23-28 Ocak 2003’te Dünya Sosyal Forumlarının üçüncüsü Brezilya’nın Porto Alegre kentinde toplandı. Dünyada ve Türkiye’de basın yayın organları toplantıyı duyurdu. Bu yazı, Forumu emekçilerin iktidar ve sosyalizm davası açısından değerlendirme denemesidir.
Dünya Sosyal Forumu düzenleme fikri, 1990’ların sonunda Dünya Ticaret Örgütü ve Uluslar Arası Para Fonu’nun zirve toplantılarının yapıldığı kentlerde bu kuruluşların faaliyetleri aleyhinde bir dizi gösteri eyleminden sonra, 2000 yılında dünya sisteminin merkez devletlerinin, çok uluslu şirketlerinin ve uluslararası finans kurumlarının Davos’ta yaptıkları Dünya Ekonomik Forumuna karşı bir toplantı düzenleme eyleminde doğdu. 2001, 2002 ve 2003 yılı Ocak aylarında Brezilya’nın güneyindeki Porto Alegre kentinde Dünya Sosyal Forumları toplandı.
Forum -adı üzerinde- bir örgüt değildir. Demokratik kitle örgütlerinin forumudur, yani tartışma toplantısıdır. Forum, bir hareket olarak ivme kazanmış gibidir. Dünya Forumu’na paralel, bölgesel sosyal forumlar ve ülke sosyal forumları yapılmaktadır. 23-28 Ocak 2003’te yapılan Üçüncü Dünya Sosyal Forumu’na katılımcı, gazeteci, izleyici ve başka statülerde yüz bin kişinin iştirak ettiği tahmin edilmektedir. Faaliyetler kapsamında 1286 çalıştay (tartışma toplantısı), 114 seminer, 36 tartışma paneli, 10 konferans ve dört “yuvarlak masa tartışması” vardı. Bunlara ilâveten yirmi iki adet “mücadele tanıklığı” -mücadelede sivrilmiş kişilerin tecrübelerini naklettikleri sunuşlar- vardı. Bu sunuşlardan birini Arjantinli devrimci Ernesto (Che) Guevara’nın kızı Aleida Guevara yaptı.
Dünya Sosyal Forumu Uluslararası Kurulu, 2003 Forumundaki çalıştaylar ve diğer toplantılar için beş ana tartışma alanı belirledi. Bunlar (1) demokratik sürdürebilir kalkınma, (2) değerler, insan hakları, çeşitlilik ve eşitlik, (3) medya, kültür ve bu alanda hegemonyaya karşı mücadele, (4) siyasî iktidar, sivil toplum ve demokrasi, (5) uluslararası düzende demokrasi, militarizme karşı ve barış için mücadele idi.
Forumu düzenleyenlerin genel amacını anlamak için, Dünya Sosyal Forumu Uluslararası Kurulunun 10 Temmuz 2001’de kabul ettiği ilkelere göz atmakta fayda vardır. Bu ilkeleri, aslındaki ifadelere sadık kalarak, şöyle özetleyebiliriz: Forum, “neoliberalizme, sermayenin tahakkümüne ve her türlü emperyalizme karşı olan, ve insanlıkla yerküre arasında üretken ilişkiler kurmuş bir dünya toplumu yaratma iradesinde olan sivil toplum hareketlerinin” bir tartışma, öneri geliştirme, temas kurma toplantısıdır. Forumda geliştirilen öneriler, çok uluslu şirketlerin ve onları destekleyen millî devletlerin ve uluslararası kuruluşların emrindeki küreselleşme sürecine karşı olacaktır. İnsan haklarına saygılı, sosyal adaleti, eşitliği ve halkların egemenliğini geliştiren uluslararası demokratik kurumlaşmayı savunacaktır. Foruma devlet temsilcileri, siyasî partiler veya askerî örgütler katılamaz. Forumda tartışan örgütler kararlar alabilir, beyannameler imzalayabilir; ama hiçbir katılımcı grup, bütün Forum adına belge hazırlayamaz; Forumda bir görüş hâkimiyeti mücadelesi olmayacaktır. Forum ekonomi, kalkınma ve tarih konusunda totaliter ve indirgemeci görüşlere karşıdır. Forum, devletin toplumu kontrol etmek için şiddet kullanmasına karşıdır. Forum katılımcı demokrasiyi, insan haklarını, barışı, milliyetler arası, cinsler arası ve halklar arası eşitliği ve dayanışmayı savunur ve insanın insana tahakküm etmesine ve kullaştırmasına karşıdır. Forum, sermayenin egemenliğinin mekanizma ve araçlarını tartışma, ve kapitalist küreselleşmenin ülkelerde ve ülkeler arasında yol açtığı dışlama ve toplumsal eşitsizlik, ırkçılık, cinsiyetçilik ve çevre tahribi sorunlarını çözecek seçenekleri tartışma alanıdır…
Bu özet, Forumun on dört maddeden oluşan ilkelerinin özünü vermektedir. Foruma katılanlar çoğunlukla sendikalar, köylü örgütleri, meslek örgütleri, kadın hakları örgütleri, çevreci örgütler, sosyal yardım vakıflarıdır. Ancak resmen programlanmış çalıştayların ve diğer toplantıların dışında, Forum sırasında yapılan yürüyüşlerde, gösterilerde ve açık mekânlarda siyasî partiler de kendilerini göstermekte, propaganda yapabilmektedir.
