Komün ve Enternasyonal

ENTERNASYONAL VE ALMAN-FRANSIZ SAVAŞI 1870-1871

Temmuz 1870’te dünya, Batı Avrupa’da yaşanan yeni bir savaş trajedisine tanık oluyordu. İki büyük devletin, Prusya ve ikinci Bonapartçı İmparatorluğun çok binlik orduları, Fransız toprakları üzerinde kanlı bir çarpışma için silah çattılar.

2 Eylül 1870’te Sedan’da Fransız Ordusunun bir bölümünün teslim olmasına, Bonapartçı rejimin yıkılışına, 4 Eylül’de cumhuriyetin ilanına, Paris’in Prusya birlikleri tarafından kuşatılmasına ve proleter devrim tehlikesini ulusal aşağılanma pahasına engellemek isteyen burjuva Milli Savunma Hükümetinin temsilcilerinin 28 Ocak 1871’de rezil bir geçici barış anlaşması imzalamalarına neden olan bir savaştı bu. Fransa’nın iki eyaletini, Alsas ve Loren’i kaybettiği ve Fransa’yı 5 milyar tazminat ödemek durumunda bırakan nihai barış, 10 Mayıs 1871’te Frankfurt’ta imzalandı. Daha savaş sona ermeden, 18 Ocak 1871’de, Versay’da Alman İmparatorluğu ilan edildi. Prusya Kralı Wilhelm, Alman Kaiseri oldu. Böylelikle “demir şansölye” Bismarck temel amaçlarından birine ulaşmış oldu: Almanya’nın junkerci-militarist Prusya himayesinde yukarıdan birleştirilmesi gerçekleşti.

Alman-Fransız savaşı iki aşama geçirdi. 4 Eylül 1870’e dek olan ilk aşamada bu savaş Almanya açısından bir savunma savaşı niteliği taşıyordu. Bu savaşın Almanya açısından nesnel amacı, ulusal birliğini sağlamanın önündeki engelleri ortadan kaldırmaktı. Bunların başında III. Napolyon’un saldırgan politikasıyla Avrupa’da hegemonya kurma iddiası ve sallantıya giren rejimini güçlendirme çabaları geliyordu. Ancak bu aşamada dahi, Prusya egemenleri, savaşın ileriki süreçlerinde kendi fetihçi planlarını gerçekleştirme umudu besliyordu. Onların askeri bir çarpışmayı provoke etmek için gösterdikleri gayretkeşlik Bonapartçı hükümetinkinden geri kalmıyordu. Bonapartizmin yıkılmasıyla birlikte Almanya’nın birleşmesi önündeki son engel de ortadan kalktıktan sonra, toprak fetihleri ve Fransa’nın yağmalanması, Almanya’nın egemen sınıflarının savaşı sürdürmelerindeki ana saik haline geldi.

4 Eylül ile birlikte savaşın ikinci aşaması başladı. Almanya açısından, bu, savaşın saldırgan bir fetih savaşına dönüştürülmesi, Fransa Cumhuriyeti açısından da ulusal bir özgürlük mücadelesine, bir savunma savaşına dönüşmesi anlamını taşıyordu.

Alman-Fransız Savaşı ve İşçi Sınıfı

Avrupa işçi sınıfı, bu büyük ve kanlı çarpışmayı engelleyebilecek durumda değildi. Ama bu sınıf, artık eskisi gibi, savaşan ülkelerde cephede öne sürülecek gönüllü yem olmak ve tarafsız kalan ülkelerde ise savaşın pasif seyircisi olmak istemiyordu.

Tarihte ilk kez, bu savaş esnasında işçi sınıfı, geniş bir antiemperalist hareket geliştirmeye başladı. İşçi sınıfı içerisindeki antiemperyalist eğilimler, çoğu yerde, geniş kesimlerin genel pasifist tutumundan yeni yeni ayrışmaya başlıyordu. Bazı ülkelerde radikal burjuvazi hareketin başına geçmeye çalışıyor ve hareketin sınıfsal yönünü belirsizleştiriyordu. Tek tük bazı durumlarda bu hareket anarşist maceracılar tarafından kendi amaçları doğrultusunda kullanıldı. Ama toplamına bakıldığında, proleter kitlelerin bu savaş karşıtı eylemleri, işçi sınıfının halklar arasındaki kanlı savaşlara karşı ilk büyük enternasyonal eylemleriydi. Tarihte ilk kez, Enternasyonal (Uluslararası İşçi Birliği) sayesinde, işçi sınıfının, barış mücadelesinde, saldırgan dış politikalara ve militarizme karşı mücadelesinde bir eylem birliği gerçekleşti.

Çeşitli ülkelerde farklı biçimlerde ifade bulan bu hareket, Uluslararası İşçi Birliği’nin (UİB) fikirlerinin zemin bulduğu tüm ülkelere yayıldı. Kimisinde bu saldırı savaşının kışkırtıcılarına karşı ve fetih savaşlarına karşı genel bir protesto yükseliyordu. Kimisinde Bonapartizm karşıtı eylemlerde ya da savaşan ülkelerin işçileriyle dayanışma gösterileri biçiminde, veyahut, özellikle de savaşın ikinci evresinde, gönüllü birliklere katılarak saldırganın geri püskürtülmesinde doğrudan yer alarak ifade buluyordu. Bir diğer ifadesi de, hükümetlerin dış politikadaki tutumlarını değiştirmelerine yönelik kapsamlı siyasi kampanyalardı.

UİB’in Genel Kurulu bu hareketin başlıca ilham kaynağını oluşturuyordu ve onun örgütleyici, harekete geçirici merkezi haline geldi. Genel Kurul, işçi sınıfını burjuva milliyetçiliğin ve şovenizmin etkisinden korumaya, proletaryanın aldığı tutumunun sınıfsal bağımsızlığını ve onun enternasyonal eylem birliğini savunmaya çalıştı. Bu sırada Genel Kurul, her şeyden önce savaşan ülkelerin işçi sınıfını ve İngiltere’nin proletaryasını etkisi altına almaya çalıştı. Çünkü trade unionlarda örgütlü ve sayıca güçlü olan İngiliz işçi sınıfı, politik geriliğine ve reformist eğilimlerine rağmen, uluslararası proleter bir hareket için elverişli bir yönelimle olayların seyrine etki edebilecek bir güç durumundaydı.

