Emeğin Partisi, 2. Genel Kongresi’ni 5 Mart 2000 günü gerçekleştirdi. Ancak, 5 Mart günü yapılan kongre bir sonuçtu. Gerçekte ise kongre faaliyeti daha Aralık 1999’da başlamış, bütün parti birimlerinden başlayarak ilçe ve il örgütleri kendi kongrelerini yaparak 2. Genel Kongre’ye gelmişlerdi. Ve elbette bu alt organların kongrelerinde ilçe ve il yönetimleri seçilirken, aynı zamanda birimlerde, il ve ilçelerde, bu alanların özelliğine göre partinin programı ve hedefleri ışığında özgün kararlar alınmış, bu kararlar birimlerden başlayarak ilçe ve illere, oradan da genel kongreye taşınmıştı. Kongre sürecine genel olarak bakıldığında; birimlerden başlayarak gelişen süreçte, her bir kongre çalışmasının içsel bağının kararlar aracılığı ile gerçekleştiğini, birimlerden başlayarak ülke çapma taşınan “kongre kararlarının” aslında kongre yapma fikrinin esası olduğunu söyleyebiliriz. Birimden başlayarak genel kongreye kadar tüm kongre faaliyetinin içsel bağı, bu parti organlarının aldığı kararlarda somutlaşmıştır. Partinin “birim”de, ilçede, ilde ve nihayet ülke çapında yürüteceği çalışma, sınıflar mücadelesine müdahale için kullanacağı araçlar, ajitasyon ve propagandadan parti içi yaşantıya kadar izleyeceği pratik mücadele çizgisi tartışılıp günün ihtiyaçlarına göre ama partinin programı ve 1. Genel Kongre’nin kararları doğrultusunda, işte; “EMEP 2. Genel Kongre Kararları” olarak vücut bulmuştur. Partilerin yaşamlarında kongreler hiç kuşkusuz ki önemli bir faaliyettir. Gerçi partilerin tüzükleri gereği, genel kongreler iki yılda bir yapılan “rutin” bir faaliyet gibi görünürse de aslında gerçek bir kongre, “rutin” bir faaliyetten öte anlam taşır ve çalışmanın derli toplu bir eleştirisi ve geleceğe dair faaliyetin yeniden düzenlenmesidir. Bu yüzden “yasalar gereği”, bir “zorunluluk” olarak görünse de sınıf partisinin kongresi için iki yıl oldukça uzun bir zamandır.
Parti ve genel olarak Türkiye’deki parti kültüründen gelen çağrışımlar göz önüne alındığında, bir partinin kongresinde yapılan en önemli işin “seçim”ler olduğu sanılır. Hele burjuva siyaset dünyasını izliyorsanız; kongrenin parti içindeki kliklerden birisinin ötekilere üstünlüğünü kabul ettirdiği bir arena olduğunu söylerseniz kongrenin bütününü tanımlamış olursunuz. Ve genellikle kongrede yenilen kliğin, yeniden parti yönetimini ele geçirinceye kadar parti aleyhine çalışan bir hareket olarak örgütlendiği neredeyse tüm düzen partilerinin herkes tarafından meşru da görülen bir gerçeğidir. Dahası burjuva düzen partilerinin kongrelerinde, sadece yapılan seçimler kalıcıdır. O da sonunda “resmiyet” arz ettiği için bir kalıcılık taşırlar. Onun dışında ne partinin başkanı ve yöneticilerinin konuşmaları ne de şu ya da bu kliğin önerisiyle alınan kararlar, verilen önergeler önemlidir. Daha doğrusu bunlar, genellikle kongre akşamı unutulur ve kazananlar, kazanmış olmanın kendilerine tanıdığını düşündükleri “hakla”, her şeyi, kongre delegelerinin çoğunluğunun ne dediğine çok bakmadan, yeniden düzenlerler. “Muhalifler” de aynı anlayışa sahip olduğu için bu “kararlar”ın ne olduğu üstünde bir daha durmazlar.
Ama işçi sınıfı ve onun partisi için kongreler tamamen farklı bir anlam taşır. Çünkü burjuva partilerinin aksine, partinin yönetimine, üst yönetim organlarına kimin, kimlerin geleceği, kongreden beklenen atılımlar içinde en sonda olanlardandır. Elbette partinin en iyi unsurlarının yönetimlere seçilmesi, partinin ileri atılımı, yığınsallaşması ve sınıf hareketinin ihtiyaçları bakımından önemlidir. Ama yönetime gelenlerin bileşiminde değişiklik olması ciddi bir partide mücadelenin seyrinde belirleyici olamaz. Çünkü işçi partilerinde esas olan kongrelerin kimleri nereye seçtiğinden çok, hangi kararları aldığı ve mücadeleye yön verecek, ona atılım sağlayacak hangi yolu gösterdiğidir. Çünkü kongre, aldığı kararlarla partinin izleyeceği mücadele çizgisini belirler. Seçimler bu kararların kimler tarafından yürütüleceğini belirlemesi bakımından önem kazanır. Bu yanıyla da işçi partisi, bütün düzen partilerinden farklıdır. Kaldı ki ancak doğru kararlar alan bir parti genel kongresi aynı zamanda kadro sorununda da, son tahlilde kadroların doğru görevlendirilmesi olan, yönetimlerin her kademede doğru kişilerle oluşturulmasını başarabilir.
PARTİ HİYERARŞİSİ VE KONGRE KARARLARI
Bir parti için “anayasa”, partinin programıdır. Dolayısıyla partinin hiçbir kararı, hiçbir eylemi partinin programıyla çelişemez. Bir kereliğine bile bu metin ihlal edilemez. Çünkü program, dünya ve ülkenin, en azından uzunca bir süre etkili olacak sosyoekonomik ilişkiler ve ilişkilerin ifadesi olan çelişmelerinin tahlili üstüne kurulur; bu yüzden de ancak bir toplumsal devrim yoluyla başlıca çelişmelerin durumunda bir değişiklik olmasıyla (bu çelişmelerin en azından birkaçının aşılarak, diğerlerinin de birbirleri karşısındaki durumlarının değişmesiyle) programın esası da değişir. Aksi halde, şu ya da bu maddede ihtiyaca göre kimi değişiklikler olsa da; bir süreç boyunca programın ana doğrultusu, başka bir söyleyişle programın özüne ilişkin maddeler değişmeden kalır.
Yani partinin programı, dünya ve ülkedeki sınıflar mücadelesinin tahlili üstüne oturan belirli bir dönem boyunca da esası değişmeden kalan partinin temel belgesidir. Bu nedenle partinin programı, üyelerin etrafında birleştiği en temel ilkelerin toplamıdır.
İşte partinin temel belgesi, bütün üyelerin üstünde birleştiği ana metin olması nedeniyledir ki; parti değerleri hiyerarşisinin en tepesinde “partinin programı” vardır. Ve tabii parti programının içeriğinin örgütsel ifadesi olan “partinin biçimi”ni, organlar ve üyelerinin ilişkisini belirleyen “partinin tüzüğü” de bir başka biçimde partinin programıyla aynı düzeyde bir “temel belge”dir. Dahası bu yazı içinde, “partinin programı” derken bu programın örgütsel ifadesi olan tüzük ilkelerini de içinde var sayacağız.
Partinin en üst organı ise, partinin bütününü temsil eden ve genel yönetim kurulu ve genel başkan dâhil bütün üst organların, yönetimlerin seçildiği “parti genel kongresi”dir. Tüzük ve program da son tahlilde partinin genel kongresi tarafından onaylanır ve yukarıda belirtildiği gibi, bu temel parti belgeleri de genel kongrede şu ya da bu yönde değiştirilebilir. Demek ki, partinin en üst kurulu “genel kongre”dir. Dolayısıyla genel kongrenin aldığı kararların partinin diğer kurumlarından daha farklı bir pozisyonu olmalıdır ve vardır.
Partinin en üst organı olarak kongre kararları, parti örgütlerinin ve tüm parti üyelerinin uyması gereken kararlardır. Yani bir dahaki kongreye kadar bütün parti örgütlerinin ve bütün parti üyelerinin uyması gereken kararlardır bunlar. Bir başka söyleyişle; kongrenin aldığı kararlar, bir sonraki kongreye kadar parti programının o döneme dair özgülleşmiş ifadesidir. Dolayısıyla kongre kararları, partinin programından sonra en önemli bağlayıcı belgelerdir. Bu haliyle kongre kararları, bağlayıcılık sıralamasında programdan sonra en üstteki kademede yer alırlar.
Partinin en üst kurulu olan ve kongrede seçilen partinin genel yönetim kurulu ve genel başkanı; aslında, genel kongre tarafından, kongrenin kararları doğrultusunda partiyi, bir dahaki kongreye kadar yönetmekle yükümlendirilmiş parti organlarıdır. Dolayısıyla genel yönetim kurulu ve genel başkan, genel kongrenin kararlarına aykırı, onunla çelişen kararlar alamaz, genel kongrenin kararlarını yok sayıp görmezden gelemezler. Demek ki; gündelik mücadele içinde en üst parti organları olan genel yönetim ve genel başkanlık kurullarının kararları ve eylemleri, partinin programı ve genel kongrenin kararları tarafından sınırlanır.
