Emek Gençliği

Tekelci sermayedarlar arası çelişkilerin keskinleştiği, çıkar kavgalarının sertleştiği dönemler emperyalist-kapitalist sistemin çıkmazlarının daha da belirginleştiği dönemlerdir. Tekellerin birbirleriyle giriştikleri dalaştan emekçilerin payına düşen ise daha fazla sömürü, yoksulluk ve savaşlardır. Ancak böylesi dönemler, aynı zamanda, sisteme ve onun yarattığı değerlere olan inancın gitgide zayıfladığı ve emekçilerin bilinçli bilinçsiz sistemden kopmaya başladığı bir süreci de içinde barındırır. Emeklerinin karşılığını almak için, adalet, eşitlik ve insanca bir yaşam için sistemin karşısına çıkanlar sermayenin saldırganlığı ile yüz yüze gelir. Bu saldırganlığın türü dönem dönem değişse de kirli oyunlar, kanlı saldırılar ve ideolojik kuşatma sermayenin her daim kullandığı silahlardır. Bu silahları kullanırken amaç öncelikle başkaldırıyı durdurmaktır. Ancak esas belirleyici olan, sermayedarların geleceklerini garanti altına alacak tedbirleri alma hesabıdır. Toplumsal bir düzenin ayakta kalabilmesi için toplumun asıl ağırlığını oluşturan halkın büyük bir çoğunluğunun, düzene dair beklentilerinin, umutlarının ve inançlarının olması gerekir. İşte bu nedenle darbelerle, katliamlarla, baskılarla, gidişata karşı duranlara saldıran sermaye, bununla yetinemez ve ideolojik olarak başkaldırının temellerini ortadan kaldırmaya, sistemi halka zorla özümsetmeye çabalar.
Ancak tüm bu çabalar dönem dönem yaşanan kriz ve bunalımları engelleyemez.
Böylesi dönemlerde toplumun umutlarını tazelemek ve halkı yeni vaatlerle sisteme yeniden kazanmak gerekir. Her sefer sermaye kapitalist sistemi ihtiyaçları doğrultusunda yeniden biçimlendirir, kavram ve değerleri yeniden tarif eder ve özünde aynı sistemi ‘yeni’ diye sunar. Bu, çok yönlü bir kuşatmadır. İktidar aygıtından başlar; eğitim anlayışıyla, medyayla ve yaşamın tüm alanlarında “yeni tarif”in ihtiyaçları üzerinden çok yönlü bir propaganda yürütülür.
Bu propagandanın merkez üssünü ise bilim adamları, üniversiteler oluşturur. Ülkenin en aydın kesimini barındıran, toplumun özelliklerinde belirleyici ve değiştirici etkisi olan üniversitelerde, geleceğin aydın kuşakları sermayenin ihtiyacı olan fikir ve yaşam anlayışıyla donatılır.
Tüm bunlarla birlikte, “4. güç” diye de adlandırılan ve sermayenin dayattığı fikirleri halklara empoze etmek, kimi zaman yapay gündemler yaratarak, kimi zaman görmezden gelerek ya da çarpıtarak gerçekleri ters yüz etmek yahut unutturmak görevini üstlenen medya tekelci sermayedarların en önemli silahlarından biridir.
Bu yazının konusu da, en önemli ideolojik saldırı üssü diye tarif ettiğimiz üniversitelerde, en güçlü saldırı silahı olan medyanın yeri, işlevi ve bu saldırıyı, kuşatmayı kıracak bir güç olarak emekçi basının nasıl kullanılacağı sorunudur.

Öncelikle üniversite gençliğinin içerisinde bulunduğu durum ve üniversitelerdeki ideolojik tahakkümün boyutlarını ve sonuçlarını incelemek gerekecektir.