Bu hareket açısından, Alman ve Fransız işçilerinin savaş sırasındaki tutumu muazzam öneme sahipti. Genel Kurul’un birincil görevi, savaşan ülkelerin işçilerinin şovenist propagandaya kapılmalarını engellemek ve aralarında dayanışmayı kurmaktı.

Genel Kurul’un savaş üzerine yayınladığı ilk açıklama

Savaş 19 Temmuz’da başladığında Genel Kurul, savaşın karakterini teşhir eden bir açıklamayla birliğin Avrupa’daki bütün üyelerine ve tüm işçi sınıfına seslenmeye karar verdi ve John Hales’in önerisi üzerine Marx’ı bu belgeyi kaleme almakla görevlendirdi. Genel Kurul, 26 Temmuz’da onayladığı açıklamayı özel bir bildiri olarak tüm Avrupa dillerinde yaygınlaştırmayı kararlaştırdı. 2 Ağustos’ta yayınlanan açıklamada, bu savaşın Almanya açısından bir savunma savaşı olduğunu kanıtlayan Marx, aynı zamanda, Alman halkının ulusal çıkarları ile Prusya’nın egemenlerinin kliğinin ve Alman burjuvazisinin şovenist çevrelerinin bu savaşta izledikleri fetihçi çıkarlarını keskin bir biçimde birbirinden ayırt ediyordu.

Bonapartçı iktidarın yaklaşan çöküşünün öngörüsüyle, Marx, Genel Kurul adına, Alman işçilerini, savaşın Fransız halkına yönelik bir fetih saldırısına dönüşmesine izin vermemeye çağırıyordu. Böyle bir durumda, deniyordu bildiride, zafer ya da yenilgi aynı derece feci sonuçlara yol açacaktı.

Kabaran şovenizme, Fransız ve Alman işçilerinin enternasyonal dayanışması ve tüm dünya proletaryasının birliğinin pekiştirilmesiyle karşı çıkılacaktı: “Resmi Fransa ve resmi Almanya bir kardeş katliamında birbirlerinin üzerine çullanırken işçiler birbirine barış ve dostluk mesajları göndermektedir.”

Genel Kurul’un bildirisi işçi sınıfının bakış açısını açıklarken, ortaya çıkan askeri krizin koşullarını net olarak ortaya koyuyordu. 31 Temmuz 1870’te, Engels, bu belge hakkında şöyle yazıyordu: “Bu açıklama tüm sınıflardan Populus’a  şimdi yalnızca işçilerin gerçek bir Foreign policy’ye  sahip olduklarını gösterecek.”

Açıklama hızla yankı bulup yayıldı. İngiltere’de birçok büyük gazete tarafından, daha sonraları da birçok yerel gazete tarafından yayınlandı. UİB’in Avrupa ülkelerindeki tüm organlarında, ayrıca Rusça’da “Narodnoje Delo”da yayınlandı. Bildirinin birçok ülkede proleter ve demokrat çevrelerin savaş karşıtı eylemleri üzerinde büyük bir etkisi oldu.

Genel Kurul’un savaşa ilişkin ikinci açıklaması

Marx ve Engels’in öngörüleri tümüyle gerçekleşti. 4 Eylül 1870 günü ikinci Fransız imparatorluğu yıkıldı ve Alman-Fransız savaşında yeni bir aşama başladı. Bu durum değişikliği karşısında uluslararası işçi sınıfının bu aşamadaki görevlerinin de yeniden belirlenmesi gerekti.

6 Eylül 1870’te, Marx’ın eline, Enternasyonal’in Paris Federal Kurulu’nun bir üyesi olan Bachruch’un, Londra’daki Genel Kurul’undan savaş üzerine yeni bir açıklamanın yayınlanmasını talep eden mektubu ulaştı. Genel Kurul, söz konusu bildirinin yazılmasıyla Jung, Milner, Serrailler ve Marx’tan oluşan bir komisyonu görevlendirdi. Söz konusu açıklama 14 Eylül tarihinde yayınlandı ve hızla dağıtıldı. Genel Kurul, 20 Eylül günü, iki bildiriyi içeren ayrı bir broşür yayınlama kararı aldı.

Savaş üzerine ikinci açıklamada, Marx, Prusya jünkerciliğinin fetihçi politikasını teşhir etti ve Alsas-Loren ilhakının ve Fransa’nın yağmalanmasının, gelecekte büyük askeri çarpışmaların kaynağını oluşturacağını ortaya koydu. Marx, Bismarck’ın saldırganlığından kaynaklı olarak Avrupa’da gelecek 50 yıl için oluşan güçler dağılımını öngörülü bir biçimde karakterize etti: Bir Fransız-Rus ittifakının oluşması ve bunun sonucu olarak, kaçınılmaz olarak Almanya ve müttefikleriyle karşı karşıya gelinmesi. Bildiri, Almanya ve diğer ülkelerin işçilerine, Fransız eyaletlerinin gasp edilmesine karşı ve Fransız Cumhuriyeti ile yapılacak onurlu bir barış için mücadele etme göreviyle karşı karşıya olduklarını ilan ediyordu.

Fransa’da cumhuriyetin ilanını, Marx, işçi sınıfı açısından elverişli bir durum olarak niteledi. Cumhuriyetçi hükümet biçiminin eskisinden farkına işaret ederek, işçilerin sınıfsal örgütlenmesinin sağlamlaştırılması yönünde doğan olanaklardan faydalanmanın önemini vurguladı. Aynı zamanda, işçileri, burjuva cumhuriyetçi illüzyonlara kapılmamaları konusunda uyardı ve Milli Savunma hükümetinin karşı devrimci bileşimine dikkat çekti. Bu hükümetin emekçi kitlelerin aleyhine ve onlardan gizli olarak düşmanla işbirliği yapabileceği ihtimaline, egemenlerin İkinci İmparatorluktan arta kalanları olduğu gibi koruma gayretlerine işaret etti.

Genel Kurul, tüm ülkelerin işçilerini Fransa Cumhuriyeti’ne destek vermeye ve cumhuriyetin diplomatik olarak tanınmasını sağlama konusunda mücadele etmeye çağırıyordu: “İşçiler üstlerine düşen sorumluluğu unuturlarsa, pasif kalırlarsa şimdiki korkunç savaş, daha da korkunç uluslararası savaşların bir öncüsü olmaktan başka bir şey olmayacak ve her ülkede işçilerin, kılıçların, toprakların ve sermayenin efendileri eliyle uğratılacakları yeni yenilgilere yol açacak.”

