Türkiye’deki emek-sermaye çatışması, sendikal hareket ve sendikaların oynadığı rol

Türkiye’deki işçi sendika hareketi, hareketin Avrupa ve birkaç ülke dışında dünyada dibe vurduğu 1989–91 yılları arasında yaygın bir gelişme göstermiştir. Bu gelişme, sınıfın rolü ve sendikaların önemini bir kez daha vurguladığı gibi; işçilerin sendika bürokrasisinde gedikler açması, demokrasinin sendikalarda mevzi kazanması ve sosyalizmin yeni bir yön almasıyla da karakterize olur. Bu nedenlerledir ki, Türkiye’deki sendikal mücadele deneyimi, güncel olduğu kadar da zengin ve öğretici bir deneyimdir. Sendikalarda, bütün dönem boyunca yaşanmış olaylar bu tespiti açıktan doğrulamaktadır.

Açık kitle hareketi, 1992–94 yılları arasında bir düşüş; sendikalar bir durgunluk ve gerileme dönemi yaşamış olsa da; olaylar, 1994 ortalarından itibaren hareketin yeni bir canlanma ve sendika bürokrasisiyle işçi kitleleri arasında yeni bir mücadele döneminin başladığını ilan etmekte gecikmemiştir. Öyle ki, bu mücadele kendini, hem kitle mücadelesi içinde, hem de belli başlı sendikaların forumlarında dışa vuran özellikleriyle karakterize etmiştir. Sendika şubelerindeki değişiklikler ve çoğalan platformlardan söz etmesek bile; Ankara yürüyüşlerinde, TÜRK-İŞ, DİSK, KESK ve bağlı sendikaların kongrelerinde yaşanan olaylar bu bakımdan veriler durumundadır.

1989–1990 yıllarından bu yana gelişen sendikal mücadele ve sendikalarda yaşanan kavga, sendikalar olmadan ve işçiler sendikalarda örgütlenmeden ileri bir adımın atılamayacağını açıklıkla göstermiştir. Sınıf mücadeleleri gibi, sınıf örgütlenmelerini de reddeden; yerlerine, “tüketici” dernekleri, “global” örgütler benzeri bireysel “hak” örgütleri ve “baskı” kuruluşlarını geçiren; sendikaları da benzer işlevlerle sınırlayan liberal “sosyalizm” akımlarının tezleri, daha teorisi bile yapılmadan, sendikal hareket ve sendikalardaki mücadele tarafından geri gelmemek üzere gömülmüş bulunmaktadır.

Sınıflar arasındaki “barış” ve “işveren” örgütü ile işçi örgütünün “uyum” ve “işbirliği” teorilerinin bütün biçimleriyle çöpe atılması bir yana; son beş altı yıllık dönem, bu “barış” ve “uzlaşma” teorilerinin sendikalardaki temsilcisi sendika bürokrasisine karşı gitgide genişleyen bir kavga dönemi de olmuştur. Öte yandan, sınıf örgütlenmelerinin “sol”dan inkârı ya da basit bir “alet” olarak istismar edilmeleri üzerinden örgütlenmiş burjuva ve küçük burjuva “sosyalist” akımların teori ve pratiklerinin, sendikalar çatısı altında dönem boyunca gelişen kitle hareketi tarafından ezildiği ise bir olgudur.

Sendikaların, “yeni” sistem içindeki yerlerinin ne olup ne olmayacağı “sorunu”, daha gündeme giremeden “önemini” kaybetmiştir. Sendikalar ve sendikal hareket bugün ne durumdadır ve nereye gitmektedir; liberal “sosyalist” akımlar açısından dahi Türkiye’de artık soru budur. Emek ile sermaye arasındaki mücadelelerin; sendikalardaki eski sınıfsal kavgaların “bittiği” ve sendikaların artık “sermaye ile emeğin uzlaşması”na dayanan “ulusal” kurumlara “dönüştüğü” demagojilerine kesin bir darbe vurduğu bir gerçekliktir.

Sendikalar olmadan; sınıf işbirlikçisi sendika bürokrasisine karşı mücadele verilmeden sermayeye karşı başarıyla mücadele edilemeyeceği; öte yandan, yüz-binlerce ve milyonlarca işçi ve emekçiyi ancak, sendikaların kucaklayabileceği; “uyuşuk” emekçi yığınları ancak, sendikal örgütlerin harekete geçirebileceği herkesin gözünü açabilecek bir açıklıkla yeniden görülmüştür.

Olan şudur: Emek dünyası son beş altı yıldaki mücadelesiyle, en gerici türden sendika bürokrasisinin elinde olduğu koşullarda bile işçilerin, yöneticileri püskürtebilecekleri ve sendikaları şu ya da bu şekilde mücadele araçları olarak kullanabileceklerini herkese ilan etmiştir. Öte yandan işçi sınıfı, ortadaki ilk örnekleriyle, sendikaları dönüştürme ve kendi tarzında yeniden örgütleme yeteneğinde bir sınıf olduğunu yeniden kanıtlamış bulunmaktadır.

İşçi sınıfının hareketinin, sermaye ve yandaşları tarafından beklenmeyen gelişmesi; bu gelişmenin, yeminli sermaye uşağı yöneticiler elinde bulunmasına karşın sendikalar aracılığı ile gerçekleşmesi, burjuvazi ve hükümetlerin planlarını “yenilemesini” zorunlu kılan bir “değişiklik” de olmuştur.

Nitekim sermayenin özelleştirme, taşeronlaştırma ve esnek çalışma politikasının amaçlarından biri; işçi sınıfının istikrarlı ana kitlesini dağıtmak, sendikal örgütlenmeyi daha da zorlaştırarak işçilerin yeni kesimlerinin örgütlenmesini baltalamak, sendikaların otoritesini ve gücünü kırmak olarak şekillenmiştir. Buradaki amaçlardan birinin, sendikaları güdükleştirmek olduğu açıktır. Bu yola girmekle sermaye, sendika bürokrasisinin işçiler arasındaki etkisini aşındırdığını ve işçi kitleleriyle karşı karşıya getirdiğini bilmektedir. Ne var ki o, buna mahkûmdur; girdiği yolda ilerlemek zorundadır.

Sermayenin girdiği yol kuşkusuz, çıplak zorbalığın daha da artması ve tek kural haline gelme yönünde yol alması anlamına da gelir. Bu, sendika bürokrasisinin işçiyi aldatma ve hareketi kontrol etme ile ilgili “işlev” ve “etkisi”nin sermayeye “katkısı”nın gitgide azalması olduğu gibi; sendikaların, işçilerin mücadele ve örgütlenme merkezleri haline gelmelerine yol açacak işçi olanaklarının çoğalması da demektir. Sendika bürokrasisinden ve aldatıcı manevralardan yararlanmaktan hiç geri durmayacak olmasına karşın; kolayca tersine döndürülmeyecek olgu ve olayların, sermayenin “yumuşatıcı” ve “yatıştırıcı” olanaklarını olağanüstü budadığı; ne süre ne derece etkili olacağı konusunda tam “güvenilir” olmasa bile, elinde gericilik ve zorbalıktan başka nispeten “etkili” bir silah bırakmadığı görülebilirdir.

Sermayenin, aldatıcı manevralara ve sendika bürokrasisine yaslanarak hareketi gerekli oranda “yatıştırma”, geriye atma ve işlerini “rahatça” görme olanağı hiç yok mudur? Gericiliğin bu olanakları bütünüyle yadsınamaz olmakla birlikte; bu soruya rahatlıkla ve görülebilir dönem için, “vardır” yanıtının kolayca verilemeyeceği açıktır. Ekonominin durumundaki ve ülkenin öteki sorunlarındaki ağırlaşma; bunların karşısında, işçi ve emekçi kitlelerinin yaşam koşulları ve sermaye ve düzen kurumları karşısındaki duyguları vb. üzerine veriler ortadadır. Sermaye ve hükümetleri, sonuna kadar gitmeyi; sendika bürokrasisine yaslanarak, sendikaları daha da küçültmeyi başarsalar bile; işçi sendika hareketinin, politik yönlerini güçlendirerek büyümesinin koşullarını genişletmekten başka bir şey elde etmeleri giderek olanaksız hale gelmektedir. İşçi ve emekçiler arasında, sendikalaşma hareketinin yayılması; örgütlenmenin çıplak zorbalıkla kısıtlanması ve hak gaspı karşısında örnekleri görülen militan grev ve direnişlerin giderek çoğalması gibi olgular, hareketin yönü ve geleceği açısından dikkat çekici olgulardır.

Sendikaların, işçi sınıfıyla ilişkileri ve işçi hareketi içindeki yerleri ne durumdadır? Önce şu tespiti yapmak gerekmektedir: Sendikalar, sınıfın bütün kitlesini kucaklar durumda değildir. Üç işçi sendikası konfederasyonunda örgütlenmiş işçi sayısı bir buçuk milyondan daha azdır. Buna, kamu çalışanı sendikasında “memur” statüsü ile örgütlenmiş işçi kitlesi dâhil edildiğinde dahi, bugünkü örgütlü işçi sayısının, sınıfın üçte birini aşmadığı, bir olgudur.

İşçi sendikaları merkezleri ve konfederasyon yönetimlerine hâkim olan tabaka, hem ilişki hem de mücadele halinde bulunan faşist, gerici, reformist sendika aristokrasisi tabakasıdır. Yüz binlerce ve milyonlarca işçinin sendikaların dışında kalmasının nedenleri, bu bürokrat tabakanın sendikalardaki hâkimiyetinde yatmaktadır. İşçilerin çoğunluğunun sendikaların dışında kalmasının nedeninin; sendikaların izlediği gerici ve işçi düşmanı çizgi ve bürokrasinin işbirlikçi faaliyetinde düğümlendiği anlaşılamaz bir şey değildir.

Buna karşılık, sendikalardaki küçük burjuva “işçi” tabakasının; genel olarak sermaye partisinin (devletin), özel olarak da gerici, reformist partilerin işçiler arasındaki aygıtları olarak örgütlendikleri gerçeği, sendikalarda örgütlenmiş ya da henüz örgütlenmemiş işçiler açısından da görülür hale gelmektedir. Ortaya çıkmış olan pek çok olgunun buna dikkat çektiği açıktır.

Şu bir olgudur: Başında, sınıftan yana ve devrimci sendikacıların bulunduğu bazı sendika ve şubeler bir yana bırakılırsa; bütün grev, direniş ve gösteriler sendika bürokrasisine karşı alttan gelen bir baskı ve mücadele sonucunda gerçekleşmiştir. Bir yandan bu durum, öte yandan hemen bütün grev ve direnişlerin kundakçılarının sendika yöneticileri olması, geniş işçi kitlelerinin sendikaların sorununu anlamalarında bir deneyim oluşturmuştur. Denilebilir ki, burjuva partilerin itibar kaybıyla, sendika bürokrasisinin işçiler arasındaki etkisinin sarsılması at başı gelişen olgular olmuşlardır. Son beş altı yıldaki mücadelelerin en önemli sonuçlarından biri, sendika bürokrasisinin işçiler üzerindeki etki ve otoritesinin sarsılması ve aşınmasıdır.

Öte yandan, şunların altını çizmek gerekmektedir: Geniş kitlesinin sendikaların dışında olması, geride kalan dönemde sınıfın saflarında ilgisizlik ve uyuşukluğun hâkim olduğu anlamına gelmemektedir. Zira: a) İşçilerin, sendikalarda örgütlü olmayan kesimlerinin giderek genişleyen kitlesi, on yıldan bu yana giderek artan bir şekilde sendikal örgütlenme girişiminde bulunmuş, bu nedenle grev ve direnişlere girmiştir. Çoğunluğu yenilgiyle sonuçlanmış olsa da, sendikalaşma mücadelesine girmeyen işyeri adeta kalmamış gibidir, b) Sendika bürokrasisine olan güvensizliğe karşın, sendikaların her ciddi çağrısı sendikasız işyerlerini giderek artan oranda etkilemektedir. Sendikasız işyerlerinde de, işçi örgütleri olarak sendikalar, sorunları çözmek üzere başvurulan başlıca örgütler haline gelmişlerdir. Bu iki olgu, örgütsüz işçi kitlelerinin sermaye karşısındaki yönelimleri bakımından hayati önemde verilerdir.

Sendikalı işçilerin mücadeleleri yukarıda vurgulananlardan bilinmektedir. Sendikasız işçilerin eğilimleri ise burada altı çizilen özellikleriyle şekillenmiştir. Olguların gösterdiği şudur ki; sendikaların bugünkü sorunu, işçilerdeki “gerilik”, “ilgisizlik” ve “uyuşukluk” değil, sendikal hareketin dinamiklerinin değerlendirilmesi; sermaye karşısındaki olanak ve avantajlarının kullanılması ve zayıflıklarının üstesinden gelinmesi sorunudur.

Sermayenin genişleyen saldırısının ve saldırının mevcut özelliklerinin; bugünkü politik koşullarda biri diğerini dıştalayarak egemen olacak ve gidişatın özünü karakterize edecek iki olguyu hızlandırması kaçınılamazdır.

a) Sendikal hareketin, sermayenin saldırısını püskürtmesi; daha ileri biçimlere bürünerek, ciddi bir atılım göstermesi ve işçilerin sendika bürokrasisini gerileterek sendikalardaki mevzilerini daha önce olmamış oranda genişletmeleri; sendikasız sektörlerde yaşanan “vahşi” grev ve direnişlerin genişlemesi ve sendikaların geniş ölçekli büyümelerine yol açması; bütün bunların, sendikaların sosyalist işçi politikasına yaklaşmalarını getirmesi.

b) Sermayenin şu andaki taktik üstünlüğünü elde tutması; saldırıların ve işçi ve sendika tasfiye girişimlerinin üstünlük kazanması ve buna dayanan sendika bürokrasisinin, sendikaları etkisizleştirerek işçiler karşısındaki mevzilerini korumayı başarması. Sonuç olarak da, sendikal hareketin genel yenilgisi; sendikaların kenara sürülmeleri veya büyük ölçüde ezilmeleri.

Ya bu yana ya da öte yana; karşıt iki olgu, birbirlerini tahrik ederek bir arada bir süre bulunsa bile, sendikaların bugünkü gibi kalmaları adeta olanaksızdır. Ya biri ya da öteki; sendikaların yaşamını giderek karakterize edecek olan şey, bu iki karşıt olgunun gerisindeki güçler arasındaki mücadeledir.

Sendikal hareketin ve sendikaların ne yönde gelişeceği ve nereye gideceği; bu iki olgudan hangisinin üste çıkacağı ve egemen olacağı üzerine bugünden kesin bir yargıda bulunmak kuşkusuz spekülasyon olur. Mevcut koşullarda ancak, karşıt güçlerin karşılıklı olanak ve sorunlarından; avantaj ve dezavantajlarından söz edilebilir. Karşılıklı sınıflar ve cepheler açısından dönemin, belirsizlikler ve bilinemezlerle dolu olduğu, buna karşılık, sendikal alandaki ve özel olarak da sendikalardaki mücadelenin, ülkenin nereye gideceği sorununda halen tayin edici konumda bulunduğu bir gerçektir.

