Yaklaşık 5 yıl önce, kuruluş çalışmaları başladığında, EMEP’in nasıl bir kitle partisi olacağı da tartışılmaya başlandı. Çünkü 1960’lı yıllardan başlayarak, ilk TİP’in bir grup sendikacı tarafından kurulduğu dönem bir yana bırakılırsa; işçi, emekçi davasının bir aracı olmayı amaçladığını iddia eden partiler, genellikle, “solcuların”, “devrimcilerin” partileri olarak kuruldu.
Öte yandan kitlesellik; işçi sınıfının kendi talepleri etrafında birleşmesini, işçi sınıfıyla emekçi sınıfların ileri unsurlarının kitlesel olarak parti saflarında toplanmasını sağlayan bir yaklaşım olarak değil de; üye ve taraftar sayısını artırma olarak anlaşıldı. Bugün de; ÖDP, İP, SİP gibi partiler “kitleselleşmek”ten söz ediyorlar, ama bir kitle partisi olma şanslarının ve hatta böyle ciddi bir amaçlarının olmadığı da ortadadır.
Şöyle ki; son seçimlerde, içlerinden en çok oy almış olan ÖDP de, aslında bir kitle partisi değildir. Evet; bugün kim giderse gitsin ÖDP’ye üye olabilir (genelde kitle partisi denildiğinde; her gelenin üye yapıldığı, disiplini olmayan, üyelerini başıboş bırakmış bir parti anlaşılmaktadır); ama ÖDP, kendisini -bir parti olarak tarifini yaptığı ölçüde- “eski solcuların partisi”, bir zamanlar devrim ve sosyalizm için ayağa kalkmış ama sonradan bu yolun “çıkmaz” olduğunu, en azından kendilerine göre olmadığını görüp, “iş hayatında” başarılı olmaya çalışan “solcuların” partisi olarak tarif etmektedir. Dolayısıyla; tarif edilen bu “kitle”, her halükârda, çok küçük bir azınlığa karşılık gelmektedir. Başka bir söyleyişle; ÖDP’nin, çatısı, altına toplamayı amaçladığı net bir “sosyal-sınıfsal kategori”ye karşılık gelmediği gibi; birleştiğinde bir sosyal hareket yaratacak, bir partinin üzerinden politika yaparak ülkenin politik hayatında etkili olacağı “istikrarlı bir çoğunluk” da teşkil etmemektedir.
İP ve SİP için de durum çok farklı değildir. Hatta pratikte, bu partilerin “kitlesel” olma şansları ÖDP’ninki kadar bile değildir. Bu partiler sıkça “işçi sınıfı”ndan, “sosyalizm”den dem vurmaktadırlar; ama kitleselleşmek gibi, kitle partisi olmak gibi bir sorunları yoktur. Sadece üye sayılarını artırmak için çabalamaktadırlar. Sınıfın şu ya da bu kesimlerini birleştiren bir kitlesellik gözetmedikleri için de; politikalarını, sınıfın talepleri üstünden değil, kendi düşüncelerindeki “politik ihtiyaçlar” üstünden tespit etmektedirler. Dolayısıyla bu partiler (ÖDP de dâhil olmak üzere), birbirlerine çok karşı gibi görünseler de; sürece ilişkin tespitleri, belirledikleri politik görevler, mücadele tarzları (Genelkurmay ve MGK konseptine uyum sağlamak için gösterdikleri gayret, işçi sınıfı hareketi karşısında gösterdikleri tepkiler, emek sermaye karşıtlığı karşısında gösterdikleri duyarsızlık vb.); özellikle askerin politikaya müdahalesi sürecinde, aslında bu partilerin birbirine çok benzediklerini, açık bir biçimde, herkes tarafından görülür hale getirmiştir.
Kitlesellik sorunu bakımından HADEP, diğerlerinden ayrılır. Çünkü HADEP; bir yandan feodal geleneksel yapı, öte yandan burjuva partileri ve asimilasyon politikaları ile bölünen Kürtleri birleştirmeyi amaçlamış olmakla bir kitlesellik amacı taşımaktadır. Dolayısıyla HADEP; politik anlamda yanlış bir hatta bulunmasına ve ideolojik bakımdan da yeni dünya düzeni tezlerinden önemli ölçüde etkilenmiş olmasına karşın; Kürtleri milliyetçi bir temelde birleştirmedeki işlevselliği nedeniyle, kitleselleşme ve bir sosyal hareketin içinde olma imkânını taşımaktadır.
BİR KİTLE PARTİSİ OLARAK EMEP
EMEP ise; bir yandan burjuvazi ve onun partileri, öte yandan gelenek, görenek (milliyet, mezhep farklılıkları, bölgesel farklılıklar, sendikal bürokrasi) tarafından bölünmüş olan işçi sınıfını ve sınıfın değişik kesimlerini mücadele içinde birleştirmeyi amaçlamaktadır. Dolayısıyla EMEP; işçilerin sınıf olarak birleşmelerini; işçilerin arasındaki bütün siyasi, etnik, dinsel, mezhepsel, bölgesel ayrılıklara son vererek, onları sadece “aynı sınıfın fertleri olduğu bilinciyle” birleştirmeyi; en azından sınıfın ileri unsurlarının kitlesel partisi olmayı amaçlamaktadır. Bu yüzden EMEP; gerçek bir kitle partisi, sınıfın ve müttefiklerinin “sosyal-siyasal bir hareket” olarak iktidar mücadelesine atılmasını sağlayacak bir organizasyon olmak için kurulmuştur. Ancak; “kitle partisi” olmak; “Ben bu partinin saflarında sermayeye, anti-demokratik uygulamalara karşı mücadele edeceğim” diyen her işçinin partiye üye olabilmesi; işçi-kitle partisinin disiplinsiz, şekilsiz bir yığın, “kafasına göre takılanların partisi” olduğu anlamına gelmez. Tam tersine bu parti; sınıfın, burjuva fikir ve görüşleriyle üstü örtülmüş olan çalışma ve mücadele ahlâkını, disiplinini açığa çıkarmak ve bunları partiye ve sınıfa mal etmekle yükümlüdür. Başka bir söyleyişle sınıfın partisi; işçi sınıfının tarihsel, düşünsel birikimi kadar sınıfın iktidar mücadelesinin gerektirdiği bir yaratıcılığı, sıkı disiplini de partinin her faaliyetine, en ücra köşedeki birimine kadar her zerresine yaymak durumundadır. Dahası, “eski partililer” partiye yeni giren işçiye, partili işçiler bütün sınıfa; mücadeleciliğin ve sınıfın iktidar mücadelesinin ihtiyaç duyacağı bir düzeyde disiplinli davranmanın, ilkesel görevler olduklarını öne çıkartmalıdırlar. Ve tabii parti, bu mücadelenin ana aracı olarak; sınırları belli olan ve birim faaliyetleri, partinin tümü ile amaç ve ilkelerde bütünleşmiş bir örgüt teşkil etmeli; sınıf partisi “bütün sınıf örgütlerinin toplamı” olarak bu örgütlerini -noksansız bir şekilde- uyumunun bir ifadesi olarak biçimlendirmelidir.