’68 ve ’80 yılları arası ülkemiz açısından, üniversite gençliğinin, toplumsal sorunlara müdahale eder bir güç olarak emperyalistlerin karşısına dikildiği bir dönem olması özelliğiyle dikkat çekicidir. Geniş bir kesimin hareketin içinde olduğu bu dönemde en belirleyici nokta, gençliğin toplumsal sorunlara duyarlılığı ve politikaya yakın oluşudur. Bu dönem, gençliğin tekelci egemenler açısından ne kadar ciddi bir tehdit oluşturabileceğini de göstermiştir. ’80 12 Eylül darbesi ve arkasından uygulamaya konulan neo-liberal politikalarla, bir yandan emperyalistlerin çıkarlarına göre ülke yapılandırılırken, bir yandan da gençliği sistemin karşısına çıkaracak tüm özelliklerinden arındırmayı hedefleyen bir kültürel-ideolojik kuşatma başlatılmıştır. Eğitim müfredatı değiştirilmiş, tek yanlı, skolastik ve sistem savunucusu bir bilim anlayışı yerleştirilmiştir. Üniversitenin idaresi ve yönetim anlayışı da buna uygun düzenlenmiştir. Bir yandan da, bireyci, bencil, toplumsal sorunlarla ilgilenmeyen, gelişmelere müdahale edecek gücü kendisinde görmeyen apolitik gençler yaratmanın ince hesapları yapılmış ve hayata geçirilmiştir.
Üniversitelerde bu saldırının başarı kazandığı ve birkaç örnek dışında ciddi bir hareketlenmenin olmadığını söyleyebiliriz. Fakat neo-liberal politikaların vaatlerinin ve yarattığı pembe tablonun kısa sürede çökmesi, sıkışan emperyalizmin çirkin yüzünü gizleyemez bir halde azgın bir saldırıya girişmesi (Avrupa’da emekçilerin tüm kazanımları bir bir geri alınıyor, dünyanın dört bir yanı çatışmalar ve açlıkla yüz yüze, üçüncü bir dünya savaşına doğru hızla ilerleniyor…), gençliğin geleceğe dair tüm umutlarının bu çöküntünün altında kalması, Irak Savaşı döneminde patlayan emperyalizme karşı öfkenin dayanakları olmuştur. Grevlerde, eylemlerde, boykotlarda gençliğin dikkat çekici katılımı, aynı zamanda içine girdikleri arayışın, yüzünü emperyalizm karşıtlığına dönüşün ve sistemden kopuşmanın da işaretidir.
Elbette ki bu gelişmeler, tekelci sermaye ve burjuva devlet tarafından da gözlenmekte ve sisteme dair beklentisi kalmayan kesimleri yeniden kazanmada emperyalistler, eski “tarafsız habercilik” düsturunu bir yana atan günlük bir propaganda aracına ihtiyaç duymaktadır. İşte bunun adı medyadır. Medya araçları içerisinde ise asli olanı, TV kanallarının yanı sıra gazetedir. (Neden özellikle gazete sorusunun cevabı gazetenin yeniden örgütlenmesi broşüründe yer alıyor olması nedeniyle açıklanmadan geçilmektedir.)
Tekelci burjuvazinin politikalarının halka benimsetilmesinde bir şırınga görevi gören TV kanalları ve farklı adlarıyla burjuva gerici gazete, düşünceleri, duygu ve özlemleri dahi yönlendiren bir güç olarak kullanılmaktadır.
IMF anlaşmalarını kurtuluş olarak sunma işini medya ve en başta TV ve gazete yapmıştır. IMF programı çöküp halkın öfkesi IMF’ye yönelince, yeni umut diye AB’yi cilalama işini de burjuva TV ve gazete yapmıştır. Derviş’i önce kahraman yapıp tekelci sermayedarların şimdilik ihtiyacı kalmadığında ise yerin dibine sokan yine medyadır. Yahut Tayyip Erdoğan’a önce açık bir saldırı başlatan, seçim döneminde ise iktidara götüren de medyadır, gazetedir. Elbette ki bu işi özünde sermaye takımı yapmaktadır, ancak 24 saat yayın yapan TV kanalları ve burjuva günlük gazete politikaların halka ulaştığı araçtır. Ve halka dayatılan gerici iradeyi örgütleme, bir fikri birlik yaratma işini tekelci medya, gerici gazete üstlenir.
