Gençliğin savaşa karşı mücadelesi

Yaklaşık 1 yıldır dünyada ve ülkede zihinleri meşgul eden iki konu, son aylarda gündemin üst sırasına yerleşerek, iç içe geçti: Birincisi, Amerikan saldırganlığının yeni hedefi olarak seçilen Irak’a yönelik emperyalist müdahale hazırlığı. İkincisi ise, uluslararası sermayenin en saldırgan politikalarını uygulayacak bileşime sahip yeni bir hükümet kurulması amacıyla düzenlenen erken genel seçim.
4 milyon yeni genç seçmenin oy kullandığı genel seçim, ekonomiden dış politikaya, kültürden siyasi hayatın yeniden yapılandırılmasına kadar pek çok konuda, ülkenin nasıl bir rotaya gireceğine dair “referandum” niteliği atfedilmesi nedeniyle de Türkiye gençliğini yakından ilgilendiriyordu. Emperyalist savaş tehlikesinin en çok, bölge ve dünya halklarının genç kuşaklarını tehdit ettiği ise, ortada olan bir gerçektir. Cephelere sürülecek, savaşın yaratacağı büyük yıkım nedeniyle zaten kısıtlı olan eğitim ve iş olanaklarını, demokratik hak ve özgürlüklerini kaybedecek, kısacası gelecekleri karartılacak olanlar ise, gençlerdir.
İşçisiyle işsiziyle, köylüsüyle kentlisiyle, eğitimlisiyle eğitim hakkından mahrum olanıyla, Kürt’üyle Türk’üyle hepsini doğrudan ilgilendiren bu iki gündemin iç içe geçmiş olması, “Türkiye gençliğinin kendi geleceği üzerine söz sahibi olabilmesi ve gençlik hareketinin birleşik örgütleriyle egemenlerin karşısına dikilebilmesi” açısından neyi ifade eder? Kestirmeden söylenecek olursa; böyle bir dönemde, gençliğin kitleler halinde mücadeleye atılması ve örgütlenme düzeyinin yükselmesi için düne göre daha çok sebep ve olanak vardır.
Bu, her şeyden önce, oyların verilmesinin hemen ardındaki bugünler dahil olmak üzere seçim döneminin, en uzak gözüken kesimleri bile politikayla ‘haşır-neşir’ kılması nedeniyle böyledir. Sorunun daha önemli yanı ise, “savaşa sürüklenmekte” olan Türkiye’nin durumuyla ve “içine sürüklenilmekte” olunan savaşın niteliğiyle ilgilidir. Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu etkinliklerinin, bir bakıma, yüz-binlerce gencin bir araya gelerek emperyalist savaş hazırlıklarına tepkisini ifade ettiği eylemler halini alması, zaten bunların ifadesidir.

SAVAŞA MAHKÛM OLAN DÜZEN PARTİLERİDİR
Başbakan Bülent Ecevit’in, sızlanma üslubuyla sarf ettiği “Türkiye’nin savaşa doğru sürüklenmekte olduğuna” ve “çok sayıda gencimizin bu savaşta hayatını kaybedebileceğine” dair sözleri, bir itiraf olarak anlaşılabileceği gibi kapıdaki tehlikenin engellenemez” olduğu sahte kanaatini yayma amacını da taşıyordu.
Gerçekten, Amerikancı hükümetlerin yönetimindeki Türkiye, dün Kore’de, Somali’de, Bosna’da ve Afganistan’da olduğu gibi, bugün de Irak’ta savaşa sürükleniyor. Son olarak, halen Afganistan’ın başkenti Kabil’de, Amerikancı hükümeti korumak amacıyla görev yapan 4500 kişilik Türk Silahlı Kuvvetleri birliği karşılığında ABD, Türkiye’ye 228 milyon dolar “bağışladı.”
