Çukobirlik-Exsa paralelinde sınıfa dönük bir çalışma ve eleştirel bir bakış

Adana-Mersin E–5 karayolu üzerindeki çok sayıdaki fabrikadan biri olan Çukobirlik, Ortadoğu’nun en büyük entegre tesisidir. Çukobirlik, burjuva siyasetin etkilerinin her bakımdan görüldüğü, emekçilerin bölünmesi, parçalanması ve yönetilmesine ilişkin köklü bir geleneğe sahip olduğu prototip bir kuruluş. Bu ilişkiler içinde boy veren (fikir, eylem ve örgütlenme açısından) Çukobirlik işçilerini, birliğe üye üretici köylülüğü ve halkın yaklaşımını belirli yönleriyle ele alıp değerlendirmek devrimci politik çalışmanın geliştirilmesi açısından bir gereklilik.
Yaz ayları boyunca Çukurova’da gelişen işçi hareketleri içerisinde önemli bir yer tutan ve benzer örneklerin gelişmesini sağlayan Çukobirlik direnişi, direniş içerisindeki işçilerin, direnişi izleyen üreticilerin duygu, eğilim ve dönüşümlerine ilişkin olgular, emeğin politikacılarının çalışmaları, yetersizlikleri ve harekete katkısı vb. açısından değerlendirilmesi ve sonuçlar çıkarılması gereken özellikler taşıyor.
Adana-Ceyhan yolu üzerinde kurulu bulunan Hacı Ömer Sabancı Organize Sanayi Bölgesi’ndeki Exsa grevi, kendine has özellikler gösteriyor. Bununla birlikte bu grevin hem zaman hem mekân açısından Çukobirlik direnişiyle ortaklıklar taşıması, ister istemez bu yönüyle birlikte Exsa grevinin de değerlendirme içerisine alınmasını gerekli kılıyor.

BURJUVA SİYASET, YÖNETME TARZI VE BÖLÜNEN İŞÇİLER
Alışıldığı üzere, genel ve yerel seçimlerin ardından iktidarda etkili olan düzen partileri aynı zamanda Çukobirlik içerisinde de iktidarlarını oluştururlar. İktidar değişikliğinin ardından yaşanan partizanca kadrolaşmalar, atamalar ve tasfiyeler büyük bir hızla gelişir. Siyasi arenada gelişen değişimlere paralel olarak gelişen bu yapılanma biçimi sadece birlik yönetimini değil hangi işçi ve emekçinin çalışıp çalışmayacağının da kaderini belirleyen bir kapsama sahip. Her seçim öncesinde işçiler iktidardaki düzen partisinin seçimi yeniden alması için çabalıyorlar; çünkü seçim başka bir partiyi iktidara getirdiğinde işten atılacaklarını biliyorlar. Seçim sonuçları ise büyük bir heyecanla bekleniyor. Zira istenmeyen bir sonuç çıktığında büyük bir kıyımın yaşanacağı ya da işçilerin yeni kadrolaşma gereği fabrika içi sürgünler yaşayacağı biliniyor. Adana’nın işsiz kitleleri ise çeşitli düzen partilerinin etrafında kümelenip seçim çalışmalarına katılıyorlar ve bunu Çukobirlik, belediye gibi kamu kuruluşlarında çalışmak vaadi verildiği için gerçekleştiriyorlar. Parlamenter alandaki gelişmelerle işçilerin kaderinin belirlenmesi sendikal alana da yansıyor. Sendika şube yönetiminin oluşturulmasından temsilcilik seçimlerine kadar uzanan süreç de yeni kadrolaşma tarafından belirleniyor.
Çukobirlik uzun yıllardır Adana halkınca ‘Çukoçiftlik’ olarak adlandırılıyor. Bu fikrin halk üzerinde etkili olması iki ana neden üzerine oturuyor. Birincisi, birlik yönetimindeki siyasal kadrolaşmalarla birlikte beliren her yapılanma Çukobirlik’i zarara uğratırken, birlik yönetimlerini oluşturan ya da yönlendiren rant kesimlerini usulsüz ihaleler, talan, yolsuzluk ve vurgunlarla zenginleştiriyor. İkincisi, ranttan beslenen güçler fabrika içerisine kendi yandaşı olan işçileri alıyor ve asalak ve aristokrat bir işçi tabakası oluşturuyorlar. Öyle ki, işçilerin çoğunluğunun iş yapmadan para kazandığı ya da ‘bankamatikçi’ olarak adlandırılan birçok parti yandaşının çalışmadan para çektiği halk nezdinde bilinir durumda.
Çukobirlik işçileri, yıllardır, kendi çıkarlarını ve kurtuluşlarını düzen partilerinin etrafında kümelenerek ve onlar eliyle sağlayabilecekleri şeklindeki geleneksel düşünceye sahip olduklarından, bölünmüşlüğü had safhada yaşayan bir kitle olma özelliği taşıdılar. ‘Sağcı-solcu işçi’ ayrımı bu bölünmüşlüğün karakteristik örneğini oluşturdu. İşçiler içerisindeki iktidar ve muhalefet kavramları da sağ ya da sol yönetimin gelmesine göre şekillendi. Sağcı bir parti birlik yönetimine geldiğinde ‘solcular’, ‘solcu’ bir parti birlik yönetimine geldiğinde ise sağcılar muhalefet olarak adlandırıldılar.