Enternasyonallerden Foruma
Dünya Sosyal Forumu’nu değerlendirebilmek için dünya kapitalist sistemine karşı uluslararası mücadele tarihinde bir yere oturtmak ve bu forum noktasına nasıl geldiğini saptamak faydalı olabilir.
Kapitalizme ve emperyalizme karşı işçi sınıfının uluslararası dayanışma çabalarının geçmişinde öncelikle -asıl adı “Uluslararası İşçi Derneği” olan- Birinci Enternasyonal’i (1864-76), İkinci ‘Sosyalist’ Enternasyonal’i (1889-) ve Üçüncü ‘Komünist’ Enternasyonal’i (1919-1943) saymak gerekir. İkinci ve Üçüncü Enternasyonaller işçi sınıfı partilerinin ortak siyaset belirlemek için kurduğu örgütlerdi.
İkinci Dünya Harbi’nden sonra kapitalist dünya sisteminin merkez ülkelerine karşı çevre ülkelerde devlet düzeyinde dayanışma örnekleri görüldü. Bu bağlamda Bandung Konferansını ve Bağlantısız Ülkeler Hareketi’ni hatırlamak gerekir. İkinci Dünya Harbi’nden önce ve sonrasında (sosyalist ülkelerin desteğiyle) müstemleke halklarının bağımsızlık mücadeleleri dünyayı sarmıştı. Harpten sonra bağımsızlığına kavuşan ülkelerden yirmi dokuz Asya ve Afrika ülkesinin temsilcileri, dünya sisteminin baskılarına karşı bağımsızlıklarını koruma ve kalkınma ortak davasında dayanışmak amacıyla 1955 yılında Endonezya’nın Bandung şehrinde bir konferansta toplandı. Bu konferansta kalkınmak için kendi aralarında yardımlaşmaya karar verdiler ve dünya ticaretinde ortak menfaatlerini korumak için merkez ülkelere ortak taleplerde bulundular.
1961’de Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkeleri Bağlantısızlar Hareketi’ni başlattı. Bağlantısızlık, ABD etrafında oluşan ittifak ile ve SSCB etrafında oluşan ittifak ile bağlantılı olmamak anlamına gelmekte idi ise de, dayanışması esas itibariyle emperyalist devletlere karşı idi. Bu hareketin başını Mısır, Hindistan, Yugoslavya, Endonezya ve bazı Afrika ülkeleri çekti. Bağlantısızlar Hareketi, Bandung’da alınan kararları uygulamaya koymak için gayret etti. Bu gayretlerin neticesinde Birleşmiş Milletler 1960’ları “Kalkınma Onyılı” ilân etti ve 1961’de Birleşmiş Milletler’in birinci Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) toplandı.
Çevre devletlerinde egemen burjuva sınıfların bağımsızlık, kalkınma, sosyal adalet gibi hedefleri benimsemesi ve emperyalizme karşı ihtiyatlı tavır göstermesi hem bu ülkelerin müstemlekelikten (siyasî bağımdan) yeni kurtulmuş olmasından hem de kurtuluş mücadelelerinin yükünü emekçilerin çekmesi sebebiyle onların siyasî ağırlığının artmış olmasındandı. Ancak burjuvaların emekçilerle bu hedeflerde uzlaşmasında sosyalizmin dünyada kazandığı başarılar da belirleyici bir önem taşıyordu. Zira SSCB ve Çin’in sunduğu örnekler, çevre ülke emekçilerinin gözünde cazip bir toplumsal proje teşkil ettiğinden çevre ülkelerinin burjuvaları ülkelerinde sosyalizmi önlemek için kendi emekçi sınıflarının talep ve özlemlerini hesaba katmak mecburiyetini hissetmekte idi.