Hiç tartışmasız, il ve ilçe yönetimleri, partinin birim örgütleri ve birer birer üyeler de aynı biçimde bu kararlara aykırı davranamazlar, bu kararları yok sayıp görmezden gelemezler. Eğer kararlara uygun davranmazlarsa, “parti suçu” işlemiş olurlar.
Tabii ki, il ve ilçe yönetimleri genel yönetim kurulu kararlarına, partinin merkez organları tarafından çıkarılan genelge ve direktifler, genel başkanın direktif ve çağrıları, parti merkezinden yapılan açıklamalar, görevli parti üyelerinin “parti adına” yaptıkları çağrılar tüm parti örgütlerinin uyması gereken kurallardır.
Eğer yukardan aşağı sıralayacak olursak; program, genel kongre kararları, genel yönetim kurulunun kararları ve direktifleri ile genel başkanın direktif ve çağrıları, partinin diğer merkez organlarının direktif ve çağrıları ile partinin merkez organları tarafından çıkarılan genelgeler, yönetmelikler ve tabii parti merkezi adına çağrı, açıklamalar yapmakla yükümlendirilmiş parti yöneticilerinin çağrıları, basına yaptıkları açıklamalar tüm parti üyeleri tarafından dikkate alınıp, partinin kendilerine verdiği görev olarak değerlendirilmelidir. Bu karar ve direktiflerin her biri parti hiyerarşisi içinde kendisinden önce yer alan organların, yönetim mekanizmalarının kararlarına aykırı olamazlar. Demek ki genel kongre kararları, partinin programından sonra en önemli parti belgeleridir.
Dergimizin bu sayısında yer alan Emeğin Partisi’nin 5 Mart 2000 günü yapılan 2. Genel Kongresi’nde alınan kararlar da bu açıdan son derece önemlidir. Bu yüzden de bu sayımızda bu kararları örnek olarak yayınlamayı uygun gördük.
Çünkü metinlerden ve konularına göre bölümlenmesinden de anlaşılacağı gibi; bu kararlar, başlıca konularda, demokrasi sorunundan kültüre, çevre sorunundan sendikal sorunlara kadar her konuda, partinin 3. Genel Kongresi’ne kadar faaliyetinin hedeflerini ve doğrultusunu belirlemektedir. Dolayısıyla da kararlar EMEP’in merkez organlarından birim örgütlerine kadar her parti organı için uygulanması gereken birer direktif mahiyetindedir. Önemleri de onların parti çalışması bakımından böylesi önemli bir pozisyonda olmasından gelmektedir.
YIĞINLARA YÖNELİK FAALİYETİN VE İÇ YAŞAMIN YÖNLENDİRİCİSİ OLARAK GENEL KONGRE KARARLARI
Genel kongre kararlarının bu ölçüde genel ve bütün parti örgütleri ve parti üyeleri için bağlayıcı bir nitelikte olması, elbette ki bu “kararlar”ın, partinin hem yığınlara yönelik çalışmasında hem de “iç yaşantısı”nda belirleyici bir öneme sahip olmasını da birlikte getirmektedir.
Ancak somuta ilişkin söyleneceklerin daha anlaşılır olması için burada şunu belirtmek gerekir: Elbette ki, genel kongre kararları bütün parti örgütlerini bağlar. Ancak, kongre sürecinde “kararlar” sadece genel kongrede alınmaz. Tersine her ilçe ve il örgütünün kongrelerinde de kararlar alınmakta; bu kararlar o ilçe ve il örgütünün bir dahaki kongresine kadar o ilçe ve il örgütünü, örgüte bağlı üyeleri “bağlayıcı” özellik taşımaktadır. (Son tahlilde, özel kimi alanlar dışında genel kongre kararları da, ilçe ve il kongrelerinde alınan kararların bir sentezi, aritmetik olmayan toplamı olarak düşünülebilir. Bu yüzden de genel kongre kararlarıyla il ve ilçe örgütlerinin kararlarının çelişmesi, pratikte pek görülmez) Bu yüzden de özellikle illerin ve ilçelerin çalışma programlarından söz ederlerken il ve ilçelerin kongrelerinin de kararları olduğunu unutmamak gerekir. Nitekim EMEP’in 2. Genel Kongresi’ne gelen süreç içinde pek çok ilçe ve il kongresi yapılmış, bu ilçe ve iller, hatta bazı birimler kendi çalışma alanlarının yerel özelliklerine dikkat çeken, çalışmanın yerelleşmesi için kendilerine yol gösterecek kararlar almışlardır ve elbette bu kararların bir dahaki kongreye kadar çalışma programlarının şekillenmesinde etkili olacağına da kuşku yoktur.
Ancak şu da bir gerçektir ki, genel kongre, bütün bu birim, ilçe ve il kongrelerinin bir devamı ve aynı zamanda da sonuçlandığı son aşama olarak, bütün örgüt için bağlayıcıdır ve dolayısıyla da, ilçe ve il kongrelerinin kararları da bu genel kongrenin kararlarıyla çelişemez. Eğer çelişen varsa, elbette ki genel kongre kararları geçerlidir.
Söylenenlerin daha iyi anlaşılması için; sayfalarımızda “genel kongre kararlan örneği” olarak yayınladığımız; “EMEP 2. Genel Kongresi Kararları”na gelen süreç ve kararların somut anlamı üstünde kısaca da olsa durmakta yarar var.
1) İster genel kongre kararları olsun, ister yerel kongre kararları olsun; bütün bir toplumsal dönüşüm sürecinin ifadesi olan parti programının örneğin bir dahaki kongreye kadar geçecek olan 2–3 yıllık sürece göre özgünleştirilmesi, bir başka söyleyişle, bölgelere ve ülkeye göre somutlaştırılmasıdır. Genel kongre kararları 2–3 yıllık zaman dilimi içinde parti programının ülke sathına göre yorumlanmasıyken, ilçe ve il kongreleri de parti programı doğrultusunda, kendi yerel özelliklerini de gözeterek, partinin programının yığınlara mal olması için hemen hayata geçirecekleri kadar “somut” “kararlar” almışlardır. Dolayısıyla kongre kararları, öncelikle partinin yığınlarla buluşmasının önündeki engelleri kaldıran, partinin söylediklerinin yığınlarca anlaşılmasını kolaylaştıran, mücadelenin günlük sorunlarının çözümüne ışık tutan belirlemelerdir. Bu nedenle de partinin kitleselleşmesi, işçi ve emekçi sınıfların içine nüfuz etmesinin birinci koşulu da partinin “kongre kararları” doğrultusunda bir çalışma yapmasıyla doğrudan bağlantılıdır.
Nitekim EMEP 2. Genel Kongresi, EMEP’in, Türkiye’nin bağımsız ve demokratik bir ülke olması için mücadeleyi esas alan programını, özelleştirmenin ve uluslararası sermayenin dünya hegemonyası için bugün kazandığı pozisyon ve aralarındaki çelişmelerin öne çıkan yanları, demokratikleşme mücadelesinin işçi sınıfı ve emekçilerle pratik olarak da bağlanması, ülke kaynaklarının yağmalanmasında sermayenin elde ettiği pozisyon, sanayi ve tarımın sürüklendiği açmaz, işçi sınıfı hareketinin ilerlemesinin pratik dayanakları gibi pek çok günlük mücadele imkânını dikkate alarak partinin ülke çapında, uluslararası alanda ve illerdeki faaliyetlerini yenilemeye girişmiştir. İşte faaliyeti yenilemenin nedeni ve dayanağı; “kongre kararları”dır.