1)- Sermayenin sorunları ağır, avantajları sınırlıdır. Sistemin sorunları, ekonomide olduğu gibi politik alanda da çoğalmakta, daha da ağırlaşmaktadır.

İlkin: Burjuvazi ve hükümet, işçi ve emekçi yığınların taleplerini az çok tatmin edecek, yaşamlarını rahatlatacak olanaklardan büyük oranda mahrumdur. Ekonominin birikmiş yükleri ve kriz tehdidi ortadadır ve sermayeye fazlaca manevra olanağı tanımamaktadır. Yoğun uluslararası destek olmadığı koşullarda, sermayenin emekçiye verebileceği bir şeyi hemen yok gibidir.

İkincisi: Burjuvazi ve gericilik, geride kalan dönemde sosyal demokrasiyi ve liberal reformist sendika bürokrasisini aşırı ölçüde kullanmış; fazlaca bir yarar elde edemeden inandırıcılıklarını aşındırmalarına, parçalanmaya uğramalarına ve iflasa sürüklenmelerine neden olmuştur. Bu durum, söz konusu mihrakların “demokrasi” güldürüsü oynamalarını, “demokratikleşme” hayali yayma olanaklarını eskisi gibi kullanamayacakları biçimde kısıtlamıştır. Kaldı ki, “demokrasi” oyunu, hareketi kamçılayan bir etkene de dönüşmüştür.

Üçüncüsü: Sermayenin, çıplak zorbalığı daha da artırma; onu “meşru” ve “etkili” kılacak demagojileri daha da yoğunlaştırma; ihtiyaçlarına uygun düşen girişimleri daha da genişletmekten başka bir seçeneği adeta yoktur. Öte yandan, “yükselen” RP ve dinci sendikacılığın, sendikal hareketi ve kitle mücadelesini yatıştırma yeteneği bulunmadığı gibi, sermayenin saflarını karışıklığa sürüklemek ve ekonomik krizin hızlanmasına neden olmaktan başka bir rol oynayamayacağı herkesçe bilinebilirdir. RP ve sınıf içindeki yandaşlarının aygıtı, gericiliğin artışının bir unsuru olmasına karşın, işçi sendika hareketini ve sendikaları kontrol etmede en yeteneksiz akımdır.

Dördüncüsü: Sermayenin, gericiliği ve örgütünü yeniden ve ihtiyaca uygun düşecek sağlamlıkta örgütleyebilmek için kullanacağı demagojik alan, halen var olmasına karşın oldukça daralmış bulunmaktadır. Onun önündeki güncel seçenek, ülkenin “bölünmesi” ve “dış düşman tehlikesi” demagojisine; komşu ülkelerle ilişkilerin kötüleştirilmesine ve işçi ve emekçiden “ulusal fedakârlık” isteyerek bizzat yarattığı “tehdit’lerin aldatıcı etkisine yaslanmakla sınırlanmıştır. Sermayenin, örgütünü yenileme ve gericiliği örgütleme yolu olarak savaş kışkırtıcılığına ve kendini ele verecek provokasyonlara başvurmaktan başka çaresinin pek kalmadığı görülmektedir. Oysa bu “çare”nin, başlangıçta nispeten aldatıcı ve etkili olsa bile, sendikal hareketi ve sendikalardaki kavgayı tahrik eden faktörleri de çoğaltacağı görülemez değildir.

2)- İşçi sendika hareketinin sorun ve olanaklarına gelince: Sendikal mücadelenin en önemli sorunu kuşkusuz, sendikaların büyük çoğunluğunun ve konfederasyon merkezlerinin sendika bürokrasisinin denetiminde bulunması ve ileri işçi kitlesinin kendi partisinin saflarında tam birleşememesidir. Buna karşılık sınıf; sendikal hareketi, sermayeyi püskürtmekte değerlendirebileceği ve hedefine ulaşmakta kullanabileceği avantajlara da sahiptir.

İlkin: Sendika bürokrasisi, itibarını kaybettiği gibi sendika alt kademelerindeki istikrarı da sarsılmıştır. Safları olağanüstü parçalanmış durumdadır ve bu parçalanma, işçiler karşısındaki zayıflamasını da vurgulamaktadır. Geride kalan beş altı yıl içinde, sendika bürokrasisinin şubelerdeki ve işyerlerindeki ayakları önemli oranda tahrip olmuştur. İşyeri temsilciliklerinin çoğu ve önemli sayıda şube zaaflarına karşın, bürokrasiye karşı da yürümek üzere işçilerin, sınıftan yana ve ilerici sendikacıların eline geçmiştir.

İkincisi: İşçi kitleleri sermayeye karşı mücadelede olduğu gibi, sendika bürokrasisine karşı mücadelede de belli bir deneyim kazanmış durumdadır. Fakat ileri işçi kitlesi, deneyim ve bilincini ilerletmekle kalmamış; bir yandan bürokrasiye karşı mücadelenin araçları, öte yandan kitle hareketinin örgütlenme ve merkezleşmesinin meşru organları olan platformları da yaratmıştır. Bugüne kadarki işçi eylemlerinin hazırlayıcısı, sürükleyicisi ve nispeten de örgütleyicisi olan sendika şube platformları, hareket düştüğünde durgunluk dönemi (bu, nispeten platformların tabiatıyla ilgili) yaşasalar da, işçi ve emekçi sendika hareketinin örgütleyicisi olma potansiyeline sahiptirler. Deneyimlerini özümledikleri takdirde, bu platformların önümüzdeki dönemin mücadelelerinde hayati rol oynayacak organlar olmaları önlenemezdir.

Üçüncüsü: İşçilerin durumları özellikle son birkaç yıldır kötüye gitmiştir. Buna karşılık, sermayenin dayattığı şey, görülmemiş bir sömürü ve sefalettir. Bu, işbirlikçi sendika bürokrasisini olduğu gibi; mevcut bürokrasiyi “yenileme” adayı olarak çıkmış “sosyalist” akımı da zora sokan bir olgudur. Sendika bürokrasisinin; bürokrasinin “yükselen” unsuru İslâmi sendika aygıtının ve “sosyalist” sendikal kliklerin “işleri”nin zor olduğu kesindir.

Dördüncüsü: Kent emekçisi tabakalarının (kamu çalışanları) sendikal sorunlarının çözülmemiş ve sendikal hareketinin gelişiyor olması, işçi sendika hareketinin gelişmesi ve olanaklarını değerlendirmesi bakımından bir avantajdır. Henüz birbirleriyle tam dayanışma içinde olmamasına ve kamu sendikalarında yeni türden bir bürokrasinin ağırlığı bulunmasına karşın; nasıl ki işçi sendika hareketi kamu emekçilerinin manevra alanlarını genişletiyorsa, kamu emekçilerinin sendikal mücadelesi de işçi sendika hareketi açısından bir destek durumundadır. Saldırıların emeğin bütününe yönelik karakteri, bu iki hareketin dayanışmasının zeminini daha da genişletmektedir.

Bunlara karşılık, sermayenin olduğu gibi, işçi sendika hareketinin ve sendikalardaki mücadelenin zayıflıklarının bulunduğu ve bunlara dayanan tehditler altında olduğu da bugünden görülebilir ve yadsınamaz bir gerçekliktir.

a) İleri işçinin, sınıftan yana sendikacının ve sosyalist aydının sosyalizm ve sınıf bilincinin henüz dar ve gerektiği oranda deneyimli olmaması, sınıfın ve sendika mücadelesinin en önemli zayıflığıdır. Zira “işçi sınıfı ve işçi partisi”nden sıkça söz etmek zorunda kalmış gerici sendika bürokrasisinin, liberal “sosyalizm”    demagojileriyle oluşturulmuş “yeni” bir platforma geçmesi; öte yandan bu platformun burjuva “sosyalist” akımın izlediği çizgiyle çakışması, başarıya ulaşma olanağı son derece sınırlı olsa dahi sendikal hareketi ve sendikalardaki mücadeleyi torpilleyecek bir tehlikedir. Yanı sıra, sınıfın ileri güçlen ve sendikal hareket, provokasyonlara karşı ileri bir deneyim ve uyanıklık kazanmış değildir; buna karşılık, sermaye ve sendika bürokrasisi, anarşizan ve terörist “sosyalizm” akımlarının polis provokasyonuna çanak tutan çizgilerinden yararlanma politikası izlemektedir. Sermayenin saldırısı ilerledikçe; “sol” sendika bürokrasisinin manevra alanının daralacağı, buna karşılık provokatif girişimlerin artacağı ise son derece açıktır.

b) Sendikal hareketi ve emekle sermaye arasında sendikalarda sürmekte olan mücadeleyi tehdit eden en önemli zayıflıklardan biri de; ileri işçi kitlesi ve devrimci ve sınıftan yana sendikacı kümesinin, liberal ve reformist sendika bürokrasisinin yerleştirdiği günlük çalışma ile ilgili geleneğin; örgütleme ve örgütlenme alışkanlıklarının üzerindeki etkisinden henüz kurtulamamış olmasıdır. Bu gelenek, sendikalardaki ifadesini, örgütsüzleştirilmiş yığın üzerinde işbirlikçi bir bürokrasinin örgütlenmesi; işçi örgütünün, basit işçinin ulaşamadığı bir büro örgütü olarak güdükleşmesinde bulmaktadır. Ve sendikalardaki mücadelenin bugünkü hayati zayıflığı burada düğümlenmiştir.

Bir yanda sermayenin, öte yanda işçi sınıfının (ki, işçi hareketi halen sendikal hareket durumundadır) önümüzdeki dönemdeki avantaj ve dezavantajları esas olarak yukarıdakiler gibi şekillenmiştir. Vurgulananlardan da anlaşılacağı gibi; sermayenin gücü, sendikal hareketin ve sendikaların zayıflıklarında yatmaktadır. Buradan çıkan; geleceği tayin edecek mücadelenin, büyük oranda sendikalardaki egemenlik mücadelesi olduğu gerçeğidir.

Sermayenin saldırısı mı üste çıkacak; yoksa işçi sendika hareketi mi atılım gösterecek; bu sorun, karşılıklı sınıfların, avantajlarını değerlendirme ve karşıtının silahlarını etkisizleştirme yeteneği gösterip göstermemesiyle doğrudan bağlı bir sorundur. Daha doğrudan söylenirse; bu sorun gerçekte; sendikaların, sermayenin hareketi kontrol etme ve sınırlama aracı olmaktan çıkarılması ve gerçek mücadele örgütleri olarak dönüştürülmesinin başarılıp başarılamaması sorunundan başka bir şey değildir. Öte yandan, avantajlarını asgari oranda değerlendirdiklerinde, işçilerin, sermayeyi püskürtme, sendikaları büyük ölçüde demokratikleştirme ve sendikal hareketi politik bir alana genişleterek daha ileri mevzilere götürme olanağı bulacakları ise, mevcut objektif koşullarda kanıtlanması gerekmeyen bir olgudur.

Bazı “sosyalist” grupların ve kendilerini “dünyanın merkezi” sanan şaşkın kimi çevrelerin, kendiliğindenliğine yaslanarak sendikal hareketi öteden beri “önemsiz” gördükleri; bu nedenle de, yukarıdaki tespit ve beklentileri “abartı” olarak değerlendirdikleri bilinmektedir. Doğrudur: Sendikal hareket, yukarıdaki tespitlerden de anlaşılacağı gibi büyük ölçüde, kendiliğindenciliğin baskı ve tahribatı altında gelişmiş bir harekettir. Buna karşılık, o “önemsiz” değil, Türkiye’de bugüne kadarki en önemli hareket olmuştur.

Son beş altı yıllık döneminde, elde edebileceği kazanımları kendiliğindenlik nedeniyle elde edememiş olmasına karşın, sendikal hareketin genelde önemli kazanımlar elde ettiği bir olgudur. Onun, elde edilebilir kazanımları elde edememesi, ne işçilerin “anlayışsızlığımla açıklanabilir, ne de sadece hareketin karakteriyle. Bunun açıklamasının, söz konusu akımların, emek hareketi ve sendikalar üzerindeki tasfiyeci etkisinde aranması gerektiği açıktır.

Şu, herkesçe bilinir: İşçilerin, sermaye ve sendika aristokrasisine karşı girişimlerinin, kaçınılabilir başarısızlık ve yenilgilerden kaçınması; her ileri adımın, sınıfın bilincinde ve örgütünde birikim ve yeteneğe dönüşmesi için, işçi ve emekçilere dışarıdan yardım zorunludur. Buna karşılık, işçi sendika hareketinin ve işçi ve emekçinin, ülkedeki gelişmeyi “önemsiz” gören söz konusu gruplardan bir yardım görmediği kanıtlanması gerekmeyen bir olgudur. Geride kalan dönemde, örgütümüzün nispi destek ve yardımı dışında, işçi ve emekçilerin dışarıdan herhangi bir yardım görmedikleri rahatça söylenebilir.

Politik akımlar, işçi ve emekçilere en küçük bir yardımda bulunmamalarına karşın; işçi sendika hareketi gene de, politik gruplara yardım edecek; onları etkisi altına alacak derecede önemli bir hareket olmuştur. Bilindiği gibi; son beş altı yılın sendikal mücadeleleri, politik akımların karakterini kristalize etmesi ve görülür hale getirmesinin yanı sıra, sendikal mücadeleler ve sendikalarda çalışma ile ilgili beş altı yıl önce bu gruplara egemen olan önyargıları kıracak bir deneyim de yaratmıştır. Nitekim sınıfın rolünü inkâr eden ve sendikaların işlevini, “işbirliği örgütü” (BSP’nin yeni dünya düzeni teorisinin sendikalara biçtiği rol.) olarak belirleyen; öte yandan, sendikalarda çalışmayı açıkça reddeden, alternatif örgüt (DY’nin “işçi meclisleri”ve TKP/ML Hareketi vb.nin DSİM’i.) “yaratan” teori ve pratiğin, bu deneyim sonunda çöpe atıldığı yadsınamazdır.

Öteki şeyler bir yana; buradan çıkan sonuçlardan biri şudur ki, partimizin 1980’li yılların sonlarında mücadele ettiği, sağ’lı sol’lu bu teori, anlayış ve pratik bugün artık mücadele edilecek bir sorun olmaktan çıkmıştır. Bugün hiçbir akım, sendikalarda çalışmaya açıktan karşı bir tutum içinde değildir ve hiçbir hareket sendikaları salt “denge”, “uzlaşma” ve “kamuoyu baskısı örgütleri” olarak açıktan ilan etmeye cesaret edememektedir. Burjuva, küçük burjuva “sosyalist” akımların, hareketi anlayıp anlamamaları ve sendikaları istismar etmeleri bir yana, bu örgütlerde mevzi kapmak için can attıkları, bugün bir olgudur. “Önemsiz” görülen hareketin ilk adımının, işçi ve emekçilere yeni ileri mevziler kazandırması önlenemez olduğu gibi; sınıf dışı politik grupları, şu ya da bu şekilde hizaya getirmesi de önlenemez olacaktır.

