Nasıl ki merkezi yönetim; sermaye partilerinin, büyük patronların, yüksek bürokrasinin, rantçıların, hortumcuların Hazine’yi ve kamunun imkânlarını bölüşme mekanizması olarak işliyorsa, yerel yönetimler de yerel vurguncuların, küçük hortumcuların, arsa spekülatörlerinin, düzen partilerinin yerel yöneticilerinin ve yandaşlarının bölüşüm mekanizması olarak işlemektedir.
Mevcut düzen partileri yerel yönetimleri; yerel yandaşlarını, delege ağalarını ve kendilerini destekleyen sermaye kesimlerinin çıkarları uğruna bir eş-dost “arpalığına” dönüştürmüşlerdir. İller Bankası kredilerinin yanlı dağıtılması, yerel yönetimlerin uluslararası finans piyasalarında “kredi” bulmaya yönlendirilmesi gibi merkezi hükümetlerin uygulamalarıyla yerel yönetimler “dış borç” batağına da itilmiştir.
Sermaye partilerinin gelenekselleşmiş alışkanlığının sonuçları olan rüşvet, adam kayırmacılık, rant bölüşümü, yerel yönetim imkânlarının her yolla acımasızca yağmalanması, yerel yönetimleri sadece idari bakımdan değil mali bakımdan da bir çöküşe sürüklemiştir. Pek çok yerel yönetim üstlenmiş olduğu hizmetleri yerine getiremez, en hayati yatırımlarını yapamaz, çalışan işçilerin ücretlerini bile ödeyemez duruma gelmiştir.
Kısacası yerel yönetimler, sermaye partileri tarafından hem idari hem de ekonomik bakımdan çöküşe sürüklenmiştir. Bu çöküşün müsebbipleri, çöküşten çıkış için; taşeronlaştırma ve özelleştirmeyi çare olarak sunmuşlardır. En son hazırlanan ve hükümet tarafından da çıkarılacağı vaat edilen “Kamu İdaresi Reformu”nun parçası olarak sunulan “Yerel Yönetimler Yasası Taslağı” da, yerel yönetimlerin içine sürüklendiği bataktan, “tüm yerel hizmetlerin piyasalaştırılması”yla çıkılacağını iddia etmektedir.
Ancak son 10 yıl içinde hizmetlerin özelleştirilmesi ve taşeronlaştırılması yoluyla piyasalaştırma uygulamaları; bırakalım iyileştirmeyi, hizmetlerdeki çöküşü daha da derinleştirmiş, eskiden verilen hizmetlerin bile verilmesini engellemiş, hizmetleri daha da pahalılaştırmıştır. Bunun da ötesinde, bu uygulamalar, yerel yönetimleri, sadece hizmet alan halkla değil, hizmetin üreticisi olan kendi çalışanlarıyla da karşı karşıya getirmiştir. Çünkü; özelleştirme ve taşeronlaştırma; yerel yönetim imkânlarının kapitalist firmalara aktarılmasına neden olurken, hizmetlerde azami kârı teşvik etmiş; bu da hizmetleri pahalandırırken, işçilerin ve memurların çalışma ve yaşama koşullarının daha da aşağılara düşmesine neden olmuştur.
Son 10 yılda yerel yönetimlerde özelleştirme, piyasalaştırma yönündeki uygulamalar açıkça göstermiştir ki, hizmetlerin piyasa koşullarına göre verilmesi ve yerel yönetimlerin işlerini kapitalist şirketlere devretmesi; sorunları çözmemekte tersine daha da ağırlaştırmaktadır. Dolayısıyla; amacını “hizmetlerin piyasalaştırılması” olarak ilan eden yerel yönetim anlayışının (bu anlayış, önümüzdeki günlerde Meclis’ten yasa olarak geçirilmek istenecektir), onlarca katrilyonluk bir kâr alanı olarak görülen “yerel hizmetler” alanının uluslararası “hizmet tekelleri” ve onların yerli işbirlikçilerinin yağmasına açılmasından başka bir anlamı yoktur.
Bugün yerel yönetimleri ayağa kaldırıp halka hizmetin yolun açabilecek tek seçenek, HALKÇI ve DEMOKRATİK YEREL YÖNETİMCİLİK anlayışının yerel yönetimlere egemen olmasıdır.
Partimizin yerel yönetim anlayışı, halka hizmeti; piyasanın, şu ya da bu firmanın şu ya da bu düzen partisinin çıkarlarının üstünde tutan bir yerel yönetimcilik anlayışı olarak HALKÇI’dır.