1973’te Arap ülkeleri, Yom Kippur Harbi denilen Arap-İsrail Harbinde İsrail’i destekleyen emperyalist devletlere petrol ihraç ambargosu uyguladı. 1973’te petrol ihraç eden ülkeler teşkilatının (OPEC) bundan yararlanarak petrol fiyatlarını kontrol altına alıp artırması diğer çevre ülkelere örnek oldu. Yetmiş yedi çevre ülkesinden oluşan Yetmiş Yediler Grubu, dünya ticaretini fakir ülkeler lehine yeniden düzenleme ümidi ile bir “Yeni Uluslararası İktisadî Düzen” projesi geliştirdi.
Özetle, 1945-1970 yılları çevre ülkelerin dünya siyaset sahnesinde birlikte davrandığı ve dünya iktisadî sisteminin bazı etkilerini sınırlayarak iyi kötü millî kalkınma politikaları uygulayabildikleri bir dönemdi. Örneğin çevre ülke devletlerinin ithalatı kontrol etmesine, yabancı şirketlerin yatırımlarında şartlar koşmasına merkez ülkeler itiraz edememekte idi.
Ancak petrol ihracatçısı çevre ülkelerin petrol zamlarına ve merkez ülkelerde işçi sınıfının 1968’de artan ücret taleplerine karşı merkez ülkelerin sermayedar sınıfları 1970’lerde harekete geçti. ABD’de Reagan ve İngiltere’de Thatcher iktidarlarının uyguladığı ekonomiyi daraltıcı politikalar işsizliği kasden artırarak kendi emekçilerinin mücadelesini bastırdı. Merkez ülkelerde iktisadî daralma aynı zamanda dünya ticaretini durgunlaştırdı ve tarım ve çevre ülkelerin ihraç ettiği maden ürünlerinin fiyatlarını çökertti. Petrol zamlarından zaten olumsuz etkilenen petrol ithal eden çevre ülkelerinin ihracat gelirleri de kısılınca dış ödeme dengeleri bozuldu ve borçlarını ödeyemez duruma düştüler.
Çevre ülkeleri bu durumda yine işbirliği yaparak borç ödemelerini askıya alabilir ve alacaklıları olan “uluslararası” bankalara karşı birlikte davranabilirlerdi. Ama (Türkiye’de 1980 darbesi ve Özal’ın uygulamalarıyla simgeleşen) siyasî değişiklikler bütün çevre ülkeleri sarmakta idi. SSCB’nin tedricen zayıflaması ve beklenmedik, anî dağılması, Sovyet ülkelerinde ve Çin’de kapitalizme dönüş***, ve bu gelişmeler üzerinde yapılan propaganda, emekçilerinin gözünde sosyalizmin bir toplumsal proje olarak cazibesini zayıflattı, ve sermaye için sosyalizmi tehdit olmaktan çıkardı. Bu sebeple çevre ülkelerde yerli burjuvaların, emekçiler ile millî kalkınma hedefi etrafında oluşan siyasî uzlaşmayı devam ettirmeye ihtiyacı kalmadı. Millî kalkınma doğrultusunda uluslararası iş birliğine de ihtiyaçları kalmadı. Çevre ülke devletleri birer birer dış borçlarını idare etmek için Dünya Bankası’na müracaat etti. Bu banka da yapısal uyum programları adı altında çevre ülkelerde kalkınmacı ve dünya sisteminin etkilerini kısıtlayıcı (ithalat kontrolları, sermaye hareket kontrolları, yabancı sermaye yatırımlarının denetimi, banka kredilerinin kontrolu gibi) hangi politika araçları var idiyse hepsini tasfiye eden süreci başlattı.
Çoğulculuk aldatmacası
Bu kısa tarihçe, günümüzde kapitalist dünya sisteminde çevre ülkelerde egemen burjuva sınıfların millî kalkınma davasından neden vazgeçtiklerini ve çevre devletlerinin uluslararası iktisadî ilişkilerde kendi aralarında dayanışmaktan neden vazgeçip merkez ülkelerle iktisadî bütünleşmeye yöneldiklerini kısmen açıklamaktadır. Ama bu, dünyada kapitalizme karşı mücadelede sosyalizm projesinin yerini neden kapitalizmin toplumsal ve iktisadî tahribatına karşı çıkan “sosyal hareketlerin” aldığını izah etmeğe yetmez. Bunun üzerinde ayrıca durmak gerekmektedir.