Bu işe üniversitelerde daha fazla önem verilmektedir. En güçlü burjuva gazeteleri “üniversite özel” ibaresiyle, ucuza, üniversite gençliğine pazarlanmaktadır. Özellikle de aydın ve demokrat kesime “özel” çıkarılan Radikal, Cumhuriyet gibi gazeteler üniversitelere yönelik özel bir yayın politikası da izlemektedir. Çıkardıkları ekler, muhalif hareketlere dar da olsa yer verilerek demokrat gençlerin bu gazeteleri tercih etmelerini sağlamayı ve bu şekilde gençliğin muhalefetini “emme”yi hedeflemektedir.
Savaş döneminde emperyalizm karşıtı bir çizgideymiş izlenimi veren Cumhuriyet, emperyalizmin ülkemizdeki saldırganlığının simgelerinden biri olmuş Normandy’nin tam sayfa reklamlarını yayınlayacak kadar uluslararası tekellerin ve kuşkusuz emperyalizmin çıkarlarını savunan halka karşı bir yayın çizgisindedir. Hatta Radikal, liberal ve sözde solcu köşe yazarlarıyla utangaç, ama belirgin bir savaş savunusu yapmaktan da geri durmamıştır. Milliyet, Hürriyet, Sabah gibi azılı emperyalizm yanlısı holding basını ise, tekelci sermayenin açık gözcülüğünü yapmaktadır. “Yeşil sermaye”ye dayanan ve dini istismar üzerinden tekellerin politikasını yapan Zaman, Vakit, Yeni Şafak gibi gazetelerin maskesi savaş döneminde bir kez daha düşmüştür.
İşte her gün zehir kusan TV kanallarının yanı sıra bu gazeteler aracılığıyla, gençlik, tekrar ve tekrar sermayenin ihtiyaçları üzerinden biçimlendirilmekte, düşünceleri kuşatılmaktadır.

Üzerinden bu kadar hesap yapılan üniversiteler ülkenin aydın kesimini, dahası geleceğini ifade ediyor olmasıyla tekelci sermayedarların vazgeçemeyeceği bir “kale”dir. Ancak belki de aynı sebeplerden dolayı, bağımsız bir ülke, demokrasi ve sosyalizm açısından olduğu kadar bizzat gençliğin kendisinin de geleceği açısından üniversiteler çok önemli bir yer tutmaktadır.
Üniversite gençliği, işçi sınıfının mücadelesinin ileri militan güçlerinin ve ideolojik silahla en iyi donanmış devrimcilerin yaratılabildiği/yaratılabileceği kesimlerdir. Üniversite gençliği, mücadelenin yükseldiği dönemlerde en hızlı harekete geçen gençlik kesimidir aynı zamanda. Genç işçi-işsiz kuşaklara sosyalizm fikrinin taşıyıcısı da olacak üniversite gençliğinin sınıfın partisinde örgütlenmesi, gençliğin geleceğini kazanması mücadelesi açısından olduğu kadar, işçi sınıfı ve halkın kurtuluş mücadelesi açısından da önemli ve vazgeçilmezdir. Türkiye işçi-emekçilerinin sosyalizm mücadelesinin örgütü olan sınıf partisinin gençlik örgütü Emek Gençliği’nin üniversitedeki rolünü buradan tarif etmek gerekecektir. Örgütlenmesinin temeli olan günlük emekçi basının işlevi ise, bu gerçekten hareketle, sermayenin gençlik üzerinde kurduğu fikri baskıyı kırıp, onu, anti-emperyalizmi de temel bir dayanak edinen sosyalizm fikri etrafında örgütleyebilmek olacaktır.
Emek Gençliği, öğrencilerin kültürel, sportif, akademik ortak üretimlerde bulunabilme, kendini ilgi alanlarında geliştirme ihtiyaçları üzerinden bir araya geldikleri yalnızlaşma ve bireycileşmeyi dayatan liberal kültürün etkilerinin kırılabilmesi için önemli olanaklar sağlayan kol, klüp, toplulukların işlevini yerine getirebilmesi için çalışmalar yürütmektedir.