İktidar mücadelesi; elbette işçi sınıfının tek başına vereceği bir mücadele değildir. Çünkü bugünkü koşullarda, demokrasi ve bağımsızlık mücadelesinin birincil görev olduğu bu aşamada; işçi sınıfı diğer emekçi sınıflarla, demokrasi ve bağımsızlık isteyen bütün toplumsal güçlerle birleşerek siyasal mücadeleyi yürütür. Bu yüzden de EMEP; aynı zamanda diğer emekçi sınıfların işçi sınıfıyla birleşmeye gönüllü ileri unsurlarını da bünyesinde toparlayarak kitlesel karakterini daha da artırabilir; artırmak zorundadır da.
KİTLE ÇALIŞMASINDA AMAÇ
Öyleyse sınıf partisinin kitleler içindeki çalışmasında başlıca amaç; burjuva düzen partilerinin, geleneksel bölünmelerin (milliyet, mezhep, hemşerilik, şu veya bu sendikacılık anlayışı vb.) etkisinde olan emekçilerin bu partilerin, gelenek göreneklerin etki alanlarından çıkarılarak kendi sınıf çıkarları, kendi partilerinin siyasi hattı etrafında birleştirilmeleridir. Sonuçta bu temel amaca hizmet etmeyen bir kitle çalışmasının hiçbir anlamının olmadığı da apaçıktır. Ancak pratik mücadele; yığınların, düzen partilerinin ve geleneksel bölünmelerin etkilerinden kurtarılarak kendi partilerinin politik çizgisine çekilmelerinin kolay bir şey olmadığını göstermektedir.
Nitekim son 10 yıldır emekçi yığınlar düzen partilerinden uzaklaşıyorlar. Bir zamanlar her biri yüzde 50, yüzde 30 oy alan partilerin içinde bugün en fazla oy alanı, yüzde 20’ler civarında seyretmektedir. 75 yıllık CHP, barajın altına düşmüş; DYP ve ANAP da barajın altına doğru ilerlemektedir. Oy verdiği partiyi savunan bir emekçiye artık hemen hiç rastlanmamaktadır. Dolayısıyla emekçi yığınlar; bir seçim olduğunda, belki şu ya da bu burjuva düzen partisine oy vermektedirler ama bu kerhen bir oy vermektir.
Ne var ki; bütün bu kerhenliğe, bütün bu uzaklaşmalara karşın; emekçi yığınlar kendi partilerine de henüz kitleler halinde yaklaşmamaktadırlar. Çünkü düzen partilerinden uzaklaşan, hatta onlardan nefret eden emekçi yığınlar hâlâ burjuva dünya görüşünün, burjuva düzen partilerinin siyasal alışkanlıklarının, kültürlerinin etkisi altında hareket etmektedirler. Bu yüzden, sınıf partisinin -yani EMEP’in- kendisini işçi sınıfının, emekçilerin partisi olarak ilân etmesi yeterli değildir. Tam tersine; kendisini bu biçimde ilân etmesinden daha da önemlisi; yığınların “yeniden saflaşması”, kendi partilerinin mücadele hatunda “saf tutması” için kitle içinde gerekli çalışmanın yapılmasıdır. Başka bir söyleyişle; uzun yıllar boyunca düzen partileri tarafından örgütlenip seferber edilmiş olan emekçilerin; bu örgütlerden koparılıp, yeniden kendi partileri etrafında örgütlenmelerinin sağlanması; yani sınıfın çeşitli kesimlerinin birleştirilmesi gerekir, işte partinin yığınlar içindeki çalışmasının esası, bu örgütlenmenin gerçekleştirilmesi olmalıdır. Ve açıktır ki, bu örgütlenmenin gerçekleştirilmesi, söylendiği kadar kolay değildir. Bu yüzden de; kitle içinde parti çalışması, kesintisiz ve sistemli bir ajitasyon, sürekli bir “yeniden” örgütlenmedir.
Sınıfın içindeki bölünmelere bakıldığında; bunların din, milliyet, hemşerilik, şu ya da bu sendika merkezini tutmak, kaynakçı ya da tornacı olmak gibi ayrı (veya aynı) meslekten olma, aynı mekânda çalışıp çalışmama gibi ilk bakışta “inanılmaz” gelen nedenlerden bile kaynaklanabildiği görülür. Bölünmüş kesimlerin birbirleriyle rekabet etmeleri; aralarında çelişkilerin yaratılması için patronlar ve patronların sınıf içindeki uzantıları gayret göstermektedirler. Tabii ki; değişik emekçi tabakaların bölünmüşlük anlamındaki mevcut durumları, işçi sınıfı içindeki bölünmelerden çok daha vahim boyutlarda olduğu gibi, kimi bölünmelerin sahici nedenleri de vardır.
Ancak bu bölünmelerin bir kısmı, oldukça eski tarihlere dayanan bölünmeler (din, mezhep, milliyet farklılıkları vb.) olduğu gibi; diğer bir kısmı daha basit, salt gündelik işleyiş tarafından yaratılıp kışkırtılan (ayrı meslekten olma, ayrı bölümlerde çalışma, ayrı firmalara ait işletmelerde çalışıyor olma, hatta aynı takımda top oynayıp oynamama gibi) ayrımlardır. Oysa sonuçta bütün bu ayrımlar bir fikre dayanmakta; işçinin o konuda edindiği, edindirildiği bir fikrin devamı olarak bu bölünmeler ortaya çıkmaktadır. Örneğin milliyet ayrımı; kendi milliyetinden olan işçinin öteki milliyetlerdekinden daha cesur, daha insancıl, daha soylu, daha becerikli, kısacası daha fazla erdemi üstünde toplamış olduğu fikrine dayanmaktadır. Ya da örneğin; kaynakçılar ile demirciler arasında eskiden beri süren bir rekabet olduğu varsayılıp; bu rekabeti sürdürmenin meslek sevgisiyle sıkı sıkıya bağlı olduğu gibi ön yargılar bile (çoğu incelikli ayrımlar bu tür ön yargılara dayanır) birer “fikir”dir ve işçi bu fikrin devamı olarak sınıfın bir de böyle bölünmesini pek umursamaz.