Daha birkaç ay önce Kabil’deki yabancı askeri gücün komutanlığını büyük bir hevesle üstüne alan Genelkurmay ve düzen politikacıları, şimdi “Irak’ta çıkacak savaşın getireceği ekonomik kaybın giderilmesi için ABD’nin desteğine ihtiyaç olduğu” yönünde propaganda yapıyorlar. Onlara göre, “engellenmesi olanaksız bu savaşın içinde yer almak daha yararlı”!
Ülke ekonomisinin dışa bağımlı olmasını, IMF tarafından dayatılan yasaların harfiyen Meclis’ten geçirilmesini, dış politikada Amerikan çıkarlarının korunmasının esas alınmasını, halkın siyasi örgütlenme ve yönetime katılma olanaklarının baskıyla ortadan kaldırılmasını “kaçınılmaz” gibi sunanlar, elbette Amerikan saldırganlığına yataklık etmeyi de zorunlu göstermek gayretindeler.
Bu konuda üslup farklılıkları dışında, tam bir görüş birliği içindeler. MHP, DYP ve ANAP’tan yapılan açıklamalar, Ecevit’inkinden daha pervasız bir içerik taşıyor. CHP ve AKP de, kendi tabanlarıyla ters düşme pahasına “savaşta ABD’ye destek olmaya talip olduklarını” ima eden açıklamalar yapmaktan geri durmuyor.

BÖLGEDE SAVAŞ, ÜLKE İÇİNDE KAMPLAŞMA!
Düzen partileri, “savaşa sürüklenişlerinin” üstünü örtmek için, “Kuzey Irak’ta Kürt devleti kuruluyor” yaygarasını devreye soktular. Kuzey Irak’ı denetim altında tutan Kürt partilerinin, -üstelik ABD’nin önderliğinde ve Ankara’da başlatılan birkaç yıllık görüşme sürecinin sonucunda- ikinci kez ortak parlamento oluşturması, “Türkiye’nin Kuzey Irak’a müdahale etmesi” yönünde, ortamı terörize edici nitelikte açıklama ve yorumların yükselmesine vesile yapıldı.
Bu gelişme üzerinden, “ülkenin savaşa sürüklendiğini” veya “artık savaştan kaçınmanın mümkün olmadığını” açıklamaktalar. Gerçekten de gelişmeler, ABD’nin, bir kedinin ense kökünden tutarcasına, “Kürt sorunu” konusundaki “hassasiyetinden” yararlanarak Türkiye devletini Irak batağına sokma gücüne sahip olduğunu gösteriyor.
Düzen partisi sözcülerinin, Kürt partilerinin ayrı devlet kurma gibi bir girişimde olmadıklarını defalarca açıklamalarına rağmen “Kuzey Irak’a müdahale” konusunu böylesine körüklemeleriyse, ancak onların Amerikan saldırı kampanyası içine “sürüklenme” isteklerinin işareti olarak yorumlanabilir.
Türkiye halkının, Amerikan saldırısına karşı olduğu herkesçe bilindiğinden, “Kürt sorunu” üzerinden bir bölünme yaratılmaya çalışılıyor; üstelik bu, şovenizmin kışkırtılmasıyla ülke içindeki Türk ve Kürt emekçiler arasına gerginlik tohumları ekme pahasına yapılıyor. Bu bakımdan onlar “sürüklenmekle” kalmıyor, Amerikan saldırısının sonuçlarından nasiplenme hevesleri ve siyasi yok oluşlarının önünü halkı bir kez daha bölerek alma ihtiyaçları nedeniyle, “sürüklenmekten” çıkar umuyor.
Açıktır ki, eğer samimi olarak ABD’nin savaş girdabına sürüklenilmek istenmiyorsa, “içerideki” Kürt sorunu demokratik ve halkçı bir temelde çözümlenerek, Kuzey Irak’ta kurulacak bir devletin ülke için tehdit gibi algılanmasının da, dolayısıyla “Amerikan saldırısı içinde yer alma zorunluluğunun” da önü baştan alınabilir.