 

SENDİKAL MÜCADELE VE SON BEŞ ALTI YILDAKİ DENEYİMİN ÖNEMİ

Önümüzdeki görülebilir dönemde, işçi ve aynı zamanda kamu emekçileri hareketinin sendikal hareket olarak gelişeceği yadsınamaz bir şeydir. Devrimle karşıdevrim arasındaki mücadelenin merkezleşeceği alanın; sendikal mücadele ve sendikalar alanı olması doğal olduğu gibi, kitle mücadelesinin ilk biçimlerinin, sendikal ekonomik istekler üzerinden gelişen ve sendikalarca örgütlenen grev, direniş ve gösteri biçimini alması da anlaşılabilirdir.

Sendikaların otoritesi devreye girmeden bugünkü koşullarda, sermayeyi püskürtecek bir adımın atılamayacağı açıktır. Öte yandan, sendikalar olmadan, gerçek bir parti haline gelinemeyeceği ise bilinebilirdir. Başka etkenler bir yana; emek ve ezilenler dünyasını oluşturan yığınlar üzerinde az çok etki ve otoriteye sahip örgütlerin sendikalar oldukları unutulmamak zorundadır.

Partimiz ve örgütümüzün, sendikal harekete katılışı ve sendikalardaki çalışması açısından bugün çıkaracağı en önemli ders, sendikaların önemini bilme ve oralarda çalışmanın, kendi başına bir politika olmadığı ve gereklerini yerine getirmeden bunun bir anlam taşımadığını kavramakta yatar.

a) Sermayeye karşı mücadelenin ilerlemesi; sendika bürokrasisiyle işçiler arasında süren kavganın işçiler lehine gelişmesi, sendikalardaki işçi mevzilerinin giderek genişlemesi, işçilerin örgütlerini demokratikleştirme, mücadele araçlarına dönüştürme yeteneği kazanmalarıyla doğrudan bağlıdır.

b) İşçilerin, nüve olarak taşıdıklarını kanıtlamış oldukları bu yeteneği gerçekten göstermelerinin yolunun; geleneksel bürokratik mücadele, örgütlenme, önderlik anlayış ve alışkanlıklarının örgütsüzleştirici baskısından bizzat kurtulmalarından geçtiğinin; bu yolun ancak, örgütlerimizin sendikalara doğru bir mevziden katılmaları, işçilere yardım etmeyi başarmaları sayesinde açılabileceğinin her günkü iş ve eylemle kanıtlanması zorunludur.

Emekle sermaye arasındaki mücadelenin sendikalardaki dışa vurumu olarak gelişen bürokrasi ile işçiler arasında yaşanan kavganın işçilerce kazanılması: Sermayeye karşı mücadelenin, önümüzdeki dönemde nasıl bir gelişme göstereceği ve nereye varacağı sorununu tayin edecek olan şey budur.

Bu aynı zamanda, işçilerin devrimci parti olmayı başarmalarının; onların bu başarıları şahsında partimizin gerçek işçi partisine dönüşmesinin ana olanağını da dile getirmektedir. Sendikalar harekete geçirilmeden; bu örgütler devrimci bir platforma çekilmeden ve günlük mücadelenin organları ve gerçek işçi örgütleri olma yoluna sokulmadan, politik bir ilerlemenin olamayacağı, sermayenin saldırılarının püskürtülemeyeceği, demokrasi ve özgürlüğün asla elde edilemeyeceği anlaşılamaz bir şey olmasa gerektir.

Önceki tarihsel tecrübe bir yana; partimiz ve örgütlerimizin beş altı yıllık deneyimi yeniden kanıtlamıştır ki, emekçilerin katıldıkları bütün sendikalarda; başta işçi sendikaları olmak üzere bütün emekçi örgütlerinde, bu örgütleri gerçek işçi ve emekçi örgütlerine dönüştürmek üzere çalışmak zorunludur. Öte yandan, örgütlerimizin sendikalarla ilgili geride kalan dönemdeki deneyimi, sendikalarda çalışmanın içeriğini belirginleştiren ve sendikal çalışmanın olumlu olumsuz örneklerini ortaya çıkaran bir der neyim de olmuştur. Sendikalarla ilgili deneyimimizin, sendikalardaki mücadeleler açısından dünyada günümüzün en ileri deneyimlerinden biri olduğu açıktır.

Bugün şu zorunlu, aynı zamanda ertelenemez bir görevdir: Örgütlerimiz ve kadrolarımız, partimizin sendikalara ve sendikal harekete katılışla ilgili çizgisini irdelemekle yetinmemek; eğer sendikalara ve işçilere yardımın yolunu şaşmadan genişletmek istiyorlarsa, beş altı yılın deneyimini; olumlu ve olumsuz örneklerini, sonuçlarıyla ve işçilerin mücadele ve eyleminden öğrenme tutumuyla irdelemek zorundadırlar. Bu irdeleme yapılmadığında; sendikalara katılmanın, sendikal çalınmanın ve işçilerin bilinç ve eyleminin kendine özgü diyalektiğini anlamak; dolayısıyla da kolektif, özgünlüğü olan, çalışmayı düzelten ve sendikal hareketi ilerleten tecrübeyi edinmek olanaksızdır. Oysa çalışmayı somut politikalar üzerinden yürütmek, her alanda ve her özel durumda uygulanabilir günlük politikalar ortaya koymak ve günlük eylemi ve niteliğini hayatın öğretici deneyimiyle sürekli geliştirmek, sendikal hareketin ve bünyesindeki kavganın ilerlemesinin temel koşuludur.

Sendikal hareketin, gelişmesi ya da güdükleşmesi; atılımı ya da yenilgisi: Ülkedeki yakın dönemin ne olup ne olamayacağını; devrimle karşıdevrim arasındaki çatışmanın emek cephesi lehine gelişip gelişmeyeceğini, önceki dönemde olduğu gibi bugün de tayin edecek olan şey budur. Öte yandan, bu hareketi istismar etmeyecek; şu ya da bu sendikal kliğin hizmetine sunmayacak, ona yardım edecek partimizden başka bir örgütün olmadığı bilinmektedir.

Buradan çıkan şudur: Partimiz, çocukluk hastalıklarından arınmış olgun bir politikaya sahip olmak zorunda olduğu gibi; örgütlerimizin çalışma ve eylemi de, sınıf dışı etki ve geleneksel alışkanlıklardan arınmış bir çalışma ve eylem olmak zorundadır. Sendikal hareketin ve sendikalar kavgasının emek cephesi çıkarına gelişmesindeki temel sorunun yattığı yer işte burasıdır.

Eğer hareketin zayıflıkları, işçiler arasında yapılan sosyalist çalışmada düğümleniyorsa; o takdirde örgütlerimizin sendikalardaki çalışmasına daha yakından bakmak, kuşkusuz ertelenemez önemli bir görev olur. Nitekim partimizin organları, sendikalarla ilgili çizgimizi ve örgütlerimizin sendikalardaki çalışmasını değerlendirmiş; çizgimizin doğru olduğu, buna karşılık kimi durumda ve çoğu yerde karakteri ve ruhuna uygun olarak ele alınmadığı; bu nedenle de, çoğunlukla kâğıt üzerindeki sözler olarak kaldığı sonucuna varmıştır. Parti politikası ile örgütün çalışması arasındaki bu ayrılığın nedenlerinin; örgütlerimizin, sendika politikamızdan ve ileri işçi ve sendikacıdan öğrenme yerine; bir yandan geleneksel bürokratik çalışmaya, öte yandan “piyasa”daki sınıf dışı “değerlere” eğilim göstermelerinde yattığı ise ayrıca dikkat çekme gereği duyulan temel bir zaaf olarak görülmüştür.

Ayrıca, bilinebilirdir ki merkez organımız, gerideki dönemle ilgili tespit ve irdelemeleri, herhangi bir dönem hakkında herhangi bir fikrin sahibi olmak için yapmamıştır. Bu tespit ve irdelemeler, çalışmayı doğrudan ilgilendiren pratik bir amaçla yapılmıştır; yürüyen çalışmanın düzeltilmesini, edinilmiş tecrübeye dayanılarak temeline oturtulmasını öngörmektedirler. Zira emekle sermaye arasındaki mücadelenin emek lehine gelişmesinde; bir yandan sendikal hareketin politik harekete, genişlemesi, öte yandan sendikaların işçi örgütleri olarak dönüşmelerinde örgütlerimizin rolü, tayin edici bir roldür. Partimizin, hareket içindeki konumu dikkate alınırsa, çalışmanın düzeltilmesi ve temeline oturtulmasının ne büyük bir önem taşıdığı anlaşılır olur.

Örgütlerimizin karşı karşıya oldukları görevlerin öneminden yola çıkan merkez organımız, koşullardaki nispi değişiklikleri; hareketin avantaj ve dezavantajlarının bugünkü şekillenişini de dikkate alarak, sendikalarla ilgili parti politikalarını yenilemiş ve yeniden formüle etmiş bulunmaktadır. Sendika politikamızı, sermaye ile emek arasındaki mücadelenin gelişme derecesi; sendika bürokrasisiyle ileri işçi kitlesi ve sınıf içinde mevzilenmiş politik akımlar arasındaki güç ilişkilerinin bugünkü biçimlenişi vb. olgular belirler. Fakat objektif olgulara yaslansa ve doğru da olsa, bir çizgiye sahip olmanın yetmediği; sorunun, bu çizgiyi her sendika ve işyerindeki özel koşula yaratıcılıkla ve sebatla uygulama, bizden talep ettiği çalışmayı ısrarla, yetenekle yapma sorunu olduğu altı yıllık tecrübeyle kanıtlanmış bir olgudur.

Partimiz, bu olguya dikkat çekerken; örgütümüz, görevlerini yerine getirme yeteneği gösteremediği takdirde sendikaların; sermayenin, hareketi güdükleştirme ve denetim altında tutma araçları olarak işlev görmeye büyük ölçüde devam edeceklerine; bunun, sermaye karşısındaki mücadelenin gidişatı bakımından en büyük yıkım olacağına ayrıca işaret etmeyi gerekli görmüştür.

Bütün bu tehdit ve olumsuzluklardan kaçınmak kuşkusuz olanaklıdır. Yukarıdaki uyarıları ve yapılan eleştirileri, gereklerini yerine getirecek bir titizlikle irdelemek; temel hedef ve özellikleri aşağıda yeniden ortaya konulmuş olan sendikalar politikamızı devrimci bir tutumla kavramak; özellikle son yıllarda yaşanmış deneyimlerden ve mücadelenin ortaya çıkardığı çalışma tarzının işçilere yakın örneklerinden öğrenerek kavrayış, alışkanlık ve eylemimizi yenilemek: İşyerlerinde ve sendikalarda mevzilenmiş her örgütün ve bütün örgütümüzün başarısının güvenceleri bugün işte bunlardadır.

İşçi sendika hareketi, kapitalist partinin sınıf içindeki uzantısı sendika bürokrasisi klikleri tarafından bölünmüş durumdadır. Bu bölünme, salt ayrı konfederasyonlara bölünmekle sınırlı olmayan bir bölünmedir; sendika aristokrasisi, işletmeleri ve sektörleri birbirinden uzak tutmak, işçiler arasındaki dayanışma duygusunu baltalamak için her şeyi yapmaktadır. Oysa işçilerin geneldeki çıkarları olduğu gibi, sendikal hareketin çıkarları da, sınıfın bütün bölüklerinin ve her şeyden önce sendikal örgütlerinin birliğinde yatar. Dolayısıyla da partimizin sendika politikasının; sermayenin saldırısının püskürtülmesi, işçilerin bağımsız bir sınıf oluşturması, başta sendikalar, tüm örgütlerinin birleşmesi hedefinden temellenmesi anlaşılırdır.

İşçilerin sendikalarda birliği ve sendikal hareketin birliği, ancak sermayeye ve saldırılarına karşı mücadele içinde olanaklı olur. Sermayeye karşı mücadele etmeden, sınıfı bölen ve sendikaları etkisizleştiren sendika bürokrasisiyle çatışma bir anlam taşımadığı gibi, onu sendikalardan tasfiye mücadelesi hem anlamsız, hem de olanaksızdır. Bu, tarihsel tecrübe tarafından sayısız kez kanıtlanmakla kalmamış; aynı zamanda, son beş altı yıllık deneyimimizle kendini yeniden kanıtlamış ve kabul ettirmiş bir olgudur.

Partimizin sendika politikasının temeli, işçilerin sermayeye ve saldırılarına karşı mücadelesine; bu mücadelede sendikalara, işçilerin sendikalarda örgütlenmeleri ve egemen olmalarına yardım politikasıdır. Politikamızdaki, sendika bürokrasisine karşı unsur dayanağını buradan alır; işçilerin sermayeye karşı çıkarlarına bağlı bir politika olarak böyle şekillenir.

Sendika politikamızın özü böyle şekillenmesine karşın, son beş altı yıldan buyana ki çalışmamızın, politikamıza uygun düşen bir çalışma olarak gerçekleştiğinin ileri sürülemeyeceği açıktır. Sendika aristokrasisine karşı çalışma, bir yandan işçilerin uyanış ve örgütlenmelerini dıştalayan bürokratik geleneklerle, öte yandan kitlelerin sendika yöneticilerini tanıma ve kendi örgütünü oluşturma bilincinin, sermayeye karşı mücadele içinde ve öz deneyim yoluyla geliştiğini dikkate almayan sekter uygulamalarla tahrip olmuştur. Ayrıca, kaynağını pratik çalışmamızdan alan pek çok başka neden, taktik politikamızın kâğıt üzerinde kalan sözlere dönüşmesine yol açmıştır. Bu bir olgudur; dolayısıyla da örgütlerimiz, sendikaların lafını etmenin işe yaramadığını bilmek; çizgi ve politikamızın içeriği ve ruhunu anlamanın, çalışmamızın başarısının en hayati sorunu olduğunu kavramak zorundadırlar.

