Nasıl bir KESK istiyoruz*

Uzunca bir zamandan beri, dünyada ve Türkiye’de sendikal hareketin eskisi gibi gitmesinin mümkün olmadığı koşullar gelişmektedir.
Her şeyden önce, sermaye güçleri, 20. yüzyılın 2. yarısında işçi sınıfı ve emekçilerle girişmek zorunda kaldığı uzlaşmayı ve bu uzlaşmanın somut ifadesi olan “sosyal devlet” olarak ifade edilen yükümlülükleri ve emeğin haklarına ilişkin kabullerini tanımadığını ilan etmiştir.
“Mezarda emeklilik”ten 1475 sayılı İş Yasası’nın değiştirilmesine, özelleştirmeden esnek çalışmanın yasallaştırılmasına kadar bir dizi yasal değişiklik ile yasa ve hak-hukuk tanımayan fiili uygulamalar, sermayenin ve hükümetlerinin emekçiler ve emek örgütlerine savaş ilanının ifadesidir.
“Kamu Yönetimi Reformu” olarak kamuoyuna sunulan bir dizi yasa taslağı (Kamu Yönetimi Temel Kanunu, Kamu Personeli Rejimi ve Yerel Yönetimler Yasa taslakları gibi) da, bu gelişmelerin kamu alanına yansımasıdır.

Hükümet ve egemenler “Kamu Yönetimi Reformu” ile;
1-) Devletin halka yönelik hizmetler (sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, ulaşım, enerji, iletişim gibi) alanında üstlendiği, tüm emekçi halkın kazanılmış hakları diyebileceğimiz tüm yükümlülüklerinden vazgeçerek, bu kamu hizmetlerini piyasaya devredip, parası olanın yararlandığı mal haline getirmeyi amaçlamaktadır. Dolayısıyla “Kamu Yönetimi Reformu” ile bütün halkın kazanılmış haklarının gasp edilmesi amaçlanmaktadır.
2-) “Kamu Yönetimi Reformu” ile bir kamu hizmetinde çalışan kamu personeli (kamu emekçisi) de; bütün kazanılmış haklarını kaybetmekte, “bireysel sözleşme” ile çalışan, iş güvencesini kaybetmiş, örgütlenme ve birleşmesinin koşulları tahrip edilmiş, mevcut sendikal örgütlülüğü bile dağıtılmış kişiler durumuna itilmek istenmektedir.
3-) Bugün, “norm kadro”, “performans değerlendirilmesi” gibi uygulamalarla yaygınlaştırılan esnek çalışma, tüm kamu emekçileri için “olağan çalışma düzeni” haline getirilecektir.

Öte yandan Türkiye’yi yöneten egemen güç odaklarının en azından Cumhuriyet’in kuruluşundan beri sürdürdükleri; batı kapitalizmine bağlanmış “mamur, müreffeh, demokratik Türkiye” balonu patlamış; bu düzenin ekonomisi ve siyasi sitemi çökmüş; bu çöküş, son 4-5 yıldır egemenlerin sözcüleri tarafından da açıkça kabul edilerek, ekonomi IMF ve Dünya Bankası’na, siyaset ise AB’ye bağlanmaya havale edilerek sistem “yeniden yapılandırılmak” istenmektedir.
Bu “yeniden yapılanma” içinde; işçilerin, kamu emekçilerinin ve tüm öteki emekçilerin hakları, onların örgütlerinin meşruiyetine dair “maddeler” olmadığı gibi; demokratikleşme ile ilgili girişimlerde ise Kürt sorununun halkçı-demokratik çözümü yerine “ezerek”, “yok sayarak” bir sözde demokratikleşme programı (paketlerle) hayata geçirilmeye çalışılmaktadır.   