Çukobirlik’te yaşanan partizanca uygulamalar, yolsuzluklar, fabrikanın zarara uğraması, iş verimsizliği yıllardır seçim malzemelerinin, burjuva siyasetin malzemesi oldu. ‘Sol’dakiler sağdakilere, sağdakiler soldakilere bu sorun üzerinden bindirme yapmaya çalıştı. Çukobirlik’te yaşanan bütün bu sorunların yaşanmasında tüm düzen partileri suç ortağı durumundadırlar. Düzen partileri ülkenin yeraltı ve yerüstü zenginliklerini uluslararası tekellerin ve yerli işbirlikçilerinin talanına açan, özelleştirmelerin önünü açmak için KİT kapsamındaki fabrikaları işlemez hale ve iflas noktasına getiren, bunun için yapılan talana ve vurguna sessiz kalan sermaye programının karşısına geçmek yerine onu kararlıca savunmayı ve yürütmeyi kendilerine bir misyon olarak belirlediler. Bu partilerin hepsi Çukobirlik’in itilmek istendiği bataklığı sermayenin özelleştirme ve talan programından bağımsız olarak ele aldılar. Birlik yönetimine gelen her düzen partisi temsilcisi ya bir önceki yönetimi suçlamakla yetindi ya da işçileri çalışmamakla eleştirerek sorunun kaynağını tespit etmeye çalıştı.

ÜRETİCİ KÖYLÜLÜK GERİCİ PROGRAMA YEDEKLENDİ
KİT’lerin tasfiyesi, özelleştirmelerin önünün açılması için iflasa ve yıkıma uğratılması süreci sözü edilen düzen partileri icraatlarıyla daha da hızlandırıldı. Çukobirlik’i devletin sırtındaki bir yük olarak gösterenler, bu propagandanın halk üzerinde etkili olması için düzen partileri arasında yaşanan rant çatışmalarını ve ortaya serilen kirli çamaşırları medya aracılığıyla kullanmaktan çekinmediler. Devlet nezdinde yapılan açıklamalar, Çukobirlik’in zarar eden bir kuruluş olduğu yönündeydi. Yeniden yapılandırma programıyla devletin sırtındaki bu yük indirilmeliydi. ’90’li yılların başında 7000 işçinin çalıştığı Çukobirlik’te birçok makine paslandı, çalışmaz hale getirildi, bölümler ardı ardına kapatılmaya ya da daraltılmaya başlandı. İşçi sayısı 3000’e düşürüldü. 1472 sayılı Tarım Satış Kooperatifleri Birliği yasasıyla süreç hızlandırıldı ve daha radikal çözümlere gidileceği deklare edilmiş oldu. Devlet tüm desteğini kaldıracağını açıkladı ve birliğin kendi yağıyla kavrulması talimatını verdi. Aksi durumda fabrikayı kapatmanın kaçınılmaz olduğu söylendi. Bu durumda çıkış yolunun özerkleştirme, giderek de özelleştirme olacağı fikri hâkim kılınmaya çalışıldı.
Çukobirlik’e 40 kooperatif ve 65.000 üretici ortak. Yeniden yapılandırma programının işletilmesi için üreticilerin programa ikna edilmesi gerekiyordu. Çukobirlik’in rant çevrelerince soyulduğunu ve bu yüzden alın terlerinin karşılığının çalındığı düşüncesine çoktan ulaşmış üreticilerin bu fikre çekilmeleri çok zor olmadı. Özelleştirme durumunda üreticilerin elinde bulunan ortaklık imkânının çok büyük bir kâr getireceği propaganda edildi. İşçilerin asalaklığı üzerine yapılan propaganda üretici köylülük üzerinde işçilere karşı bir tepkinin oluşmasını beraberinde getirdi. ‘Üreticinin borçlarını ödemek için işçilerin maaşlarını geciktirme’ ya da ‘üreticiye para ödenmesi için istihdam sayısının düşürülmesi ve işçi kıyımı’ propagandaları eşliğinde hem işçiler işten atıldılar, hem de üreticiler genelde bunu olumlu bir gelişme olarak değerlendirip sessiz kaldılar.
Özellikle Adana Sanayi Odası (ASO) başta gelmek üzere işveren dünyasından daha keskin çözümler gerektiği açıklamaları yapıldı. Özelleştirmeden pasta kapmayı umut eden patronlar, yukarıda sözü edilen propaganda argümanlarını ustaca dile getirirlerken aynı zamanda yeniden yapılandırma programının zamana yayılmaması ve hızlı işlemesi yönünde baskı unsuru olmaya çabaladılar. Özerkleştirmeyi bile beğenmeyen patronlar çözümün hızlı bir özelleştirmede olduğunu bağırarak dile getirdiler. Kâr ortaklığında birliğin % 51 sevdasından vazgeçmesi gerektiğini aksi halde sermaye dünyasının ortaklığa yanaşmayacağını sürekli vurguladılar. Üretici köylüler ise ellerindeki kâr ortaklığının özelleştirme ile birlikte büyük bir zenginliğe dönüşeceğini düşünür hale getirildiler.