Öğrencilerde demokrasi kültürünü geliştirecek, üniversitenin yönetiminde söz sahibi olmalarını sağlayacak öğrencilerin öz örgütlülüğü diye nitelendirebileceğimiz ÖTK’lara özel bir önem vermektedir. Ayrıca örgütlü siyasal mücadele vermek eğilimi taşıyan gençleri kucaklamak ve gençliği ve mücadelesini siyasallaştırmak için de siyasal bir örgüt olarak üniversitelerde yer almaktadır. Sınıflardan yükselen günlük bir çalışma yürütmeye çalışmakta, propaganda-ajitasyon faaliyetiyle bir yandan yerel talepler ve sorunlardan tutarak, bir yandan da ülke ve dünya emekçilerinin gündemiyle üniversite gençliğinin gündemlerini birleştirerek çalışmalar yürütmektedir.
Gençlik kitlelerinin düşünce, duygu ve eğilimlerini hiçe sayan sekter bir anlayışa sahip olmayışı, öğrenci gençliğe üstten-dışardan seslenir bir duruşu olmayışı, sınıfın partisinin politikalarının doğru ve devrimci bir karakter taşıyor ve bunun gençlik içindeki çalışmanın tarzına yansıyor olması; üniversite gençliği içerisinde sosyalist mücadeleyi ve yükselen gençlik hareketini kucaklama potansiyeline sahip tek örgütün Emek Gençliği olduğunu gösteriyor. Nitekim formasyon hakkının gaspına karşı yurdun dört bir yanında eylemleri örgütleyen, on binlerce genci alanlara çıkaran Emek Gençliği olmuştur. YÖK Yasa Tasarısı’na karşı mücadeleyi Emek Gençliği başlatmıştır. Yıllar sonra üniversitelerde ilk defa kitlesel, dolayısıyla ciddi bir ders boykotu örgütleyen, Irak savaşı karşısında emperyalizmin hizmetinde bilim yapmayı onuruna yediremeyen bilim adamlarının isyanını üniversitenin gündemine taşıyan yine Emek Gençliği’dir. Emek Gençliği’ne burada örneklediğimiz öncelikleri ve ayrıcalıkları veren hayati derecede önemli bir silah, sınıfın partisinin en başta gençliğe (yukarıda bahsedilenlere ek olarak) sunduğu yaşamsal bir olanak daha var. O da, günlük bir gazeteye sahip oluşumuzdur. Günlük emekçi basınına sahip olan bir örgüt olarak, ülkedeki gelişmeleri sıcağı sıcağına emekçiler cephesinden öğreniyor, gelişmelerin altında yatan hesapları gazetemizden edinebiliyor ve günlük çalışmamızda her gün propagandamızın içeriğini ve yönünü, sınıf partisinin önümüze koyduğu görevleri anında öğrenebiliyoruz. Hem de Türkiye’nin dört bir yanında Emek Gençleri, yüzlerce ve yüzlerce elden aynı işi yapabilecek ve tüm yapılanları merkezi bir yerde toparlayabilecek bir araca sahip.
Bunca olanağı ayaklarımıza seren gazetemiz acaba ne kadar işlevini yerine getirebiliyor? Gazetemizi ne kadar çalışmamızın temeli, örgütlenmemizin bir aracı olarak kullanıyoruz?
Başarılı sonuçlar alınsa da eylem ve etkinliklerin sonrasında Emek Gençliği örgütlerinin en çok tartıştığı konulardan birisi, eylem ve etkinliklerimize kattığımız gençleri örgütlü bir güç haline getiremiyor olmamız. (Ya da çok düşük oranda bunu başarmamız.) Çalışma üzerinden bir araya getirdiğimiz gençleri bir fikir etrafında bir araya getirmekteki tutukluğumuz (ve
örgütlenme konusundaki zaaflarımız) aslında gazeteyi ne kadar kullandığımız ve nasıl algıladığımız sorusunun da bir cevabı ve göstergesi.