İlkin; Sendika, örgütsüz işçi kitlesi adına vekil tayin edilmiş “sendikacı bürosu” değildir. Sendika, işyerlerinde işçilerin her gün yeniden örgütlendikleri, patronlara ve sermayeye karşı dayanıştıkları, ayrı bir güç oluşturdukları ve çıkarlarını her gün savundukları işyeri işçi örgütüdür. Dolayısıyla da; sendikal mücadele ve sendikal çalışma, bir eylem ya da seçim olduğunda verilen bir mücadele ve yapılan bir çalışma olarak görülemez. Sendikal mücadele ve sendikalardaki çalışma, kesintisiz bir mücadele ve her gün yeniden planlanan, her gün yürütülen bir çalışma olarak şekillenir. Sendikalardaki ve işyerlerindeki çalışmalarını planlar ve düzeltirlerken, örgütlerimiz ve kadrolarımızın gözden kaçırmayacakları ilk veriler, sorunun bu yönündedir.

İkincisi: Sendikalar işçi örgütleri oldukları gibi mücadele de işçilerin mücadelesidir. Bürokrasisinin, sendikal mücadeleyi, sendikacının “işi” haline getiren “mücadele, örgütleme ve örgütlenme” geleneği, “uyuşuk” işçinin, sendikacıyı “vasisi”, kendini onun yedeği ve destekçisi görmesi anlayış ve alışkanlığı olarak şekillenmiş bir gelenektir. Öte yandan bu gelenek, işçi kitlesinin örgütsel ilgi, bilinç ve alışkanlığını etkilemekle kalmamış; aynı zamanda, “sosyalist” akımların anlayış ve çalışmalarını da koşullandırmıştır. İşçilerin, örgütümüzü “desteklemeleri” mevzisinden ve bizim “adamlarımız” olmaları anlayışıyla değil; bizim işçilere katılmamız, örgütlenmelerinde onlara yardımımız anlayışı ile mevzilenmemiz: İşçilerin partiye katılma ve destekleri, bugünkü koşullarda ancak, parti örgütünün işçilere, her şeyden önce de sendikal mücadele ve örgütlenmelerine yardım ettiği, onların saflarına içtenlikle katıldığı oranda gerçekleşir. Zira proleter mücadele ve bilincin gelişme diyalektiğinin bir yasası olmasının yanı sıra; bu zorunluluk, sendikalarda gerçekten çalışmanın, sermayeye ve sendika bürokrasisine karşı mücadelede sınıfın nabzı ve ruhunu bulmanın temel koşuludur da. Bürokrasi geleneğinin etkisi altında baş aşağı çevrilmiş çalışma: Çalışmasını düzeltirken, örgütümüzün temel alması ve üzerinde durması gereken en çarpıcı ipuçlarının, bu yasanın ruhunun kadrolarımızca anlaşılmasında yattığı kesindir.

Üçüncüsü: Sendika çalışması, gelenekte olduğu ve çoğu yerde örgütümüzün pratiğinde görüldüğü gibi, sendika bürolarına hapsolmuş bir çalışma değildir. Sendika çalışması, esasta işyeri çalışmasıdır; bürolarda yürütülen çalışma, işyerlerinde yürütülen çalışmayı güçlendirir ve tamamlar. Çalışmanın bu iki yönü, birbirinin karşısına konulamayacağı gibi; işyerindeki çalışmayı temele koymamak, yanı sıra diğerini ihmal etmek temel bir yanılgıdır; örgütlerimizin çalışması bu yanılgılardan kaçınamamış bir çalışmadır. Çalışmamızı düzeltirken, somut örnek veriler bulacağımız alanlardan üçüncüsü, kuşkusuz çalışmanın bu yönüyle ilgili örgütsel pratiktir.

Dördüncüsü: Sendikalardaki çalışmada başarının temel koşullarından biri, hareketin bilgisine sahip olmakta yatmaktadır. İşyerinin, işçiler arasındaki ilgi konularının, ilgili sektör ve sendikada olup bitenin, bütün sendikaların ve ülkedeki ve dünyadaki gelişmelerin her gün yenilenen çok yönlü bilgisi: Bu bilgiye eksiksiz sahip olmadan; sendikalardaki gelişmeleri, sendikalar ve politikayla ilgili basını izlemeden kapsayıcı, kazanıcı ve verimli bir sendikal çalışma yürütmek olanaksızdır. Örgütler ve kadrolarımızın, kendilerini gözden geçirirken dikkatle üzerinde durmaları gereken şeylerden biri de budur.

Beşincisi: Sendikal çalışma, salt sendikal alanın bilgisiyle yapılan bir çalışma değildir. Ayrıca, sendikal mücadele kendini sendikal alanda sınırladığında, güdükleşme ve yenilgiyi baştan kabullenmiş olur. Sendikal mücadelenin, politik alana genişlemesi ve sendikaların politikaya girmeleri bir kaçınılmazlık, aynı zamanda bir zorunluluktur. Buna karşılık, işçilerin ve sendikaların politik bilgi ve politik mücadeleden uzak tutulması, geleneksel sendikalizmin ve sendika bürokrasisinin olduğu gibi, bugünün “yükselen” akımı olan liberalizmin de başlıca amacıdır. Zira liberal “işçi” politikasının ancak bu yoldan etkili olabileceği son derece açık olmasının yanı sıra, işçi politikasına doğru ilerlemeden ve politikaya yaklaşmadan işçilerin sendikalarda mevziler kazanmalarının olanaksızlığı da bir gerçektir. Örgütlerimiz ve kadrolarımızın dikkat edecekleri sorunlardan bir başkasının, çalışmanın sendikal yönü ile öteki yönleri arasındaki her günkü ilişkide düğümlendiği açıktır.

Sendikalarda ve sendikal alanda, beş altı yıldan bu yana yürüttüğümüz çalışmanın irdelenmesi ve dersler çıkarılmasında dikkat noktası haline getireceğimiz başka sorunlardan da söz edilebilir. Örneğin, iktidar iddiasında pratikte ortaya çıkan zaafların, sendikal mücadeleyi salt yasalarla sınırlı bir mücadele gibi ele almanın, sosyalist çalışmadaki yetenek zayıflığı ve devrimci feragat duygusundaki aşınmanın sendikal çalışmadaki etkisinin yarattığı tahribat vb. gibi. Fakat bütün bunların bir gereği yoktur. Son yıllardaki çalışmamız, yukarıda vurgulanan noktalardan irdelendiğinde örgütümüzün, çalışmalarını düzeltecek gerekli tecrübeyi bulması olanak dâhilindedir.

 

SENDİKA POLİTİKASI VE SENDİKAL ÇALIŞMADAKİ TEMEL ÇİZGİNİN GÜNCEL SORUNLARI ÜZERİNE

Sermayenin, işçi sınıfı karşısındaki gücü, sendikaların çoğunluğunun sendika bürokrasisinin elinde bulunması ve sendikal hareketi bu yolla etkileme ve denetim altında tutma olanağında yatmaktadır. Ne var ki, bugüne kadarki mücadeleler, sendika bürokrasisinin hareket üzerindeki denetimini belli ölçüde kırmak ve bu denetime karşı mücadelenin kürsü ve dayanaklarını oluşturmakla kalmamış; sendikaları işçilerin ele geçirmeleri ve mücadele merkezleri olarak dönüştürmeleri sorununu, yerel kalmaktan çıkaran, ülke çapında bir sorun haline getiren olgular doğuran mücadeleler de olmuşlardır.

Birkaç yıldan bu yana, sendikaların dönüştürülmesi sorunu, pratik olarak genel ve ülke ölçeğinde bir sorun durumundadır; sendika hareketi bir adım ileri gittiğinde, bu sorunun hemen her sektörde gündem olması önlenemezdir.

Öte yandan, bu sürecin nasıl şekilleneceğini, hangi yollardan geçerek gelişeceğini bugünden kestirmek olanaksızdır. İşçi sendika hareketinin, atılım yapması; politik alana genişlemesi ve sermayeyi püskürtme olanağı yaratması güncel olduğu gibi; sermayenin, hareketin göreceli geriliği ve hazırlıksızlığından yararlanma; provokasyonlara da (bu alan oldukça geniştir) başvurarak, hareketi geriye atma ya da genel bir saldırıya dayanarak (fırsatını yaratabilirse) olabildiğince ezme yoluna gitme olasılık ve olanaklarının bulunduğu da bugünkü Türkiye’de bir gerçektir. Zira sendikal hareket ve genel olarak kitle hareketinin zaaf ve zayıflıkları ve emek cephesinde yaşanmakta olan bugünkü mecalsizlik, sermayeye bu “olanağı” sunmaktadır.

Sermaye, bu olanakları kullanma fırsatlarını bulur ya da bulamaz; bu ayrı bir sorundur. Fakat açık olan şudur ki, açık kitle hareketinin, bir yandan ilerlemesi, öte yandan zayıflıkları ve yanı sıra saflarındaki politik parçalanma derecesi sermaye ve gericilikteki genel saldırı eğilimini güçlendirmektedir. Karşı-devrim, açıktan harekete geçme olanağı bulduğu ve geçtiğinde; eğer o günkü güç ilişkileri bu genel saldırının püskürtülmesine olanak tanımazsa, sermayenin temel hedefinin öncelikle sendikal hareket ve sendikalar olması kaçınılmazdır. Emek cephesinin, bu saldırıyı püskürtüp püskürtememesi bir yana; bunun anlamı kuşkusuz ancak, sendikal hareketin ve sendikaların gelişme sürecinin görülebilir olandan farklı, dolambaçlı ya da inişi yokuşu keskin hatlı bir yol izlemesinin gündeme girmesi olabilir.

Gelecekle ilgili spekülasyonlara düşmekten kaçınabilmek ve onu hazırlama perspektifini kaybetmemek için şu kavrayış tarzı özel bir önem taşır: An’ı ve dönemi anlamak; sürekli yenilenen acil halkayı kavramak ve an’ın, dönemin ve acil halkanın talep ettiği görevleri yerine getirecek çalışmayı yapmak; bu, hareketin kaçınılabilir yenilgilerden kaçınması; güncel saldırıları püskürtme olanaklarını değerlendirmesi ve gerekli mevzileri tutması için temel koşul olduğu gibi, geleceği hazırlamanın da koşuludur. An’ın ve dönemin görevlerini yerine getirmeyen bir örgütün, gelecekten söz etmesi; sadece boş ve aldatıcı bir demagoji olur. Bu kaçınılamazdır; zira sonraki dönem ancak, dönemin görevinin yerine getirilmesi yoluyla kazanılabilir. Kaldı ki, an’ın ve dönemin görevlerinin yerine getirilmesi; salt bugünün kazanılması değil, aynı zamanda yakın geleceği emek cephesi aleyhine etkileyecek olguların önünün kesilmesinin başarılması anlamına da gelmektedir.

Buradan çıkan nedir? Bu, herkesin anlayabileceği derecede basittir: Sendikalarla ilgili taktiklerimiz, sendikal hareketteki bugünkü olgu, eğilim ve sendikalardaki şimdiki güç ilişkileri üzerine oturacaktır. Buna karşılık, sendikal çalışmamız ve sendikalardaki mücadelemiz asla, bugünkü olgu ve eğilimlerle sınırlanmış bir çalışma ve mücadele olmayacaktır. Örgütlerimizin çalışma ve mücadeleleri, bugünkü olgular, ilişkiler ve eğilimler üzerine otururken; gelecekte ortaya çıkabilecek olan değişiklikleri ve muhtemel bütün gerici saldırıları dikkate alan bir çalışma ve mücadele olmak zorundadır. Zira partimiz, sendikalist ve reformist değil, sosyalist ve devrimci bir partidir.

a)- Partimizin sendika politikası, en önemli özelliklerinden birini; işçi sendika hareketinin bugünkü atılım dinamiklerinden, bu atılımın sermayenin saldırısını püskürtme ve sendikalarda ülke çapında gündeme getireceği demokratikleşme olanaklarından alır. Her örgütümüz ve en “yerel” gibi görünen herhangi bir işyeri ve şubede çalışma yürüten her görevlimiz, işyeri ve sendikadaki sorunların yerine geçmesine izin vermeden çalışmasını, sermayenin geneldeki saldırısının püskürtülmesinin yanı sıra sektör, bölge ve ülke çapındaki sendikal hedefe de bağlamak zorundadır. Salt patronların değil, hükümetlerin ülke çapındaki saldırılarının püskürtülmesi tutumuyla yürütülmeyen bir mücadelenin; sendikalardaki sektörel, bölgesel ve ülke düzeyindeki işçileştirme kavgasına katılma ve öteki alanlardaki mücadelede dayanışma çabasıyla yapılmayan bir çalışmanın başarı şansı olmadığı gibi, ilgili işyeri ve sendikadaki kazanımları koruma ve sendikal örgütlenmeyi ayakta tutmanın olanağı da bugünkü Türkiye’de adeta yok gibidir. Mücadeleyi, işyeri ve sendikadaki somut sorunlar üzerine oturtmak; aynı zamanda, onu ülke çapındaki eğilim ve mücadeleye bağlayan bir perspektifle çalışmak: Örgütlerimiz ve kadrolarımızın plan ve çalışmalarını yönlendirecek olan sendikalarla ilgili çizgimizi oluşturan perspektifin unsurlarından biri budur.

b) Türkiye’deki gidişatı karakterize eden şey, işçi ve halk hareketinin gelişmesinin yanı sıra, gericiliğin artmasına yol açan olguların çoğalmasıdır. Sendikalar taktiğimiz, sermayenin saldırısının püskürtülmesi (bu olanaklıdır) temeline otururken; örgütlerimiz, sendikaların hazırlıksız yakalanması, güç ilişkilerinin karşı-devrim lehine ani değişiklikler göstermesi ve hareketin yenilgisi vb. olasılıklarını bugünden dikkate alacaklar; çalışmalarını, sendikal mücadelenin, bu gidişatın önünü kesecek bir alana genişlemesine yardım perspektifiyle yürütmeye özel bir önem vereceklerdir. Bir partinin sendikal alanda ve sendikalardaki çalışması, taktik sloganlarla sınırlı bir çalışma değildir; örgütlerimiz, gelecekteki muhtemel değişikliklere hazır olmak ile ilgili çalışmayı ihmal etmeyecekleri gibi, sendikal mücadeleyi ve sendikaları düşünüle-bilir en olumsuz koşullarda yeniden örgütleme perspektif ve mevzisini de asla kaybetmeyeceklerdir. Sendikal çalışma ve sendikalardaki mücadelemize yön veren anlayışın temel taşlarından diğeri de budur.

Bütün çalışmayı olduğu gibi; sermayeye karşı sendikal mücadeleyi ve sendikalardaki kavgayı, bu ikili yönüyle ele almak kuşku yoktur ki zorunludur. Dolayısıyla da, örgütlerimiz ve kadrolarımız şunu hiç unutmayacaklardır: Sendikal hareketin bugünkü dinamiklerini ve aynı zamanda zayıflıklarını görmeyen; bunların talep ettiği görevleri yerine getirme, güncel ihtiyaçlarını karşılama yeteneği göstermeyen çalışmanın, geleceği kazanması olanaksızdır.