Bütün bunların ötesinde, ABD-İngiltere ordularının Irak’ı işgal etmesi ve işgalin tüm bölgeyi Amerikan-İngiliz emperyalizminin çıkarlarına göre yeniden biçimlendireceğini ilan etmesi ve bununla birlikte TBMM’nin Irak’a asker gönderme teskeresini onaylayarak Türkiye’yi işgale ortak etmesi de; bölgede emperyalizme karşı mücadeleyi, Türkiye başta olmak üzere tüm bölge ülkelerindeki emek örgütleri için “birinci sorun” haline getirmiş bulunmaktadır. ABD’nin bölgeye yönelik müdahalesi, bölgedeki Amerikan-İngiliz işgalini, sadece ülke bağımsızlıklarının değil demokrasi mücadelesinin de, emeğin hakları mücadelesinin de “tehdit unsuru” haline getirmiştir.

KESK’İ VAR EDEN KOŞULLAR HIZLA DEĞİŞMEKTEDİR
KESK, 1990’ların başında kamu emekçilerinin en ileri, en siyasi kesimlerinin bir araya gelmesi ile, yaklaşık 10 yıllık ciddi ve kararlı bir mücadele içinde mücadeleci bir sendika merkezi olarak kurulmuştur.
“Grevli ve toplusözleşmeli sendika hakkı” talebiyle yola çıktığımız günlerden bugüne çok yoğun bir eylem döneminden geçtik. Bu mücadele içinde çok şey öğrendik. “Memur sendikası olmaz”, “Hadi sendikası oldu grev de ne, memur işçi mi ki grev hakkı olsun, devlet memuru grev mi yapar?” diyenler bile şimdi, “grev ve toplusözleşme hakkı” istiyorlar. Bu uzun mücadele süreci boyunca, KESK ve bağlı sendikalar, hem sendikal mücadele hem de demokrasi mücadelesinin en önemli merkezi haline gelmeyi hak eden bir mücadele hattı izlediler.
Sonunda hükümet, sendika hakkımızı kabul ederek yasalaştırdı. Ama, grev ve TİS hakkıyla desteklenmeyen bir sendikanın hem kamu emekçilerinin haklarının savunulması hem de sendikanın tüm kamu emekçilerinin örgütü haline gelmesinin önünde nasıl bir engel teşkil ettiğini son iki yıl içinde gördük.
KESK’in bu 10 yılı aşkın mücadele döneminde; bizleri başarıya götüren şeyin, kendimizi, mücadelenin ihtiyaçlarından öte hiçbir kural ve yasayla sınırlamamamız olduğunu, mücadelemizin deneyimleri bize göstermiştir. Ne zaman böyle bir çizgi izledik; ne zaman mücadelenin sorunlarını ve kamu emekçilerinin taleplerini en geniş kesimler içinde tartışmaya açıp, kararların oluşmasına geniş emekçi kesimlerini kattık;
– O zaman mücadele ilerledi;
– O zaman sendikalarımızın, üye olmayan kamu emekçilerinin gözünde bile itibarı yükseldi; 
– O zaman yüz binlerce kamu emekçisi, bizim çağrılarımıza kulak verip üyemiz gibi davranmaya başladı; çağrılarımıza 2 milyon kamu emekçisi yanıt verdi;
– O zaman gece gündüz çalışma kadrolarımızı yormadı, şevkleri, mücadele azimleri azami düzeye yükseldi!

MÜCADELECİ BİR KESK İÇİN BÜROKRASİYİ AŞMAK İLK KOŞULDUR
Ama sendikalarımızın kuruluşundan beri mücadelenin önünde yer alan siyasi çevreler ve sendikalarımızın yöneticilerinin önemli bir bölümü, uzunca bir zamandan beri; bu mücadele geleneğini ve bu geleneğin gerektirdiği; sendikal demokrasi (yığınların kararların oluşum safhasında rol alması, sendika merkezlerinin karar alırken tabanın sesini dikkate alması) ve her kademede inisiyatifli bir mücadele tutumu alma geleneğinden giderek uzaklaşmaktadır.