2) Kongre kararının gündelik çalışmada belirleyici olması, aynı zamanda parti örgütlerinin birimlerden genel yönetimlere kadar bütün örgütler arasındaki ilişkinin pratik durumunu da belirlemesi demektir. “Partinin iç eğitimi”, “görev koyma, görevin yapılmasının organizasyonu ve denetimi”ni kapsayan süreç, aslında kongre kararlarının ne ölçüde uygulanıyor olmasının değerlendirildiği süreçtir dersek bir abartı yapılmış olmaz. Yukarıdaki yaklaşım esas alındığında;
a) Partinin, iki kongresi arasında, kongre tarafından, partiyi yönetmekle yükümlendirilerek seçilen genel başkan ve genel yönetim kurulu ile bu kurumlara bağlı bütün “büro”, “çalışma grubu” gibi organları kendi programlarını, EMEP’in 2. Genel Kongre Kararları doğrultusunda yapacaklardır.
b) EMEP’in bütün ilçe ve il örgütleri ile onlara bağlı büro, çalışma grupları ve değişik birimlerdeki örgütleri çalışma programlarında 2. Genel Kongre Kararları’nı ana kılavuz olarak alacak, yerel kongre kararlarını da “2. Genel Kongre Kararları” ışığında yorumlayacaklardır. Ancak il ve ilçeler ile birimlerdeki parti grupları, genel kongre kararları kadar, kendi kongrelerinin aldığı ve yerel özelliklere dikkat çeken kararları da önemseyecek, ciddi bir yerel çalışmanın “yerel motifler”in çalışmada yer almasıyla orantılı olduğu gerçeğini gözden kaçırmayacaklardır.
c) Genel kongre ve yerel kongrelerin kararlarının kavratılması, anlam ve içeriklerinin açıklanması ve her üye için birer kılavuz haline gelmeleri için parti içi eğitimde özel olarak ele alınıp incelenmesi gerekmektedir. Partinin yöneticileri ve ileri unsurlar, bu kararların kavratılması için özel olarak çaba sarf etmeden kararların beklenen yararı sağlaması, çalışmaya rengini vermesi pek olası değildir; özellikle Türkiye’deki egemen parti kültürünün ve de gündelik çalışma alışkanlığının henüz yerleşmemiş olması göz önünde bulundurulursa.
d) Parti örgütlerinin ve partililerin görevlerinin belirlenmesinde ana dayanak elbette ki bu kararlardır ve bu durum bilinçle ele alındığı ölçüde parti örgütlerimizin görevlerini belirlemesinde daha inisiyatifli ve ortak bir iradeye bağlanma konusunda daha duyarlı olacakları ortadadır.
e) Parti merkezi, il ve ilçe yönetimleri ve partinin görevlileri; partinin kendi “yetki” alanındaki çalışmalarını bu “kararlara uygunluk” açısından denetleyeceklerdir. Ya da tersi, parti üyeleri, partinin alt yönetimleri üst yönetimlerin faaliyetini yine “kararlara uygunluk” açısından denetleyecektir. Böylece, “kararlar” partinin aşağıdan yukarı” ve “yukardan aşağı” denetiminde de ana kriter rolü oynar hale gelecektir. Demek ki; genel kongre kararları (elbette yerel alanda da yanı sıra yerel kongre kararları), partinin yığınlara ya da yığınlara yönelik faaliyetin öteki yüzü olan kendi içine yönelik faaliyeti için ana yönelişi ortaya koyan pratik çalışmanın ana dayanağını oluşturan parti belgeleridir. Bu yüzden de bu ciddiyetle ele alınıp incelenmesi, doğru, ülke çapında birleşmiş bir parti faaliyeti için hayati öneme sahiptir. EMEP 2. Genel Kongresi’nin kararlarının parti örgütleri tarafından ciddi olarak incelenmesi bu gerçeği çok çarpıcı bir biçimde gösterecektir.
(Bir işçi sınıfı partisinde “faaliyet” ve “denetim” elbette ki “hak” ve “yetki” kavramları ile sınırlı değildir. Bu yüzden de, bu konuda yazılacak her yazı, ister istemez sorunu mekanikleştirmekte ve aynı anlama gelmek üzere sınırlamaktadır. Dolayısıyla yukarıdaki açıklamalar da böyle bir “sınırlılıkla” maluldür. Çünkü bir işçi partisinin ana ilkeleri, organlar ve partiler arasındaki ilişki kültürü, karşılıklı dayanışma, yardımlaşma ve dostluk, ortak bir amaç etrafında birleşmiş olmaktan gelen, nicel ölçüyle ifade edilemeyecek değerler tarafından belirlenir. Bu yüzden de, bu ilişkiler kültürü, mekanik bir “eğitim”, “denetim” ve “görev koyma” çemberine sıkıştırılamaz. Ya da bir işçi partisinde, insanlar ve örgütün çeşitli organları birbirini “kararlara nasıl aykırı davranılıyor” ya da “davranıp davranmama” kontrolü gibi bir amaçla denetlemezler. Tersine, açıkça ortaya konmuş görevlerin yapılması için partinin tümünün, büyük bir ciddiyet ve kararlılıkla davranacağı “var sayılır” ve bu kolektif davranış içinde aykırı davrananlar, çalışmanın kendi seyri içinde seçilir. Kuşkusuz ki, EMEP’te de varılmak istenen böyle bir hedeftir ve “denetim”in kapsamı, “görevlerin” ne ölçüde “yapıldığı”, kuralların ihlal edilip edilmediğini sorgulamaya daraltılamaz.
Aslolan işin yapılması sürecinde “yardımcı olmak”, yapılan işin sonucunda ortaya çıkan başarı ve başarısızlıktan ders çıkarmak, bu dersi partinin bütününe mal etmektir. Yukarıdaki yazı, böyle ideal bir “parti içi yaşam”a ulaşmak için “maddi dayanakları işaret etmesi” bakımından önemlidir. Yoksa bu alanda, gerek Özgürlük Dünyası’nın çeşitli sayılarında gerekse EMEP’in değerlendirmelerini toparlayan genelge ve çeşitli dokümanlarda bu sorunun çeşitli yanlarına oldukça geniş bir biçimde değinilmiştir.)
KARARLAR:
EMPERYALİZME KARŞI MÜCADELE EDİLMEDEN DEMOKRATİKLEŞME SAĞLANAMAZ
Türkiye’de gerçekleştirilen AGİT Toplantısı ve Türkiye’nin AB aday üyeliğine kabulü, bağımsızlık ve demokrasi mücadelesine ilişkin eski burjuva uzlaşmacı eğilimlerin yükselişine yeni bir hız verdi. Emperyalizm ve gericiliğin yedeğinde demokratikleşme havası yayan liberal çevreler, genişleme eğilimi gösterdi.
Emperyalistler ve burjuva gericiliğin belirli kanat ve gruplarının demokrasi yandaşlığı ve demokratik tutumlar geliştirdiklerine ilişkin görüşler, gerek dünya gerekse Türkiye sınıf mücadelesi pratiğinde öteden beri ortaya atılmış ve küçümsenmeyecek tahribatlara neden olmuştur. Türkiye’de egemenlerin belirli kesimlerine bel bağlama ve bu kesimlerin yedeğinde bağımsızlık, demokrasi ve hatta sosyalizm mücadelesi yürütülebileceği iddiaları uzun yıllar geçerlik kazanmıştı.
Son yıllarda uluslararası burjuvazinin “yeni dünya düzeni” ve “küreselleşme” propagandacıları ve ideologları, “sosyalizmin öldüğü” iddiası ile birlikte geri ülkeler için “düşük yoğunluklu demokrasi” tezini ileri sürmüş ve Amerikan emperyalizminin bu ülkelerde artık az çok demokratik rejimleri desteklemeye başladığını ilan etmişlerdi. Şimdi AB ve AGİT normlarıyla Kopenhag Kriterleri’nin Türkiye’nin demokratikleşmesinde açtığı ufukların övgüsü yapılıyor.
Öcalan’ın yakalanması ve Kürt milliyetçiliğinin tam tıkanışı, emperyalizm ve gericilikten demokrasi beklenticiliğini körükleyici bir etken olmuştur. “Sosyalizm öldü” iddiasının altında ezilme, işçi ve emekçilere güvensizlik ve 12 Eylül’de alınan yenilginin ardından emperyalizm ve gericilikle mücadeleye cesaret edememe; soyut demokratizme dayanan, düzen İçi sözde sol çözüm ve “yeni sosyalizm” arayışlarına yol açan ikinci etkeni sağlamıştır.
Hiçbir emperyalist ve gerici mihrakın demokrasi eğilimi taşımadığı ve taşımayacağı, çağımızda tekellerin gericiliğin asıl kaynağını oluşturduğu gerçeğinden hareketle Kongremiz,
1- Emperyalizm ve gericilikten demokrasi beklemenin tamamen hayal ve ezilenleri aldatmaya yönelik olduğuna,
2- ABD ve AB başta olmak üzere genel olarak emperyalizme karşı mücadelenin yükseltilmesi zorunluluğuna,
3- Anti-emperyalist mücadele olmadan hiçbir demokratikleşmenin sağlanamayacağına,
4- Bu mücadelenin tüm ulusal değerleri dolar ve euro ile çoktan değişen burjuva gericilere bırakılamayacağına,
5- Bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin asıl gücünün işçi ve emekçiler olabileceğine dikkat çekerek,
6- Bu nedenle işçi ve emekçilerin anti-emperyalist taleplerle mücadeleye çekilmesi için aydınlatma faaliyetine girişilmesini karar altına almıştır.