Partimizin yerel yönetim anlayışı, yerel yönetimlerin düzenin sınırları ötesinde, doğrudan Halk Meclisleri’nin kararlarını hayata geçirdiği, halkı planlamanın oluşum sürecine de katan ve bütün yerel yönetim faaliyetini halkın denetimine açan bir anlayış olarak DEMOKRATİK’tir.
HALKÇI VE DEMOKRATİK BELEDİYECİLİK
1-) Yerel yönetimin imkânları halka hizmet olarak sunulacaktır: Her şeyden önce yerel yönetim imkânlarının eş-dost, partidaşlar ve kapitalist firmalar tarafından yağmalanması önlenecektir. Çünkü; imkânı olmayan, ekonomik olanakları olmayan kent yoktur; imkânları sermaye partileri, kapitalist firmalar tarafından yağmalanmış ve yağmalanan kentler vardır.
Bunun için;
a-) Özelleştirme ve taşeronlaştırmaya son verilerek, hizmetlerin doğrudan yerel yönetimin kurumları ve personeli aracılığı ile yapılması sağlanacaktır. Böylece hizmetlerin piyasalaştırılmasına son verilerek, hizmetlerin kapitalist firmaların kârı için değil halkın ihtiyaçları için yapılması ilkesi yerel yönetimlerin başlıca ilkesi haline getirilecektir. Bu; hem hizmetin en ucuz biçimde sağlanmasının, sürekliliğinin ve kalitesinin, hem de yerel yönetimlerde görev yapan işçilerin ve memurların insanca çalışıp yaşayabilecekleri hakların geliştirilmesinin garantisidir.
b-) Yerel yönetimin gelir kaynaklarının başlıcalarından olan vergilerin; verebilecek kesimlerden alınması sağlanarak ve zengin kesimlerin vergi istisnalarından yararlanması önlenerek, yerel yönetimlerin gelirlerinin artırılması esas alınacaktır. Kentin ekonomik potansiyeli harekete geçirilip bu imkânlar doğrudan yerel yönetime aktarılarak, hizmet ve yatırımlar için içerden ve dış finans merkezlerinden yüksek faizli borçlanmaya son verilecektir.
2-) Varoş-merkez ikilemine son verilecektir: Hizmetlerin halkın ihtiyaçlarına göre planlanmasına ve sermaye belediyeciliği tarafından ihmal edilen emekçi kesimlerin oturduğu semtlerin, kentten dışlanmış muamelesi gören bölgelerin ihtiyaçlarına öncelik tanınacak ve kent içi “merkez” ve “kenar semtler”, “varoşlar” arasındaki farkları ortadan kaldıracak bir hizmet anlayışı yerel yönetimciliğimizin esası olacaktır. Kentlerin hizmet, kültürel ve sosyal bakımdan bölünmüşlüğünün, belediye hizmetlerinden mahrum bırakmayı meşrulaştırmak için kullanılan “varoş” kavramına karşılık gelen hizmet anlayışının reddedilmesi; bu bölgelerin merkezle aynı düzeyde hizmet alan kent bölümleri haline gelmesi, halkçı ve demokratik belediyeciliğin ana ilkesidir. Semtler arasındaki eşitsizliğin ortadan kaldırılması, halkçı ve demokratik yerel yönetimciliğin ana kriterlerinden birisi olacaktır. Bunu gerçekleştirmek için; hizmetlerin götürülmesinde bugüne kadar yapılanın tam tersine, öncelik, yoksul halk kesimlerine tanınacaktır. Böylece “eşitsiz hizmet götürülerek eşitlik sağlama” amaçlanacaktır.
3-) Bölgeler ve iller arasındaki eşitsizliğe son verilecektir: Merkez-varoş ayrımında olduğu gibi, iller ve bölgeler arasındaki hizmet uçurumunun ortadan kaldırılması için de çalışılacak, imkânları sınırlı ve bugüne kadar daha kötü hizmet verilen bölge ve kentlere daha çok destek verilerek hizmet düzeyleri ve hizmet kalitesi yükseltilecektir.
