Tüm inşa zorlukları ve yüksek fedakârlıklara karşın, bütün dünyanın işçi ve emekçileri için özlemi duyulan örnek ülke sosyalist Sovyetler Birliği, tüm başarı ve inşa yılları boyunca burjuva ideologlarının ve basının sonu gelmez saldırılarına hedef oldu. Bu saldırılara somut gerçeklerden yola çıkarak çarpıcı yanıtlar veren bu yazı o dönemde Fransa’da aylık olarak yayınlanan “Etudes Sovietiques” adlı derginin Aralık 1948 tarihli 8. sayısından Türkçeye çevrildi.
“İşçi ve çalışanların ücretleri geçen yıla göre iki kat arttı.” (V. Molotov)
Sovyet işçilerinin alım gücünün Batılı ülkelerdeki işçilerinkinden daha düşük oluşu ile ilgili olarak alçakça bir saldırı dalgası başlatılmıştır. Bütün Sovyet kataloglarındaki rakamlar Batılı ülkelerdekilerle sihirli bir biçimde karşılaştırılarak SSCB’deki ekonomik gecikme ve gerilik el çabukluğuyla kanıtlanmaya çalışılıyor.
SSCB’de bir ayakkabının Batılı ülkelerdekinden daha pahalı olduğunu (ki yalan) ya da daha bilimsel yanıyla bir ayakkabının SSCB’de Batıdakinden daha fazla miktarda çalışmaya denk düştüğünü ispatlamak için harcanan olağanüstü çabaya aslında “saygı” duymak gerekir. Çünkü savaştan 3 yıl sonra ekonomiler arasında benzer bir karşılaştırma yapmak, tartışmacıların kafalarındakini ispatlama çabasından başka bir şey değildir.
SSCB’nin 1942’de Kafkaslara kadar işgal edildiği bir sırada ayakkabının fiyatının işgal edilmemiş ve varlığı tehlikeye düşmemiş olan ABD’dekinden daha pahalı olduğunu hiç tartışmasız kabul ediyoruz. Eğer bugün hâlâ SSCB’de ayakkabı fiyatları ABD’dekinden pahalıysa, üzücü olmasına rağmen, uzun yıllar yeterince ayakkabı üretememesinden dolayıdır.
Elbette tartışmacıların kendi seçtikleri belli bir bölgede ve belli bir tarihte fiyatların Batıdakinden daha yüksek olduğunu göstermekteki titizliği, SSCB’deki resmi fiyat listeleri ve kararnamelerini incelemekle göstereceklerini beklemek hayalci olur. Onların niyeti; SSCB’deki fiyatların ekonominin niteliğinden dolayı her zaman her yerde yüksek olduğunu ve olacağını, bunun neticesinde de yeryüzünün en büyük kötülüğü saydıkları sosyalizmde yaşam seviyesinin her zaman düşük olacağını okura kanıtlamaktır.
1945’te SSCB’nin zaferi üzerine “Stalin Hitler’e Karşı” kitabını yazan Andre Pierre, şimdi, Le Monde gazetesinde 17 Nisan 1948’de “Dünyada 1 Hafta” köşesinde yayınladığı ve birçok özet tablo içeren “Sovyet İşçisi ve Amerikan İşçisi Nasıl Yaşıyor?” başlıklı yazısı ile Sovyet düşmanlığının başını çekiyor. Bilânçosuna her iki ülkede bir kilo beyaz ekmeğin, bir çift ayakkabının, bir düzine yumurtanın değerinin çalışma saati ve dakikası olarak karşılığının yer aldığı “en iyi cinsinden” bir tabloyu koymayı da unutmamış. Tabii ki bütün bunlara göre hayatın SSCB’de ABD’dekinden daha pahalı olduğuna inanmamız gerekir. Bütün bu titiz çalışma elbette ona “Sovyet rejiminde bolluk ve mutluluk bir propaganda yalanından ibarettir” deme imkânı sağlamak içindir.
Andre Pierre ve meslektaşlarının fiyat karşılaştırması yaparak SSCB’deki yaşam düzeyinin düşüklüğünü ispatlamak için yaptıkları bu çalışmanın bir benzeri bildiğimiz kadarıyla, örneğin iki kapitalist ülke arasında yapılmamıştır. Yapıldıysa bile bundan teknik, endüstrileşmenin düzeyi vb. başka bir sonuç çıkarılmamıştır. Ancak bu baylar iyi niyet ve mantıklarını bir kenara bırakarak sadece ve sadece SSCB’ye karşı benzer bir inceleme sonucunda teknik vb. değil de yönetim biçimine ilişkin sonuçlar çıkarıyorlar.
Aynı şekilde Thierry Maulnier de SSCB ve Fransa’daki belli malların, fiyatlarını karşılaştırarak tartışmaya bile yer vermeyecek biçimde “proletaryanın anayurdundaki proletarya, dünyanın en fakir işçisi” sonucunu çıkarıyor. (17 Aralık 1947 tarihli Le Figaro gazetesi)
Hangi eklektik mantıkla bu bayların, belli bir malın fiyatını karşılaştırarak dünyanın tek sosyalist ülkesinin temeline ilişkin sonuçlar çıkarabildiklerini sormak gerekir. Aralarında bazı seçkinlerin de bulunduğu bu bayların ileri sürdüğü rakamların tek amacı vardır; SSCB’ye dolayısıyla sosyalizme güven duyanların güvenlerini ve inançlarını sarsmak. Yolunun herhangi bir noktasında bulunan yolcunun henüz doğru ya da yanlış yolda olduğunu söyleyemeyiz. Bu anda tek bir şey sorma imkânı vardır. Nereden geliyor ve nereye gidiyor? Verilecek cevaba göre de “devam et” ya da “cehenneme” deme imkânımız olur. Ama hayır, bu baylar için önemli olan mantıklı düşünmek değil ama mantıksızca yollardan da olsa erişilmesi gereken hedefe ulaşmaktır.