Yukarıdaki tabloya baktığımızda işçilerin ve üretici köylülüğün emek ekseninde birleşme, saldırılara birlikte karşı koyma ve çözümü emekçiler eliyle sağlama yönünde bir düşünce ve eylem birliği fikrine sahip olmadıklarını görürüz. Tersine işçilerle üreticilerin birbirine düşürüldüğü, hatta işçilerin bile kendi içlerinde bir sınıf ve çıkar birliğini yakalayamadıkları gerçeğiyle karşılaşırız. Bu bölünmüşlük içerisinde ‘gemisini kurtaran kaptan’ ya da ‘gemimi kurtarmak için her yol mubah’ biçimindeki burjuva propagandanın yaydığı anlayış üzerinde bir birleşmeden söz edilebilir. Buradan işçilerin ve emekçilerin kendi çıkarları açısından bölündüğü ve sermayenin çıkarları ve partileri etrafında birleştirildiği sonucu çıkmaktadır.
Bu nedenlerden dolayı, son yıllarda peş peşe gelişen saldırılar, işçi kıyımları, hak gaspları, özelleştirme oyunları karşısında Çukobirlik işçisi ve üretici köylülük mücadeleden çok sessizliği tercih etti. Bu saldırılardan en az etkilenmek için birilerine dayanma eğilimi işçilerde hâkim olurken, üretici köylülük ise bu yaşananların cebine para girecek bir gelişme olduğunu düşünerek bekledi.

BÖLÜNME İLERİ İŞÇİLERİ DE İÇİNE ALDI
Çukobirlik fabrikasında çalışan ileri işçiler, yıllardır geliştirilen böyle bir bölünmüşlüğe tutum almayı ve süreci tersine çevirecek bir çalışmayı hayata geçirmeyi başaramadılar. ‘İktidarda MHP, birlik yönetiminde MHP, sendika yönetiminde MHP, biz ne yapabiliriz ki?’ sorusu bir şeylerin değişebileceğine ilişkin inancı, çabayı daha baştan kıran bir virüs olarak ileri işçileri umutsuzluğa itti. Sağcı işçi/solcu işçi ayrımını tersine çevirecek ve işçilerin ortak çıkarları temeline oturan bir propagandayı, mücadeleyi hayata geçirecek bir yetenek gösterilemedi. 18 Nisan genel seçimlerinin ardından gelişen siyasal tablo karşısında paniğe kapılan ve kendilerini muhalefet olarak adlandıran ileri işçiler; şikayetlenmenin ötesine geçemeyen, karamsar bir tavır içerisinde olurlarken tutumlarını da dar ve sakınan bir muhalefet olarak belirlediler. Çıkış yolu belki bir sonraki genel seçimler olabilirdi!
1472 sayılı Tarım Satış Kooperatifleri Birliği yasasının çıkarılmasının ardından EMEP Çukobirlik’e dönük bir propaganda ve aydınlatma çalışmasının içerisine girdi. İşçiler bu propagandaya başlangıçta ‘bu çok yakın bir sorun değil fabrika içi sorunlarımız var’ ya da ‘istediklerini yaparlar, Çukobirlik işçisi sesini çıkartmaz’ biçimindeki sözlerle karşılık verdiler. İleri işçilerle yapılan görüşmelerde, toplantılarda sürekli tartışmaların yaşandığı, fikir ayrılıklarının oldukça derin olduğu da su yüzüne çıktı. Parti işçilere, yakın gelecekte yoğunlaşacağı belli olan saldırılara karşı hazırlıklı olunması gerektiğini vurguladı. İleri işçiler ise ‘kimse bize kulak vermez, Çukobirlik öteki fabrikalara benzemez, Çukobirlik işçisi zaten politik tercihini yapmış’ biçimindeki sözleriyle ruh hallerini yansıttılar.

SALDIRILARA KARŞI MÜCADELE İSTEĞİ GELİŞİYOR
2000 yılının yaz aylarında gelişen olaylar dizisi, partinin uyarılarının haklı olduğunu gösterdi; işçilerin sınıfsal temelde birliğinin gerçekleşebileceği bir ortam yarattı.
Önce 1607 işçi fabrikanın zarar ettiği gerekçesiyle 1 ay ücretli izne çıkarıldı. Maaş ve ikramiyelerin ödenmemesi işçilerde bir kıyımın olacağı endişesini doğurdu. Arkasından 1940 işçi daha 1 ay süreyle ücretsiz zorunlu izne çıkarıldı. 14 Ağustos’ta fabrika önünde yapılan eylemde ücretsiz iznin son bulması talebi dile getirildi. İşçiler, izne çıkarılanlar işbaşı yaptırılana kadar oturma eylemi yapalım dediler ama DİSK Tekstil Sendikası böyle bir karar almadı ve işçilerin tepkisiyle karşılaştı. 21 Ağustos’ta işbaşı yapılacağını düşünen işçiler ve sendika yönetimi yeni bir gelişmeyle karşılaştı. Çukobirlik Genel Müdürlüğü ücretsiz iznin 1 ay daha uzatıldığını açıkladı. Bunun üzerine 21 Ağustos’ta fabrika önünde bir eylem yapılması kararı alındı. Ancak bu eylem önce 9 Eylül’e ardından 11 Eylül’e ertelendi.