Böylece; pek çok yanlış taşısa da, yalan yanlış olsa da, bu tür fikirler etrafında çevreler oluşur. Bu çevreler herhangi bir gelişme durumunda; kendi içlerinde ortak ama diğer benzer çevrelerden de bağımsız olarak hareket eder. Bu oluşmuş çevrelerin etkisi önemsizleşerek her çevreden, her din ve milliyetten, her siyasi görüşten işçilerin birleşmeleri; ancak sın i’ çıkarlarının bütün bu içsel bölünmelerin üstüne çıktığı durumlarda var olabilir. Örneğin, 24 Temmuz 1999’daki Ankara yürüyüşü böyle bir birleşmenin sonucudur. “Emeklilik yaşının yükseltilmesi” her çevreden; Kürt-Türk, Alevi-Sünni, sendika seçiminde şu ağayı ya da bu kişiyi destekleyeni, ayrı ayrı konfederasyonlara bağlı sendikaların üyesi işçileri; hatta işçilerle kamu emekçilerini ve diğer emekçi sınıflardan pek çok kişiyi birleştirmiştir. Ancak eylemin sonunda; eski “küçük çevrelere” yeniden dönülmüştür. Elbette 24 Temmuz eylemi öncesi ve sonrası gelişmeler bu “küçük bölünmeleri” hayli yıpratmıştır ama şu da bir gerçektir ki; bu “çevre örgütlerinin” dağılarak sınıfın kendi bilinciyle birleşmesi o kadar kolay değildir. Hatta diyebiliriz ki; bu türden ayrılıklar, sınıf hareketinin birleşme isteği güçlenip bu çevre örgütleri dağılmaya başladıkça; her devrini tamamlamış eski gelenek, eski fikir gibi daha çok direneceklerdir.
Konuya biraz daha yakından bakarsak şunları söyleyebiliriz:
1- Her şeyden önce; az çok ciddi her örgütlenme bir fikir etrafında oluşur. (Kuşkusuz, birleştirici ve örgütlenmeye bir temel sağlayacak fikirler; “masa başında” üretilmiş, yığınların nesnel çıkar ve ihtiyaçlarının ifadesi olmayan, hem de zaman olarak, yaşanılan anda, hareket noktası bakımından bu ihtiyaçları karşılamayan ve dolayısıyla yığınlar tarafından kavranılabilir olmayan, uydurulmuş fikirler olamaz.) Bu yüzden, yığınları örgütlemenin ilk koşulu; onları, içinde bulundukları durumlarını değiştirmeye zorlayan bir fikir tartışmasına çekmek; dolayısıyla yığınlar içinde bir fikir etrafında oluşacak bir örgütlenme imkânını var etmektir. Bunun için de; bir birimde, bir bölgede, ya da bütün bir ülkede, tartışmaya değer bir fikir öne sürmek; bu fikir etrafında işçinin, halkın saf tutmasını amaçlamak; bu saflaşmayı gerçekleştirinceye kadar da o fikir etrafındaki aydınlatma (ajitasyon ve propaganda) faaliyetini kesintisiz bir biçimde sürdürmek gerekir.
2- Kitle örgütlenmesi; bir “bölme” ve “yeniden birleştirme” faaliyetidir. Yukarıda da belirtilmeye çalışıldığı gibi; sınıf, kapitalizm tarafından, ülke çapında; sanayi ve tarım işçileri, hizmet ve sanayi işçileri gibi çeşitli biçimlerde bölünmüştür. Bu bölünme de yeterli olmamıştır ve örneğin bir fabrika; ustabaşı ve posta başının adamları; çeşitli siyasal partilerin temsilcilerinin etrafındaki kümelenmeler ve çeşitli mezhep ve milliyet ayrımları olarak bölünmüştür ve dolayısıyla o fabrikadaki işçiler; bu türden çevreler olarak “örgütlenme” içindedirler. Hatta şunu söyleyebiliriz; her bir işçi, işletmedeki bir çevre içinde, bu anlamıyla da bir “örgütlenme” içindedir; fakat bu örgütlenmenin ne ortak bir amacı, ne de işçilerin birliğini sağlayıcı bir özelliği vardır. Tam tersine bu çevreler ya kendiliğinden ya da gerici, emek düşmanı parti ve çevrelerin bilinçli faaliyetleri sonucu oluşmuşlardır. Belki sendikal örgütlenme; az çok bir sınıf örgütlenmesi olarak, bütün bu “çevresel” örgütleri aşan bir örgütlenmeyi getirebilirdi. Ne var ki; sendikal bürokrasinin bu gerici, sınıfı bölen çevrelerle işbirliği (ve hatta onlara dayanması) bu gerici örgütlenmelere “işlevsellik” kazandırır ve sendikal bürokrasinin sınıfı bir de sendikal olarak bölmesine (sendikal bürokrasinin çeşitli fraksiyonlarının birbirine ya da mücadeleci sendikacılara karşı; din, milliyet, hemşerilik, takım arkadaşlığı, aynı işletmeden olma, eski ahbabı olma vb. pek çok şeyi kullandığını, bu türden geri ilişkilerin canlı kalması için elinden geleni yaptığını biliyoruz) neden olur. Dolayısıyla; her ne kadar sendikaya girmiş olmakla işçinin örgütlülük düzeyinde bir ilerleme sağlansa da; işçi, “modern”, sınıfsal bir örgütlenme düzeyine yükselmiş sayılamaz. Sınıfın örgütlülük düzeyi sınıfın tarihsel rolüne uygun bir biçim alıncaya değin, başka bir söyleyişle; işçi sınıfının ana gövdesi kendi talepleri etrafında bir araya gelerek partisiyle birleştiği bir aşamaya ulaşıncaya kadar, bu ilkel, bir bölümü kapitalizm öncesi geleneklere dayanan sınıf içi ayrımlara karşı mücadele elbette sürecektir.
3- Emeğin Partisi; yığınları kendi talepleri etrafında örgütlemek için bu çevreleri bölmek (dağıtmak), bu çevrelerce bölünenleri de birleştirmek zorundadır. Dolayısıyla sınıf partisinin yığınlar içindeki faaliyetinin esası; yukarıda sözü edildiği biçimde aşırı bölünmüş; çok sayıda çevrelere ayrılmış sınıfın birleştirilmesidir. Ancak; bu görevin başarılması için, sözü edilen küçük “örgütsel çevrelerin” bölünmesi; bu çevrelerden koparılan işçilerin de sınıfın talepleri etrafında birleştirilmesi gerekmektedir. Söz konusu faaliyetin karakteri ve zorluğu; partinin bir sanatçı titizliği ile çalışmasını zorunlu kılar. Bu yüzden de; gerek partinin merkezi örgütü, gerekse yerel örgütleri ve en önemlisi de birimlerdeki temel örgütleri, “bölme ve birleştirme” faaliyetinde son derece bilinçli davranmak zorundadır. Dolayısıyla parti, “adım sanım duyulsun da nasıl duyulursa duyulsun” diye değil; sınıflar mücadelesinin o andaki ihtiyacına; yerel duyarlılıkların bulunduğu konuma, birimdeki çelişkilerin yerel ve genel faaliyetle ilişkisinin boyutlarına göre; değişik araçları kullanarak aydınlatma faaliyetini sürdürmek durumundadır.