Simdi söz konusu olan, kapitalizmi sağlamlaştırmak için sosyalizme saldırıdır. Ancak ne kapitalizm ne de sosyalizmin birbirine üstünlüğü, belli bir malın belli bir tarihte alınan fiyatının karşılaştırılmasıyla belirlenemez. Bir sistemi yıkmak için tarihin belli bir anındaki yaşam düzeyi yeterli olsaydı eğer, kapitalizmin çoktan ortadan yok olması gerekirdi. Tam tersine, nasıl ki devrim yıllarında müdahalede bulunan işgalci güçlere karşı mücadeleden sosyalizm zaferle ve güçlenerek çıktıysa, yine Sovyet yurttaşlarının sıkıntılarla dolu bir yaşam sürmesine neden olan 2. Dünya Savaşından da sosyalizm güçlenerek ve zaferle çıkmıştır.
Belli bir malın belli bir andaki fiyatıyla ilgili söylemlerin ne kapitalizm ne de sosyalizm için ne lehte ne de aleyhte hiçbir değeri yoktur ve asıl öne sürülmeye çalışılan meseleyle hiçbir ilgisi yoktur. SSCB’ye karşı haçlı savaşına girişenler de bunu çok iyi biliyorlar. Bununla birlikte bu konuyu kullanıp gerçekdışı hayaller peşinde koşarak SSCB’ye saldırmak bu bayların yanına kâr kalacak.
Politikaları büyük olmasa da bu yolla tarihe geçecekler. Aslında yel değirmenleri ile mücadele ediyorlar, çamur atıp iz bırakmaya çalışıyorlar. Harcadıkları emeğe yazık.
MESELEYİ ORTAYA KOYMANIN DOĞRU VE YANLIŞ BİÇİMİ
SSCB’yi gözden düşürmek için,’ çıkarılan bir malın belli bir zamandaki fiyatıyla ilgili söylemlere inanacak olursak; “Moskova’daki Stalin otomobil fabrikasında çalışan Vasili Ivanov’un bir aylık maaşı ile Deorborn’daki Ford’a ait Kızılnehir otomobil fabrikasında çalışan Joe Kupovits’den daha az tüketim malı alabilir” sonucuna ulaşırız. (Andre Pierre’in makalesinden.)
Andre Pierre’in sosyalizme karşı insanların güvenini toz duman edip, insana; sosyalizmdense kapitalist sistemde yaşamak daha iyidir dedirtmesi gereken tek bu cümlesi bile yedi asıl bir de ikinci dereceden mantıksızlık içeriyor.
Birincisi; işçi Vasili Ivanov ve kaynakçı Joe Kupovits kesinlikle tek başlarına ülkelerini temsil edemezler.
Köylüler, aydınlar, işsizler, ayakkabı boyacıları (bu son ikisi sadece kapitalist ülkelerde mevcuttur) gibi diğer kategorilerden vatandaşları es geçerek gerçek bir karşılaştırma yapmak doğru olmaz.
İkincisi; eğer Vasili ve Joe beyaz derili vatandaşlarsa, bunların siyah ve sarı derili diğer kardeşlerini de hesaba katmak gerekir. Onları unutmak adaletsizliktir.
Üçüncüsü; her ne kadar temel tüketim malları yaşam için vazgeçilmezse de yaşamda sağlık, eğitim, kitap gibi vazgeçilmez olan başka şeyler de vardır. Mesela bu konuda bir karşılaştırma yapacak olursak, Kırgız bir kolhoz işçisi ile Louisinio’lı Zenci bir tarım işçisinden hangisi kendine kaç tane kitap alabiliyor, (Victor Hugo’nun çevirileri ya da ansiklopedisi gibi) ya da kaç kez tiyatroya gidebiliyorlar, yılda ne kadar tatil yapabiliyorlar?
Dördüncüsü; Vasili ve Joe ile kast edilen, sistemlerinin kendilerine sağladığı tüm avantajlardan faydalanan erkek işçiler ise, kadın işçileri de unutmamak lazım, acaba iki ülkedeki kadınlardan hangisi erkeklerle eşit derecede haklara sahip ve bunlardan faydalanabiliyor?
Beşincisi; yeterli bir aylık gelirin önemi elbette büyüktür, ancak bu gelir bir insanın bütün yaşantısı boyunca, çocukluktan ihtiyarlığa kadar olan ihtiyaçlarını karşılamaz. Çalışamayan ve hiçbir geliri olmayan sakatları, yaşlıları ve çocukları unutmamak gerekir.
Altıncısı; Vasili ve Joe bugün belki bekâr olabilirler, ancak yarın evlenip kalabalık bir ailenin babası haline geldiklerinde, acaba bunların çocuklarının nasıl bir yaşantısı olacak?
Yedincisi; yaşam düzeyinin bugünkü seviyesi elbette önemlidir. Fakat bunun yanında geleceğin neler sakladığı, satın alma gücünün düşeceği mi yoksa yükseleceği mi, iş güvencesi vs. de önemlidir. Geleceğe ilişkin perspektifleri ve bakış açılarını da karşılaştırmak gerekir.
Görüldüğü gibi tartışmada kanıt olarak gösterilen rakamların ciddi bir biçimde düzeltilmeye ihtiyacı var. Bu konuya Andre Pierre’in cümlesinde yer alan pek fazla “önemli” olmayan son mantıksızlığa da değindikten sonra tekrar döneceğiz.
KAVRAMLARLA YAPILAN YANLIŞ KARŞILAŞTIRMA
Son saçmalık, Joe Kupovits’in Vasili Ivanov’dan daha iyi yaşadığı iddiası üzerineydi. Kendine, Amerikan dergisi “Paradise”yi referans olan Andre Pierre’e göre, Ford fabrikasında ortalamaların altında bir ücretle çalışan Joe, elektrik, gaz ve telefonu olan bir evde yaşıyor, ilerde ev yapma düşüncesiyle bir parça arsaya sahip, kaza ve hastalık sigortası var ve dört çocuk sahibi. Kısacası çok rahat ve mutlu bir yaşantısı var. Buna karşın SSCB’de bir ev ya da araba sahibi olabilmek için en azından ya partinin önemli bir görevlisi, yazar, yüksek bir memur ya da bir işletmenin başında olmak gerekiyor. Yeni küçük bir imtiyazlı azınlığı dışta tutarsak, SSCB’de çalışanların yaşam düzeyi her halükârda ABD’li işçilerinkinden düşüktür. Bunun, elbette Amerikan cennetine olan inancı biraz daha sağlamlaştırmak ve Sovyet gerçeğini görmemezlikten gelmekten başka bir anlamı yoktur. (İngilizcede “Paradise” cennet anlamına geliyor ve burada yazar bu dergiye gönderme yapıyor.)
