte vergilerin artırılması %20’lik bir oranda satın alma kaybına yol açtı.
Son yıllarda, Avrupa Merkez Bankası  direktifleri doğrultusunda, kamu harcamalarında % 50 kısıtlamaya gidildi. Merkel ve avanesinin (Sarkozy ve diğerleri) talepleri üzerine sıfır bütçe açığı için anayasada reform yapıldı. Sayın Draghi, rekabet gücü düşük ülkelerde maaşların düşürülmesi gerektiğini açıkladı. Fiyatların değil, maaşların.
İspanya’da satın alma gücünü gösteren reel ücretler düşmüştür. Hükümetin dediği gibi artmamıştır; hükümet yalan söylemektedir. Avro bölgesindeki ortalama maaş ve Almanya’daki maaşlar ile aradaki fark büyümektedir. Buna rağmen hükümet, fiyatları düşürmek için, kârlardan kısıntı yapmak yerine, maaşların azaltılması gerektiğini savunmaktadır. Kamu politikaları profesörü Vicenc Navarro, geçen Şubat ayında şunları yazdı:
“İspanya’da şirket gelirleri, bu yıl ilk defa ücret gelirlerini aştı. Bunun adı, İspanya’da, banka ve büyük işletmelerin devlet üzerindeki etkisi aracılığıyla dayatılan tek taraflı acımasız sınıf mücadelesidir (kimse bunu boyle dillendirmese de). Maaşları düşürerek, Büyük Bunalıma götüren Büyük Resesyon dönemindekinden çok daha boyutlu bir talep düşmesine neden oldular ve büyük bir acı (hiç gerek yokken) ve ekonomik felakate yol açtılar.”
“Hatta yeni önlemler, yeni kesintiler, daha fazla uyum talepleriyle IMF de karıştı. Utanmadan yaşlılığın ekonomi açısından olumsuz bir durum olduğunu ileri sürüp ‘insanların beklenenden daha cok yaşaması’ riskine karşı sosyal yardımların kesilmesi ve emeklilik yaşının yükseltilmesini istiyorlar. ‘Uzun yaşamak iyidir; ama mali olarak önemli bir risk taşıdığı’ için bunu ‘uzun yaşam riski’ olarak isimlendiriyorlar: ‘Bu bireyler, şirketlere ve hükümetlere daha pahalıya mal olacak. Bu nedenle, gelecekte bu maliyetlerin başımıza dert açmaması için uzun yasam risklerine, şimdiden kafa yormamız gerekir.’”
Bir diğer “uyum önlemi”  kamu taşımacılığıdır. En fazla kullanılan ulaşım aracı metrodur. Örneğin Madrid’te tek yön bilet 1 avroydu. Geçen yaz % 50 zam yapıldı. Şu anda yapılan toplam zam %7 ile %11 arasındadır. Tek yön bilet 1.5 avro, ama bu fiyat yalnızca 5 durak ya da istasyon için geçerli. 5 durak ya da istasyondan sonraki her durak icin 10 kuruş daha ödemek zorundasınız…
Rajoy hükümeti,  işsizlere yönelik mesleki eğitim ve istihdam teşvik politikalarına ayrılan paradan, 7.500 milyondan % 20’lik bir kesinti yaptı. Yani bu para şu anda 1.500 milyon daha az.
Hükümet sebatsızca hareket etmektedir. Her hafta kabine toplanmakta ve her kabine, yeni önlemler, kesintiler ya da uyum kararları almaktadır. 16 Nisan’da, aynı zamanda Kültür ve Spor Bakanı olan Eğitim Bakanı, 3.500 milyon avroluk tasarruf elde etmek için, zaten yeterince yüklü olan ilköğretim sınıflarında öğrenci sayısının 30’a, lise sınıflarında 36’ya çıkarılacağını duyurdu. Öğretmenlerin ders saatleri de artacak. İki ana sendikanın yaptığı hesaba göre, bu önlemlerle 50.000 ile 80.000 arasında öğretmen işini kaybedecek.
Bütün bunlara bir de temel gıda madde fiyatlarına yapılan zamları ekleyin. Ve % 15 elektrik zammı, gaza yapılan zamlar, sosyal yardım alanların daha önce ücretsiz aldığı, şimdi ise % 10’unu ödemek zorunda olacakları ilaçları.

YENİ MÜCADELELERE HAZIRLIK
İspanya, 48 milyon nüfuslu bir ülkedir. Bunun 5 milyonu işsiz, % 24’ü aktif (çalışan nüfus) nüfustur (AB ortalamasının 2 katı). Her iki gençten (25 yaşa kadar olanlar) biri işsizdir. Bu da % 50’ye tekabül ediyor. Resmi rakamlara göre, tüm bireyleri işsiz olan 1.5 milyon aile ve mutlak yoksulluk sınırında bulunan 4 milyon insan var.
