Türkiye’deki politik durumdaki değişiklikler, devrim ve karşı-devrim cepheleri arasındaki çatışmanın kazandığı özellikler ve örgütümüzün acil politik ve örgütsel görevlerinin, Devrimin Sesi’nin bir önceki sayısında, genel özellikleriyle sınırlı da olsa ele alındığı okurun bilgisindedir.
Merkez Organ’ımızın, eldeki sayısının bu yazısının konusunu, içinden geçilen dönemin dayattığı politik ve örgütsel görevlerin gerektirdiği politik ve örgütsel çalışma ve örgütümüzün çalışmasını baltalayan zaaf ve zayıflıkların üstesinden gelmesiyle ilgili sorunlar oluşturmaktadır.
Konu böyle belirlenince, bu yazının, önceki sayıdaki yazıyla ve güncel parti materyalleriyle birlikte ele alınması gereği, ister yönetici, ister üye, isterse sempatizan olsun her okurun, bu yazı ve öteki materyalleri; kendi yaşantısı, çalışması, sorumluluğu ve görevi ile ilgili eleştirel değiştirici sonuçlar çıkarmak üzere irdelemesi zorunluluğu vb. üzerinde fazlaca durmanın bir anlamının bulunmadığı ortadadır.
Hangi kademede bulunursa bulunsun her örgüt yöneticisi, hangi organ ve alanda görevli olursa olsun her örgüt üyesi ve kendine biçtiği görev sınırı nereye kadar giderse gitsin her parti sempatizanı, bu yazı ve öteki materyalleri, genel olarak sonuçlar çıkarmak için değil, kendi devrimci çalışmasını ve partiye ve sınıfa katılma biçimini gözden geçirmek ve pratik özel sorumluluklar çıkarmak amacıyla irdelemek zorundadır. Aksi takdirde, devrimci bir örgüt ve kişi olmanın olanaksız olması; sınıfı ve sosyalizmi savunmanın kötü bir gevezelik olarak kalması kaçınılmazdır.
SERMAYENİN SAFLARIMIZDAKİ YEDEK GÜCÜ: ÖRGÜTÜMÜZ VE ÇALIŞMAMIZDAKİ ZAAF VE ZAYIFLIKLAR
Partimiz, teori, politika ve örgüt sorununda; teoriyi ele alma, geliştirme ve pratik işlev kazandırma; politik mücadelenin dinamikleri ve sorunlarını irdeleme, politik taktik oluşturma, politik planlar yapma ve günlük mücadeleye katılma; örgüt olma, proleter örgütü her yeni dönemde yeniden kurma ve onu, sınıfın gerçek örgütü haline getirecek geçerli araçlarla donatma gibi temel sorunlarda, öteki bütün akım ve örgütlerden ve burjuva oportünist gelenekten kesin olarak ayrılmıştır.
Durum böyle olunca, ileri gitmek isteyen her yoldaşın önüne alması gereken soru şudur: Örgütlerimiz, kadrolarımız ve ileri sempatizan çevrelerimiz, öteki akım ve örgütlerin “çalışması”ndan ve reformist küçük burjuvazinin, proletaryanın ensesinde saltanat yaşadığı son kırk yılın, sosyalizm adına oluşturduğu “sağ” ve “sol” oportünist gelenekten, yaşam ve çalışmalarını ne oranda ayırabilmişlerdir? Kendimize biçtiğimiz rolün, her gün yaptığımız çalışmanın ve ulaşmaya çalıştığımız devrimci tipinin orijinalitesi nedir ve örgütsel ilişkilerimiz ve moral değerlerimiz, öteki örgütlerden hangi özellikleriyle farklılaşmıştır? Örgütümüzün bünyesindeki ve sınıf içinde yaptığı çalışmadaki yabancılaşma ve zayıflığın kendini bu alanlarda dışa vurduğu kesindir.
Örgütteki ve yaptığı çalışmadaki zaaf ve zayıflıklardan, kuşkusuz öncelikle sermaye ve gericilik yararlanmaktadır. Zira işçi ve emekçi hareketi ve devrim cephesi, olanaklarını tam kullanamadığı gibi, sınıfın ve halkın tek umudu partimiz de, anlamsız enerji kaybından ve kazanmakta olduğu güvenilirliğin hırpalanmasından kaçınamamaktadır. İşçi ve emekçi hareketinin, olanaklarını tam kullanamaması; örgütlerimiz ve kadrolarımızın israf olmaları, atıl kalmaları ve enerjik, verimli çalışmaya geçmedeki zorlanmalarının, sermaye ve gericiliğin halk arasındaki bugünkü en önemli dayanağı ve bizzat bizim tarafımızdan sunulmuş bir üstünlüğü olduğu herkesçe görülebilir açıklıkla ortadadır.
Sermaye ve gericiliğin, örgütlerimizin bünyesindeki zayıflık ve kadro ve sempatizanlarımızın yaşam ve çalışmalarındaki zaaflardan yararlanmasının, birbirleriyle iç içe geçmiş bulunan ve biri diğerinin ters yüzü olan iki biçiminden söz etmemiz kuşkusuz yanlış değildir.
a) İşçi ve emekçi hareketinin ve ileri emekçi kitlesinin, gerekli yardımı görmemesi ve esas olarak kendiliğinden bir mücadele hattında ve büyük oranda ilkel bir örgütlenme içinde (hareketin ve uyanan kitlenin ortaya çıkışının ilk biçimiyle kendini tekrar etmesi durumu) kalması; patronların, hükümetin ve sendika bürokrasisinin cepheden saldırıları karşısındaki bu silahsız kalmanın bir sonucu olarak (hareketteki istikrarsızlık, kaçınılabilir yenilgiler, ileri işçi kitlesinin eğitiminin geri ve örgütünün dar kalması) gerçekleşen doğrudan yararlanma.
b) Sınıf dışı ve halka yabancı liberal ve anarşizan “sosyalist” akım ve grupların, açık kitle hareketini düzen sınırlarına çeken ya da terör ve “üst” sınıf yaklaşımıyla provoke eden; uyanan ileri işçi ve emekçiyi, bürokrasiye bağlanmaya zorlayan veya iç içe olduğu kitleden kopararak kendi “işleri”nde tasfiye eden “çalışması”na dayalı “dolaylı” yararlanma.
Sermaye ve gericiliğin ve hükümetin, işçi ve emekçi sınıflar ve açık kitle hareketinin bünyesindeki zaaf ve zayıflıklardan bu biçimler (a- burjuvaca uyuşturma, cepheden saldırıyla ezme; b- “sosyalistçe” aldatma, parçalama ve tasfiye etme) içinde ve bu yollarla yararlandığı; yararlanmanın olanaklarını, objektivitenin kaçınılamaz sınırlamaları dışında, örgütlerimizin çalışmasının zaaflarında bulduğu bir gerçektir. Denilebilir ki; işçi ve emekçi, hareketinin, sermayenin cepheden saldırısı karşısındaki (aldatıcılık ve zorbalık karşısındaki) dayanıksızlığının; ileri işçi ve uyanan gencin, sosyalizmi bulma ve proleter olan ile burjuva ve küçük burjuva olanı ayırt etmedeki zayıflığının nedenleri, örgütlerimiz ve kadrolarımızın kendilerine biçtikleri rolün zaaflarında ve yaptıkları çalışmanın geleneksel sınıf dışı “sosyalist” özelliklerinde yatmaktadır.
Örgütler ve kişiler için, sermaye ve gericiliğe karşı savaştığına içtenlikle inanmak ve hatta içtenlikle ve yiğitlikle savaşmak yetmemektedir. Sınıfın ve halkın nabzını her gün yeniden tutmak; hareketin her günkü ihtiyaçlarını, kendi yaşamsal ihtiyaçları olarak derinden hissetmek; bu ihtiyaçları karşılayan ve mücadele içindeki işçi, emekçi ve gence gerçekten yardım eden çok yönlü, enerjik, verimli ve sebatlı bir çalışma içinde olmak da gerekmektedir. İşçi ve emekçi hareketinin, olanaklarını tam kullanması; cepheden saldırı ve manevralar karşısında mücadele yeteneği kazanması; öte yandan, “sosyalizm” adına bölünüp parçalanmasına izin vermeyecek bir mevziiyi tutması için; örgütlerimiz, kadrolarımız ve çevrelerimizin yaptığı çalışmanın, işçi ve emekçi karakterinin gelişmesi; proleter unsurun, bu karaktere damgasını basan hâkim unsur düzeyine yükselmesi hayati ve ertelenemez bir zorunluluktur.
İşçi ve emekçi hareketinin ihtiyaçlarını; dolayısıyla örgütlerimizin sorunlarını bu cepheden ele aldığımızda, önümüze çarpıcı bir şekilde gelen sorunun, yukarıdaki soru olduğundan kuşku duyulamaz. Örgütlerimiz, kadrolarımız ve sempatizan çevrelerimizin eylemi ve her gün yaptıkları çalışma, mücadele eden ve örgütlenme eğilimi içine giren işçiye ne kadar yardım etmektedir ve öteki “sosyalist” akımların aldatıcı ve tahrip edici çalışmasından ne oranda ayrılmıştır? İleri işçi ve emekçi ve uyanan gencin, örgütümüz ve kadrolarımızdan öğrendikleri nelerdir ve onların şahsında ve eyleminde tanıdıkları sosyalist çalışma ve devrimci kişilik nasıl bir çalışma ve nasıl bir kişiliktir? Her parti örgütü ve propagandacı ve örgütçüsünün, kendisine bugün sorması gereken sorular bunlardır. Bu kesindir; zira hareketin temel sorununun, ileri işçiler arasında, sosyalizm adına yapılan çalışmada ve bu çalışmanın, sınıfın ihtiyaçları ile ilişkisinde düğümlendiği görülebilir bir gerçektir.
TÜRKİYE’DEKİ “SOSYALİST ÇALIŞMA” GELENEĞİ VE TASFİYECİ ÇÜRÜME
Örgütlerimizin yaptığı çalışmanın, çoğu özelliğinin sınıfa ve sosyalizme yabancı düşmesine yol açan; kadrolarımızın ve taraftar çevrelerinin, görevlerini bilinçli işçi tutumuyla kavramaları ve devrimci girişkenlikle yapmalarını baltalayan zaaf ve zayıflıkların neler oldukları ve nerelerden güç aldıkları, çokça dikkat çekildiği gibi bir sır değildir.
İşçi ve emekçi hareketinin sorunlarını ve örgütümüzün, kadrolarımızın ve çalışmamızın zayıflıklarını gerçekten anlamak için, aşağıdaki tespitleri yapmamız özel bir önem taşımaktadır. Aşağıdaki iki dönem (1), kendilerine özgü özellikleriyle kavranmadan, devrimci ve sosyalist olan bir çalışma tarzı üzerine bir şey anlamak olanaksızdır.
a) 1960’lar ve 12 Eylül 1980 arası sosyalizm dönemi
* Türkiye’de sosyalizmin kitlesel yayılması, 1960’larla 1980 arası yılları kucaklar. Aynı yıllar, reformist ve revizyonist “sosyalizm”e karşı önce pratik, ardından teorik başkaldırı yılları da olmuştur. Bu dönem, değişik sosyalizm akımlarının, kendilerini şekillendirdikleri dönemdir.