Burada kuşkusuz, Le Monde gazetesinde “Washington Mektuplarının yazarı ABD muhabiri Maurice Ferro’nun “Zengin ve Yoksul Amerika” yazısını hatırlatmakta fayda var.
Andre Pierre’in yazısından iki ay önce 7 Şubat 1948’de yayınlanan bu yazıda şunları okuyoruz: “Otomobil ve otomatik çamaşır makinelerinin zengin Amerika’sı, aslında dokununca dağılan hayali bir efsanedir. Gerçekten üç kişiye bir otomobil düşüyorsa; metrolar, otobüsler, tramvaylar neden hâlâ tıklım tıklım dolu. Gerçek tam tersidir. Teorik olarak hiçbir şeyin yokluğu çekilmiyor (bunun altını çiziyoruz. l.S.) ve mağazalardan bolluk taşıyorsa bile bununla beraber gözün gördüklerini satın alabilecek imkânlara da sahip olmak gerekiyor. Zira dolar krallığı zenginlerin cumhuriyeti demek değildir.”
Bu gerçek karşısında otomobili ve telefonuyla Joe’nun ABD işçilerini ancak “teorik” olarak temsil edebileceğini farz edebiliriz. Ya da ABD işçilerinin gerçek temsilcisi ama telefon ve otomobilinse “teorik” sahibi olabilir. Fakat Maurice Ferro biraz daha ileri gidiyor ve bu durumun parlamenterleri etkilediğini, senatodaki “Banka ve Döviz” komisyonunun gerçek durumu tespit etmek amacıyla bir işçinin tanıklığına başvurduğunu aktarıyor. “Campbelli Soup Company”de çalışan Cyrus J. Waud altı çocuğu ve karısıyla komisyonda şunları anlatıyor:
“Haftada 48 dolar yani ancak hayatta kalmamızı sağlayacak miktarda kazanıyorum. Çocukların bakımını üstlendiği için karım çalışmıyor. Elimizdekini kuruş kuruş harcayarak hayatta kalmaya çalışıyoruz. Elbette durumu bizimkinden çok daha kötü olan birçok arkadaşım var. Beslenmemiz tabii ki yeterli değil daha başka şeyler de yiyebilmeyi çok isterdik. Et, ancak haftada bir kez yiyebildiğimiz lüks bir gıda, onun yerine yumurta yiyoruz. Çocuklar meyve suyu yüzü görmüyor. Bu ücretle çocuklara haftada 12 litreden fazla süt alabilmenin imkânı yok. (En küçüğünün 11 yaşında olduğu 6 çocuk için I.S) Çocuklar gibi, ben ve karım da yeterince beslenemiyoruz. Bugün pazar elbisemle karşınızdayım. Dört yıldır giyiyorum ve elbiselerimin en yenisidir. Karımın kendine yeni bir elbise almasının imkânı yok. Bugün giydiği elbiseleri de kendisine New York’da yaşayan kız kardeşi verdi. Sinemaya gitmenin lafını bile etmiyoruz. Okul yaşında olan çocuklarım okula yaya gitmek zorundalar, çünkü onlara yol parası veremiyorum. Çocukların tek lüksü, haftada bir kez 50 cent’e aldıkları çerezdir. Bütün bu durum ve şartlara rağmen birkaç haftada 20 dolar biriktirebildik. Maalesef bu para da elimizde kalmayacak çünkü doktora ve eczacıya olan 300 dolarlık borcumuzun bir kısmını ödeyeceğiz. Çok ihtiyacımız olduğu halde karımın da benim de dişçiye gitmemizin imkânı yok.”
Anlatılanlara son derece üzülen komisyon başkanının işçinin kızlarından birini çağırarak eline 5 dolar sıkıştırdığını ve ailenin emrine bir araba vererek başkenti gezmelerine de olanak sağladığını yazar yazının devamında Maurice Ferro.
Cyrus J. Waud’un komisyonda söylediklerinin, adı manalı olan “Paradise” dergisinde Andre Pierre tarafından yanlış olduğu ileri sürüldü. Tabii aynı dergi istatistikleri de yalanlıyor. Kaliforniya Üniversitesi Heller Komitesinin yaptığı bir hesaplamaya göre, 1947 Ocak ayında asgari geçim koşulları için gerekli olan 72 dolar 52 cent’dir, hâlbuki “Paradise” dergisi tarafından çok iyi bir yaşantısı olduğu ileri sürülen Joe Kupovits haftada 61 dolar kazanıyordu. Üstelik Joe’nun iki de çocuğu vardı. Bu hesaba göre Joe’nun haftalık kazancında 11 dolar 52 kuruş açık var. Öte yandan aynı araştırmaya göre Ocak 1947’de endüstri işçilerinin haftalık ortalama ücreti 46 dolar 84 cent idi. Yine aynı hesaba göre ihtiyaç ile gerçek arasında 25 dolar 58 cent fark var. Kısacası Andre Pierre’in yaptığı araştırmanın Amerikan tarafı yanlışlarla doludur.
Aynı biçimde araştırmanın Sovyetler Birliği hakkında yazılanları da yanlışlarla doludur. Anlaşılan bu bay doğru bilgilenmemiş, çünkü Sovyet işçisinin karısı çalıştığında çocuklarına bakacak kimse olmadığını, eti lüks bir yiyecek olarak gördüğünü, çocuklarına yol parası veremediğini, onları yeterince besleyemediğini, hastalanınca da tedavi olabilmek için borçlanmak zorunda kaldığını zannediyor. Bu konuya ilerde tekrar değineceğiz.
Vasili ve Joe’nun yaşam seviyesi ile ilgili karşılaştırmanın yedi ana noktadan yanlışlıklarla dolu olduğunu göstermiştik, bu son başlık da incelenen konuda bu karşılaştırmayı paçavraya çeviriyor.