Özelleştirmeye karşı yürütülen mücadeleyi göz önüne alarak, bu konu üzerinde biraz duralım:
Özelleştirme, Türkiye’de, aşağı yukarı 10 yıldır emekçilerin gündeminde olan bir konudur. Geçen 10 yıl içinde işçilerin, emekçi sınıfların ileri kesimleri, özelleştirmeyi, sadece işçilerin haklarını gasp etmeye yönelik bir girişim olarak değil; aynı zamanda ülkenin bağımsızlığını tehdit eden; ülkenin sanayi ve tarımını uluslararası tekellerin çıkarlarına göre yeniden biçimlendiren bir yöntem olarak görmektedir. Oysa işçi kitlesinin geneli; emekçi sınıfların geri kesimleri, özelleştirmeye daha çok kendi dar çıkarları noktasından bakmaktadır.
Bu durumda parti; bir yandan en geri kesimlerin de ileri kesimlerin düzeyinde sorunu kavramaları ve ona göre davranmaları için bir ajitasyon yürütürken; diğer yandan da sınıfın ana gövdesini ve özelleştirmeden şu veya bu nedenle zarar gören çevreleri sınıfa yaklaştırmak amacıyla özelleştirilecek kurumların bulunduğu bölgeler ve birimlerde daha güncel olan ama işin esasına da bağlanan ve en gerideki işçi kesimlerini de harekete geçirecek bir ajitasyonu öne çıkarır.
Söz konusu olan birimde; kaç işçinin işsiz kalacağı, sendikal örgütlenmenin dağılması işçilerin işyerinde köle düzeninde bir çalışmaya zorlanacağı açıklanır. Ve tabii bu süreçte işçiler, birçoğunun üyesi de oldukları düzen partileriyle karşı karşıya gelebilecektir, çünkü düzen partileri “özelleştirmeyi” savunmaktadırlar. Dolayısıyla özelleştirmeye karşı mücadele, düzen partileri etrafında kümelenmiş işçi çevreleri üstünde dağıtıcı bir etkide bulunduğu gibi; sınıfın, daha iyi çalışma koşulları, iş güvencesi, işe ve işletmeye sahip çıkılması biçimindeki talepler etrafında birleşmesine de imkân sağlar. Ama örneğin, sendikal bürokrasinin özelleştirmeye karşı bir tutumu, çeşitli hemşeri, mezhepçi ya da milliyetçi çevrelerin başka tutumları varsa; özelleştirmeye karşı mücadeleden bu çevreler doğrudan etkilenmez. Ancak; bütün işçilerin ortak hareket etme gerekliliği inancı yerleştikçe, sınıf içindeki bu türden bölünmeler de yıpranır.
Diyelim ki; özelleştirmeye karşı mücadele bir biçimde sona erdi ya da gündemden düştü ve bu sefer, sosyal güvenlik devreye girdi. Tüm işçilerin sosyal güvenlik hakları için bir kez daha birleşme imkânı ortaya çıkar. Parti; gerçekleri açıklayarak, tüm işçileri; aralarındaki her tür ayrıma son vererek, birleşmeleri için uyarmaya devam eder ve muhtemelen bu sefer aynı işyerinde özelleştirme söz konusu olduğundan daha geniş bir birlik oluşur. Burjuva düzen partileri etrafında oluşan çevreler bir kez daha dalgalanır. Çünkü işçiler bir kez daha kendi oy verdikleri partilerle yüz yüze gelmişlerdir. Diğer küçük çevre örgütlenmelerinin de sınıfın ana talepleri karşısında bir rolünün olmadığı hatta gerici bir rol oynadığı, en azından kimi işçilerce, görülür; bu çevrelerin etkinliği zayıflarken, sınıfın talepleri etrafında birleşenlerin sayısı artar. Ama diğer çevreler, hâlâ varlıklarını, itibar yitimine uğramış olmalarına karşın etkinliklerini sürdürmeye devam ederler.
Diyelim ki; önünde sonunda bu sosyal güvenlik sorunu da kapanmış olsun. Ancak bu sefer de “kıdem tazminatlarının kaldırılması” sorunu gündeme gelir. Bu en gerideki; “özelleştirme olsun, devlet işletmeleri arpalık”, “Ne olacak 40 yaşında emeklilik mi olur, çalış ölünceye kadar” diyen çevrelerden doğrudan etkilenen bir tek işçi bile “Kıdem tazminatı gereksizdir” demez. Dolayısıyla da öncekilerden daha geniş çevreler bir talep etrafında birleşir. Yani sınıfın talepleri öne çıktıkça, işçiler önce birleşmenin ihtiyacını anlar, sonra da birlikten gelen gücün tadına varmaya başlarlar. Partinin, ajitasyonunu öne çıkan talepler üzerinden yürütmesi, bunu kolaylaştırır. Ve tabii partinin, bütün bu gelişmeler içinde, hem güncel olayın niteliğini, hem, örneğin, sosyal güvenliğin de özelleştirmenin de aynı merkezden planlanan saldırılar olduğunu; IMF’nin, Dünya Bankası’nın amaçlarını; hükümetin kimin, hangi sınıfın hükümeti olduğunu; diğer partilerin kime hizmet ettiğini; eylemlerin içini boşaltan sendikal bürokrasinin oyunlarını; başka ülkelerdeki işçilerle o işyerindeki işçilerin çıkar ve gelecek birliği gibi doğrudan görünmeyen konuları gündeme getirip işçiler arasında tartışmaya açması gerekmektedir. Böylelikle; işçilerin, bu görüşler doğrultusunda yeniden yeniden saflaşmasının olanakları genişletilip; işyerindeki işçiler arasında çevre örgütlerinin itibarı zayıflatılırken; işçilerin sınıf talepleri etrafında birliği güçlendirilir, işçilerin bilincinin gündelik çıkardan bir sınıf bilincine -siyasal bir bilince- doğru yükselmesinin de imkânları son derece genişler. Çünkü daha önce üyesi olduğu, oy verdiği partiyle ve sendikal bürokrasiyle karşı karşıya gelen işçinin; aynı zamanda kendisini hemşeriliğe, milliyetçiliğe, ayrı mezhepten olmaya bağlayan bağlar zayıflar, kopar. Süreç içinde, işçi yığınlarının gözünde, uğruna mücadeleye değer, daha da önemlisi, mücadele imkânı sağlayan tek şey, sınıfın talepleri etrafında tüm işçilerin birleşmesi olarak şekillenir.
Bu çalışmanın bütün birimlere yayıldığı düşünüldüğünde; sınıfın birleşmesi için nasıl bir olanak yarattığı görülür. Dahası parti; özelleştirme ve sosyal güvenliğin diğer emekçi tabakalarla ilgisini açıklar. Bunların uluslararası sermayenin tüm halklara yöneltilmiş bir saldırısı olduğunu gösterir. Özelleştirmenin işçi örgütlerini dağıtmasını, ülke sanayisi ve tarımını hangi badirelere sürükleyeceğini; sosyal güvenliğin bir işçi sorunu olmaktan öte tüm halkın sorunu olduğu gerçeğini de öne sürerek; sermaye ve gericiliğe karşı işçilerle tüm halkın birleşmesi için gerekenleri yapar. Böylece; çeşitli nedenlerle daha küçük örgütsel çevreler oluşturacak biçimde birliği parçalanmış olan işçi sınıfı ve olabildiği kadarıyla da diğer emekçi sınıflar, kendi talepleri etrafında, ülke çapında ve tabii elverdiği ölçüde de uluslararası çapta birleşmenin imkânını kazanırlar.
