Bu yıl, işçi sınıfının Birlik, Dayanışma ve Mücadele Gününün, işçi sınıfının tek uluslararası (enternasyonal) bayramının 111. yıldönümünü kutluyoruz.
111 yıldan beri dünyanın bütün işçileri, bazen şu bazen bu ülkede somutlaşan, ama tüm dünya işçilerinin duygularını temsil eden gösterilerle, sınıfın idealleriyle günlük taleplerini birleştirip sermayenin ve hükümetlerinin karşısına çıkmaktadırlar.
İşçiler; her 1 Mayıs günü, sanayi kentlerinin varoşlarından kapitalistlerin kâşanelerine ya da yaldızlı vitrinlerine mekânlık yapan kent merkezlerine yürüyerek kapitalist sömürüye olan öfkelerini dile getirmektedirler.
Kapitalist baskı ve sömürüden ebediyen kurtulma düşüncesini paylaşmak, birliklerinden doğan gücü birbirine sıkıca kenetlenen ellerinde hissederek ve son zafer için aralarındaki dayanışma ve mücadele azmini yenileyerek, aynı heyecan ve aynı duygularla, gelecek güzel günlere olan inançlarını 111 yıldır her 1 Mayıs’ta dosta düşmana ilan ediyorlar.
Tarihte, bir ulus, bir halk, bir sınıf için önemli olan olayların (dini, siyasi, sosyal bir olay olabilir) yıldönümleri, en azından o tarihsel olay, o toplum tarafından tümüyle “aşılıp” sadece bir “geçmiş” oluncaya kadar kutlanması geleneği hemen bütün toplumlarda vardır. Bu kutlama günlerini bazıları bölgesel ve ulusal sınırlarla kısıtlı (kurtuluş günleri, ulusal bayramlar vs.) iken bazıları ise bütün bir dinin yayıldığı ülkeleri ve bölgeleri (dini bayramlar, kandiller, yortular vs.), bazıları da bütün dünyayı kapsayan bir genişliğe (yeni yıl kutlamaları, 1 Mayıs, Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü, Paris Komünü’nün Yıldönümü vb.) sahiptir.
Bu kutlamaların önemli bir kısmı, özellikle “resmi kutlama” kategorisine girenler, rutin ve mistik bir içerik kazanmışlar; “her yıl” rutin bir biçimde kutlanmaktadırlar. Bazı kutlamalar ise; her gün yeniden canlanıp anlamlanan bir içerikle kutlanmaya devam etmektedir. İşte 1 Mayıs, az sayıdaki bu ikinci kategoriye dâhil günlerden biridir.
ÜRETİM VE HİZMET BİRİMLERİNDEN ALANLARA!
Ama elbette 1 Mayıs kutlamaları da, her çevrede ve her ülkede farklı biçimler alabilmektedir. 1 Mayıs pek çok çevrede ve ülkede “rutin törenlerle”, mistik bir içerik kazandırılarak kutlanmaktadır. Bu yüzden de; 1 Mayıs için, “kutlama günleri içinde en çok rutinleştirilen ve mistik bir zarfa hapsedilen bir gün olmuştur” dersek önemli bir gerçeği ifade etmiş oluruz. Çünkü sınıflar mücadelesinin az çok durgun bir seyir izlediği dönemlerde ya da işçi hareketi içinde reformculuğun, uzlaşmacılığın egemenliğinin arttığı dönemlerde, “rutinleşen”, geçmiş bir tarihteki kahramanlıkları anlatan bir üslubun egemen olduğu kutlamaların genelleşmesi sıkça görülmüştür. Ama hareketin temposunun yükselmesiyle, “birlik”, “mücadele” ve “dayanışma” kavramlarında ifade bulan içerik, 1 Mayıs’ın temsil ettiği değerler mistik-nostaljik zarfı parçalayarak kutlamalara hakim olmuş, kendi nitelikleri ile yeniden dirilmiştir; bu 111 yıllık tarihin bir özelliğidir. Şöyle ki:
Sınıfın birlik, dayanışma ve mücadele günü olarak 1 Mayıs; bir yandan burjuvazi öte yandan burjuvazinin sınıf içindeki uzantıları, reformcular, sendikal bürokrasi ve çeşitli burjuva unsurlar tarafından bir törene dönüştürülmeye çalışılmış, bugün de bu çalışmalar her araçla ve her vesileyle yeniden gündeme getirilmektedir. Örneğin Türkiye’deki sendikal bürokrasi, hemen her 1 Mayıs öncesinde; “Bu yıl da 1 Mayıs’ı kırlarda kutlayıp kavga değil kardeşlik değerlerini öne çıkarsak daha iyi olmaz mı?”, “Salonda kutlamak daha iyi değil mi; meydanda gürültülü sloganlardan ne anlaşılıyor?” gibi “masum” bir söylemle, nabız yoklar. Çoğu zaman işçilerin homurtuları karşısında bu önerisinden cayıp meydanlara çıksa da; bulduğu ilk fırsatta da salona kapanır. Son 10 yıl içinde bunun pek çok örneği görüldü. Tabii, 1 Mayıs gününü “bahar bayramı” ilan ederek saptırma çabalan, “bahar bayramı” olarak bile kutlanmasının yasaklanması, kanlı provokasyonlarla, tutuklamalarla, ölümlerle ilerledi, 1 Mayıs’ın Türkiye’deki tarihi.