EKMEK ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ
Ekmek karnesinin kullanımının 16 Aralık 1947’de iptal edilip fiyatların düşürülmesi ile Moskova’da çavdar ekmeğinin (ki Ruslar bu ekmeği daha çok seviyor) kilosu 3 ruble, buğday ekmeğinin ise kilosu 4 ruble 40 köpek olmuştur.
“1000 ruble aylık gelir ile ne kadar ekmek alabileceğinizi hesaplayın ve bunu Fransa’da 10.000 Frank aylık gelir ile alabileceğiniz ekmek miktarı ile karşılaştırınız.”
Bu soruyu, Moskova’da ekmeğin kilosunun 7 ruble 80 köpek olduğunu zanneden bir konuşmacı, Fransız meclisinde soruyor. Mademki soruyor hesaplayalım:
1000 ruble aylık gelirle Moskova’daki bir işçi 0,333 ton çavdar ekmeği ya da 0,227 ton has buğday ekmeği alabilir. Ayrıca şunu da ekleyelim ki ekmeğin kilosu gerçekten 7 ruble 80 köpek olsaydı bile bu ücretle 128 kilo buğday ekmeği alınabilirdi.
Buna karşın kilosu 35 franktan, bir Fransız işçisi 10.000 frank ücretle 0,286 ton ekmek satın alabilir.
Maalesef, bu hesaplamanın kafalarda bulanıklık yaratmaktan başka ne işe yarayacağını bilemiyoruz. Çünkü gerçeğin gösterdikleri bu aritmetik hesabın gösterdiklerinden tamamen farklıdır.
Acaba daha önce bütün maaşıyla sadece “teorik” olarak ekmek almayı düşünen, ailesini geçindirmekle yükümlü bir işçi gördünüz mü? Peki ya yaşam için gerekli başka şeyleri de satın almak isterse ne olacak? ABD’li işçi Cyrus J. Waud’un da 48 dolarlık ücretinin tamamıyla yüzlerce kilo ekmek aldığını farz edelim, bu bizi teorik olmayan ama yeterince somut bir ikilemle karşı karşıya bırakır. Doktora borçlu olan işçi, ya tüm ücretiyle ekmek alıp doktora borcunu ödemeyecek ya da doktora borcunu ödeyip ekmek almaktan vazgeçecek.
Bu ikilemden, işçilerin yaşamları için gerekli maddeleri gerçekten değil ama teorik olarak satın almalarını sağlayan bir aylık ücretin tek başına onların yaşam seviyelerini ortaya çıkarmaya yetmediği sonucu çıkar. Fransa meclisinde sorulan bu soru sanırım pek aklı başında bir soru değil. Devam edelim; ABD’de ev kiraları ücretin yaklaşık % 25 hatta % 30’unu bulmaktadır. Fiyatlar, kiracının geliri ne olursa olsun ev sahibi tarafından belirlenir ve kesindir. SSCB’de ise ev kiraları ücrete göre belirlenir. Ortalama olarak kiracının ücretinin % 5’idir ve elbette miktarı değişkendir. Başka bir deyişle Sovyet işçisine göre ABD’li işçi “teorik” olarak satın alacağı ekmeğin % 30’unu çıkardıktan sonra gerçekten satın alabileceği ekmek miktarını belirleyebilir. Sadece bu kadarı bile sorulan aritmetik sorusunun ne kadar içi boş olduğunu göstermeye yeter ama şimdi işin içine başka faktörlerin de girdiğini görüyoruz.
Yaşam seviyesi, sadece sahip olunabilen maddi ihtiyaç maddeleri (yiyecek, giyecek vs.) ile belirlenemez, aynı zamanda maddi olmayan (sağlık, eğitim, kültür vs.) ihtiyaç maddelerini de katmak gerekir.
Zira kapitalist ve sosyalist ülkeler arasında rakamlarla yapılan karşılaştırmaların hepsinde kapitalist ülkelerin üstünlüğü görülüyor. Tabii ki bu sonuçlar tesadüfî değildir. Aylık bir ücretle birkaç ihtiyaç maddesinden yağ, ayakkabı, ekmek, elbise, vb. gibi burada ya da orada ne kadar satın alınabileceği gösteriliyor, ancak ne kadar eğitim, sağlık, kültür vs. hizmeti satın alabildiği gösterilip karşılaştırmaya dâhil edilmiyor. Gerçek yaşam böylesi bir aritmetik mantığıyla maalesef çelişiyor. Sağlık hizmetlerinin ya da eşya sıkıntısı çekmeden, hamileliğin öncesinde ve sonrasında maaş ödenme garantisiyle (ki Sovyet hükümeti bunu tüm vatandaşlarına garanti eder) çocuk doğurmanın bir fiyatı olsaydı Andre Pierre’in ‘Dünyada 1 Hafta’da yaptığından daha eğitici bir tablo yapabilirdik.
Farz edelim ki bir Sovyet işçisi hastalanıyor ve uzun süren bir tedaviden sonra doktoru SSCB’nin Cote d’Azur’u olan Kırım’da dinlenmesi gerektiğini söylüyor. Herhangi bir kapitalist ülkenin işçisi de benzer bir durumla karşılaşabilir. Başka bir deyişle “çözümü mümkün olmayan bir ikilemle” karşılaşabilir. Yani Cyrus J. Waud, acaba dinlenme uğruna ailesini ekmekten mahrum mu edecek? Yoksa ekmek uğruna dinlenme hakkından vaz mı geçecek? Daha önce ailesinin boğazından kısarak biriktirdiği paralar uçup gidecek mi? Hastalandığından dolayı çalışmadığı için, alabilirse eğer, bütün ücretini her halükârda harcayacak. Sovyet işçisinin durumu ise tamamen farklıdır. Hastalandığında bir klinikte bedava tedavi olmak imkânına sahip olduğu gibi tedaviden sonra Kırım sahillerinde de bedava kalabilecektir. Bütün bunların sonucunda sağlığına kavuştuğu gibi çalışmadığı süre boyunca, üstelik hastanede ve dinlenme evinde kaldığı için ihtiyacı olmayan ‘ücretini’ de alacaktır. Şimdi ABD’li işçinin “teorik” olarak satın alabildiği ekmek miktarı ile Sovyet işçisinin bu gerçeğini karşılaştırabiliyor musunuz?
