İdeolojik bir akımın, onun dayanağı olarak bir fikrin örgütlenmesinde temel koşul, o fikrin bilimsel bir zemin üzerine oturtulmasıdır. Bilimsel temellere oturmayan bir fikri akım, er ya da geç yok olmaya mahkumdur. Bu nedenle, sosyalizm fikrinin gençlik kesimleri ve akademisyenler arasında yayılmasında da, sosyalizmin temelini oluşturan bilimsel veriler özenle seçilerek kullanılmalı ve sosyalizmin bir bütün olarak bilim dallarına bakışı ve onlardan besleniyor oluşu eksiksiz bir şekilde yansıtılmalıdır. Bu görüşlerin yayılmasında dayanak noktası ise, kuşkusuz diyalektik materyalizm olacaktır. Biliyoruz ki, ne diyalektik materyalizm salt felsefi bir akım, ne de Marksizm sadece iktisadi bir teoridir. Tam tersine, her ikisi de dünyayı anlama ve değiştirme noktasında başvurabileceğimiz temel kaynaklardır ve zaten düşüncenin gelişimi yasalarına ilişkinliğiyle diyalektik materyalizm, Marksizmin başlıca dayanaklarındandır. Bu iki kaynağın gençlik içinde yürütülen çalışmada kullanımı noktasında ise, teorik zeminin kuvvetlendirilmesi ve yayın organlarının doğru ve etkin bir şekilde değerlendirilmesi son derece önemlidir.
Bu açıdan baktığımızda, günlük işçi basınında ve diğer yayın organlarında bir süredir bilim dünyasından kapitalist sisteme karşı yükselen seslerin, İkinci Dünya Savaşı sonrasında sosyalist bilim insanlarının kaleme aldığı makalelerin çevirilerinin ve bilimin toplumun, halkın yararına kullanılması gerektiğine dair yazıların yer almasının bir tesadüf olmadığı açıktır.
Sınıfın partisi de, bilim insanlarının durdukları safları belirlemeleri ve ürünlerinin kullanımı üzerinde söz sahibi olabilmeleri konusunda gerçekleştirilebilecek tartışmalara büyük önem verdiğini sürekli vurgulamaktadır.
Bu noktada, başta üniversite ve liselerde çalışma yürüten devrimci ve sosyalist gençlere, Emek Gençliği’ne büyük görev düşmektedir. Emek Gençliği’nin son yıllarda yaratmaya çalıştığı (ya da en azından hedeflediği) fikir hareketi örgütleme mücadelesi ile, 3. Konferansı’yla birlikte gündeme gelen anti-emperyalist gençlik hareketini örme mücadelesi, sosyalizmin bilime bakışı ve bilim insanlarının ve gençlik yığınlarının sosyalizm fikrine kazanılması noktasında kesişmelidir.
Üniversite ve liselerde örülmeye çalışılan anti-emperyalist gençlik hareketi; sosyalist düşünce ve bu düşüncenin başta bilim, sanat, spor gibi değişik alanlardaki bakış açısı ve değerlendirmeleriyle desteklenmediği sürece, bir ayağı hep boşlukta kalacak, er ya da geç tökezlemeye mahkum olacaktır. Bu nedenle de; gençlik kesimleri içinde yürütülen çalışmalarda, teorik ve pratik mücadele omuz omuza yürütülmeli, bunlardan herhangi biri geride bırakılmamalıdır.
BİLİMİN İÇİNDE BULUNDUĞU DURUM
Emperyalist saldırganlığın doruk noktasına ulaştığı 20. yy’da bilim de bu saldırganlıktan payını almış, bu, 21. yy’a da taşınmıştır. Bilim ve bilim insanları üzerinde tekellerin ve egemenlerin baskıları artmış; bilimsel çalışmaların yerini teknolojik araştırmalar almaya başlamıştır.
Bilimin, ortaya çıkışından günümüze kadar olan gelişmesine baktığımızda, ihtiyaçlar ve bu ihtiyaçları gidermeye yönelik pratik uygulamalar doğrultusunda doğup geliştiğini görüyoruz. Fakat bilimin ilgi alanını oluşturan bu ihtiyaçların belirlenmesinde bilim insanının içinde yaşadığı sistemin etkisi büyüktür. Örneğin; insanlığın ilk dönemlerinde bu ihtiyaçlar, hastalıkların tedavisi, su yollarının yapılması, evlerin inşa edilmesi, hayvanların yakalanması ve bitkilerin yetiştirilmesi için maddelerin, hayvan davranışlarının, insan bedeninin ve bitkilerin araştırılması gibi konulardan meydana gelirken, 19. yy’da bu ihtiyaçları, büyüyen Amerikan iş hayatının haberleşme gereksinimlerini karşılamak için telgrafın geliştirilmesi, genişleyen kentlerin daha kolay ışıklandırılması ya da Alman bira endüstrisinin rekabeti karşısında Fransız biracıların ürünlerini geliştirme çabaları oluşturuyordu.