Elbette ki; işyerlerinde yürütülen mücadelede; ajitasyonun konusu olan olguların her zaman tüm işçileri, tüm halkı etkileyen boyutta olmaları gerekmez. Tersine; olağan dönemlerde işyerine has çelişkiler üstünden de işyerindeki mücadele ve işçilerin birliği için çalışılır. O işyerinde bir “işçi çıkarma”, bir “iş kazası”, bir “ücret mücadelesi” ya da “vardiyaya kalıp kalmama” gibi “basit günlük sorunlar” da işçileri birleştirmenin, orada bu olgular etrafında bir tartışma açarak, işçiyi, örneğin, o an için iş güvencesi, iş güvenliği, ücret, çalışma saatlerinin uzatılmasının anlamı gibi konularda birleştirerek, geleceğe dair adımlar atmak için fırsatlar değerlendirilir. Bu nedenledir ki; birimler; kendi işyerlerinin özelliklerini, kendine has çelişmeleri çok iyi bilmek ve değerlendirmek; işçide huzursuzluğa yol açan her olayı yeniden yeniden işçiler arasında tartışmaya açarak onların tavır almasının ön adımlarını atmak; patronla, düzen partileriyle, başka türden gerici ilişkilerle karşı karşıya gelenleri için özel bir çaba sarf etmek zorundadır. Aksi halde; “birim çalışması” denilen çalışmanın bir anlamı kalmaz.
SİSTEMLİ BİR AJİTASYON FAALİYETİNİN ÖNEMİ
Yazının başından beri söylenenlerden anlaşılacağı gibi; sınıf partisinin aslî işi, işçiyi eski düşüncelerinden koparıp dünyaya başka bir gözle; kendi sınıfının gözüyle bakmasını, bu dünya görüşünün gereği olarak birleşip mücadele etmesini sağlamaktır.
Bu ise, kâğıt üstünde yazıldığı kadar basit değildir. Çünkü etki tek yönden değil, sayısız yönden gelecektir. Yani; işçiyi etkileyen sadece sınıfın partisinin1’görüşleri’ değildir. Tersine; burjuva düzen partileri, sendikal bürokrasi; sınıftan yana olduğunu iddia eden ama sınıf-dışı bir dünya görüşünün temsilcisi olan siyasi çevreler, burjuva medyası, gazeteler, televizyonlar, devlet ve hükümet erkânının yaptığı konuşmalar, açıklamalar; dini çevrelerin baskıları, milliyetçi hareketlerin tutumları gibi sayısız etken işçiyi sadece cismen değil fikir olarak da ha-bire çekiştirecektir.
Bütün bu baskıların, sağa sola çekmenin üstesinden gelmek için, sınıf partisi, kendi imkânlarını kullanmak; sınıfla olan bağını, sınıfın içinde olma imkânını değerlendirmek zorundadır. Diğer bütün alanlar sınıf partisi için yenilginin alanlarıdır. Eğer doğru davranırsa; bu alan sınıf partisinin yenilmez olduğu alandır. Bu yüzden, doğru bir ajitasyon faaliyeti; sınıf partisinin sınıfı birleştirmesi ve partinin çizgisine çekebilmesi için hayati öneme sahiptir.
Doğru bir ajitasyon faaliyeti ise; doğru bilgiler içeren, sistemli ve sürekli, aynı zamanda da doğru sonuçlara götürülmüş bir ajitasyon faaliyetidir. Ancak; söylediklerimizin daha iyi anlaşılması için; burada doğru bir ajitasyon faaliyetinin özellikleri üstünde kısaca da olsa durmak gerekir:
Ajitasyon doğru bilgi üstüne oturmalıdır: Sermaye ve gericilik, bir “bilgi çağı” edebiyatıyla emekçileri “bilgi bombardımanına” tutmaktadır. Ancak bu bombardıman; doğru bilginin, insanlara yaşamlarında yol gösterecek bilginin, sistemsiz bir bilgi yığının altında kalmasına yol açmaktadır. Bu yığının içinde doğruyu yanlışı ayırma bile, ayrı bir faaliyetin konusu olmak zorundadır. Bu yüzden, sınıf partisinin işyerlerinde yürüttüğü ajitasyon, dolaysız bir doğru bilgi birikiminin üstünden yükselmek; emekçilerde kaygı ve kuşku uyandırmayacak bir açıklıkla sunulmak durumundadır. Bunu başarmanın en önemli unsurlarından birisi ise;
ajitasyonu destekleyen bir propaganda faaliyetidir. Örneğin sosyal güvenlik gibi “genel” bir konuda bir ajitasyon yürütüyorsak, sadece sosyal güvenlik kurumlarının işçiler için önemine ve hükümetin sorunu çarpıtan girişimlerine işaret etmek yetmez; aynı zamanda bu kurumların, kuruluşlarından bugüne değin geçirdikleri evrimi; bugünkü önemlerini; uluslararası sermayenin sosyal güvenliği yok etme programıyla ilişkisini; kapitalizmin çözümsüzlüğünün bir sonucu olarak bu kurumları tasfiye ettiği gerçeğini de ayrıntılı bir biçimde ortaya koymak, en azından sınıfın ileri kesimlerini bu bilgilerle donatmak bir gerekliliktir. Ya da birimdeki bir işten atma olayında bile; patronun işten atmadaki kötü niyetini aşarak, bir kapitalizm ve işsizlik ilişkisi tartışmasının açılması; buradan yola çıkarak, işçinin kapitalist toplumdaki yerinin ve bir makineye indirgenmiş işlevinin açıklanması bir zorunluluktur.
Demek ki; doğru bir ajitasyonun ilk koşulu, ajitasyonu yürütenlerin; ajitasyonun konusu olan olayı mümkün olan bütün yönleriyle bilmeleri; konuya ilişkin olarak kötü niyetli çevrelerden gelebilecek “çetrefilli sorular” ve “provokatif çarpıtmaları” açıklığa kavuşturacak kadar konuya vakıf olmalarıdır. Yani; her ciddi ajitasyon; elden geldiğince iyi bir propagandayla desteklenmelidir.
