Rusya ekonomisi virajı aldı mı?

“Arap Baharı“ adı takılan isyanların Ortadoğu’yu kasıp kavurduğu, hoşnutsuz  emekçilerin Yunanistan, İtalya, İspanya gibi Avrupa ülkelerinde de ayağa kalktığı, bir dizi büyük emperyalist ülke ekonomilerini de kapsayarak dünyanın yeniden kapitalizmin krizinin pençesine düştüğü günümüz koşullarında; Başbakanlık yapmakta olan Putin, Haziran’da, “görevi” Medvedev’den devralarak, 3. Başkanlık Dönemi’ni başlattı. Başbakanlığa, 2008 krizinin etkilerinin tam kaybolmadığı ve Rusya’ya da ağır ölçüde yansıdığı koşullarda başlamış, bu görevi, dünyada huzursuzluk ve isyanların yükselişe geçtiği dönem boyunca sürdürmüştü. Rusya’da muhalefetin yükselişe geçtiği Başkanlık seçimleri öncesindeyse, Batılı emperyalist medyada, Putin’e karşı yükselen halk ve gençlik protestolarının bir ‘Rus Baharı’nı başlatması yönünde bir beklenti vardı. Fakat, Putin, yaldızları bir parça dökülmüş olsa da (Mart seçimlerinde Putin’in Birleşik Rusya Partisi’nin oy oranı %64’ten %50’ye düştü), yeniden bir seçim başarısı kazanarak; üçüncü kez başkanlık koltuğuna oturmayı becerdi.
Bu seçim başarısının ardında ise; Gorbaçov ve Yeltsin sonrasında Putin’in, Batılı emperyalistlerin Rusya’ya yönelik yağmasını durdurması, mafyacı kapitalizmi geriletmesi, devlet otoritesini tesis etmesi ve yükselen yeni Rus burjuvazinin istemlerine belli ölçülerde cevap vermesi; sosyalizm döneminde inşa edilmiş güçlü sanayi dallarından arta kalanlara yaslanarak, emekçi kitleler üzerinde yanılsama yaratarak, yönetmeyi başarması vardı. Ayrıca tüm dünyanın yeniden krizle çalkalanmaya başladığı, burjuva hükümetlerin emekçilerin yaşam koşullarını kötüleştiren ’kemer sıktırıcı’ tedbirlere yöneldiği yeniden başkanlığa aday olduğu bu süreçte; Putin ve partisi, kitlelerin alım gücünü aşırı şekilde daraltmayacak sosyal önlemleri planlayan bir paketle, krize karşı koymada görece başarılı oldu. Bu arada tüketimi teşvik edici destekler, bütçe açıklarına yol açtı. Daha sonra petrol ve doğal gaz fiyatlarının artışa geçmesiyle tekrar şişen döviz rezervleri, hükümetin planını  uygulaması bakımından soluk aldırıcı oldu. Uluslararası arenada Rus ulusal gururunu okşayan hamle ve çıkışları, medyayı iyi kullanması, olumlu konjonktürün rüzgarını da arkasına alan Putin ve partisinin puanlarını yükseltti. Ayrıca, muhalefetin akacağı bir başka alternatif kanalın bulunmayışı, kitlelerin halen Putin’i tercih ediyor oluşunun bir başka nedeni olarak görülmelidir.
Gelinen yerde, Putin’in yöneteceği Rusya ekonomisi, savaş sanayi ve teknolojisinde, petro-kimya ve çelik sektörü vb. alanlarındaki gücüne rağmen; ekonominin modernize edilmemiş diğer sektörlerinde ithalata bağlı konumda olup; bunları da petrol ve doğal gazdan elde ettiği gelirlerle finanse etmektedir. Bu nedenle, bazı ekonomistler önümüzdeki dönem yaşanacak yeni bir kriz dalgasında Rusya ekonomisinin bu kez çökeceği yönünde tahliller yaparken; bu bağımlılığa işaret ediyorlar. Gerçekten de, birçok sarsıntılı süreci atlatarak bugünlere gelmiş Rusya ekonomisi; ekonomik alandaki yeni atakları ve güç kaybettiği eski hegemonya  alanlarında yeniden bayrak göstermesiyle blöf mü yapmaktadır? Söylenildiği gibi, bir çırpıda çökecek ölçüde, ekonomisi kırılgan mıdır? Bu yazıda bunları irdelemeye ve yanıt aramaya çalışacağız.