Bir düşünün; her sabah koltuğumuzun altında, ülkemizde ve dünyada gelişen tüm belli başlı olaylar, bunları emekçilerin ve gençliğin mücadelesinde nasıl yorumlayacağımız ve kullanacağımızın bilgisi, sınıfın partisinin günlük politikası ve bizlere yüklediği görevler ile, yola çıkıyoruz. Her gün bu şekilde yeniden ve yeniden kuşanıyoruz. Ülkenin dört bir yanında yapılan çalışmalar birer deneyim ve yön gösterici olarak elimizin altında. Marksizm-Leninizmi kuru kitabi dille ezberlemek değil, onu somut durumun somut gerekleri olarak hayata uygulayabilmek, mücadelenin belirlenmiş stratejisini ve taktiğini bu kavrayışla hayata geçirebilmek devrimci olmanın gereğidir. İşte gelişmeleri Marksist-Leninist bir bakış açısıyla mücadelenin bir unsuru olarak her gün elimizin altına getiren gazetemizdir. Dünyada her gün tekrar tekrar bu şekilde silahlanabilen başka bir Marksist örgüt yoktur. Peki, bu ayrıcalığımızı yeterince değerlendirebiliyor muyuz? Günlük ve uzun dönemli çalışmalarımızın yönünü, içeriğini ve araçlarını belirlemede gazetemizi gerektiği gibi kullandığımızı pek söyleyemiyoruz.
Üniversitede, günlük gelişmelerin, Marksist bakış açısından bilgisiyle donanan bir örgüt olarak Emek Gençliği, gençliğe gazeteyi ulaştırdığı oranda da bir fikir –ve kuşkusuz gençliğin örgütlenme- merkezi haline gelecektir. Ancak örgütümüzün gazete satışına bakışı da ciddi zaaflarla doludur. Gazetemiz yenilenmeden önce, gazete satışlarının düşük olması sorununu, bir çok yerde örgütlerimizin gazetenin fiyatının yüksekliğine bağladığını bilmekteyiz. Ancak o zaman da partimizin bize söylediği bir şey vardı. “Gazeteyi örgütlenmenin en temel aracı olarak görmez, buna uygun bir örgütlenme anlayışını oturtamazsak, fiyat düşse de tirajda çok ciddi bir değişim olmayacaktır.” Son birkaç aylık döneme baktığımızda bunun bir gerçek olduğunu bir kez daha gördük.
Gazetemizin üniversitede satışını değerlendirirken iki noktaya dikkat çekmek gerekecektir. Birincisi gazeteyi satış şeklimiz, ikincisi ise gazeteyi gençliğin ilgisini ve dikkatini çekecek bir hale getirebilmede üzerimize düşen görevlerimiz. Burjuva ideolojinin ve yarattığı yoz kültürün karşısına alternatifini, sosyalizmi koymak ve bu fikir etrafında gençleri birleştirmek istiyorsak, bu çekim merkezinin aracı gazete olacaktır. Bunun için, üniversite gençliğinin burjuva basının sermaye yanlısı yayın politikasına mahkum olmasını engellememiz ve Evrensel’i, gerçeğin ve emeğin yanında ve kendi geleceğinin peşinde olan gençlerin tereddütsüz tercih edeceği bir gazete olarak, gençliğe sahiplendirmemiz gereklidir. Burada, gazetenin, içerik ve tarz olarak gençliğe hitap etmesi, önem vermemiz gereken bir nokta. Bir fakülte ya da bölümdeki sosyalist gençlerin ve örgüt birimlerinin, oradaki gençlerin dikkatini gazeteye yönlendirmede kullanabileceği yöntemlerin başında gazeteyi oranın sesi haline getirebilmesi gelir. Bu, şarttır.
Van’da yıllar sonra tekrar faaliyete başlayan öğrenci derneğinin haberi, bir bölümde kapatılan öğrenci topluluğunun haberi, gerçekleşen bir panel, okulda öğrencileri güldüren, kızdıran, sevindiren, tartışma yaratan gelişmeler vs…, bunların hepsi, gazeteye, öğrencilerle, öğretim elemanlarıyla yapılan röportajlarla beslenip yansıtılmalıdır. Öğrencilerin dikkatini çeken, onları yakından ilgilendiren konu tartışmaya açılarak, gazete, bu tartışmanın platformu haline getirilebilir.