Elbette ki; burada mükemmeliyetçi olmamak gerekir. Öyle durumlar olur ki, parti örgütü ve partinin merkezi araçları devreye girmeden de ortaya çıkan ve etraftaki insanların ilgisini çeken bir “skandal” gündeme gelir. (İşten atmalar, iş kazaları, doğal afetler gibi politikanın ve ekonomi politikasının doğrudan konusu olmayan ve birinden diğerine değişkenlik arz eden konularda parti “hazırlıksız” yakalanabilir). Böyle durumlarda, her partili ve parti örgütü, duraksamaksızın partinin genel çizgisi ve birimin özelliklerinden yola çıkarak bir ajitasyon yürütür. Bu durumda; propaganda, ajitasyonun biraz daha arkasından gelebilir. Ancak; sosyal güvenlik, sendikal hareketin sorunları, demokrasi mücadelesinin çeşitli konuları gibi olgular, parti örgütünün, mümkün olduğunca hazırlıklı girdiği ve parti örgütü ve sınıfın ileri kesimlerince sorunun değişik yönlerinin özelliklerinin işçilere kavratıldığı ve bu çalışmaların birleştikleri bir süreç olmak zorundadır.
Ajitasyon sistemli ve sürekli olmalıdır: Sermaye; okuldan camiye, gelenek görenekten devasa medya gücüne; kültür ve sanattan gündelik yaşamın en küçük ayrıntısına kadar, emekçileri, burjuva dünya görüşünün lehinde ön yargılarla donatmaktadır. Bu da yetmemekte; yarının olanakları tükendiğinde, kendi gerçeğini kabul ettiremediğinde; bilinemezciliği, gerçeküstücülüğü, post-modernizmi devreye sokarak, “kafa karışıklığını” tercih etmektedir.
Besbelli ki egemen sınıfların amacı; emekçilere, kendi düzenlerinin “mümkün olan en iyi düzen olduğu”nu kabul ettirmek, böylece işçi sınıfı ve emekçileri daha iyi bir dünya kurma mücadelesinden alıkoymaktır.
Sınıf partisinin amacı ise tam tersidir. İşçilerin dünyada olup biteni, gerçekte olduğu gibi kavramalarını; kapitalist sistemin sömürücü, emekçi düşmanı, çağdışı ve insanlığa karşı bir düzen olduğunu görmelerini ve dahası, daha iyi bir dünya için savaşacak dayanaklar bulmalarını sağlamaktır.
Bu nedenle sınıf partisinin; burjuvazinin yalanlar üstüne kurulu propagandasını boşa çıkarması gerekir. Ancak burjuva propaganda aygıtının devasa gücü, yalnızca sistemli ve sürekli bir ajitasyonla yenilgiye uğratılabilir. Bu yüzdendir ki; sınıf partisinin ajitasyonu, rast gele yürütülemez, bir birimdeki kişilerin keyiflerine ve bilinçlerine bırakılamaz. Tersine; ajitasyon, partinin en ileri bilincinin ifadesi olacak bir biçimde ve aynı zamanda, sistemli ve kesintisiz sürdürüldüğü ölçüde, burjuva cephede gedikler açabilir.
Sermayenin yoğun propagandası karşısında, sınıf partisinin ajitasyonu, aynı zamanda, sürekli olmak zorundadır. Bugün ajitasyonun konusu olan olay ve olgu eskiyip gündemin gerilerine düştüğünde ajitasyonun kalkındığı konu değişebilir, ama faaliyet kesintisiz olarak sürmek durumundadır. Bu yüzden, gündemin yukarılarına tırmanan her yeni olay üstünden ajitasyon sürdürmek; sistemin ekonomik ve siyasal teşhirine devam etmek zorunludur. Örneğin, yaz boyunca sosyal güvenlik gündemin başındaydı ve dolayısıyla partinin bütün ülkedeki birimleri sosyal güvenlik merkezli bir ajitasyon yürüttü. Ama sonra, deprem ile birlikte ajitasyonun kalkış noktası değişti; Kuzey Marmara depremi gündemin başına oturdu. Sosyal güvenlik konusunda işçilere, emekçilere karşı “büyük bir karalılıkla direnen hükümet”, deprem bölgesine iki günde gidemedi. Kızılay neredeyse devre dışı kaldı; emekçilerin yardımına devlet değil emekçilerin kendileri koştu. Böylece ajitasyonumuz; başka bir konudan hız almak zorunda kaldı. Bu durum farklı biçimlerde de ortaya çıkabilir. Birimdeki bir işten çıkarma başka bir gelişmeyle (işçi çıkarmadan daha etkileyici bir olayın meydana gelmesiyle ya da işten çıkarılanların geri alınmasıyla veya işten çıkarılanların geri alınması umudunun ortadan kalkmasıyla gündem değişebilir. Bu durumda yeni gelişme, ajitasyonumuzun kalkış noktası olur ama önceki gelişmelerle de elbette bağlantısı vardır ve dolayısıyla önceki duruma atıf yapılır) gündemden düştüğünde; yeni gelişmenin üstünden ajitasyon sürer. Ve genellikle de yeni gelişme, eski ajitasyonumuzun ana konusuyla dolaylı ya da dolaysız bir bağlantı içindedir. Dolayısıyla ajitasyon, sadece zaman bakımından değil, kalkındığı konu bakımından da (çok özel durumlar dışında) bir süreklilik arz eder. Aksi halde; yani kendi içinde bir süreklilik arz etmeyen bir ajitasyon anlamlı olamaz; çoğu zaman da boşa yapılmış bir faaliyet olmanın ötesine geçemez.
Ajitasyon, aynı zamanda, sistemli bir faaliyet olmak zorundadır. Devasa burjuva propaganda makinesi karşısında sistemlilik son derece büyük bir önem taşımaktadır. Bu yüzden, bir birimdeki ajitasyonun (yine çok özel durumlar dışında), ülke çapında partinin yürüttüğü ajitasyonla en azından içsel bir bağlantı taşıyarak, bir sisteme tabi olması gerektiği gibi; aynı zamanda ülkedeki, iş yerindeki hareketin temposuyla da uyumlu olması gerekmektedir. Örneğin, hareketin düzeyi çok aşağılarda ise; ajitasyon ister istemez, en gerideki işçinin etkilenmesi de hesap edilerek, geniş bir bilgilendirmeyi içeren (işçilerin en geri kesimlerinin bile; “hakikaten öyle” diyeceği kadar açık kanıtlar, sözüne herkesin güvenebileceği uzmanlar; “bu profesör de böyle diyorsa hakikaten durum öyledir” denecek kadar sorunları genişten almak vb.) ve nispeten temposu düşük bir ajitasyon sürdürülürken; mücadelenin kitlesel eylemlerle ilerlediği bir aşamada, kısa açıklamalardan sonra yapılan çağrılarla (bir sendikacının, işyeri temsilcisinin açıklama yapmasının yeteceği durumlar ya da doğrudan parti biriminin çağrısıyla bile harekete geçmenin mümkün olduğu durumlarda, ajitasyon çok daha kısa açıklamalar, hatta kısa ve yargı bildiren bir üslûpla yürütülebilir); yüksek sesli bir üslûpla yürütülür. Yani ajitasyon hem genelle bağlantısı bakımından hem de üslûpla kullanılan araçlar bakımından hareketin ihtiyaçları ve özellikleriyle ilgili bir sisteme bağlı olmak durumundadır.