RUSYA’NIN, KRİZ SONRASI EKONOMİYİ SIÇRATMA PLANI
Rusya ekonomisi, bilindiği gibi, 2008 krizinde çok ciddi yaralar almış bir ekonomiydi. Gorbaçov sonrasının Yetsin’li yağma döneminin, 1998 krizinin yaralarını sarma sürecindeyken yakalandığı 2008 dünya krizi, sanayi üretimini bir önceki yıla oranla  aniden yüzde 16 düşürmüş, Rus borsası yüzde 70 değer kaybetmiş, petrol fiyatlarının ani düşüşüyle ekonomi büyük bir değer kaybına uğramıştı. Merkez Bankası, Ruble’nin değerini korumak amacıyla ilk anda 150 milyar dolar harcamış, döviz rezervlerinin azalmasına yol açmıştı. Daha sonra petrol fiyatlarındaki artış olmasa, dünya ekonomisi belirli bir canlanmanın ardından yeni bir krizin içine yuvarlanmamış olsa; yani bir başka konjonktürde böylesi bir krizle baş başa kalsa, Rusya’nın ekonomisini düzeltmekte çok zorlanacağı aşikardı. Hem konjonktür uygun gitti, hem de bu dönede Putin başbakanlığındaki hükümet anti-kriz önlemlerini disiplin içinde uygulamasının olumlu sonuçlarını aldı. Tüm batılı kapitalistler, başta  ABD, kemer sıkma politikalarına yönelir, yatırımları ve tüketimi azaltır, işsizliği çoğaltır, ekonomilerini küçültürken; Rusya farklı  bir yol izledi; iç tüketimi, dolayısıyla pazarı daraltıcı önlemler yerine, tüketimi teşvik eden sübvansiyonlarla ekonomiyi canlandıracak, işsizliği azaltacak ve ekonomiyi petrole bağımlı olmaktan çıkaracak bir yatırım paketiyle; piyasaya müdahale etti. Elbette bu konuda baş destekçisi, petrol gelirlerinin önemli katkısıyla, artışını sürdüren döviz rezervleriydi. Ek olarak, bu süreçte ekonominin önemli kilit sektörlerini de yabancı sermayeye açan büyük bir özelleştirme hamlesine girişildi. Rusya, 2011 yılında 34 milyar dolarlık (bir triyon rublelik) bir özelleştirme programı başlatarak; hem bütçe açıklarını kapatmayı, hem de elde edilen gelirlerle Rusya ekonomisini petrole bağlı olmaktan kurtaracak ekonomik modernleşmeyi hedefledi. Bankalar, petrol ve enerji şirketleri, demiryolu şirketi özelleştirme konusu yapılmıştı . Fakat buna karşın, Batılı kapitalistlerin bu yapılan özelleştirmeleri yetersiz bulduklarını ve yüksek oranda bir özelleştirme beklentisinde olduklarını da belirtelim.
2012 yılı başında Putin, Moskova Yatırım Forumu’unda yaptığı bir konuşmada, Rusya ekonomisinin modernleşmesi için hükümetin yapacaklarını açıklamıştı.
Putin‚ “Kriz sonrası en iyi bir senaryo olarak, ekonominin şişmesini reddetmek gerektiğini, gerçek değer ve servetlere dönüş yapılmasını, fazlasıyla uçmak yerine, yeni işler yaratma”ya vurgu yapmış; bir sonraki on yılın Rusya Yılı olacağını belirtmişti. Maliye Bakanı Alexsey Kudrin de, bir süre önce, “kriz öncesi değerlere 2012 yılı sonunda ulaşılacağını, 2013’ten itibaren de ekonominin gelişimini sürdüreceğini” açıkladı. Kudrin, ek olarak, Büyük Bunalım yıllarında Amerika’da gerçek gelirlerin düşme oranı % 27 olmuşken, Rusya’nın 1998 krizinde bunun %16 olarak gerçekleştiğini, halkın gelirlerinde ise önemli bir düşüş olmadığını, düşüşün % 1.4 lük bir oranla sınırlandığına dikkat çekti.
Rusya, günümüz krizinde de, daha önceki 1998 krizinde yaptığı gibi, genellikle piyasayı canlandırıcı sübvansiyonlar yolunu izliyor. Emekli maaşlarına zam, işsizlere maaş, işletmelere kredi vb. istihdam yaratıcı, tüketimi teşvik edici önlemlerle; halkın gelirinin ve alım gücünün çok fazla düşmemesi hedefleniyor. Rusya’da kişi başına gelir, 2010 yılında 14.183 dolar olarak açıklandı. Bu, 34 OECD ülkesinin üçünden daha yüksek bir rakam. Ek olarak Rusya’da, işsizlik oranlarında da düşme yaşanıyor. 1990’lı yılların sonunda, 1999’da tarihinin en yüksek işsizlik oranı olan % 13.2’ye ulaşan Rusya’da, işsizlik azalma sürecindeyken; dünyada işsizlik yeniden tırmanışa geçmişti. Ama Rusya, işsizlikte; yeniden, 2009’daki OECD ortalaması düzeyi olan %6’yı yakaladı. Bu göstergelerin ışığı altında, Putin’in bir sonraki on yılın Rusya yılı olacağını söylemesi, gerçekçi midir?
OECD kaynakları ve Economist dergisine göre, yakın dönemde ve gelecekte Rusya’nın makro ekonomik büyüklükleri; ekonominin gelişme eğilimine girdiğini göstermektedir ve şimdiden Rusya’nın OECD üyeliğini de hak ettiği yönündedir. (Bkz. Tablo: 1a / 1b) 
Ayrıca, Rusya Hükümeti’nin bütçe harcamalarının genel dağılımına bakıldığında da, 2008 krizi öncesi ve sonrasındaki gelişme eğilimi görülebilir, saptanabilir durumdadır. (Bkz. Tablo: 2)
Rusya yetkilileri, bulundukları eşiği aşıp sıçrama yapacaklarını belirlerken, önemli avantaj ve dayanaklara da sahip olduklarını vurguluyorlar; bu dayanaklardan birincisi, DTÖ üyeliğidir. Ama Rusya sanayisi ve ekonomisi buna hazır olmadığından, bu üyeliği, dayanak olmanın ötesinde bir handikap ve kriz etkeni olarak gören bir kesim de bulunuyor. Bu, yabana atılacak bir görüş olmayıp, üyelik, Rusya’yı yeni krizlerle cebelleşmek zorunda da bırakabilir.