Ancak düzen partileri ve devlet bürokrasisi, böyle bir çözüme yetenekli olmadıkları gibi, bunun gibi bir niyet de taşımadıklarını ortaya koyuyorlar. Amerikan dayatmaları karşısındaki tam teslimiyetleri, buna bağlı olarak ülke içinde Türk ile Kürt emekçileri birbirinden uzaklaştırıcı şovenist politikaya mahkûm etmekle, en büyük ihanet çukuruna doğru sürükleniyorlar.

SAVAŞIN FATURASINI KİM ÖDEYECEK?
“Çıkacak savaşın faturasının ABD tarafından karşılanacağı” yalanı da düzen partileri, devlet erkânı ve medya kalemşorları tarafından yoğunlaştırılan bir propaganda unsuru. “Resmen” Irak’a yönelik bir Amerikan müdahalesine karşı olduklarını iddia eden bu kişi ve kurumlar, ABD’nin üst düzey siyasi ve askeri sözcüleriyle gündemi Irak saldırısı olduğu bilinen toplantılar yapmalarının üstünü de, bu sahte gerekçeyle örtmeye çalışıyorlar.
Çıkardıkları “faturalarda”, -savaşın içinde yer almasa dahi- Türkiye’nin uğrayacağı zararın 14–16 milyar dolar olduğuna dair basında yer alan haberler, ABD’yle yürütülmekte olan pazarlıkların içeriği hakkında fikir veriyor.
Oysa ortaya atılan bu rakamlar Türkiye ve bölge halklarının karşı karşıya kalacağı yıkıma dair verileri içermiyor. Bu veriler, Amerikan emperyalizmiyle savaş pazarlığına oturan işbirlikçi sermayedarların yapmak zorunda kalacağı “fedakârlık” ve Beyaz Saray’dan talep ettikleri savaş bahşişini ifade ediyor. Yoksa yüz binlerce insanın ölmesi, sakatlanması, en temel insani ihtiyaçlarından mahrum kalması, zorunlu göç, bölgedeki ekonomik ve sosyal hayatın uzun yıllar boyu tamir edilemeyecek düzeyde tahrip olması ve halklar üzerindeki emperyalist baskının daha da yoğunlaşması gibi halka yıkılacak zararların, parayla pulla ölçülmesi mümkün değil.

SAVAŞA ‘KARŞI ÇIKMAK’ VE SAVAŞA KARŞI MÜCADELE
Egemenler ülkeyi savaşa sürüklüyor, bu çabalarını Türk-Kürt ayrımcılığını körükleyerek desteklemeye çalışıyorlar ve utanmazcasına Amerikan emperyalizmiyle pazarlık yürütürken halkların uğrayacağı yıkımın “dış yardımla” giderileceğine dair sahte vaatler yayarak, “Boyunlarınızı cellâtlara uzatın” diyorlar…
Halkın ve gençliğin gözleri önündeki bu gelişmeler, elbette öfke ve tepki topluyor. Savaş karşıtı tepkiler, siyasal alanda güçlü bir örgüte de sahip: ortaya çıkışından sonraki kısa süre içinde halkın ve gençliğin mücadele istek ve umudunun katlanarak artmasına yol açan Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu. Dahası; bloğu desteklesinler desteklemesinler, geniş halk kesimlerinin savaş hazırlıklarına karşı tepkiyle dolu olduğu herkesçe biliniyor.