Sovyet işçisinin üç oğlu ya da kızı olduğunu ve bunların da mühendis, doktor ya da ziraatçı olmak istediklerini düşünelim. Bu durumda kapitalist ülkelerin işçisi yine kendini o çözülmez ikilemin önünde bulacaktır; ya çocuklarının bu meslekleri edinmesi uğruna “teorik” ekmeklerinden mahrum kalacaklar ya da çocuklarını bu meslekleri edinmekten vazgeçirecekler. Buna karşın Sovyet işçisinin çocuklarının tüm eğitim masrafları onların eğitim ihtiyaçlarına uyarlanmış bir burs sistemi sayesinde Sovyet devletince karşılanır. Bütün bu karşılaştırmalardan sonra tekrar sormak gerekiyor: Sovyet işçisi mi yoksa kapitalist ülke işçisi mi daha fazla miktarda ekmek satın alabilir?
Ücretlerin ekmek, yağ, et vs. ile ifade edilip sonra da buna dayanarak yaşam seviyelerinin karşılaştırılmasına dayanan bu aritmetik sorusu, rakamların dansının yarattığı şaşkınlık ve sürpriz etkisiyle elbette önce başları döndürdü.
Ancak söz konusu olanın iki farklı rejim olduğu düşünülürse, bu sadece bir saçmalıktan ibarettir, hatta kötü niyetle gerçeklerin ters yüz edilmesidir.
TEMEL İHTİYAÇLAR
Peki, hangi şartlarda böyle bir karşılaştırma mümkündür? Bu ancak, her ne kadar insanların yaşantısı birbirinden sonsuz sayıda farklılık gösterse de, ortak bir “yaşam biçimi” tarifi yapılarak mümkün olabilir. Bunu yapabilmek için de istatistikler, Cyrus J. Vaud’un ve hatta ABD başkanı Truman’ın ifadeleri var. 6 Eylül’de yaptığı konuşmada ABD başkanı “Bazı işçiler asgari olarak kendilerine yetebilecek ücret alma güvencesinden bile yoksun. Birçokları da sosyal sigorta hakkından yoksun olduğu gibi bu konuda herhangi bir ulusal program da yok” diyordu.
Ne o, Amerikan işçisinin asgari ücret, sosyal sigorta güvencesi ve hatta bu konuda herhangi bir programı da mı yok? Oysa Amerikan işçisine göre daha düşük bir yaşam seviyesi olan Sovyet işçisi için bütün bunlar aldığı nefes kadar doğal olarak sahip olduğu şeylerdir.
ABD’de hâlâ kızıl hastalığını belkemiğine çekiçle vurarak tedavi eden ve bakteriyolojinin şimdiye kadar ortaya atılmış en büyük yalan olduğuna inanan 30 bin operatör doktor var. Yılda 75 bin bebek ölüyor. Eğer tıbbi yardım sağlanabilseydi bunların en az 30 bin’i kurtarılabilecek vakalardır. Nüfusun sadece % 3’ünün bütün sağlık giderlerini karşılayabilecek durumda olduğu bir gerçektir. 1947’de 7 milyon işsiz ve bir o kadar da haftada ancak 15–34 saat çalışabilecek kadar iş bulabilen yarı işsiz mevcuttur. Bütün bu göstergelere rağmen SSCB’de yaşam koşulları öylesine “kötü” ki patronların gazetesi “Professions”a göre dünya barışının böyle bir “sefalete” razı olması mümkün değil.
ABD siyahların linç edildiği bir ülkedir. 1939’da ırkçı G. Afrika’da bir beyazın ücreti 384 sterlin iken bir siyahın ücreti 33 sterlindir. Seylan’da kötü beslenmeden dolayı çocuklar arasında ölüm oranı % 80’dir. Bütün bunlardan sonra eğer hâlâ Sovyet vatandaşlarının kötü yaşadığına inanacak olursak Sovyetlerin “Zencileri” kim bilir ne haldedir diye düşünmemek elde değil. Oysa devrimden önce okuma yazma bilmeyenlerin en fazla olduğu Kırgızistan’da şimdi 1600 ilk, orta ve yüksek dereceli okul, 33 teknik okul, 23 bilimsel araştırma enstitüsü, SSCB Bilimler Akademisinin bir kolu, 19000’den fazla üniversite öğrencisi, 64 adet Kırgız dilinde gazete ve dergi bulunuyor. Kazakistan’da hastanelerdeki yatak sayısı 1913’e göre 1941’de 15 kat daha fazladır. Bu rakam Türkmenistan için 22 kat, Tacikistan için 100 kattır.
Cyrus J. Waud’un karısı altı çocuğuna bakmak zorunda olduğu için çalışamıyor. Bu bayların yazdığına yine inanacak olursak SSCB’de çocuklar yüzünden ailelerin beli daha da bükük olmalı. Oysa SSCB’de her işletme, şehir, köyün kreşleri ve çocukların hizmetinde olan çocuk bahçeleri vardır.
Gerçekler çıplak bir biçimde ortadadır. Ve gerçeklerden daha büyük bir yargılayıcı yoktur.
Kapitalist ülkelerde yayınlanan bazı romanlar; “Dünyada 1 Hafta”nın ihtiyaçları için mükemmelce düzenlenmiş fakat bir o kadar içi boş olan tablolardan daha açık bir biçimde gerçeği gösteriyor. Bilimsel sosyalizmin kurucusu Marx ve Engels, 19. yüzyılı kucaklar dolusu ekonomi politik kitaplarından çok, Balzac’ın romanlarından öğrendiklerini ifade ediyorlardı. Kitaplarında Amerika’dan manzaralar aktaran Steinbeck, Caldwell (ki bunlar hiç de komünist değiller) bu ABD dalkavuklarının çizmeye çalıştığı hayali tabloyu darmadağın ediyor. Buna karşın Ostrowski, Chalokov gibi yazarlar ise bir araya gelen bütün anti-Sovyet saçmalıklardan daha güçlü bir biçimde Sovyet gerçekliğini yansıtıyorlar.