Temmuz ayında Duma’daki oylama prosedürünün de tamamlanmasıyla, Rusya’nın DTÖ üyeliği, 1 Eylül itibariyle fiilen başlıyor. Ama, DTÖ’nün birçok üyesi, Rusya’yı, krize önlem olması bakımından gümrük duvarlarını yükselterek korumacı davrandığı yönünde eleştiriyor. Yolsuzluk, bürokrasi, çürümüş altyapı tesisleri ve üretkenliğin düşük olduğu şeklindeki eleştiriler; hem ilk aşamada Rusya pazarının sermaye açısından cazip olmadığı, hem de Rusya pazarının sonuna kadar Batıya açılması istemi olarak okunmalıdır. Buna karşılık Rusya, DTÖ üyeliği sonucu, AB mallarını daha ucuza alıp tüketici fiyatlarını düşürerek kitlelerin alım gücünü yükseltmeyi, sosyal huzursuzluğu frenlemeyi; yine kendi doğal gaz ve petrol ürünlerini Batı’ya daha yaygın şekilde satmayı tasarlıyor. Fakat en kazançlı çıkacak ülkenin, Rusya’nın ekonomisini modernleştirme kararını sevinçle karşılayan, pazar payı ve kârını artırmayı hesaplayan Almanya olacağı da bellidir. Almanya’nın 4. ihraç pazarı olan Rusya’yla ticaret hacmi şimdiden 70 milyar dolara ulaşmıştır. Almanya, Rusya’nın DTÖ’ne girişiyle ticaretini milyarlarca dolar artırma hesabı yapmaktayken, Rusya’nın yeni yetme kapitalistleri de, gümrük vergilerinin düşmesiyle Batıdan gelecek ucuz malların rekabetine dayanamayacakları korkusu ve iflas etme kaygısı içindedir.
Rusya’nın önemli avantaj olarak saptadığı DTÖ üyeliği, bu nedenle iki ucu keskin bir kılıçtır. Çünkü üyelik, bir yönüyle Rusya ekonomisinin dünya pazarlarına girişinde kolaylıklar sağlasa da; bu durum, ülkeyi Batılı emperyalistlerin yağmasına daha açık hale getirecek, yerli sanayii baltalayacağı gibi, bazı sektörleri yabancı teknolojinin  bağımlılığına sokarak yerli teknolojinin gelişimini de  frenleyecektir…
Rusya, ileri sıçrama planında, ikinci dayanak olarak, geliştirdiği yeni ekonomik ortaklıklara yaslanıyor. Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) gibi politik ağırlığı olan ortaklıkların yanı sıra, Sovyetler Birliği döneminde tek bir çatı altında birlik oluşturmuş cumhuriyetlerle yakın ilişkilerini tazeleyerek bir üst aşamaya çıkarıyor; yeni ekonomik birlikler (gümrük ortaklıkları) oluşturarak, onları politik ve askeri açıdan, kendi eksenine çekme politikası izliyor. Zaten Putin, her fırsatta, “Eski Sovyet ülkeleriyle entegrasyonlarının önemli bir öncelik olduğunu” vurgulamaktan da geri kalmıyor.
2010 yılında Rusya, Kazakistan ve Belerusya arasında imzalanan Avrasya Birliği Projesi, bu entegrasyon girişimlerinin son örneğiydi. Bu yılın Ocak ayında yürürlüğe giren Gümrük Birliği antlaşmasıyla, bu ülkeler arasında para ve işgücü dolaşımı serbest olacak. 170 milyon insanı kapsayan bu Ekonomik Birlik, toplam ulusal gelirini, dünya dördüncülüğü düzeyine; 3 trilyon dolara çıkarmayı hedefliyor. Bu ülkeler şimdiden ortak bir para birimi arayışındalar. Avrasya Birliği’ni başlatan Avrasya Ekonomik Komisyonu’nun kuruluşuyla, Asya cephesinde, AB’ne güçlü bir rakip oluştuğu söylenebilir. Rusya, bu birliği genişletmek istiyor. Putin, daha önce Ukrayna’nın AB’ne entegre olmasını ve Avrasya Birliği dışında kalmasını eleştirmiş ve Kırgızistan ve Kazakistan’ın katılımı ile Birliği genişleteceklerini de söylemişti. Tüm bunlar, Rusya’nın, eski Sovyet döneminde birlikte olduğu Asya’daki bağımsız cumhuriyetleri, yeniden ortak bir ekonomik bünyede birleştirmek; ABD emperyalizminin Rusya’yı, Avrupa ve Asya üzerinden kuşatmasının ve bu bölgelerin Batı emperyalizminin açık pazarı haline gelmesinin önünü kesmek istiyor. Ayrıca Rusya’nın, BRICS ülkeleri dışında kalan İran’la da ‚”taraf ülkelerin kendi para birimleri üzerinden ticaret yapma antlaşması” imzaladığını belirtelim.
Rusya’nın bu bağlamda, ekonomik alanda bir başka kozu, BRİCS ülkeleriyle ortak hareket etmesi ve bu konuda başı çekmesidir. BRICS, 2001’den sonra hızla gelişmekte olan ülke ekonomilerine verilen isim. BRIC ifadesi, önceleri Brezilya-Rusya-Hindistan ve Çin’i simgeliyorken, bu ülkeler grubuna Güney Afrika’nın da dahil edilmesiyle, BRICS simgesi kullanıma girdi. BRİC ülkelerinin liderleri, ilk kez, 16 Haziran 2009’da Yekaterinburg’ta bir araya geldiler ve tüm dünyaya, ortak çıkarlarını koruma konusunda birlikte davranacakları mesajını verdiler. BRICS ülkelerinin genel ekonomik görünümü, sosyal göstergeleri birçok açıdan ortaklıklar sergiliyor: Birincisi, bu ülkeler, dünya krizi gibi önemli dönemeçlerde, büyüme hızları bir parça frenlense de, dünyanın, en yüksek büyüme hızlarına sahip, sürekli büyüme içinde olan ülkeleridir. İkincisi, nüfus ve toprak büyüklüğünde de dünyanın önde gelen ülkeleridir. Üçüncüsü, hızla gelişen teknolojik alt yapıya sahip olan BRICS ülkeleri, aynı zamanda bu temeli içeriden de besleyen; bilim adamlarına, teknik donanımı yüksek mühendislere, yetişkin, eğitimli,deneyimli işgücü avantajına da sahip olan ülkeler grubudur.
Özellikle 2008 krizi sonrasında da büyümeye devam eden ve güncel krizden de pek etkilenmemiş görünen bu ülkeler, gelecekte dünya ekonomisinin tepe noktalarına oturmaya aday görünüyor. 