Bu gelişmelerle birlikte işçilerde toplu karşı koyuş düşüncesi gelişmeye başladı. EMEP’in işçilerle yaptığı toplantılara yeni yüzler katılırken harekete geçen işçi sayısı çoğalmaya başladı. Cılız da olsa eylemlerin gelişmeye başlaması ileri işçilerin moralini yükseltti. Ancak ileri işçiler bir şeyler yapılacağını ama bunun sadece devrimci, demokrat işçilerle sınırlı kalacağını ifade ettiler. İşçilerde sendika şubesine karşı muhalefet ve sendikaya rağmen hareket etme eğilimi gözlenirken EMEP sendikal çatı altında, şubeyi de zorlayarak geniş bir işçi birliğinin sağlanması gerektiğini vurguladı. İleri işçilerin harekete geçecek kitleyi darlaştırmasında Genel Müdürlüğün ‘norm kadro sayısı 800, diğer işçiler fazlalık’ biçimindeki açıklaması da etkili oldu. İşçiler içerisinde hem kendiliğinden hem de birilerinin fısıltı gazetesini çalıştırarak yaydığı bir düşünce hâkim olmaya başladı; ‘800 MHP’li işçi kalacak, ötekiler atılacak!’ Bu açıklama ve ardından geliştirilen propaganda işçileri bölen bir faktör oldu. MHP’li olarak ifade edilen işçilerin eylemlere katılmaması için iş garantisi verilirken, diğer işçilerde ise MHP’li görünen işçileri harekete geçirmede tam bir umutsuzluk belirdi.
Parti, sürekli olarak Çukobirlik’in bir entegre tesis, öteki fabrikalardan farklı olarak pilot işletmelerden biri olduğunu vurguladı ve eylemin yankısının genel düşüncenin aksine büyük olacağını belirtti. Başlangıçta eyleme katılmayan işçilerin de yakın süreçte eylemin içerisine gireceğini propaganda eden Parti, bunun bir IMF saldırısı olduğunu ve sadece bir grubun değil bütün işçilerin ve fabrikanın saldırı hedefi olarak alındığını propaganda etti. Bu propaganda beraberinde işçilerin önüne olabildiğinde kitlesel ve sağ-sol ayrımını kıran bir mücadeleyi gerçekleştirme görevini koyuyordu.
Mücadeleden yana işçiler ilk eylemi 21 Ağustos’ta gerçekleştirdiler. Oturma eyleminin 11 Eylül’e ertelenmesine karşın 21 Ağustos’ta sendika şubesine giden işçiler mücadele isteklerini kitlesel olarak dile getirdiler. 1000 İşçiyle sendikanın yaptığı bir salon toplantısında işçiler mücadele azimlerini belirten sloganlar atarlarken aynı zamanda etkin ve sonuç alıcı eylem istemlerini de tepkileriyle dile getirdiler. 11 Eylül’de işçiler kitlesel oturma eylemini başlattılar. Müdürlükle sendika arasında yapılan görüşmelerde Müdürlüğün bir şey yapamayacağı, çözümün Ankara’da olduğu işçilere anlatıldı. EMEP bu savununun tersine, fabrika eylemlerini esas alan bir mücadele biçiminin kazanım getirebileceğini propaganda etti.

EMEP DİRENİŞ KARŞISINDAKİ ROLÜNÜ YENİDEN BELİRLİYOR
12 günlük oturma eyleminin ilk gününden itibaren fabrika önüne ziyaret amacıyla burjuva düzen partileri de dâhil olmak üzere birçok parti ve grup geldi. Çıkarcı bir yaklaşımın ötesine geçemeyen bu ziyaretlerle birlikte, EMEP de başından beri işçileri doğru bir hatta mücadeleye çekmek için uğraşan bir parti olarak ziyaretlerini gerçekleştirdi. Fakat ziyaretlerden öte hareketin geldiği noktayı yeniden gözleyip ihtiyaca uygun farklı bir çalışma tarzını pratiğe geçirmek gerekiyordu. Sadece içeriden müdahale ve yönlendirmeyle yetinen bir çalışma kazanım için yeterli değildi, daha önemlisi Partinin oynaması gereken role uygun değildi.
Parti, Çukobirlik’in kapatılmasının halkın birikimleriyle yaratılmış bir değerin yok edilmesi ve sermaye çevrelerine peşkeş çekilmesi anlamına geldiğini ve sorunun halkın sorunu olduğunu propaganda eden bir bildiri bastırdı ve Adana halkına dağıttı. Ayrıca TİS öncesi işçilere gözdağı vermeyi amaçlayan fabrikayı kapatma tehdidine karşı diğer bütün fabrika işçilerinin direnişe sahip çıkması gerektiğini vurgulayan bir bildiriyi de fabrikalara ve işçi servislerine dağıttı. Bu iki fikirden çıkan ve dağıtılan iki bildirinin ne kadar ivedi olduğu halkın ve fabrika işçilerinin tepkisinde kendisini gösterdi. ‘Kapatılsın, özelleşsin kurtulalım, Çukobirlik işçisi kimseye destek vermedi, biz niye verelim’ biçimindeki tepkiler halkın üzerine çökmüş gerici propagandanın kırılmasının aciliyetini ve önemini gösterdi.