* Söz konusu yıllar, işçi hareketinin gelişme ve atılım yılları olmasına karşın, gene de döneme damgasını basan hareket gençliğin, eğitim görmüş kent emekçilerinin ve üretici köylülüğün hareketidir. Sosyalizmin, genç aydın kuşak arasındaki yayılma döneminin, küçük burjuva sınıfların kitle hareketinin gelişme yıllarıyla çakışması, çalışma tarzı ve örgüt olmakla ilgili devrimci ve sosyalist geleneğin (T”K”P etkisiyle birlikte) çarpık oluşmasını koşullandıran olgu olmuştur. (2)
* Hem bu nedenle, hem de işçi hareketini uluslararası ölçekte tahrip eden (revizyonist) üst tabaka reformizminin baskısı nedeniyle; mücadele biçim ve refleksleri, örgütleme alışkanlıkları ve sosyalist ve devrimci militan tipi özellikleri vb. ile birlikte Türkiye’deki sosyalist ve devrimci çalışma geleneği, işçi sının dışındaki sınıfların yaşam ve eyleminden alınan tarzın ve bu sınıflar arasındaki çalışmadan edinilen ruh ve deneyimin ürünü olarak, çarpık ve çelişkili bir biçimde şekillenmiştir.
*Bu gelenek, son on beş yıldan bu yana aşağılanan tomurcuk halindeki devrimci ve halkçı öğelerine karşın (3), proleter sosyalizmine olduğu kadar sınıfa da yabancı özellikler içinde oluşmuştur; bir örgütü sınıfla birleştirme ve ona, örgütlenme çabasındaki işçiye yardım etme yeteneği kazandırma özelliklerinden büyük oranda yoksun bir gelenektir.
b) 12 Eylül 1980 darbesi ve tasfiyeci dönem
Sosyalizmin; daha doğrusu sosyalist çalışma yapma ve örgüt olmakla ilgili geleneğin 1960’lardan 1980’e gelen ve küçük burjuva ve halka yabancı olduğu kadar proleter ve halkçı unsurlar da taşıyan Türkiye’deki oluşumu süreci, bütün dönem boyunca devrimci örgütlerin şahsında, nispeten devrimci bir işlev gören bir süreç olarak şekillenmiştir.
* Ne var ki, 12 Eylül darbesinin toprağında olgunlaşan ve Gorbaçovcu dalgayla birlikte büsbütün çığırından çıkan tasfiyecilik hareketi, sadece sosyalizmin teorisi karşısında değil, aynı zamanda çalışma tarzı, mücadele ve örgüt biçimleri, devrimci moral ve örgütsel değerler ve devrimci militan tipin kişilik özellikleri karşısında da, emekçiye yakın birikimin tasfiyesi üzerinde yükselen bir hareket olarak oluşmuştur.
* Reformist liberal ve terörist “sosyalizm” tasfiyeciliğinin ortak karakteristiği, ilerici ve devrimci örgütlerin yaşamında ve sınıfın ve halkın saflarında az çok birikmiş devrimci, emeğe ve halka yakın bütün birikimi inkar etme; bir yandan, sermayeyle bir arada olma; öte yandan, emeği ve alt sınıfları bir tür dıştalama anlamına gelen halka yabancı “birikimi” kutsama, “sosyalizm” adına büsbütün çürütmede yatmaktadır.
* Tasfiyeci dönem deyim yerindeyse, bir “sosyalizm” piyasası yaratmıştır; teorik ve pratik inkârcılığın, emeğe ve halka inançsızlığa dayalı ikiyüzlü gevezeliğin, devrimci örgüt olma karşısındaki sorumsuzluğun, kişiliksizlikten güç alan bireyciliğin, kolektif ruhtan yoksun rekabetçiliğin ve reklamcı çığırtkanlığın vb. “değer” haline geldiği bir piyasa… Tasfiyeci dalganın ardından, parlamentocusu ve silahlı “mücadeleci”si dahil “sağ” ve “sol” akımlar için, devrimci çalışma ve örgüt artık, kamuoyu “çalışma”sı ve kamuoyu “örgütü”nden başka bir şey değildir. “Devrimci” kişi ise, düzenle bağ içindeki halka yabancı, bürokrat bir salon “sosyalisti” ya da, emekçinin yerine kendini geçiren, sözde halk adına hareket eden ve fakat amaca varmak için halka terör uygulamaktan kaçınmayan sınıf düşüğü “devrimci”nin bozulmuş sorumsuz bir tipidir.
Türkiye’deki “sosyalist” örgütlerin bugünkü rollerini ve yaptıkları “çalışmanın” karakterini anlamak için, bu tespitleri yapmak gerekiyordu. Zira örgütümüzün, kadromuzun ve çevremizin, teorik olarak reddetse bile, pratik çalışmada (duyguların, reflekslerin, ilişkilerin, çalışma ortamının oluşumunda) çoğu yönüyle yaşattığı geleneği tanıması bir zorunluluktur.
Türkiye’deki devrimci örgüt olma ve devrimci çalışma yapmakla ilgili (özünde sosyalizmi anlama ve uygulama biçimi) gelenek, yukarıda vurgulanan iki dönem içinde oluşmuş; bir anlayış, alışkanlık ve yaşam biçimi olarak, gene yukarıda değinilen özellikleriyle şekillenmiştir. Bugün uyanan ve devrime yönelen emekçi ve gencin, ilk anda karşı karşıya geldiği ve kendiliğinden kabullendiği devrimci çalışma yapma, örgüt ilişkisi oluşturma ve devrimci kişilik edinmekle ilgili verili anlayış, vurgulanan süreçte belirginleşmiş; 1980 öncesi ve sonrası olmak üzere iki dönemden geçerek oluşmuş ve gitgide küçük burjuva reformist ve tasfiyeci bir gelenek olarak karakterize olmuş bir anlayıştır.
SINIF DIŞI, OPORTÜNİST VE TASFİYECİ “ÇALIŞMA”NIN ÖRGÜTÜMÜZDEKİ ETKİSİNE KARŞI MÜCADELE
Devrimci çalışma ve örgüt olmakla ilgili söz konusu anlayış ve gelenek karşısında partimizin pozisyonu nedir? Bu, açıktır; partimiz bütün tarihi boyunca, “sağ” ve “sol” oportünizme, revizyonizme ve tasfiyeciliğe karşı, teori ve pratikte verilen mücadele içinde kurulmuştur. Ne var ki, 12 Eylül 1980 öncesindeki küçük burjuva kitle hareketinin koşullandırdığı “sosyalist çalışmacın sınıf dışı sekter “birikimi”nden; sonraki dönemdeki tasfiyeci, sınıf karşıtı ve halka yabancı “çalışma”nın “ilke” ve “norm”larının nispi etkisinden, örgütünü; örgütlerinin yaptığı çalışmayı ve kadrolarının şekillenişini korumakta tam bir başarı elde ettiğini ileri sürmek de doğru bir şey olmamaktadır.
Bu konudaki zayıflık kuşkusuz, partinin ideolojik, politik ve örgütsel çizgisi ile, örgütlerin ve kadroların yürüttüğü çalışma arasında, değişik dönemlerde farklı oranlarda etkili olan bir ayrılığın ortaya çıkması; çalışmanın devrimci niteliğinin bozulması, kadroların proleter dönüşümünün baltalanması ve sınıfla birleşme yönündeki gelişmenin kabul edilebilirin ötesinde tahrip olması anlamına da gelmiştir. Buna karşılık, çizgisi ve örgütlerinin çalışmasındaki proleter ve devrimci yön ile partimiz, geride kalmış bütün dönem boyunca; önce, oluşan “sosyalist çalışma” geleneği içindeki devrimci ve halka yakın eğilimi temsil etmiş; ardından, 1950’li yıllarda işçi hareketinden tasfiye edilmiş Bolşevik çalışma geleneğinin Türkiye’deki temellerini atan proleter okulun tek temsilcisi olarak kendini kabul ettirmeyi başaran bir parti de olmuştur.
Marksist Leninist hareketin, Türkiye’de oluşmuş “sosyalist” ve “devrimci” çalışma geleneği karşısındaki pozisyonu böyledir. Durum böyle olduğuna göre; ideolojik ve örgütsel çizgimiz ile örgütlerimiz, kadrolarımız ve örgütlü çevrelerimizin yaptıkları çalışma ve girdikleri ilişkilerin niteliği arasındaki ayrılık ve aykırılıkların nedenlerinin, partimiz açısından aydınlık ve biliniyor olması gerekmez mi? Kuşkusuz, bu nedenler aydınlatılmış ve biliniyor olmalıdır; aydınlatılmıştır ve bilinmektedir de. Partimizin materyallerini izleyen ve saflarımızdaki oportünist eğilime karşı mücadelenin tarihine ve belgelerine bir göz atan her yoldaş, bu gerçeği rahatlıkla görebilir; ayrıca, görmek zorundadır da.
Örgütlerin bünyesindeki zaaflar ve çalışmadaki zayıflıkların nedenleri açıktadır, yukarıda vurgulananlardadır; harekete sınıf dışından katılan unsurların, koptukları sınıflardan edindikleri yaşam tarzı, kavrayış biçimleri ve örgütleme alışkanlıklarını katıldıkları örgütlere taşımaları bir yana (bu doğal ve mücadele etmek koşuluyla kabul edilebilir bir şey); nedenler, 1980 öncesinin alışılmış, geleneksel sınıf dışı dar çalışma kalıplarına kapılmada; 1980 sonrasındaki çözülme, çürüme ve tasfiye hareketinin ifadesi sağ ve sol burjuva “sosyalist” akımın, yığınların eylemi ve örgütlenmesini dışlamış “eylem” biçimleri ve şekillendirdiği umutsuz, bireyci ve sorumsuz “devrimci” tipin “kamuoyu”cu, bir o kadar da reklâmcı yöntemleri ve arabesk ruh hali özelliklerine, kendiliğinden de olsa bir tür boyun eğmede yatmaktadır.
İşçi ve emekçinin uyanışı, örgütlenmesi ve hareketinin yönetimini eline alması değil de; onların, kendilerinin yedeği ve destekçisi olarak kalmasını öngören ve sınıfın sırtındaki iktidarlarını (‘90’da çöken iktidarlar) kaybetmenin verdiği umutsuzluk ve öfkeyle halka büsbütün sırt dönen reformist üst tabaka “sosyalizmi” ve terörist “sosyalizmi” akımlarının uyuşturucu ve tahrip edici çalışmasından ve mücadele ve örgüt biçimlerinden pratik olarak kendini ayırmakta zorlanmak… Bu zorlanmanın; örgütlerimizin bünyesinde, çalışma ve eylemlerinde ve kadrolarımızın yaşamları, ilişkileri ve kişiliklerinin şekillenişinde çelişki ve aşınma yaratması; bu çelişki ve aşınmanın, partimizi olduğu kadar, işçi hareketinin dinamiklerini de baltalaması: Örgütümüzü olduğu gibi; partimizin, sınıfı etkileyen alternatif bir parti olması nedeniyle, sınıf hareketini de kemiren, zayıf düşüren nedenler burada yatmaktadır.
Söz konusu nedenlerden kaynaklanan zaaf ve zayıflıklara geçmeden önce vurgulayalım: Devrim ve sosyalizm iddiasındaki herkesin bilmesi gerekir; her sınıfın kendine ait bir sosyalizmi vardır ve sosyalizm salt bir “bilgi” akımından ibaret değildir. Dolayısıyla da, tıpkı proleter sosyalizminin, öteki sosyalizm akımlarından ayrı olması gibi, işçiler arasındaki çalışma, işçilerin öteki ezilen sınıflar içindeki çalışması ve sınıfın mücadele ve örgüt biçimleri de, öteki sınıfların çalışma, mücadele ve örgüt biçimlerinden ayrılmıştır. Zira toplumsal doğası ve bilincinin karakteri vb. ile işçi sınıfı, öteki bütün sınıflardan farklı bir sınıftır. Bu olgu, sınıfın hareketinin gelişmesine, öteki sınıfların hareketlerinin gelişmesinden farklı, kendine özgü ayrı bir özellik kazandırmasının yanı sıra, sınıfa katılan komünist militanın ve işçi devrimcinin, küçük burjuva devrimcisinden farklı bir kişilik olarak, farklı bir çalışma, örgüt ve ilişki biçimi içinde yetişmesini de açıklar.