“Savaşa karşı olmanın” ötesine gidebilen gençler ise, emperyalist saldırı hazırlıklarına ve Türkiye’nin savaşa alet edilmesine karşı çeşitli protesto eylemleri düzenliyor. Bugünlerde gösterilen tepkiler, henüz egemenleri köşeye sıkıştıracak ve savaş tehlikesini püskürtebilecek yaygınlıkta ve kitlesellikte değil; genellikle, üniversitelerde ve semtlerdeki solcu politik gençlik gruplarının üyeleriyle sınırlı protestolar. Buna rağmen; ülkedeki sıcak politik ortam, karşı karşıya olunan savaş tehlikesinin ciddiyetinin bütün halk tarafından hissediliyor oluşu ve Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu’nun kitlelerdeki mücadele isteğini artırıcı etkisi sebebiyle, bu tepkilerin her okul, mahalle ve işyerine yayılmasının, yüz binlerce genci kucaklamasının olanakları, son derece fazla. Bunlara, tüm dünya çapına yayılmış bulunan, savaş karşıtı gençlik hareketleriyle dayanışma imkânı da eklenmeli.
Emperyalist savaşa karşı eylemlerin sonuca ulaşabilmesinin esas koşulu, halkın ve gençliğin sadece kendisini muhtemel bir savaşın getireceği ekonomik ve sosyal yıkımdan korumak amacıyla ve yıllardır biriken anti-amerikan duyguların dışavurumuyla hareket etmemesi; mücadelesini, ülkenin ve bölgenin her türlü emperyalist tahakkümden kurtarılmasına kadar genişletebilmesidir. Emek Gençliği’nin Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu içinde bir araya geldiği gençlik örgütlerinin çabalarıyla olabilecek bu genişleme, aslında emperyalist savaşın yıkımından kurtulmanın da tek yolu. Çünkü tüm tarafların üzerinde uzlaştıkları, “Türkiye olmadan Irak’a yönelik Amerikan müdahalesi gerçekleşemez” tespiti, bir başka tespiti doğuruyor: Emperyalizme karşı mücadele edilmedikçe, savaşa karşı durulması, harekete geçmek üzere olan savaş makinelerinin etkisizleştirilmesi mümkün değil!
Türkiye’nin emperyalizm, işbirlikçisi yönetimlerden kurtulması, bağımsız ve demokratik Türkiye’nin kurulması uğruna verilen mücadele, bugün savaş tehlikesine karşı gösterilen tepkilerle iç içe geçiyor. Öyleyse, gençlik kitlelerinin bağımsız kitlesel mücadele ve örgütlenmesi de savaş tehlikesine, emperyalizme ve onun işbirlikçilerinin iktidarına karşı mücadelenin sıcaklığı içinde hayat bulabilir.
İşsizliğe, eğitimsizliğe, yoksulluğa, kültürel yozlaşmaya, geleceksizliğe itilen ve bunlara karşı şu veya bu biçimlerde tepkisini ifade eden, hayatları çeşitli arayışlar ve sürüklenişlerle heba olan milyonlarca genç… İşyerlerinden, semtlerinden ve okullarından başlayarak ortak mücadelesini örecek, birleşik örgütlerinde kurtuluşa yönelecekse; bu, bugün savaşa, IMF boyunduruğunun sıklaştırılmasına, yani emperyalist tahakküme karşı koyma üzerinden olabilir.
Hiçbir genç emperyalist savaşa, ülkeyi batağa sürüklediği herkesçe malûm işbirlikçi iktidarlara karşı halkını, ülkesini, onurunu ve geleceğini savunmaktan geri durmayacağına göre, bekledikleri; protestoculuğu aşan bir anlayışla ve biçimciliğin yerine kapsayıcılığı geçiren bir örgütsel çalışkanlıkla, savaşa karşı mücadele cephesinin örülmesinden başka bir şey değildir.
Böylece gençlik hem ülke ve bölge üzerindeki emperyalist tahakkümün sıkılaşmasının, Türk ve Kürt emekçilerin birbirine düşürülmesinin, milyonların savaşın yıkımı altında kalmasının önüne barikat kurabilir; hem de, kitleler halinde mücadeleye atılıp örgütlerini kurarak geleceğe umutla bakma şansını yakalayabilir.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