Partililer mahalleleri dolaşarak direnişe katılmayan işçilerle konuşup, aydınlatıp, kimi işçileri direnişe katmayı başardı. Sendikal alana ve sendikacılara seslenen Parti, sendikacıları dolaşarak, onların direnişe kitlesel işçi ziyaretleriyle destek vermesi yönünde bir ikna, harekete geçirme çalışması yürüttü. Kimi fabrikalardan destek ziyaretlerinin örgütlenmesi için ısrarcı oldu ve desteğin gelişmesini sağladı. Gençlerin kültürel aktiviteleriyle direnişteki işçilerle buluşmasını sağladı. Günlük işçi basınının çalışmaları direnişteki işçilere hem moral hem cesaret kazandırdı. Her gün 10 gazete alan işçiler direniş sonrası aralarında topladıkları parayı gazeteyi ulaştıranlara verdiler ve kimi işçiler direniş sonrasında gazeteye abone oldular. Gazete üzerinden sendikacılar, işyeri temsilcileri ve işçilerle direnişi tartışmanın ve destek sağlamanın imkânları arttı. EMEP’in parti olarak oynadığı rol işçiler nezdinde ayırt edicilik kazandı. Zira kendileri için fabrikaları zorlayan, sendikacılara giden, bildiriler dağıtan, günlük işçi basınını değerlendiren ve desteği örgütleyen bir parti olarak EMEP, tarzıyla, direnişe yaklaşım biçimiyle ötekilerden ayrılıyordu. Kendisini şucu ya da bucu biçiminde ifade eden işçiler, söz EMEP’e gelince takdir eden ifadeler kullanıyorlardı.
Uluslararası Sendikal Dayanışma Konferansının Adana’da yapılan ön toplantısı Çukobirlik ve Exsa grevinin değerlendirildiği ve dayanışma kararının alındığı bir somutluk üzerine oturarak direnişe güç katan bir faktör oldu.
Üretici köylülükle işçilerin karşı karşıya getirilmelerine karşı Parti, Çukobirlik direnişinin haklılığını anlatan bildirileri Ceyhan’ın köylerine taşıdı. Yaygın ve sonucu değiştiren bir propaganda gücüne sahip olmamakla birlikte, bu çalışma üreticilere dönük gerçekleştirilen tek faaliyet olma özelliği kazandı.

DİRENİŞTEN SOLUK ALACAK, ONA SOLUK VERECEK BİR GREV OLARAK EXSA
Çukobirlik direnişi başlarken Çukurova’da önceden patlak veren Exsa grevi üçüncü ayına yaklaşıyordu. 650 işçinin başlattığı Exsa grevi, bir fabrikanın işçileriyle patronu arasındaki bir kavga olmaktan çok işçi sınıfı ve onun sendikalarıyla sermaye sınıfı ve patron örgütleri ya da birlikleri arasındaki kavganın düğümlendiği bir mevzi savaşı olarak öne çıkmaya başladı. Her ne kadar diğer fabrikaların işçileri ve sendikalar Exsa grevini bu perspektifle ele almadılarsa da bu durum sonucu değiştirmedi. Zira başta Organize Sanayi Bölgesi’nin patronları gelmek üzere fabrika sahipleri kendi kurdukları cephenin çıkarının bu grevi ezmekten geçtiğini gördüler ve bu duruma uygun bir pozisyon aldılar.
Önemli bir sanayi kenti olan Adana’da başlatılan ve birçok fabrika ve işletme açısından çoktan tamamlanmış taşeronlaştırma saldırısı, sendikal örgütlenmenin üzerinde dolaşan bir hayalet olarak adlandırılırsa abartı olmaz. Hemen hemen bütün fabrika ve işletmelere taşeron firmalar girdi. Paksoy fabrikasında taşeron firma sendikanın yetkisini düşürdü. Adana Çimento’da taşeron işçi sayısı sendikalı işçi sayısını üçe katladı. Başta Sabancılar olmak üzere fabrika sahipleri bununla da yetinmediler. Fabrikaların parçalanıp örgütsüz işçilerle ve kanunsuz çalıştırma sistemiyle taşınmasının bir aracı olarak Hacı Ömer Sabancı Organize Sanayi bölgesi kuruldu. 50 bin işçi kapasiteli bu bölgeye fabrikalar parçalanarak kademe kademe taşındı.
SASA, pet şişeden başlayarak birçok bölümü organizeye taşıdı ve bu taşınma içerisinde onlarca bölüm, yüzlerce makine ve binlerce işçi sırasını bekliyor. MARSA’nın yarısı taşınmış durumda, BOSSA’lar keza yine aynı süreci yaşıyorlar… Bu işletmeleri tek tek sıralamak mümkün fakat işin vahameti şudur ki; Organize Bölge’de 7000 işçi çalışıyor ve bugün daha tamamlanmamış olan Organize Bölge’ye 50.000 işçinin doldurulması hedefleniyor. Yani Adana’nın büyük işletmelerindeki önemli bir işçi kitlesinin, er ya da geç organizeye taşınması bekleniyor.
SASA’da sendikal örgütlülüğü, sosyal hakları, TİS getirileri ve en az 300 milyon TL maaşı olan bir işçinin bölümü Organizeye taşınıyor ve işçinin iş akdi tazminatı verilerek fesh ediliyor. Bu işçi bugün Organizede aynı üretimi aynı makinelerle gerçekleştirmesine karşın asgari ücretle çalıştırılıyor. Bu kaçınılmaz biçimde mesaiye kalmayı beraberinde getiriyor. Bu örnek bile kendi başına sendikal örgütlülüğü elinden alınmış işçinin ne hale getirildiğinin somut bir kanıtı.
