TMMOB genel kongresine giderken

TMMOB’un son Genel Kongre’sinde “Emek Hareketi” adına dağıtılan broşür, gerek mühendislik mesleğinin tarihsel değerlendirilmesi, gerekse günümüzde mesleğin ve odanın işlevleri hakkında önemli saptamalar içermektedir. Broşürün kongre sürecinden bağımsız olarak tartışılabilecek önemli bölümlerini özetleyerek sunuyoruz.

TMMOB’nin kuruluşunun üzerinden 48 yıl gibi bir süre geçmesine rağmen, gerek mühendislerin ve mimarların, gerekse TMMOB’nin durumu, yaşanan olguları algılamakta ve gerekli çözümlemeleri üretmekte yetersiz kaldığını göstermektedir. Her geçen gün mühendisler ve mimarlar hak kayıplarına uğrarken, TMMOB güçsüzleşmekte, üyesinden, mesleki alanıyla ilgili toplumu yönlendirici çalışmalar yapmaktan uzaklaşmaktadır.
Yaşanan sürece çözüm üretmesi gereken genel kurullar, statükonun korunması ve seçilecek kişiler ekseninde yapıldığı için yaşanan sorunlara çözüm üretme potansiyeli oluşturamamaktadır.
Hak alma mücadelesinin örgütlenmeden geçtiği ve TMMOB’nin mühendislerin ve mimarların örgütlülüğü olduğu bilinciyle yaşanacak olumsuzluklara ve hayal kırıklıklarına rağmen her genel kurulun yeni bir umut yeşerteceği düşüncesiyle bu çalışma kaleme alınmıştır.

MÜHENDİS KİMLİĞİ VE DEĞİŞİM
Teknolojinin gelişimi, üretim araçlarının mülkiyetinin biçimine bağlı olarak, toplumsal yapılarda değişime neden olur. Sanayileşmenin gereği olarak, toplumsal bir kategori biçiminde ortaya çıkan mühendisler, teknolojinin gelişimine değil, teknolojik gelişimin kullanılış tarzına bağlı olarak konum değiştirirler. Yani mühendislik mesleği veya konumu, bununla ilgili argümanların ve teknolojinin kullanımı, doğrudan egemen sınıfların amaç ve hedefleriyle sıkı sıkıya bağlıdır.
17. yüzyıldan itibaren, özellikle çıkrığın bulunuşu ve ip eğirmede elle yapılan teknolojiden aletle yapılan teknolojiye geçilmesiyle birlikte, ilk otomasyon teknolojisi başlar. İngiliz mühendisi Fulton’un buhar makinesini icat etmesi büyük sanayiye; atölye üretiminden içinde yüzlerce, binlerce kişinin çalıştığı fabrikalara geçiş için yol açar. Bu aynı zamanda mühendisliğin bir meslek olarak yaygınlaşmasının da başlangıcıdır. Bu gelişim, ardı arkası kesilmeyen buluşlarla sanayi devriminin de başlangıcıdır. Sanayi devriminin ilerlemesi; işçilerin birer çevre olmaktan çıkıp bir sınıf olarak ülke çapında birleşmesinin de yolun açar. Buluşların, sanayiye uygulanması; bu yolla üretimin hızla artması, mühendislerin üretimdeki rolünü artırır: Buhar gücüyle çalışan makinelerin her gün daha çok sayıda devreye sokulması, hem bir arada çalışan işçilerin sayısını artırır hem de üretim sürecine yeni ve çok sayıda değişik görevler yapan makinaların girmesiyle mühendislerin fabrikalardaki görevleri ve etkinliği artar.
17. yüzyıl ve izleyen yıllarda hızla gelişme seyri gösteren kapitalist rekabet; yeni icatları ve bu icatların hızla sanayiye uygulamasını kışkırttı. Ekonomideki gelişme; ticaretin hızla yaygınlaşması hizmetlerin de yaygınlaşmasını zorladı. Ve 19. Yüzyıldan itibaren İngiltere’den başlayarak hükümetler ve yerel yönetimler tarafından; elektrik, yol, su, kanalizasyon, posta, vs gibi hizmetler yaygınlaştırıldı. Bunların “kamusal hizmet” olarak halk için kamu hizmetleri yaygınlaşmaya başladı. Örneğin, mimarlar, toplu konutlar, çok yönlü hizmet verecek hizmet binaları kompleksleri, büyüyen ölçekte üretime uygun fabrika binaları, konut, okul, hastane, yemekhane, konfeksiyon veya diğer imalata ait işletmelerin tasarımında, sosyal modeller geliştirmeye giriştiler. Mühendislik harikası garlar, limanlar, köprüler, geçitler. Makine tasarımları sadece görev bakımından değil, ama tasarım bakımdan da estetik kurallarına uygun bir biçimde üretilmeye geçildi. İmalat ve işletmecilik, kompleks yapıda büyüyen üretim teknolojisine uygun olarak geniş alana ihtiyaç duyularak, daha çok mühendis ve teknokrat istihdam edilerek, maliyetlerin düşürülmesi ve teknolojinin geliştirilmesi yönünde ilerledi. Ama bu aşamada henüz, sadece sosyal ihtiyaçlar ve halkın temel taleplerinin ucuza karşılanması gibi bir devlet yapılanması olmadığı için, ticaret ve genişleyen pazarlara açılma, artarak emperyalist bir yayılmacılığa dönüşen pazar arama ihtiyacı ile birlikte sosyal alanda üretim yapılır.
Sanayileşme ve makinanın tüm dünya ülkelerinde üretime sokulmasının getirdiği kalkınma ile ülke ekonomilerindeki kapitalist gelişim, az çok toplumsal ihtiyaçlara uygun bir modernleşme ve kalkınma politikalarının oluştuğu bir gelişme içindeydi. Amerika’da Ford fabrikalarında bant sistemi olarak bilinen teknolojik gelişim ve ardından bunun diğer sektörlere yaygınlaşan teknolojideki benzerlikleri, artan oranda mühendis ihtiyacını ortaya çıkarıyordu. Otomasyon teknolojisi ve bu teknolojinin fabrikalara uygulanışı, büyüyen ölçekte ve seri üretime zorlayan bir üretim modeli olan Fordist üretimle, kitlesel olarak büyüyen bir işletmecilik, mühendise olan ihtiyacı her gün artıran bir etken olarak rol oynuyordu.
20. yüzyıl politik ekonomi ve süreçlerin ayırımını yaparken, iki kategorik yapılanma ve model üstünde ayrıntılı durmadan, günümüz teknolojisinin kullanımına ve emek süreçlerindeki ortaya çıkan değişime ilişkin bir şey söylemek mümkün değildir. Çünkü siyasal otorite ve egemen sınıfların emek sürecine müdahalesinin amaçları, birçok açıdan, teknolojinin kullanımını da etkiler. Teknolojik gelişimin yönünü de etkileyici bir rol oynar. Teknolojinin üretimi ve bunun üretim sürecine uygulanmasının aracı olan mühendisler, bu açıdan, üretim araçlarına ve sermayeye egemen olan sınıfların yanında ve yönetim mekanizmasında yardımcı bir rolle ortaya çıkarlar.