SSCB’DE ÜCRETLER
Fakat ücretler, onlar hakkında neler söylenebilir?
Sosyalizmin insanlığın başına gelebilecek en kötü şey olduğuna inanmış bu Sovyet düşmanları şu sonuçlara vardı: 1) SSCB’de ücretlerin farklılığı sosyalizmin inkârıdır. 2) Çoğunluğun alım gücü Batıdaki çoğunluktan daha aşağıdır. 3) ikincisi birincisinin sonucudur.
Birinci iddia tamamen yalan, ikinci iddianın da doğrularla ilgisi yok, dolayısıyla üçüncüye cevap vermeye gerek kalmıyor.
Buna karşın şunu da tekrar edelim, evet SSCB’de ücretler arasında bir fark var bunu daha önce de söyledik ve açıkladık, bir kez daha söylüyoruz ve açıklıyoruz.
Önce bir soru sorarak başlayalım. Kapitalist rejimin temel kusuru; bir ustabaşı ile acemi işçi, düz işçi ile usta işçi, dehlizlerde çalışan bir maden işçisi ile rahat bir memurun ücretleri arasındaki farklılık mı yoksa bütün bir kategori olarak çalışanlar kitlesi ile bütün bir kapitalist grubun gelirleri arasındaki farklılık mıdır? Sovyet düşmanı propaganda bilinçli olarak bir kargaşa yaratmaya çalışıyor ve bu esas noktayı unutturmaya çalışıyor.
Daha 1929’da ABD’nin en zengin 38 kişisi 260 milyon 644 bin dolarlık bir kârı paylaştılar. Her birine yaklaşık 9,5 milyon dolar düşüyordu. Fakat aynı yıl 428.128 pamuk endüstrisi işçisi 322 milyon 389 bin doları paylaşıyordu ve her bir işçiye 753 dolar düşüyordu. Yani kapitalistlerinkinden 12.600 defa daha düşük. Buna karşın bankacı Morgan’ın yatı 2 milyon dolara mal oldu, zengin ailelerce evlerinde verilen yüzlerce davet birkaç yüz bin doları yuttu.
Savaştan önce Amerikan kapitalistlerince ulusal gelirden alınan pay % 46 idi. Savaş boyunca ve savaştan bu yana kârları işçi ücretlerine oranla karşılaştırılamayacak oranda arttı. Bu, sadece ABD’li kapitalistlerin değil tüm kapitalist ülkelerin gerçeğidir. Her yerde kapitalistler işçilerin emek-ürününün yaklaşık yarısına el koyarak ülkenin ulusal gelirinin yarısına sahip çıkıyorlar. Oysa sosyalist toplumda ulusal gelirin tamamı ortak zenginliğe dâhildir.
Kapitalist soygunculuğu sosyalist rejimdeki ücret farklılığına benzetmeye çalışmak demagojilerin en kirlisi olarak karşımıza çıkıyor. SSCB’deki ücret farklılığı sadece ve sadece çalışmadaki ustalık derecesine bağlıdır. Bununla birlikte SSCB’deki ücretler arasında farklılık kapitalist ülkelerdekilerle karşılaştırılamayacak düzeydedir.
Kapitalist rejimde işçiler; kalifiye işçilerden oluşan bir çalışanlar kitlesinden hiçbir çıkarı olmayan patronlara karşı “yükselmek”, “kalifiye” hale gelmek için çetin bir mücadele veriyorlar. İşçilerin yükselmesi ve idareci hale gelmesinin önü kesilmiştir ve bunun ancak sistemin ayakta durmasına hizmet edecek miktarına izin verilir.
Sosyalist rejimde ise kalifiye hale gelip işinde yükselmek bir işçi için mücadele ile söküp alınabilecek bir hak değil, ona garantilenmiş bir haktır, onun ötesinde hatta bu ulusal bir görevdir de. Çünkü komünizmin büyük tarihi eseri olan insanlığın doğaya karşı zaferini, “herkese ihtiyacına göre” sloganını hayata geçirebilmek için yeterince üretmek gerekmektedir. Bu da kalifiye bir işçiliğe, makinelerin insanların yerini aldığı dolayısıyla insanın daha da özgürleştiği çalışma biçimlerinin geliştirilmesini zorunlu kılar, işinde ustalaşmanın ulusal bir görev olduğunu söylemiştik. Ancak bu görev rahat çalışma ve yaşama koşullarının sağlandığı koşullarda yerine getirilmektedir, işinde mükemmelleşmesinin engellenmesi bir yana buna teşvik edilen işçiler arasındaki ücret farklılığı sadece bunun aracıdır.
Kalifikasyon teriminin bile anlamı sosyalizmde daha geniş boyutludur. Terim sadece belirli bir işte ustalaşmak anlamını taşımıyor aynı zamanda ilgili çalışma alanında çalışma metotlarının geliştirilmesi çabası ve yeteneğini de içeriyor. Her Sovyet işçisi yarı yarıya mühendis sayılır (bazen tam bir mühendis) teknik bir buluş sayesinde eskiden elle yapılan bir işin artık makineyle yapılmaya başlanması ya da eskiye oranla kolaylaşması, eskiden işi yapan işçiyi başka bir iş yapmak üzere serbest bırakırken işçinin üretkenliğini artırarak ücretinin de artmasına neden olur.
SSCB’de üretimin ve üretkenliğin artışı, ücret farklılığının kalifikasyona bağlı olduğunu yeterince kanıtlıyor. Kalifikasyona bağlı ücret farklılığı, üretimde insan emeğine olan ihtiyacı azaltacak biçimde çalışma metotlarının geliştirilmesini ve neticede insanın özgürleşmesini teşvik ediyor.
Stakhanovculuk, teknik ilerleme çabasını atölye ve işletmelerin tamamını saracak biçimde genişletti. Her bir işçi diğerlerine deneyimlerini aktarıyor, bu deneyim birikiminin sonucunda gerçekleşen her teknik ilerleme işçinin kalifikasyon basamaklarını tırmanmasına ve dolayısıyla ücretinin artışına müsaade etmektedir. Elbette bütün teknik buluşlar zaman geçirmeden ülke çapında uygulamaya konulmaktadır.