Hareketin mevzilerini koruması ve ilerletmesine her gün yardım edecek görevler yerine getirilmediği; an’ın olanak ve fırsatlarını değerlendirmeye ve zayıflıklarını aşmaya olanak sunacak mevzi bugünden tutulmadığı takdirde:

a) Sendikal hareketin, dinamiklerini değerlendirerek atılım yapması; işçilerin, sermayeyi püskürtmesi; sendikaların işçilerin eline geçmesi ve partiye yaklaşması olanağını genişletmesinin zora düşmesi kaçınılamazdır.

b) Hareketin şu ya da bu nedenle gerilediği; mevzi yenilgiler aldığı veya sendikaların kenara itilmesinin sermayece başarıldığı vb. koşullarda, sendikal hareketin ve sendikaların yeniden canlanması; işçilerin ortaya çıkmış olan o günkü koşullarda yeniden örgütlenmesi için gerekli ve yanı sıra olanaklı olan çalışmanın yapılabileceği zorunlu mevzileri tutmak olanaksızdır.

Sendikal hareket, ister şu yönde isterse bu yönde gelişsin; yukarıdaki iki olasılıktan da görüldüğü gibi, bugünkü ihtiyacı karşılayacak çalışmayı yapmak; olasılıkların ikincisinden kaçınacak olanaklı yolu bulma çabasının yanı sıra, işçilerin eylemlerinde başarı kazanmalarının ana güvencesidir de.

Bugünle ve ihtiyaçlarla ilgili çalışmayı; olanakları tam değerlendirerek yapmayan örgütün, sınıfın güvenemeyeceği bir örgüt olarak mahkûm edilmesi doğaldır. Sermayenin, saldırısını genelleştirerek yenilediği; buna karşılık, sendikal hareketin ve sendikalardaki mücadelenin yeni bir dönemecin eşiğinde bulunduğu şu anda bu, her zamankinden daha fazla böyledir.

Partimiz, içinde yaşanılan ve gelişen sürecin, karşıt sınıfların kesin bir hesaplaşmaya doğru sürüklendikleri bir süreç olduğunu ve sendikaların bu süreçte oynadıkları (bugün bir rol oynuyorlar) ve oynayacakları rolün önemini vurgulamıştır. Örgütlerimizin, bu vurguya göstereceği refleksin; sendikal mücadeleyi genişletme, sendikaların işçilerin yönetimine geçmeleri ve mücadele merkezlerine dönüşmeleri çalışmasını çizgimize uygun hale getirmek için harekete geçmekten başka refleks olmaması kuşkusuz zorunludur.

 

***

1)- İşçi örgütleri olarak sendikaların sermaye karşısındaki güçleri, işçi kitlelerinin uyanışları, bunlara kendi sınıf örgütleri olarak ilgi duymaları, fabrika ve işyerlerinde örgütlü bir güç oluşturmaları ve işyeri sendika örgütü olarak açık mücadele içinde bulunmalarında yatar. Hem sendikaların, sermayeye karşı mücadeleye çekilmesinin olanağı; hem de sendikalarda denetimi olan ve sendikal mücadeleyi sermaye hesabına baltalayan sendika bürokrasisine karşı kavganın gücü ve zaferinin güvencesi kuşku yoktur ki buradadır.

a) Partimizin sendika politikası merkezine, sendikaların işyerlerinde örgütlenmiş örgütlere dönüşmesi hedefini alır. Dolayısıyla da, örgütlerimizin sendikalarla ilgili çalışması, esas olarak işyeri çalışması olarak şekillenir. Fabrika ve işyerlerine dayanmayan ve işçilerin aydınlanması ve sermaye ve uzantısı bürokrasiye karşı örgütlenmesini dıştalayan bir politika, bir sendika politikası olamayacağı gibi, kabul edilebilir bir işçi politikası da değildir.

b) Sendika bürolarındaki ve sendikacı kitlesi arasındaki çalışma, sendikal mücadelede bir yönüyle tamamlayan, öteki yönüyle fabrikaları birleştirip merkezleştiren ve dolayısıyla da vazgeçilemez olan bir çalışmadır. Bu alandaki çalışma, işyerlerindeki çalışmanın güçlenmesi, verimli hale gelmesini ve aynı zamanda hareketin genelleşmesi, merkezleşmesini öngören ve yanı sıra önemini gitgide artıran bir çalışmadır. Bu alana yönelik çalışmadaki anlayışsızlık ve ilgisizlik enerjik bir tutumla kaldırılmak zorundadırlar.

Bu iki alandaki; fabrika ve işyerlerindeki ve sendika büro ve forumlarındaki çalışma, birbirini güçlendirir şekilde birleştirilmeden; sendikal çalışmada başarı olanaksız olduğu gibi, hareketin dinamiklerini güçlendiren verimli bir çalışma ve etkili bir politikadan söz edilmesi de olanaksızdır.

2)- Patronlara ve hükümetlere karşı mücadele, sendika bürokrasisine karşı mücadeleyle birleşmeden, sermayenin saldırısını püskürtmek olanaksızdır. Nitekim son beş altı yıldaki işçi sendika hareketinin, işçi kitleleriyle bürokrat sendika yöneticilerini giderek daha geniş cepheden karşı karşıya getiren bir hareket olarak gelişmesi bir rastlantı olmamıştır.

Patronlara karşı hareketin, sermayeye olduğu gibi, bürokrasiye karşı gelişmelere de yol açtığı bilinmektedir. Bürokrasinin alt kademelerdeki istikrarının bozulması; sendika şube ve temsilciliklerindeki el değiştirmeler ve şubeler platformları vb. daha sonraya bırakılarak söylenirse, partimizin taktik politikaları açısından şu olgu önem taşır: Sendikal hareket, bürokrasinin istikrarını ve alttaki dayanaklarını sarsmakla kalmamış, aynı zamanda saflarının bugüne kadar görülmedik orandaki parçalanmasına da yol açmıştır.

Bu parçalanma, sendika bürokrasisinin; dolayısıyla sermayenin sendikalardaki gücünün zayıflamasıdır. Öte yandan, işçilerin manevra alanının genişlemesi; güçlerinin, yedek ve kürsülerin çoğalması olduğu da açıktır. Sıkışmış durumdaki bürokrasinin saflarındaki parçalanma ve orta ve alt kademelerdeki bürokrat eğilimli sendikacı çevrelerinin bir bölümünün, durumlarını koruma güdüsüyle de olsa gözlerini ve dikkatlerini işçilere ve hareketin gelişme olanaklarına çevirmekte oldukları görülemez bir olgu değildir, ileri işçiler, bu değişikliğin, sermayeye karşı harekete sunduğu olanakları görmektedirler ve kuşku yoktur ki partimizin örgütleri de görmek ve anlamak zorundadırlar.

a) Sendikal hareket, çelişkisiz ve pürüzsüz bir hareket olarak gelişmez. Tarihin ve yakın dönemin de kanıtladığı gibi, genel olarak işçi hareketi ve özel olarak sendikal hareket, devrimci olmayan sendikacı vb.ni sürükleyerek ve işçilerin işyerleri ve sendikalardaki örgütlenmelerinin yanı sıra, tam olarak işçi olmayan öğe ve aygıtlara da dayanarak gelişir. Bu türden öğe ve çevreleri harekete geçirme; bunlarla ittifak ve ellerindeki forum ve kürsülerin, sermayeye karşı hareketin dayanaklarına dönüşmesini gözetecek bir esneklik: Bu tutum, partimizin politikasının bir unsurudur; örgütümüz, olguları dikkate alan bir bakış açısına sahip olmalı ve gerekli esnekliği göstermelidir.

b) Sendikal hareketin ortaya çıkardığı bu türden sendikacılarla ittifak ve birleşme politikası, bu öğe ve çevrelerin çoğunun içinde bulunduğu kararsızlığın neden olduğu tahribatı etkisizleştirme çalışmasını ve bunların çalışma tarzlarının eleştirisi vb. görevlerini kuşkusuz dıştalamamaktadır. Emeğin, sermaye karşısındaki çıkarını savunan somut bir platform; sendikaların, saldırılara karşı durmasını ve hareketi örgütlemesini içtenlikle savunan bir perspektif; bürokrasiye karşı mücadeleyi, sermayeye karşı mücadelenin ve işçilerin çıkarlarına bağlayarak gelişen bir politik çalışma: Sendikalarla ilgili çizgimizin en önemli yönleri buradadır; örgütlerimiz buna uygun hareket ettiklerinde, işçilere doğru bir mevziden yaklaşmış olacakları gibi, bürokrasisinden kopuş içindeki sendikacılığın eleştirisinin etkili ve politik bakımdan da kazanıcı olmaması için ciddi bir nedenin kalmayacağı açıktır.

Bir yandan, arayış içindeki sendikacı kitlesine ilerletici tarzda hitap etmeyi; öte yandan bürokrasiye karşı mücadeleyi, sermayeye karşı mücadeleye her yeni durumda yeniden bağlamayı başarma: Bunlar başarılmadan, sendikalar ilerletilemeyecekleri gibi, sendikal harekete alternatif de olunamaz. Çalışma ve eylemimizden; soruna ilgi zayıflığı ile iç içe geçmiş ve bir yanı “saf komünizm” düşleyen sekterlik, öte yanı eleştirisiz uzlaşmacılık biçiminde etkili olan yanılgı ve sapmalar hızla tasfiye edilmek zorundadır.

3)- Başlıca sanayi kentlerindeki sendika şubeleri platformları, sendika bürokrasisinin sendikaları etkisizleştirme ve sermayeye karşı hareketi baltalama faaliyetine karşı işçi tepki ve mücadelesinin araç ve organları olarak doğmuşlardır. Platformlar, hem işçilerin uyanışlarının; hem de bürokrasinin parçalanmasının ürünleri olarak örgütlenmişlerdir. Bütün kusurlarına karşın bu platformların, son yedi sekiz yıl içinde ortaya çıkan işçi muhalefetlerinin sendikalardaki dışa vurumu oldukları ve aynı zamanda sermayeye karşı hareketin dayanak ve araçları olarak işlev görmüş bulundukları bir gerçektir.

Tek tek direnişler bir yana bırakılırsa (onların da teşvikçisi, destekçisi olmuşlardır); 1990-91’lerden bu yana şube platformları ve bazı sendikaların, çoğunluktaki gerici sendika merkezlerine ve sendika bürokrasisine karşı baskıları, işçileri teşvik, örgütleme ve yönetme olarak rol oynamadıkları tek bir büyük grev, gösteri ve direniş yoktur. Sermayenin saldırıları ve hükümetlere karşı mücadelenin gerçek merkezleri esasta bu platformlar olmuşlardır.

İşçi sendika şubeleri platformlarının işçi hareketinde oynadıkları rol, kamu çalışanlarını da etkileyen bir rol olmuştur. Kamu çalışanları sendikaları şube platformlarının ortaya çıkmasında İSŞP’nin oynadığı rol anlaşılmaz değildir. Öte yandan, KÇSŞP’larını, işçi sınıfını genel demokrasi içinde etkisizleştirmek için kullanma denemelerinde bulunanlar olsa da; böyle bir gelişme, işçilerle kent emekçi tabakaları arasındaki ittifakın oluşmasında bir olanaktır. Kimileri, bu vurgulananları “abartı” olarak görseler de, şube platformlarının; bir yandan sermayeye karşı mücadelenin, öte yandan eski ve yeni türden bürokrasiye karşı tepki ve yer yer kavganın dayanak ve organları oldukları kesindir.

Bütün bunlar, işçi sendikaları şubeleri platformlarının kusurlarının; eksiklik ve zayıflıklarının bulunmadığını kuşku yok ki göstermemektedir. Platformların, hem işçinin kendiliğindenci zayıflıklarından; hem de bürokratik örgütleme gelenekleri ve bürokratlaşma eğilimlerinden kaynaklanan zaaflar içinde oldukları bir olgudur. Onların bu zayıflıkları, henüz geri fabrika ve işyerlerindeki destek ve dayanaklarını daha da gerileten bir faktör oluştururlarken; fabrika ve işyerlerindeki bu geriliğin, platformların söz konusu zayıflıklarını daha da derinleştiren olgular ürettiği yadsınamaz bir gerçektir.

Platformların zaaf ve eksikliklerinin kaynaklan üzerine çok şey söylenebilir. Fakat bu zaaf ve eksikliklerin, işçi sendika hareketinde ve sendikalarda nelere yol açtığı şok daha önemlidir. Ve eğer, sendika şubeleri ve platformlar bunların neler olduğunu anlarlarsa, zaaf ve eksikliklerin kaynaklarına karşı mücadelenin daha kararlı; bu mücadeleyi yürütecek sınıftan yana sendikacı ve işçi güçlerinin toparlanmasının daha enerjik olacağı açıktır.