Gazeteye yazı yazan, röportaj veren, gazetede kendi sınıfında geçen bir olayı gören, yaptığı tartışmayı gazete üzerinden takip edebilen bir genç için, gazetemiz, ilgi duyacağı, kulak kabartacağı bir platform olacaktır. Örneğin bir fakültede, hoca, derste öğrencilere savaşı tartıştırmak istiyor, birkaç kişi bir şeyler söylüyor, ancak hoca, her gün çocukların öldürülüyor ve bir halkın katlediliyor olması karşısında öfkeli öğrencilere patlıyor. Öğrencilere savaş karşıtı kaç mitinge katıldıklarını yahut küçücük de olsa ne yaptıklarını soruyor ve çok sinirli bir şekilde sorumsuzluklarını, duyarsızlıklarını yüzlerine vuruyor. Ders sonrası arada, bu olayı öğrenciler kendi aralarında konuşurken duydum. Bir grup öğrenci, hocanın söyledikleri karşısında ne kadar utandıklarını, kendilerini ne kadar kötü hissettiklerini anlatıyorlardı. Sadece bu olay bile, o gençlerden ve öğretim görevlisinden alacağımız röportajlar ile savaşa karşı aydın kesimin sorumluluğunu tartışmaya açabileceğimiz bir haberin konusu yapılabilirdi. Bu, hem orada bir anda ortaya çıkan tartışmanın birkaç günde unutulup gitmesini önler, hem de savaşa karşı o fakültede bir fikri bölünme yaratabilirdik.
Öğrencilerin gündemine düşen, etki yaratan yahut tartışma ortamı yaratabilecek gelişmeleri doğru şekilde kullanmayı iyi hesaplayabilen, buradan bir bölünme yaratıp gazeteyi bu fikrin merkezi olarak sunabilen bir örgüt, gazete üzerinden örgütlenmenin en önemli şartlarından birini yerine getirmiş demektir.
Gazeteye her gelişmeye dair düzenli bir haber akışının sağlanması, örgüt ve çalışmamızın merkezi organı diye tarif ettiğimiz gazetemizin, Türkiye’nin dört bir yanındaki en küçük gelişmeden dahi haberdar; Türkiye emekçilerinin, halklarının, gençlerinin ne yaptığı, ne düşündüğü ve ne istediğinin bilgisiyle donanmış bir gazete olması, gençlik örgütümüzün Türkiye emekçilerinin soluduğu havayı aynen soluyabilmesini ve çalışmalarını da bu avantajla sürdürebilmesini sağlayacaktır.
Gazeteye haber akışının sağlanması görevini, örgütümüzün, yalnızca eylem ve etkinliklerin haberini, o etkinliğe katılanların ilgisini dahi çekmeyecek kuru bir dille gazeteye göndermek olarak algılaması; gazetemizin, Türkiye’nin, özelde ise üniversitenin havasını soluyan bir nitelikte olmasının önüne geçmektedir. Ayrıca gazetemiz gençliğin tartışma platformu,
fikir merkezi olacaksa, gazeteye öğrencilerin doğrudan katkılarının ve katılımlarının sağlanması gözden kaçırmamamız gereken bir husus olmalıdır. Mektuplar, karikatürler, denemeler, izlenimler, sanat-edebiyat eleştirileri, araştırma dosyaları, inceleme yazıları vs… Çevremizdeki tüm gençlerden gazeteye katkı sunmalarını istemeliyiz.
Gazetenin satışı meselesi ise, gazeteye haber akışı sorununu bu şekilde kavrayabilmiş bir örgüt için büyük ölçüde çözümlenmiş olacaktır. Ancak yukarıda tarif edilen çalışmaların planlı, programlı ve birimler temelinde yürütülmesi ve gazeteye verdiği röportajla, gönderdiği yazıyla ya da tanık olduğu bir olayın haberiyle gazetemizle ucundan kenarından bile olsa ilişkilenmiş her gence gazetenin götürülmesi çok önemlidir. Ya da gazetede haberi çıkan bölüm/fakülte/kampüs/topluluk vs. herhangi bir alanda, haber üzerinden yaygın bir gazete satışının özel bir planlamayla gerçekleştirilmesi, herhangi bir günkü satıştan daha fazla etki yaratacaktır. Tüm bunların yanında, haftanın bir gününe sıkıştırılmış rasgele yapılan satışlar yerine, günlük takip edilebilir ilişkiler ağı çıkaracak bir günlük satış şekli oluşturmamız şarttır. Elbette ki bu yaygın satışın alternatifi yahut önünde bir engel değildir. Bazı yerlerde uygulanmaya başlanan ve hızla tüm örgütlerimizin oturtması gereken tarz, bu olmalıdır. Her arkadaşımız, her gün kendi gazetesini alırken yanında 2-3 gazete de (bu sayının artırılması hedefiyle) çevresindekilere satmak üzere almalıdır. Bu sayede bir günde satılan gazete sayısı neredeyse haftada bir satılan gazete sayısına ulaşmaktadır. (Gazeteye sağlanan haber akışı, gazeteyle gençler arasında kurduğumuz bağ, yani gazetemizi üniversitelilerin fikri merkezi haline getirecek çalışmalar, bu tarz satışı kolaylaştıracak ve hızla ilerletecek zorunluluklardır.) Ve gazete sattığımız her bir gencin örgütlü mücadeleye kazanılması hedefini gözden kaçırmamamız, ileri gençleri hızla bünyesinde toplayan ve genişleyen bir gençlik örgütü olmamızın önünü de açacaktır. Bu sayede, “onlarca gazete satıyoruz, ama yine aynı kişilerle birlikteyiz” gibi söylenmeler ortadan kalkacaktır.