Üretim teknolojisindeki gelişim, sanayileşme döneminin ve kalkınma süreçlerinin ülke ekonomi-politikalarına yansıması, artan bir mühendis kitlesine ihtiyaç duyurur. Bu bakımdan 20. Yüzyıl bir “mühendisler yüzyılıdır” denebilir. Ama son 20–30 yıllık süreçte, sanayisizleşme ve giderek teknolojinin merkez ülkelerdeki merkez sermaye gruplarının tekelinde toplanması ve birkaç gelişmiş kapitalist ülke dışındaki ülkelerde sanayileşme, kalkınma, planlama çabalarına son veren politikaların egemen hale gelmesi, artık, mühendislik ve mimarlık gibi mesleklerin pazarlamacılık, komisyonculuk, turizmcilik gibi mesleklerin gerisine düşmesini getirdi. Çünkü sanayileşmenin terk edilerek, üretimin sadece başka ülkelerde üretilmiş malların “marka” olarak ithaline indirgenmesi, mühendisliği basit bir taklitçilik ve kontrol işine indirgerken; mühendise duyulan ihtiyacı da meslekler hiyerarşisi içinde çok gerilere itti. Çünkü 20. Yüzyıla damgasını vuran sanayileşme; makinalaşma ve elektrifikasyon merkezi kapitalist ülkeler dışında terkedilmişti. Böylece, mühendis ve mimarların, sadece, merkezi ülkeler ve tekellerin merkezleri için ihtiyaç duyulan bir meslek olması; aynı zamanda mühendis ve mimarların kitlesel olarak işsizler ordusuna katılmasını getirdi. Çünkü merkezde üretilen teknoloji; öteki ülkelerde ve sanayi kollarında kopyalandığı için bu ülkelerde ve iş kollarında “mühendislik hizmetleri” kopyacılık ve denetçilik biçimine indirgenmiş bulunmaktadır. Burada olup biten, artık sanayileşme, ülkelerin kendi orijinal imkânları ve kendi kaynaklarına dayanarak kalkınması değil, dünya ekonomisine egemen olan ülkelerin ve tekellerin denetimine geçen bilginin, teknolojinin satın kullanılmasıdır. Mühendisler böylece, merkezi kapitalist ülkeler ve tekel merkezlerinde üretilen teknolojinin pazarlanması, ticareti ve denetleyici fonksiyonlarını yerine getiren ve kalkınma değil, ekonomilerin geriye gitmesini yaratan bir gericiliği, üretimsizliği ve yoksullaşmayı tekel merkezlerinin yönetiminde yürütücüsü konumuna itilmiş olmaktadır. Oysa mühendislik, gerçek anlamda bilgi üretici bir alan olarak ve sanayide, kalkınmada bunu kullanmayı amaçlayan bir ekonominin ihtiyacı olarak gelişmiş ve yaygınlaşmıştır.
Bu yeni dünya projesi içinde mühendis kimliği, mühendis etiği, mühendis yeterliliği ve diploması, yeni dünya politikasının birer argümanı olarak tarif edilmeye ve giderek de bunun izdüşümü içinde sınırlanmaya mahkûm edilmiştir. Dolayısıyla, günümüzde mühendislik mesleğinin tartışılması, Fordizm-Postfordizm olarak ayrımı yapılan teknolojinin iki ayrım noktasında kalınarak açıklanamaz. Böyle bir açıklamayı dayatan mantık, ideolojiden, politikadan, sınıflar arası ilişkiden ve toplumsal gelişim sürecinden koparılmış, sadece gelinen yerdeki üretim sürecindeki yerini bulamayarak, kaosa itilen bir karmaşık fikirler ortamında yolunu bulamayarak düzene tabiiyeti zorlar. Ki bu zorlama, mühendis kimliğine ters düşen rollerde çalışan binlerce mühendis ve işsiz mühendis için sadece kendini kandırmaktan ve rolünü benimsemeye çalışmaktan başka bir şey düşünmemeyi getirir.

MÜHENDİSLER-MİMARLAR VE ETİK
20. yüzyıldaki gelişmeler, mühendislik ve mimarlığın üretim ve toplumdaki yerini önemli ölçüde etkilemiştir. Özellikle yüzyılın ilk üççeyreğinde mühendislik, “yükselen değerleri” (sanayileşme, kalkınma, elektrifikasyon vb.) temsil eden bir alan olarak; kalkınmacılık, planlamacılık, hizmetlerin yaygınlaştırılıp toplumsallaştırılması mühendisliğin temeli olurken, yüzyılın son çeyreğinde “piyasa değerleri” pek çok başka alan gibi mühendisliği de piyasa malı haline getirip “denetçilik” durumuna “geriletmiş”tir.
20. Yüzyılın başı; kapitalizmin emperyalizm aşamasına geçmesinin de eşiği olmuştur. Ama dönem aynı zamanda üretim bilgisini birikimi yanı sıra, kapitalist pazarın hızla yayılacağı yolların, limanların gelişmesi, elektrik motoru, dizel motordaki gelişmeler yanı sıra; otomobilin kitlesel üretimi, elektrifikasyonun yaygınlaşması ile ulaşım ve iletişimin görülmemiş bir hızla öneminin artması; hizmetlerin kamu eliyle planlanmasını dolayısıyla da; bu hizmetlerin teknik bilgisinin taşıyıcıları ve uygulayıcılarının bu hizmetlerdeki rollerini artırmıştır. Bunun pratikteki anlamı ise; gerek üretimde ve planlamada, gerekse kamu hizmetlerinin çeşitli kademelerinde çalışan mühendis sayısının hızla artması olmuştur. Daha önceki yüzyıllarda; üretim merkezlerine sıkışan ve az sayıda kişinin; patronun temsilcisi, danışmanı bir kimlikle mühendisin görev yaptığı dönemin aksine 20. yüzyılda mühendislik artik “kitleselleşen” bir karakter göstermiştir.
İşçi sınıfının mücadelesi ve sosyalizmin SB’de zaferiyle sonuçlanan gelişmeler, kamu hizmetlerinin en liberal kapitalist ülkelerde bile yaygınlaşmasını, pek çok hizmetin “kamu hizmeti” haline gelmesini hızlandırırken; gerek kapitalist ülkelerin kendi arasındaki çatışmalar gerekse sosyalizmin varlığından yararlanarak ortaya çıkan sömürge ve yarı sömürge ülkelerin kurtuluş mücadeleleri ve bu ülkelerin sanayileşerek bağımsızlıklarını kazanmaları için giriştikleri çabalar; mühendisliğin yaygınlaşmasını olduğu kadar onun; bağımsızlık ve emperyalizme karşı mücadelede önemli bir dayanak olarak görülmesine dair yeni bir “mühendislik etiği”nin gelişmesine de temel olmuştur.