Sovyet düşmanı propagandacılar işte tam da bu noktada yeni bir burjuva sınıfın doğacağına inanıyor. Burjuva sınıfın sınırları belirsiz değildir, kavga kaçkını birkaç hainden başkasının bu sınıfa dahil olması mümkün değildir. Öte yandan burjuva sınıf eldeki imtiyazlarını koruma çabası içinde birbirini yemektedir.
3000 ya da 5000 ruble ücret alanlar 1000 ruble ücret alanlara oranla ayrı bir toplumsal sınıf oluşturmuyorlar. Nasıl ki ünlü yazarlar henüz yazar olmayan ya da ünlü olmayan insanlara karşı ayrı bir toplumsal sınıf oluşturmuyorlarsa. SSCB’de hiç kimse yönetici ya da müdür olarak doğmaz, fakat olma şansı her zaman vardır. Ya da diğer deyişle hiç kimse alnında “düz işçi” ya da “hizmetçi” etiketi ile doğmamıştır.
Yöneticilerinden daha fazla ücret alan çok sayıda işçi var ülkemizde (Kapitalist bir ülkede ise bunun hayali bile mümkün değildir). Sosyalist toplumda yöneticilik, alınan büyük bir maaş sayesinde edinilen toplumsal bir mevki değildir. Ücreti belirleyen sadece yapılan işin miktarı ve kalitesidir. Herkes kendini ücretindeki ilerleme ile değerlendirir. Ücret basamaklarından çıkmak için ne özel bir yeteneğe ne de torpile ihtiyaç vardır. Bunun için devletin ve fabrikaların işçilerin hizmetine sunduğu geniş araştırma imkânlarından yararlanmayı istemek yeterlidir.
İşte SSCB’deki ücret farklılığının mantığı budur ve işte size birkaç örnek:
Kolhozda çalışan bir tarım işçisinin oğlu kendini mekanik alanında yetenekli hissediyor. 15 yaşındayken eğitim amacıyla Moskova’ya gidiyor ve TSF’nin okullarından birine kaydoluyor. Kendisine kalacak yer sağlanıyor, yiyecek ve giyecek ihtiyaçları gideriliyor, sinema, tiyatro vs.ye de gidebilsin diye bir miktar da cep harçlığı veriliyor. 17 yaşındayken TSF’ye ait bir fabrikada, yaşının küçüklüğünden dolayı günde sadece 6 saat çalışması karşılığında 700 ruble aylık ücretle işe başlıyor.
Başka bir genç de hiçbir mesleki eğitim görmeden bir otomobil fabrikasında 500 ruble ücretle işe başlıyor. Çalışması boyunca teknik eğitim alıyor, teknik bir okula devam ediyor. Birkaç ay içinde edindiği teknik eğitim sayesinde ücret basamaklarını hızla çıkıyor ve ücreti 500 rubleden 700’e yükseliyor.
Ücretlerin ustalığa göre derecelendirilmesi elbette sektörden sektöre farklılık göstermektedir. Örneğin Moskova’daki transformatör fabrikasındaki tesviyecilerin ortalama ücretleri 3000 ruble civarında dalgalanmaktadır (“Dalgalanıyor” diyoruz çünkü ücretlerin üzerine eklenen primler yüzünden aydan aya alınan ücretler değişmektedir). Ülke ekonomisinin belkemiğini oluşturan maden üretiminde çalışan madenciler sadece çok zor bir iş gerçekleştirmekle kalmıyorlar, ekonomide önemli bir rol oynamanın da getirdiği bir sorumluluktan dolayı en yüksek ücreti alıyorlar. Ortalama kalifikasyonu olan bir maden işçisi 3000–4000 ruble arasında ücret alırken, bu ücretler işçinin ustalık derecesine göre 5000–6000 rubleye çıkmaktadır ve böylesi örnekler de az değildir. Sıkça rastlanan biçimin aksine, ülkemizde aile bütçesi sadece erkeğin kazancına bağlı değildir. Karı ve kocanın birlikte kazandıkları aile bütçesini oluşturur ve çoğu durumda kadın erkekten daha fazla kazanır. Örneğin bir ailede erkek kuafördür ve ayda 1000 ruble kazanırken kadın tekstil fabrikasında çalışıyor ve ustalık derecesine göre 1000–2000 ruble kazanıyor, hele bir de Stakhanovcu ise daha fazla kazanması da mümkündür.
Ücret farklılığının dayandığı prensipler Moskova’da, Taşkent’te, Ukrayna’da, Moğolistan’da tamamen aynıdır. Bu prensipler şehirlerde olduğu kadar kırlarda da geçerlidir. Endüstri alanında ya da toprakta çalışırken üretkenlik teknik ve bilimsel kalifikasyonu zorunlu kılar. Michourine ve Lyssenko’da görülen Sovyet tarımı mikroskobik araştırmalar, karmaşık tarım makineleri çağının ürünüdür. Kolhozdaki tarım işçileri de endüstri işçileri gibi olumlu bir rekabet içerisindedirler ve çıkardıkları işin kalitesine göre ücret almaktadırlar. Bunun sonucunda da elbette basamakları bir bir çıkma hakkına sahip oluyorlar. (Bu bir haktan çok ulusal bir görevdir.)
Kolhoz işçileri kaliteli bir üretimle elbette sahip oldukları zenginliği geliştirdiklerinin farkındadırlar. SSCB’nin hiçbir köyü, yaşamın giderek çekilmez hale geldiği, tefecilerin köylüyü soyup soğana çevirdiği, kalanına da devletin vergi adı altında el koyduğu, küçük işletmelerin büyük tröstlerce yutulduğu, giderek sefalet içinde yüzen bir kır proletaryasının oluştuğu Batılı denilen ülkelerin köyleriyle karşılaştırılamaz. Aynı biçimde ABD’de sigorta şirketlerinin elinde ipotek edilmiş durumda olan çiftliklerin temsil ettiği değer 1930’da 30 milyon dolar iken 1940’da bu değer 600 milyon dolara yükselmiştir.