Burjuvazi, 1 Mayıs’la ve elbette simgelediği işçi sınıfının “birlik, mücadele ve dayanışma” değerleriyle uğraşmaya, bu değerleri yok etme çabalarına hiçbir zaman ara vermedi. Bu yüzden de sadece Türkiye gibi ülkelerde değil, bütün kapitalist dünyada sermaye ve hükümetleri, onun güvenlik güçleri; 1 Mayıs’ın yasaklanması ya da çarpık bir içerikle kutlanması için elinden geleni yaptı, yapmaya devam ediyor. Bu yüzden de 1 Mayıslar; işçilerin dikkatinin başka konulara yöneldiği, işçi hareketinin üstündeki burjuva, reformcu etkilerin artmasına paralel olarak kutlamaların birer karnavala dönüşmesi ya da rutin törenlerle oldubittiye getirilmesi taktiği hep gündemde oldu. Sermaye ve doğrudan burjuva çevrelerin müdahalelerinin yetmediği noktada “sol”, sınıf dışı siyasi çevre ve grupların müdahaleleri ile 1 Mayıslar, sınıftan kopuk, “devrimciler”in kutladığı bir güne, “komünistler”in, “sosyalistler”in bayramına dönüştürüldü. Bu tür “sol”, sözde sosyalist gruplar; çoğu zaman 1 Mayıs’ın, sınıfın uluslararası bir dayanışma günü olmasından kalkıp, “baskıdan ve sömürüden kurtuluş” idealini, nihai amaçlarını öne çıkararak, onu sınıfın günlük mücadelesinin dışına çekerek, günlük mücadele taktikleri tarafından “kirletmeden” kutlamak için rutinleştirmişlerdir. Öyle ki; keskin sosyalist kimi siyasi çevrelerin, bir 1 Mayıs’ta bastıkları “klasik” bir bildiriyi, yıllarca dağıttıkları, bunu da kendileri için, eskimeyecek bir bildiri yazacak kadar uzak görüşlülüklerinin bir başarısı olarak övünç kaynağı yaptıkları bir gerçektir. Çünkü bu çevrelere göre 1 Mayıs, sınıfın uzak geleceğe dair “kutsal ideallerinin simgesi”dir ve öylece de kalmalı, her yıl da bu simge özelliği ile kutlanmalıdır. Öyle olunca da; bugün o uzak geleceğin, baskısız ve sömürüşüz dünya idealinin çok gerisinde talepler için mücadele eden işçi sınıfının 1 Mayıs’ı kutlaması elbette beklenemez. Bu yüzden de son 10 yıl içinde çeşitli “sol” gruplar, işçilerin kendi talepleriyle alanları doldurmasını, “reformcu 1 Mayıs kutlaması” olarak ilan ettiler. Kendileri ise “devrimci 1 Mayıs kutlaması” adı altında alanlarda provokatif nitelikli eylemler yapmaya çalıştılar. İşçilerin girdiği alanlara girmeyi bile reddederek, devrimcilik tasladılar. Bu çizgi, son yarım yüzyılda gelişmiş kapitalist ülkelerin yığınlarla bağları kopmuş ya da hiç bağ kuramamış “anarşist”, “otonom” grupları ile kendisini sınıfın yerine geçiren, çoğunluğu sınıf dışı unsurlardan oluşan “sol” çevrelerin çizgisi olarak biçimlenmiştir.