Kuşkusuz ki, burada sosyalizmin somut bir olgu olarak ortaya çıkması yeni bir mühendislik anlayışının gelişmesini de sağlamıştır. Halka hizmet, ülkeye hizmet, bilgi ve teknolojinin insanlığın ilerlemesinde kullanılması, doğa güçlerinin kontrol altına alınması ve insan ihtiyaçlarının karşılanmasının sorunlarını çözmesi, yoksulluğun, yokluğun, doğa karşısındaki insanın acizliğinin yenilmesi ilke edinilmiştir. Mühendislik, bu eylemlerin öncü kuvveti olarak anlaşılmıştır. SB’deki çok kısa zamana sığdırılan dev eserler; büyük mühendislik harikaları, işte bu yeni mühendislik gücüyle başarılabilmiştir.
Geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinde ise, neoliberal politikalara yöneliş ve küreselleşme politikalarıyla tekelci kapitalizmin zincirlerinden boşanmasıyla, pek çok alanda olduğu gibi, mühendislik ve mimarlık alanındaki biriken değerlere, “mühendislik-mimarlık etiği” olarak nitelenen değerlere karşı da savaş açılmış, mühendislik-mimarlık hizmetleri bir “piyasa malı” derecesine indirgenerek kişisel çıkarın öne çıkarıldığı bir “yeni etik” oluşturmaya yönelinmiştir. Burada sermaye güçlerinin elindeki silah; işsizlik, düşük ücret, mühendisliğin üretimdeki rolünün önemsiz hale getirilerek bir denetçi düzeyine düşürülmesi olmuştur. Ve daha üniversitelerden başlayarak; “piyasa fikri” egemen kılınmış, mühendis ve mimar, bu fikrin gerektirdiği “fikri-kültürel-sosyal” biçimlenmeye sürüklenmiş, yurtsever, emek dostu, insanlığın ilerletilmesi ideali etrafında şekillenen mühendislik etiğine karşı savaş açılmıştır.
Gerek birer birer her mühendisin şahsına, gerekse TMMOB’ye yönelik sermaye güçlerinden gelen saldırının kaynağı budur.
Tarihsel sıralama bakımından “piyasanın bir uzantısı olarak oluşturulmak istenen “yeni mühendislik etiği” daha “sonra” gözükür ama bu “mühendislik etiği”nde bir ilerlemeye değil, bir sapmaya, bozuşmaya, yozlaşamaya karşılık gelir. Gelişim açısından ise bu bir 100–150 yıl geriye dönüştür. Çünkü 100–150 yıl önce de; mühendislik, bireyin bir teknik bilgiyi anlayıp uyguladığı, bireysel, herhangi bir toplumsal çıkarla bağdaştırılmayan bir “iş” durumundaydı. Şimdi de; aradan geçen 100–150 yıllık mücadelenin kazanımları ortadan kaldırılarak, insanlığın dünyada olup bitenler ve bu olup bitene müdahale etme bilinci geriye döndürülmek istenmektedir. Tıpkı ekonomik liberalizmin bir ilerleme olarak gösterilmeye, böylece işçilerin ve halkların kazanımlarının yok edilmesinin, ülkelerin yeraltı ve yerüstü servetlerini yağmalanmasının bir “ilerleme” olduğunun yutturulmaya çalışılması gibi.
Parçalanan ve küçültülen üretimin, tüm dünya ülkelerinde hızla yaygınlaşarak KOBİ’leşme süreçlerinden geçerken, bu üretimin tekel merkezlerinde yönetimini sağlayan mekanizmaların oluşturulması, bilgisayar teknolojisinin yaygınlaşmasına bağlı olarak geliştirilmeye çalışılmaktadır. Bu teknoloji ile küçük üretimin bilgisinin belli sektörel tekellerin bilgi bankalarında toplanarak, tekrar yönetim teknolojisi olarak işletmelere yayılması için ortaya konan sistem olarak Toplam Kalite Yönetimi devreye sokulmaktadır.
Toplam Kalite Yönetimi, ileri bir teknolojik gelişim olarak lanse edilerek, özellikle sanayileşme ve kalkınma modellerinin terk edildiği ve üretimin azaltılmaya devam edildiği bir süreçte kitleleri aldatmanın ve illüzyona dayalı bir propagandanın aracı olarak kullanılmasıdır. Bu yönetimin etkin araçlarından biri olan İSO’nun kuralları ile üretimin yönetimi ve yönlendirilmesi, dağıtım ve denetim mekanizmalarının oluşturulması olarak gelişen bu yapılanma modeli, esnek üretim teknolojisi olarak, bir yenilik gibi sunuluyor. Oysa, pazar tarafından belirlenen üretimin plansız ve başıbozuk gelişimini kışkırttığı gibi, işsizlik ve yoksullaşmanın da tetikleyicisi olarak rol oynamakta, toplumsal ilişkileri dejenere eden ve toplumun çıkarlarını hiçe sayan bir üretimsizliği, sanayisizliği hedeflemektedir.
Bunun içindir ki; sadece rekabeti kutsayan, birbirini çiğneyerek ayakta kalmayı, sermayenin çıkarı ve egemenliğinin devamından başka hiç bir değer tanımamayı, “işyerine bağlılık”ı her şeyin üstüne görerek ona tapınmayı ifade eden “piyasa etiği”nin parçası olacak bir mühendislik fikri, elbette ki geriye doğru büyük bir çöküştür. Mühendisi, 100–150 yıl öncesinde olduğu gibi patronun bürosuna kapanıp ona daha çok kar getiren plan ve projeler yapan döken kişiye dönüştürme çabası; elbette sadece mühendislerin savaşacağı bir uygulama değildir. Dahası bu yöneliş sadece mühendislik alanında değil, eğitimden sağlığa, sanayiden ticarete tüm alanlarda sermaye güçlerinin yönelişidir ve bu fikre karşı mücadele de, bütün bu alanlardaki mesleklerin mensuplarının, işçi sınıfının, emek güçlerinin küreselleşmeye, emperyalizme karşı bağımsızlık ve demokrasi mücadelesiyle birleştiği ölçüde ilerleyen, başarı kazanma imkânı olan bir mücadele olacaktır. Bu ortak mücadelenin şartları dünden çok daha fazladır.
Demek ki mühendislik ve mimarlık, sadece kitaplardan öğrenilen formüllerin uygulanışı olarak değil, toplumsal ilerleme ve insan bilincinin gelişimiyle bağlantılı olarak bir tarif ve bir etiğe sahiptir. Bu yüzdendir ki, büyük mühendislik ve mimarlık eserlerini sadece insan bilgisinin, teknolojik birikimin “geldiği aşama” ile açıklayamayız, açıklanamaz da. Tam tersine toplumsal ihtiyaçlar ve bunu gerçekleştirecek dinamizme dayanak olan toplumsal gelişmeyle (ekonomik, siyasal, ideolojik) açıklamak gerekir.