2020’lerde Çin’in ABD ile arayı kapatacağı, Rusya’nın dördüncü, Hindistan’ın beşinci ekonomik güç olacağı tahminleri yapılıyor. BRICS ülkeleri, dış ticaret açıklarını dolar basarak kapatan ABD’nin doları uluslararası rezerv para olarak itibarsızlaştırdığını dile getiriyorlar. Aralarındaki ticareti kendi para birimleriyle yapma ve ortak kredi fonları oluşturma kararı almalarının ötesinde, doların etkisini sınırlayacak ortak bir para düzeni kurma peşindeler. Son olarak, BRICS’in Hindistan/Delhi toplantısında, diğer gelişmekte olan ülkelerin yatırımlarını finanse etmek ve ülkeleri Batılı büyük emperyalistlere finans bağımlılığından kurtarmak ve kuşkusuz kendileriyle ilişkilerini geliştirmeleri amacıyla, “Development Bank” adıyla ortak bir banka kurulması kararı alındı. Dünya krizindeki gelişme tempoları ve ellerinde biriken döviz rezervlerine güvenen bu ülkeler, Meksika’daki G-20 zirvesinde, Avrupa ülkelerini “krizden kurtarmak” amacıyla ortak bir IMF fonunun oluşturulmasına katkıda bulunacaklarını (Çin 45 milyar dolar, Rusya ve Hindistan ise 10 milyar dolar vereceklerini), ama IMF içinde daha fazla söz ve oy hakkına sahip olmak istediklerini de dile getirdiler. Aslında BRICS, salt ekonomik ortaklıktan öte bir gelişim seyri izlemektedir. BRICS ülkelerinin uluslararası platformlarda, NATO’nun Libya saldırısını kınamaları, ABD karşıtı  ortak tutumlar geliştirmeleri, Rusya ve ve Çin dışındaki diğer BRİCS ülkelerinin de BM Güvenlik Konseyi’nde daha fazla söz hakkı talep etmeleri; bunun göstergeleridir.
Rusya üçüncü olarak, Gorbaçov sonrası uğradığı tahribata rağmen Sovyetler Birliği döneminden miras kalan sanayinin ayakta duran ve çökmeyen sektörlerine güveniyor. Mevcut uzay teknolojisi ve silah sanayi, petro-kimya sanayi, çelik sektörü ve sayısız metal ve maden yatakları, doğal gaz ve petrol yataklarının varlığı, nükleer teknoloji; yapmakta olduğu hamlelerde, Rusya’ya, modernleşmenin güçlü kaldıraçları olarak görünmektedir. Bir yandan eski işletmelerin yenilenip kullanılması, öte yandan sıfırdan yeni teknolojiyle, yeni firma ve işletmelerin kurulması planlanıyor. Güçlü demiryolu ve ulaşım ağı, en önemlisi yetişmiş eğitimli ve deneyimli işgücüne sahip olması; Rusya’nın avantaj olarak gördüğü diğer faktörlerdir.
Rusya, öngördüğü bu avantajlar temeli üzerinde, somut olarak planladığı ekonomik projelerini, milyar dolarlık bütçelerle elektronik ve robot teknolojisine yöneltiyor. Elektronik, robot teknolojisi ve askeri modernleşme; genel ekonomik yenilenmeyi tetikleyecek, emek üretkenliğini artıracak bir temel olarak görülüyor. Bu arada, Rusya’nın emek üretkenliğinin, 2010 yılında, OECD ülkelerinin yarısından %30 daha yüksek olduğunu da belirtelim. Robot teknolojisi alanında gerçekleştirilecek ve şu andaki benzerlerinden daha gelişkin akıllı teknolojik ürünler; diğer kapitalistlerle rekabette üstünlük sağlamanın enstrümanı olarak ele alınıyor. Putin’in bu bağlamda, önümüzdeki yıllar için öngördüğü hedef; 2015 yılına kadar modernleşme ve araştırma-yaratım-geliştirme projelerine, yani ekonominin modernleşmesine, 43 trilyon Rublelik (1.3 trilyon dolarlık) yatırım yapmaktır. Bu miktarda yatırım, önceki yılın GSMH’na denk bir rakamdır ve şimdiki bütçenin de %25’ini oluşturmaktadır.
Sovyetler Birliği döneminde uzaya ilk çıkan ülke olarak, birçok bilimsel-teknolojik buluşa imza atan Rusya, robot teknolojisini de geliştiren ve kullanan ilk ülkeydi. Ama gelinen yerde, Rusya’nın, robot kullanımında da, emek üretkenliğinde de gerilediği açıktır. İşte Rusya, yapacağı yatırımlarla bu açığını kapatarak, önceki üstünlüğünü yakalamaya çalışıyor. Rusya, sadece endüstri robotları değil, kişisel tüketime de dönük olacak “hizmet robotları” üretimini başlatıyor. Bu bağlamda, sağlık, eğitim, ev bakımı, taşıma ve eğlence alanlarında kullanılacak, kitlesel piyasa tüketimine uygun; robotlar üretilecek.
Aslında Rusya yöneticileri, robot teknolojisine yapılacak yatırımlarla, diğer sektörlerdeki üretimin yenilenmesini tetiklemenin yanı sıra askeri teknolojinin de modernleşmesini hedefliyorlar.
Başbakan yardımcısı Dimitry Rogozin; “Rusya’nın yeni DARPA (Rusya Savunma Endüstrisi Araştırma-Geliştirme Kurumu)’nun, son derecede gelişmiş düzeyde robot teknolojisi, yeni materyaller, mikroelektronik, hipersonik teknolojiler üreterek; rakipleriyle rekabet edeceğini” söyledi.  Söylenenlere göre, Rusya Savunma Araştırma Geliştirme Kurumu (DARPA); 2020 yılına dek, 100 milyar dolarlık bütçeye sahip olacak. Bu alanda insansı görevleri başarabilecek robotlar üretilecek. Akıllı giysileriyle, süper insanı çağrıştıran giydirilmiş robotlar, akıllı deri geliştirme projeleri, sınır içinde ve dışında öldürme görevi yapacak insansız hava araçları, karadan atılan ve sesten 20 kat hızlı giden akıllı roketler, güvenli bir mesafeden uçan ve hedefin görüş açısını kapatan alabildiğine küçük Humminbirdler (hızlı uçan, anavatanı Amerika olan bir kuş), uzaktan kumanda ile yönetilen akıllı kollar, akıllı gözler ve düşünen kameralar; savunma alanındaki yenilikler olarak göze çarpıyor.
Rusya, ayrıca, mukayeseli olarak üstün olduğu enerji sektöründe, nükleer santraller yapımına da, gerek ülke içinde gerekse yurtdışında hız vermiştir. Nükleer teknolojide önemli bir hammadde olan uranyum yataklarını işletmek amacıyla yeni ortaklıklara giriyor. Bu amaçla Moğolistan’ın bilinen 22 bin tonluk uranyum yataklarını işletme konusunda antlaşma yaptı. Rusya, nükleer santral yapımında, dünya ülkeleri arasında, piramidin en tepesine yer alıyor. Rus uzmanlar, bu amaçla yurtdışında yakın dönemde 5 nükleer istasyon kurdu. Yurtdışında daha 35 santral ünitesi yapılacak. Ayrıca 4 tanesi Türkiye’de olmak üzere, antlaşması yapılmış, fakat tamamlanma sürecinde olan 19  santral ünitesi sırada beklemektedir.  Rusya’nın sadece nükleer enerjide değil, laser teknolojisinde de dünyanın lider ülkesi konumunda olduğunu bu arada belirtmek gerekli.