Şube platformlarının çalışma ve eylemini karakterize etmesi gereken birbirleriyle bağlı şu dört sorun ve zorunluluk hayati önem arz etmektedir.

a) Sermayenin saldırıları karşısında: Sendika şubeleri platformları, sınıfın ve halkın acil çıkarlarını (ekonomik, sosyal, politik) formüle eden; işçi ve emekçi kitlelerin, genel ekonomik ve politik saldırıyı püskürtme mücadelesine temel oluşturan bir eylem platformuna sahip olmalıdırlar. Eylem programı, sermayenin saldırısı karşısında emeğin ve halkın alternatifinin oluşması ve platformların işçi ve emekçilerin mücadele merkezi haline gelmeleri için olduğu gibi, öteki üç sorunun çözümü için de bir gerekliliktir. Öte yandan bu eylem platformu, tek tek grev ve direnişleri desteklemesinin yanı sıra, kitle hareketinin genel grev ve direnişe doğru genişlemesini teşvik eden, geliştiren ve zorlayan özellikler de taşıyacaktır. Zira son beş altı yıldaki hareketin ortaya çıkardığı; saldırıları püskürtme biçimi olarak gündeme getirdiği ve yaygınlaştırdığı slogan; genel grev ve direniş sloganıdır.

b) Sendika bürokrasisi karşısında: Şubeler ve platformların, bürokrat sendika merkezleri karşısındaki tutumları, istisnalar dışında, onların çizdikleri çerçeveyi kimi zaman aşamamakta, yanı sıra tutarsızlıklar taşımaktadır. Şubeler arasında, bürokrasiye karşı ortak tutarlı bir tutum olmadığı gibi; hemen her şube, kendi işyerleri ya da sendikasındaki “yalıtık” duruma boyun eğmektedir; her şubenin durumu, bir diğeri açısından kendi “özel durumu”dur. Oysa en azından ileri şubeler açısından bu durumun değişmesi; sendika bürokrasisine karşı dayanışmayı, ortak kavgayı ve işçiye dayanmayı öngören bir tutumun gitgide bütün şubelere yayılması için koşullar uygundur. Olguların, sendika bürokrasisine tutarlılıkla tavır almayan bir sendikacı ve şubeye gelecek tanımadığı; gerçek sendika olma koşulunun, işçinin örgütlenmesi ve sendikanın örgütlü işçiye dönüşmesinde yattığı görülemez değildir. Şube platformları, sermayeye karşı mücadeleyi olduğu gibi; işçilerin muhalefet hareketini teşvik eden ve ortak örgütleyen merkezler de olmalıdırlar. Öte yandan, bürokrasiye karşı muhalefetin, sendikaların sermayeye karşı mücadeleye zorlanması üzerinden yürütülen bir muhalefet olması ise zorunludur.

c) İşçiler ve işyeri örgütlenmesi karşısında: Gerek sermayeye, gerekse sendika bürokrasisine karşı mücadele, işçiler adına sürdürülen değil, bizzat işçilerin sürdürdüğü bir mücadeledir. Dolayısıyla da, şubeler ve platformlar, fabrikalara ve işyerlerine ve buralarda sendika olarak örgütlenmiş işçi kitlelerine dayanmak zorundadırlar. Oysa istisna birkaç şube dışında, en ileri şubeler dahi, işçilerin örgütlenmesi sorununda, bürokrasisinin oluşturduğu geleneğin dışında değildir. Açıktır ki bu durum, sermayeye karşı mücadelenin yanı sıra, sendika bürokrasisine karşı mücadeleyi ve şubelerin güvenirliğini de zayıflatmaktadır. Öte yandan, işbirlikçi sendika bürokrasisi karşısında güçlü olmanın güvencesi, onlarla uzlaşmada değil; işyerlerinde örgütlü bir güç oluşturmakta yatmaktadır. Bürokratik “örgütleme” tarzının yıkılması; sendikalara işçinin, işçi örgütü ruhu ve tarzının hâkim olması: Sendika şubeleri ve şube platformlarının sermaye ve bürokrasi karşısındaki başarısının ana koşulu budur. Platformlar, bürokratik tarz ve alışkanlıkların korunmasının değil, bunların ezilmesi ve tasfiyesinin kürsü ve mevzileri de olmalıdırlar.

d) Öteki emekçi sınıf ve tabakalar karşısında: İşçilerin en ileri tabakalarının ve en ileri şubelerin bile, hareket halinde oldukları dönemler dışında öteki emekçi tabakaların sorunları ve sendikal mücadeleleri karşısında yeterince ve ileri sınıfın tutumuyla ilgi göstermedikleri sır değildir. Oysa bu tutum, işçi sendika hareketinin bizzat sendikalarca baltalanması demektir. Başarıya ulaşmak ve sınıfın karakteri ve rolüne uygun bir pozisyonu tutmak için; işçi sendikaları şubeleri platformları, sadece işçi sendika hareketinin değil, aynı zamanda öteki bütün emekçi tabakaların eksen aldıkları mihrak olarak hareket etmelidirler. Şube platformlarını baltalama ve kitle hareketini provoke etme tutumunda olan politik gruplardan kendilerini ayırırlarken; öteki sınıf ve tabakaların toplumsal örgütleriyle, kendi ayrı yapılarını eritmeden ve bağımsızlıklarının zedelenmesine izin vermeden ittifaklar yapma ve bu örgütlerin sınıfa yaklaşmalarına yardım etme tutumu: İşçi sendikaları şubeleri platformlarıyla kamu çalışanları sendikaları şubelerinin sokaktaki ittifaklarının, öteki bütün örgütleri çevresinde toplayacağı kesindir. Kitle hareketini geliştirecek, birleştirecek ve örgütleyecek başka bir mihrak ve platformun, sınıf ve halk hareketi içinde bulunmadığı bugün bir gerçekliktir.

İşçi sendikaları şubeleri ve şube platformları, bu dört sorunun üstesinden gelme, bu dört zorunluluğu yerine getirme potansiyeline sahip midirler? Şu ne yazık ki bir gerçektir: İleri sendika şubeleri ve platformlar dahi, bu dört sorun ve zorunluluk üzerine tutarlı bir kavrayış ortaya koyamamış ve yetenekli bir çalışma yapmayı başaramamışlardır. Bu nedenlerle de, gerideki dönemde hem şubeler, hem de platformların istikrarlı bir yaşamları olmamıştır. Öte yandan, şube ve platformların bu durumları, sermayeye ve sendika bürokrasisine karşı mücadelenin zayıf kalmasının en önemli nedenlerinden biridir. Hareketteki düşüş dönemlerinin uzaması, hareketli işçi kitlesinin umutsuzluk içinde geri çekilmesi, bürokrasinin manevra alanını genişletmesi gibi olumsuzlukların nedenlerinin burada yattığı anlaşılmaz değildir.

Buna karşılık, söz konusu bu olumsuz olguların, yukarıdaki soruya yanıt oluşturmadığı açıktır. Bütün bu olumsuzluklara karşın; eğer, söz konusu şubeler ve platformlar, son beş altı yıldaki mücadeleler içinde bir rol oynamışlarsa; bu, onların sorunların üstesinden gelecek ve gerekli çalışmayı yapacak bir potansiyel ve birikime sahip olduklarını da gösterir. Yaşanmış olan olumlu örnekler ve ortaya çıkan sınıf sendikacılığı ile ilgili gelişmeler vb. olgular, şubeler ve platformları ileri götürecek sınıf güçlerinin kitleler ve bu örgütlenmeler içinde birikmiş bulunduğunun bir kanıtlanmasıdır da.

Şubelerin ve platformların ileri gitmekte zorlanmaları, sınıf içinde birikmiş ileri güçlerin zorunlu çalışmaya gerekli ilgiyi göstermemelerinde düğümlenmektedir. Sorun: a) Şubelerde, işyerlerinde ve işçi temsilciliklerinde birikmiş olan gerçek sendikacı ve devrimci işçi kümelerinin, burada ortaya konulan kapsamda bir çalışmayı işyerlerinde, şubelerde ve platformlarda içerden bir çalışma olarak ısrarla, kesintisizce ve yetenekle yapmaları; b) sınıfa katılmış fakat bu platformların dışında mevzilenmiş olan güçlerin, içeriden yapılan çalışmaya, yani işyerlerine, şubelere ve platformlara yardımı, merkezine alan dışarıdan çalışmayı kararlıca yürütmeleri sorunudur. Gerçek şudur ki; şubeler ve platformlar, zayıflıklarını aşmak zorundadırlar; olguların, sorunları yenme olanaklarını onlara sundukları ise tartışılmazdır.

Partimizin sendika politikasının, geride kalan beş altı yıllık dönemdeki en önemli görevlerinden biri, sınıftan yana sendikacılar ve şubeler arasında çalışma ve şube platformlarının gelişme ve ilerlemelerine yardım etme görevidir. Politikamızın belirlediği bir görev olmasına karşın; söz konusu dönem içinde örgütlerimizin, ileri sendikacılara, şubelere ve platformlara yardım sorununa yeterli ilgiyi gösterdiklerinin söylenebilmesi olanaksızdır. Vurgulamak gerekir ki, örgütümüz hem kendine, hem de harekete bu alanda olduğundan daha fazla zarar veren daha önemli bir zaaf göstermemiştir.

Öyleyse şu acildir: Örgütlerimiz ve kadrolarımızdaki, kitle hareketi ve örgütlerinin gelişmesi ve onlara müdahale ile ilgili yaklaşım; yanı sıra, partinin kitle hareketi ve sendikal hareket içindeki rolü ve sendikal örgütler karşısındaki görevlerine ilişkin çizgisinin kavranışı ile ilgili tutum düzeltilecek; söz konusu alanlardaki görevler, kolektif tecrübeye uygun olarak yeniden ele alınacak, her bölge ve birimde yeniden planlanacak ve yapılan çalışma ve sonuçları ısrarla ve günlük olarak takip edilecektir. Kitle mücadelesini ve kitle örgütlerini; sınıf hareketini ve sınıf örgütlerini belli başlı kentler ve ülke ölçeğinde kucaklama çizgi ve tutumuyla hareket etmeden, sermaye karşısında ayakta kalmak ve emeğe alternatif oluşturmak olanaksızdır.

Başlıca sanayi kentlerindeki işçi sendika şubeleri ve taşra kentlerindeki işçi ve kamu çalışanları şubeleri platformları; bunlar, işçi ve emekçi hareketinin kentler ve ülke düzeyinde çıkış yapması, birleşmesi, örgütlenmesi ve alternatif oluşturmasının bugünkü tek olanağı ve tek örgütlenme biçimidir. Buradan doğdukları ve doğru oldukları içindir ki; kendileri ister farkında olsunlar isterse olmasınlar, platformlar; emekçiler tarafından benimsenmişler ve çağrıları nispeten de olsa yankı bulan odaklar haline gelmişlerdir.

Zaman zaman yaşadıkları etkisizleşme durumları; alternatif oluşturmada gösterdikleri yeteneksizlikler; birçok durumda etki alanlarının aşırı darlaşması gibi sorunlar, bu platformların gereksizliklerinden değil, nispeten kitle örgütü olmakla ilgili doğalarından, nispeten sendikal alışkanlığın etkisinden ve nispeten de yukarıda vurgulanmış zayıflıklardan doğmuştur. Gereksizlikleri bir yana; işçi ve emekçi sendikaları platformları, sermayeye karşı mücadelenin olduğu gibi, sendikaların bürokratik yapısının değişmesi ve emeğe yönelmesi bakımından da en önemli dayanaklar durumundadırlar.

Platformların durumları böyledir. Durum böyle olunca; partimizin sendika şubeleri platformları karşısındaki tutumunun, burada ortaya konulan çizgi temelinde onlara yardım etme; ilerlemeleri, gelişmeleri ve genişlemelerinde; sermayeye ve sendika bürokrasisine karşı eylemlerinde bütün gücüyle onları destekleme tutumu olarak şekillenmesi bir zorunluluktur. Örgütlerimizin ve kadrolarımızın ilk görevlerinin, bu zorunluluğun gereklerini yerine getirecek çalışmayı yapmak olacağı herhalde anlaşılırdır.

a) Örgütlerimizin sendika görevlilerinin ve sınıftan yana ileri sendikacıların şube platformlarıyla ilgili en önemli görevleri, bu platformların, yukarıda dört maddede özetlenmiş zayıflıklardan kurtulmalarını güvenceye almak ve birer mücadele mihrakı ve muhalefet merkezi olarak hareket etmeyi çizgi olarak ve pratik olarak benimsemelerinde itici bir pozisyonu tutmaktır.

b) Partili işçi temsilcileri ve bütün devrimci işçi ve emekçiler, sendika şubeleri platformlarına katılmak, onların ilerlemesine yardım etmek; oralardan yapılan sınıftan ve halktan yana çağrıların gereklerini yerine getirmek; işyerlerinde ve sendikalarındaki mücadele ve muhalefetlerini şubeler platformlarının mücadele ve muhalefetleriyle birleştirirken, oralarda ideolojik mücadele vermekten kaçınmayan bir tutumu benimsemekle yükümlüdürler.

c) Herkesin öncelikle bileceği şeylerden biri şudur: İşçi ve emekçi kitle hareketi, politik grupların “icat” ettikleri örgütler aracılığı ile değil, kendi ihtiyaçlarının oluşturduğu örgüt biçimleri içinde ve onlara dayanarak gelişir. Sendika şubeleri platformları, hareketin ihtiyaçlarından doğmuşlardır; dolayısıyla da, onları yıkma ve etkisizleştirme çalışması içinde olanlarla örgütümüzü pratik olarak ayıran kriterlerden birinin, sendikalar ve platformlar karşısındaki tutumda somutlaşması doğal olacaktır. Platformların, işçi ve emekçi hareketinin çıkarları açısından ele alınmalarının zorunlu olmasının yanı sıra, onları bozma ya da yıkma “mücadelesi” içindeki akımlar karşısında tam uyanıklık ve kararlılık da kesin bir zorunluluktur.

4)- Üç işçi sendikası konfederasyonu vardır ve bu, henüz tam böyle olmasa bile her işkolunda üç işkolu sendikasının faaliyet göstermesi demektir. Dayanağını, sendikal klikler arasındaki uzun rekabet döneminde bulan bu sendikal bölünmüşlük, işçi sendika hareketindeki zayıflıkların bir ifadesidir.

Bu durum: a) Sendikalı işçilerin, bürokrasiye karşı mücadelelerinin yeni aldanmalara sürüklenmesine; bir sendikacı kliği tarafından bir diğerine karşı kullanılmasına olanak sunduğu gibi, işçi kümelerinin karşılıklı rekabete itilmesinde sermayenin hareket alanının genişlemesine de yol açmaktadır, b) İşçi sınıfının, sınıf olarak hareket etme olanaklarını baltalarken; sendikasız işyerlerinin örgütlenme eğilimini ve güven duygusunu zayıflatmakta; öte yandan, örgütlenme girişimlerinin başarısını kısıtlamakta kullanılmaktadır.

Sendikal hareketin ve sendikaların birliği büyük önem taşır. Ne var ki sınıfın ve sendikaların birliği, köklü, büyük mücadeleler ve kapsamlı, kesintisiz devrimci çalışmalar gerektirmektedir. Açık ve bellidir ki, bu sorun, sermayenin saldırısını püskürtecek ve sendika bürokrasisinin tam iflasını gündem yapacak bir emek hareketinin olgunlaşmasıyla da bağlı bir sorundur.