Bu sadece “eserler” bakımından değil; sıkça gündeme gelen “mühendislik etiği” bakımından da böyledir.
Kuşkusuz, mühendislik etiği de mühendisliğin ortaya çıktığı günden itibaren “aynı kalmış” ve bundan böyle de “aynı kalacak” bir şey değildir. Mühendisliğin gelişimi, bilgi birikimi ve etkinliği arttıkça mühendislik etiği de, mühendisin toplum ve ülke sorunları karşısında sorumluluğuna daha çok vurgu yapan bir içerik kazanmıştır. Ülkenin kalkınması, halkın ihtiyaçları ile mühendisliğin ilgisinin dolaysızlığı görüldükçe, sermayenin ihtiyaçlarıyla halkın ihtiyaçları arasındaki çelişki büyüdükçe, bu iki karşıtlığın üretim süreci bakımından “orta yerinde” görünen mühendisin sorumluluğu da artmaya başlamıştır. Atom bombasının imaline kendi bilimsel çalışmalarının bilmeden katkı yaptığını fark eden bilim adamalarının atom bombasının kullanılmaması için kampanya açması, bunun bir “bilim adamı etiği” olması gibi, mühendis de giderek daha çok yaptığı işle toplumun çıkarı arasında bir ilişki kurmak; yaptığı işin toplum lehine mi, sermayenin lehine mi olduğunu, buradan da “kime hizmet ettiği”ni sormaya başlamıştır. Elbette ki; mühendislik hizmetlerinin yaygınlaşması ve kitlesinin büyümesiyle de bu “sorgulama” bireysel bir sorumluluk olmaktan çıkıp; toplu olarak mühendislerin mesleki örgütlerinin etiği, “politikası” olarak da biçimlenmiştir.
Mühendislik, mimarlık bir yandan bir meslektir ve kendi bürosundan çalışandan devlet memurluğuna, özel bir işyerinde ücretli çalışandan genişçe bir işsizler kitlesine (kasaplık, lokantacılık, çiftçilik vb. başka işler yapanlara mensup olmaya kadar geniş bir alanda ve farklı ekonomik düzeyde olanlar da dâhil) heterojen bir topluluktur. Ama öte yandan Türkiye’de 300 bine yaklaşan kitlesiyle mühendis ve mimarlar bir toplumsal kategoriyi oluşturmaktadır. Dolayısıyla meslek etiğinin gereği olduğu kadar, çok büyük çoğunluğu emeği ile geçinen bir kesim olmasından dolayı da mühendisler, emekçi sınıfların ekonomik hak mücadeleleri ve politik kurtuluş mücadelesinde önemli bir güç odağı olarak ele alınmak durumundadır. TMMOB’nin bugün Emek Platformu’nda olması, anti-emperyalist bir tutum alarak bağımsız ve demokratik bir Türkiye mücadelesinde rol oynaması ihtiyacı, onun bu emeğin kitlesel örgütlerinden birisinin örgütü olmasıyla sıkı bir biçimde bağlantılıdır.

ESNEKLEŞME VE İŞGÜCÜNÜN DÖNÜŞÜMÜ
Son döneme ilişkin iktisadi politikaların üretimi içinde ortaya çıkarılan esnek üretim teknolojisi ya da Toplam Kalite Yönetimi, geçici bir mevzi savaşı vermek üzere, emek ve sermaye çelişkisinin artan oranda ortaya çıkardığı antagonizmayı nispi olarak hafifletmek ve üretici güçleri parçalamak üzere denge ve uyum politikalarını gündeme getiren yöntemler olarak tasarlanmaktadır.
Örneğin, kafa ve kol emeği arasındaki farkın ortadan kalktığı iddia edilen ekonomik süreçte, kafa emeği sadece bir avuç tekelin eline geçerek, kafa ve kol emeği arasında artan oranda ayrım ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, mühendis ve mimarlar tabakasına ihtiyaç giderek azalma eğilimine girmiştir. Sadece tekellerin merkezlerinde “think-thank” kurumlarının AR-GE merkezleri içinde toplumu ve üretimi yeniden tasarlamak üzere bir araya topladığı çeşitli ülkelere ait teknokrat tabakasıyla bu ihtiyaçları çözmeleri gündeme gelmiştir. Hükümetlerin kalkınma politikalarının olmadığı bir süreçte üretim teknolojisinin mühendise ihtiyacı azalmış; gerçek mühendislik hizmetlerine duyulan ihtiyaç ise daha da azalmıştır. Kayda değer bir bilginin üretilmediği, verili bilgiyi hatta baskı unsuru olarak kullanmak üzere işçi sınıfını yönetmek üzere, tekellerin merkezleri tarafından geliştirilen kuralsızlığı ve tekdüzeliği dayattığı bilgiyi kullanmakla sınırlı bir konuma itilmiştir. Ki Toplam Kalite Yönetimi olarak eline tutuşturulan bir tomar kâğıt ve planı üretimde dağıtmak ve üretimin bilgisini bilgisayara kaydetmek olarak düz bir masa başı memuruna dönüşmüştür. Bu arada, tekleşerek, diğer ülkelerdeki mühendislerle aynı, eşit koşullarda benzeşmeye ve eşitlenmeye maruz kalmıştır. Bir o kadar da, “gereksiz bir tabaka” olarak nitelenerek işsizlik ve yoksulluğa uğramaktadır. Ama aynı zamanda, tekellerin politik güdülemesini işçilere dayatarak, onların mücadelesini engelleme yöntemlerinin de bizzat uygulayıcısı durumuna düşürülmüştür. Bu açılardan, hem işine, hem de ülkesine ve topluma yabancılaşma anlamında mesleki yozlaşma ve yabancılaşmanın giderek artan etkisine hızla girmektedir. Artık patrona veya devlete yararlı olma yanı sıra doğrudan çalıştığı işyerinin bağlı olduğu uluslararası tekele yaranmanın politik girdabına itilmiştir.
Aslında; 20. yüzyılın son yarısında sermayenin propagandacıları ve ideologları, işçi sınıfının artık eskisi gibi sömürülen bir sınıf olmadığı, “mavi yakalı” işçilerin artık (özellikle mühendisler, teknokratlar kastedilerek) “beyaz yakalı” orta sınıflarla bütünleştiği iddia edilerek, kafa ve kol emeği arasındaki çelişkinin kapitalist sistem içinde çözüldüğü iddiası; son 20 yıl içinde tam tersine dönmüş, “beyaz yakalıların en itibarlısı olan mühendisler”, en azından yaşam standartları (ücret, sürekli artan işsizlik, patronlar karşısındaki konumları), yabancılaşma vb. bakımından işçi sınıfına yaklaşan bir platforma itilmişlerdir.