RUSYA’NIN DEZAVANTAJLARI: PETROL VE DOĞAL GAZA BAĞIMLILIK
Rusya, tüm çabalarına rağmen, ekonomik büyüme ve gelişmesini petrole endeksli olmaktan çıkaramadı. Büyüme ve bütçe hesapları, hâlâ petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki iniş ve çıkışlara göre yapılmakta ve dalgalı bir seyir izlemektedir. Dolayısıyla, virajı alsa bile, Rusya ekonomisinin henüz düz yola çıkamadığı söylenebilir. Genel olarak bakıldığında, doğal enerji kaynakları tekeline sahip olmanın, yeniden gelişen kriz koşullarında Rusya’ya avantaj sağladığı, ekonomiye belli bir esneklik kazandırdığı da söylenebilir. 2008 Krizi’nin ardından, petrol fiyatları, 2009 yılında 61,5 dolara düştüğünde Rusya % 7,5 küçülürken; 2010 yılında varil başı fiyat 79,5 dolara yükseldiğinde ise, Rusya’nın büyümesi % 4 olmuştu. Ocak 2012 rakamlarında, Rusya’nın toplam ihracatında doğal enerji ürünlerinin payı % 75 oldu.  Rusya, 2011-2020 yılları arasında, ulusal gelir içinde enerji ürünlerinin payını %40 düzeyine düşürmeyi, ekonomide çeşitlilik yaratmada önemli hedefleri arasına aldı.
Rusya, çevresiyle (BDT ve Avrasya alanı) birlikte, kendine yeterli geniş bir iç pazara sahiptir. Bu anlamda acil bir pazar sorunu bulunmasa da, Rusya yetkilileri, ekonomide modernleşme gereksinimi açısından, kontrollü olarak yabancı sermaye girişine ihtiyaçları olduğunu düşünmektedir. Ama, Rusya gibi geniş ve doğal kaynaklar tekeline sahip bir sanayi ülkesinin; kendi kaynakları üzerinden gelişmesi olanağı fazlasıyla vardır. Dış sermaye girişi, her zaman ve durumda, herhangi ülkede modernleşme ve gelişme olanağı yaratmamakta, girdiği ülkede kaynaklarının talanına da yol açmaktadır. Rusya’ya giren sermayenin de başlıca amacı budur ve dışarıya kaçan sermaye miktarı, düşürülmüş olsa da, halen yüksektir. 2008 yılında 134 milyarı bulmuştu sermaye kaçışları.. 2009 yılında kaçışlar düşse de, 56.9 milyar dolar civarında oldu. 2011’in ilk yarısında ise, çıkış yapan sermaye miktarı 52.5 milyar dolardı.
Rusya, önümüzdeki dönemde, Avrupa ve Amerika’yı kıskacına almış olan kapitalist krizin, özelikle Avrupa üzerinden Rusya’ya vurma olasılığına karşı da önlem aldığını açıkladı. Hükümet, 2013 bütçesi için, 500 milyar Ruble (15.4 milyar dolar) kaynak ayırdı. Petrol fiyatı 117 doların altına indiğinde, bütçe açıklarını kapatmak için 25 milyar dolarlık ek kaynağın kullanılması planlandı.
Rusya, bu arada banka sistemini de güçlendirecek önlemlerle, kapısına dayanabilecek ikinci kriz dalgasına hazırlık yapmaktadır. Maliye Bakanı A.Kudrin, bakanlığının iç borçlanmayı 1,7 trilyon Rubleden 1,4 triyon Rubleye düşüren bir tahmini hesap yayınladı. Hükümet, ek olarak, 2012-2014 arasındaki bütçe açıklarının mümkün olanın ötesinde iyi olacağını tahmin ettiği için özelleştirme planlarında kesintiye gideceğini açıkladı. Ayrıca Merkez Bankası, Rus bankalarını mali yönden güçlendirmek, kapasitelerini artırmak amacıyla desteklerini artıracak; bu desteğin, 2015 yılıyla birlikte, 1,5-2 trilyon Ruble olması hedefleniyor.
Rusya liderleri, bu yılın başındaki ekonomik performanstan oldukça memnun görünüyorlar. Rusya’nın 2012’nin ilk çeyreğinde % 4,9 büyüyerek, GSMH’nı % 4,9 artırdığı açıklandı. Ayrıca Rusya’nın, bu yıl, yatırım amacıyla 70 milyar dolarlık yabancı sermaye çekme beklentisinde olduğu bildirildi. GSMH’nın % 16’sının kayıt-dışı ekonomiden oluştuğu ve bu alanda istihdamın toplam çalışanların %17-18’ine, yani 13 milyon kişiye ulaştığı belirtildi. Rusya Ekonomik Kalkınma Bakanı Andrey Belousov; Rusya’nın bu yılın ilk beş ayında 95,2 milyar dolar dış ticaret fazlası verdiğini; yeni dönemde yatırımların GSMH’nın % 25-30 düzeyinde olacağını ve 25 milyon yeni istihdam yaratılacağını söyledi.
Günlük üretimlerini 10,5 milyon varile çıkararak, dünyanın en fazla petrol ihracatı yapan Rusya’nın 5 büyük petrol şirketinin, 2011 yılı açıkladığı kâr 455 milyar dolar oldu.
Ayrıca Rus basınındaki verilerden, gelir dağılımı dengesizliği ve sömürü yoğunluğunun artışına rağmen, halkın alım gücünün; görece artış eğilimine girdiği anlaşılmaktadır. Halkın eskisi gibi, eşine dostuna borçlanmadığı; bankalardaki mevduatların, tasarrufların, yurtdışına tatil amacıyla çıkışların ve çıkanların harcadıkları paranın arttığı; ölümlerin artması, evliliklerin azalması ve kötü ekonomik gidiş nedeniyle başlayan nüfusun azalma eğiliminin, doğumların artışıyla frenlendiği, nüfusun yeniden artma eğilimine girdiği yönündeki veriler; alım gücünün görece artışını, bir başka açıdan da, yansıtmaktadır.  Bunlara karşın, Rusya’da gelir dağılımındaki dengesizlik sürmekte; zengin ile yoksul kesim arasındaki uçurum derinleşmektedir. Dolar milyarderlerinin sayısının her geçen yıl katlanarak artışı bunun kanıtıdır.
Rusya, 1999’dan sonraki 10 yıllık süreçte, yüksek bir büyüme gerçekleştirdi. Bu,  mutlak yoksulluk oranını da düşürdü. Mutlak yoksulluk, 2000 yıllarındaki %29’dan 2009’da % 13’e düştü. Görece yoksulluk ise, 2008’de %17’de kaldı. Aslında emekçi kitlelerin SSCB dönemi kazanımlarının birçoğunu kaybettiği, görece yoksullaşmanın, gelir dağılımındaki bozukluğun ve kapitalist sömürünün azgınca sürdüğü açık bir gerçek olmakla birlikte; Gorbaçov ve Yeltsin dönemindeki ekonominin ve yoksulluğun dibe vuruş durumundan görece iyileşmeye yönelmesi emekçiler cephesinde yanılsamaya yol açmakta, onların hoşnutsuzluklarını sert tepkilerle ifade etmesini frenlemektedir. Ek olarak, karşılaştırmalı bir ölçü yapılabilmesi açısından, dünya ekonomisinin güncel verilerinden aktaralım: Hane halkı gelir durumuna göre, Rusya’da %17 olarak saptanmış görece yoksulluk oranı; OECD ülkeler kuşağının son sıralarında bulunan Şili, Meksika, Türkiye gibi ülkelerle kıyaslandığında, daha düşük bir orandır. Gelir dağılımın en bozuk olduğu ülkeler sıralamasında Rusya’nın klasmandaki yeri (OECD kaynaklarına göre); İsrail, ABD ve Türkiye’den sonra, Meksika ve Şili’nin önünde bir aralıkta bulunmaktadır.
Putin, Rusya’nın zayıf yönlerini nasıl aşacağını, olumsuzlukları nasıl gidereceğini; henüz başbakan olduğu dönemde açıklamış, “düşük emek üretkenliğine, geri dönüşümsüz tekniğe, rekabetçi olmayan yatırım iklimi”ne dikkat çekmişti. Ayrıca, ”Bir süreklilik içinde varolan tesislerin yenilenmesi sürdürülürken modern üretim tesisleri yaratmada da büyük çaba harcayarak, mal temelli endüstrilerden, yüksek teknolojili, ’yaratım ve geliştirme’ endüstrilerine doğru harekete geçmenin zorunlu olduğu”nu belirtmişti. Yine, altyapıyı yenilemeye, yeni demiryolu ağları ve yeni havaalanlarına olan ihtiyacın, nükleer enerji kapasitesini % 25 artırmanın altını çizmişti. Ayrıca, “bozuk yatırım iklimi”ne çare olarak, “Hızlı yönetimsel kurallara sahip bir yönetim aygıtı, modernize edilmiş ortak yasama, kendi kendini güçlendiren kurumlar, yolsuzluğa karşı gündem oluşturma”yı önermişti.
Dezavantajlarına karşın, Rusya’nın DTÖ sürecinde, dış ticarette ve sermaye akışında, üyelikten sağlayacağı bazı avantajlar gözetildiğinde; ayrıca Belerusya ve Kazakistan’la oluşturduğu ortak ekonomik alanın 2015’te tam olarak hayata geçeceği ve BRICS (Brezilya-Rusya-Hindistan-Çin ve son olarak Güney Afrika Cumhuriyeti) ülkeleriyle yürüttüğü ekonomik işbirliği ve Dolar’a karşı oluşturduğu ittifak ve yeni uluslararası para arayışları, yine tarihsel olarak Sovyetler Birliği döneminden miras kalan ve tahrip olmayan çelik sektörü, petro-kimya, nükleer enerjideki üstünlüğü, askeri ve uzay teknolojisi ve birikimli yetişmiş insan gücü, dünyanın en büyük döviz ve altın rezervine sahip ülkesi olması ve yinelenen kriz koşullarında bile % 4-5’lik büyüme hızları hesaba katıldığında; konulan hedefin gerçekleştirilmesi; yani Rusya’nın bir sonraki on yılda da ekonomik büyümesini sürdürerek ve dünya ekonomisinin üst klasmanında yer alması olanaklıdır. Elbette ekonominin çarklarının petrole ve doğal gaza bağımlı olması, dünyanın süper gücü olmak arzusu taşıyan, güçlü ve istikrarlı büyüme  hedefindeki bir ekonomi için önemli bir handikaptır. Bu engelin aşılması noktasında, belli çabalar olmakla birlikte; kısa vadede bu bağımlılığın sona ermesi güç görünüyor. Belki de, Rusya’ya zaman kazandıracak önemli bir faktör, Ortadoğu’daki politik-askeri kargaşa ve Suriye’deki kaosun varlığı koşullarında, önümüzdeki yıllar içinde petrol fiyatlarında ani/yüksek düşüşlerin ufukta görünmeyişidir. Bu bağlamda, petrole bağımlı bir ekonomik büyümeye sahip olduğu için, Rusya’yı Arabistan’a benzeterek, bu ülkeye ulaşacak krizin yeni dalgasıyla, ekonomisinin çökebileceği tespiti yapanların; şimdilik hiçbir dayanağı bulunmuyor.
Ekonominin çeşitlendirilmesi, dünya pazarında rekabet edebilecek, gelişmiş teknoloji ile yapılması planlanan üretime ve emek üretkenliğinin artırılması yönündeki girişimlere bakıldığında; dünyayı girdabına çekmiş olan 2008 Krizi sonrasındaki hamleleriyle Rusya, modernleştirme sürecini gerçekleştirme, yeni ürün ve markalarla, diğer kapitalist-emperyalist ülkelerle keskin bir rekabete girişme potansiyelini taşımaktadır. Bu nedenle, Rusya’nın ekonomik gelişme performansının, önümüzdeki yıllarda da sürdürülebilir olduğu, bu gelişmenin devamının, sonraki on yıl içinde de fantezi olarak görülemeyeceği kanısındayız. Ayrıca, bu ekonomik güçlenme, yakın dönemde politik, diplomatik-askeri alanda, uluslararası platformlarda Rusya’nın üslubunu da değiştirecektir. Bu, şaşırtıcı olmayıp, kapitalist-emperyalistlerin ‘bilek güreşi’nde oyun kurallarının bir gereğidir.