Genel Kurul’un Alman-Fransız Savaşı üzerine yayınladığı ikinci bildiri, proletaryanın dış politika, savaş ve barış konularındaki enternasyonalist bakış açısı ve işçi sınıfının ilhaklar ve fetihler karşısındaki uzlaşmaz tutumunun geliştirilmesi bakımından olağanüstü büyük bir öneme sahipti. Bu belgenin işçiler üzerinde ilkinden daha az seferber edici bir etkisi olmadı.

SAVAŞ SIRASINDA ALMAN PROLETARYASININ ENTERNASYONAL ÇİZGİSİNİN GELİŞTİRİLMESİNDE GENEL KURULUN ETKİSİ

Alman-Fransız savaşı, Alman işçi sınıfı için özellikle ciddi bir sınavdı. Ortaya çıkan durum, onun son derece esnek bir taktik izlemesini, ulusal görevlerin çözümüne iliştkin tutarlı bir devrimci yaklaşım ortaya koyup, egemen sınıfların, özellikle de Prusya’nın daha savaşın ilk aşamasında ifadesini bulan fetihçi eğilimlerine karşı kararlı bir mücadele yürütülmesini gerektiriyordu. Doğru enternasyonalist bir tutum için bir dizi güçlüklerin aşılmasına ihtiyaç vardı. Bu güçlükler, yalnızca durumun karmaşıklağından doğmuş değildi; aynı zamanda Alman işçi hareketinin bölünmüşlüğünden, Lassallecılar ile Eisenachçılar arasında süren mücadeleden ve de taktik sorunlarda Eisenachçı partinin yönetimi içerisindeki fikir ayrışmalarından da kaynaklanıyordu. Söz konusu güçlüklerin aşılmasında, Enternasyonal’in Genel Kurulu’yla Marx ve Engels’in Alman sosyal demokratlarına kesintisiz olarak yardımcı olmaları büyük bir rol oynadı. İleri Alman işçilerinin toplamda proleter enternasyonalizme uygun bir tutum ortaya koymaları böyle mümkün olabildi.

Savaşın ilk aşamasında Sosyal Demokrat İşçi Partisi

Savaş başladığında, Almanya işçi sınıfının ileri unsurları arasında enternasyonalist ruh hali egemendi. Ancak işçilerin önemli bir kısmı, özellikle de kuzey Almanya’da yine de ulusal savaşa aktif katılım gösterme ile Prusya hükümetinin desteklenmesi arasındaki farkı görmekte zorlanıyorlardı. İşçilerin bir bölümü Prusya’nın zaferini Fransa’da bir devrim ihtimaliyle birleştiriyorlardı, ancak sorunun diğer yönünü, yani aynı zamanda böylesi bir zaferin Almanya’daki jünkerci militarist güçlerin mevzilerini de sağlamlaştıracağını yeterince açık kavrayamıyorlardı.

Alman işçileri açısından en büyük avantaj, Marksizmin ilkelerini benimsemiş olan ve Enternasyonal’in fikirlerini Almanya’da hayata geçiren bağımsız bir partiye sahip olmalarıydı. Fakat savaşın başlarında henüz bir yılını doldurmamış olan parti, ideolojik ve örgütsel olarak hala zayıf durumdaydı. Bunun göstergelerinden biri de parti çizgisini kimin belirleyeceğinin açıklığa kavuşmamış olmasıydı; o tarihlerde Braunschweig’ta bulunan Merkez Komitesi mi, yoksa Leipzig’te yayınlanan partinin yayın organı “Volksstaat”ın Yayın Kurulu mu. Braunschweig Komitesi’nin beş üyesinden üçü Lassalleci Genel Alman İşçi Derneği’nin eski yöneticilerindendi ve kendilerini henüz tam olarak bu gelenekten kurtarabilmiş değillerdi. Parti organının yöneticileri olan Wilhelm Liebknecht ve August Bebel’se, Prusya militarizmine karşı mücadele veren ateşli militanlar olarak haklı bir otoriteye sahiplerdi.

Ne Braunschweig Komitesi ne de “Volksstaat”ın Yayın Kurulu, savaşın birinci aşamasında hem Almanya’nın ulusal görevlerini dikkate alan hem de enternasyonal proleter dayanışmanın ilkelerine kesin olarak karşılık gelen bir taktiğin geliştirilmesi gibi karmaşık bir görevin üstesinden hemen ve hatasız gelebildi.

Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisinin devrimci tutumu ve liderlerinin zaman zaman gösterdiği tüm yalpalamalara rağmen, özellikle de önder kişiliklerinin Reichstag’taki duruşları dolayısıyla belirlenen enternasyonalist karakteri, işçi hareketinin reformist kanadının temsilcilerinin, Lassallecıların izlediği şovenist çizgiyle keskin bir ayrım içerisindeydi. Reichstag’ın 21 Temmuz’daki olağanüstü oturumunda Bebel ve Liebknecht, savaş kredileri sorununda “her türlü hanedancı savaşın ilkesel karşıtları olarak, sosyal cumhuriyetçiler ve ulus farkı gözetmeksizin her türlü ezene karşı, tüm ezilenleri büyük bir kardeşlik bağı ile birleştirmek için mücadele eden Uluslararası İşçi Birliği’nin üyeleri olarak” oy kullanmayacaklarını açıkladılar.

Tarihte ilk kez proletaryanın temsilcileri parlamentoda cesaretle Enternasyonal’in üyesi olduklarını ilan ediyor ve Enternasyonal’in hedeflerini açıklıyorlardı. Marx bu açıklamayı İngilizceye çevirerek, 26 Temmuz günü Genel Kurulu’nun onayına sundu. Genel Kurul, açıklamayı büyük bir destekle benimsedi. Marx, Paul ve Laura Lafargue’a Bebel ve Liebknecht’in “Reichstag’ta olağanüstü iyi bir duruş sergilediklerini” yazdı.

Savaşın arifesinde, Lassallecı sosyal demokrat gazete “Social-Demokrat” ise şu açıklamada bulunmuştu: “… Alman ulusu ve hatta devrimci Alman proletaryası Prusya hükümetinden yana tutum almak zorundadır…” Ve Lassallecıların Reichstag’daki temsilcileri, savaş kredileri lehine oy kullandılar. Lassallecılar savaş döneminde “Burgfrieden”  taktiğini savunuyorlardı. Aldıkları bu tutum, Almanya’nın ileri işçileri arasında büyük bir tepki görmelerine ve Eisenachçı partinin üyelerinin sert protestolarına yol açtı.