AVRUPA BİRLİĞİ, ULUSLARARASI TEKELLERİN GERİCİ VE SALDIRGAN KOALİSYONUDUR
Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) aday üyeliğine kabul edilmesinin ardından, sermaye ve hükümet başta olmak üzere, liberali, solcusu, milliyetçisi, muhafazakârı, bütün siyasi çevreler tarafından bir “demokrasi gelecek” rüzgârı estiriliyor. Bu rüzgâr, emekçi kesimler ve gençlik içinde önemli bir etki yaratmıştır ve bu yönüyle de demokrasi mücadelesinin bugünü ve geleceğini olumsuz etkilemektedir.
Partimiz bu durumdan yola çıkarak, Avrupa Birliği’nin gerçek yüzünün geniş emekçi halk kitlelerine ve gençlik yığınlarına kavratılması, onların AB’nin uluslararası tekellerin gerici ve saldırgan bir koalisyonu olduğunu görebilmeleri için yaygın ve ikna edici bir aydınlatma faaliyeti yürütülmesine özel önem vermektedir. İşçi sınıfı ve emekçi yığınların demokratik hak ve özgürlüklerin elde edilmesi konusunda büyük bir yanılgının arkasından sürüklenmesine izin verilemez.
Avrupa Birliği’nin her derde deva olacağı temelinde yaratılan yanılgı, Avrupa ülkelerindeki kazanılmış demokratik hak ve özgürlüklere duyulan özlemi kendisine dayanak yapmaktadır. Avrupa ülkelerindeki yaşam standartlarının ve sosyal hakların, Türkiye gibi yarı sömürge ülkelerden daha ileri düzeyde olduğu bir gerçektir. Ancak bunun AB üyesi ülkelerin egemen sınıfları tarafından halka bahşedilmiş bir lütuf olmadığı da bir gerçektir. Bu eksende AB’ye ilişkin yürütülecek aydınlatma faaliyetinde belirleyici olan iki temel husus vardır.
Birincisi; AB üyesi ülkelerdeki haklar ve özgürlükler, Avrupalı emekçilerin 18. yüzyıldan bu yana yürüttükleri ve ağır bedeller ödedikleri mücadeleler sonucunda, AB’nin iplerini elinde tutan uluslararası tekellerin istemeye istemeye vermek zorunda kaldıkları tavizler sonucu elde edilmiştir. Sosyalizmin dünya halkları nezdindeki büyük prestiji de bu hakların kazanılmasında belirleyici bir rol oynamıştır.
İkincisi; bugün AB üyesi ülkelerin hükümetleri, uluslararası tekellerin çıkarları doğrultusunda bu kazanılmış hakları gasp etmek için emek düşmanı politikaları yürürlüğe koymaktadır. Partimizin AB üyeliğine karşı çıkması ve önümüzdeki dönemde bu iki temel noktadan yola çıkarak kongremiz, işçi, emekçi yığınların ve gençliğin AB’ye karşı bağımsızlık ve demokrasi mücadelesi içerisine çekilmesi için çalışmalarımızı daha da hızlandırmayı, güçlendirmeyi ve yaygınlaştırmayı karar altına almıştır.
KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ İÇİN EMEKÇİLERİN BİRLEŞİK MÜCADELESİNİN ÖRGÜTLENMESİ ÜZERİNE KARAR
Kürt sorunu, son 15 yıl içinde uluslararası bir boyut kazandı. ABD başta olmak üzere emperyalist ülkeler, bölgeye ilişkin hegemonya hesaplarında bu sorunu özellikle değerlendirdiler. Türkiye’nin hemen tüm komşularının da bir biçimde bulaşmış olduğu Kürt sorunu, emperyalistler, bölge gericiliği ve Türkiye arasında sürdürülen şantaj ve tehdit diplomasisinin önemli bir unsuru haline getirildi.
Gelinen noktada, Kürt milliyetçi çevrelerinin ve “Yeni Dünya Düzeni” solcularının Kürt sorununa ilişkin yaklaşımlarının yanlışlığı ve yukarıda ortaya konan eksende önerdikleri çözüm yolunun Kürtleri yeni çıkmazlara sürüklediği açıktır. Dolayısıyla, Türkiye egemen sınıflarına nefes aldırma ve olanak sunma olarak değerlendirilebilecek “Demokratik Cumhuriyet” ve Avrupa Birliği’nden medet umma yaklaşımı da Kürt sorununa çözüm olmaktan uzaktır.
Partimiz, Kürt sorununun çözümü için mücadeleyi, emek ile sermaye, yoksul ve topraksız köylülerle toprak ağaları, emperyalizm ile halkların kardeşliği arasındaki çelişki ve mücadele ekseninde ele aldı. Bölgedeki çalışmalarını bu temelde yürüttü. Partimizin, sorunun çözümüne ilişkin ortaya koyduğu emek eksenli yaklaşımın pratikte yaşam bulmasının koşulları bugün daha da olgunlaşmıştır.
Öte yandan, GAP’la birlikte yaşanan süreç, gelinen noktada toprak sorununun bir özgürlük sorunu olarak ele alınmasını zorunlu kılmakta ve GAP’ın bölge halkının çıkarlarına hizmet etmesinin yolu emperyalizme karşı mücadele etmekten geçmektedir.
Bu doğrultuda kongremiz,
1- Önümüzdeki dönemde, Kürt sorununun eşit haklar temelinde çözümü için Türk ve Kürt emekçilerin ortak mücadele bilinçlerinin ve inisiyatiflerinin ilerletilmesi için başta Türk işçi ve emekçileri arasında olmak üzere yaygın bir aydınlatma faaliyetinin yürütülmesini,
2- Kürt sorununun, sendikalar ve kitle örgütlerinin oluşturduğu ortak platformların temel mücadele gündemlerinden biri haline getirilmesine çalışılmasını,
3- OHAL’in kaldırılması, bölgede yaşamın normalleştirilmesi, siyasi faaliyet yürütme ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması, emek ve demokrasi örgütlerine yönelik baskılara son verilmesi vb. talepler ekseninde düzenlediğimiz etkinliklerin önümüzdeki süreçte de artarak sürdürülmesini karar altına alır.
SENDİKALARDA MÜCADELECİ TUTUMUN HÂKİM KILINMASI HAKKINDA KARAR
Sendikalar, işçi sınıfı ve emekçilerin birlik, dayanışma ve mücadele örgütleridir. Emekçilerin haklarının gasp edilmesine karşı çıkmak, yeni haklar elde etmeleri için çalışmak ve mücadele etmek, sendikaların ve sendikacıların görevi ve sorumluluğudur. Ancak ülkemizde işçi sendikalarının genel merkez ve konfederasyon yöneticileri açısından, devletin ve patronların isteklerine uygun, uzlaşmacı bir sendikacılık anlayışı, büyük oranda sendikal harekete hâkim durumdadır. Bu hâkimiyeti kırmayı hedefleyen sınıftan yana sendikacılar ve sınıf bilinçli işçi önderleri, işçi hareketi ve sendikal örgütlenme açısından önemli ve hayati bir mücadele vermektedirler.
Türkiye’de hâlâ milyonlarca işçi sigortasız ve sendikasız çalıştırılmakta; çalışan İşçi sayısı içerisinde onda bir düzeyine düşmüş olan sendikalaşma oranı, her gün daha da gerilemekte ve sendikal örgütlenme bitirilmek istenmektedir. Dolayısıyla, emek ile sermaye arasındaki çatışma ve mücadele, sendikal alanda da sürmektedir.
Kamu emekçileri alanındaki sendikal örgütlenme ise fiili ve meşru bir mücadele üzerinde yükselmiş ve bu doğrultuda yol almıştır. Ancak gelinen noktada, devletin de katkısıyla kamu emekçileri alanına da bürokratik, uzlaşmacı sendikacılığın hâkim kılınması doğrultusunda küçümsenemeyecek adımlar atılmıştır ve kamu emekçileri bu tehlikeyle yüz yüzedir.
Partimiz her iki alanda da, sendikal örgütlenmenin, sendikacılığın tanımına uygun olarak kurumlaşması için çaba sarf etmektedir. Bu doğrultuda;
1- Uzlaşmacı, bürokratik sendikacılığın hâkimiyetinin kırılması; bunun için sendika yönetimlerine sınıftan yana, mücadeleci sendikacıların getirilmesi, bu nitelikteki adayların desteklenmesi ve bürokratik, uzlaşmacı sendikacılığa karşı yoğun bir teşhir ve aydınlatma faaliyetinin parti örgütlerimiz tarafından yürütülmesini,
2- Birçok işkolunda, işçilerin sendikalı olmaları için çalışma yürütülmesi; sendika hakkı için direniş ve eylemler gerçekleştiren işçilerin desteklenmesini,
3- 1475 Sayılı İş Yasası, 1821–1822 Sayılı Toplusözleşme, Grev ve Lokavt Yasası vb. sendikal örgütlenme ve iş yaşamına ilişkin yasaların demokratikleştirilmesi talebinin, emek hareketinin temel taleplerinden biri haline getirilmesi için çaba verilmesini,
4- Sendikaların tüzüklerinde yer alan ve işçiyle, sendikacı arasında büyük uçurumlar yaratan hükümler, profesyonel sendikacıların aldığı ücretler vb. bürokratik sendikacılığı teşvik eden maddelerin kaldırılması için mücadele edilmesini,
5- Gerek işçi sendikalarında ve gerekse kongre sürecine giren kamu emekçileri sendikalarında, mücadeleci bir sendikacılık anlayışının hâkim kılınması için parti örgütlerimizin özel bir çalışma yürütmesini karar altına alır.