– İşyeri Temsilciliklerimiz; kendi görev alanlarındaki geniş kamu emekçileriyle ilişkilerini layıkıyla sürdürmüyor, sorunları işyerlerinde, hizmet kurumlarının en ücra köşelerine kadar yayıp buradaki kamu emekçilerinin görüşlerini şube yönetimlerine taşımıyorlar. Bu, üyelerin kararların oluşmasına katılmaktan dışlanması, sendikal demokrasinin temelinin ortadan kaldırılması demektir. Oysa hareketin durumu; sadece üyelerimizi değil, diğer konfederasyon üyelerinin ve sendikasız kamu emekçilerinin de kararların oluşması sürecine katılmasını bir ihtiyaç olarak dayatmış bulunmaktadır. (En azından temsilciliklerimizin büyük çoğunluğu böyle)
– Şube yönetimlerimiz; üyeleriyle ilişki şekli bürokratik olmanın ötesine geçerek, kamu emekçisinin bölgesel düzeyde birleşip sorunlarını tartıştığı birer bölgesel mücadele merkezi olma özelliğini kaybediyor, kaybetmiş bulunuyor.
– Danışma Kurullarımız ve Danışma Meclislerimiz, Başkanlar Kurullarımız, Merkez Temsilciler Kurullarımız gibi; sendikal demokrasinin vazgeçilmez kurumları, kendi rollerini oynayacak biçimde işlemiyor. Bu kurullara katılan arkadaşlarımızın çoğu kendi şubelerinin, kendi merkezlerinin tabandan itibaren oluşturulmuş görüşlerini bu kurullara getirmek yerine, ya bağlı olduğu siyasi çevrenin görüşlerini getiriyor ya da tümüyle kişisel ve o anda gönlünden geçeni örgütünün kararı gibi sunuyor. Öyle ki, Danışma Meclisi’ne sendika merkezlerimizin birçoğu tarafından örgütün yönelim ve önerileri yazılı olarak sunulmuyor; tersten bir durum da, Danışma Kurulu’nda açığa çıkan yönelim ve sonuçları da örgüte gönderilmiyor.  Bu durum, sadece kurulların demokratik işleyişini ortadan kaldırmıyor, aynı zamanda bölgelerde, işyerlerinde sorunların tartışılmasını, sendika üyelerinin, hatta sendikasız kamu emekçilerin de kararların oluşturulmasına katılmasının önünü kesiyor. Bu bürokratik tarzın sonucu olarak da; bu kurulların kararlarının şubelere, temsilciliklere, nihayet üyelere gitmesinin önü de tıkanmakta; merkezden alınan kararlar da, ancak “şube yönetimlerine kadar inip” orada kalmaktadır. Kararların anlamının, içeriğinin yığınlara kavratılması, onların bilincinde bir değişim çabası, sendika kurumlarımızın gündeminden çıkmış bulunmaktadır. Taban karar mekanizmalarının işlevsizleştirilmesi, sendikalarımızda yabancılaşmaya ve dolayısıyla kitlelerin ve alt organların sürece müdahaleden uzaklaştırılmasına neden olmaktadır.
Bu durumun, sendikalarda ve KESK’te antidemokratikliğin yukardan desteklenmesi, karar almada kısırlık yarattığını, çoğu zaman sendikal kurullarımızın sadece eylem tartışması yapan  “teknik kurullara” dönüştüğünü hepimiz biliyoruz.