Buna karşılık, sendikal bölünmüşlük ve rekabetin, işçi hareketi, sendikal hareket ve örgütlenme üzerindeki olumsuz etkisini sınırlayacak; öte yandan yarattığı güncel sorunları aşmada dayanılacak olanaklar yok değildir. Bir yandan, sınıfın birliği için belli olanakları değerlendirmek; öte yandan, işçilerin sendikal klikler tarafından birbirlerine karşı kullanılmasına ve işyerlerinin örgütsüzleşmesi ve örgütsüz kalmasına karşı pratik politikalar oluşturmak: Sendikaların birliği için bugün kullanılabilir olanaklar buradadır.

a) Partimizin politikası, gericilik derecesine bakmaksızın, sınıfın şu ya da bu bölüğü arasında örgütlenmiş bütün sendikalarda çalışma politikasıdır. Zira bu, genel olarak zorunlu olduğu gibi, en gerici olan sendikalarda örgütlü işçi kitlelerinin yaşadığı uyanış derecesi açısından da zorunludur. Öte yandan, öteki sendika ya da konfederasyonları “önemsiz” kılacak bir sendikal eğilim ya da alternatifin henüz olmamasının yanı sıra, işçi hareketinde istikrar kazanmış bir sektörün ortada bulunmaması vb. nedenler, örgütlerimizin, örgütlü olan bütün sendikalarda çalışma yürütmesini zorunlu kılmıştır. Bütün sendikalarda çalışma, sendikalardaki çalışmanın başarısı için olduğu kadar sınıfın gerçek savunusu ve birliği yolunda ilerlemek için de zorunludur.

b) Partimizin perspektifi ve geleneği, sınıfın birliğini işçi kitlelerinin uyanışı, fabrika ve işyerlerindeki örgütlenmesi; bunun, sendika bürokrasisini kent ve ülke düzeyinde dışlaması hedefi ve çalışmasına dayanır. Şube platformları, bu bakımdan da bir olanak ve bir araçtır. Zira platformlar, işyerlerindeki uyanışın ifadesi ve örgütlenmesi oldukları gibi, herhangi bir konfederasyona değil, bütün federasyonlara bağlı şubelerden oluşurlar. Bunlar, sınıfın mücadelesinin ve aynı zamanda birliğinin organ ve araçları durumundadırlar. Örgütlerimiz, platformların bu özelliklerini bilmek ve çalışmalarını planlarlarken, onların sınıfın birliği ile ilgili rollerini de görmek zorundadırlar.

c) Sendika yöneticilerinin açık ihanetleri ve klikler arası rekabet, geride kalan dönemde de görüldüğü gibi, işçiler arasında zaman zaman sendika değiştirme eğilimlerinin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Teşvik edilmesini genel olarak gündeme getirecek alternatiflerin henüz olmadığı koşullarda, bu türden girişimler genellikle, sendikal klikler tarafından kullanılmakta ve işçilerin aleyhine sonuçlara yol açarak sonuçlanmaktadır. İstisna haller dışında, partimizin sendika değiştirmeyi teşvik etme politikası yoktur. Bugünkü istisna haller kuşku yoktur ki, herhangi bir sendikada işçilerin kazanacakları mevziinin acil önem arz etmesi ya da egemenliklerinin yakın bir olasılık haline gelmesi ve terk edilen sendikaya bağlı işyerlerindeki koşulların bu oluşumlara yanıt verecek derecede uygunlaşması halleridir. Bu ve benzer durumlar dışında; örgütlerimizin bu sorun karşısındaki tutumu, sendika değiştirmeye karşı olmak; buna rağmen ortaya çıkan eğilimi eleştirmekten ve görüşlerini açıklamadan kaçınmaksızın, işçi çoğunluğundan kopmama ve çoğunluğun tercih ettiği sendika içinde olmayı yeğleme tutumudur. Örgütlerimiz, bu sorunlar karşısında özenli davranmak zorundadırlar.

d) Sendikasız işyerlerinde gelişen sendikalaşma eğiliminin, önümüzdeki dönemde sendika tercihi sorunlarını her zamankinden fazla gündem yapması kaçınılmazdır. Örgütlerimiz, bu sorunları ancak, sendikalarda olup bitenlerin eksiksiz bilgisi ve örgütlenecek işyerlerindeki güç ilişkilerinin gerçekçi tespitiyle çözümleyebilirler. Sendika seçme kriterleri bellidir: İlgili işkolundaki büyük sendika olması; işçinin inisiyatif kazanması ve çalışma olanaklarının daha geniş hale gelmiş bulunması (Türk Metal karşısında Birleşik Metal tercihi); ve işçilerin aşağıdaki örgütlenmelerinin gelişkinlik göstermesi gibi nedenler, örgütlenilecek sendikayı belirlemede ana göstergelerdir. Öte yandan, örgütlenecek işyerindeki güç ilişkisi ve işçi çoğunluğunun doğru sendikaya ikna olması, asla gözden kaçırılamayacak zorunluluklardır. Ayrıca, uyanan işçilerin patronun saldırısından korunması ve açık başvurudan önce sendikal örgütlenmenin direniş örgütü olarak oluşturulması tutumu, örgütlenme girişimlerinin başarısı için zorunlu koşul olarak görülmek zorundadır.

Herkesin görebileceği gibi, burada dört noktada ortaya konulanlar, partimizin sendikalar taktiğinin bazı unsurları ve gerekçelerini vurgulamaktadır. Bunun anlamı şudur ki, burada vurgulananlar kendi başlarına, uygulanabilir pratik politikalar olarak görülmemelidirler. Çalışmanın bütününde olduğu gibi; sendikal çalışmada da her bölgede her somut durumda, acil halkayı kavrayan ve güçlerin ihtiyaca göre yeniden mevzilenmesini öngören somut ve uygulanabilir günlük politikalar zorunludur. Burada belirlenmiş esaslar çerçevesinde; her kent, her platform, her sendika ve her işyerindeki somut gelişmeye, güç ilişkilerine, öncelikli hedeflere ve pek çok faktör tarafından belirlenen aciliyetlere dayanan; aynı zamanda, koşullar ilerledikçe yenilenen somut politikalar üzerinden mevzilenme ve çalışma: Örgütlerimizin, sendikal harekete yardımı ve sendika çalışmasındaki başarısının koşulu işte budur.

5)- Partimizin ittifaklar politikasını, genelde olduğu gibi sendikalarda da, işçilerin ve emeğin mücadelesinin çıkarları şekillendirir. Fakat toplumsal örgütlerde ve sendikalardaki ittifaklar, ilke ve hedef bakımından farklı olmamakla birlikte, seçimlerde vb. olduğundan farklı özelliklerle biçimlenir. Örneğin, parlamento seçimlerinde az çok demokratik olmayan bir partiyle ittifak oluşturmak olanaksızdır; buna karşılık sendikalarda, söz konusu partinin sınıf içindeki temsilcilerinden bazılarıyla ittifaklar yapmak ve hareketi ilerleten kürsüler ele geçirmek olanaklı olduğu gibi, bugünkü güç ilişkileri içinde çoğu durum ve kimi koşulda gerekli ve zorunlu da olmaktadır.

Sınıf içinde ve sendikalardaki ittifaklar kuşkusuz, işçilerin uyanışı ve örgütlenmesinin ilerlemesini ve birliğini öngörür ve farklı sınıfları bir araya getiren ittifaklardan daha farklı bir seyir izleyerek gelişmesi doğaldır, işçilerin birleşmelerine yardım etmek; egemen sendikal kliğin etkisini kırarak hareketi ilerletmek ve bu amaçlarla kullanmak üzere kürsüler ele geçirmek için savaş yöntemlerine başvurmak, sendikalarda her yerde olduğundan daha fazla gereklidir ve bu gereklilik, işçilerin eylem birliğinin ilerlemesinin yanı sıra kendi aralarından kendilerinin ve örgütlerinin “temsilcileri” olarak çıkan ve bürokrasiye katılan unsurların karakterini öz deneyim yoluyla anlamalarının kendine özgü özelliği ve biçimlenişi ile ilgili bir gerekliliktir. .

Öte yandan, hem sınıf ve sendikalar içinde birikmiş ileri ve bilinçli işçi ve sendikacı kümelerinin bugünkü güç ve gelişme derecelerinin; hem de sendika bürokrasisinin orta ve alt kademelerindeki çözümsüzlüğün dayattığı işçi desteği ihtiyacı ve işçiye dönüş eğiliminin karakterize ettiği verili güç ilişkilerinin sunduğu olanaklar, görmezden gelinemeyecek olanaklardır. Herhangi bir talep veya işçi lehine bir kürsü elde etmek için yapılacak ittifakların ya da girilecek manevraların sınıf hareketinin çıkarına hizmet etmesini önleyebilecek hiçbir mihrakın bugün sendikalarda bulunmadığı açıktır. Zira sınıfın uyanan kesimleri arasındaki güç ilişkileri, sendika bürokrasisinden veya şu ya da bu sınıf dışı “sol” partiden değil, işçilerden yana oluşmuştur.

Oysa örgütlerimizin, lafızda kabul etseler bile, yaptıkları çalışmaya bakıldığında bu gerçekliğin tam olarak farkında oldukları söylenememektedir. İttifakların ve işçi ve emekçilerin ittifaklarla elde ettikleri kürsülerin ele alınışı ve değerlendirmesindeki zaaflar, örgütlerimizin sendikalardaki güçlerini kemiren nedenlerden biridir. Sendikal harekete zarar verdiği gibi, örgütlerimizin işyerleri ve sendikalarda güçlenmesini de baltalamaktadır. Söz konusu bu zaafların, partimizin öteden beri mahkûm ettiği sınıf dışı “sol” akımın, “sosyalist” sendika bürokrasisinin ve liberal “piyasa devrimi”nin bürokratik geleneklerine, “yükselen değerleri”ne yaslandıkları, bu nedenle de sendikal harekete büyük zarar verdikleri yadsınamazdır.

a) Partimizin sendikalardaki ittifaklarında, sendikal hareketin ilerlemesi, işçilerin birliği ve olanaklarının çoğalmasından başka bir kural yoktur. Partimiz, bu amaca hizmet eden hiçbir ittifak ve birlikten kaçınmadığı gibi; bunu gerçekleştirmek için, başta işyerleri olmak üzer re sendikalarda, işçiden ve emekten yana olduğunu söyleyen her çevrenin ve herkesin katılabileceği birlik platformlarının açılmasını; sınıfın ve emeğin güçlerinin birleşmesinin zemininin oluşması ve genişlemesine yardımı özel bir görev olarak görür. Partimize göre, ittifak ve birliklerin bugünkü gerçek alanları, işyerleri, sendikalar ve yanı sıra öteki toplumsal örgütlerdir. Zira işyerleri, sendikalar ve kitle örgütlerinin bir araya gelmesini dışlayan; buna dayanmayan bir “ittifak”ın kitlelerin ittifakı olma özelliği göstermemesi bir yana, sermayeye darbe vurma ve hareketi ilerletme görevini yerine getirmesi de olanaksızdır.

b) “Sosyalist” gruplarla ittifak ve birlikler, partimizin her koşulda ve ilke olarak reddettiği bir şey değildir. Ne var ki; gerek legal gerekse “illegal” bütün “parti” ve gruplar, işçi ve emekçilerin dışında oldukları gibi; kitleleri dışlama, kitle hareketini geriletme; kendini bu temelde “örgütleme”, “savunma” ve kitlelerden buna “destek alma” platformundadır. Oysa partimizin platformu, bilinir ki bundan farklıdır ve karşıt pozisyondadır. Dolayısıyla da, söz konusu platformda kaldıkları koşullarda, partimizle bu akımlar arasında ülkenin geneli düzeyinde birlik ve ittifaklar olanaksızdır. Politik gruplarla mevzi ve yerel ittifaklara gelince; örgütlerimiz, partimizin belirlediği mücadele ve ittifak alanında, yani işyerleri ve sendikalarda bu akımlarla ittifak ve birliklere, bu alanlara katıldıkları oranda girmektedirler. Bu alanlar dışında, söz konusu gruplarla birlik olanaklarının bulunmadığı; ayrıca, bunun kitle hareketine bir faydasının olmayacağı açıktır. Örgütümüz, bu grupların platformlarına yakınlaşmanın, emekçilerden uzaklaşmak anlamına geldiğini ve bunun ahmakça bir şey olacağını anlamak zorundadır.

c) Kitle hareketi, sendikal hareket olarak gelişmektedir. Sendikalar ve sendikal hareket birleşmediği ve politik harekete doğru genişlemediği koşullarda, Türkiye’de elde edilebilir hiçbir şey yoktur. Türkiye’de elde edilmiş kayda değer her şey, esas olarak son yedi sekiz yıldaki işçi sendika hareketi sayesinde elde edilmiştir. Nereden bakılırsa bakılsın; fabrikalar, hareketin temeli; işçi sendikaları şubeleri, işçi ve halk hareketinin güçlenmesi, genelleşmesi ve birleşmesinin araçları, organları ve merkezleridirler. Kamu sendikaları şube platformları ve kent ve kırdaki öteki kitle örgütleri ise, halkın öteki katmanlarının mücadelesinin gelişmesi ve Türkiye’deki her şeyi tayin edecek işçi sınıfıyla ittifaklarının organ ve örgütleri pozisyonundadırlar. İttifakları bu alanda aramayanların, işçi ve emekçilerin birleşmesine herhangi bir katkılarının olamayacağı açık olduğu gibi; kendilerini hareket dışında küçültmeleri; öte yandan, emekçiler karşısında bürokrasinin pozisyonuna ve provokasyon tahrikçisi derekesine düşmeleri de kaçınılamazdır.

d) İttifakın niteliği ve hedefleri sorununda bugün, şu önem taşımaktadır: Partimizin platformundan esinlenmeyen; örgütlerimizin içinde yer almadığı ittifak ve birliklerin, demokrasiye denk düşmeleri olanaksız olduğu gibi; işçi örgütlerine ve işçi ve emekçilerin birliğine dayanmaları, kitleleri kucaklama, birleştirme ve harekete geçirme yeteneği göstermeleri de olanaksızdır. Dolayısıyla da; partimizin ittifak politikası, oluşan şu ittifaka girmeyi başarma; bu ittifakın dışında kalmaktan kaçınma kaygısından değil; tam tersine, ülkede kurulan ve bozulan ittifakların örgütlerimizin çağrılarına göre kurulup bozulmasının koşullarının olgunlaşmış olmasından doğmuştur. Buradan şu çıkar: Örgütlerimizin birlik ve ittifak çalışması, başlıca kentlerdeki işçi sendikaları şubeleri platformlarının, acil mücadele programlarını sermayenin güncel saldırılarına karşı bir mevziden yenilemeleri; bu platformların, kamu sendikaları şubeleriyle ittifak oluşturarak öteki bütün kitle ve kamuoyu örgütlerini bu ittifak çevresinde toplamaları hedefine bağlanır. Bunun gerçekleşmesinin olanaklılığı deneylerle kanıtlandığı gibi; platformların, kitle hareketinin gelişmesinin bugünkü tek alternatifi ve potansiyelleri varsa grupların halka dönmelerinin tek zemini olduğu da kanıtlanmıştır.

Sendikalarda ve işçi sendika hareketi karşısında partimizin ittifaklar ve birliklerle ilgili politikası daha önce altı çizilmiş olanlarla birlikte burada ortaya konulanlardan oluşmaktadır. Parti örgütlerimizin buradaki rollerinin ne olacağına gelince: Her şeyden önce; partinin güçlerini, kendi başlarına ve şu veya bu grubun güçleriyle ortaklaşa; “militan” denilen ya da “diyalogcu” diye bilinen ve sözde “demokratik kamuoyuna hitap eden” taraftar “eylemleri”ne sürmek ve emekçilere dönerek, “biz mücadele ediyoruz bizi destekleyin ve savunun” demek değildir. Bu, sınıf karşısında bir cinayet olur.