Alman işçilerinin antimilitarist eylemleri

Uluslararası İşçi Birliği’nin sayesinde Almanya’da derinlere kök salmış olan enternasyonalizmin fikirleri, Bebel ve Liebknecht’in Reichstag’taki cesur tutumları, çok çeşitli fikirleri savunan sosyal demokrasinin liderlerinin Fransız işçileriyle ortak dayanışma çağrıları; tüm bunlar işçi sınıfının ileri unsurlarının duygu ve düşüncelerine etkide bulunuyordu. Bu duygu ve düşünceler, Almanya’nın birçok kentinde şovenizm karşıtı, antimilitarist toplantı ve gösterilerde ifade buldu.

Prusya’nın Ren bölgesinde düzenlenen toplantıların katılımcıları savaş karşıtı kararlar alıyorlardı. Silezya’nın Breslau (Wroclaw) kentinde çok geniş katılımlı bir toplantı “Parisli kardeşlerini” selamlayan bir çağrı kabul etti. Birliğin Berslau seksiyonunun bir üyesi olan Max Neissner, bu mesajı 23 Temmuz’da Marx’a “onu güvenli yoldan Paris’e iletme” ricasıyla gönderirken şunları yazmıştı: “Bu mesaj, son derece kalabalık bir halk toplantısında oy birliğiyle kabul edildi ve burada egemen olan ruh halini tastamam yansıtıyor.”

Saksonya ve güney Almanya işçileri de savaşı sert bir şekilde protesto ediyor ve Fransız işçilerini selamlıyorlardı. Saksonya’nın başkenti Dresden’de bin işçinin katıldığı bir toplantı, Bebel ve Liebknecht’in Reichstag’ta aldığı tutumu onaylıyordu. Leipzig işçileriyse özellikle aktif bir tutum aldılar. Prusya yanlısı milliyetçi liberallerin etkisindeki üniversite öğrencileri “Volksstaat”ın yazıişleri bürosunu ve Liebknecht’in oturduğu evi basma girişiminde bulunduklarında, Leipizgli işçiler buraların güvenliğini üstlendiler.

Bavyera’da da savaşı protesto eden birçok toplantı düzenlendi. Nürnberg’te yapılan bir işçi toplantısında alınan bir karar “despotik yönetime sahip” her iki devleti, Prusya ve Fransa’yı, savaş çıkarmakla kınıyordu. Münih’teki bir halk toplantısı “Avrupa’nın bütün halklarına” başlığını taşıyan bir manifesto yayınladı. Bu manifestoda, halkların “ne Fransız ne de Prusyalı Sezar’dan yana tutum alabileceğini” söylüyordu. Augsburg’taki bir işçi toplantısı yayınladığı kararda “vatan toprağının savunulmasının sorumluğunun üstlenileceğini” ilan ederken, “bunun, Bismarck’ın ve Prusya kralının aynı şekilde özgürlükleri katleden heveslerine karşı mücadeleden vazgeçildiği anlamına gelmediğini” vurguluyordu.

Braunschweig Komitesinin Manifestosu

Parti yönetimindeki fikir ayrılıklarının bir an önce aşılması gerekiyordu, çünkü savaşta koşullar değişmişti ve Prusya zaferinden sonra savaşın Almanlar açısından bir fetih ve ilhak savaşına dönüşmesi tehlikesini günden güne artmaktaydı. Taktik konusunda birleşik bir tutum, kesinlik ve açıklık, o belirleyici anda özellikle önemli olduğundan, komite, Marx ve Engels’in yardımına başvurdu. Bracke, ileride bu konuda şunları yazacaktı: “Bebel, Liebknecht ve başka yoldaşlarla fikir ayrılıkları nedeniyle Enternasyonal Genel Kurulu’nda Almanya sekreteri olan, düşünsel üstünlüğü hepimizce tanınan Karl Marx’a çeşitli görüşleri açıklayan bir mektup göndermiştim. Birkaç gün sonra kendisinden Sedan ve Paris’teki büyük gelişmelerden hemen önce, siyasi durum üzerine ayrıntılı bir inceleme almıştım.” Bu mektup, Bracke’nin yazdığı gibi, Sosyal Demokrat İşçi Partisi Merkez Komitesi’nin “Tüm Alman İşçilerine” manifestosunun yayınlanması için aldığı “asıl itki” olmuştu.

Bracke tarafından kaleme alınan bu “Manifesto”, bir bildiri olarak yayınlandı. Bebel ve Liebknecht tarafından da onaylanarak, “Volksstaat”ta tam metin olarak basıldı. Bu belgede, Marx ve Engels’in mektubundan, Alsas-Loren’in ilhakının Almanya için doğuracağı ağır sonuçları ortaya koyan parçalar yer alıyordu. Alıntıların arasında, Marx ve Engels’in şu tespiti de yer alıyordu: “… bu savaş işçi hareketinin kıtadaki ağırlık merkezini Fransa’dan Almanya’ya kaydırmıştır. Böylelikle Alman işçi sınıfına daha büyük bir sorumluluk düşmektedir…”

Manifesto, Alsas-Loren’in ilhak planlarına karşı çıkıyor ve Fransız cumhuriyetiyle onurlu bir barışın imzalanmasını talep ediyordu. Manifesto, halk mitinglerine, toplantılarına ve sokak eylemlerine, ilhaka karşı mücadeleye çağırıyordu. Alman işçilerini, Almanya’nın birliğinden, Marx ve Engels’in deyimiyle “Prusya kışlalarında” kazanılmış olsa da, işçi hareketini daha da geliştirmek üzere, kendi çıkarları doğrultusunda faydalanmaya davet ediyordu.

Manifestonun yazarları parti adına şunu ilan ediyordu: “Ve ant içeriz ki, tüm uygar ülkelerdeki çalışan kardeşlerimizle birlikte tüm mücadelelerde ortak davamız için sadakatle bir arada duracağız! Yaşasın proletaryanın enternasyonal mücadelesi!”

Alman işçilerinin Fransız cumhuriyeti ile onurlu bir barış için mücadelesi

İleri Alman işçilerinin savaş karşıtı kampanyası savaşın ikinci aşamasında özellikle güçlü bir gelişim gösterdi. Kampanya, egemen sınıfların tüm siyasetine, Alman burjuvazisi tarafından desteklenen gerici junkerliğe ve Prusyalı askeri kliğe karşı devrimci bir protesto niteliği kazandı.