SONUÇ OLARAK
Ekonomik gelişmeyi sürdürmesine koşut olarak, Rusya’nın diplomatik ve askeri alanda kullandığı dil ve ‘meydan okuma’larının dozu, şimdiden sertleşmeye başlamıştır. Rusya’nın, SSCB dönemindeki etki alanlarını kendi sorumluluk sahasında gören diplomatik-askeri doktrine tekrar dönüş yapması; Gürcistan’a müdahalesi, Akdeniz’de bayrak göstermesi, Ortadoğu’ya eski ilgisinin depreşmesi, Suriye’ye müdahale önerilerini Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Çin’le ortaklaşarak ve üç kez veto hakkını kullanarak engellemesi vb. gibi yakın dönem pratikleri; Rusya’nın Putin’le girdiği ve ilerlediği stratejik hattın net göstergeleridir. Bunun zemini de, “virajı alarak” düz yola yönelmiş bulunan Rusya ekonomisidir. Ama tüm bu gelişme, dönüşme ve ilerleme potansiyellerine karşın; Rusya’nın, dünyanın başlıca iki süper emperyalist gücünden biri olduğu geçmiş dönemdeki gücünü yeniden yakalaması olasılığı tartışmalıdır. Bununla birlikte, emperyalist kamp içinde dolaylı silahlı çatışma boyutunu da kazanmış olan en büyük çekişmenin cereyan ettiği Asya ve Ortadoğu’daki petrol ve enerji güzergahı; aynı zamanda Rusya’yı sarıp kuşatan çevre kapsamındadır. Enerji hattında tesis edeceği egemenlik, onun çevresinde kuracağı hegemonya, Rusya açısından hayati derecede önem taşımaktadır. Bu yüzden, Rus emperyalizmi, stratejik önceliği; Asya ve Avrasya’daki eski mevzilerini yeni ittifaklar yoluyla sağlamlaştırmaya ve bölgesel süper güç olmaya vermiş, bulunuyor. Rusya, ancak, bu hedefi gerçekleştirmesinin türevi olarak; uzak olmayan bir gelecekte, ABD emperyalizminin başını çektiği kampın, karşı kutbunda şekillenmesi olası diğer emperyalist blokun lideri olarak öne çıkabilir.