Daha da devam edebiliriz, ama bu kadarı yeterli sanırım. Hükümetin, AB şeflerinin direktiflerine uygun olarak hayata geçirdiği “uyum” eylemleri istihdam yaratmamakta, işçilere ve halk tabakalarına iş vermemekte, aksine işsizliğin daha fazla artmasına ve tüketimin daha da azalmasına yol açmaktadır. Tüketim olmadan ekonomik iyileşme olamaz. Tüm çevrelerden çeşitli ekonomist ve şahsiyetler, bu tedbirlerin istihdam yaratmadığını, aksine, işsizlik rakamının bu yılın sonunda 6 milyona ulaşacağını ön görmektedirler.
İspanya’da yaratılan ve her geçen gün giderek ağırlaşan bu durumu analiz eden Partimiz Merkez Komitesi, şu tespiti yapmıştır: “ (…) oligarşinin uygulamaya koyduğu tamamen anti-demokratik nitelikteki politikanın sertliği, proletaryanın en bilinçli kesiminin bilincinin daha da yukselmesini kolaylaştıran politik bir iklim yaratıyor.(…) Politik alanda mücadelenin yükseltilmesi gerekliliği ortaya çıkıyor. Halk sınıfları, sermayenin vahşi saldırılarına, yalnızca, düşmanla tüm cephelerde, kurumlarda politik, demokratik ve birleşik bir politik programla savaşarak etkin bir şekilde karşı koyabilir. Bu gerçeklik daha önce kendini bu kadar net göstermemişti.
“Kriz ve farklı hükümetlerin uyguladıkları politikaların sonuçları kitleleri, gelecek gerçek toplumsal bir kaosun, (bunun politik ifadesi soldaki ayrışmayı kırıp alternatif bir birlik inşa edemezsek duruma sağın  el koyacağı) habercisi olan katlanılması güç durumlara götürüyor.
“(…)Halk Birliğini oluşturmanın zamanın geldiğini anlamayan, bir melez programının temel ilkelerinde birleşmek için ikincil önemdeki durumlara teslim olan (…) politik güçler siyasi haritadan silineceklerdir.”
İçinde bulunduğumuz koşullar, halk kitlelerinin umutsuzluk ve öfkesi, mücadelenin örgütlenmesinde daha ileri adımlar atılmasını gerektiriyor. Bu anlamda, Parti, kendini, büyük şehirlere ve sanayi merkezlerine doğru yayılan Cumhuriyetler Federasyonu’nun embriyonu olan Halk Cephesi’nin oluşturulması çabasına adadı. Böyle bir cephe gereksinimi kesindir. Ne yazık ki bu gereksinimin hala farkında olmayan sol güçler arasında büyük bir kopukluk söz konusudur.
En geniş kitleleri sürekli bir şekilde harekete geçirebilmek için yapmamız ve öğrenmemiz gereken çok şey var. Yavaş yavaş, kitlelerin yaşadıkları koşulları kabul etmedikleri durum yaratılıyor. Geriye, savunduğumuz üzere, bu kitlelerin, gerçek sol bir politika etrafında, Federatif Halk Cumhuriyeti mücadelesi etrafında bir araya getirilmesi kalıyor. Revizyonistler ve diğer oportünist gruplar bu tür bir mücadelenin gerekliliğini anlamıyorlar. Sendika önderleri de durumun aciliyetini görmüyorlar. En son yapılan kitle eylemleri (yalnızca Madrid’te yaklaşık 800.000 kişiyi bir araya getiren 29 Mart genel grevi ve daha sonraki gosteriler gibi) tabanın ve her geçen gün zemin kazanan sınıf sendikacılarının baskısıyla başarıldı.
Parti, en geniş kitleye ulaşmak, onları seferber etmek ve onlara mücadelenin zorunlu olduğu bilincini taşımak için ajistasyon ve propagandanın genişletilmesi ve çeşitli biçimler alacak bu kavga için iyi hazırlanmak gerektiğinin bilincindedir.
Bu, oligarşilerin, krizin yükünü vahşi bir şekilde halkın ve emekçilerin sırtına yüklediği diğer Avrupa ülkelerinde de sürdürülebilecek önemli bir kavgadır. Sınıf mücadelesini daha fazla canlandırmanın koşulları hızla olgunlaşmaktadır. Biz komünistler yalnızca mücadeleye katılmak değil, onlara önderlik ederek ve yön vererek bu mücadeleleri, koşulların gerektirdiği düzeyde güçlendirmek de zorundayız.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