Bu özgün durum, yani sınıfın ve hareketinin özgün özelliği anlaşılmadığında; proleter sosyalist akım, genel teori ve pratik politikada ne kadar gelişmiş ve teori ve politikasını sınıf dışı akımlardan ne kadar ayırmış (bu noktada kaldığında olanaksızlığı ayrı bir sorun) olursa olsun, proleter bir karakter kazanması ve ayrı bir okul olması olanaksızdır.
Proleter sosyalist akım ancak, öteki “sosyalist” akımlardan pratik olarak ayrıldığında; ait olduğu sınıf içindeki çalışmanın deneyimi yoluyla, kendi sınıf karakterine uygun düşen, sınıfın ve hareketinin gelişme diyalektiğini ve ruhunu anlayan; onu kavrama, onun tarafından kavranma ve benimsenme yeteneğine sahip bir çalışma tarzı, ilişki biçimi ve mücadele ve örgüt geleneği geliştirdiğinde ayrı bir akım ve okul haline gelebilir. Aksi takdirde, hedef aldığı sınıf karşısında, sınıf dışı akımlarla aynılaşacağı gibi; ayrı proleter bir akım (parti) olmanın önkoşulu olan sosyalist teori ve politikanın kâğıt üzerindeki söz olarak kalması, gitgide aşınması, işlevsizleşmesi de kaçınılmazdır.
Partimiz ve örgütümüzün sorunu tam da burada yatan bir sorundur. Teori ile pratik; söz ile eylem arasındaki ayrılık anlamına gelen bu durum değişmek zorundadır. Zira partimizi kemirmesinin yanı sıra, işçi hareketini ve ileri işçinin bilincini de tahrip e-den zayıflık buradadır. Örgütlerimiz ve kadrolarımız, bilmek zorundadırlar ki; partimiz sadece, partimizin ne olacağı ve nereye gideceğinin değil, aynı zamanda, işçi hareketinin ne olacağı ve nereye gideceğinin sorumluluğunu taşımaktadır. Mevcut durumu kabullenmek demek, partimizi baltalamakla yetinmemek; aynı zamanda, işçi sınıfı ve hareketi karşısında gerici bir pozisyonu ve tasfiyeci bir rol alma ve oynamayı üstlenmek anlamına gelmektedir. Partimizin ve örgütümüzün, bünyesi ve çalışmasında tahribat yaratan zaaf ve zayıflıkları kabullenmeyeceği; çizgisi ve çalışmasındaki devrimci ve proleter yönün sunduğu silahları, geleneksel “çalışma” ve “piyasa” etkisinden gelen zaaf ve zayıflıkları yenmek üzere yetenekle kullanacağı ve hareketin talep ettiği düzeyi bulmakta duraksamayacağı kuşkusuzdur.
Öte yandan, devrimci dinamiklerin partimizdeki varlığı ve proleter dönüşüm sorunu, bugüne özgü ve şimdi gündeme gelen bir sorun değildir. O halde, örgütümüzdeki ve çalışmasındaki dönüşüm, bugüne kadar niçin ileri bir mesafe alamamıştır? Bu sorunun, herkesin kendisine sorması gereken bir soru olduğuna kuşku yoktur. Gerçek şudur ki; örgütlerimiz, kadrolarımız ve çevrelerimiz, hem işçi ve emekçi hareketi karşısındaki sorumluluklarımızın gelenekselin ötesindeki önemini; hem de bizi, partimizin sınıf ve halk hareketi içinde tuttuğu bugünkü mevziiye getiren kazanından kavramada gereğince olgun bir tutum ortaya koymamışlardır. Buna karşın, zaaflara ve gerideki tutum zayıflığına karşın, durumun değişmesi koşul ve imkânlarının bugün yeterince olgun olduğu ise açıktır.
İlki: Partimizdeki devrimci dinamizmin ve proleter gelişmenin ifadesi olan olgular, bugün artık, görmek istemeyenlerin dahi görmek ve kabul etmek zorunda kaldıkları derecede belirginleşmiş; yanı sıra örgütlerimiz ve çevreleri, anlayışları ve ruh hallerinin değişmesi, çalışmanın dönüşümü ve işçiye yakınlaşması zorunluluğunu, öz-deneyimle anlayacakları olgunlaşma sürecini geride bırakmışlardır. Partimiz, pratik çalışması ve eyleminin niteliğinde, kendini ve örgütünü, sıçramanın eşiğine sürükleyen deneyime sahip bir parti haline gelmiş bulunmaktadır.
İkincisi: Devrimle karşı devrim arasındaki çatışmanın kazandığı özellikler ve partimizin işçi ve emekçi hareketi içindeki bugünkü yeri nedeniyle, geleneksel “piyasa çalışmasının beslediği zaaf ve zayıflıkların örgütümüzün faaliyetinde yaşamaya devam etmesinin, telafisi olanaksız örgütsel sorumluluklara yol açacağının herkesçe görülebilecek bir açıklık göstermesi, itici ve harekete geçirici bir dinamik durumundadır. Zira örgütlerimiz, kadrolarımız ve çevrelerimiz, işçi ve emekçi hareketinin, karşı devrim karşısında silahsız, hazırlıksız kalmasının sorumluluğunu kabullenmeyen bir temel üzerinde oluşmuş bir gelenekten gelmektedirler ve hareketin bizden talep ettiği görevleri kavradıklarında (bunun ortamı oluşmuştur), yeni bir hareketlenme ve devrimci bir atılım içine girmelerinin önlenemez bir olgu olacağı açıktır.
ÖRGÜTÜN VE ÇALIŞMANIN DÖNÜŞÜMÜ KOŞULU: PARTİ ÇİZGİSİNE ÖRGÜT VE ÇALIŞMADAKİ PROLETER UNSURA YASLANMA
Çözüm nerededir; örgütlerimizin çalınması ve kadro ve çevrelerimizin yaşantı ve eylemindeki dönüşüm nasıl ve hangi yoldan başarılabilir? Bunun bir reçetesinin bulunmadığı; fakat dayanıldığında, partimizde, çalışmanın niteliğinin gelişmesini ve kadroların dönüşümünü önlenemez kılacak dinamiklerin birikmiş olduğundan kuşku duyulamayacağı bilinir.
Sorunların çözümünün, devrimci gelişmenin ve gerçek proleter örgütlere dönüşmenin düğüm noktası şuradadır ki; yerel ve özel örgütlerimiz, örgüt görevlilerimiz ve sempatizan çevrelerimizin, yüksek ve devrimci sorumluluk bilinciyle hareket etmeleri; bürokratik, geleneksel, eskimiş ve sıradan hale gelmiş bulunan kavrayış, ilişki ve örgüt biçimlerinden; liberal ve terörist “sosyalizm” piyasasının kışkırttığı dejenerasyonun, yığınlara güvensizliğe dayalı ruh durumunun ve sözde örgütleme alışkanlıklarının kişiliklerinde yarattığı tahribattan arınmaları zorunludur. Bu arınmanın yolu, kuşkusuz bilinemez değildir.
a) Partinin teorik, politik ve örgütsel çizgisi, dönemle ilgili taktikleri ve örgütümüzün çalışmasının parti çizgi ve taktiğine ve sınıf hareketinin dinamiklerine yaslanan yönünün biriktirdiği devrimci deneyim: Kadrolarımız ve çevrelerimizin yaşam, çalışma ve eylemlerinin proleter ve devrimci niteliğini pürüzsüzce geliştirmeleri için; dikkatlerini yoğunlaştıracakları, yaşam ve çalışmalarını yenileyecek görevler bulmak üzere irdeleyecek ve yararlanacakları çizgi ve deneyim işte buradadır. Örgütlerimiz, “sosyalizm” piyasasına meyletmekten; çoğu durumda olanın aksine, “piyasa” kavramlarına açık durmaktan kurtulmak zorundadırlar.
b) Geçmişte, küçük burjuva sınıfların hareketinden “öğrenilmiş” dar ve alışılmış kalıplarla; ezberlenmiş ya da kafalarda kurulmuş ve moda “devrimci”yi “tatmin etme”ye dönük formül ve sloganlarla “idare etmek” değil canlı hayatı; olguları, ihtiyaç haline getirdiği mücadele ve örgüt biçimlerini ve bizden talep ettiği görevleri irdelemek… Hayatı ve talep ettiği görevleri, alıştığımız düzene, verili ilişkilere ve edinilmiş alışkanlıklara “uydurmak” değil, tam tersine, aile ve iş düzenini, günlük ilişkileri ve mücadele ve örgütlenme yöntemlerini canlı hayata ve değişen olguların bizden talep ettiği görevlere uydurmak: Örgütlerimiz ve parti adına sorumluluk alan partili partisiz görevliler, bu tutumla hareket etmek ve bilgiyi ve yenilenmeyi canlı hayatın içinde aramak zorundadır.
c) Bir yandan, zihin ve dikkatimizi parti çizgisi ve örgütümüzün çalışmasındaki sınıfa yakın unsur üzerinde yoğunlaştırmak; öte yandan, alışılmışın dışına çıkarak, canlı hayatı irdelemek ve hayatın talep ettiği hat üzerinde sürekli yeniden mevzilenmek; örgütlerimiz, kadrolarımız ve çevrelerimizin kavrayış ve çalışmasındaki zaaf ve zayıflıkları alt etmek ve proleter dönüşümü başarmak için bu tutumu benimsemek yeterlidir. Ne var ki, hâkim anlayış ve sözcüklere verilen “anlam”, bu tutumu yetersiz, kılmaktadır. Çünkü bu tutum, daha doğrusu bu çizgi, lafız olarak kabul edilmesine karşın, çoğu durumda benimsenen, propaganda edilen fakat organların kendi üstlerine almadıkları sözler olarak kalmaktadır. Tıpkı, günlük harekete uygulanması ve cisimleştirilmesi gereken parti taktiklerinin çoğu yerde propaganda sınırında hapsolup kalması gibi. Sözle eylem arasındaki ayrılık; liberal piyasa “sosyalizmi”nin, saflarımızdaki canlanması olarak dışa vuran kaypak pratik oportünizm. Örgütlerimiz, pratik oportünist görünümleri, çalışmamızı torpilleyen düşman olarak ilan etmek, ezecek olan tutumla da birleşmek zorundadır.
d) Örgütlerimizin ve ister partili isterse partisiz olsun her görevlinin, kendi mevzisinden benimsemesi gereken ve üç noktadan vurgulanmış olan tutum ve çizgi, başlı başına bir amaca dönüşmemelidir. Proleter dönüşüm ve çalışmanın Bolşevikleşmesi için zorunlu olan bu çizgi ve tutum, işçi sınıfı ve halk hareketine katılma ve yolunun açılmasına yardımı başarmanın güvencesi olarak anlam taşımaktadır. Örgütlerimiz ve kadrolarımız, çalışmalarındaki zaaf ve zayıflıkların, günlük mücadeleler içinde üstesinden gelinebileceğini; doğru olanla yanlış, devrimci olanla gerici ve sınıfa yakın olanla yabancı olanın ancak, her günkü mücadelede seçileceğini bilmek; kendilerini, planlarını ve çalışmalarını her günkü olaylar içinde, yorgunluk göstermeden ve kararlılıkla yer alarak sınamak zorundadırlar. Günlük mücadele içinde olmadan, işçiyle istikrarlı ve örgütlü bağ içine girmeden, sınıfın ruhunu anlamak, ihtiyaca cevap veren devrimci bir çalışma yapmak, kendini değiştirmek ve dünyayı değiştirecek bir komünist olarak yenilenmek olanaksızdır.