Organize Sanayi Bölgesinde kurulan Exsa fabrikasının işçileri Koteks taşeron firmasının işçileri olarak gösterildiler. Buna karşın sendikal örgütlenme gerçekleştirildi ve yetki alındı. Ve ilk kez Organize Sanayi Bölgesinde taşeron işçileri örgütlenmiş bir fabrikada greve gidildi. Exsa grevi, Adana işçi sınıfını örgütsüzleştirmek ve taşeronlaştırmayı tamamlamak için inşa edilen Organize Sanayi Bölgesi ‘kampında’ sınıfın ilk karşı hamlesiydi. Dolayısıyla işverenlerin örgütsüz işçi çalıştırarak zenginliklerini pekiştirecekleri Organize Sanayi Bölgesi kurgusu ciddi bir tehditle karşı karşıya kalıyordu. Fabrika patronları Exsa grevine saldırırken, Exsa’daki örgütlülüğü yok etmeye çalışırlarken asıl olarak Organizede hayata geçirmek istedikleri sömürü kalesini sağlama almaya çalışıyorlardı.
Ama Çukurova’da, işçi sendika konfederasyonlarına bağlı şube yönetimleri, sendikacılar ve işyeri temsilcileri ne yazık ki bu kapsamla düşünüp bir sonuç çıkarmadılar. Sendikal alan açısından ortak eğilim ‘Exsa işçisi işi, ekmeği için direniyor, bize düşen destek vermek, ziyaret etmektir’ biçimindeydi. Exsa’nın örgütlü olduğu sendikaya sayısız ziyaret gerçekleşti. Fakat birçok ziyarete karşın sınıf dayanışması gerçek temelleri üzerinde yükselemedi. Adana’nın bütün fabrika ve işletmeleri parçalanarak kademe kademe organize sanayi bölgesine taşınırken bu durumdan doğrudan etkilenen hiçbir sendika Exsa’yi kendi grevi olarak ele alıp sahiplenmedi. Oysaki grevin başarıyla bitmesi durumunda sendikaların taşeron işyerlerini örgütlemesi, taşeron işçiler içinse sendikalarda örgütlenme isteği bir hayal olmaktan çıkacaktı.
Grevci Exsa işçileri, grevlerinin başarıyla sonuçlanması için sendikaların, kamuoyunun desteğini alma gereğini çok geçmeden kavradılar. Bunun için birçok eylem gerçekleştirdiler, destek alabilecekleri örgütleri gezdiler. Grev içerisinde sınıf dayanışmasının önemini gördüler. Sadece kendi grevleriyle sınırlı bir mücadele içerisinde olmadılar. Seyhan Belediyesi işçilerinin grev kararı astığı eyleme kitlesel olarak katıldılar. İşkolu barajına karşı yapılan protesto gösterisine hatırı sayılır bir kitle taşıdılar.
Çukobirlik’te yaşanan huzursuzluklar ve bir mücadelenin açığa çıkmaya başlamasını işçiler ilgiyle izlediler. Bunda EMEP örgütünün çalışmasının önemli bir payı oldu. Greve destek veren ve grevin başarısı için çalışan Parti, Exsa işçilerine Çukobirlik’te başlayacak mücadeleyi bildiriyor, bu mücadelenin Exsa grevinin başarısı açısından bir imkân olduğunu vurguluyordu. Çukobirlik’teki gelişmeler günlük olarak Exsa işçileri ile paylaşılıyordu. Grevci işçiler Çukobirlik direnişinin gelişeceğini önceden biliyor, bekliyorlardı.
Direnişin başlaması ile birlikte Çukurova’daki işçi hareketinin merkezi Çukobirlik’e kaydı. Exsa işçileri direnişe ilk gününden itibaren dayanışma ruhuyla destek verdi. Fakat iki cephede sürmesi gereken sınıf kavgası 12 gün boyunca Çukobirlik cephesiyle sınırlı kaldı. Exsa grevi deyim yerindeyse cephenin gerisine düştü! Aynı süreçte güçlerin iki merkeze yüklenme ve iki merkezden sonuç almayı hedefleme perspektifi geliştirilemedi, bir perspektif kayması yaşandı.
Grevci Exsa işçileri Çukobirlik direnişine soluk katan sınıfın bir bölüğü olarak sahneye çıktılar. Fakat Çukobirlik direnişinden soluk alamadılar. Direnişin ardından mücadelenin merkezi yeniden Exsa grevine kaydı ama direnişçi Çukobirlik işçilerinin gücü bu merkeze yönelmedi.
Bunları gözlemek ve tespit etmekle birlikte ileri işçiler, mücadeleden yana sendikacılar ve sınıfın partisinin örgütü bu gidişatı değiştirecek yeterli bir pratik müdahaleyi gerçekleştiremedi.