Emek Gençliği, 21 Mart boykotunda üniversitedeki çalışma tarzı, politik platformu ve mevzilenişi ile üniversite gençlik hareketini kucaklayacak, yeri geldiğinde de tetikleyecek tek örgüt, tek güç durumunda olduğunu bir kez daha göstermiştir. Ancak bazı yerlerde örgütümüz diğer sözde solcu örgütlerle kendini kıyaslamakta ve başarısını dahi buradan belirlemektedir.
Yok ÖDP’den fazlaymışız, yok TKP’ye nasıl boykot örgütleneceğini göstermişiz…. Bunlar doğru olabilir; ancak, işçi sınıfının mücadelesine zarar verdiğini, üniversite gençlik hareketini yozlaştırdığını, içini boşalttığını bildiğimiz bu örgütleri gençliğin fikri merkezi dediğimiz gazetemizde teşhir etmemiz, onların üniversitelerdeki konumlanışlarını, öğrenci gençlik içerisinde yaptıkları tahribatı gazetemiz aracılığıyla doğrudan gözler önüne sermemiz, bu tartışmaları -kıyastan öte- bir yere bağlayacaktır. Örneğin, Eskişehir’de TKP’lileri, yaptıkları ve dayattıklarından bıktıkları için kovan öğrenci topluluğunun haberini yapmamız, bu grubun, üniversitelerde kendisinden etkilenen gençlerin gözünde teşhir olmasının en etkili şekli olacaktır. Ya da öğrencilerden habersiz kendi kendilerine boykot örgütlemeyi komünistlik sayanların, ODTÜ’de nasıl bizlerin öncülük ettiği boykota “müdahil” değil ama dahil olmak zorunda olduklarını anlatmamız, TKP’nin içi boş bir komünist lafından başka bir şeyi ifade etmediğini gösterecektir. Gazetemiz, nasıl ki fikri merkezimiz ise, bu yaklaşımın benimsenmesiyle, aynı zamanda, küçük burjuva-sekter anlayışlarla ideolojik olarak hesaplaştığımız bir “er meydanı” da olacaktır. Bu, onun dört başı mamur bir fikri ve politik merkez olarak değerlendirilmesi anlamına gelecektir.
Üniversitede başardıkları, yaptıkları ve söyledikleri ile bir odak haline gelmiş bir Emek Gençliği için, yükselen anti-emperyalist gençlik hareketini kucaklayabilir bir gençlik örgütü yaratabilmek için, elbette aşmamız gereken ciddi zaaflarımız da var. Sorunları en çok dillendirilenleri ile sıralarsak; gençlerimizin politik geriliği, çevremizdeki ilişkileri partiye kazanma ve örgütlü güçler haline getirmedeki eksiklerimiz, inişli-çıkışlı bir çalışma, dahası yalnızca kampanyavari çalışmalar bekleyen bir örgüt görünümünde olma vs. -tüm bunların, gazetenin üniversite çalışmamızdaki yerini yazımızda bahsedilen şeyler üzerinden bir kez daha gözden geçirdiğimizde, gazete sorununu çözdüğümüzde, büyük ölçüde kendiliğinden ortadan kalkacağını görebiliriz. Politikleşme sorununun çözümünde günübirlik başvuracağımız aracın gazete olduğunda hemfikirizdir. Gazetenin gençlerimizce düzenli takibinde yaşanan sorunlar ise, gazeteyi çalışmasının merkezine alan bir tarz hayat bulduğunda, ortadan kalkacaktır. Gazeteyi bir ihtiyaç haline getirdiğimizde gençlere okutabileceğimizi unutmayalım.