Örgütümüzün çalışmasındaki zaaf ve zayıflıkların üstesinden gelinmesiyle ilgili olarak burada dört temel sorun ve tutumumuzun dört temel unsuru olarak ortaya konulmuş olan çizgiyi gerçekte tek bir cümle olarak formüle etmek olanaklıdır. Mücadele eden ve örgütlenme çabasında olan işçi, emekçi ve gence yardım etmek: Gerçekte, görev bu olduğu gibi, oportünist zayıflıkların alt edilmesi olanağı da buradadır. Ne var ki gerek geleneksel anlayış ve alışkanlıkların gücü; gerek, piyasadan alınarak yerleştirilmiş yaşam biçiminin geriletici baskısı; gerekse, sınıf dışı “sosyalizm”in pompaladığı reformist çalışma biçimlerinin, kadrolarımız ve çevrelerimizde yarattığı aşınma nedeniyle, en fazla bilinen en basit sorunların, örgütlerimizde özel bir mücadele konusu olacak derecede önem kazanmış bulunduğu bir gerçektir. Bu durum, örgütlerimiz, kadrolarımız ve görevli örgütlü çevrelerimiz için kabul edilemezdir ve partimiz için bir zül’dür. Dolayısıyla da, bu ve benzer türden sorunların artık, özel önem taşıyan sorunlar olmaktan çıkmasının; geldiği bu noktada partimizin, mevcut biçimleriyle bu sorunları geride bırakmasının zorunlu olduğunun herkesçe kesin biçimde anlaşılması gerekmektedir.
Yukarıdaki bölümlerde, örgütlerimizin çalışmasındaki zaaf ve zayıflıklardan, sermaye ve gericiliğin işçi emekçi hareketi karşısındaki yararlanmasının iki biçimi ve iki yolundan söz edilmişti: Geleneksel demagojiler ve cepheden saldırılarla oyalama, ezme ve dağıtma; “sosyalistçe” aldatma, saflarını bölerek güçsüz düşürme ve yenilgiye sürükleme. Buradan, örgütümüze iki yönlü bir görevin çıktığı ortadadır.
a) Hareketteki kendiliğindenliğe, bundan güç alan kapitalist partinin geleneksel fraksiyonuna ve temsilcisi durumundaki gerici sendika akımının etkisine karşı mücadele;
b) tabiatı gereği, uyanan ve sosyalizme eğilim gösteren işçi kitlesi arasında, “sosyalist” bürokrasiye dayanarak örgütlenen ve gerçekte, burjuva kapitalist partinin “sosyalist” biçimdeki fraksiyonundan başka bir şey olmayan burjuva-küçük burjuva “sosyalist” akımın aldatıcı ve tahrip edici etkisine karşı mücadele.
Partimizin ve örgütlerimizin görevi, özünde bunlardan ibarettir. Kuşkusuz, hem genelde partimizin hem de, tek tek her parti örgütü ve her partili kişinin, bu görevi yerine getirirken izleyeceği özel çizgi ve benimseyeceği özel tutum görevin özü ve karakterine uygun düşmek zorundadır. Bu özel çizgi ve tutum, özetlersek, mücadele halinde ve örgütlenme çabasındaki işçilerin, mücadele ve örgütlenmelerini, bağımsız bir partide birleşmeye genişletmeleri ve devrimci bir parti haline gelmelerine yardım etme çizgi ve tutumunda dile gelmektedir. Öte yandan bu alan, geleneksel “sosyalist” çalışmanın ve liberal “sosyalizm” piyasasının, sosyalizm adına teoride ve pratikte baş aşağı çevirdiği her şeyin, yeniden ayakları üzerine oturtulmasının temel alanı durumundadır. Yanı sıra, bu sorun üzerine çizgi ve tutum, üst tabaka “sosyalizmi” ile proleter sosyalizminin, en temel ayrım noktalarından birisini oluşturur. Örgütlerimiz ve kadrolarımızın, bu gerçeği anlamadan ve gereklerini yerine getirmeden, tek bir adım bile ilerleyemeyecekleri görülemez bir şey değildir.
İçeriğini alışılmış olandan ayırarak söylersek, partimizin önderlik ve örgütleme yöntemi ile ilgili bu çizgi ve tutumu, her şeyden önce onun proleter karakterinin ve sınıfa yaslanan genel çizgisinin bir ifadesidir. İşçilerin, kendiliğindenliğin eleştirisinde ve saflarındaki kendiliğindenci ortamda oluşmuş geleneksel bürokrasi ve kapitalist partinin geleneksel fraksiyonun işini bitirmede ilerlemeleri; yollarının bir başka biçimde kesilmesi biçimi olan burjuva ve küçük burjuva “sosyalizmini tanıma, kendilerini ondan ayırt etme ve bölünmeyecek bir pozisyonu tutma yoluna baştan girmeleri; ileri güçlerini koruma ve eğitme güdülerini bilinçle geliştirme ve deneyim ve tecrübe biriktirme yeteneği kazanmaları; girişim ve çalışmalarını, her türden işçi örgütünün ve öteki emekçi örgütlerinin yönetimini bizzat ellerinde topladıkları devrimci bir parti (partimiz) olarak örgütlenme çalışmasına genişletmeleri: Partimizin yakın amacı budur; başka bir yönden ifade edilmiş haliyle görevi buradadır. Ve onu, sınıfı kendi yedeği, aynı zamanda kendine boyun eğmesi gereken bir “yığın” olarak gören sınıf dışı “sosyalist” partilerden ayıran özelliklerinden birinin, ifadesini burada bulduğuna kuşku yoktur.
Partimizin, sınıf dışı “sosyalist” akımlardan, genel çizgisi ve öncelikle söz konusu bu özelliği ile ayrıldığı yadsınamaz bir olgudur. Buna karşılık, örgütlerimizin çalışması ve kadrolarımızın yaşantı ve eyleminde, üst tabaka sosyalizminin geleneksel ve tasfiyeci “önderlik” ve “çalışma” biçiminin etkisinin yaşamakta olduğu da yadsınamazdır. Bu durumun devam etmesi halinde, partimizin gerçek bir işçi partisine dönüşmesi nasıl başarılacaktır? Bu olanaksız olacağı gibi; işçi ve emekçi sınıfın, karşı-devrimin saldırıları karşısında hazırlıksız kalması; ön cephesinin, burjuva ve düzen içi “sosyalist” akımlar tarafından tahrip edilmesi ve sonuçta da kaçınabileceği yenilgilere uğramasının sorumluluğunun partimizin üzerinde kalması kaçınılamaz bir olgudur. Oysa bugüne kadarki mücadelesiyle partimiz ve örgütümüzün, yüz kızartıcı böylesi bir sorumluluğa asla layık olmadığı; bugünkü eski ve yeni kuşak komünist devrimcinin, sınıfı ve halkı alternatifsizliğe ve yenilgilere mahkûm etme hakkının bulunmadığı tartışılamaz bir şeydir.
Başta yönetici organlar ve sorumlu görevliler olmak üzere, örgütlerimiz ve partili partisiz bütün yoldaşlar bileceklerdir ki, en önemli ve en güçlü sıçrama dönemleri, çoğu durumda geri düşüş ve yenilgilere yol açabilecek etkenlerin de en yüksek seviyede oluştuğu dönemlerdir. Tıpkı, devrimin en yakın olduğu dönemlerin, karşı devrim etkenlerinin en fazla birikmiş bulunduğu dönemler olması gibi. Olgunlaşmış olan devrimin gereği yerine getirilemediği takdirde; nasıl ki karşı devrim, devrimi ezme ve üstün gelme olanağını elde ediyorsa; partimizde birikmiş devrimci dinamik ve olanakların gereği yerine getirilemediği takdirde, fırsatların kaçması, olanakların heba olması ve anlamsız bir düşüş yaşanması yakın tehdit olarak kapıda beklemektedir.
İleri işçi ve emekçi kitlesi, bugüne kadarki bütün birikimini, yüzünü de onlara dönerek, partimize ve örgütlerimize sunmuş bulunmaktadır. Partimizin ve örgütümüzün dinamikleri, önündeki olanaklar ve kullandığı kürsüler, hiç kuşku yoktur ki sınıfa ve halka aittir. Bazı çevrelerimizde, “bizim” ve “sahibiz” gibi bir anlayış (bunlar davranış olarak, düşünce olarak açıkta olandan çok yaygın ve köklüdür) halen görülse de, partimiz ve örgütlerimiz dâhil (burada kullandığımız, “bizim” ve “miz”ler ise, sorumluluk ve zaafların bize ait olmasından başka bir anlama gelmemektedir) bütün olanaklar sınıfın hareketinin ürünüdür ve sınıfa aittir.
Partimizin, ülkedeki gelenekleri kökten değiştirecek bir sıçramanın eşiğine geldiği bugünkü durumda, sorunumuzun karakteristiği şu noktadadır: Örgütlerimiz, kadrolarımız ve çevrelerimiz, yıllardan bu yana olduğu gibi; dinamikleri, olanakları ve kürsüleri değerlendirme ve kullanma biçimiyle (çalışma ve eylemiyle), hareketi ileriye götürdüğü oranda da tahrip etmeye (çalışmadaki geleneksel olan yön, adeta olanaklar üzerinde tepinme boyutundadır) devam mı edecekler; yoksa sınıfın ve halkın talep ettiği görevleri sorumlulukla yerine getirecek; bir yandan, sermayenin saldırısı karşısında emeğin güç ve donanım biriktirmesinin; öte yandan, saflarına katılan işçi kuşağının elinde partimizin tam bir işçi partisine dönüşmesinin unsuru mu olacaklardır? İşçi ve emekçi hareketindeki dinamik ve olanaklar, hem de içinde olduğu sorun ve zayıflıklar, örgütlerimizin bünyesi ve çalışmasındaki zaaf ve eksikliklerin hayati önemini, kadrolarımızın ve çevrelerimizin önüne, işte böylesi bir kesinlik ve böylesi bir çarpıcılık içinde koymaktadır.
Bugünkü sorunumuz ve sınıfın bugünkü sorunu böyledir. Olgu ve olayların sorunu böyle koyması, kuşkusuz önce, partimizin sınıf açısından taşıdığı özel öneme dikkat çekmektedir. Öte yandan ise, örgütlerimiz, kadrolarımız ve çevrelerimizin yaşam, çalışma ve eylemlerindeki, sınıf dışılığa ve geleneksel olana yaslanan zaaf ve zayıflıkların ve üst tabakanın liberal ve bürokratik “sosyalizminden alınmış anlayış, ilişki, mevzilenme ve alışkanlık bozukluklarının sınıfı tahribini ve bu tahribatın tasfiyesinin aciliyetini vurgulamaktadır. Bu dikkat çekiş ve vurgulamanın, partilisi ve partisiziyle bütün parti kitlesinde yaratacağı hareketlenmenin; yaşamını, çalışma ve eylemini parti çizgisi ve sınıfla birleştirmede şevkli, sebatlı ve enerji dolu yeni bir atılım; parti çizgisi ve ileri işçi kitlesiyle daha derinlikli bağlar kurma ve daha enerjik ve verimli çalışma içinde olmayı baltalayan zaaf ve zayıflıklara karşı öfkeli, içtenlikli ve dönüştürücü özeleştiriyle birleşen bir saldırı başlatma anlamına gelen tutkulu bir hareketlenme olması doğaldır.