Bu söylenenlerden elbette; son yıllarda kaba ekonomist kuramlara bağlanan popülist siyaset çevrelerinin iddia ettiği gibi, mühendislerin artık işçi sınıfının “kendisi haline geldiği” sonucu çıkmaz. Ama mühendislerin, kapitalist toplumun ayrıcalıklı bir kategorisi olmaktan çıktığı, onların hem ekonomik hem de mesleki bakımdan insanca koşullara kavuşmasının, maddi ve manevi bakımdan daha rahat bir yaşama kavuşmalarının işçi sınıfının, emekçilerin küreselleşmeye ve sermayeye karşı mücadelesine bağlandığının daha kolay görülmesinin imkânlarının geliştiğini anlamak gerekir.
Kapitalizmin son aşaması olan emperyalizme özgü günümüz sürecinde yaşam koşulları işçi sınıfına yaklaşan mühendisler ise, yabancılaşmayı daha derinden hissediyorlar. Çünkü artık, mühendisin rolü, eline gelen bilginin veya teknolojinin kullanımı için hiç kafa yormadan, hiçbir kişisel katılım yapmadan, bir askeri disiplinle yukarıdan belirlenen “prosedürlere” uymaktan ibaret hale gelmiştir.

TMMOB KURULUŞU VE DÖNÜŞÜM
TMMOB’nin şu anki durumunu tespit edebilmek, mücadele için önermelerde bulunabilmek için TMMOB’nin kuruluş ve dönüşüm sürecinin kısaca değerlendirilmesi gerekmektedir.
1933 yılında İstanbul Üniversitesi’nin kurulması ile 1944 yılına kadar İÜ çatısı altında sürdürülen mühendislik eğitimi İTÜ’nün kurulması ile kurumsallaştırılmıştır. 1950 yılına kadar sıralanan bu okullardan ve yurt dışından mezun olanlarla sürdürülen mühendislik mimarlık hizmetleri daha çok kamu istihdamına dayalı olarak sürdürülmüştür. Devlet eliyle sanayileşmenin temel yaklaşım olduğu bu denemde mühendisler mimarlar üretimde ve yönetimde söz sahibi olabilmişler, mücadeleleri ve örgütlenmeleri de sadece “dışardan getirilen mühendis ve mimarlara” karşı olmak temelinde şekillenmiştir.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında iç tüketimi artırmaya ve ihtiyacı özel sektör eliyle karşılamayı hedefleyen yapılanma değişikliği ile birlikte, gerek mühendis mimar yetiştiren bölümlerin sayısı artırılmıştır gerekse kamu hizmetlerinin “müteahhitler” aracılığıyla yapılmasının önü açılarak sermaye birikim süreci hızlandırılmıştır.
Bu dönemi hem kamu hizmetlerinin yürütülmesinde hem de müteahhitlik hizmetlerinde etkin bir konumda bulunan mühendislerin ve mimarların etkinliğinin en üst noktada bulunduğu dönem olarak tanımlamak mümkündür.
1954 yılında seçkinci ve toplumu bütün sosyal sınıfların bir arada, kardeşçe, uyumlu, sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış, uyumlu bir birliği şeklinde gören “korporatif” bir anlayışla TMMOB kurulmuştur. Mesleki temsili temel anlayış olarak belirleyen TMMOB 1965 yıllarına kadar, büyük patronların, müteahhitlerin, üst düzey bürokratların mesleği ve meslektaşı temsil, devletin dışardan getirdiği teknolojiyi onaylayan bir yapı olarak devam etmiştir.
1955 sonrası kurulan mühendislik mimarlık eğitimi veren bölümlerin (Karadeniz teknik üniversitesi, Ege Üniversitesi, ODTÜ) verdiği mezunlar ile sayısı hızla artan mühendis ve mimarlar, sayıları hızla artarken ayrıcalıklı konuma ulaşma şansını da aynı hızla yitirmişlerdir. 1969 yılında kamuda çalışan mühendis ve mimarların ayrıcalıklı konumunu ortadan kaldıran yasal düzenleme ve toplumsal muhalefetin yükselişinin mühendisler ve mimarlar arasında yarattığı etki ile TMMOB kamu çıkarlarını temel alan politika üretimine başlamıştır.
1960’li yıllarda sınıf mücadelesinin artan ivmesi mühendisleri ve mimarları etkilerken TMMOB’yi de mesleki çıkarları temel alan bir politika yerine, toplumun taleplerini temel alan bir zemine yöneltmiş işçi sınıfı yanında yer alan bir örgüt kimliğine büründürmüştür. Bu dönemde toplumda yankı bulan tüm talepler TMMOB tarafından sahiplenilmiş ve bu doğrultuda çözümler üretilmiştir.
1980 ile birlikte yaşanılan ideolojik saldırı tüm toplumda olduğu gibi mühendisler ve mimarlar arasında da etkisini göstermiş, yasal düzenlemeler ile birlikte TMMOB düzenle uyumlu örgüt işlevine yeniden çekmeye çalışılmış ve yaşadığımız dönemin verileriyle değerlendirirsek kısmen de başarılı olmuştur.
1980–1990 Dönemi TMMOB genelinde küçük girişimci etkinliği olarak görülmektedir. Bu dönemde TMMOB tabanında etkin olan mühendis kesimleri içinde “iş bitiricilik” hızla yaygınlaşmıştır.
İş bitirici-pragmatizmde kişisellik, öznellik istemek önemlidir ve amaca ulaşmada başarı sağlayan her yol meşrudur. Amaca ulaşmakta “başarılı olmak” tek geçerli ilkedir. Başta yapı sektörü olmak üzere küçük girişimciliğin hâkim olduğu piyasa koşullarında, hizmet üretiminin pek çok noktasında bir meslek dalı mensubu kendini tamamlaması gereken diğer meslek dalları mensuplarının işvereni konumuna dönüşebilmektedir. Özellikle piyasa koşullarının daralma ve buhran dönemlerinde iş’i olan küçük girişimci, işi alırken verdiği ödünleri, iş verdiği tamamlayıcı iş yerinden çıkarmaya çalışmakta, bu durum pek çok uyumsuzluğun, geçimsizliğin kaynağı olmaktadır. Bütünleştirici, dayanışma öneren eğilimler ütopik bulunmakta, küçük girişimciden yana “hegemonyacı”, “şoven” eğilimler yankı bulmaktadır. İşte bu ortam TMMOB yapısında öne çıkma çabası veren küçük girişimci etkinliğin niteliklerini göstermektedir.