Kapitalist sistemin gelişmesi ve toplumun büyük kısmını oluşturan kesimle, azınlıkta kalan egemen sınıfın birbirinden gittikçe uzaklaşmasıyla birlikte, bilim de toplumdan uzaklaşmaya, egemen güçlere ve tekellere hizmet etmeye başlamıştır.
Kimyacılar ve fizikçiler artık, toplum için değil, ilaç ya da silah şirketleri için çalışmaya; üniversiteler, biyolojik silah ve kitle yıkımı için diğer araçlar üzerine çalışan özel şirketlerin veya hükümet kuruluşlarının para yatırdığı projelerin merkezinde yer almaya başlamışlardır.
İşçiler üretim araçlarına sahip olmadığı gibi, bilim insanları da günümüzde, çalışmalarında kullandıkları araçlara sahip değillerdir. Bu araç ve gereçler, tamamen kâr amacıyla kurulmuş olan büyük şirketler tarafından bilim insanlarının kullanımına sunulmakta ve bunun karşılığında da şirketlerin ihtiyaçlarını karşılamaya, bilimsel çalışmalardan çok teknolojik uygulamalara zaman ayırmaları istenmektedir. Ekonomik getirisi olmayan çalışmalar maddi açıdan destek bulamamakta ve karanlıkta kalan birçok konu, şirketlere para kazandırmayacağı için aydınlatılamamaktadır.
Bilim insanları, deterjan ya da diş macunu reklamlarında oynar, siyanürün zararsız bir madde oluşundan bahseder veya silah teknolojisinin gelişimine katkı sunar hale gelmişlerdir. Bilim dünyasına hakim kılınan bu bilim dışı anlayışın izlerini, üniversitelerde okutulan ders kitaplarındaki saçmalıklarda ve şarlatanlıklarda da görmek mümkündür. İktisat, kapitalistlerin sömürü ve talanını haklı göstermek için okutulmakta ve özelleştirmeler, yabancı sermaye, aşırı kâr hırsı ve tekelcilik övülüp kutsanırken, kapitalizmin ekonomik krizlerini, güneş lekelerine ya da “azalan marjinal fayda”ya bağlayarak açıklamak, iktisadi doktrinler olarak öğretilmektedir. Matematik, fizik ve kimya, ezberlenmesi gereken karmaşık formüller ve şekillerden ibaret, sadece kârlı yatırımların ölçüm ve proje araçları olarak var olabilmektedir.
Bilim ve bilim insanları üzerindeki bir diğer baskı aracı olarak da milliyetçi çıkar hesaplarını görüyoruz. 1936’da Alman İmparatorluk Günü’nde Göttingen Üniversitesi’nden bir profesör, “Uluslararası bilimi yadsıyoruz. Uluslararası öğrenim dünyasını yadsıyoruz. Araştırma uğruna araştırma yapılmasını yadsıyoruz. Soyut yasaları keşfetmek için değil, diğer halklarla olan rekabetinde Alman halkının araçlarını kuvvetlendirmek için bilimleri öğreniyor ve öğretiyoruz” diyordu.
Bilim üzerinde bu baskılar bulunurken, bilim insanlarını bekleyen bir diğer tehlike de aşırı uzmanlaşmadır. Aşırı uzmanlaşma, bilim insanını bir teknisyene dönüştürebilir ki, bu da, bilime tehlikeli bir nitelik kazandırır. Kendi dar araştırma konusuyla bu alanın dışında kalan toplumsal sorunlar arasında bağlantı kuramayan ve bu sorunlar hakkında görüş sahibi olmayan bir bilim insanının, buluşları ne kadar önemli olursa olsun; üzerine düşen sorumluluğu tam olarak yerine getirdiğini söyleyemeyiz. Çünkü, toplumdan uzak kalan ve halkın ihtiyaçlarını göz önüne almayan bir bilim insanı, bilerek ya da bilmeyerek, egemen güçlerin çıkarlarına hizmet edecektir.
Büyük bir inatla, hiçbir felsefelerinin olmadığını ve bilimin tarafsız olması gerektiğini söyleyen bilim insanları tam bir yanılgı içindedirler. Doğa boşluk tanımaz ve bu yüzden de, tutarlı ve bilinçli bir dünya görüşüne sahip olamayan bilim insanları, ister istemez, içinde bulundukları egemen sistemin düşünce ve ön yargılarından etkileneceklerdir.