YEREL SENDİKAL PLATFORMLAR VE EMEK PLATFORMU’NUN ÖRGÜTLENMESİ VE ÇALIŞMALARI HAKKINDA KARAR
Sermaye ve hükümetin saldırılarının emekçilerin birleşik mücadelesiyle püskürtülmesinde, hak gasplarının durdurulması ve yeni hak kazanımlarının elde edilmesinde ve sendika bürokrasisinin ayak oyunlarının boşa çıkarılmasında sendikaların, şubelerin ve temsilcilerin katılımıyla yerel platformlar oluşturmalarının önemi yadsınamaz. Partimiz 1. Genel Kongre’den bu yana çalışmalarında, bu gerçeğin bilinciyle mücadele yürütmüştür.
Sosyal güvenliğin tasfiyesi ve mezarda emekliliğe karşı, emekçilerin mücadelesinin içinden ve üzerinden doğan Emek Platformu’nu da aynı yaklaşımla ele almış ve Emek Platformu’nun her düzeyde örgütlenmesini desteklemiştir.
Bu doğrultuda kongremiz,
1- Patron örgütlerinin ve hükümetin emek düşmanı politikaları ve artarak süren saldırıları karşısında da, var olan yerel platformların güçlendirilmesi ve işlevli kılınması; var olmayan yerlerde, örgütlenmeleri için çaba sarf edilmesi; sendikasız işyerlerinin ve sanayi sitelerinde çalışan genç işçilerin de uygun koşullar yaratılarak bu platformlarda temsil edilmelerinin sağlanmasını;
2- Konfederasyon farkı gözetmeksizin Emek Platformu’nun yerel ayaklarının yeniden örgütlenmesi ve çalıştırılması için parti örgütlerimizin ısrarlı bir çalışma yürütmesini;
3- Oluşturulacak yerel sendika platformlarının, şube yöneticileri düzeyinde gerçekleştirilemediği koşullarda, mücadeleci, sınıftan yana sendika şubelerinin yöneticileri ile işyeri temsilcilerinin katılımıyla örgütlenmesini;
4- Büyük kentlerde oluşturulan yerel platformların, işyeri temsilcileri ve fabrikalar düzeyinde komiteleşmesinin sağlanmasını;
5- İstanbul İşçi Sendikaları Şubeler Platformu’nun (İİSŞP) almış olduğu kararlar doğrultusundaki çalışmaların bütün illerde başlatılması yönünde özel bir mücadele yürütülmesini karar altına alır.
TARIM VE KÖYLÜ SORUNU ÜZERİNE KARAR
Milyonlarca emekçi ailesinin geçim kaynağını oluşturan ve Türkiye’nin geçmiş yıllarda en büyük sektörlerinden olan tarım; bugün artık can çekişmektedir. Türkiye tarımı bu noktaya elbette kendiliğinden değil, yıllarca uygulanan bilinçli tarım politikaları sayesinde getirildi.
1948’lerden sonra başlayan ABD’nin dayattığı politikalar, günümüze kadar katmerleşerek devam etti. Özellikle 1951’de imzalanan GATT (en geniş anlamıyla dünya ticaretinin serbestleşmesi ilkesi) anlaşmasıyla emperyalistlerin güdümüne girilmiş oldu. 1970’li yıllarda devam eden uygulamalar, 1980’de 24 Ocak ekonomik kararları, 1986’da ithalatın desteklenmesi, 1994’te 5 Nisan ekonomik kararlarıyla tarım sektörü iyice batma noktasına getirildi. Bazıları devletin tarım politikası olmadığından söz eder. Tartışma bu eksende yürütülür. Oysa var olmayan, ulusal bir tarım politikasıdır. Yıllardır bilinçli bir şekilde uygulanan ise IMF ve Dünya Bankası’nın politikalarıdır. 57. Hükümet döneminde bu saldırı politikaları pervasızca uygulanmaya devam ediyor.
“Tarımsal reform ve tarımda yeniden yapılanma programı” diye kamuoyuna sunulan tasarı, kesinlikle reform değil, tarımın yeniden çökertilmesi programıdır. Tarımda özelleştirmenin hızlanarak devam etmesini, sübvansiyonun kaldırılmasını, doğrudan gelir destekleme sistemine geçilmesini, ithalattaki sınırların kaldırılmasını amaçlamaktadır.
SEK, EBK, Yem Sanayi gibi tarımsal kuruluşların özelleştirilmesiyle başlayan uygulamaların, DPT programına göre ÇAYKUR ve Şeker fabrikalarının özelleştirilmeleriyle devam edeceği görülebilmektedir. Sübvansiyon, Türkiye’de % 5’lere düşerken AB ülkelerinde % 39, ABD’de % 38’dir. Doğrudan Gelir Destekleme Sistemi ise, tarımda desteğin çekilmesi sırasında bir geçiş modelidir. Asıl amacı, destekleme politikalarının tamamen kaldırılması ve tarım satış kooperatiflerinin tasfiyesidir. Tariş, Çukobirlik, Antbirlik, Fiskobirlik, Trakyabirlik gibi KİT’ler ile TEKEL ve TMO devreden çıktığında, piyasa, yalnızca tüccarın ve çokuluslu şirketlerin elinde kalacaktır.
Bugün tarım girdilerinin (gübre, tohum, ilaç, mazot, traktör) sürekli zam görmesi, ürün maliyetini artırırken üreticinin ürünü, maliyetin altında alınmaktadır. Ülke nüfusunun %42,5’ini istihdam eden bu sektörde yoksullaşma alabildiğine artarken, ekilemeyen topraklar çoğalmakta, tarıma bağlı sanayiye de darbe vurulmaktadır. AB ve ABD’nin istediği de budur. Çünkü 65 milyon nüfusuyla Türkiye, onlar İçin iyi bir pazardır. Günümüzdeki bütün bu sorunların kaynağı uluslararası sermaye, IMF ve Dünya Bankası’nın dayatmalarıdır. Bu yüzden Türkiye’de tarım sorunu, emperyalizme karşı mücadele ile çok açık bir biçimde iç içe geçmiş ve ona bağlanmıştır. Ulusal tarım politikası emperyalizm ile çelişir. Mevcut partilerin hiçbiri emperyalizme karşı olan tarım politikaları ortaya koyamazlar. Bu nedenle, bu politikaları ortaya koymak, savunmak, ulusal sanayi programına bağlamak, bugün partimize düşmektedir. Partimiz, köylü ve toprak sorununun çözümü ile emperyalizme karşı mücadelenin birleştirilmesini bu alanda yakalanacak temel halka olarak belirlemiştir. Bu anlayışla;
1- Üreticinin doğrudan söz sahibi olduğu, tarım politikaları üzerinde söz söyleyebilen, fikir üretip onların belirlenmesinde dolaysız bir rol oynayan, taban fiyatlarını belirleyen ve en geniş üreticiyi, onların talep ve çıkarları üzerinde bir araya getirebilen üretici birlikleri oluşturulmalıdır. Bunlar tarım ve hayvancılıkla uğraşan insanların haklarını koruma ve emperyalist talana direnme temelinde meşru mücadele örgütleri olmalıdır,
2- IMF ve Dünya Bankası’nın dayattığı politikalara son verilmeli, bu alanda yapılan ikili anlaşmalar (GATT, DTÖ, AT ve ABD ile yapılan anlaşmalar) iptal edilmelidir,
3- Türkiye tarımını yok edecek gümrük birliği anlaşması feshedilmeli ve AB’ye girilmemelidir,
4- Tarım ve hayvancılık sektöründeki özelleştirme çalışmaları öteki tüm sektördekilerle birlikte durdurulmalı, yapılanlar iptal edilmelidir,
5- Tarım ürünleri ithalatına son verilmeli, İthalata ayrılan kaynaklar üretimi ve kaliteyi artıracak yatırımlara yönelinmelidir,
6- Tarımda kota uygulamasına son verilmelidir (Tütün ve pancar gibi ürünlerde dayatılan kota uygulamaları),
7- Yabancı sigara tekellerinin faaliyetleri ve TEKEL üzerinde özelleştirilme çalışmaları ve bazı fabrika kapatmaları derhal durdurulmalıdır,
8- Türkiye’de toprak mülkiyeti eşitsiz yapılmıştır, adil bir toprak reformu için mücadele edilmelidir,
9- GAP’ın, yerli ve yabancı tekellerin yağma alanları olarak kullanılması önlenmelidir. Bölgede köylülüğün yararına toprak reformu ve adil düzenlemeler yapılmalıdır,
10- Canlı hayvan ve et ithalatı yasaklanmalı, ucuz krediler ve bilimsel çalışmalarla hayvancılık desteklenmelidir,
11- Değişik bölgelere değişik amaçlı tarım işletmeleri genel müdürlükleri kurulmalı (TİGEM). Bilimsel araştırma ve desteklemelerle bunlar, sektörün bölgedeki merkezi olmalı, işletmelerin yönetimine üretici temsilciler seçimle gelmeli, yöneticilerin görevden alınma yetkisi de üreticilerde olmalıdır,
12- Üreticilere yeterli tarım araçları ve ucuz krediler sağlanmalıdır,
13- Taban fiyatlarını üreticiler, birlikler kanalıyla kendileri belirlemeli, ödemeler peşin yapılmalıdır,
14- Tüccarın egemenliğinde olan tarım borsaları, tarımda desteğin tamamen çekilmesi demek olan DGD (Doğrudan Gelir Desteği) uygulamadan kaldırılmalıdır,
15- Ziraat Bankası üreticiye yeterli, ucuz ve kolay kredi vermeli; bankanın özelleştirilmesi çalışmaları durdurulmalıdır.