Hükümet, derhal, çeşitli baskı yöntemleriyle sosyal demokratların peşine düştü. Özellikle kuzey Almanya’daki parti örgütü ağır koşullar altında bulunuyordu. Burada Fransızların olası bir karaya çıkma operasyonu ihtimali gerekçesiyle sıkıyönetim ilan edilmiş, tüm yetki askeri makamlara devredilmişti. Onların talimatıyla 9 Eylül günü Braunschweig Komitesi’nin tamamı tutuklanıp “vatana ihanet” ile suçlandı. Komitenin görevleri Hamburg’taki denetim komitesine aktarıldı. Ancak bu kent de sıkıyönetim bölgesinin içindeydi. Birkaç gün sonra denetim komisyonunun iki üyesi tutuklandı, yazışmalarına el konuldu. Birçok kentte yerel örgütlerin yöneticileri tutuklandı.

Partinin savaşa karşı mücadelesinin merkezi baştan beri Saksonya’ydı. Dresden’de geçici bir komite oluşturuldu. Leipzig’te yayınlanmaya devam eden “Der Volksstaat” proleter enternasyonalizm ilkeleri doğrultusunda mücadelesini sürdürdü. 21 Eylül’den itibaren her sayısının sürmanşetinde “Fransız Cumhuriyetiyle ucuz bir barış! İlhaklara hayır! Bonaparte ve suç ortakları cezalandırılsın!” yazıyordu.

Sosyal demokratlar Bavyera’nın ve Saksonya’nın birkaç kentinde Eylül ayı boyunca ilhaklara karşı kararlar alan toplantılar düzenlediler. Bu eyaletler sıkıyönetim bölgesinin dışında bulunmalarına rağmen, bu amaçla düzenlenen toplantıların birçoğu yasaklandı ya da polis tarafından dağıtıldı. Tüm bunlara rağmen işçiler toplanma haklarına sahip çıkmayı ve antimilitarist kampanyayı yürütmeyi başarıyordu.

Polis, işçiler arasındaki devrimci ruh halini bastırmak ve liderlerini ellerinden almak istiyordu. Bu amaçla birçok kentte sosyal demokratlar, “kışkırtıcılık” yaptıkları gerekçesiyle sürgüne gönderildi. Mainz’in yerel parti örgütünün yöneticileri, Fransız savaş esirlerini kurtarmaya ve cumhuriyet ilan etmeye kalkıştıkları gerekçesiyle sınır dışı edildiler. Resmi ve burjuva gazetelerin tamamı, sosyal demokratlara yönelik yalan haberlerle dolup taşıyordu.

Enternasyonal’in Genel Kurulu, gergin bir dikkatle Almanya’da gelişen mücadeleyi takip ediyordu. Marx ve Engels, Bismarck rejiminin keyfi şiddet eylemlerini teşhir etmek için ellerinden gelen her şeyi yapıyordu. Marx, Braunschweig Komitesi’nin tutuklanışı hakkında çok sayıda kısa makaleyi İngiliz gazetelerine gönderiyor, Enternasyonal’in diğer ülkelerdeki üyelerini Alman sosyal demokratlarının uğradıkları baskılar hakkında bilgilendiriyor ve burjuva demokrat dostu Beesly’yi Uluslararası İşçi Birliği üzerine bir makalede, polisin Almanya’da Enternasyonal’in üyelerine saldırılarını kınaması yönünde teşvik ediyordu.

Bebel ve Liebknecht Reichstag’ta militarizme ve polis rejimine karşı tutum alıyorlar

Baskılar ve kovuşturmalar partinin faaliyetini kıramadı, tam tersine mücadelesi daha da etkinleşti. Bu sırada Lassallecıların bir bölümünü, özellikle Bavyera’da kendi saflarına kattı. Bavyeralı Lassallecılar savaş karşıtı mitinglere katılıyor ve yayın organları “Proletarier” (Proleter), savaş meselesinde, sosyal demokrasinin tutumuna öylesine yakın bir duruş sergiliyordu ki, bu gazete “Volksstaat”ın yasaklandığı kuzey Almanya’da yayımlanmaya başladı.

Farklı görüşlerden işçiler arasında gelişen bu eylem birliği Lassallecı liderlerin yalnızlaşmasına ve kitlelerden kopmasına neden oldu ve Bismarck dostu tutumlarını solcu söylemlerle örtmeye çalışmak zorunda kaldılar. Alman işçilerini Fransız Cumhuriyeti’ni desteklemekten alıkoymaya çalışan Genel Alman İşçi Derneği başkanı Schweitzer, bu cumhuriyetin burjuva karakterini her yolla ortaya çıkarmaya çalışıyordu. “Ne yazık ki bu yalnızca ‘mavi’ bir cumhuriyettir bizim selamlayabileceğimiz ‘kızıl’ bir cumhuriyet değil” diyordu ve savaşın sürmesinden Fransa’nın sorumlu olduğunu ileri sürüyordu. Schweitzer, cumhuriyetin ilanından sonra yayınlanan Paris Federal Kurulu’nun çağrısında yer alan bazı milliyetçi motifleri cımbızlıyor ve bunun tüm sorumluluğunu Enternasyonal’e yıkmaya, Enternasyonal’in izlediği çizginin Alman işçileri nezdindeki saygınlığını kırmaya çalışıyordu.

Ancak işçiler arasındaki antimilitarist ruh –ki bu ruh Genel Alman İşçi Derneğinin sıradan üyeleri arasında da yaygındı– Lassallecı liderleri, 24 Kasım 1870’te toplanan kuzey Almanya Reichstag’ında ilhaklara karşı oy vermek zorunda bıraktı. Engels’in bu konuya ilişkin yazdığı gibi, Alman işçilerinin şahane tutumu “Schweitzer alçağını bile, … L[iebknecht] ve B[ebel]in önderliğine tabi olmak durumunda bıraktı.”