– Genel kurullarımız ise; ülke siyasetinin tartışılıp önümüzdeki yılların mücadele taktiğinin belirlenip üyelere ilan edildiği kurullar olarak değil, sendikal demokrasinin tıkanmasının bir başka örneği olarak cereyan etmektedir. Genel kurullarımız, sadece seçime endekslenmiş, dar-grupçu ve “son ana kadar gerilen” tutumların belirleyici olduğu kurullar olmaktan çıkarılıp, işyerlerinden başlayarak, emekçilerinin sorun ve taleplerinin tartışıldığı, mücadele programının oluşturulduğu, mücadeleci unsurların önünün açıldığı süreçler olarak değerlendirilmelidir. Bunun için gerekli önlemleri almak zorundayız. 4688 Sayılı Yasa’ya uyum ve onun sınırları içinde kalma eğilimi hızla saflarımızda egemen hale gelmektedir. Yasaya biçimsel uyum sürecinde, sendika genel kurul sürelerinin iki yıldan birçok sendikada  ve KESK’te üç yıla çıkarılması, bugün birçok şubemizde yönetimlerin iki yıl bile dayanamayıp değişmek zorunda kaldığı da dikkate alınırsa, Türkiye gibi gündemin çok hızlı değiştiği bir ülkede üç yılın uzun bir süre olduğu açığa çıkmaktadır. Ama; kongre anlayışını, sendikalarımıza egemen hale gelen bürokratizmi değiştirmeyeceksek, kongreleri pazarlık yapma ve yönetime şu kişinin yerine bunun gelmesiyle sınırlayacaksak, sürenin kaç yıl olduğu da önemini yitirir.
Geleneğimizle, mücadele geçmişimizle, mevcut tüzüğümüzle de çelişen bu bürokratik tarz, aşağıdan yukarı doğru oluşuyor görünse de; sorunun, tepeden, en yukarıdaki yönetimlerimizin ve yöneticilerimizin kendilerinin, KESK’in demokratik ve mücadeleci geçmişiyle olduğu kadar, tüzükle mevcut kurumlarımızın işleyişine gerekli özeni göstermemesiyle başladığını kabul etmeliyiz. “Balık baştan kokar” deyiminin en geçerli olduğu “başlar”, bizim gibi, sermayenin (ekonomik, siyasi, ideolojik, ahlaki) her saldırısının hedefi olan mücadele örgütleridir. Bu yüzden de, “tabanla iletişimsizlik”, “kurumların işlememesi”, “bürokrasi” gündeme geldiğinde, temsilciliklerin, şubelerin suçlanması; “Biz yapın diyoruz, yapılmıyor” mazereti doğru değildir. Çünkü; buralardaki bürokrasi, kopukluk, tüzüğü dikkate almama gibi tutumların, doğrudan yukarıdan gelen eğilimlere bağlandığını, gelişmelere yakından bakan herkes görür, görmektedir.
Apaçıktır ki; bu durum, KESK ve bağlı sendikaların geleneğinden, kendi mücadeleci geçmişlerinden, emek mücadelesinin yüzlerce yıllık deneyiminden, KESK’i var eden demokratik değerlerden koptuğumuzun işaretidir ve bugün içinde bulunduğumuz “darlaşma”, “bir avuç yönetici dışındaki kesimlerin mücadelenin dışına düşmesi, gündelik sendikal faaliyete katılmaması”, “gruplar arası sürtüşmelerin sendikal faaliyete zarar verir hale gelmesi”, kadrolarımızda “yorgunluk”, “bezginlik”, “adam sendecilik” gibi eğilimlerin gelişmesi ve çoğu yöneticimizde görülmeye başlayan “koltuk sevdası” diyebileceğimiz tutum ve eğilimler, bu sıkıntıların da başlıca nedenidir.  
Kaldı ki; bürokratlaşma eğilimi daha aşağıdan başlamış olsa; bile “yönetim merciinin şikâyet değil icraat mercii” olduğu ilkesi doğrultusunda; bu gelişmelere müdahale etmemesi dolayısıyla da üst yönetimlerin bürokratlaşmayı teşvik sorumluluğu vardır.