16- Üreticinin kötü hava koşulları nedeniyle uğradığı zararlar devlet tarafından karşılanmalıdır.
PARTİ PROGRAMININ YENİDEN DÜZENLENMESİ ÜZERİNE KARAR
Parti programının, aşağıda içerikleri belirtilen konularda yapılacak eklerle, bazı konulara vurgu yapılmak ve günümüzün ihtiyaçlarını da net olarak karşılamak üzere geliştirilmesini ve programın bu eklerle birlikte düzenlenen yeni şeklinin kabul edilmiştir. Değişiklik konuları:
1- “Birinci Bölüm”ün sonuna, “sosyalizmin geçersizleştiği” ya da ” ‘yeni’ sosyalizm arayışlarına ihtiyaç olduğu” iddiaları karşısında, kapitalizmin çürümüşlüğü, sosyalizmin kaçınılmazlığı ve insanlığın kurtuluşunun tek yolu olduğuna ilişkin ek,
2- “İkinci Bölüm”e;
a) Emperyalizmin bağımsızlık ve demokrasinin başlıca düşmanı olduğuna ve bugünkü küreselleşme saldırısının belli başlı yönlerine ilişkin ek,
b) Küreselleşme saldırganlığının uluslararası burjuvazinin istisnasız bütün akımlarının genel eğilimi ve NATO, AGİT, AB, IMF, DTÖ, MAI, MIGA gibi emperyalist kuruluşlar ve anlaşmaların bu saldırganlığın araçları ve işbirlikçi egemenlerin ise bu saldırganlığın aleti ve suç ortağı olduğuna ilişkin ek,
c) AB ya da herhangi bir emperyalizm odağından demokrasi ya da ulusal hakların onaylanmasına dair beklentilerin yalnızca bir hayal olduğu ve işçi ve emekçilerin emperyalizmi ve gericiliği hedefleyen mücadelesinin bağımsızlık ye (demokrasiyi kazanmanın tek yolu olduğuna ilişkin ek,
3- “Beşinci Bölüm”ün l. Maddesine emperyalizm ve gericilik üzerine beklentiler yayarak işçi sınıfı ve emekçileri bölen, dolayısıyla sermaye egemenliğini güçlendiren uzlaşmacı parti ve grupların mahkûm edilmesine ilişkin ek,
4- “Beşinci Bölüm”ün “II. Maddesinin özel olarak enternasyonalizme ilişkin olarak yeniden düzenlenmesi
5- “Beşinci Bölüm”ün “III. Madde” olan eski “II. Maddesi”ne, fabrika ve işyerlerinde parti örgütlenmesinin bir işçi partisi olmanın koşulu olduğuna ilişkin ek,
6- “Beşinci Bölüm”ün eski “III. Maddesi”nin “IV. Madde” olması,
7- “Altıncı Bölüm”ün “vaatçi bir parti” görüntüsü veren “Demokratik halk iktidarı aşağıda belirtilen önlemleri alacaktır” biçimiyle yazılan taleplerin, “EMEP, işçi ve emekçileri ve ezilen milyonları aşağıdaki talepler için mücadeleye çağırır” biçiminde düzenlenmesi ve taleplerin yazımının da buna uygunlaştırılması.
PARTİ TÜZÜĞÜNE EKLER YAPILMASINA İLİŞKİN KARAR
Partimizin günümüzde ulaştığı örgütlenme düzeyi göz önüne alınarak, Parti Tüzüğü’ne aşağıdaki eklerin yapılmasını karar altına alınmıştır. Bu kararlar;
1- Partinin bir çevre örgütlenmesi olarak kavranması eğiliminin tamamen mahkûm edilmesini de kapsayarak, “bir parti görevi üstlenmeyi kabul etme” koşulunun eklenmesi ve organ çalışmasına dayalı bir parti örgütlenmesine vurgu yapılmasıyla, parti üyeliği tanımının bir üst düzeyde yenilenmesi ve Madde 4’ün buna uygun olarak düzenlenmesi,
2-Aynı yaklaşımla, “üyelerin görevlerini” tanımlayan Madde 7’nin yeniden düzenlenmesi; üyelik koşulları arasında sayılmayan “bir parti organında çalışma”nın, üyenin görevi olarak konması;
3- Partinin yönetilmesini kolaylaştırmak üzere 18. Madde’de GYK üyesi sayısının 45’e yükseltilmesi,
4- İl Yönetim Kurulu’na ilişkin 23. Madde ile İlçe Yönetim Kurulu’na ilişkin 27. Madde’ye bu iki organın kendi içlerinden il ve İlçe Sekreterlerini seçmeleridir.
ULUSLARARASI İLİŞKİLER VE ENTERNASYONAL MÜCADELE ÜZERİNE KARAR
Nitelik olarak uluslararası karakter taşıyan dünya kapitalizmine karşı mücadele ve işçi sınıfının kurtuluşu davasının, işçi hareketinin uluslararası bir hareket olarak örgütlenmesini zorunlu kıldığı biliniyor.
Kapitalist emperyalizmin uluslararasılaşma eğiliminin kazandığı boyutlar ve AB, NAFTA gibi tekelci birliklerle DTÖ, IMF, Dünya Bankası gibi emperyalist kurumlar odağında, bütün ülkeleri içine alarak gelişen ilişkiler, işçi sınıfı ve emekçilerin uluslararası birliğinin önemini de artırmaktadır.
Emperyalizm ve özellikle AB’ye İlişkin yayılan hayaller, anti-emperyalist mücadelenin ülke içinde yükseltilmesinin önemini olduğu kadar, uluslararası alanda antiemperyalist birliklerin oluşturulması için çabaların önemini bir kat daha artırmıştır.
Üstelik Türkiye’nin ortasında yer aldığı, bir ucu Orta Asya’ya uzanan Balkanlar-Kafkasya-Ortadoğu bölgesinin, en başta enerji koridorunu da kapsaması nedeniyle, bugün her zamankinden daha büyük değer kazanması; Partimizin uluslararası alanda ve özellikle sözü edilen bölgede anti-emperyalist birlikler oluşturulması yönünde yürütmesi gereken çalışmaların önemini büyütmektedir. Bu nedenle kongremiz;
1- Dünya*ve özellikle bölge çapında, işçi sınıfı ve emekçilerin sendikal, politik ve ideolojik mücadelesinin birleştirilmesi yönünde çaba sarf edilmesini,
2- Sosyalist karakterde birliklerin geliştirilmesi yanında, mücadeleci sendikacılığın ilerletilmesi ve ilerici demokratik birliklerin oluşturulması için bütün olanakların kullanılmasını,
3- ABD ve AB’ye karşı ortak mücadele platformları yaratılmasını,
4- Bölgesel çapta anti-emperyalist bir cephe kuruluşunun desteklenmesini karar altına alır.
HER TÜR BURJUVA İDEOLOJİK AKIMA KARŞI TEORİK MÜCADELENİN ÖNEMİ ÜZERİNE KARAR
Burjuvazi, halkı yönetmede egemen propaganda tarzı olarak gerçeği altüst etmeyi, yalanı ve yanlış bilinçlendirmeyi kurumlaştırmıştır. Her tür sapkın burjuva ideolojik akım, milyonlarca ve milyarlarca emekçinin, dünyaya egemen olan bugünkü sömürü ve baskı sistemini, modernlik, çağdaşlık, bilimin ve teknolojinin belirlediği bir zorunluluk olarak kabul etmesini istemektedir.