Bebel ve Liebknecht, bu oturumu, Prusya militarizmini ve onun ilhak planlarını teşhir ve mahkûm etmek için kullandılar. Yeni koşullar altında savaş kredilerinin oylanması karşısında çekimser kalma tutumu geçerliliğini yitirmişti. Şimdi bu kredilere karşı oy vermek gerekiyordu. Bebel parti adına savaş kredilerini reddetme gerekçelerini ortaya koyan bir açıklama okudu ve “Fransız ulusuyla derhal, her türlü ilhak talebinden vazgeçildiği bir barış anlaşması imzalanmasını” talep etti. Liebknecht, Bismarck hükümetini savaşın sürdürülmesinin sorumlusu olarak niteledi, “Alsas-Loren’in ilhakının Almanya’yı güçlendirmek bir yana, tam tersine Almanya ve Fransa arasında daimi düşmanlığının tohumlarını ekmek anlamına geleceğini” ilan etti ve “…İlhak bize barışı değil, savaşı getirir” dedi. Bebel ve Liebknecht’in konuşmaları burjuva vekillerin sıklıkla öfkeli bağırışlarıyla kesildi. Aralarından bazıları Bebel ve Liebknecht’e yumrukla saldırmaya ve onları salondan atmaya kalkıştı.

Bebel ve Liebknecht’in kurulmakta olan Alman İmparatorluğu’nun anayasa taslağına ilişkin yaptıkları konuşmalar da Reichstag çoğunluğu arasında özellikle büyük bir öfke dalgasına yol açtı. 7 Aralık’ta yaptığı konuşmada Bebel, lafını sakınmaksızın, “Alman halkının nihai hedefinin ancak ve ancak monarşinin ortadan kaldırılmasıyla cumhuriyetin kurulması olabileceğini ve olmak zorunda olduğunu” ilan etti.

Oturumun bitiminden sonra, Bebel, Liebkneceht ve “Volkstaat”ın ikinci başyazarı Hepner tutuklandı. Burjuva basın okurlarını onlara karşı kışkırtıyor, onları vatan hainleri olarak damgalıyordu. Bunun karşısında Leipzig, Augsburg, Münih, Bilefeld, Chemnitz, Glauchau, Meerane ve başka birçok kentte Bebel ve Liebknecht’in tutumunu destekleyen ve tutuklanmalarını protesto eden çok sayıda işçi toplantıları ve gösterileri düzenlendi. Diğer ülkelerdeki Enternasyonal üyeleri, işçi gazetelerinde Bebel ve Liebknecht’e sempatilerini ilan ediyor ve tutuklanmalarını protesto ediyordu. Genel Kurul, Bebel ve Liebknecht’in Reichstag’taki konuşmalarını alkışlıyor ve tutuklanmanın ardından zındana atılan yoldaşları ve aileleri için yardım kampanyaları düzenliyordu.

Acımasız saldırılara rağmen parti savaş döneminin sınavından eskisinden de güçlü bir şekilde çıktı, proleter ve demokratik çevrelerdeki otoritesi artmış, birçok yeni üye kazanmıştı. Parti, Uluslararası İşçi Birliği’nin bir seksiyonu olarak, proleter enternasyonalizmin ruhuyla hareket ettiği için yalnızca kendi proletaryasının öncüsü konumuna gelmekle kalmadı, aynı zamanda, Avrupa’daki işçi hareketinin tamamının da en ön saflarında yer almayı başardı. Paris Komünü’nün yenilgisinden sonra, bu öncü rol, uzun bir süreliğine devrimci Alman sosyal demokrasisine geçecekti.

SAVAŞ DÖNEMİNDE ENTERNASYONAL’İN FRANSA SEKSİYONLARI

Fransa’daki altı yıllık faaliyeti sırasında Uluslararası İşçi Birliği önemli başarılar ortaya koymuş bir durumdaydı. 1870 ilkbaharında, çeşitli akımların temsilcileri Enternasyonal platformu üzerinde Bonapartizm karşıtı bir birlik cephesi oluşturmuşlardı. Sol kanat Proudhoncular, Blanquiciler, sendika odalarının üyeleri ve cumhuriyetçilerin sosyalist düşüncelere sahip sol kesimleriydi bunlar. Paris’te ve Fransa’nın daha birçok kentinde kendini ortaya koyan güçlü birlik eğilimi, yeterli örgütsel sağlamlığa kavuşturulamadı ve Fransız proletaryasının bir partisinin kurulmasına yol açamadı.

Bu, bir yandan, Alman-Fransız savaşı gibi son derece önemli bir gelişmenin hemen arifesinde Fransa’nın işçi sınıfını öndersiz bırakan hükümetin acımasız baskı ve saldırıları nedeniyle gerçekleşemedi. Bir yandan da, Proudhoncu ideolojinin işçi sınıfının önemli kesimleri üzerindeki etkisinin henüz aşılamamış olmasından kaynaklanan bu durumda, Fransız proletaryasının güçlerinin parçalanmışlığı ve Blanquicilerin sekter anlayışla Enternasyonal’den giderek uzaklaşması da etkili olmuştu.

Ancak bu, Enternasyonal’in Fransa’daki üyelerini, Temmuz 1870’te, savaş tehlikesine karşı seslerini cesaretle yükseltmekten alıkoymadı. En deneyimli önderlerinin yokluğuna rağmen (Varlin Belçika’da sürgünde, Aubry ise cezaevindeydi), “Tüm ulusların işçilerine” başlıklı çağrılarında savaşa karşı çıkıyorlar ve sınıf kardeşlerine bölünmeme, Ren’in her iki yakasında da egemenlerin zaferine izin vermeme çağrısı yapıyorlardı.

Fransız imparatorluk ordusunun 6 Ağustos’ta Wörth ve Spichern’de uğradıkları ilk büyük yenilgiler, Paris ve taşrada belirgin bir Bonapartizm karşıtlığını ifade eden kargaşanın çıkmasına neden oldu. Hükümetin içine düştüğü müşkül durum ve halk kitlelerinin patlak veren öfkesi, imparatorluğun neredeyse yıkılmasına yol açan bir devrimci kriz doğurdu.

Paris’te sıkıyönetim ilan edildi. Hükümet başkanlığına gerici general Kont Palikao getirildi. 10 Ağustos’ta, resmi makamlar, geriye kalan son demokrat gazetelerin yayınlanmasını da yasakladı.