1 Mayıs’ın tipik “rutin” kutlamalarının örneklerinden birisi de Japonya’dır. Her 1 Mayıs’ta Japonya’da 3–4 milyon işçi, sendikaların çağrısıyla bir meydanda toplanıp sendika liderlerinin mesajlarını dinledikten sonra, “bir dini görevi yerine getirmiş olmanın iç huzuru”yla alanı terk etmektedir. Ertesi gün ise kutlamalar sadece haber bültenlerinde rutin haberler bölümünde yer almanın ötesinde bir anlama sahip olamamaktadır.
Türkiye’de ise, 1 Mayıs kutlamalarında, bir zamanlar iş, “İlla da Taksim” diyenlerle, “salonda” kutlamacılar tarafından sınıftan kopuk 1 Mayıs kutlamalarına kadar varmışsa da; Türkiye’de bir yanıyla 1 Mayıs’ın bir “meşruiyet” ve “yasallık” sorununun olması, ama daha çok da sınıfın talepleri ve sınıfın ileri kesimlerinin bu eğilimlere yüz vermeyen bir tutum takınıp alanlarda kutlamada ısrarlı olmaları nedeniyle “İşçi Bayramı”nı işçiden ayrı kutlama girişimleri, hem “saloncular”ın hem de “Taksimci”lerin akamete uğramasıyla sonuçlanmıştır. Nitekim son yıllarda iki taraf da “ısrar”ından vazgeçerek, daha doğrusu ısrarlarını “bir başka bahara bırakmak zorunda kalarak”, alanlara çıkmak, sınıfın talepleriyle 1 Mayıs ideallerinin, birleştiği kutlamalara “katlanmak” zorunda kalmışlardır.
Ancak şu da bir gerçek ki; sendikal bürokrasinin baskısı sonucu işçilerin 1 Mayıs kutlamalarına katılımının giderek düşmesi, öte yandan sınıf partisi başta olmak üzere, çeşitli siyasi çevrelerin, genellikle emekçi semtlerinden kalkıp gelen “kendi kitleleri”yle (partinin yakın çevresi) sınırlı bir katılımı esas alan (işçi katılımının sendikacılar tarafından sağlanması gerektiğini benimseyen yanlış düşünce) tutumları, bir başka türden “mistisizmi”, bir başka türden “rutinliği” 1 Mayıs kutlamalarına bulaştırmış bulunmaktadır. Nitekim sınıf partisi, her yıl biraz daha çok hissedilen bu zaafa işaret ederek, 1 Mayıs 2000 kutlamalarının biçimini, “FABRİKALARDAN, HİZMET KURUMLARINDAN ALANLARA!” sloganıyla ifade ederek, 1 Mayıs’ın kendi anlam ve içeriğine uygun kutlanması için yeni bir adım atmıştır.
HEP KÜLLERİNDEN DOĞMAYI BAŞARMIŞ BİR BAYRAM: 1 MAYIS!
Bir yandan burjuvazi, öte yandan da burjuvazinin işçi sınıfı içindeki uzantılarının “rutin” ve “mistik” bir içeriğe mahkûm etmek için yaptıkları onca manevra ve gayretkeşliğe karşın 1 Mayıs, her seferinde yeniden içine hapsedilmek istendiği duvarları yıkarak, temsil ettiği idealler ve tarihsel misyonu bakımdan hak ettiği pozisyonu kazanmıştır. Çünkü 1 Mayıs, hemen bütün tarihi boyunca, sınıfın en aktüel ama en yakıcı talepleri üstünden yükselmiştir. “Birlik”, “mücadele”, “dayanışma” bu taleplerin elde edilmesinin dayanağı olarak, her yeni adımda yeniden tarif edilerek, sınıfın daha geniş kesimlerine mal edilmesi amaçlanmış, işçi sınıfı enternasyonalizmi, baskısız, sınıfsız ve sömürüşüz bir dünya isteği bu aktüel taleplerin taçlandırılması olarak simgelenmiş, 1 Mayıs etkinlikleri ve gösterilerinde yerini almıştır.
Örneğin daha doğuşundan itibaren 1 Mayıs’ın, 8 saatlik işgünü (önce 10 saatlik işgünü) talebi gibi, bütün gelişmiş kapitalist ülkelerde aktüel ve en temel talepler üstünden yükselmiş olması ve bu taleplerin ülkeden ülkeye değişse de hemen bütün dünyada uzunca bir zaman aktüalitesini korumuş olması, 1 Mayıs’ın hep yeni ve canlı bir bayram olmasında önemli bir etkendir.