Örgütlerimizin rol ve görevlerinin; sendikal çalışma ve sendikalardaki ittifaklar sorununun sınırını nispeten aşan rol ve görevler olmalarına bakmaksızın söyleyecek olursak, neler oldukları son derece açıktır.

a) Aşağıdan (işyerleri, kurumlar ve emekçi semtleri) çalışmayla, işçi ve emekçilerin uyanışları, mücadeleleri ve örgütlenmelerinin genişlemesine; böylece de, işçi ve emekçilerin örgütlenmeleri ve sendika ve kitle örgütlerinin demokratik, kitlesel ve mücadeleci örgütlere dönüşmelerine yardım,

b) Yukarıdan (sendikalar, platformlar, örgüt forumları vb.) çalışmayla, aşağıda yapılan çalışmayı güçlendirirken; sendikalar, kitle örgütleri ve platformların, bir yandan sermayeyi püskürtmeyi öngören bir mücadele programı, öte yandan kitle hareketini genişletecek ve genel grev ve direnişe doğru gelişmesini teşvik edecek bir eylem planı üzerinde ittifaklarına destek,

c) Bu çalışmaları yaparken; partimizin tuttuğu mevzilerin hem aşağıdaki birimlerde, hem de yukarıdaki kürsülerde yeni emek güçlerinin katılımı ve örgütlerimiz olarak örgütlenmeleri ile genişlemesine; böylece de örgütlerimizin, kitle hareketini gitgide daha fazla etkilemesine ve cepheden hareket patlak verdiğinde onu örgütleyecek bir güce ulaşmasına güvence görevleri.

Örgütlerimizin, kendilerini adamaları gereken görevler esas olarak bunlardır; ittifak arayacakları ve geliştirecekleri alanlar da buradadır. Bu alanlarda ve gereken rolü oynamada ısrarlı olmak; çalışmayı yürütürken iktidarsızlıkla malûl “grup muhalefeti” hastalıklarından pratik olarak arınmak; iktidar yeteneği olan alternatif bir tutum ve ruhla hareket etmek: Doğru çizginin yanı sıra; örgütlerimizin geçerli ittifaklar bulmasının zorunlulukları bunlardır. Örgütlerimiz, bu zorunlulukları yerine getirdikleri takdirde; kitlesel hareketi ve demokrasiyi az çok öngören her ittifak girişiminin partimizi ve politikasını eksen almak zorunda kalacağı bugünden görülür bir gerçektir. Demek ki, örgütlerimiz cereyanlara kapılmamak; ittifak ve birlik oluşturmayı, şu akımla yan yana gelme bu grupla ortak eylem yapma vb. olarak değil; işyerleri, sendikalar ve kitlesel platformlarla birleşme olarak görmek zorundadır.

6)- Sendikaların ve sendikal hareketin gücü, işyerinde örgüt olup olmamasıyla doğrudan bağlıdır. Sendikal çalışmanın; sendikal muhalefet, sendika şubeleri ve platformlarının gücü de kuşku yoktur ki, her günkü işyeri çalışmasıyla; işyeri örgütlerinin oluşması ve mücadeleye girmesiyle ölçülür. Başka şeyler bir yana; mücadeleden yana oldukları halde pek bir şey yapamayan şubelerin hareketsizlikleri ancak, bu sorundaki çözümsüzlükle açıklanacağı gibi; gerçekten mücadele içinde olan ve sınıf sendikası örnekleri sunan sendika ve şubelerin güç ve enerjileri de ancak bu noktadan kavranabilir. Yukarıda da sık sık vurgulandığı gibi; fabrika ve işyerlerinde örgüt olmadan ve buralardaki uyanış ve örgütlenmeye dayanmadan hiçbir “örgüt” örgüt olamaz; bu takdirde sendikaların, emeğin sermaye tarafından kontrol altında tutulmasına hizmet eden örgütler olarak kalmaları herhalde kaçınılamaz olur.

İşçilerin, sendikaları dönüştürme olanaklarını, bu alanda öne sürdükleri bilinçli temsilcileri aracılığı ile kullandıklarının altı çizilmeli ve ayrıca vurgulanmalıdır ki; sendikaların işyerlerinde örgüt olmaları ve işçi örgütlerine dönüşmeleri sorunu, sınıfın bilinçli işçi ve sendikacı temsilcilerinin; işyerlerinde günlük sendikal çalışma içinde olmaları ve işçilerdeki uyanışın, en küçük ünitelere kadar nüfuz eden ve patronlara ve sermayeye karşı her gün mücadele içinde olan bir örgütlenmeye dönüşmesine girişmeleri sorunudur.

Bırakalım genel olarak sendikaları; ileri işçi ve sendikacı kitlesi sendikal örgütlenmeyle ilgili bu sorunu çözmeye soyunmadığı takdirde, emekten yana sendika şubelerinin dahi fazla mecal gösteremeyecekleri son derece açıktır. Öte yandan şu da açıktır: Eğer, söz konusu ileri işçi ve sendikacılar; sendikaların, günlük mücadeleye yetenekli işyeri örgütlerine dönüşmesine yol açacak işyeri çalışmasında bir adım ileri gitmeyi başarırlarsa; Türkiye’nin bugünkü koşullarında, bugün olanın aksine, sendika bürokrasisinin, ileri işçi ve sendikacıların ve kitlelerin tehdidi altına düşmesi önlenemez olur. Bunun; işçi sendika hareketinin, olanaklarını kullanması demek olduğu ise açıktır.

Örgüt çalışmamızın sadece, sendikal çalışma ve örgütlenme açısından değil, sendikal sorunların parçası olduğu politik çalışma ve örgütlenme açısından da sorunları bulunduğu yıllardır bilinmekte ve eleştirilmektedir. Bu sorun üzerine dönem dönem bazı pratik adımlar atılmış olsa bile sorunun halen çözülmediği ve esasta en önemli sorunumuz olarak kaldığı ise açıktır.

Sendikalar ve şubeleri açısından, günlük işyeri çalışması, bu örgütlerin işyeri işçi örgütlerine dönüşmelerinin; işyeri örgütlerine dönüşmeleri ise, sendika bürokrasisini yıkma ve sermayenin bu örgütlerdeki gücünü kırma mücadelesinin en temel sorunu olmaya devam etmektedir. Oysa bu sorunların üstesinden gelmek ve yeni bir geleneğin kurucusu olmakla yükümlü örgütlerimizin çalışmasının, sendikal çalışmayı ve sendikaları işyerlerine dayandırma sorununda, yerleşmiş gelenekten fazlaca arınmış olmadığı görülebilirdir.

a) İşyerlerindeki sendikal çalışma, eğer yürütülüyorsa ancak bu temelde yürütülebilir. Yani bu çalışma, sendika seçimleri dönemlerinde, muhalefetlerin işçiler arasında yükseldiği zamanlarda ve toplusözleşme ve grev sıralarında yapılan ve bu dönem ve zamanlarla sınırlanan bir çalışma değildir. İşyeri sendika çalışması, bu olayların gündemde olmadığı dönemlerde kesintisizce yapılıyorsa bir anlam taşır; zira söz konusu dönemlerde bu çalışma, açık mücadele biçimini aldığı gibi, olaylar gelip çattığında yapılacak çalışma, başka bir çalışmadır. Öte yandan bilinmelidir ki; basit işçi, hareketlendiği zaman, zaten sendikal çalışmanın içindedir ve onun fazla bir yardıma ihtiyacı yoktur. Gerçek böyle olmasına karşın; kadrolarımızın, işyeri sendika çalışmasını, yukarıda belirtilen olaylar sırasında yapılan bir “çalışma” olarak algıladıkları, örgütlerimizin pratiklerinden rahatça görülür. Örgütlerimiz, sendikal çalışmanın, işyerlerinde her gün yapılan çalışma olduğunu; her gün yenilenen sömürü ve baskı biçimlerinin ve işçilerin her gün yeni bir ihtiyaca denk düşen ve tedirginlik yaratan bir olayla yüz yüze gelmelerinin, bu çalışmayı zorunlu kıldığı gibi; ona, zengin malzemeler de sunduğu bir gerçektir. Kesintisiz, yanı sıra ısrarlı ve kapsamlı bir işyeri sendika çalışması olmadan, sendikayı örgütlemek ve alternatif olmak olanaksızdır.

b) İşyeri sendika çalışması, sadece aydınlatıcı değil, aynı zamanda örgütleyici bir çalışma olmalıdır; aksi takdirde onun bir çalışma olması olanaksızdır. Sendikalarda, işyeri temsilcilikleri vardır ve bunlar en örgütlü oldukları yerlerde dahi, temsilci kurulları olmanın ötesine geçememektedir. Kısaca söylenirse; bunlar, örgütsüz işçi üzerinde kurullardır ve böyle oldukları içindir ki, en ileri yerlerde bile bürokrasinin sınırına hapsolmaktan kurtulamamaktadır. Oysa sendikanın gerçekten işçi örgütü olabilmesi için; işçilerin yaşamlarını örgütlü bir yaşama dönüştüren ve işyerindeki her soruna örgütlü işçi gücüyle müdahale eden bir örgüt olarak örgütlenmesi ve işyerinin en kıyıdaki ünitelerine kadar nüfuz etmesi zorunludur. Bu örgütün, her gün kararlar alan ve uygulama yeteneği gösteren bir örgüt olması gerektiği gibi, işçilerin teorik ve politik bilgi ihtiyaçlarına ve kültürel yaşamlarının canlanmasına yanıt veren bir örgüt olması da gerekmektedir. Aksi durumda, işçilerin, sermaye ve bürokrasi karşısında bir güç oluşturması olanaksızdır. İster işyerlerinde isterse sendikalarda; örgütlerimizin yaptığı bütün sendikal çalışma, çalışmanın öteki yönlerinin de desteği ile bu hedefe bağlanmak zorundadır. Bu olmadığında, sendikal muhalefet ve sendika bürokrasisini tasfiyesinin olanaksızlığının yanı sıra, mevcut şubelerin işçi örgütü haline gelmeleri, yaşamaları, işlevlerini yerine getirmeleri de olanaksızdır.

c) Sendikal kürsülerin ele alınışı ve kullanılmasındaki kavrayışsızlık ve yeteneksizliğin en önemli belirtileri, sendika bürokrasisi karşısında tereddüt ve politik platformlara ilgisizlik olarak ortaya çıkmaktadır. Fakat şu daha önemlidir: İşyerlerine dayanmayı başarmış sendikaların deneyimleri, daha geriden gelen sendika şubelerinin işyerlerindeki örgütlenmesinin geliştirilmesi ve genel olarak işyeri çalışmasının iyileştirilmesinde değerlendirilmemektedir. İstisnalar bir yana, hemen her şube, yönetimleri ileriye doğru değişmiş olsa bile, kendi eski bürokratik geleneklerine adeta kapanmaktadır. Oysa ileri şubeler ve şube platformlarının, işyerlerinin örgütlenmesi ile ilgili sorunları paylaşmaları; olumlu işyeri deneyimlerini ve gerçekten örgütlü işyeri mücadelelerini öteki sendika ve işyerlerine mal etme olanaklarını kullanmaları; bunun için özel bir disiplin oluşturmaları zorunludur. Bu yapılmadığı içindir ki, en girişken işyerleri ve sendikaların dahi, ya en basit şeyleri yeniden “keşfetmek” ya da bürokratik geleneğe boyun eğmek gibi bir ikileme teslim olmak zorunda kaldıkları bilinmektedir. Öte yandan, bu zayıflıklar aşılamadığından ya da bu sorunlara gerekli ilgi gösterilmediğinden dolayı, sınıf dayanışması duygusunun büyük tahribat gördüğü de ortadadır.

Sendika şubeleri ve ileri işçilerin, sendikaları işyeri ve işçi örgütleri olarak yenilemeleri gibi bir işi başarmaları olanaklı mıdır? Bu, olanaklıdır; zira sınıftan yana sendikacılar, işçi temsilcileri ve bilinçli işçiler, sendikacılığı ve sendikal çalışmayı, sendikalistler ve ekonomistler olarak değil, sınıfın ve halkın ileri politikacıları olarak yenileyeceklerdir. Ayrıca, örgütlerimizin işçiler arasındaki çalışması ve işyeri örgütlerinin çalışması, sendikal çalışmayı politik çalışmanın bir yönü haline getiren devrimci sendikacıların ve sendika görevlisi işçilerin başarısının güvencesi olacaktır. Örgütlerimiz ve kadrolarımızın kavraması gereken şeylerden biri de budur.

****

Herkesin anlayacağı gibi; burada altı temel sorun üzerine ortaya konulan görüşler, partimizin sendikalar politikası ve sendikal çalışmasının temel hedef ve sorunlarının topluca ortaya konulmasını amaçlamıştır. Bir politika, kuşkusuz salt, bir politikaya ya da bir fikre sahip olmak için değil; uygulamak, kitlelerin birleşmesi, harekete geçmesi ve başarı kazanması için gereklidir. Bu anlaşılmadığında, bir politikaya sahip olmanın bir anlamı yoktur.

Buradan şu çıkar: Örgütlerimiz, burada ortaya konulan görüşleri, partinin sendika politikası ve kolektif tecrübesinin bir özeti olarak ele almak zorunda oldukları gibi; her durum, her bölge, her sendika ve her işyeri için uygulanabilir somut politikalara sahip olmak zorundadırlar. Zira burada ortaya konulan politikanın, şu an ve bu olay ve şu bölge ve bu işyeri için bir politika olmadığı; bu anlaşılmadığı takdirde, bu politikanın kitleler içinde bir işlev görmeyeceği ve kâğıt üzerindeki sözler olarak kalacağı son derece açıktır.

Şunlar bilinmelidir: işyeri örgütlerimizin istikrarsızlığı, ataleti ve cılızlığının; sendikalardaki etkimizin zayıflıkları ve ileri sendikacılar ve sendikalar üzerinde etkili olan zaafların nedenleri, işçiler ve sendikacıların “anlayışsızlıkları”, “yeteneksizlikleri” ve “inançsızlıkları”nda değil, örgütlerimizin ve kadrolarımızın, her somut çalışma alanı için uygulanabilir günlük politikalara sahip olmada gösterdikleri gerilikte yatmaktadır. Somut, uygulanabilir politika, proleter politikacı olmanın temel koşuludur.

İşyerindeki “şu işçiler şunu yapmadılar”, bu “sendikacılar işçi desteğinden yoksunlar, uzlaşmacı davrandılar ve tutarsızlık gösterdiler” gibi gerekçeler, gerçeği yansıtan gerekçeler değildir. Örgüt olmak ve örgütçü olarak çalışmak demek, hareketin mevcut koşulları içinde doğal olan ileri işçi ve sendikacılardan zayıflıkların üstesinden gelmeyi başarmak demektir. Bu ise kuşkusuz, uygulanabilir somut politikalara sahip olmak ve onu uygulamada ısrarlı, enerjik, sorumlu ve kapsayıcı bir çalışmayla olanaklıdır. Örgütlerimiz ve kadrolarımız, elde edilebilir olanın elde edilememesinin sorumluluğunu açık yüreklilikle üstlenmek; işçinin ve işçiye yakın sendikacının içinde bulunduğu ihtiyacı karşılayacak çalışmayı yapmak zorundadırlar.

 

Ağustos 1996

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