SSCB’DE FİYATLAR
Tekrar alım gücü meselesine dönüyoruz. Daha önce “tüketimin” ekmek, yağ, vb. gibi maddelerle hesaplanıp rakamlarla ifade edilemeyen hizmetlerin genel olarak tüketime dâhil edilmemesindeki saçmalığa değinmiştik.
Şehirdeki olsun, kırdaki olsun Sovyet işçisi gelirinin tamamını “tüketime” harcar. Bu tüketime kitap, tiyatro, konser vs. gibi tüketimleri de dâhildir. Ne çocuğunu okutmak için, ne tatil için, ne hastalık için, ne ilaçlar için ne de yaşlılık için gelirinden kısıp para biriktirmesine gerek yoktur. Yaşlanınca bakım ve ihtiyaçları sosyal sigortalar tarafından garantilenmiştir. Genel olarak ülkede görüntü böyledir.
İşte size genel olarak en fazla tüketilen birkaç temel maddenin fiyatı: Patates, kilosu 80–50 kopek, tereyağı 64 ruble, Margarin 44 ruble, şeker 15 ruble, kahve 75 ruble, sığır eti (1. kalite) 30 ruble, yumurta (10 adet) 12 ruble, süt litresi 3 ruble, bir çift kaliteli ayakkabı 260 ruble (100–150 rubleye de bulmak mümkün ancak kalitesi daha düşüktür.), erkek takım elbisesi 430 ruble, çorap 7 ruble, plakçalar 900 ruble, Radyo 600 ruble, kol saati 900 ruble.
Bu fiyatlar neyi gösteriyor?
Bu fiyatlar, işçinin aldığı ücretle oranlanırsa elde edilecek sonuç elbette Fransa’dakinden daha elverişsiz olacaktır. Ayrıca barınma için işletmelere ait lojmanlara ödenen günde iki öğün yemek de dâhil 250–300 ruble kirayı da eklemek gerekir. Çocuk kreşleri ve çocuk bahçeleri eğer tamamen ücretsiz değilse, yemek dâhil olmak üzere ayda 80 rubleyi geçmez.
Fakat asıl önemli olan savaşın sonuçlanmasından bu yana ücretler sürekli yükselirken fiyatların giderek düşmesidir. Şu ana kadar gerçek ücretler geçen yıla oranla iki kattan fazla arttı.
Ulusal gelirin istikrarlı bir biçimde artmasının nasıl bir yandan ücretlerin artmasına (işçinin kalifikasyonunun sağladığı artışın dışında) öte yandan da fiyatların istikrarlı bir biçimde düşmesine neden olduğunu göstermiştik. Tartışmacılara 1 yıl sonra bugün için randevu veriyoruz. Bizim ülkemizde ve sizin ülkenizde ücretlerin ve fiyatların nasıl bir değişim çizgisi izlediğini karşılaştıralım:
SSCB, savaştan sonra yiyeceklerin karne ile dağıtılmasına son veren ilk ülkedir ve hemen ardından da 16 Kasım 1947’de ve 10 Nisan 1948’de art arda fiyatları topyekûn indirmiştir.
Hâlbuki Batılı ülkelerde işçilerin artan fiyatlar karşısında ücretlerini buna uydurabilmek için büyük ve çetin bir mücadele vermeleri gerekirken SSCB’de ücretlerin artışı ile aynı anda fiyatlar düşmektedir.
Öte yandan SSCB’nin savaş boyunca uğradığı yıkım, diğer ülkelerin uğradığından daha fazlaydı ve onu diğer ülkelerden daha geri bir noktaya götürmüştü. Elbette bunlar bilinen şeyler, ancak insanın hayal gücü SSCB’nin kaybettiklerinin onun için ne anlama geldiğini kavramaya yetenekli midir?
1710 şehir, 70000 köy, 6000000, 98000 kolhoz, 1876 sovhoz, 31850 endüstriyel işletme, 2890 makine ve traktör istasyonu, 65000 km demiryolu, 4100 tren garı, 36000 PTT bürosu, 40000 hastane, 84000 okul ve diğer eğitim tesisi, 43000 halk kütüphanesi yıkıldı. 7 milyon at, 17 milyon baş sığır, 20 milyon baş domuz, 27 milyon baş koyun, 110 milyon baş kümes hayvanı ya telef oldu, kesildi ya da çalınıp Almanya’ya götürüldü. 25 milyon vatandaşımız evsiz kaldı.
‘Ölçüyü kaçıran Andre Pierre 16 Kasım’da yayınlanan ve fiyatların toptan indirildiği kararnameden 4 ay sonra yayınladığı işte bu makalesinde alaycı bir biçimde Sovyet hükümetinin ya da halkının (hangisinin muhatap olacağını da bilmiyor) verdiği sözleri yerine getiremediğini söylüyor. Çünkü 16 Kasım kararnamesinde açılması kararlaştırılan mağaza sayısı, Çelyabinsk’de 113 iken bu sayı 72’de kaldı, aynı biçimde Kuybişev’de de 85 yerine 66 mağaza açılabildi.
Harabeye dönen SSCB yeniden doğdu. Ülkeyi yeniden inşa etmek için canla başla çalışıldı. Hangi kapitalist ülkede savaştan üç yıl sonra benzer bir çalışma ve ilerleme kaydedildi. Evet, Kuybişev’de 85 yerine 66 mağaza açılmış olabilir. Bu gecikmeden Sovyet halkı, kapitalist ülkelerin kendi ülkelerindeki daha önemli gecikmelerden duydukları üzüntüden bin kat daha fazla üzüntü duymuştur.
SSCB yanmış yıkılmışken yeniden ayakları üzerine dikildi. Daha şimdiden savaş öncesi üretim düzeyini aştı. Kır ve kent işçileri her türlü ihtiyaçları giderilmiş sıkıntıdan uzak bir yaşam sürüyorlar
Fakat SSCB’de işçilerin kaygısız bir yaşantıdan başka şeyleri de var. Birbirlerine olan güvenlerinin yol açtığı başarılarından ve perspektiflerinden gurur duyan Sovyet halkı mutlu ve güzel yarınlarını inşa ediyor.
Çeviren: Hüseyin Saydam
Aralık 1998