Ajitasyon sıcağı sıcağına yapılan bir faaliyettir: Ajitasyonu propagandadan ayıran en önemli özelliklerden birisi de, ajitasyonun sıcağı sıcağına yapılmasıdır. Bu durumu, çok bilinen; “Hırsızı suçüstü yakalamaktan daha etkili bir şey yoktur” deyimiyle de açıklayabiliriz. Dolayısıyla anında yapılmayan bir ajitasyonun etkili olamayacağını ve hatta ajitasyon bile olamayacağını söyleyebiliriz. Örneğin; bir iş kazası, bir işten çıkarma; patronun, çalışma koşullarının “suçüstü” durumudur. Oysa, aradan zaman geçip insanların duyguları “soğuduktan” sonra, konu üstüne ajitasyon yürütmenin çok da anlamlı bir yanı kalmaz. Olsa olsa olup biten üstüne ayrıntılı bir değerlendirme yapılarak; kapitalizmle işsizlik arasındaki bağlantıyı açıklayan bir tartışma ya da iş emniyeti, kapitalizm ve sosyalizm bağlantılı bir propaganda konuşması gerçekleştirilebilir.
Bu, EMEP’in bu süreçteki faaliyetleri için de böyledir. Örneğin; “mezarda emeklilik” olarak bilinen soruna ve “sahte” sosyal güvenlik reformuna karşı mücadeleler sırasında; her gelişmenin anında yayılarak, sınıfın ilgi ve bilgi düzeyinin artırılması iyi bir ajitasyonun gereği idi. Günlük işçi basınının ulaştığı ve az çok EMEP örgütlerinin bulunduğu işyerleri ve bölgelerde bu yapıldı. Yine çıkarılan afişlerle, bu konu duyurulmaya ve gelişmelerden herkes haberdar edilmeye çalışıldı. Bu; hem değişik ajitasyon araçlarını kullanma bakımından (sözlü açıklamalar, bildiriler, broşürler, parti bültenleri, teorik yayın organı, günlük gazete ve afiş) Türkiye’de pek yapılmamış, hem de gerçekleştirildiğinde etkisini yakından gördüğümüz bir faaliyet oldu. Bu faaliyetin doğru bir biçimde yönlendirilmediği yerlerde ise, çalışmanın ve partinin etkisinin ne ölçüde geri düştüğü yine pratikte görüldü.
Sonuç olarak; olaylar ve olgular gelip geçicidir ama ajitasyonda önemli olan, bu gelip geçicilik içindeki kalıcı yönü, işçinin, emekçinin hafızasına kazımaktır. Bu yüzden de, bu hafızaya kazıma işi; olay ve olguların yeni ortaya çıktıkları ve herkesin ilgisinin onların üstünde olduğu bir zamanda yapılırsa anlamlı olur. Aksi halde; yani biz olaylar olup bitip, herkes başka bir konuyla ilgilenirken o geçmiş olaylar üstüne değerlendirmeler, yorumlar yapmaya kalkışırsak; bu bir ajitasyon olmaz.
DOĞRU BİR AJİTASYON İÇİN EN ÖNEMLİ ARAÇ: GÜNLÜK GAZETE
“Ajitasyon”dan söz ederken başına hep; “doğru”, “sistemli ve sürekli”, “sıcağı sıcağına” gibi kimi sözcükler eklemek ihtiyacı duyuldu. (Aslında ajitasyon deyince bu özellikleri zaten taşımalıydı; ama burada özel bir vurgu yapma ihtiyacından dolayı bu sözcükler kullanıldı.) Bunun nedeni ise; bu özellikleri taşımayan bir ajitasyonun hiç yapılmamış gibi olacağı gerçeğiydi.
Gündelik hayatın başka türden kaygıları, iletişim araçlarının gelişmişlik düzeyi; sermaye ve hükümetlerin gündeme müdahale imkânları ve bu alandaki başarıları göz önüne alındığında; sınıf partisinin doğru tarzda bir ajitasyon gerçekleştirmesi için en önemli aracının, her gün çıkan ve aynı gün en ücra yerdeki ileri işçilerin, partililerin ellerinde olabilen bir gazete olduğu ortadadır. Günlük işçi basınının, etkili bir ajitasyon için hayatî ve vazgeçilemez olduğu apaçık bir gerçektir. Çünkü bu gazete;
— Dünyada olup bitenleri, işçi sınıfının dünya görüşü ışığında yorumlayarak, emekçilere, yığınlar içinde çalışan partililere aktarır. Bu unsurlara; burjuvazinin yarattığı gündeme müdahale imkânı ve elbette ajitasyon için çok sayıda materyal de sunar.
— Bu gazete; olup bitenleri partinin politikaları açısından değerlendirir, partinin çağrılarını duyurur ve bunları pek çok bakımdan yorumlayarak kitlelere ve partililere iletir. Böylelikle; partililerin kendi il, ilçe ve birimlerinde yapacakları ajitasyonla ülke çapında yürütülen ajitasyon arasındaki içsel bağı kurmalarını, bütün ülkedeki ajitasyonun bir parçası olmalarını ve dolayısıyla bu ajitasyonun ülke çapında aynı hedefe “vurması” imkânını sağlamaktadır.
— Günlük emekçi gazetesi her gün çıkarak ve zaten partinin merkezi ajitasyon aracı olarak, son derece önemli bir role sahiptir. Bunun yanı sıra; bütün birimlerdeki ajitasyonun sürekli (günlük olarak yenilenen anlamında) olması ve birimlerdeki ajitasyonun merkezi ajitasyonla uyumlarının bir aracı olması bakımından sistemliliğinin sağlanması için de, gazetenin yaşamsal bir yeri vardır. Hatta günlük periyodu ve hiçbir engel tanımadan çıkmasıyla, partinin ajitasyon çalışmasının; sınıfın, mücadelenin ihtiyacına göre de disipline olmasını sağlayan, sağlayacak olan bir araçtır günlük gazete. Dahası günlük gazete; dünyada ve ülkedeki olup bitenleri en geç bir gün sonra vermek gibi bir üstünlüğe sahip (iletişimin bu ölçüde geliştiği bir dönemde bile; bir günlük periyot, özellikle partinin çalışması ve yürüteceği ajitasyon bakımından “sıcağı sıcağına ilkesini” bozucu değildir) olma bakımından da “sıcağı sıcağına” özelliğini korumaktadır.