20. yüzyılın başından itibaren çeşitlenen ve genelleşen işçi talepleri her ülkedeki işçi mücadelelerini renklendirirken, 1 Mayısların bu taleplerin yaygınlaşmasının aracı olarak değerlendirilmesi, 1 Mayıs’ın, sadece gelişmiş kapitalist ülkelerde değil, sömürge ve yarı sömürge ülkelerde de yaygınlaşmasını getirmiş; aynı zamanda bu süreç, ulusal kurtuluş mücadelelerinin, bağımsızlık ve demokrasi mücadeleleriyle ilgili taleplerin, emperyalizme karşı mücadelelerin taleplerinin de 1 Mayıs’ın aktüel talepleri arasına katılmasının vesilesi olmuştur.
Ve elbette bu süreç, devrimci ve demokrat güçlerle, köylülük ve işçi sınıfı dışındaki emekçi kesimlerle işçi sınıfının birliği açısından bir rol oynamasının yanı sıra, sömürge ve yarı sömürgelerdeki işçi sınıfları ile emperyalist ülkelerin işçileri arasında birliğin sağlanmasının da köprüsü, vesilesi yapmıştır 1 Mayısları ve kutlamaları.
Nitekim 1970’li yıllarda, Türkiye’deki 1 Mayısların, aynı zamanda işçi sınıfı merkezli büyük anti-emperyalist gösteriler ve demokrasi talepleri ile işçi sınıfının güncel taleplerinin ortaklaşa haykırıldığı kutlamalar olarak şekillenmesi, bu kutlamalara yeni bir enerji katmıştır. Son 10 yıldır ise 1 Mayıslar; en azından genel olarak Kürt ve Türk işçilerin birliğinin öne çıktığı, Kürt sorununun çözümünün her milliyetten işçilerin, emekçilerin ortak mücadelesinin eseri olacağı fikrinin işçi ve emekçi yığınlar içinde yaygınlaştığı, işçi sınıfı enternasyonalizminin bu çerçevede yeniden yorumlanıp tartışılmasının vesilesi olmuştur. Bu özellikler aynı zamanda 1 Mayıs’ın bugün kazandığı içeriği ve içeriğin geliştirilmesi gereken yönlerini işaret etmesi bakımından önemlidir. Nitekim sınıf partisi, 1 Mayıs 2000 kutlamalarının “ülke çapında, (kutlamanın yapılabileceği her yerde) özüne ve tarihsel misyonuna uygun olarak yapılması için” yaptığı çağrıda iki noktaya dikkat çekmiştir.
Parti bu çağrısında öncelikle, işçi sınıfının sorunlarının özelleştirme ekseninde ele alınmasına, tüm diğer işçi sorunların (iş güvencesi, esnek çalışma, sendikasızlaştırma, sendikal yasaların demokratikleştirilmesi, IMF bütçesi vb.) özelleştirmeye karşı mücadele ile birleştirilmesi gerektiğine vurgu yapmıştır. Bu talebi 2000 1 Mayısı için öne çıkarırken, sorunun öteki yüzü olan demokratikleşme ile ilgili talepleri de gelinen süreçte, Kürt sorununun çözümü, Kürt ve Türk işçilerin birliği sorunu olarak ele alan yaklaşıma vurgu yaparak, 1 Mayıs vesilesi ile de enternasyonalizm sorununun en yakıcı ve ertelenemez yanının Kürt ve Türk işçilerin birliği, eşit ve kardeşçe bir birlik için taleplerin öne çıkarılması olarak ele almıştır.
Başka bir söyleyişle, 2000 1 Mayısı, işçi sınıfının uluslararası birliğinin simgesi olması özelliğinin görünür bir şekilde ortaya konmasına son derece uygun imkânlar sunmaktadır. Kürt sorununun çözümü konusunda, hem Kürt milliyetçisi çevrelerin iflas ederek sistemle ve gericilikle uzlaşma çizgisine çekilmiş olması, hem de egemen sınıfların 70 yıllık zorlamalarının bir sonuç vermeyeceğinin anlaşılmış olması Türk ve Kürt kökenli işçiler ve emekçiler arasında sorunun çözümü için yeni arayışları güçlendirmiştir. Bu arayışların Kürt milliyetçisi ve Türk liberal burjuva çevreleri tarafından da “demokratik cumhuriyet” çözümü arkasına alınma çabalarına karşın emekçiler arasında; asıl öne çıkan sorunun çözümünün “Türk ve Kürt emekçilerin birliği”nden geçtiği anlayışının daha çok yaygınlaşması (Örneğin 1 Mayıs öncesinde Diyarbakır’daki işçi sendikaları şubelerinin yöneticileri ile Evrensel’de yapılan söyleşiler ve haberler) enternasyonalist dayanışma bakımından son derece önemli bir dayanak olarak ortaya çıkmıştır. Elbette bu durum OHAL’in kaldırılması ve bölgede durumun normalleştirilmesinden, köylerinden kovulanların güven içinde geri dönmesinin sağlanması, sürgünden, baskılardan, savaştan zarar gören köylülere tazminat ödenmesi, bölgede olağanüstü önlemlere son verilmesi, halkın acılarına sahip çıkılması gibi taleplerin gündeme getirilmesi, bu taleplerin Türk kökenli işçiler tarafından sınıfın talepleri arasına alınması, 1 Mayıs’ın, bu taleplerin, sınıfın ve diğer emekçi sınıfların arasında yayılması için vesile yapılmasını önemli kılmaktadır.