1 ve 2 Eylül 1870’te İmparatorluk ordusunun Sedan’da uğradığı hezimet ve teslim oluşu, halk arasında yeni bir isyan dalgasına yol açtı. 3 Eylül günü Paris’te işçilerin kitlesel gösterilerine üniversite öğrencileri, askerler ve ulusal muhafızlar katıldı. 4 Eylül’de imparatorluğun çöküşü, Fransa’da demokratik bir düzenin kurulması, emekçi kitlelerine kapsamlı hakların tanınması, saldırgana karşı gerçek bir halk direnişinin geliştirilmesi için yolu açmışa benziyordu. Fakat işçiler ile sol cumhuriyetçilerin Bonapartizm karşıtı bloğu, proleter unsurların örgütsel zayıflıkları ve küçük burjuva müttefiklerinin kararsızlıkları nedeniyle iktidara gelemedi.

Rochefort’un ve sağcı cumhuriyetçilerin yanı sıra Orlean hanedanlığının tanınmış yandaşlarının bulunduğu ve hükümet başkanı olarak general Trochu gibi isimlerin geçici hükümette yer alması, sol cumhuriyetçilerin proletarya karşıtı güçlerin tarafına geçişini ifade ediyordu.

Paris’in ileri işçileri, hükümetin bileşiminden dolayı büyük bir endişe içindeydi. 4 Eylül akşamı spontane bir biçimde Enternasyonal’in Paris Federal Kurulu’nun eski binasında toplanan sendika odaları delegeleriyle Enternasyonal üyelerinin aldığı kararlar da buna işaret ediyordu. Buraya, proletaryaya en yakın duran sosyalist yazar ve konuşmacılar da gelmişti. Katılımcılar, kararlı bir biçimde, hükümetin aldığı kararları gözlemleme ve denetleme hakkına etkin bir biçimde başvurma niyetlerini dile getirdiler. Ayrıca işçi topluluklarının komitelerinde sürekli görev yapan kimselerin olması gerektiğine karar verildi.

Enternasyonal temsilcileri, aynı zamanda, Parisli emekçilerin, sonraki aylarda devrimci hareket üzerinde önemli bir etkisi olan, bağımsız politik tutum alışının özgün bir biçimine de önayak olmuşlardı. 5 Eylül’de, Enternasyonal üyelerinden ve onlara bağ içindeki sendika odalarının temsilcilerinden oluşan 500 kişilik bir toplantıda Paris’in tüm 20 ilçesinde Cumhuriyetçi Gözetim Komiteleri kurmaya karar verdiler. 9 Eylül günü basın, 20 ilçenin geçici merkez komitesinin kuruluşunu bildiriyordu. Bu komitenin 7 üyesinin 5’i Enternasyonal üyesiydi.

Kısa bir süre sonra, 20 ilçenin MK’sının eylem programı ilan edildi. Temel amaç olarak, vatanın savunulması ve “kişisel inisiyatifi tüm halkla dayanışmayla birleştiren”, “gerçekten cumhuriyetçi bir hükümetin kurulması” ilan edildi. Planlanan önlemlerin başında, demokrasinin korunması ve etrafındaki ablukanın giderek daha da sıkılaştığı Paris’in savunulması geliyordu. Paris’teki durumun ve savaş döneminin zorluklarının kendisi, halk kitlelerinin akıbeti için endişelenen komitenin işçi üyelerinin sosyal nitelikte önlemler almalarına neden oldu. 20 ilçe MK’sının programı, gıda maddeleriyle yakıt stoklarına el konulmasını, tayinlere bağlanan bir dağıtım sisteminin kurulmasını, civar yerleşimlerden Paris’e sığınan halkın barındırılmasını vb. talep ediyordu. Afiş olarak basılan bu program kentin tüm sokaklarına asıldı.

Enternasyonal’in çok sayıdaki üyesi, başta da Varlin, Ulusal Muhafızların tabur komutanlıklarına seçildi. Eylül’ün ilk yarısında yapılan seçimlerdeki bu başarı politik bir gücü ifade ettiği gibi, olumsuz bir yönü de vardı, zira kitlelerin en çok benimsediği ve en yetenekli politikacılar hareketin genel yönetiminden alıkoyuyor, daha dar askeri, yer yer de salt ekonomik görevlerin boğucu ağırlığı altına sokuyordu.

 

Blanquicilerin hükümete karşı açık mücadeleye geçişi

İşgal altındaki başkentte kitleler, cepheden gelen her habere derhal tepki veriyordu. Metz kalesinin teslim oluşu haberi 31 Ekim 1870 ayaklanmasının patlak vermesine yol açtı. Ayaklanma hazırlığı yürüten Blanquiciler ve 20 ilçe MK’sı hareketin başına geçme fırsatı bulamamışlardı. “Ateşkese hayır!”, “Sonuna kadar savaş!”, “Komün seçimleri yapılsın!” sloganları altında kentin birçok yerinde insanlar toplandı. En büyük kalabalık Belediye binasının önünde birikti. Buraya Blanqui, Flourens ve Milliere de geldi. Ayaklananların arasında Serrailler gibi Enternasyonalin bazı önderleri de vardı. Ne var ki eski Federal Kurul’un çoğu üyesi ayaklanmaya katılmaktan imtina etti. Bu ayaklananları önemli ölçüde zayıflattı.

31 Ekim ayaklanması sırasında Blanquicilerin taktiğinin negatif yönleri kendini gösterdi. Kitleleri bu ayaklanmaya hazırlamamışlardı, belirli bir planları ve hedefleri konusunda net bir fikirleri yoktu. Bu durum, ilk anda hazırlıksız yakalanan ve Komün seçimleri için 2 Kasım tarihini ilan etmek durumunda kalan geçici hükümetin, Ulusal Muhafızların devrimci taburları zaferlerinden emin bir şekilde evlerinin yolunu tutmuşken, hükümet birliklerini belediyelerinin önüne yığmasına fırsat verdi. Ayaklanma bastırıldı. Demokratik güçlere doğrudan bir saldırı dalgası başlatıldı. Özel savaş mahkemeleri kuruldu, tabur komutanları arasında bir ayıklama furyası başlatıldı.

Komün seçimlerinin yapılması talebine karşılık, hükümet, Paris’in ilçe belediye başkanları seçimlerini devreye soktu. İşçi semtlerinde Enternasyonal üyelerinden Malon, Dereure, Blanquici Jaclard, Ranvier ve Flourens seçildi. Sağ Proudhonculardan Tolain, Murat ve Heligion ilçe belediye başkanı ve yardımcısı seçildiler.