4-) Halkın yerel yönetime katılımı ve denetimi için Halk Meclisleri: Mevcut sistem içinde; belediyeler, onların hizmetleri”, gelir ve giderleri halk tarafından denetlenememektedir. Son yıllarda “katılımcılık”, “şeffaflık, “demokratiklik” adına girişilen “Yerel Yönetim 21” gibi uygulamalar da, göstermelik olarak kalmış, sadece “öneriler” yapma ötesinde, “demokrasi”yi ve “katılımı” imkân dahiline sokmamıştır. Halkçı ve demokratik yerel yönetimcilik; yerel yönetimlere “katılımı”, “açıklığı” ve “denetimi” gerçek anlamda gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır. Yerel yönetim hizmetlerinin planlanması, uygulanması ve tüm hizmetlerin, gelirlerin ve giderlerin denetimi yerel yönetim seçim bölgeleri içinde seçilmiş, bölgenin genişliğine göre belirlenen sayıda kişiden oluşan Halk Meclisi tarafından yapılacaktır. Seçilmiş belediye meclisleri, il genel meclisleri, Halk Meclisi’nden geçen kararları resmileştiren ve uygulamasında rol oynayan kurumlar olacaktır. Yerel yönetim faaliyeti, Halk Meclisi’nde olduğu kadar, birer birer yurttaşların da denetimine açık olacak biçimde, gelirlerini, giderlerini, yaptığı icraatın muhasebesini açıklayacaktır. Seçilmiş her yönetici, Halk Meclisi tarafından görevden alınabilecek ve yeniden seçimi için gerekli prosedür uygulanabilecektir.
5-) Sosyal-kültürel yaşam merkezleri olarak kentler: Burjuvazi kentleri, ucuz işgücü merkezleri olarak planlamış; kendi yerleşim ve yaşam merkezlerini ya kentin merkezi olarak bütün diğer semtlerden “banliyölerden”, “varoşlardan” tecrit ederek korumaya almış ya da kendi malikanelerini kent dışına taşıyarak, kendisine uygun sosyal kültürel ortamı olan “özel kentler” kurmuştur. Özellikle son yıllardaki hızlı kentleşme ile Türkiye’nin kentleri görülmemiş bir hızla büyürken; sağlıklı yaşam koşullarından altyapı hizmetlerine kadar bütün sorunlar, hızla büyüyen kentleri, aynı zamanda kronik işsizler ordusunun, açlık ve sefaletin, eğitimsizliğin, mafya-çete organizasyonlarının, uyuşturucunun, yoz kültürün yayılmasının hızla tırmandığı merkezlere dönüştürmüştür. Sermaye partileri ve onların yerel uzantıları; bütün halk kesimlerini kapsayan bu devasa sorun yumağını çözmek yerine, onların her gün daha acilleşen taleplerini istismar edip, kendileri için bir fırsata dönüştürmenin “piyasasını” oluşturmuşlardır.
Halkçı ve Demokratik Yerel Yönetimcilik; bu devasa sorunlar yığınına sahip olan kentlerde, yerel yönetimlere talip olurken, aslında, halkı bu sorunlara karşı mücadeleye çağırmakta, bu mücadele içinde sorunları çözecek bir gücün oluşturulması gerektiğinin bilincinde olarak, yerel yönetimlere talip olmaktadır. Bu yüzden yerel yönetimlerde seçilmek sadece bir başlangıçtır ve bu devasa sorunlar hakla birlikte çözümüne yöneleceğimiz bir dayanak, ama çok önemli bir dayanak olarak değerlendirilmelidir.
* * *
Kente göç, Türkiye toplumunun kentleşmesine değil, ama köylerin, kasabaların (sosyal yaşam ve kültürünün), bir dönüşüme uğramadan kentlere taşınmasına yol açmıştır. Bu durumun sonucu olarak “varoşlaşma” hızlanmış; aynı kentte yaşıyor olma, bir sınıfa mensup olma, egemenler karşısında sınıf güdüsüyle birleşme, haklar için “torpil”, “kan bağı, “hemşehricilik” yerine sınıf kardeşliği, “yardımın”, “iane”nin yerine “hak mücadelesi” geçmemiştir. Tersine kente taşınıldığı halde eski kırsal alandaki ilişkiler; düzen partileri içindeki hemşehrilerden medet umma devam etmiştir. Düzen partileri ve onların denetim ve yönetimindeki yerel yönetimler de; kentlerin, halkın kültürel ve sosyal yaşamının bir üst düzeye yükseltilerek harmanlandığı yerler olmasını sağlayacak kurumlar değil, hemşehricilik üstünden yokluk ve yoksullukları istismar eden kurumlar olarak rol oynamışlardır. Düzen partilerinin her kademedeki mensupları da, şehre akın eden “hemşehri yığınını” kendi partisinin ve kendi kişisel çıkarlarını gerçekleştirmenin bir dayanağı olarak görüp, onları bu amaçları için kullanmışlardır.