Bu aktüel talepler savunulmadan işçi sınıfının 1 Mayıs’ın simgelediği, baskısız, sömürüşüz, sınıfsız bir dünya, insanın insanı sömürmediği bir insanlık toplumu çağrısı laftan ibaret kalacaktır; bu 1 Mayıs’ın anlam ve içeriğini doğru anlayan herkes için tartışılmaz bir gerçektir.
Kısacası; 1 Mayıs 2000’e girerken, öncesindeki gelişmeler, önceki 1 Mayıslar için dikkat çekilen rutinleşme, işçilerin değil “solcuların”, “devrimcilerin” 1 Mayıs’ı yapılma yönündeki eğilimlerini caydıran, tersine 1 Mayıs’ın anlamına uygun bir kitlesellik ve taleplerin öne çıktığı bir gün olarak kutlanma imkânlarının arttığını göstermektedir.
Şöyle ki;
Özelleştirmeden sosyal güvenlik sisteminin tasfiyesine, ücretlerin düşürülmesinden iş yasalarının değiştirilmesine kadar çok geniş bir alanda süren IMF destekli sermayenin saldırı programı, işçiler ve emekçilerin ileri kesimleri tarafından doğru algılanmaya ve bu algılamaya paralel olarak da tepkiyle karşılanmaya başlanmıştır. Özellikle işçi sınıfının örgütlü kesimleri tepkilerini çeşitli biçimlerde çoğu zaman da sendikal bürokrasinin arkadan hançerlemelerine karşın ifade etmekten geri durmamaktadır. Özelleştirme karşıtı işçi eylemleri, TİS’lerin tıkanmasına tepki gösteren belediye işçileri ve özel sektördeki başlıca işkollarındaki işçilerin tepkileri ve kamu emekçilerinin ücret ve grevli toplusözleşmeli sendikal hak mücadelesiyle birleşmektedir. Eğitim ve sağlık gibi temel hizmetlerin paralı hale getirilme süreci hızla ilerlemekte, halk yığınları her gün daha çok sağlıksızlığa ve eğitimsizliğe mahkûm hale getirilmektedir. Kent ve kır emekçileri sermaye-hükümet-IMF politikalarının hedefi olduklarını derinden hissetmeye başlamış bulunmaktadır. “Tarım reformu”nun köye ilk yansımaları; köylerde “toplu hacizler”, üreticilerin gelirlerinin düşmesi, ürünün elde kalması (patates başta olmak üzere) olmuştur. Bankaların, hükümet ve IMF politikalarının kıskacındaki köylüler, “Biz de bir pankarta taleplerimizi yazıp 1 Mayıs’a katılacağız ama bu sefer de köylü komünist oldu diyecekler” (14 Nisan tarihli Evrensel) diye, hem çelişkilerini hem de kaçınılmaz olarak gidecekleri yönü ifade etmektedirler.
1 MAYIS, ÖNCESİ VE SONRASIYLA BİR BÜTÜNDÜR!
Son aylardaki gelişmelere yakından bakıldığında; başta işçiler olmak üzere bütün emekçi sınıflar; kendi hakları için (Ki bu talepler aslında aynı saldırı merkezine yönelik bir mücadeleyle elde edilebilir olduğundan, aralarında bir cephe olma, oluşturma bilinci de hızla gelişmektedir) alanlara çıkmakta; bu tutumun bir devamı olarak da ülke çapında ve çeşitli sanayi ve hizmet merkezlerinde merkezi ve yerel emek platformları ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bu platformlar kendiliğindenliğin ve henüz yeterince siyasallaşmamış olmanın zaaflarını taşısa da; sermayeye karşı mücadele için önemli dayanaklar olarak bir işlev yerine getirebilecekleri de görülmektedir.