Ayrıca dönem dönem çalışmasını hızlandıran bir örgüt değil, günlük çalışan, günlük olarak önüne iş koyan bir örgüt olmanın en önemli aracı, yine gazete olacaktır. Gazete üzerinden günlük bir örgütlenme çalışması yürüten Emek Gençliği’nin, günlük çalışma diye önüne koyacağı, belki de yetiştirmekte dahi zorlanacağı kadar çok iş vardır. Gazeteyi günlük satmak, sattığı kişilerle görüşmek, tartışmak, gazeteye katkı sunmasını istemek, çalışma alanındaki gençleri gazetedeki fikir –ve kuşkusuz somut politikalar- üzerinden birleştireceği konular yaratıp bunu gazeteye aktarmak ve tekrar bu gazeteyi satmak, tekrar tartışmak, tartıştırmak vs.vs. . Bunlara, bir de, faaliyet alanına özel çalışmalar, partimizin önümüze koyduğu görevler, topluluklardaki çalışmalar, ÖTK çalışması ve daha sayabileceğimiz pek çok şey eklendiğinde, bir gün içinde yapacağımız ne kadar çok şey olduğunu görüyoruz. Bunların hepsinin odağı gazete olduğuna göre, gazete sorununu çözmeden yaşadığımız sorunları tam anlamıyla ortadan kaldıramayacağız demektir.

İşçi sınıfının partisi için gazete kolektif ajitatör, kolektif örgütleyicidir diyoruz. Ülkenin dört bir yanını ortak irade ve eylem halinde birleştiren bir güç olan günlük emekçi basınına sahip dünya üzerindeki birkaç devrimci örgütten birisi bizim örgütümüz. Bunun değerini bilip gazeteyi devrimci özelliğiyle kullandığımızda, yapabileceklerimizin özgüveniyle üniversitede cesur ve militan bir çalışma sergilediğimizde, yükselen gençlik hareketinin öncüsü ve sosyalizm mücadelesinin odağı olacağız. Bu mücadelede her an yanımızda taşıyacağımız silah gazetemizdir.
Elinde Evrensel gazetesiyle boykotu örgütleyen Evrenselciler, Mehmet Ağar’ı Eskişehir’de yerin dibine sokan Evrenselciler, emperyalizme karşı mücadelenin simgesi Evrenselcilerdir. Dokuz Eylül Üniversitesi’nde boykot şenliğine katılan bir grup öğrencinin söylediği gibi, “Bu işi yapan, hem de iyi yapan, Evrenselciler”dir.
Geniş gençlik kesimlerini hangi oranda emperyalizmin karşısına çıkarır ve onları emperyalizmin can düşmanı sosyalizm fikrinde birleştirebilirsek, tekeller ve emperyalizmin ideolojik silahları da o oranda etkisiz kalacaktır. Çünkü karşısında da ideolojik olarak silahlanmış, politik olarak birleşmiş bir gençlik kitlesi bulunacaktır.
Bu iş yapmak da, Emek Gençliği’ne düşüyor, Evrenselcilere düşüyor. Emek Gençliği, elinde Evrensel olanlardır, Evrensel satan gençlerdir, Evrensel’e haber yapan; haber, röportaj, yazı, mektup isteyendir. Emek Gençliği, sınıfa, elinde Evrenselle girip, bilim adamlarının nasıl ve neden ABD’yi boykot ettiğini anlatan gençlerdir. Emek Gençliği, durmadan Evrensel’deki haberler üzerinden ne düşündüğünü gençlere soran, tartışan, tartıştıran gençlerdir. Emek Gençliği, Evrenselcilerdir.
Evrensel, Emek Gençliği’nin ayrıcalığıdır, “forsu”dur. Bu ayrıcalıkla, onu gençlik yığınlarının “forsu” kılmak, bizim işimizdir.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