Bunun için trilyonlarca lira harcıyor, bütün bir eğitim sistemiyle, dini kurumlar medya ve diğer devasa ideolojik aygıtlarla toplumu kuşatıyor, aydınları, bilim insanlarını, gazetecileri satın almaya çalışıyor ve bunu büyük oranda da gerçekleştiriyor. Burjuvazi için en büyük bilim insanı ve entelektüel, siyaha beyaz, kötüye iyi, yalana doğru demeyi ve dedirtmeyi beceren kişidir. Burjuvazinin uluslararası düzeyde takındığı bu tutumun gelip bağlandığı yer ise, “Kapitalizmin geçerli ve ebedi tek sistem olduğu, sosyalizmin ise bir daha yaşanmayacağı” safsatasına bütün dünya emekçilerinin inanmasını sağlamaktır.
Partimiz, burjuvazinin bu kuşatmasına karşı, bilimsel, teorik temelde bir mücadelenin yükseltilmesine özel önem vermelidir.
Gerçeğin üzerindeki sis perdesinin kaldırılması, işçi sınıfı ve emekçilerin tek kurtuluş umudu olan sosyalizmin, bilimsel, teorik alanda da her tür burjuva ideolojiye karşı üstünlüğünün ortaya konulması doğrultusunda çalışmalar yapılması, bilimsel sosyalizm teorisinin İşçi, emekçi sınıflar ve gençlik içerisinde yaygınlaştırılması için çaba sarf edilmesi ertelenemez bir görev olarak partimizin önünde durmaktadır. Bu başarıldığında ve işçisiyle, emekçisiyle, genciyle, sömürülen ve ezilen milyonlar bilimsel sosyalizm fikri etrafında birleştiğinde mücadele zafere ulaşacaktır.
Bu doğrultuda 2. Genel Kongremiz, her renkten burjuva ideolojisine karşı doğa bilimleri, ekonomi ve sosyal bilimler, kültür ve sanat alanında teorik bir mücadele yürütme konusunda yeni bir sürecin başlatılmasını Partimizin önüne görev olarak koymaktadır.
EMEKÇİ KADINLARIN MÜCADELE VE ÖRGÜTLENMESİ ÜZERİNE KARAR
Emekçi kadınların, özel mülkiyet ve sınıflı toplumların ürünü olan sömürü ve çifte baskı altında olan yaşamları, emperyalizmin dünya halkları ve ülkemiz emekçilerine dayattığı bağımlılık ve ağırlaşan ekonomik saldırılarıyla daha çekilmez hale gelmiştir. Tekel kârları için esnek çalışma, evde üretim ve özellikle gıda, tekstil vb. iş kollarında, tarım alanında ucuz emek gücü olarak örgütsüz kadın ve çocuk emeği yoğun bir sömürüye tabi tutuluyor. Emekçi sınıfın bir parçası olan emekçi kadınlar ve çocuklar, emperyalist-kapitalist sömürünün sonuçlarından en fazla etkilenen unsurlar olmaktadır.
Öte yandan emekçi kadın kitleleri, aydınlanıp örgütlendikleri koşullarda özveri, kararlılık ve cesaretle toplumsal mücadelelere katılmaktan geri durmamıştır. Grev ve direnişlerde, kamu emekçilerinin ve Bergama köylülerinin mücadelelerinde, kayıplar ve faşist cinayetlere karşı nefretini haykırmak için mücadeleye atılan on binlerce kadın bu gerçeği bir kez daha kanıtlamıştır.
Emekçi kadınların bilincini çarpıtıp, enerjisini sömüren faşist gerici, feminist ve her türden burjuva akımlara karşı mücadele etmek, emekçi kadınların gerçek kurtuluşları için iş, ekmek, özgürlük talepleri etrafında, anti-emperyalist mücadele temelinde örgütlenmesi bir görevdir.
Partimiz, emekçi kadınların yaşam ve çalışma koşularının iyileştirilmesi, eşitlik ve özgürlük taleplerinin en samimi savunucusudur Emekçi kadın kitlelerinin örgütlenmesi sorununu kendi sorunu olarak ele almaktadır.
Bu nedenle kongremiz;
Semt, fabrika, atölye, hizmet kurumları, sendika, meslek ve diğer kitle örgütleri içinde ev kadınları ve evde parça-başı iş üreten kadınlar içinde aydınlatma ve örgütlenme çalışması yürütmek; emekçi kadınların kendi alanlarındaki somut yaşam ve çalışma koşulları ile siyasal ve sosyal hakları için birimlerden başlamak üzere kadın gruplarında örgütlenmesi ve ortaya çıkan bu grupların ilçeler düzeyinde yerel kadın örgütlerinde birleştirilmesi temel hedefimizdir. Bu hedefin bütün birim, ilçe ve il örgütlerimizin günlük politik çalışmalarının bir yönü olarak ele alınmasını;
Kadın kollarına olanak tanıyan yasa değişikliğinin, ayrı bir hiyerarşi içinde partili kadınların kadın kolları içinde örgütlenmesine değil; partisiz emekçi kadın kitleleri içinde yürütülecek aydınlanma, örgütlenme çalışmalarının birim, ilçe ve il organlarımızın faaliyeti içinde değerlendirilmesi ve yönlendirilmesine hizmet edecek şekilde ele alınmasını;
En geniş emekçi kadın kitlelerinin örgütlenmesine hizmet edecek şekilde ve hareketin bir sonucu olarak emekçi kadınların dernek, birlik vb. temelinde örgütlenme çalışmalarına yardımcı olmak, içinde yer almak ve bu örgütlerin emekçi hareketiyle birleşmesi için çaba harcanmasını;
Bununla birlikte ilçe örgütlerimiz tarafından, bütün birim ve alanlarda yürütülecek bu çalışma için görevlendirme yapmanın gerekliliğinin göz ardı edilmemesini;
Böyle bir emekçi tarzı ve azimli, inatçı bir çalışmayla emekçi kadınların kitlesel hareketinin ilerletilmesi için mücadele edilmesini karar altına alır.
CEZAEVLERİ VE GENEL AF KONUSUNDA KARAR
Siyasi iktidarlar yürüttükleri baskı ve sömürü politikalarına karşı çıkan muhaliflerin önemli bir kısmını göstermelik yargılamalarla cezaevlerine doldurmuştur.
Yine, mevcut sistemin aç ve çaresiz bıraktığı bilinçsiz yoksul insanlar, suç işlemeye itilmiş, yoksulluğa ve işsizliğe çare bulunmak yerine, bu insanların cezaevlerine doldurulması çözüm yollarından biri olarak tercih edilmiştir.
Şu anda ülkemizde, cezaevlerinde 10 bini siyasi olmak üzere 70 bin tutuklu ve hükümlü bulunmaktadır. Yani, ülkemizde yetişkin her 500 kişiden biri cezaevindedir.
İktidarlar adli mahpusları cezaevlerindeki mafya ve suç örgütlerinin ellerine terk etmiş, cezaevlerinin uyuşturucu ticaretinin yapıldığı, yeni suçların işlenmesi için mahpusların çete elemanı olarak eğitildiği yerler olmasına göz yummuştur.
Siyasi mahpuslara yönelik uygulama ise daha farklıdır. İktidarlar cezaevlerindeki siyasi mahpusların düşüncelerinden vazgeçmesi, devlete biat etmesi ve itirafçılaşması için özel bir politika yürütmektedir. Siyasi mahpusların bu politikaya direnmesini önlemek için de bugüne kadar yürüttüğü şiddet politikasının yanı sıra hücre tipi cezaevi politikasını gündeme getirmiştir.
Hücre tipi cezaevlerinde, siyasi mahpuslar tek kişilik hücrelere konarak direnişlerinin bastırılması ve bunların tek tek teslim alınması planlanmaktadır. Tek kişilik hücrelere doldurulan siyasi mahpuslar teslim alınamazsa da fiziki ve ruhsal olarak çökertilmek istenmektedir. Bu nedenle;
1- Partimiz cezaevlerinde uygulamaya konulan hücre tipi cezaevi politikasına karşı çıkmalıdır,
2- Siyasi düşünceleri ve eylemleri nedeniyle cezaevlerine doldurulmuş siyasi tutuklu ve hükümlüler başta olmak üzere, bir avuç işkenceci ve halk düşmanı dışındaki bütün mahpuslar için genel af talebiyle bir mücadele örgütlenmelidir,
3- Partimiz, hücre tipi cezaevi politikasının boşa çıkarılması ve genel af için mücadeleyi gündemine almalı ve bu mücadelenin örgütlenmesi için pratik adımlar atmalıdır.
KÜLTÜR EMPERYALİZMİNE KARŞI MÜCADELE ÜZERİNE KARAR
Emperyalist kültür, demokratik geleneklere, mücadele etme gücünü ve eğilimini ifade eden bütün kültürel halk değerlerine karşıdır.
Emperyalizm, halkın mücadeleci tarihi boyunca yarattığı ulusal değerlere karşı yağmacı, yok edici bir etki taşıdığı için, aynı zamanda ‘kültür emperyalizmi’ olarak da adlandırılabilecek bir özellik göstermektedir.