— Günlük gazete; dünya ve Türkiye’deki olup bitenleri emekçilere aktarmakla kalmayıp, burjuva medyasının hiçbir zaman gündemine girmeyen, emek dünyasındaki olup bitenleri de haber vermektedir. Ayrıca; emekçilerin gündelik yaşamlarını da haberleştirerek bütün dünyaya aktarmakta; böylece, ülkedeki işçi ve emekçilere (tabii diğer ülkelerdeki emekçilere de), birbirlerinin hangi koşullarda yaşadıklarını, hangi problemlerle uğraştıklarını; burjuva dünyasındaki dışlanmışlığın aynılık ve farklılıklarını da, günlük işçi basınından izleme olanağını sunmaktadır. Bugün günlük işçi basınında çıkan haberlerin yüzde 80’ninin burjuva basınında ve TV kanallarında hiçbir zaman “haber olamayan haberler” olduğu (geri kalan yüzde 20 de; konu olarak burjuva basınında çıkan haberler olmakla birlikte ele alınış tarzları ve bu haberlerin altlarında yatan gerçeklerin ifade edilişleri bakımından burjuva basınındaki haberlerden esasta tümüyle farklıdır) gerçeği de, günlük işçi basınının işlevinin değerini göstermek açısından önemlidir. Tabii bu tarz bir haberciliğe; sadece haber vermek değil; yorumlar, mücadele deneylerinin aktarılması gibi son derece önemli görevler eklenmelidir. Ve ancak bilgilendirme bu ölçüde genişletildiğinde, ajitasyonun etkileyici olabileceği gerçeği unutulmamalıdır.
— Günlük basının kendisinin; partinin merkezi ajitasyon aracı olarak oynadığı rol ve yerel ajitasyonda günlük basının hem zenginleştirici hem de yol gösterici rolü göz önüne alındığında; günlük işçi basını olmadan; bu basının imkanları kullanılmadan sistemli, sürekli, sıcağı sıcağına bir ajitasyon yapılamayacağı açıkça görülmektedir. Bu yüzden, sınıf partisinin bütün birimlerinin ve yerel örgütlerinin yakındığı sayısız sorunun kaynağında, kendilerine büyük imkânlar sunan ve ellerinde olan yerel işçi basınını gereği gibi kullanmamak vardır dersek bir abartı yapmış sayılmayız.
GERÇEK BİR AJİTASYON İÇİN VAZGEÇİLMEZ BİR PARTİ ÖRGÜTÜ: BİRİM
Sermaye ve gericiliğin okuldan camiye, üniversiteden medyaya elindeki devasa olanaklarla emekçilere kendi dünya görüşünü dayattığını belirtmiştik. Bu devasa saldırılar karşısında emekçilerin güçlü olduğu başlıca iki alan vardır. Bunlardan birincisi; emekçilerin gerçeği savunuyor olmalarıdır. Bu, onları, yalanların saldırılarına karşı koruyan; emekçileri, kendi çıkarları etrafında mücadeleye çekerek, gerçeği, kendi yaşamlarıyla da öğrenmelerini sağlayan bir olgudur. Gerçeğin ifadesi; başta günlük işçi basını olmak üzere partinin yayın organları ya da aydın çevrelerinin çeşitli olanaklarıyla haykırılabilir. Ama bu yayınların yığınlara ulaştırılması; işçinin, emekçinin günlük yaşamı içinde karşı karşıya geldiği gerçeğin onlara kavratılması ve o gerçekle bütün dünyada olup biten arasındaki ilişkinin günbegün yeniden işlenmesi faaliyeti, partinin yığınlar içinde kök salmış olan temel örgütlerinin, birim örgütlerinin işidir. Bu yüzden, günlük işçi basınındaki genel ajitasyon ile birimdeki gündelik ajitasyon arasındaki içsel bağın kurulması; emekçilerin gündelik sorunları etrafında kapitalizmin işçiye ve emekçiye dayattığı kölelik sisteminin sorgulanması; işçilerin bizzat kendi pratikleri içinde gerçeği öğrenebilmeleri için talepleri etrafında birleşerek mücadeleye atılmaları işi, doğrudan doğruya, sınıf partisinin üretim ve hizmet alanlarında kurulmuş olan birimlerinin aslî işidir.
Kısacası, kitle çalışmasından, kitleler içinde canlı ve sıcağı sıcağına bir ajitasyon yürütmekten söz ediyorsak; burada, aslında, partiyle yığınların yüz yüze geldiği, iç içe geçtiği bir faaliyetten -birim örgütlerinin faaliyetinden söz ediyoruz demektir.
Örneğin “sahte” sosyal güvenlik reformuna karşı bütün yaz boyu süren mücadelede partimiz; başka bakımdan üstüne düşenleri yerine getirip, elindeki tüm imkânları kullanarak, hareketin nicelik ve nitelik olarak gelişmesi için çaba göstermiş; bir bakıma da olup biten pek çok önemli mücadelede belirleyici bir rol oynamıştır. Ancak iş; sendikal bürokrasinin hareketi geriye çeken ve tasfiye eden girişimlerini önleyip aşarak, sermaye saldırısını püskürtmek için, işyerlerinden, üretim birimlerinden çıkış yapılması noktasına geldiğinde, bütün çabalar akamete uğramıştır. Çünkü hareketin kaderini belirleyecek önemdeki birimlerde, ya herhangi bir birim faaliyetinin olmadığı ya da var olan “birim” örgütlerinin kitleyle bütünleşerek hareketin ilerlemesi için yığınları seferber edecek bir pozisyonda olmadığı apaçık ortaya çıkmıştır. Sınıf hareketinin son yıllık gelişmesi açıkça göstermiştir ki; işyerlerinde temel parti örgütlerinin varlığı; sadece partinin bu alanlarda sıcağı sıcağına sistemli bir ajitasyon yürütebilmesi için değil; aynı zamanda sınıf hareketinin istikrarı ve ileri atılımı için, önüne dikilen sendikal bürokrasi ve hükümet tarafından hareketi tasfiye etmeye yönelik girişimlerin aşılıp püskürtülmesi için de, son derece hayatî bir öneme sahiptir. Gerek partimizin kuruluşundan beri yaşananlar, gerekse geçtiğimiz yaz olup bitenler; EMEP’in “birim örgütü” ısrarında haklı olduğunu gösterdiği gibi, bunu ısrarla örgütlemede -ne yazık ki- başarılı olmadığını da göstermiştir.
Demek ki, sınıf partisinin en önemli; hatta bütün diğer faaliyetlerinin bağlı bulunduğu ana görevi, kitle çalışmasının ve yığınları kendi talepleri etrafında birleştirme görevinin başarılmasının ana koşulu; yığınlar içinde yürüteceği aydınlatma faaliyetidir. Bu faaliyetin aslî aracı günlük işçi basını ise, bu faaliyetin lâyıkıyla hayata geçmesinin ön koşulu da birim örgütlerinin; başlıca üretim ve hizmet birimlerinden başlayarak yığınların olduğu her yerde kurulmalarının, sınıf partisinin önüne acil ve ertelenemez ana görev olarak konması ve mutlaka gerçekleştirilmesidir.
Kasım 1999