Herkesçe bilinen bir şeydir: Politik çizgi ve taktik tutum (plan) vb. belirlendiğinde artık, tayin edici olan kadrolardır; onların, bu çizgi ya da planı uygulamada gösterecekleri yetenektir. Örgütümüzün içinde bulunduğu bugünkü koşullarda, söz konusu bu ilke, salt lafız olarak benimsenmiş bir ilke olmaktan çıkarılmak zorundadır. Zira partimizin ideolojik ve örgütsel çizgisi ve politik ve örgütsel planları vardır ve belirlenmiştir. Üstelik bu çizgi ve planlar, olgu ve olaylar tarafından her gün yeniden doğrulanmaktadır ve daha da ötesi örgütümüzde, bu çizgi ve planları onaylamayan tek bir kişi bile bulunmamaktadır. Sorunun, partinin genel çizgi ve taktik planlarıyla, örgütler ve kadroların yaptığı her günkü çalışma arasındaki ayrılıktan doğduğu son derece açıktır.
Yeni ve ihtiyaç olanı öğrenecek ve çizgiye ve sınıfın ruhuna uygun çalışma yapacak kişiler gökten zembille inmeyeceğine ya da kadrolar saksıda yetişmeyeceğine göre, parti çizgisi, taktiği ve hareketin talep ettiği çalışma nasıl ve neye dayanılarak yapılacaktır? Bu açıktır: Parti kadro ve çevrelerinin, verimli ve enerjik bir dönüşümü ve çalışmanın parti çizgisi ve sınıfın karakterine uygun düşen yönünün kazandığı genç ve taze güçlerle, bugünkü kadro ve çevrelerin sistematik takviyesi. Örgütümüzün yaptığı çalışmanın dönüşümü ve çizgimize her yönüyle yaklaştırılması için izleyeceği kadro politikasının bir özelliği budur.
Öte yandan, eski ve yeni kuşak kadroların proleter dönüşümleri; proleter ve devrimci özellikleri ve ona içten bağlı halk adamı nitelikleriyle yenilenmeleri ve yetişmeleri ancak, sınıfı ve ileri işçiyi kucaklama ruh ve yeteneğine sahip gerçek bir çalışma, parti çizgisine uygun düşen, işçilerin yaşam ve deneyiminden öğrenmeyi öngören kapsamlı, enerjik, kesintisiz ve inatçı bir faaliyetle başarılabilir. Bunun, bugüne kadar bulunmuş başka bir yolunun olmadığı örgütler tarihinden bilinmektedir.
Bu nedenledir ki, baştan beri dikkat çektiğimiz gibi, mevcut kadro ve örgütlerimizin, yaşam ve çalışmalarını planlar ve yürütürken izleyecekleri çizgi ve benimseyecekleri tutumu şekillendirmesi zorunlu şu iki şey hayati önemdedir: a) Daha yukarıda dört noktadan ortaya konulmuş olan özel çizgi ve tutumun, lafızda (kâğıt üstünde) benimsenen sözler olarak kalmaktan çıkması, her günkü çalışmaya yön veren ve çalışmada cisimleşen bir çizgi ve tutum olarak gerçekten benimsenmesi; b) bu çizgi ve tutumun, burjuva ve küçük burjuva “sosyalist çalışma” geleneğinden ve piyasa “değerleri”nden pratik çalışmada da kesin ve gerçek bir uzaklaşmayı özel amaç edinen bir refleksle desteklenmesi.
Bunlardan birincisi, örgütlerimiz, kadrolarımız ve çevrelerimizin, parti anlayış ve çizgisini anlaması, sınıfın ötekilerden ayrı ruhunu hissetmesi ve olguları gerçek içerikleriyle irdeleyebilmesi olanağının genişlemesine temel oluştururken; ikincisi, sınıfa ve halka yakınlaşma, işçi ve emekçilerin güven duymadıkları, denedikleri ve uzaklaştıkları “kadro tipi”nden ayrılmalarında dayanak oluşturmaktadır. İşçi ve emekçilerin, uzun bir süreden bu yana geleneksel ve son yılların “moda”sı olan “çalışma”yı ve “devrimci militan tipi”ni sezgi ve öz-deneyimle denedikleri, tanıdıkları ve halka yabancı bularak reddettikleri açık bir gerçektir.
Kadrolarımız ve çevrelerimiz, öteki “sosyalist kadro” ve çevrelerden, mevzilenmeleri, yaşantıları ve her gün yaptıkları işlerle ayrılmayı, öngörüleri ve duygulanımlarıyla farklı kişilikler olarak şekillenmeyi özel olarak istemeleri ve özel çaba göstermeleriyle de ayrılmalıdırlar. Öncesi bir yana son on yıldır, işçi sınıfı, halk ve ileri emekçi, parlamenter ve maceracı-terörist özellikleriyle geleneksel “önder militan” tipleri, aynı dönemin ortaya çıkardığı “entel” ve “arabesk” kişilikleri, yaptıkları “çalışma” ve “tip” ve “kişilikleriyle denemiş, kendini onlardan ayırma, uzak durma tutumu geliştirmeye önem verme gereği duymuştur. Öyle ki, geleneksel “sol” ve “sosyalist” grup ve kişilerden ayrı bir tutum içinde olmak ve ayrı bir çalışma yaptığını göstermek, işçilerin ilgi odağı ve emekçi mihrakı olmak için yeterli bir özellik anlamı kazanmıştır.
Geleneksel “sosyalist” gruplar ve “yeni dünyacı” akımlar, bu gerçeği 1992–94 arası yıllarda yaşadıkları yeni tecrit, parçalanma ve tasfiye ile görmüşlerdir. Ne var ki, ders çıkarma ve kendilerini halka yaklaştırma yoluna girmek yerine; işçi ve emekçi kitlelerin yerine geçirdikleri “önderlik”lerini, halka karşı özelliklerini daha da ileri götürerek büsbütün çürütmeyi; öte yandan, baştan bu yana karşıt mevzilerde bulundukları partimize karşı yürüttükleri saldırıyı genişletmeyi tercih etmişlerdir. Burjuva ve küçük burjuva “sosyalizmi”, çözümsüzlüğü ve iflasının sorumluluğunu işçi ve emekçinin “anlayışsızlığında görmüş; “çözümü” ve tasfiyeden “kurtulma” yolunu halktan daha da uzaklaşmada bulmuştur. Yedi yıldan bu yana, partimize karşı giderek genişleyen ve karalama kampanyasına dönüşen tasfiyeci saldırı, kaynağını buradan almaktadır.
Bütün bunlardan çıkan şudur: Örgütlerimizin, her günkü çalışma ve eylemlerini sınıfa yaklaştırmak için özel bir mücadele vermeleri ve hareketin ihtiyaçları üzerinden sürekli yeniden şekillendirmeleri zorunludur. Öte yandan, bu mücadele ancak, parti çizgisini ve yukarıdaki dört maddeyle ortaya konulan özel tutumu kılavuz edinen kadro ve sempatizanların bu çizgi ve tutumlarını, geleneksel “devrimci tipi” özelliklerden arınmayı ve gerçek bir halk adamı olarak yenilenmeyi öngören bir özdenetimle her gün yeniden birleştirmeleri sayesinde başarı kazanabilir. Çalışmanın işyeri temelinde istikrar kazanmasında; bir yandan işçinin doğasına ve günlük hareketin ihtiyaçlarına yakınlaşmasında; öte yandan, halk adamı adanmış militanın özelliklerinin örgütümüzde yayılmasında dayanak oluşturacak örneklerin örgütümüzde bulunduğu ise açıktır.
UMUTSUZ TASFİYECİ SALDIRI VE TASFİYECİ ETKİNİN ÖRGÜT ÇALIŞMASINDAN TASFİYESİ
Partimizin mücadelesi, ÖDP ve SİP’inden İP’ine, DS ve TKP-ML’sinden MLKP’sine bütün “sol”un, rol ve dinamizmini yadsıyıp uzaklaştığı işçi sınıfı ve halkın uyanışı, örgütlenmesi ve hareketinin yönetimini kendi eline alması mücadelesidir. Oysa işçi sınıfı ve emek dünyasının, kendi geleceğini eline alma yoluna girmesi ve örgütlenme yeteneği kazanması, halkın sermayeye karşı silahlanması olduğu gibi, burjuva ve küçük burjuva “sosyalizminin bugünkü marjinalliğe mahkûm olması da demektir. Dolayısıyla da, tasfiyeci oportünist cephenin saldırganlaşması asla bir rastlantı değildir: örgütümüzü baltalamak için, işçi hareketinin mevzilerine (platformlara vb. saldırı basınlarından bilinmektedir) cepheden saldırabilecek kadar düşmanlaşması, onları “yıkma” gibi karşı devrimci bir girişimi göze alacak kadar pervasızlaşması bir rastlantı değildir.
Partimize yönelik tasfiyeci saldırının, aşağı yukarı bir yıldan bu yana genişlediği, provokatif bir karakter kazandığı bilinmektedir. TDKP’ye düşmanlık, yıkılması ve tasfiyesinden başka bir işleri olmamış olan kimi gruplar, onun “tasfiyesine karşı “mücadele” bayrakları açarlarken; başkaları, “kazığın” tek uçlu mu “çatal” mı olacağı üzerine fetva vermeye soyunmuşlardır. Bunlar, karşıt gibi görünen mevzilerden saldırıya geçerlerken özünde aynı şeyi; işçinin devrimci örgütünün daha doğmadan tasfiyesi üzerinden oluşmuş geleneği savunmayı görev edinmişlerdir. Onları ortaklaştıran özellik kuşkusuz, dışına düştükleri işçi sınıfı ve halktan tamamen uzaklaşmayı göze almalarında; reformist küçük burjuva bir tabakanın, sırt döndüğü işçinin örgütünü genişletmesini baltalama güdüsüyle oluşturduğu tasfiyeci “sosyalizm”in savunusunda dile gelir. Böyle hareket etmeleri ve bu görevi üstlenmeleri doğaldır; bu, izledikleri çizgi ve kendilerine biçtikleri rolün bir gereğidir. Ne var ki partimizin çizgisini ve örgütümüzün halka bağlılık derecesini anlama, onu baltalama yeteneklerinin olmadığı görülmektedir.
Tasfiyecilik, işçilerin birikimini, oluşmuş olan partisini tasfiye etme, onun yerine başka bir şeyi geçirme hareketidir. Türkiye’de sosyalizm adına yetmiş yıl önce oluşmuş ve kendini son otuz yıl içinde “devrimci” biçimlerle olgunlaştırmış, tamamlamış ve gelenekleşmiş olan geleneksel “sosyalist” çalışmanın esası da budur. Tasfiyecilik, kendini farklı görüntüler içinde dışa vuran bir olgudur. İlk biçimleri genellikle, karşı devrimin bastırdığı koşullarda kazanımları inkâr, örgüt çalışmasını dağıtma; açık hareket imkânı doğduğunda eski çalışma ve örgüte saldırıya geçme ve yerine koşullara “uyum” sağlayan bir gazete, dernek çevresi ya da sözde parti geçirme eğilimi biçiminde yaşanıyordu. Son otuz yılda bu biçime, bir yenisi eklendi: Sözde “illegal” örgüt olma adına (gazete, dernek olanaklarından sözde yararlansa da), karşı devrimle cepheden savaşa girmeyi, sınıfın kitlesel politik parti olarak açık politikaya girmesini, işçilerin kendilerini parti olarak örgütlemesini inkar, iktidar olmayı hedefleyen gerçek bir örgüt olmayı yadsıma, sonuç olarak da hiçbir zaman gerçekten var olan bir örgüt haline gelmeme eğilimi.