“TMMOB’de üyeler arasında küçük girişimci ideolojisi hızla yaygınlaşan, Oda’mızda ise başlangıç aşamasında olan, yaygınlaşma potansiyeli sergileyen iş bitiricilik dikkatle ele alınmalı, Odaların işlevleri şirket işlevleri ile karıştırılmamalı ve buna uygun düzenleme isteklerine kapılınmamalı, bu isteklere karşı konulmalıdır.” (Meteoroloji Mühendisleri Odası 16. Dönem Çalışma Raporu)

TMMOB VE YÖNELİMİ
İş bitiricilik felsefesi ve YDD’nin mühendis ve mimarlar arasında ortak çözümler üretmek yerine, dar anlamda meslek temeline dayanan, rekabetçi, özelci ve bireyci yaklaşımları artırdığı; meslek odalarında da, dayanışma yapılarının parçalanarak, mühendis ve mimarların da diğer emekçi kesimler gibi piyasa ve özel mülkiyet temelinde bölünüp, birbirlerine karşı kullanılarak mücadelelerinin zayıflatılmasının hedeflendiği bir süreci yaşıyoruz.
Mühendislerin ve mimarların ve meslek odalarının, sermaye ve piyasanın taleplerine göre yeniden yapılandırılması hedeflenmektedir. Odalar gelir getirici etkinliklere göre yeniden yapılanmaya gidiyorlar. Bunu da iki şekilde yapmaya çalışıyorlar. Ya yapılarını piyasaya hizmet üretecek biçimde yeniden biçimlendiriyorlar, ya da “vakıf” örgütlenmelerini bünyelerine eklemlendiriyorlar.
Odalarda “piyasaya hizmet üretilmesi”nin savunulması yeni liberalizmin, kamu hizmetlerinin ticarileşmesi “halk”, “vatandaş” yerine “müşteri”, “kullanıcı” terimlerinin yer alması, hizmetleri ancak bedelini ödeyebilenin alması, bedelini ödemeyenin ise bu hizmetten yararlanamaması ideolojisiyle örtüşmektedir.
Odaların “hizmet üretimi” adı altında, mesleki denetim ve eğitim amaçlı faaliyetlerinin dışında çeşitli mühendislik ve mimarlık hizmetlerini piyasaya bir meta biçiminde sunmaları ve bu yolla gelir elde etmeleri örgütü asli işlevlerinden uzaklaştırır ve zayıflatır.
Üyesi ile ilişki kurmanın zorluklarından kaçan odalar, güçlü olmanın yolunu çok gelir getiren çalışmalara yönelerek bulmaya çalışırlar.
Odaların meta üreticisi haline gelmesi durumunda, odalarda piyasadan iş alıp almama kaygısı oluşur. Odalar piyasaya ve piyasa koşullarına bağımlı hale gelir ve piyasaya teslim olmak durumunda kalır. O zaman da odanın bağımlı hale geldiği piyasayı bağımsız bir temelde denetlemesi söz konusu olamaz.
Oda ne kadar piyasaya “hizmet üretimi” yaparsa, mali bakımdan o kadar güçlenir ve üyelerine, mesleğe daha iyi hizmet verebilir savunusu doğru değildir. Çünkü odalar piyasaya açıldıkça, örgüt yönetimi üye aidatından gittikçe bağımsızlaşır. Bu durumda üye örgütten uzaklaşır. Örgüt-üye ilişkisi zayıfladıkça, örgüt gereksinimlerini karşılayabilmek için piyasa ilişkisine iyice bağımlı hale gelir. Böylece örgüt ekonomik ayrıcalıklarını piyasadan elde ettiği için üyenin çıkarından bağımsızlaştırır.
Diğer taraftan oda tarafından yürütülen, yürütülmesi gereken faaliyetler için oda yapılarının yetersiz kalması gerekçeleri ile vakıf kurulması yoluna gidilmektedir. Böylece, vakıflar aracılığıyla piyasaya girilmek istenmektedir.
Bugün, odaları etkileyen diğer bir gelişme teknokratik anlayışın güçlenmesi ve artan profesyonelleşmedir.
Bunda öncelikle bu örgütleri de-politize ederek mesleki “hizmetler”le kısıtlamak isteyen yasal çerçevenin ve devlet politikasının etkisi belirleyici olmuştur. Bunun yanı sıra, gelişen ve karmaşıklaşan piyasa ilişkilerinin bu odaların üyelerine getirdiği iktisadi sıkıntılar (büyüme ve ayakta kalma yönünde) onlardan (finansman, donanım, teknoloji, pazar olanakları sağlama ya da eğitim verme biçiminde) somut katkı talebini getirmektedir. Böylelikle üyelerine “servis” sunmaya yönelen Odalar, bu ihtiyacı karşılamanın yanı sıra daha fazla profesyonel eleman/uzman istihdamına başlamışlar, böylece, bürokratik kurumsal yapıların güçlenme eğilimleri de genişlemiştir. Bu tür etkinlikler, üyelerin piyasada yürüttükleri faaliyetlerinin, doğrudan Odalar tarafından yapılarak esasen kamusal denetim işlevini yürütmesi gereken Odaların, ticarileşmesine ve denetim işlevinden uzaklaşmasına yol açmaktadır. Bu durum, disiplinler arası hukukun ve ilkelerin göz ardı edilerek piyasayı ele geçirme, üyelerle ve yakın disiplinlerle rekabet ederek Odaların ticarileşmesinin ortamını yaratmıştır.
1980-1990’lar boyunca küçük girişimci mühendis-mimarların ağırlığının güçlenerek artması eğilimi, küçük girişimci çıkar perspektifinin yönetimlere egemen olmasına ya da TMMOB geleneğinin bu perspektifi reddeden çizgisiyle örgüt yönetim birimleri arasında kopukluklara neden olmuştur.
Yasal olarak üye zorunluluğu kaldırılan kamuda ve özel sektörde ücretli çalışan mühendis-mimarların katılımının eksikliği, örgütsel canlılığı olumsuz etkilemiştir. En önemlisi girişimci-ticari faaliyete açık mühendis-mimar branşları ve Odaları ile emekçi statüsünün ağırlıklı olmayı sürdürdüğü branşlar ve Odalar arasındaki çelişki, TMMOB’nin bütünlüğünü ve merkezi yapısını zayıflatmıştır.
Örgütü güçsüzleştirme ve bütüncül perspektifinden uzaklaştırarak dar mesleki hatta ticari çıkarlara hapsedilmesi düşüncesi, Odalar arasında gelir farklılıklarının büyük boyutlara ulaşmasında da kendini göstermektedir.
• Böylelikle “Yeni Dünya Düzeni” ile kodlanan piyasa ekonomisi, küreselleşme, özelleştirme, üretim ve işgücü piyasalarındaki esneklik politikalarının, demokratik kitle örgütlerindeki yozlaştırıcı etkileri, ortak ve dayanışmacı çözümler yerine, dar meslek tekeline dayalı yerel çözümleri öne çıkaran, rekabetçi, özelci ve bireyci yaklaşımları yaygınlaştırmaktadır,
• Odaların meta üretimi alanına girmesi, doğası gereği rekabete dayalı kapitalist ideolojiye uyumlanarak kamusal işlevlerini yitirmelerine ve bürokratikleşerek rant mücadelesine esir olacaklarından üye aidatlarından dolaysıyla tabanla ilişkileri koparmaktadır.