KESK’e bağlı sendikalar; mücadelenin en önünde yer alan çok aktif yöneticiler ve aktif bir taban ilişkisi üstünde yükselmiştir. Bugün ise: ne yazık ki; “aktif yöneticiler” (bu aktivite basın açıklaması, miting çağrıları, görüşmelere katılma olarak gözlenmektedir) “pasif kitle” (olup biteni izleyen, zaman zaman yapılan eylemlere çağrılan, ama bunlara pek katılmayan) ilişkisine dönüşmüş bulunmaktadır. Bu, daha kuruluşumuzdan beri eleştirdiğimiz, biz bunlara benzemeyeceğiz dediğimiz uzlaşmacı işçi sendikalarının taban-yönetici ilişkisidir. Bu ilişkiyi hızla dönüştürmeliyiz.

SENDİKAL MÜCADELE İÇİNDE KESK’İN SORUMLULUĞU
Son 10 yılda işçi sendikaları çok hızlı bir çöküş sürecine girmişlerdir. Onlar çökerken; MÜCADELECİ BİR SENDİKACILIK fikrine bağlanıp yığınları hareket geçiren, DEMOKRATİK İŞLEYİŞİ esas alan, her biriminde, her üyesinin şahsında İNİSİYATİF’i ilke yapan bir sendikacılık hattı izleyen KESK yükselmiştir.
Dahası KESK, bilinçli, siyasallaşmış önderliği ile ve grupçuluğu, bürokrasiyi aştığı, şekilci sendikacılık alışkanlıklarından kendisini koruduğu ölçüde ilerlemiştir.
Bugün de KESK’e bağlı sendikalar, bütün zaaflarına ve her gün problem olan yukarıda sözünü ettiğimiz tutumlara karşın, hâlâ, en örgütlü, en mücadeleci, yığınlar içinde en çok itibara sahip sendika merkezleridir. Bu yüzden de, KESK’e bağlı sendikalar; sadece kamu emekçileri bakımından değil; işçi sendikalarındaki örgütlü ileri işçi kesimleri ve halkın uyanış içindeki kesimleri için de tüm emek hareketinin yeniden ayakları üstüne doğrulmasının dayanağıdır.
Bu yüzden de, KESK’teki gerileme, sadece kamu emekçilerinin mücadelesinin püskürtülmesine değil, aynı zamanda, tüm emek hareketinin, tüm halk hareketinin geriye itilmesine yol açacaktır.
Ama; KESK’in zaaflarını aşması, bürokrasiyi yenerek mücadeleci, demokratik, inisiyatifli ve disiplinli emek örgütü olarak hareket etmesi, tüm emek örgütleri, sendikalar ve emek hareketi için de hayati önemdedir.
Demokrasi mücadelesi ve bölgede ABD-İngiliz emperyalizmine karşı oluşan tepkilerin birleştirilip ortak bir mücadele cephesinin oluşturulmasında da, KESK, çok önemli yükümlülüklerle karşı karşıyadır. Bu yükümlülüğün esası; bütün anti emperyalist güçleri, bütün barış yanlılarını, bütün demokrasi yanlılarını birleştirecek bir pozisyonu tutmak; grupçu eğilimlerden, fraksiyonculuktan uzak durarak; hem sendikal bütünlüğünü koruyup geliştirmek hem de tüm güçleri ortak amaç etrafında birleştirmektir.
Bu zor ama onurlu görevi de, ancak kendi içinde demokratik olan; kendi tabanıyla, kendi bileşenleriyle barışık, kendi güçlerini seferber etmede herkese örnek olan bir KESK yapabilir.
Gerek Danışma Kurulumuz gerekse önümüzdeki dönem yapılacak sendikalarımızın ve KESK’in genel kuralları, sorunlarını aşmış, iç demokrasisini hayata geçiren bir KESK’in yaratılması için, bu bildirgede ortaya koyduğumuz görüşleri tartışmalıdır.

Önümüzdeki süreç; emek hareketinin, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve anti emperyalist mücadelenin önünde, tüm emek örgütlerini etrafında seferber etme yeteneğine kavuşmuş bir KESK’i yaratma sürecimiz olmalıdır.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