HAREKETİN BİRLEŞTİRİLMESİ GÖREVİ VE PARTİ
Çukobirlik direnişinin gerçekleştiği süreçte, Exsa grevi sürüyor, Ambar işçileri Çukurova Kargo’da greve çıkıyordu. Aynı süreçte belediyenin dolmuş güzergâhlarını değiştirmesiyle dolmuşçular ve esnaflar eylemlere başlıyorlardı. Farklı kulvarlarda cereyan eden eylemlerin ortak bir birlik ve eylem zemininde birleşmesi günün temel görevlerindendi. Özellikle yerel emek platformunun toplanması ve eyleme geçen tüm kesimlerin hareketini birleştirecek bir pota yaratılması önem kazandı. Fakat sendikal bürokrasinin Adana’daki etki gücü bu zeminin oluşmasının önünü kesti. Buna karşın doğasında gelişen bir eylem ve birlik platformunun yaratılması da başarılamadı. Temel yanlışlardan birisi bütün yükün emek platformuna bırakılması, ondan beklenmesi ve emek platformunun dışında eylemlerin birleştirilmesine dönük etkili bir çalışmanın gerçekleştirilememesi oldu.
Tüm bu hareket içerisindeki kesimleri bir mitingle birleştirme ve bunun merkezine sendikaların girmesi fikrini ortaya atan Parti, çağrısına yanıt bulamadı. Özellikle direniş ve eylem içerisinde olan sendikalar, bunu düzen partilerinin yapacağını ve onlardan beklediklerini belirttiler. FP’nin ortaya attığı bir lafla FP, CHP, DYP gibi partilerin bir platform oluşturdukları ve miting örgütleyecekleri ilan edildi. Mitingin tüm yükünü de (tertip komitesinin oluşturulması, finansman vs.) bu partilerin çekeceği belirtildi. Bu durum, yükü omzundan atmak isteyen tüm sendikacılar için sığınılacak bir gölge oldu. EMEP örgütü burada açıktan bir fikir çatışmasına girme, sendikalarla tartışma ve işçileri bu konuda aydınlatmada gerekli yeteneği ve ataklığı gösteremedi. Sonuçta düzen partilerinin bu kararının da balon olduğu ortaya çıktı. Fakat hareketin birleştirilmesine ilişkin bir miting gerçekleştirilememiş, bir imkân kaçmış oldu.
Çukobirlik direnişi boyunca Exsa grevcileri direnişin yanında oldular. Fakat bu birliktelik hem Exsa işçisine kazanım, hem Çukobirlik işçisine kazanım hedefiyle gerçekleşmedi. Daha çok ‘önce Çukobirlik sonra Exsa’ düşüncesi hâkim oldu ve denebilir ki, 11 gün boyunca Exsa grevi Çukobirlik direnişinin gölgesinde, hareketsiz kaldı.

KAZANIM İÇİN SONUÇ ALICI EYLEM
12 gün süren eylemler, çeşitli biçimler aldı. İşbaşı yapana dek fabrikayı terk etmeme eylemi SEKA’dan esinlenen bir eylem biçimi olarak uygulamaya geçirildi. SEKA örneği daha çok bir işgal etme biçimini gösteriyordu. Çukobirlik için aynı benzetme yapılamasa da sonuç almada bu tarz etkin bir rol oynadı. Oturma eylemindeki ısrar işçi katılımını da gün geçtikçe artırdı. 150 kişiyle devam eden oturma eylemi yer yer 500’e, 1000’e ulaşan bir sayı yakaladı. Fabrikaya yapılan işçi ziyaretleri ve eylemin canlı tutulması için yapılan aktiviteler moral savaşında direnişçi işçilere güç kattı. Denebilir ki, Çukobirlik işçileri sınıf dayanışmasının önemini bu direnişte öğrendi. Birçok Çukobirlik işçisi, önceden yapılan grev ve işçi eylemlerine katılmamanın özeleştirisini verdi.
Basın açıklamalarından açlık grevine dek hayata geçirilen eylem biçimlerinden en etkilisi 1000 kişilik işçi kitlesinin E–5 karayolunu trafiğe kapatma eylemi oldu. Saatlerce süren eylemde üç polis barikatı aşıldı. ‘İşçiler çarşı merkezine yürüyor, şehir trafiği felç olacak’ sözleri Adana’da yayılmaya başladı. Eylem çarşı merkezine ulaşmasa da kazanımın elde edilmesinde doruk noktayı oluşturdu.
Eylemin kendiliğinden ve ani gelişimi karşısında, yürüyüş güzergâhında bulunan fabrikaların eyleme katılımı yeterince sağlanamadı. SASA’nın önünden geri dönen işçileri yol boyunca birçok fabrika bekliyordu. Fakat fabrikaların içerisinde işçileri karşılamayı bekleyenlerin sayısı oldukça azdı. Yol boyu fabrikalardaki işçileri uyaran, onları gelen işçi kortejine destek vermeye çağıran ve cılız da olsa bu yönde bir kıpırdanmayı sağlayan EMEP oldu.

‘POLİTİK ÇALIŞMANIN BİR HANDİKAPI: ‘AZ ADAMLA ÇOK İŞ!’
Bilindiği gibi, bir süredir, parti yönetimi, bütün üyelerin çalışmalara çekilmesinin önemi üzerinde duruyor. Çukobirlik’e yönelik faaliyette parti örgütünün çalışmaya çok az üyesi ile katılabilmesi sorunun önemini pratik olarak göstermiş oldu.