• Kamu tarafından üstlenilmediği için aksayan hizmetlerin Odalar ve vakıfları aracılığıyla üstlenilmesi Odaların yeni liberalizmin “devleti küçültme” politikasının aracı olmalarına yol açmaktadır.
• Dar meslekçi (mini-korporatizm anlayışı), iş güvencesi ve gelir düzeyi yüksek kesimlerin elitist meslek şovenizmi, toplumsal dayanışma fikrini yok etmektedir.
• Yeni liberalizmin bölgeciliği ve yerelciliği kışkırtmasının etkileri ise: yerel bencilliği esas alarak zengin, gelişkin bölgeleri/sektörleri kapsayan, sosyal Darwinist bir anlayışı güçlendirmektedir. Oysa bu ayrışmaya karşı örgütsel bütünlük ve dayanışma öne çıkmak durumundadır.

TMMOB VE MEVCUT DURUM
Günümüzde TMMOB’nin yarını şekillendirmek için yürütülen ve yavaş yavaş hayata geçirilen kavramları, bir şekilde açıklamaya çalıştığımız gibi TMMOB’nin önüne bir yol ayrımı koymaktadır. TMMOB ya DTÖ, IMF’nin çizdiği çizgide bir örgüt olarak süreç içinde yok olacak, ya da iş süreçlerindeki, mühendisin işlevindeki dönüşümü göz önüne alarak, sanayileşme, toplumun refahı için mücadele eden bir örgüt kimliğine kavuşacaktır. Özellikle uluslararası tekellerin istekleri doğrultusunda örgütün önüne dayatılan ve bu istekler doğrultusunda örgütün dönüştürülmesi istenen başlıklar (uzman mühendislik, piyasaya uydurulmuş bir mühendislik etiği dayatmaları, akreditasyon) üye tabanının ezici çoğunluğunu oluşturan ücretli mühendislere yönelik bir haçlı seferidir.
TMMOB, mühendis-mimarların mücadele örgütü olarak, uzunca bir zamandan beri, mühendislerin ve mimarların gündeminden çıkmıştır. Toplumda yaşanan örgütsüzleşmenin ve örgütü üye sorunları temelinden uzaklaştırmanın da etkisiyle, üyenin TMMOB’den beklentileri hayal kırıklığına dönüşmüştür.
TMMOB var olan yasal sınırlar dışına taşmayan, taleplerini üyenin gündeminden almayan mücadele anlayışını terk ederek, üyenin talepleri doğrultusunda meşru bir mücadele hattına yönelmelidir.
TMMOB’nin ağırlıklı tabanı olması gereken ücretli mühendisler örgütten koparılmışlardır. Talepleri yeterince sahiplenilmeyen, TMMOB ve oda tabanlarındaki ağırlıkları oranında yönetimlerde yer alamayan ücretli mühendisler odalardan uzaklaşmış ve örgütsüzlüğe terk edilmişlerdir.
TMMOB ve odalar temel görevi olan üyelerinin ekonomik demokratik mücadelesini üstlenememektedir. Üyelerinin hak ve menfaatlerini koruma zemininde bir mücadele sürdüremeyen TMMOB ve odalar, aksine üyelerinin büyük bir çoğunluğunu oluşturan mühendislerin hak kayıplarına uğramasına neden olan uzmanlık, akreditasyon uygulamalarını savunmakta ve hayata geçirmeye çalışmaktadır.
Kitle örgütünü oluşturan üyelerin talepleri somuttur ve kaynağını üyenin gündeminden alır. TMMOB’yi oluşturan üyelerin bugün için temel sorunu issizlik ve sanayisizleşmedir. Ve doğal olarak bir kitle örgütü olarak TMMOB’nin esas mücadele alanı, üyenin temel sorunları olan issizlik ve sanayisizleşme olmak zorundadır. Kavranabileceği gibi issizlik ve sanayisizleşmeye karşı sürdürülecek mücadele yasal sınırları aşan ve diğer emekçi kesimlerle bütünleştirilmesi gereken bir mücadeledir.
TMMOB ve odalarda bürokratikleşme eğilimi geri dönülemez bir noktaya gelmiştir. Üyeleri etkinleştirme, çalışmalara katma yerine, profesyonellerle çalışma yürütme anlayışı yerleşmiştir. Bürokratik yapılar kalınlaşmıştır.
Örgüt içi demokrasinin işletilmemesi, iki anlayışın varlığının örgüt içindeki durumlarının teminatıdır. Birinci anlayış sorunların üstünü örten, üyelerin odalarda siyaset yapılmasını istemediği kabulünden yola çıkarak bağımsız ve demokratik olmayan bir ülkede mesleğin her şeyin üstünde olduğu bir akıl dışılığı savunan çözümsüz bir anlayıştır. Bu anlayış sahibi yöneticiler üyelerin mesleklerini daha iyi yapabilme olanakları karşısındaki çözümleri mesleki kitle örgütlerinin daha iyi para kazanan piyasa şirketleri haline dönüştürülmeleri ile karşılık buluyor. Profesyonelliği de çarpıtan bu anlayış örgütlenmeye yönelen değil, daha iyi para kazanan piyasa ile bütünleşen bir profesyonel yöneticilik anlayışı ile ortada durmaktadır.
İkinci anlayış bunun tam karşısında gibi görünen üyeler adına radikal basın açıklamaları yapan, umutlarını örgütün isminin başına devrimci ibaresi getirmeye bağlayan örgütün ve üyenin dönüşümünü hiçe sayan lafazan siyasi anlayıştır.
Her iki anlayışta, bu harami saltanatı düzeniyle, üyeyi baş başa bırakmaktadır. Üyenin bu yalnızlığı, üyelerde örgütlenme isteğini, yöneticilerde örgütleme isteğini yok etmektedir.
Odacılık bir meslek haline gelmiştir. Üyeleri çalışmalara katma anlayışının eksikliği ve giderek artan profesyonel yöneticilik sonucu örgütler bir avuç insanın etkinliğinde ve egemenliğinde yapılar haline gelmiştir.
Üyelere güvenmeyen, aktif yönetici pasif üye anlayışı örgüt içinde her türlü liberalizme, yozlaşmaya kaynak oluşturmaktadır. Kendi örgütsel alanı dışında tüm demokratik siyasi taleplere söz söylerken örgütün kendi içine yönelik liberalizm had safhaya ulaşmaktadır. Bu anlayışın sadece iki sonucu vardır. Birincisi sistemin eksik yanlarını eleştiren ya da bunları yamayan bir sivil toplum örgütü, ikincisi ise kendine siyasi parti misyonu biçen bir örgüt. Bu iki anlayışta kitle örgütünün mücadele anlayışını ve kitle örgütünün temel niteliklerini yansıtmaz.