Bütün bu olumsuz koşullar altında, bilim insanlarına çok büyük sorumluk düşmektedir. Bilim insanları, bilimi halka indirme, halk için anlamlı kılma yolunda özel bir çaba göstermek durumundadırlar. Elde ettikleri sonuçları ve o sonuçlara ulaşmada kullandıkları metodu, sadece kendilerinin anlayacağı dil ve biçimde ortaya koymakla yetinmeyerek, bunları aynı zamanda, genel ilgiye de hitap edecek biçimde, bilimsel düşünmenin yaratıcı ve entelektüel niteliklerini özellikle belirterek, halka sunma yoluna da gitmelidirler.
Örneğin; George Politzer, yaşamını işçilerin felsefeyi anlamaları çabasına adamıştır. J. Bernal gibi, İngiltere Bilimler Akademisi üyesi bir profesör, işçilerin ve konunun uzmanı olmayan emekçilerin de bilim dünyasında olup bitenleri anlaması için bir “bilimler tarihi” yazmak adına 6 yılını vermiştir.
Bu tür çalışmaların bilim insanları arasında yayılması durumunda, halk açısından bilim, gazetelerden ya da “popüler bilim dergileri”nden takip ettikleri teknolojik gelişmelerin ötesine geçecek ve bilim insanları da büründükleri kutsal elbiselerini çıkararak halkla bütünleşeceklerdir.
Bağımsız Sosyal Bilimciler-İktisat Grubu’nun 2001 krizinde IMF Programı’na alternatif olarak Emek Programı’nı hazırlaması ve bunu katıldıkları panellerle, konferanslarla ve hazırladıkları metinlerle halka tanıtması, bilimin halkın yararına kullanılması ve bilim insanı ile halkın bütünleşmesi konusunda son yıllarda verebileceğimiz nadir örneklerden birisidir. Yine son dönemde, bu grubun, AKP hükümetinin uyguladığı ekonomi politikalarına ilişkin görüşlerini de günlük işçi basınından takip etmekteyiz.
Benzer bir tepki dalgası da, Amerika’nın Irak’ı işgalinden sonra Roma Üniversitesi’nden Dr. Daniel Amit’in Amerikan Fizik Topluluğu’ndan istifa etmesiyle başladı. Amit’in istifasından sonra, bilim dünyasında bilimin “taraflılığı” ve “namusu” üzerine tartışmalar başladı. Kendi alanlarında söz sahibi olan birçok bilim insanı, bilim insanlarının saflarını belirlemeleri ve bilimin namusuna sahip çıkmaları gerektiği yönünde açıklamalarda bulundular. Daha sonra bir grup bilim insanı da, bilim çevrelerine “silah araştırmalarında yer almıyorum” deme çağrısında bulundular.
BİLİM ALANINDA SÜREN TARTIŞMALARIN YAYILMASINDA BİLİM DERGİSİ’NİN KULLANIMI
Bilim dünyasında bu gelişmeler yaşanırken, Emek Gençliği, bu tartışmaları uzaktan izlemek ya da kendi arasında tartışmakla yetinemez. Bu tartışmaları, bulundukları bütün üniversitelerde (ve hatta liselerde) gündem edinmeli, oralarda tartıştırmalı ve namuslu bilim insanlarının bu konularda netlik kazanmalarına dayanaklar sağlamalıdırlar.
Üniversite – lise gençliği içinde bu tartışmaların başlatılması ve namuslu bilim insanlarına ulaşılması noktasında ise, günlük işçi basınından ve Bilim Dergisi’nden, eskiden olduğundan daha fazla yararlanılmalıdır.
Yayına başladığı günden bu yana, safını işçi sınıfının yanında belirlemiş ve bilimin halkın yararına kullanılması şiarını benimsemiş bilim insanlarının makalelerinin yer aldığı Bilim Dergisi, özellikle üniversitelerde örgütlenecek Fikir Hareketi ve buralardaki bilim insanları arasında oluşturulacak kutuplaşmalarda dayanak noktası olarak kullanılmalı; Bilim Dergisi etrafında bir örgütlenme ve örgütleme çalışması başlatılmalıdır.