Burjuva sınıflar, 1990’larda SSCB’nin dağılmasının, Sovyet ülkeleri ile Çin ve Vietnam gibi ülkelerin kapitalizme dönmesinin yarattığı etkiden yararlanarak hem emekçi sınıfların iktidarı fikrine, hem de sosyalizm fikrine güvensizlik yaymayı başardı. Burjuvalar, bu ülkelerin akıbetini örnek göstererek, emekçi sınıflar iktidarı alsa bile devlette görev yapacak kadroların mutlaka tabakalaşacağı, imtiyazlı bir sınıfa dönüşeceği fikrini yaydılar. Emekçi iktidarı fikrine karşı yaratılan kuşkuyu, ulus devlet çağının geçtiği ve egemenliğin artık ulus devletten mahallî idarelere ve uluslararası (“ulus üstü”) kurumlara devredilmekte olduğu (ve bunun demokratik bir gelişme olduğu) yolundaki propaganda pekiştirdi. Sosyal hareketler (işçiler, köylüler, çevreciler, kadın hakları savunucuları, millî, dinsel, ırksal azınlık haklarını savunanlar vs.), düzene karşı mücadelelerini iktidara yönelerek değil, grev, boykot, kitle gösterileri düzenleyerek, kapitalist toplumun bağrında almaşık toplumsal projeler uygulamağa çalışarak taleplerini kabul ettirme ve haklarını savunma yöntemini esas aldılar.
Beri yandan emperyalist ülkelerin sosyal bilimcileri, “çoğulculuk” ve “kimlik siyaseti” adı altında, kapitalizmin yol açtığı sorunlara karşı mücadeleleri, mücadele alanlarına göre bölmeyi başardı. İnsanların çok kimlikli olduğunu, sınıfsal aidiyetin kimliklerden sadece bir tanesi olduğunu vurguladılar. İnsanın ırkı, dini, milliyeti, cinsiyeti vs. sebebiyle de ezilebileceğini ve mücadelesini ırk, din, milliyet vs. gibi kimlikler temelinde örgütlenerek yürütmesi gerektiğini savundular. Böylece kapitalizmin yol açtığı çeşitli sorunların her birinin ayrı bir mücadele alanı olarak algılanmasını sağlayıp, kapitalizmin yarattığı bütün toplumsal sorunları, sınıf bilinci ile sosyalizme yönelerek tasfiye etme projesini zayıflattılar.
Şüphesiz emperyalizmin bu başarısında yirminci yüzyıldaki sosyalizm tatbikatının çeşitli zaaf ve hataları mevcuttur. SSCB’de ve Çin’de sosyalizmin rahatça tartışılıp savunulamaması (bu ülkelerde sosyalizmi rahatça tasfiye edebilecek bir hâkim sınıfın oluşması ve emekçi kitlelerin sosyalizmi savunamaması bunu göstermektedir); SSCB’de ve başka ülkelerde yetmiş yıllık sosyalist eğitim ve kültürün milliyetçi duyguları tasfiye edememesi; çevre tahribatına ilgisizlik gibi sorunlar sermayedar sınıflara etkili propaganda malzemesi teşkil etti.***
Emperyalizmin bu başarısını Dünya Sosyal Forumu Uluslararası Kurulu’nun yukarıda özetlediğimiz ilkelerinde görmek mümkündür. İlkeler, emekçilerin geçim, demokrasi, özgürlük sorunlarının sermayedar sınıfın düzeninden, ideolojisinden ve iktidarından kaynaklandığının bilincini yansıtmaktadır. Ancak aynı ilkeler arasında çeşitli ifadeler, dünyayı gerçekten değiştirmek için elzem olan asgarî şartların gerçekleşmesine muhalif bir tavrı Forum’a katılanlara dayatmaktadır.
Dünya Sosyal Forumu Uluslararası Kurulu Forum’un, ekonomi, kalkınma ve tarih konusunda “totaliter ve indirgemeci” görüşlere karşı olduğunu kaydetmiştir. Tarihî maddeciliği totaliter veya tarihsel gelişmeyi tek sebebe indirgeyen bir görüş olarak tarif etmek çok yanlıştır; ama Forum’un ilkelerinde kastedilenin tarihî maddeciliği kapsadığı sezilmektedir. Pekiyi, gelecekte sosyal hareketlerin tecrübesinin artması ile Forum’a katılanlar arasında tarihî maddeci görüş ağırlık kazanırsa ne olacaktır? Ayrıca, “küreselleşen kapitalizme” karşı mücadele amacı etrafında toplanan Forum’un ekonomi, kalkınma ve tarih konusunda “indirgemeci görüşlere karşı” olduğunu saptamanın pratik faydası nedir?