Tıpkı, Bolşeviklerden kopan ve tasfiyeciliğe katılan Otzovistler gibi. RSDİP’teki tasfiyecilerle Otzovistlerin aynı kaptan yediği ve aynı tasfiyecilik değirmenine su taşıdığı herkesçe bilinir. Ve Türkiye’deki sağ reformist (ÖDP-İP-SİP vb.) tasfiyecilikle “sol” reformist (DS-TKP/ML-MLKP vb.) tasfiyecilerin, partimize karşı tutum ve saldırılarının RSDİP’te yaşanan tasfiyeci saldırıdan bir farkı yoktur. Aralarında bir noktada bir fark vardır. O da, RSDİP’in sağ ve sol tasfiyecilerinin, bir zamanlar işçi hareketine ve onun partisine katılmalarına karşın; bizdekilerin böyle durumlarının olmaması, küçük burjuvazinin işçilerle ittifakı bozmuş tabakasının reformist fraksiyonları olarak var olmalarıdır. Bu durumda, sağ’daki ve “sol”daki tasfiyeciliğin “çatal kazık”a karşı tutumunun sonuçta birleşmesi kuşkusuz anlaşılır bir şey olmaktadır.
Partimizin bütün örgütleri, kadroları, çevreleri ve devrimci işçiler şunları bileceklerdir:
Burjuva ve küçük burjuva “sosyalizmi”, bugünkü Türkiye’de kendini ancak, sınıf kitlesinin partisizliği ve proleter sosyalist çalışmanın zayıflığının yarattığı boşluklarda var edebilir, yeri ancak o alanda bulabilir. Geleneksel üst tabakacı “sosyalist” akımın ve söz konusu fraksiyonlarının partimizin çizgisine, taktik politikasına, kürsü ve organlarına karşı kampanyalarının nedeni de burada yatmaktadır. Yürütülmekte olan kampanyanın amacının, örgütlerimizin çalışmasındaki geleneksel “sosyalizm”den ve “piyasa” tasfiyeciliği etkisinden kaynaklanan zayıflıklara dayanarak, işçi sınıfının gerçek bir parti oluşturmasını baltalamak ve partimizi kendilerine benzeyen “sol” bir fraksiyon olmaya “zorlamak” için telaşlı bir denemede bulunmaktan başka bir şey değildir.
Bunların tümü de, “tasfiye” bir yana partimizin politikasının, tasfiyeciliğin tasfiyesi politikası olduğunu, bunun koşulunun örgütümüzün son yedi-sekiz yıllık mücadelesi içindeki kazanımı ve hareket içinde tuttuğu yerle genişlemiş bulunduğunu “bilmekte”dirler. Ayrıca, “çatal kazık”ın, çakıldığı yere sökülmezcesine ve gerçekte kan emerek beslenen sermayenin bağrına çakılan bir kazık olduğunu da “anlamakta”dırlar.
Anlamak istemedikleri ise bellidir; partimizin, işçi sınıfı ve hareketini on yıllar boyunca kemirmiş, dinamiklerini tahrip etmiş, gözünü devrime açan genç kişiyi daha baştan iktidarsızlaştırmış oportünist ve tasfiyeci bir geleneği pratik olarak yıktığı; örgütünü karakterize eden özelliğin, dar ve geniş, satıhta yayılan ve derinliklerde köklenen bütün işçi örgütlerinin toplamından oluşan bir örgüt olmasında dile geldiği gerçeğidir. Öte yandan kuşkusuz bir de, partimizde böyle düşünmeyen, buna uygun hareket etmeyen bir kişinin bile bulunmadığı, eğer böyle biri olsaydı örgütümüzde bir gün kalma olanağını bulamayacağı olgusudur. Partimizde durum böyledir; herkesin anlaması gereken şey de buradadır.
Örgütümüzün çalışmasındaki sorunlara, başka bir yönden değinmek üzere yeniden dönelim. Partimizin politikası, sermayeye karşı olduğu gibi, onun halk saflarındaki dışa vurumu oportünizme ve ikiye katlanması olan tasfiyeciliğe karşı mücadele politikasıdır. Onun bugün bulunduğu mevzi açısından; sermayeye ve ona olduğu kadar oportünizme ve tasfiyeciliğe karşı mücadele bakımından da merkezileşen görev baştan bu yana vurgulandığı gibi, yaşam, çalışma ve eylemimizde oportünist ve tasfiyeci etkiden kurtulma görevidir. Çünkü, oportünist ve tasfiyeci saldırı karşısında zayıflatmasının yanı sıra, sermayeye karşı mücadelesinde de partimizi, dolayısıyla işçi sınıfını zayıf düşüren başlıca nedenler, saflarımızdaki ve çalışmamızdaki oportünist etkide yatmaktadır.
Sonuç olarak söylenirse, denilebilir ki, örgütümüzün ve kadrolarımızın yaptığı çalışmanın önündeki tek engel, geleneksel oportünist çalışmadan, yanı sıra “piyasa normları’ndan kendini ve çalışmasını bütün
yönlerden ve bütün özellikleriyle pratik olarak ayıramamış, sınıfın karakterine uygun bir tarzı oluşturamamış, halen devrimi ilerletici olduğu kadar, belki de daha fazla geleneksel oportünist eğilimi, piyasa norm ve ahlakını ve kendi kendinin tahribini üretmiş olmasında yatmaktadır. Sosyalist çalışmanın tecrübesini yeniden edinme ve yenilenmenin temel koşullarından birinin; çalışma ve eylemimizi öteki “sosyalist” grupların çalışma ve eyleminden pratik olarak ayırmayı öngören bir tutumu özel olarak geliştirmek, örgütümüzü ve kendimizi değiştirmekle ilgili özel çizgi ve politikamızın bir unsuru haline getirmek olduğuna kuşku yoktur.
Zira partimize yönelik kara bayraklı kampanyalar, çalışmamızdaki söz konusu zaaf ve zayıflıklardan güç aldıkları gibi; halkı edilgen bir yığın, alınır satılır meta olarak algılayan, kendini halkın üstünde her şeyi tayin eden asıl dinamik sanan ikiyüzlü ve sorumluluk duygusu bozulmuş; bir yandan ahmakça bir parlamentarizme meyleden, öte yandan anarşist dar kafalılığını tabiat haline getiren “militan tipi” özelliklerinin örgütümüzde yaşamasının nedeni de buradadır. Mevcut durum ve çalışmamız değişmek, sınıfa ve halka hızla yakınlaşmak zorundadır; öte yandan bu zorunluluğun ancak, her örgüt ve yoldaşın, dönüşümü, kendi dışında olacak bir şey olarak görmekten uzaklaşması, kendi dönüşümü olduğunu anlaması ve gereğini yapmasıyla yerine getirileceği ise açıktır.
ÇALIŞMADAKİ ZAAF VE ÖRGÜTÜN BÜNYESİNDEKİ ZAYIFLIKLARIN BAZI PRATİK BELİRTİLERİ
İleri işçi geri devrimci! Öteki örgütlerin geriliği, ilkelliği ve yıkıcı rolü bir yana bırakıldığında bile; işçi ve emekçi hareketinin kendiliğinden gelişmesiyle bu hareket içinde yapılan devrimci çalışma arasındaki ilişkinin son yedi-sekiz yılını karakterize eden olgu budur.
Bu tespit, kendiliğindenliğin “abartılması” olarak görülmemelidir; çünkü yalın bir şekilde gerçek durumu yansıtmaktadır. Bir yanda, işçi emekçi sınıfların, düzenden görülmedik derecedeki kopuşu, sınıfın ve kent emekçisinin ana kitlesini harekete geçiren ve geniş bir ileri işçi ve emekçi kitlesi çıkaran uzun süreli hareketlenmesi; öte yanda, yapılan devrimci çalışmanın hitap ettiği, açığa çıkardığı, biriktirdiği, eğittiği, örgütlediği ve bugüne getirdiği devrimci işçi kitlesi. Bu ikisi arasında, kabul edilebilirin ötesinde bir oransızlığın bulunduğu son derece açıktır.
Bu oransızlığın nedeni, örgütümüzün maddi gücünün sınırlılığı ve harekete müdahale olanaklarının darlığı vb. değildir. Nedenlerin, baştan bu yana vurguladığımız gibi, örgütlerimiz, kadrolarımız ve çevrelerimizin yürüttüğü çalışmanın tahrip edici özelliklerinde, kapasitenin örgütçü olmayan “piyasa” tavrıyla atıl bırakılmasında ve eldeki kürsü ve olanakların mantıksız bir sorumsuzlukla kullanılmasında yattığı kesindir, işçi sınıfı ve halkın, varlığını ve her şeyini sınıfa ve halka adamış olan örgütümüz tarafından devrim ve sosyalizm “çalışması” adına tahrip edilmesi: Bu bir gerçektir. Örgütümüzün çalışmasındaki sınıf dışı, halka yabancı ve bu nedenle de kesin olarak yıkıcı olan unsurun (yönün), işçi emekçi hareketini olduğu gibi, örgütlerimizin olabilir dönüşmesini, işçilere ve emeğe yakınlaşmasını, orada gelişme ve genişlemesini tahrip ettiği bir olgudur.
Gelinen nokta, yaşanmış bütün kırıp dökmelere karşın yeni bir dönemeçtir; her örgüt ve eski ya da yeni kuşaktan partili partisiz her yoldaş, bugüne kadar genelde uzak durulmuş bir görevle karşı karşıyadır.
Parti çizgisinin, gelişen yığın mücadelesinin ve hareketin şimdi bizden ve özel olarak benden talep ettiği ve gelecekte ihtiyaç haline geleceği için dikkate alınmasını istediği görev nedir; devrimci bir organ ve komünist bir birey olarak, bu görevlerin bulunduğum mevziden yapılabilir ve yapılması zorunlu olanlarından her gün ne kadarını yerine getiriyorum; organ ve kişi olarak beni öteki “sosyalist” gruplardan bugün yaptığım hangi iş, girdiğim hangi ilişki ve örgütlediğim hangi eylem ne kadar ayırdı; kitle hareketine ve ileri işçi ve emekçilere bugünkü yardımım nedir, özel olarak partiye bugünkü katkım ne olmuştur; kaç yeni işçi ve emekçiyle bağ kurdum, kaç yeni grup oluşturdum, parti basını için sorumlu olduğum alandan kaç yeni okur buldum ve çalışmasında hangi yoldaşa ve hangi organa ne kadar destek olabildim; bu sorulara konu olan işler için ne kadar enerji ve emek harcayabilirdim, oysa ben ne kadarını harcayabildim; bu ve benzeri somut sorular üzerine olumlu söyleyeceğim, söyleyebildiğim fazla bir şeyim yoksa o halde ben hangi işlerle uğraşıyorum, neden bir organ durumundayım, üye ya da taraftar olarak parti ve komünizmin adını niçin kullanıyorum, bu kürsüyü hangi hakla işgal ediyorum; ben sermaye düzenine karşı gerçekten mücadele ediyor muyum ve hangi güdüyle, ne kasıtla ve niçin bu partiden yanayım?
Her organın ve hangi alanda görevli olursa olsun her yoldaşın bugün karşı karşıya bulunduğu ilk görev bu vb. soruları önüne almak ve bu temelde vicdani bir değerlendirme ve muhasebeye girişmektir. Yeni bir başlangıç yapmak ve sınıfa gerçekten katılmak isteyen her yoldaş için bu zorunludur. Bugünkü durum, bunu ertelenemez bir göreve dönüştürmüştür.
Böyle bir muhasebe, organlar ve kişilerin, ideallerine ve parçası bulunduğu halka bağlılık derecesinin kendi önlerine gelmesi demek olduğu gibi; hem bu muhasebe, hem de ona temel oluşturacak olan yukarıdaki sorular, örgütün ve çalışmanın dönüşümü ile ilgili özel parti çizgisinin gerçekten öğrenilmesi ve uygulamanın bizzat uygulayıcıların kendileri tarafından denetlenmesinin; daha açığı, organlar ve kişilerin çalışmalarını izleme ve denetlemelerinin anahtarı özelliği taşımaktadır.