ABD ve Avrupa emperyalizminin kültür alanındaki bu etkisine karşı işçi ve emekçi sınıfların belli başlı iki silahı vardır: Emperyalizmin kültürel saldırısına karşı birinci silah, işçi ve emekçilerin dolaysız olarak kendi hak ve çıkarları için mücadeleyi yükseltmesidir. Bu mücadele, emperyalizmin kültürel etkisini de sınırlayacak, durduracak ve geriletmeye başlayacaktır. Bu da işçi emekçi hareketi ile ilgisini kesmiş aydınların bir bölümünü yeniden halkın saflarına kazandıracaktır. İkinci silah ise, ideolojik, felsefi, edebi ve sanatsal alanlarda, işçi ve emekçilerin mücadelesine bağlanmış eleştirel ve yaratıcı bir etkinlik olarak, direnme ve mücadele etme kararlılığını ve cesaretini yükselten sanat ve edebiyatın geliştirilmesidir.
Bu gerçeklerin ışığında partimiz;
1- Emperyalizmin nesnel, maddi varlığına ve saldırılarına karşı işçi ve emekçi kitleleri mücadele için örgütlerken, bu mücadelenin içinden yeni bir kültürün unsurlarının doğması için gerekli koşulları da yaratmaya çalışacaktır;
2- Kültür ve sanat alanında emperyalist etkileri açığa çıkaran, eleştiren ve sözü edilen etkileri kıran bir çalışmanın geliştirilmesi için halktan, emekten yana, devrimci sanat ve edebiyatı destekleyecektir;
3- Emperyalizmin unutturmak istediği demokratik ve devrimci değerlere sahip çıkacak, bunların halkın belleğinde taze tutulmalarına özen gösterecektir;
4- Özellikle ABD emperyalizminin saldırısı altındaki sinema sanatının sorunlarına özel bir ilgi gösterecek, bu konudaki kısıtlayıcı yasaların kaldırılması, tekelci baskının kırılması için çalışacaktır;
5- ABD İle rekabet içinde ve onun kadar saldırgan olan Avrupa emperyalizminin siyasal ve ideolojik etkisinin kültür ve sanat alanındaki sonuçlarına karşı ayrı bir uyanıklık gösterecektir.
KÜLTÜR, SANAT, EDEBİYAT VE BİLİMİN ÖZGÜRLEŞMESİNE DAİR KARAR
Ülkemizde insan hak ve özgürlüklerinin en önemlileri olan yaşama hakkı, örgütlenme hakkı, düşünme ve düşüncesini ifade özgürlüğü sürekli kısıtlamalarla karşı karşıyadır. Düşünme ve düşünceyi ifade özgürlüğünün sınırlanması ve kısıtlanması; bilimin, edebiyatın, sanatın, kısacası kültürün engellenmesi anlamına gelir. Bu engelleme, ne yazık ki eğitim kurumlarının koşullarını bile oluşturur durumdadır. İlköğretimde Talim ve Terbiye Kurulu’nun denetiminden geçmemiş kitapların, öğrencinin üzerinde bulunması bile suçtur. Bu kitapların ders kitabı olması da yasaklı olmalarını engellemez. Özgür düşünme yolu, ilköğretimden başlayıp üniversiteye kadar her aşamada engellenmeye çalışılmaktadır.
Bu durumda partimiz;
1- Kültür, sanat, edebiyat ve bilime gerçek özgürlüğünün kazandırılabilmesi için, düşünce ve anlatım özgürlüklerini kısıtlayan anti-demokratik yasalarla ilgili bakanlıkların, hükümetlerin bu konudaki yasakçı yönergelerine karşı sürekli olarak savaşım verecek,
2- Bilim ve kültür emekçilerinin bilim, sanat ve kültür özgürlüğü için verdikleri çabaya destek olacak,
3- Üniversitelerde YÖK yasaları ile engel olunmaya çalışılan bilimsel çalışmaların özgürce yapılabilmesi için verilen mücadeleye destek olacaktır.
EĞİTİM VE ÖĞRETİMİN EŞİT VE PARASIZ OLMASI ÜZERİNE KARAR
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne göre ilk ve orta öğretim, parasız olarak her kesimi kapsamalıdır. Yine İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi yüksek öğretimin de olabildiğince parasız hale getirilmesini ve her kesimi kapsamasını belirtir. Anayasa’da bile bunlar böyledir. Bugün eğitim öğretim paralı hale getirilmek istenmekte ve özelleştirilmektedir. Bu uygulama yüksek öğretimde daha yaygın olmakla birlikte ilk ve orta öğretimde de “katkı payı”, “kayıt parası” gibi adlarla yürürlüğe konmuştur.
Bu durum yoksul kesimin, emekçi sınıfların eğitim ve öğretimden yararlanmalarını daha başlangıcında engellemektedir.
Böylece egemen sınıflar, özellikle yoksul kesim ve emekçi sınıfların geleceğini baskı altına alarak, ülke yönetiminde söz sahibi olmalarını engellemek İstemektedir. Bu durumda;
1- İlköğretimdeki katkı payı, orta ve yüksek öğretimdeki harç vb. uygulamalara karşı savaşım veren, bu savaşımlardan dolayı çeşitli biçimlerde cezalandırılan eğitim emekçilerine, öğrencilere ve velilere destek olunmalıdır,
2- Eğitim öğretim kurumlarında “özerkleştirme” adıyla yapılan her türlü özelleştirmeye karşı çıkılmalıdır,
3- Eğitim ve öğretimin parasız ve eşit hale getirilmesine çalışılmalıdır,
4- Koşulların elverişsizliği yüzünden eğitim öğretim görme olanağı bulamamış emekçiler ve emekçi çocukları için yaygın eğitim ve öğretim programlarının düzenlenmesine çalışılmalıdır.
DOĞAYI DA SÖMÜREN VE TAHRİP EDEN KAPİTALİZME KARŞI ANTİ-EMPERYALİST TEMELDE BİR ÇEVRE MÜCADELESİ YÜRÜTÜLMESİ ÜZERİNE KARAR
Kapitalizm sadece insan emeğini sömürmekle kalmamakta, doğayı ve çevreyi de sömürüp, tahrip etmektedir. Kapitalizmin ve uluslararası tekellerin aşırı kâr üzerine kurulu üretim mantığı, popüler deyimle “ekolojik dengenin” altüst oluşunun temel nedenidir. Doğayı insanın hizmetine sunmanın değil, servet biriktirmenin ve maddi zenginliklerin artırılmasının hammaddesi olarak gören kapitalizm ve uluslararası tekeller, dünyanın dört bir yanına zehir saçmaktan çekinmemektedir. Uluslararası emperyalist tekellerin dünya insanlığına Çernobil’den sonraki en büyük “armağanı”, Tuna’nın bir kolu olan Tizsa nehrine karışarak birçok Balkan ülkesinin topraklarına akan “siyanür” olmuştur.
Yıllardır ülkemizde, siyanürlü altın aramak ve nükleer santraller kurmak için her tür hukuksuzluğa başvurarak kampanyalar yürüten çok uluslu tekeller ve onların işbirlikçileri, halkımıza, doğaya ve çevreye yönelik saldırılarını tahkim, MAI, MIGA vb. uluslararası anlaşmalarla sürdürmektedir. Memleketin en verimli arazileri, Koç, Sabancı vd. rant ve kâr avcılarına yağmalatılmaktadır.
Doğanın sömürülüp talan edilmesine, sivil inisiyatifçi itaatsizlikle sınırlı bir çevrecilikle karşı konulması yanıltıcıdır ve sonuç alıcı değildir. Yürütülecek mücadelenin yönünü, Bergama köylüsü göstermiştir: Anti-emperyalist, bağımsız Türkiye mücadelesi. Ancak böyle bir mücadele ile uluslararası tekellerin ve onların işbirlikçilerinin insan ve çevre sağlığına ipotek koymaya yönelik girişimleri durdurulabilir. Siyanür ve nükleer ölüme karşı yaşamı savunmanın sonuç alıcı ve gerçekçi başka bir yolu yoktur. Bu gerçeğin geniş halk yığınları tarafından kavranmasının olanakları bugün daha da artmıştır.
Bu bilinçle bütün parti örgütlerimizin, işçi sınıfı, emekçiler ve gençlik içerisinde antiemperyalist bir çevre bilinci yaratması amacıyla yaygın bir aydınlatma faaliyeti yürütmesinin, Bergama köylüsüyle olduğu gibi, Akkuyu halkıyla da omuz omuza vererek, uluslararası tekellerin ve işbirlikçilerinin Türkiye topraklarından sökülüp atılması için örgütlü bir mücadele verilmesi görevi, kongremiz tarafından parti örgütlerimizin önüne konulmuştur.
Mayıs 2000