Ek-1: “Dünya Gelişme Göstergeleri” Tablosu

Ülkeler    Nüfus                                                                                          (%)    Arazi (%)    GSYİH’nın Dünya  payı  (%) (2010 satınalama gücü paritesine göre)    Dünya yabancı yatırım girişinden aldığı pay (2009)
Brezilya    2.9    6.5    2.9    2.4
Rusya    2.1    12.6    3.0    3.3
Hindistan    17.1    2.3    5.2    3.1
Çin    19.7    7.2    13.3    7.1
BRİC    41.7    28.7    24.4    16.6

Tablo : 1(a)
2009    2010    2011    2012    2013
Gerçek ulusal gelir artış oranı (%)    -7.8    4.0    4.0    4.1    4.1
Enflasyon oranı (%)    11.7    6.9    8.4    6.5    5.7
Konsolide bütçe dengesinin ulusal gelire oranı (%)           -4.3         -3.5    0.2    -0.7    -0.7
Cari hesap dengesinin ulusal gelire oranı (%)      3.9    4.7    5.6    4.0    3.3

Kaynak: OECD Economic Outlook Database

Ulusal Gelir büyüme oranı    % 3.7
Ulusal Gelir( GSYİH) dolar olarak Satınalmagücü paritesiyle    1.926 Milyar dolar 2.505 Milyar dolar.
Enflasyon oranı     % 6.7
Nüfus    141.2 milyon
Kişi başına ulusal Gelir      Satın alma gücü paritesiyle     13.650 dolar17.750 dolar

Tablo: 1 (b)

Kaynak: Economist-The World in 2012 Rusya’nın 2012 yılı tahmini makro ekonomik verileri

Tablo 2: Rusya’da Hükümet harcamalarının bütçe içindeki yapılanması

Ulusal Gelir içindeki payı ( % olarak )
2006    2007    2008    2009    2010
Toplam Hükümet harcamaları     31.1        34.3        33.9        40.9        38.5
Faiz harcamaları       0.8    0.5    0.5    0.6    0.6
İdari yönetim harcamaları       2.3    3.0    2.7    2.7    2.6
Savunma, adalet ve güvenlik        5.2    5.1    5.2    6.3    5.8
Ulusal ekonomi       3.5    4.7    5.5    7.2    5.2
İskan ve kamu yararı       2.3    3.3    2.8    2.6    2.4
Eğitim        3.9    4.0    4.0    4.0    4.2
Sağlık ve spor        3.6    4.2    3.8    4.3    3.8
Sosyal politika (Sübvansiyonlar)       8.8    8.6    8.7        11.7        13.0
Emeklilik (Sadece devlet emeklilik fonundan yapılanlar)       6.2    5.9    6.2    8.3    9.9
Diğer harcamalar      0.8    0.8    0.8    0.9    0.8
Kaynak: Rusya Maliye Bakanlığı (OECD 2011 Raporu’ndan alındı)

Dipnotlar:

Rusya yetkilileri, bulundukları eşiği aşıp sıçrama yapacaklarını belirlerken, önemli avantaj ve dayanaklara da sahip olduklarını vurguluyorlar; bu dayanaklardan birincisi, DTÖ üyeliğidir. Ama Rusya sanayisi ve ekonomisi buna hazır olmadığından, bu üyeliği, dayanak olmanın ötesinde bir handikap ve kriz etkeni olarak gören bir kesim de bulunuyor.