Partimiz yolunda yürümeye devam edecektir; bunu hiçbir saldırı önleyemez. Fakat örgütlerimizi ve çevrelerimizi oluşturan bugünkü komünist kuşağın, işçi sınıfının zaaf ve eksikliklerini giderme ve kesin çarpışmalara hazırlanmasına yardım etme çalışmasındaki yeri ne olacaktır? Bu yeri belirleyecek olan, yukarıdaki sorulara pratik çalışmayla verilecek yanıttır ve herkes yeni bir başlangıcı önüne almak zorundadır.
a) Teori ve teorik çalışma
Partimizin, teoriyi ele alma, uygulama ve eylem kılavuzu olarak kullanmakla ilgili tutumu, çabası ve örgütte yerleştirmeye çalıştığı anlayış baştan bu yana bilinmektedir. Öte yandan, teorik sorunları ele alış, gelişeceği alanlara genişletme ve hareketin ihtiyaçlarına bağlamada öteki bütün akım ve gruplardan ayrılmıştır. Partimiz teoriyi ele alışı, pratik harekete bağlaması ve eylem kılavuzu olarak kullanma anlayış ve pratiği ile ötekilerden ayrı, farklı bir okul pozisyonundadır.
Buna ve önümüzde hiçbir akımla karşılaştırılmayacak bir birikim bulunmasına karşın, örgütlerimiz ve kadrolarımız, gerekli teorik çalışmayı yapmakta ve teoriyi bir eylem kılavuzu olarak her günkü çalışma ve eylemlerinde kullanmakta mıdır? Bunun gereğince yapılmadığı; yapılmadığı için de pratik politika ve örgüt sorunlarında, alışılmış “çalışma”ya ve “statüko” anlamı kazanmış bürokratik kalıplara eğilim gösterildiği bilinmektedir. Denilebilir ki, parti çizgisiyle örgütün ve kadroların günlük çalışması arasındaki çelişkinin, kendini dışa vurduğu alanlardan biri, teoriyi kılavuz olarak kullanma alanıdır.
Perspektifsizlik; olguları, olgu ve olaylar arasındaki bağlantıları anlama yerine, hayatı kabaca öğrenilmiş formüllere “uydurma”; hareketin birikmiş kolektif tecrübesini özümseme yerine, kendi kişisel dar “deneyimi” ile yetinme; dikkatini parti çizgisinde yoğunlaştırma yerine, “piyasa”daki genel “bilgi” ve “kavramlara kulak kabartma ve dünyayı değiştirmenin bilgisi üzerinde oluşturulmuş geniş görüşlü, aynı zamanda cesur, sebatlı bir tutumun yerine, dar kafalının ne yaptığını bilmez, küçük çıkarlara boyun eğerek mızmızlanan kararsız ruh hali ve ürkek tutumunu geçirme eğilimi vb; bütün bunlar, çalışmayı kabalaştıran, verimsizleştiren ve enerji israfına yol açan etkenler olarak örgütümüzde vardır; büyük ölçüde teorinin örgütteki önem derecesinden ve ele alınışındaki zaaflardan doğmuşlardır. Bir yandan, parti taktiklerinin, “propaganda”sı yapılmakla yetinilecek sözler olarak görülmesi; öte yandan, harekete katılan işçi ve emekçilerin teorik eğitim ve politik tecrübe olanağından yoksun kalmaları ve özgüvenlerini kaybederek geri çekilme eğilimlerine girmelerinin nedenlerinden biri buradadır.
Örgütlerimiz, kadrolarımız ve çevrelerimiz, oportünizmin ve tasfiyeci (çalışmanın, işçinin çalışmadan tasfiyesine yol açan yönleri) geleneksel etkinin kuşatmasından kurtulmak ve çalışma ve eylemlerini parti çizgisi düzeyine çıkarmak istiyorlarsa, yeni bir başlangıç dediğimiz muhasebenin temeline, teori ve teorik çalışma karşısındaki ilgi zayıflığını ve teorik geriliği koymak, parti teori ve çizgisini, pratik çalışmanın değişimi ve iyileşmesinin olduğu kadar kendi dönüşüm ve yenilenmelerinin yol gösterici kılavuzu haline getirmek zorundadırlar.
b) Emeğin politikacısı ve gerçek bir örgütçü olarak hareket etme
Partinin politik ve örgütsel taktikleri ve güncel çağrılarının, bir yandan gerilik ve deneyimsizlikten ileri gelen darlıklar, öte yandan geleneksel grup “devrimciliği”, “piyasada” genel “kabul” görmüş tasfiyeciliğe, bunun kolaylığından kaynaklanan “çekiciliği”ne kapılmaktan gelen nedenlerle tahrip olduğu bir gerçektir. Yanı sıra, yaratıcı tutum yoksunluğu, küçük çıkar hesapları ve devrimci ruhun aşınması vb. olgulardan kaynaklanan nedenlerle, politika ve çağrılarımızın çoğu durumda ve çoğu yerde, kâğıt üstünde kalan, herkesin birbirine, daha çok da öteki gruplara karşı propaganda ettiği sözler halinde yozlaştırıldığı da bilinmektedir.
Parti çizgisiyle, örgütümüz, kadrolarımız ve çevrelerimizin yaptığı çalışma arasında ayrılığın kendini en açık, en tahrip edici biçimde ortaya koyduğu ve ortadan kaldırılmadığında hiçbir şeyin çözülemeyeceği alan burasıdır. Teorik çalışmanın ilerlemesi ve teorinin gerçekten eylem kılavuzu olarak kullanılması zorunluluğu buradan ileri geldiği gibi, bu alandaki düzeltme ve yenilenmedeki ilk adımın, teorik gelişme ve kavrayışın ayakları üzerine oturtulmasının olanağı da buradadır.
Nasıl ki örgütümüz, burjuva partisi karşısında bağımsız sınıf partisiyse, proleter devrimci de, burjuva politikacısı karşısında emeğin ve halkın politikacısıdır. Örgütümüz gerçek bir politik örgüt, kadro ve görevli çevrelerimiz de herhangi bir devrimci olarak değil, emeğin gerçek politikacısı ve örgütçüsü olarak hareket etmek zorundadır. Bu olmadığında, en ileri “teorik çalışma”nın da, “devrimci iddia”nın da laf olarak kalacağı, beş paralık bir değerinden söz edilemeyeceği açıktır.
Sınıfın politik örgütü ve politikacısı, her renkten burjuva ve küçük burjuva örgüt ve politikacıdan, her şeyden önce ilke ve amaçları, emek karşısındaki içtenliği, sınıf karşısındaki sorumluluğu, sonra da mücadele ve örgüt biçimleri ve çalışma tarzıyla temelden ayrılmış olmasıyla karakterize olur. Bu noktada, örgütteki yeri ne olursa olsun her organ ve kişinin karşısına ilk gelen şeyin, yukarıda alt alta sıralanmış sorular olacağı herhalde anlaşılır bir şey olmaktadır. Herkes bu soruları sormak ve sınıfın ve halkın politikacısı olarak kendini sorgulamak zorundadır.
* Sınıflar ve sınıflarla devlet arasındaki ilişkilerin özellikleri ve gelişme yönünü; sermaye ve gericilik cephesindeki bölünmeleri kışkırtan, işçi ve emekçi kitlelerin yaşamlarını etkileyen, ilgi konularını ve duygularını değiştiren ekonomik, toplumsal ve politik olgu ve olayların bağlantılarını; açık hareketin gelişme seyri, aldığı biçimlerin özellikleri ve hareket içindeki politik akımlar arasındaki güç ilişkilerini vb. faktörleri her yeni durumda yeniden ve yeniden irdeleme…
* Bu olguların şekillendirdiği acil halkanın ülkede ve kentlerdeki, fabrikalarda, emekçi birimleri ve semtlerdeki vb. ani değişiklikler ve özgün sorunlarla bağlantı içindeki güncel özgün biçimlenişini sürekli izleme ve yeniden tespit etme; söz konusu birimdeki kitlenin özel sorunu ve politik tepki derecesinin ortaya çıkardığı ya da eğilim haline getirdiği sloganları, mücadele ve örgüt biçimlerini gözleme ve parti çağrı ve sloganlarının pratik anlam ve üslubunu bu temelde yenileme; bunu yaparken, sloganlarımızın yığınlara mal olmasını, işçi emekçi kitle örgütlerini, an’ın oluşturduğu organizasyonları değerlendirme, çeşitli araçların ve basının etkin kullanımını özel bir görev haline getirme…
* Hareketin nereden ve hangi biçimlere bürünerek ortaya çıktığı ya da çıkmakta olduğunun bilgisine özel önem verme; harekete (içinden ve dışından) bu bilgiyle ve karşı devrimin bastırma ve provokatif saldırı girişimini boşa çıkarmayı da planlayan ve kitlelere mal etme çalışmasıyla birleşen bir tutumla katılma; bu tutumu, mücadeleyi fabrikada, işyerinde ve sokakta örgütleyip yöneten işçi, emekçi ve gencin, örgütleyip yönettiği hareketin deneyimi ve parti eğitimi ile yetişmesi ve örgütlenmesine yardım etme anlayışı ve pratiği ile kaynaştırma; ortaya çıkan mücadelenin deneyim ve tecrübesini, söz konusu kitleye, sınıfa ve halka, daha sonraki mücadelelerin ilk birikimleri olarak mal etmeyi ihmal etmezken, bir yandan parti sloganlarını deneme, öte yandan yığınlardan öğrenme ve kendini dönüştürme olanağını da kullanma…
* İşçi, emekçi ve gençlik kitlelerinin sendikal ya da politik ve an’ın ortaya çıkardığı her türden örgütünün ve parti örgütlerinin, fabrika, işyeri, öğrenim kurumu ve gene birimlere dayanan ve bunlar üzerinde yükselen yerleşim bölgeleri temelinde oluşturulması ve kitle örgütlerinin birimlerde oluşması, kürsülerinin buralarda oluşmuş örgütlere bağımlı hale getirilmesi politikasında ısrar ve kararlılıkla ilerlenilmesi; işyeri esasına göre örgütlenme politikasının bozulmasının, uyanan emekçinin biriminden koparılarak ne idüğü belirsiz “top zıplatma” ve “kişilere ‘iş’ bulma örgütü” olarak damgalanması gereken sözde “komite”ler halinde örgütlenmenin burjuva örgütlenmesine meyletmek ve hareketi ileri düzeyde baltalamak olduğunun derinlemesine anlaşılması.
* Örgüt yöneticiliği anlayışının, kitlelerin dışında ve örgütlerin “üstünde” “çevre yöneticiliği” geleneğinin son zamanlarda artan ve yıkıcı da olan etkisinden arındırılarak, emekçi ve gençlik kitleleri arasında ve belirlenmiş birimlerdeki çalışmanın bütün yönlerinin sorumluluğu temelinde yeniden cisimlendirilmesi; işsiz, sorumsuz, birim görevinden azade şekilsiz taraftar çevrelerine son verecek birim gruplarının ve herkese sorumlu olduğu bir iş temelinde ve belli disipline bağlı örgütlenmenin genişletilerek yenilenmesi; örgüt olmanın en temel ilkesi olan ‘organlar arasındaki karşılıklı hesap alma-verme ve disiplin ilişkisinin, “piyasa” etkisinden arındırılarak yenilenmesi ve devrimcileştirilmesi; yeni işçi, emekçi ve gençlik güçlerinin partinin tarihi birikimi üzerinden eğitim almaları, yeniden şekillenmelerinin hızlanması ve örgütte ilerlemesinin her örgütün temel sorunu ve görevi olarak ertelenemez önem kazanması…
Sınıfın politikacısı ve örgütçüsünün, politik eylemi ve örgütçü çalışmasını yönlendiren, bu eylemi ve çalışmayı her soydan burjuva karakterli eylem ve çalışmadan ayıran anlayış, bakış açısı ve politikanın esas olarak burada vurgulananlardan oluştuğu bilinebilir. Buna karşılık, kitle mücadelesi ve politik-örgütsel çalışmanın öteki yönleri ile ilgili başka şeylerden de söz edilebilir. Ancak, burada sorun bu değildir. Bugünkü sorun, burada maddeler halinde formüle edilmiş anlayış ve politikaların, partimizin belge ve materyallerinde baştan beri işlenmiş anlayış ve politikalar olmalarına karşın, bu sorunları burada yeniden ele almak ve işlemek zorunda kalmamızdır…
Herkesin önüne alması ve üzerinde dikkatle durması gereken sorun bugün budur. Örgütümüzün, kadrolarımızın ve partiden yanayım diyen her yoldaşın, teorik gelişme ve teoriyi kullanma sorununu irdelerken de temele yerleştireceği sorunun, sınıfın devrimci politikacısı ve örgütçüsü olarak hareket edip etmediğimiz sorunu olduğu son derece açıktır.