Emek Gençliği, son yıllarda bir Fikir Hareketi örgütlemekten bahsetmekte, fakat bu hareketin nasıl başlatılacağı ve araçlarının neler olacağı gibi konularda şu ana kadar çok da net bir tutum sergileyememektedir. İşte burada, Bilim Dergisi, bütün Emek Gençliği birimlerinin imdadına yetişecektir. Fakat derginin Fikir Hareketi’ni başlatma ve yayma konusunda bir araç olarak kullanılabilmesi için birkaç noktaya dikkat edilmesi gerekmektedir.
1- Bilim Dergisi’nin Gençlik İçinde Tanıtılması ve Tartıştırılması
Üniversite gençliği içinde yürütülecek çalışmayı diğer kesimler içinde yürütülen çalışmalardan ayıran en önemli özellik; üniversite gençliğinin dünyada olup biteni izleme ve değerlendirme şansına sahip olmasıdır. Bu özellik sayesinde, üniversite gençliği, ülkenin entelektüel geleceğini belirleyen bir konumda bulunmaktadır. Bu özellik aynı zamanda, egemen sınıf tarafından da bilinmekte ve ya köreltilmeye ya da çarpıtılmaya çalışılmaktadır. Bu saldırılar karşısında ayakta kalabilmek için de, üniversitelerde örgütlenmeye çalışılan fikir hareketi, soyut bir kavram olmaktan çıkarılarak sağlam temeller üzerine oturtulmalı ve somut çalışmalarla desteklenmelidir.
Bu somutlamaların yapılmasında başvurulacak araçlardan birisi olan Bilim Dergisi’nin çıkış amacı ve hedefleri, öncelikle Emek Gençliği birimlerinde tartışılıp anlaşılmalı; daha sonra da bu tartışmanın geniş gençlik kesimleri ve akademisyenler arasında yaygınlaştırılması sağlanmalıdır. Derginin sadece dağıtımının yapılması yeterli görülmemeli (ki bu noktada bile yeterli çalışmanın yapıldığından söz edemeyiz); dergiyi alanlarla, dergideki yazılar hakkında mutlaka tartışılmalıdır. Hatta, mümkünse, dergi okurları, bir süre sonunda dergiye katkı sunabilen (en azından derginin diğer insanlara ulaşması konusunda görev alabilen) kişiler konumuna getirilmelidir.
Bunları yapabilmek için de, öncelikle, Emek Gençleri’nin Bilim Dergisi’ni mecburen aldıkları ve okumaya çalıştıkları bir yükümlülük olarak değil, mutlaka okumaları-okutmaları, tartışmaları–tartıştırmaları ve bir örgütlenme ve örgütleme aracı olarak görmeleri gerekmektedir.
Bilim Dergisi’nin kullanımında ortaya çıkan sorunlar karşısında en sık başvurulan bahanelerden birisi olan “Yazılar çok ağır, hiçbir şey anlamıyoruz!” bahanesini ortadan kaldırmaya yönelik olarak bilim felsefesi, bilim tarihi, diyalektik materyalizm gibi temel konular üzerine eğitim çalışmaları düzenlemek, derginin kullanımı noktasında atılacak ilk adım olmalıdır.
Bundan sonraki adım ise, eğitim çalışmalarında tartışılan konuların ileri gençlik kesimlerinden başlayarak gençlik içinde tartışılır hale gelmesi için gerekli koşulların sağlanmasına yönelik çabalar olacaktır. Bu aşamada, üniversite ve liselerde düzenlenen paneller, konferanslar ve öğrenci kongreleri kullanılmalı ve buralarda gerçekleşen tartışmalara Marksist bakış açısıyla müdahale edilerek tartışmanın yönü değiştirilmelidir. Bu tür etkinliklerin kullanılmasında temel hedef, kuşkusuz, bu etkinlikleri düzenleyen ya da sunum yapan konumunda olmaktır, fakat bu koşulların gerçekleşmediği durumlarda da, etkinlikler mutlaka takip edilmeli ve biraz önce de belirtildiği gibi, tartışmaların istediğimiz yöne kayması için müdahale edilmelidir.
Özellikle sosyoloji, psikoloji, felsefe, iktisat ya da biyoloji gibi kapitalist sistemin dolaysızca kendi çıkarları doğrultusunda kullanma çabasında olduğu alanlara yönelik etkinliklere müdahale edilmeli ve sosyalizmin, bu alanlardaki çalışmaların halkın çıkarları doğrultusunda kullanılabilmesi için tek yol olduğu vurgulanmalıdır. Unutulmamalıdır ki; emeğin özgürlüğü sağlanmadan, bilimin özgürlüğü sağlanamaz!