Rusya, ileri sıçrama planında, ikinci dayanak olarak, geliştirdiği yeni ekonomik ortaklıklara yaslanıyor. Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) gibi politik ağırlığı olan ortaklıkların yanı sıra, Sovyetler Birliği döneminde tek bir çatı altında birlik oluşturmuş cumhuriyetlerle yakın ilişkilerini tazeleyerek bir üst aşamaya çıkarıyor; yeni ekonomik birlikler (gümrük ortaklıkları) oluşturarak, onları politik ve askeri açıdan, kendi eksenine çekme politikası izliyor. Zaten Putin, her fırsatta, “Eski Sovyet ülkeleriyle entegrasyonlarının önemli bir öncelik olduğunu” vurgulamaktan da geri kalmıyor.

Rusya üçüncü olarak, Gorbaçov sonrası uğradığı tahribata rağmen Sovyetler Birliği döneminden miras kalan sanayinin ayakta duran ve çökmeyen sektörlerine güveniyor. Mevcut uzay teknolojisi ve silah sanayi, petro-kimya sanayi, çelik sektörü ve sayısız metal ve maden yatakları, doğal gaz ve petrol yataklarının varlığı, nükleer teknoloji; yapmakta olduğu hamlelerde, Rusya’ya, modernleşmenin güçlü kaldıraçları olarak görünmektedir. Bir yandan eski işletmelerin yenilenip kullanılması, öte yandan sıfırdan yeni teknolojiyle, yeni firma ve işletmelerin kurulması planlanıyor. Güçlü demiryolu ve ulaşım ağı, en önemlisi yetişmiş eğitimli ve deneyimli işgücüne sahip olması; Rusya’nın avantaj olarak gördüğü diğer faktörlerdir.

Elektronik, robot teknolojisi ve askeri modernleşme; genel ekonomik yenilenmeyi tetikleyecek, emek üretkenliğini artıracak bir temel olarak görülüyor. Bu arada, Rusya’nın emek üretkenliğinin, 2010 yılında, OECD ülkelerinin yarısından %30 daha yüksek olduğunu da belirtelim. Robot teknolojisi alanında gerçekleştirilecek ve şu andaki benzerlerinden daha gelişkin akıllı teknolojik ürünler; diğer kapitalistlerle rekabette üstünlük sağlamanın enstrümanı olarak ele alınıyor. Putin’in bu bağlamda, önümüzdeki yıllar için öngördüğü hedef; 2015 yılına kadar modernleşme ve araştırma-yaratım-geliştirme projelerine, yani ekonominin modernleşmesine, 43 trilyon Rublelik (1.3 trilyon dolarlık) yatırım yapmaktır. Bu miktarda yatırım, önceki yılın GSMH’na denk bir rakamdır ve şimdiki bütçenin de %25’ini oluşturmaktadır.

Rusya’da gelişkin bir savunma sanayi var. Rusya, ABD ve İsrail’le birlikte dünya silah ihracatçılarının ilk sıralarında yer alıyor. Ama bu alanda rekabet ve rakiplerine üstünlük sağlamak için askeri sanayii modernleştirme gereksinimi duyuyor. En çok Ortadoğu bölgesine silah satan Rusya, bu yıl silah ihracatını 400 milyon dolar artırarak, toplam ihracatını 9 milyar dolara çıkaracak. Rusya ordusu Yeltsin döneminde adeta çöküntü yaşamıştı. Ordu personelinin maaşları ödenmemiş, savunma bütçesi ve silahlı kuvvetler küçültülmüştü. 2001 başlarında sorunlar biraz aşılınca, savunma bütçesi önce 8 milyar dolara, 2007’de de 32 milyar dolara çıktı. Putin, ordunun emrine her geçen gün yeni denizaltılar, gemiler ve uçak filoları tahsis ediyor. Ordunun daha mobilize, esnek ve hızlı hareket edecek şekilde örgütlenmesi yapılan planlar dahilinde. Putin, ordunun modernizasyonu için, 2020 yılına kadar 23 trilyon ruble (770 milyar dolar) ayrılacağını açıkladı.

Rusya, 1999’dan sonraki 10 yıllık süreçte, yüksek bir büyüme gerçekleştirdi. Bu,  mutlak yoksulluk oranını da düşürdü. Mutlak yoksulluk, 2000 yıllarındaki %29’dan 2009’da % 13’e düştü. Görece yoksulluk ise, 2008’de %17’de kaldı. Aslında emekçi kitlelerin SSCB dönemi kazanımlarının birçoğunu kaybettiği, görece yoksullaşmanın, gelir dağılımındaki bozukluğun ve kapitalist sömürünün azgınca sürdüğü açık bir gerçek olmakla birlikte; Gorbaçov ve Yeltsin dönemindeki ekonominin ve yoksulluğun dibe vuruş durumundan görece iyileşmeye yönelmesi emekçiler cephesinde yanılsamaya yol açmakta, onların hoşnutsuzluklarını sert tepkilerle ifade etmesini frenlemektedir.

Ekonominin çeşitlendirilmesi, dünya pazarında rekabet edebilecek, gelişmiş teknoloji ile yapılması planlanan üretime ve emek üretkenliğinin artırılması yönündeki girişimlere bakıldığında; dünyayı girdabına çekmiş olan 2008 Krizi sonrasındaki hamleleriyle Rusya, modernleştirme sürecini gerçekleştirme, yeni ürün ve markalarla, diğer kapitalist-emperyalist ülkelerle keskin bir rekabete girişme potansiyelini taşımaktadır. Ayrıca, bu ekonomik güçlenme, yakın dönemde politik, diplomatik-askeri alanda, uluslararası platformlarda Rusya’nın üslubunu da değiştirecektir. Bu, şaşırtıcı olmayıp, kapitalist-emperyalistlerin ‘bilek güreşi’nde oyun kurallarının bir gereğidir.

Enerji hattında tesis edeceği egemenlik, onun çevresinde kuracağı hegemonya, Rusya açısından hayati derecede önem taşımaktadır. Bu yüzden, Rus emperyalizmi, stratejik önceliği; Asya ve Avrasya’daki eski  mevzilerini yeni ittifaklar yoluyla sağlamlaştırmaya ve bölgesel süper güç olmaya vermiş, bulunuyor. Rusya, ancak, bu hedefi gerçekleştirmesinin türevi olarak; uzak olmayan bir gelecekte, ABD emperyalizminin başını çektiği kampın, karşı kutbunda şekillenmesi olası diğer emperyalist blokun lideri olarak öne çıkabilir.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