Forum’u düzenleyenlerin bir ilkesi de, devletin toplumu kontrol etmek için şiddet kullanmasına karşı olmasıdır. Bu, devletin ve iktidarın kendisine karşı olmaktır. Devlet bir sınıfın diğer sınıflar üzerinde hâkimiyet aygıtıdır ve bu hâkimiyet zora dayanır (“iktidar namlunun ucundadır”). Forumun ilkelerini kaleme alanlar devlete ve iktidara yönelmeye karşı çıkmakla, muhalefet mevziinden iktidardaki kapitalist sınıfa kapitalizmi ıslah ettirme hayalini savunmuş olmamakta mıdır?
Forumların geleceği
Dünya Sosyal Forumu Uluslararası Kurulu’nun 10 Temmuz 2001’de kabul ettiği ilkelerdeki çelişkiler, bunun bir uzlaşma metni olduğunu hissettirmektedir. Örneğin Üçüncü Dünya Sosyal Forumu’nda bazı konuşmacılar (örneğin İsviçreli Jean Ziegler) Forum’un kendisini yeni bir dünyanın inşa edildiği bir eylem olarak algılamakta idi. Buna mukabil Mısırlı Semir Emin ve Hintli Prabhat Patnaik gibi başka konuşmacılar ise, işçi köylü ittifakını inşa etmenin gereğini ve çevre ülkelerinin dünya sisteminden huruç etmesi sorununu tartıştı. Forumu düzenleyenlerin içinde çoğulculuk anlayışı uyarınca sosyal hareketlerin bölünmüşlüğünü olağan kabul eden reformcular besbelli çoğunluktadır. Ancak Foruma katılanların çoğunun sınıf iktidarı, devlet ve sosyalizm konularında ne düşündüğü bilinmemektedir, bunu saptamak mümkün değildir. Ayrıca üç yıl içinde Sosyal Forumlara katılanların kapitalist düzeni algılayışındaki değişiklikleri izlemek için -hiç değilse şimdilik- elde veri mevcut değildir.
Dünya Sosyal Forumları, dünyada sınıf mücadelesine öncülük eden Marxçı Leninci partilerin uluslararası konferanslarına elbette ki almaşık değildir. Fakat Forumlar besbelli işçi sınıfının ideolojisini dünya emekçileri arasında yaymak için verimli bir alandır. Bunun için sosyalistlerin böyle bir mücadele yürütmek için hazırlanması ve Forum’a hazırlıklı gitmesi gerekir. Forum’u böyle bir gayrete değer kılan, çok sayıda emekçi kitle örgüt temsilcilerinin bir yerde toplanması, Forum’un sağladığı sesini duyurma ve tartışma imkânıdır. Sosyalistlerin yürüteceği ideolojik çalışmanın içeriği bellidir: çoğulculuk ve kimlik siyasetini eleştirmek ve bölücü etkilerini teşhir etmek, kapitalist dünya sisteminin yol açtığı (ve Forum’da tartışılan) sorunlarının çözümü için emekçi iktidarının ve sosyalizmin gereğini anlatmak ve diğer katılımcıların mücadele tecrübelerini öğrenmek, onların mücadelelerinden ders çıkarmaktır.
Batı, Orta ve Kuzey Avrupa ülkelerinin emperyalist tek bir merkez olarak birleşmesi, ABD’nin cihan hâkimiyetini muhafaza etmek için giderek askerîleşen bir dış siyaset gütmesi ve saldırganlaşması, gerek çevre ülkelerde gerekse merkez ülkelerde emekçilerin sorunlarına daha gerçekçi ve kökten çözümleri benimseyecek hâle gelmesine zemin hazırlamaktadır. Sosyalistlerin bu zemini değerlendirmesi gerekir.
Öte yandan çok uluslu şirketler faaliyetlerini dünyaya yaymakta, merkez ülkeler de “uluslararası kurumlar” (Dünya Ticaret Örgütü, Para Fonu, NATO, OECD vs.) vasıtası ile dünya sisteminin yönetimini birkaç örgütte toplamaya çalışmaktadır. Dünyada sermayenin iktidarını bu merkezîleştirme eğilimine karşı emekçilerin sermayeye karşı mücadelelerini eşgütmenin ve birleştirmenin önemi artmaktadır. Bölgesel sosyal forumlar ve Dünya Sosyal Forumu sosyalistlerin, sınıf bilinçli emekçilerin çalışmasıyla, dağınık tartışma buluşmalarından, kapitalist dünya sisteminin kendisine karşı mücadelede etkili ve pratik eşgüdüm kararlarının alındığı toplantılara dönüşebilir.