Denebilir ki, Çukobirlik’e ilişkin çalışma EMEP üyelerine moral kazandırdı. Fakat çalışmanın içerisine katılan üye sayısı bütün üyelerin % 4’ü idi. Çukobirlik direnişinin daha etkili olması, sınıfın ve emekçilerin diğer kesimleriyle birleşmesi için yürütülen çalışmalarda bu % 4’lük oran küçümsenmeyecek işler başardı. Fakat bu başarılan düzey hareketin ihtiyaçlarını gerçek anlamda karşılamaktan uzaktı. Bu oranın bırakalım % 100’ü; % 40’ı bile bulması durumunda hareketin birleştirilmesi ve EMEP’in hareket üzerindeki politik etkisi oldukça büyük olacaktı.
Grev, direniş gibi sınıf eylemleri karşısında, sadece o fabrika üzerinde görevli kılınmış üye ve yöneticiler değil, onlarla birlikte her üyeye bu grev üzerinde bir işin, görevin verilmesi hareketin kendisi ve partinin kendi temellerine oturması bakımından büyük önem taşıyor.

KAZANILAN İLK RAUND SINIFA MORAL VERDİ AMA…
Son yıllarda artan saldırılar karşısında, sınıfın ve emekçilerin gerçekleştirdiği birçok eylem ya tekil kaldı ya da protestocu bir özelliği aşamadı. Özellikle sosyal güvenlik ve tahkim yasa tasarılarına karşı verilen kitlesel mücadeleye karşın başarılı olunamaması emekçilerde ‘ne yapsak boşuna’ duygusunu geliştirdi.
Birbirinden bağımsız gerçekleşen birçok direniş ve eylem ise başarısızlıkla sonuçlanmış ve emekçilerin moralini bozan bir rol oynamıştı. Çukobirlik işçisinin başarısı ve yeniden işbaşı yapması sınıfın değiştirme ve başarma gücüne olan inancını yeniden canlandırmaya başladı. Hareketin canlılığı içerisinde böyle bir duygu gelişmekle birlikte, zamana yayıldıkça burjuva propagandanın etkisi altına giren emekçilerdeki bu duygular tekrar değişiyor.
Bu nedenle başarının önemini, direnişin derslerini, birleşik bir karşı koyusu gerçekleştirmenin aciliyetini işyeri ve fabrikalarda tartışmak ve tabandan gelişecek yeni bir işçi hareketini örgütlemek gerekiyor. Çukobirlik kazanımının sınıfın hanesine bir başarı olarak yazılmasının asıl yolu buradan geçiyor. Direnişi sınıfa yaymak ve içselleştirmek.

ÖZELLEŞTİRME YOLUNDA YENİ OYUNLAR
Genel Müdürlük bütün işçilerin işbaşı yapacağını açıklarken bir yenilgiyi de ifade ediyordu. Fakat bu yenilgiyi bir yengiye dönüştürmek için hazırlanan planlar ve geliştirilen taktikler de ince bir dille ifade ediliyordu. “Herkes işbaşı yapsın, bütün işçileri düşünüyoruz, iki ay deneyelim, fabrikayı düzlüğe çıkaramazsak oturup birlikte kapatacağız. Sermaye dünyasını ortaklığa çekmeliyiz. Devlet tüm desteğini kesti ve birliğin ayağa kalkması için özel teşebbüsü işin içerisine çekmeliyiz. Çalışmayan işçinin arkasında sendika da durmayacak.”
İşçilerin çalıştırılması için iş verilmesi gerekiyor. Ama iş özel olarak verilmediği zaman işçi nasıl çalışacak, işçiler 24 saat aralıksız çalışsalar bile, rant ve yolsuzluğun önüne geçilmedikçe, makineler yenilenip bakımı yapılmadıkça zararın altından kalkmak mümkün görünmüyor.
11 günlük bir direnişin ardından fabrikanın kapatılmasını engelleyen işçiler bugün yeni bir kıyım saldırısıyla karşı karşıyalar. İşverenler ilk hamle olarak 175 işçiyi toplu olarak işten attılar. Yeni kıyım listelerinin hazırlandığı ve uygulamaya sokulacağı da biliniyor. Bu duruma karşın ciddi bir tepki gösterilemedi. İhbar ve kıdem tazminatlarının verilmeyeceğine ilişkin işverenlerin yaydığı propaganda bu tepkisizliğin ortaya çıkmasında pay sahibi oldu. İşten atılan işçiler ‘atıldım, kurtuldum, tazminatımı kurtardım’ biçimindeki sözleriyle bu gerçekliğe işaret ediyorlar. İşten atılan bu 175 işçinin içerisinde 11 günlük işçi direnişini başlatan birkaç işçi ismi de bulunmuyor değil. Fakat anlaşılan o ki, çıkışı verilen bu liste daha çok bu çıkışa ses çıkarmayacakların bir listesi olarak hazırlanmış.
Kıyıma karşı bir ajitasyon çalışması başlatan parti örgütü de yeni durum karşısında çalışmasını yenileme zorunluluğuyla karşı karşıya. Daha derinlikli ve daha yaygın bir propaganda ile özelleştirme oyunlarını boşa çıkarmak, -direniş sürecindeki politik çalışmanın deneylerinden de sonuçlar çıkararak- günün esas görevlerinden biri olarak görünüyor.

Aralık 2000

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