Üyelerden korkma noktasına gelinmiştir. Yönetimleri elde tutma, geçimini odalardan sağlama anlayışının yerleştiği yerlerde, üyelerin örgütte etkin olacağı ve yönetimleri değiştirebileceği düşüncesiyle üyeden uzaklaşmak temel yönelim olmuştur. Göstermelik örgütlenme çalışmaları veya üyeyi sürece katma çalışmaları, örgütün büyüklüğü ve üye sayısı dikkate alındığında anlamsızlaşmaktadır.
Üyenin örgütte etkin olabileceği hiçbir mekanizma yaratılmamaktadır. Üyenin örgütte etkinliğini sağlayacak genel kurullar, yukarıda açıklandığı nedenlerle ve yönetimi “karşı” olunan kesimlere kaptırmayalım mantığıyla sadece seçime endeksli olarak yaşanmakta, üye toplantıları vb. üye katılımını artıracak etkinlikler birçok birimde yapılmamaktadır.
Uzman mühendislik uygulamaları lonca tipi bir örgüt yaratmayı hedeflemektedir. Mühendis ve mimarları “uzman” ve “uzman olmayan” şeklinde ayrımlaştırmak, yeni mezun mühendis ve mimarların çırak anlayışıyla çalışmalarına olanak sağlayan bu yaklaşım, birçok birim tarafından genel kabul görerek uygulamaya geçirilmiştir.

SONUÇ YERİNE
TMMOB Demokrasi Kurultayında karar altına alınan TMMOB’ye ilişkin kararları, hatırlanılması, sahip çıkılması ve hayata geçirilmesi gereken kararları olarak görüyor ve bu kararları, TMMOB’nin içinde bulunduğu durumdan çıkabilmenin yolu olarak görüyoruz.
Hem diğer toplum kesimlerinin örgütlenme ve mücadele alanları ile hem de siyaset alanı ile ilişkileri doğru kavrayan ve bütünde mevcut anti-demokratik ve baskıcı anlayış, ilişki ve unsurları dönüştürmeyi hedefleyen bir siyaset anlayışı temel alınmalıdır.
Böyle bir siyaset anlayışı, ülkenin demokratikleşmesi mücadelesine, TMMOB’nin içinde yer aldığı toplumsal pratikten kaynaklanan özgün bir katkı sağlayacaktır.
Bu kapsamda TMMOB;
·    Ortak ve bütünlüklü mücadelenin önünde engel olan, kendi mesleğini şubesini ya da odasını her şeyin önüne koyan küçük girişimci anlayışlarının, hangi ideolojinin arkasına sığınılırsa sığınsınlar mahkûm edilmesini;
·    TMMOB’ye örgütsel aidiyetin geliştirilerek, katılım ve kapsayıcılığı her düzeyde yeniden üretecek demokratik bir anlayışın Temsilcilik, Şube, Oda işleyişlerinde vazgeçilmez bir çalışma tarzı olarak yaşama geçirilmesini;
·    Meslek alanlarının, ilgili kurum ve kuruluşlarının etkinliklerinin, ülke ve halkın çıkarları doğrultusunda yakından izlenmesini, mesleki denetimin bu alanlardaki soygun, vurgun ve sömürünün teşhirine yönelmesini ve bu konuda kamuoyu oluşturulmasını, diğer kesimlerin de talepleri göz ardı edilmeden üye tabanındaki emekçi ve issiz çoğunluğun taleplerine uygun politikalar geliştirilmesini;
·    Kamu ve özel sektör işyerlerinde çalışan üyelerimizin sorunları ile ilgilenilmesini, üyelerimize yönelik tehdit ve baskılara karşı aktif tavır alınmasını;
·    Özellikle, özel sektör kuruluşlarında çalışan üyelerimize yönelik 8 saat iş günü hakkının gaspının ve angaryasının önlenmesine yönelik çalışmalar yapılmasını;
·    Yüksek öğrenimi piyasa mantığı içerisinde ele alan ve öğrenimde kalitenin yükseltilmesini rekabet unsuruna indirgeyen bir yaklaşım yerine, yüksek öğrenimde halkın gereksinimlerini gözeten ve yüksek öğrenimi kamusal hizmet alanı olarak gören bir anlayışın savunulmasını;
·    TMMOB’nin gelecekteki üye potansiyelini oluşturacak olan öğrencilerin sorunlarına yönelik çalışmalar yapılmasını ve öğrencilerin maruz kaldığı baskı ve saldırılara karşı etkin tavır alınmasını;
·    Üretilen politikaların üyelerin gücüne dayalı kampanyalarla yaşama geçirilmesi anlayışının çalışma tarzı olarak benimsenmesini;
·    Üyelerin katılımını sağlayacak, yasada belirlenmiş araçlar dışında seçim dışı yeni araçların geliştirilmesini, işyeri temsilciliklerinin örgütlenmesini ve işlevsel kılınmasını;
·    Oda bürokrasisinin çekici olmaktan çıkarılmasını, bürokrasinin ideolojik ve yönetsel egemenlik çabalarının engellenmesini;
·    Örgütlenme ve kadrolaşma anlayışının üyelerle ilişkileri birinci plana almasını, gelir getirici faaliyetlerin, piyasaya yönelik hizmet üretiminin çalışma ve kadrolaşma anlayışını belirlemesine izin verilmemesini, bu kapsamda odaların temel gelir kalemlerinin üye aidatları olması için gerekli önlemlerin alınmasını;
·    Amatör bir anlayışla yerine getirilmesi gereken konularda uzmanlar ve profesyonel kadrolara dayalı bir politika oluşturma ve çalışma anlayışı yerine, üyelerin katılımı ve tartışmaları ile politika oluşturulması ve mücadele edilmesi anlayışının öne geçirilmesini;
·    Örgüt birimlerinde yöneticiliğe talip olanlarda özverili ve amatör çalışma anlayışı özelliklerinin aranmasını, birim yöneticilerinin sıfatlarının maddi çıkar sağlama açısından etkili olabileceği işlerde ya da konularda çalışmamasına dikkat edilmesini;
·    Siyasetsizliğin ve depolitizasyona teslimiyetin reddedilerek; ekseninde TMMOB’nin içinde bulunduğu toplumsal pratiğin bütününü kavrayan, sorgulayan, dönüştürmeyi hedefleyen etkinliklerin bulunduğu bir programın siyaset yapma anlayışı olarak belirlenmesini;
·    TMMOB’nin ulusal ve uluslararası düzeyde emekten yana örgütlerle dayanışma ve ortak mücadele içinde olmasını savunur.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