2- Bilim Dergisi’nin Akademisyenlere ve Akademisyenlerin de Bilim Dergisi’ne Taşınması
Bilim Dergisi’nin akademisyenlere ulaştırılması noktasında gençliğin bir ileri unsurunun rolü “dergi dağıtan (ya da satan)” bir figüran olmak olmamalıdır. Akademisyenler arasında Bilim Dergisi temelinde yürütülecek çalışma, çok yönlü olmak durumundadır. Bu çalışmadaki temel hedefler; dergide çıkan yazılar ekseninde akademisyenler arasında bir tartışmanın başlatılması, kendi alanlarında söz sahibi olan ve bilimi sahiplenen akademisyenlerin dergiye yazı yazar konuma getirilmesi ve daha da önemlisi, bilimin taraflılığı noktasında bir kutuplaşmanın yaratılmasıdır.
Akademisyenlere ulaşırken, namuslu bilim adamlarının bilimin taraflılığı konusunda yaptığı açıklamaların yer aldığı günlük işçi basını da mutlaka kullanılmalıdır.
Bilim çevrelerindeki bölünmenin belirtilerinin güçlenmesi ve bu çevrelerin Marksist teoriye olan ilgi ve ondan yararlanma eğilimlerinin artması noktasında Bilim Dergisi, mutlaka kullanılması gereken bir araçtır.
Üniversite gençliğinin ve akademisyenlerin örgütlenmesinde, akademik taleplerin yanında onları düşünsel olarak kazanmak ve ikna edici olmak da önemlidir. Namuslu bilim insanları ve bilimin özgürlüğü mücadelesinde yer alabilecek akademisyenlerle ilişkiler geliştirmek, onlarla birlikte bilimin özgürlüğü, sermayenin bilim üzerindeki baskılarının son bulması ve bunun için üniversite bileşenlerinin ortak mücadelesinin örülmesi görevi, üniversite gençliğinin çalışmalarının merkezinde yer almalıdır. Bu görev yerine getirildiği taktirde, sadece üniversite gençliği değil bu tartışmanın temel öznesi olan akademisyenler de tartışmaya katılacak, demokratik, özerk, bilimsel üniversite mücadelesinin en önemli ayağını oluşturan öğretim üyeleri ve yardımcıları da bilimin özgürlüğü tartışmasının içine çekilmiş olacaktır.
SONUÇ
Amerikan ve İngiliz emperyalizminin Irak’ı işgali ile birlikte bilim insanları üzerindeki baskılar da artmış ve bunun sonucunda bir grup bilim insanının da çağrısıyla bilim dünyasında bir kutuplaşma başlamıştır. Bu kutuplaşma, üniversite ve liselerde çalışma yürüten örgütlerimiz tarafından en iyi şekilde değerlendirilmeli ve bulundukları alanlardaki akademisyenler arasında da bu tür kutuplaşmaların ortaya çıkartılması noktasında cesur davranılmalıdır.
Marksizm’in, bilimsel süreçte kullanılabilecek gerçek bir alternatif ve üniversite mücadelesi açısından çıkış noktası olabilecek öneme sahip olduğu fikrinden hareketle, bu konudaki temel kaynak konumunda olan Bilim Dergisi etrafında bir örgütlenme çalışması acilen başlatılmalıdır.
Bütün bu çalışmaların düzenli ve verimli bir şekilde devam edebilmesi için, üniversite hareketinin olgunlaştığı illerde, Bilim Dergisi Çalışma Grupları oluşturulmalı ve bu grupların birbirleriyle de temasa geçerek, değişik üniversitelerde düzenlenecek olan panel, konferans ve kongrelere katılım sağlanmalı ve buralarda tartışılan konulara sosyalist bakış açısı yansıtılmalıdır.
Sonuç olarak; Fikir Hareketi örgütleme mücadelesi ile anti-emperyalist gençlik hareketi örgütleme mücadelesi, gençliğin sosyalizmle tanışması ve sosyalizme kazanılması potasında birleştirilmeli ve bu konuda başta Bilim Dergisi olmak üzere diğer yayın organlarının kullanımı sistemli bir şekilde planlanmalıdır.
Kaynaklar:
1- Bilim Felsefesi, Cemal Yıldırım
2- Din, Bilim ve Felsefe, Howard Selsam
3- Aklın İsyanı, Alan Woods, Ted Grant
4- Üniversite Gerçeği, Bilim ve Mücadele, Özgürlük Dünyası, Sayı 105
5- Üniversite Gençliği ve Gençlik Mücadelesi, Özgürlük Dünyası, Sayı 116
6- Üniversiteler, Fikri Akım Olma ve Yenilenmiş Genç-Aydın Hareketi, Özgürlük Dünyası, Sayı 117