Halkçı ve Demokratik Yerel Yönetim anlayışı; kentlerde, sosyal ve kültürel yaşamı örgütleyip; kırsal alandan gelen emekçi yığınların kentlileşmesinin önündeki engelleri kaldıracak önlemleri alırken, kent halkının sosyal yaşam ve kültürel yenilenmesini teşvik edecektir. Bizim yerel yönetimlerimiz; insanların kendi aralarındaki dayanışmayı teşvik edecek, dayanışma fikrinin yayılması için çalışacaktır; ama yoksullara, işsizlere yardımı; aşevleri, belirli aylarda “iane dağıtılması” ötesine geçirerek, doğrudan kentin bütçesinden yardım fonları oluşturup, yardımları, zenginlerin “iyilikseverlik”ine ve “belediye aşevleri”nin ianeciliğine bağlı olmaktan çıkaracak; yoksulların dilenci muamelesi görmesine son veren bir “sosyal yardımcılığı” geliştirecektir.
Gençlik ve kadın kültür evleri semtlere, mahallelere kadar götürülerek, okuma-yazmadan meslek edindirmeye, seçkin kültür ürünlerinin (sinema, tiyatro, müzik, resim ve sanatın her dalında) gösterime sunulmasından sanata meraklı her eğitim düzeyinde genç kadın ve erkeklere sanat ve kültür alanında çalışma imkânının sunulmasına kültürel yaşamın geliştirilmesi hedeflenecektir. Emekçi semtlerin gençliğinin işsizliğin, uyuşturucunun, hırsızlık, lümpenlik, çeteleşme, yoz kültür ürünlerinin hedefi olmaktan çıkarılmasında yerel yönetimlerimiz sonuç alıcı önlemlere başvuracak; meslek edindirmeden işsizliğe karşı mücadeleye, sosyal ve kültürel bakımdan gençliğin eğitiminden gençlik örgütlerinin teşvik edilmesine kadar, geleceğimiz olan gençliğe ilişkin görevlerini bütün görevlerinin en başına koyacaktır.
Yaşlıların korunması, çocuklara ve çocuklu ailelere özel destek sağlanması, emekçi ailelerin sağlıklı bir biçimde gelişmesinin desteklenmesi, ailenin yaşlı fertlerinin bakımı ve onların mutlu bir yaşlılık sürmesi için yerel yönetimlerimiz ellerindeki her imkânı duraksamadan kullanacaktır.
Kamuya açık park, kültür, eğitim, spor, ticari özel ve resmi kurum ve kuruluşlarda, özürlülerin buralardaki faaliyete rahatça katılabileceği tüm mali ve yapısal önlemler alınacak; özürlü emekçilerin tedavisi, eğitimi ve üretime katılması için gerekli girişimler yapılırken, toplumun bu konuda önyargılardan arınması için yerel yönetimler özel bir çaba harcayacaktır.
Eğitim, sağlık, ulaşım, iletişim, su, elektrik, doğalgaz gibi temel hizmetlerin piyasalaştırılmasına izin verilmeyecek; bu hizmetlerin, yerel yönetimlerin dolaysız hizmetleri olarak yerine getirilmesi için tüm imkânların seferber edilmesi, yerel yöneticiliğimizin özel önem verdiği bir konu olacaktır.
Halkçı ve Demokratik Yerel Yönetimcilik; kentlerin hem fiziki hem de sosyal ve kültürel bakımdan “yeniden imar edildiği” bir dönem açacaktır. Bu yeniden imar; çevre ve tarihi dokunun korunması bakımından olduğu kadar kültürel ve sosyal bakımdan halkın ihtiyaçlarına yanıt veren, halkın yönetime katılması önündeki engellerin kaldırıldığı bir kentçilik olacaktır. Bilimin, tekniğin tüm olanaklarının yanı sıra mimari ve sanatın bütün kollarının imkânlarını kullanarak, kentlerin yaşanır mekânlar olmasını sağlamak belediyeciliğimizin önemli bir dayanağı olacaktır.
Önümüzde; sermaye güçlerinin kâr hırsının tahrip ettiği kentler ve insanlığın olumlu değerlerinin; dayanışmanın, yardımlaşmanın, insanlığın ilerlemesi için mücadele etmenin üstünün örtüldüğü, bireyciliğin ve köşe dönmeciliğin egemen “değer” olduğu bir toplumsal yapı vardır. Ama Demokratik ve Halkçı Yerel Yönetimcilik, kentleri yeniden imar ederken toplumu da dönüştürecek; bireyciliğin yerine kolektivizmi, köşe dönücülüğün yerine dayanışmacılığı geçiren bir sosyal kültürel yaşamın olduğu kentler mücadelesini ateşleyecektir.