İşçi sınıfı hareketi ve aynı düzeyde olmasa da diğer emekçi sınıfların hareketi, talepler ve mücadeleye atılma konuları değişse de kendi içinde bir iç bağlantısı, bu anlamda bir devamlılık gösterir. Bu devamlılık, sadece eylemlerin içsel bağı olarak değil örgüt biçimleri bakımdan da gözlenir. Yani bir mücadele döneminde ortaya çıkan örgüt biçimleri bir başka dönemde az çok biçim değiştirse de devamlılık arz ederler. Örneğin sendika şube platformları, 1989 Bahar Eylemleri sürecinde ortaya çıkmış ama sonraki yıllarda hareketin temposuna göre etkinliği azalıp çoğalsa da, katılım ve işleyişinde değişiklikler olsa da var olmaya devam etmiştir. Ya da özelleştirmeye karşı mücadelenin doğuracağı organlar türünden işçi örgütleri de, örneğin bir TİS döneminde belki önemli biçim ve içerik değiştirerek, ama eski deney ve otoritesini bugüne katarak bir devamlılık gösterirler.
1 Mayıs, kuşkusuz, sınıfın ileri kesimlerini hareketi geçirmesi bakımından çok önemlidir ve ortaya çıkan işçi, emekçi örgütlerinde bir canlanmayı da beraberinde getirmektedir. Nitekim gerek şubeler platformları, gerek emek platformu, gerekse temsilciler düzeyinde ortaya çıkan platformlar ve son aylarda belirtileri ortaya çıkan işyerlerinde, sanayi merkezlerinde ortaya çıkan temsilci kurulları 1 Mayıs’la birlikte bir canlanma içine girmiştir. Dolayısıyla; süreç iyi değerlendirilmeli, 1 Mayıs sadece işçilerin hareketlenmesi ve sermayeye tepkisel bir yanıt olarak değil, aynı zamanda işçi emekçi örgütlerinin yaygınlaşması, yığınlar içine nüfuz etmesi, ortaya çıkan örgüt biçimlerinin meşruiyetinin artırılması ve etkinlik alanının genişletilmesinde de son derece geniş imkânlar sunmaktadır. Ama önemli olan bu imkânın gerçeğe dönüşmesi, özellikle de örgütler arasındaki “devamlılık” bağının iyi gözlenerek, bu örgütlerin 1 Mayıs’tan sonra da TİS’ler, özelleştirmeye karşı mücadele ve iş güvencesi ve diğer talepler için yapılacak mücadelelerde olumlu rol oynaması için bilinçle çalışmak gerekmektedir.
Kısacası; 2000 1 Mayısı öncesinde işçiler ve emekçiler, 1 Mayıs’ta kendi taleplerini haykırabilecek, 1 Mayıs’ın işçiler kendi aralarında olduğu kadar diğer emekçi sınıflarla birliğinin gereğine ve imkânlarına da dikkat çekecek dayanaklara sahip bulunmaktadırlar.
Kuşkusuz 1 Mayıs kutlamalarının yapılacağı son gün, yani 1 Mayıs günü; elbette çok değişik kutlama biçimlerine sahne olacaktır. Sadece işyerinde yemek saatinde bir bildiri okumaktan gün boyu iş durdurup 1 Mayıs alanındaki gösterilere katılmaya kadar değişik biçimler gündeme gelecektir. Ve bunlardan hiçbirisi “kötü” ya da “geri” diye reddedilemez. Tersine doğru olan, her yerde aynı biçimi egemen kılmak değil, her yerde koşullara en uygun ve olabilecek, “en ileri” biçimde eylemler ortaya koymaktır.
Demek ki; 1 Mayıs, temsil ettiği simgeler ve uyandırdığı etki ile sınıf partisinin unsurlarına, sınıftan yana sendikacılara, ileri işçi kesimlerine son derece önemli görevler yüklemektedir. Bu görevler sadece 1 Mayıs’ın görkemiyle, kitleselliği ile sermayeye sınıfın gücünü ve kararlılığını göstermesi ile sınırlı değildir. Tersine, 1 Mayıs’ın ortaya çıkardığı duyarlılığın doğru değerlendirilerek 1 Mayıs’tan sonra da bu gelişmelerin sınıfın, emekçilerin mücadelesine dayanak teşkil etmesidir. Ancak o zaman 1 Mayıs’ı adına layık bir biçimde kutladığımızı söyleyebiliriz.
Mart 2000