Zira soruna şöyle bakmak gerektiği bellidir ve bunu hiç kimse görmezden gelemez: İşçi sınıfı ve halk, tarihindeki en geniş çaplı hareketlenme içindeyken ve aynı zamanda en geniş çaplı saldırılarla karşı karşıyayken biz nasıl bir çalışma yapıyoruz ve nelerle uğraşıyoruz; işçi sınıfı ilk kez geniş kitlesiyle bağımsız politik örgüt olmaya yönelirken ve onun bu yönelimi bizlere, kendisine yardım etmekte kullanmak üzere son derece hayati araçlar sunmuşken, örgütümüz, kadrolarımız geniş çevrelerimiz, ona yardım konusunda nasıl bir hareketlenme içindedirler? Bugünün sorunu budur ve gündeme aldığı şey biz kimin politikacısıyız, kimin hangi nitelikteki örgütçüsüyüz sorunundan başka bir şey değildir.
Hangi sloganları atıyoruz, güçlerimizi nerelerde mevzilendiriyoruz, fabrika ve işyerlerinde nasıl çalışıyoruz, sendikalardaki kürsüleri nasıl değerlendiriyoruz ve sunduğu fırsatları nasıl kullanıyoruz, sınıfın ve halkın güçlerini tek bir hedefte toplayacak iskeleyi nasıl örgütlüyoruz ve örgütü hangi temelde, nerelerde ve neye göre nasıl kuruyoruz? Bu sorular, semtlerde yığılmış işsiz gençlikten üniversitelere kadar genişletilerek uzatılabilir. Fakat bunun bir gereğinin bulunmadığı; sorunun, parti çizgisine uygun gerçek bir politik ve örgütsel çalışma içinde olup olmadığımız; sınıfın politikacısı ve örgütçüsü inanç ve yeteneğine sahip bulunup bulunmadığımız sorunu olduğu ortadaki bir gerçektir.
Bütün bu sorulara olumlu tek bir yanıt veremememizin nedeninin, örgütümüzün çalışmasındaki geleneksel “sosyalist” ve güncel tasfiyeci “piyasa” liberalizminin etkisi olduğunu daha önce belirtmiştik. Bu durumdan kurtulmak ve çalışmamızı ve kendimizi tahribattan kurtarmak ve korumak için ne yapmamız gerekiyor? Bunun yanıtı da önceden verilmiştir: a) Her örgütün, bütün dikkatini parti çizgi ve çağrılarında toplaması ve gözlerini “piyasa”da olana değil, sınıf ve halk arasında olup bitenlere çevirmesi; b) her yoldaşın, ilk örnek olarak önüne, çalışmamızın bizi hareket içindeki bugünkü konuma getiren olumlu yönünü; burada eleştirdiğimiz örgütlerimiz, kadrolarımız ve sempatizanlarımızın şu ya da bu fabrikadaki çalışmasında ve şu ya da bu eylemdeki tutumunda kendini göstermiş olan proleter tarzı, daha da önemlisi işçiler ve sendikacılar arasında geleneği yararak uç veren kişilik özellikleri, ilişki ve örgütleme biçimlerini alması: Çözüm buradadır; düzenin küçük çıkarlarına boyun eğmeyen kimse için bu çözüm zor değildir. Zira partimizin çizgisi ve kolektif tecrübesi, bulunmaz bir destektir.
c) Örgütsel, manevi ve moral değerler
Geleneksel oportünizmin çürümesi ve a-çık tasfiyecilik biçimine dönüşerek bir “piyasa” oluşturmasının örgütlerimiz ve örgütlü örgütsüz çevrelerimiz üzerindeki etki alanlarından biri; hem politik ve örgütsel çalışmadaki zayıflıkların yozlaştırıcı unsur olarak çoğalmasına, hem de teorik çalışmanın ve teorinin eylem kılavuzu olarak kullanılmasının baltalanmasına yol açan etki alanlarından biri de örgütsel, moral ve manevi değerler alanı olmuştur. Bu en belirgin olarak kendisini, devrimci kişilik özelliklerinin ve sorumluluk duygusunun aşınması olarak koymaktadır.
Düşünce birliğinin gerçekleşmesine ve görev alınmasına karşın, yerine getirilip getirilmemesinin çoğu kişi açısından fazlaca önem taşımaması; şurada bu görev yerine getirilirse, hareketin ve partinin kazanmasının söz konusu olduğu durumlarda bile, küçük kişisel çıkarlar karşısında hareketin ve partinin kayıp ve kazancının fazlaca önem taşımaması anlamına gelen davranış biçimlerinin kabul edilebilir görülmesi; yoldaşça paylaşma, dayanışma ve yardımlaşma duygusunun zayıflığı ve rekabet, ezme ve adam harcama gibi olayların oldukça yaygın bir biçimde çevrelerimizde yaşanması; kendi düşüncesine saygı ve sözüne sadakat gibi değerlerin çiğnenmesine şu ya da bu kaygıyla göz yumulması; fedakârlık duygusunun ve harekete ve partiye bütün enerjisi, mali ve öteki sorunlardaki desteği ile katılmada zayıf olan verili durumun kendini neredeyse herkese kabul ettirecek bir boyutta varlığı… Bu ve benzer sorunlarla liste uzatılabilir; fakat herkesi sarsması için sanıyoruz ki bu kadarı yeterlidir. Ve örgütlerimiz ve yönetici organlarımız bu durumu bir hamlede değiştirmeyi önlerine almak zorundadır.
Belirtelim: Her örgüt ve her yoldaş, bu sorunlar üzerine tutumunu gözden geçirmeden; bu türden sorunların, örgütümüzde, çalışmamızda, ilişkilerde ve kişiliklerde yarattığı tahribatın önemini anlamadan ve anlayış ve yaşamından bu tahribatın etkilerini silmeye karar vermeden atacağı ileri bir adımın bulunabileceğini düşünmemelidir. Geleneksel oportünizm ve güncel tasfiyecilikten kendimizi kesin bir biçimde ayırmamızın en temel olanaklarından birisi buradadır. Öte yandan, bu olanağın kullanılabilmesi hiç kuşku yoktur ki, iş yapmak isteyen herkese parti karşısında sorumlu olacağı bir iş verilmesi ve herkesin işine gösterdiği sadakat ve iş disipliniyle değerlendirilmesiyle olanaklıdır. Yönetici organlar, açıktır ki bu anlayış ve tutumla hareket edeceklerdir.
Önümüzdeki dönem, bütün örgütler, kadrolar ve ileri sempatizanlar açısından yeni bir sınav dönemidir. Bu sınav, parti bileşiminin yenilenmesi ve örgütlerimizin daha gelişmiş ve genişlemiş bir örgütsel temel üzerinde ve örgüt çalışması içinde yeniden şekillenmesinin ilk adımıdır. Hareketimizin, bu sınavdan devrimci bir atılımla çıkacağına kuşku yoktur ve bunun ilk belirtisinin acil sorunların sorun olmaktan çıkarılması için yeni bir kampanyanın açılmasında dile geldiği ise açıktır. Örgütlerimiz, vurgulanan çizgi üzerinde ilk adımları attıklarında, proleter örgütler olarak yenilenmeleri ve partimizin atılımı önlenemez bir şeydir. Partimizin, sınıfın gerçek politikacıları ve örgütçüleri topluluğunun, bütün sınıfla bağlantı halindeki partisi haline gelmesi önlenemez bir şeydir.
D. Sesi, Ocak-Şubat 1996
DİPNOTLAR
1- Türkiye’de sosyalist çalışma tarzı, yaşamı ve eylemi ile sosyalist militanın şekillenmesi ile ilgili dönem, kuşkusuz kökleri daha eskilere giden daha uzun bir dönemi kucaklar. Dönemlerin başkaca özellikleri dikkate alındığında ve kapsamlı bir araştırma yapıldığında, dönemler kuşkusuz farklı kıstaslarla ve farklı özellikleriyle de bölünebilirler. O koşullarda, bizim söz konusu ettiğimiz kırk yılı kucaklayan dönemi daha farklı dilimlere ayırmak da olanaklıdır. Biz, bir yandan sosyalizmin kitlesel yayılmasını; öte yandan, reformist uzlaşmaya pratik tavır alarak ortaya çıkmış ve bugüne değişim geçirerek gelmiş ideolojik akımların oluşturdukları geleneği ve 12 Eylül ve Gorbaçovculuğu da yaşayarak vardıkları yeri çıkış noktası aldığımızdan dolayı dönemi iki ayrı dönem olarak ele almak ve sınırlı bir amaçla bakmakla yetindik. Aynı dönem sorun başka bir yönüyle ele alındığında üç ayrı döneme de bölünebilir.
2- Türkiye’deki çalışma tarzı ve militan tipi özellikleri de, söz konusu uluslararası akımların yaratılmış hazır geleneğinden bağımsız değildir. Revizyonist burjuva aristokrasisinin (bu T”K”P etkisi ve eylemiyle yansımıştır), ardından Avrupalı revizyonizme hem tepkili, hem de onunla koşullu ezilen ülkeler (L. Amerika ve Asya küçük burjuvazisi) küçük burjuvazisinin uluslararası üst tabaka geleneği, sosyalizmin Türkiye’deki şekillenişinde arka plan ve ilk örnek olarak önemli bir rol oynamıştır. Bu geleneğin, ülke sınırlarından girmesiyle birlikte ulusal etkenlerin ilk şekillenmesinde rol oynamasını dikkate alarak, uluslararası faktöre sadece işaret ederek geçmeyi yeterli gördük.
3- 1970’ler, Türkiye’de sosyalizm akımlarının farklı özellikleriyle kristalize olma dönemidir. Bu on yılın ortaları bir dönemeç olmuş; mücadele ve örgüt biçimleri anlayışı, çalışma tarzı ve devrimci tipi özellikleri, kristalize olan “sosyalist” akımların anlayış ve pratiğinde halkçı özelliklerini kaybetmeye ve üst tabaka tarz ve tipine doğru olgunlaşırken, bu halkçı özellikleri önce ideolojik eleştiriden, ardından sınıfa ve alt tabaka tarz ve tipine yönelmenin pratiğinin dönüştürücülüğünden geçirmeye ve farklılaşmaya yönelen bir eğilim de şekillenmiştir. Bu akım partimizde temsil edilmiştir. Bu süreç, partimizle öteki akımlar arasındaki mücadelenin bu alana yayıldığı bir süreç de olmuştur. Bu mücadele bugün, sağlı “sol”lu küçük burjuva akım ve üst tabaka okuluyla, proleter sosyalist akımın temsil ettiği proleter akım arasındaki mücadele olarak gitgide şiddetlenmektedir.
Nisan-Mayıs 1996