Abluka altındaki başkentte açlık kol geziyordu, ışıklandırma gazı ve yakıt sıkıntısı vardı. Ocak 1871’de kente yönelik başlayan top ateşi yangınlara ve yıkımlara neden oluyordu; birçok yurttaş evsiz barksız kalmıştı. Bu koşullar altında kitlelerin inisiyatifleriyle oluşturdukları düzenleme ve mekanizmalar giderek daha büyük bir önem kazandı. Daha imparatorluk döneminde Enternasyonal üyeleri tarafından kurulan kooperatif kantinleri (Marmite) ve işsizler için atölyeler faaliyetlerini geliştirdiler. Buralarda kadın işçiler de son derece aktiftiler.

20 ilçe MK’sının “Kızıl İlan”ı ve 22 Ocak Ayaklanması

Hükümetin demokratik unsurlara karşı fütursuz saldırısı kitlelerin daha da hareketlenmesine yol açtı. 1870/71 kışında 20 ilçe MK’sı devrimci eğilimin odağı haline geldi. Komite, ayaklanma hazırlığı için kendi içinde 22 kişilik bir komisyon ve daha özel gizli bir beş kişilik komisyon seçti. Bu komite, 6 Ocak 1871’de yayınlanan 20 ilçe MK’sının Paris halkına yaptığı programatik çağrıyı, ünlü “Kızıl İlan”ı kaleme aldı. “Kızıl İlan” hükümetin tüm faaliyetini sert bir dille mahkum ediyordu. “İmparatorluğun devamı” olarak nitelenen mevcut rejimin milli savunma davasını beceremediğini söylüyor, görevden alınmasını talep ediyordu. Bu çağrı “Halka yol aç” “Komüne yol aç” sloganlarını formüle ediyordu. Çağrının altında Paris ilçelerinin 20 cumhuriyetçi komitesinin 140 delegesinin imzası vardı.

Bu çağrı bir ayaklanma davetiydi adeta; Fransa’nın karşıdevrimci burjuvazisi Paris’in savunulması kanlı komedisinin son perdesine hazırlanırken –başkentin teslim olması ve ateşkes– devrimci kampın sağlamlaşmasına katkıda bulundu. Ulusal Muhafızların işçi taburlarını kan kaybından dirençsiz ve moralsiz bırakmak için 19 ve 20 Ocak 1871’de Bouzonville yönüne bir saldırı planı hazırlanmıştı. İhanet içinde örgütlenen bu hücum girişimi, savaşçıların çaresizlik içinde kahramanca çarpışmasına rağmen yenilgiyle sonuçlanmış ve büyük kayıplar verilmişti.

Paris’in bu en iyi insanlarının bu şekilde yem edilmesi ve teslimiyet planlarına dair ortada dolaşan duyumlar 22 Ocak Ayaklanması’na yol açtı. Bu kez, “beşli komite”nin öncülüğündeki ayaklanma Enternasyonal’in Federal Kurulu tarafından desteklendi. Ayaklanmaya, yalnızca proleter değil, burjuva demokrat unsurlar da katıldı. Artık bir başarıdan ümidini kesmiş bulunan Blanqui ve Flourens bu gelişmelere aktif bir biçimde katılmadılar. Alanda toplanan Ulusal Muhafız taburları daha önce belediye binasını ablukaya alan hükümet birlikleri tarafından püskürtüldü. İşçi eylemlerinde devam eden tek tek eylemler de aynı şekilde hükümet güçleri tarafından bastırıldı. Ayaklanma bir kez daha yetersiz örgütlülükten dolayı yenilgiye uğradı. Bu kez, ek olarak, Parisli işçilerin açlık ve yokluktan dolayı aşırı bitkinliği de söz konusuydu.

Enternasyonalin Fransız üyeleri ve Ulusal Meclis seçimleri

28 Ocak’ta Fransız hükümeti Bismarck’la bir ateşkes anlaşması imzaladı. Savaş ve barış konusundaki nihai karar Ulusal Meclis tarafından alınacaktı ve bu meclis için yapılacak seçimlerin tarihi 8 Şubat olarak ilan edildi.

Paris Federal Kurulu, sendika odaları ve 20 ilçe MK’sıyla birlikte bir liste hazırladı. Bu listede F. Pyat dışında sözde devrimci politikacılardan kimse yoktu; aksine Paris proletaryasının gerçek önderleri Federal Kurul üyeleri, Genel Kurulun iki üyesi ve Blanquici grubun yer aldığı 44 aday vardı. Geri durumdaki işçilere bir taviz olarak Tolain de bu listeye dahil edildi.

Seçim sonuçları Federal Kurulun beklentilerini karşılamadı. Yalnıza iki aday (Malon ve Tolain) seçildi. 58 bin oy alan Varlin seçilemedi. İleri Parisli işçiler için taşradaki sonuçlar ağır bir darbe oldu. “taşranın seçim sandıklarından gericiliğin vahşi kükreyişi yükseliyordu” diye yazmıştı Lissagaray; bu olayların bir katılımcısı ve tarihinin yazarı.

12 Şubat’ta Bordeaux’da toplanan Ulusal Meclis, Prusya’yla yapılan rezil barışın geçici maddelerini onayladı ve monarşist bir gerici olan, demokrasinin ve işçi hareketinin azılı düşmanı Thiers’i hükümet başkanı olarak seçti. Thiers, dünkü düşmanı Bismarck’ın desteğini sağlama aldıktan sonra, Fransız burjuvazisinin kendisine verdiği görevi yerine getirmeye girişti: Paris’i dize getirmek. Bir ayaklanmayı provoke etmek ve onu kanda boğmak için bir dizi önlem aldı. Bu doğrultuda savaş boyunca biriken kira ve senet borçlarının ödenmesini talep etti, basılı tüm materyaller için damga vergisi yeniden yürürlüğe girdi, cumhuriyetçi gazeteler yasaklandı ve sıkıyönetim yenilendi.

Ateşkes sonrası koşullarda silahlarını teslim etmeyen ve burjuvazinin karşı devrimci planları açısından ciddi bir engel oluşturan Ulusal Muhafızlara özellikle ağır darbeler vurdu. Hükümet, Ulusal Muhafızlara tanınan asker maaşını kaldırdı. Ulusal Muhafızların Başkumandanı olarak Parislilerin nefret ettiği Bonapartist Vinoy atandı. Vinoy, Şubat sonlarında muhafızların tüm ağır silahlarını (toplamda 300’ten fazlaydı) kentin burjuva batı semtlerine nakletme emrini verdiğinde Muhafızlar buna itaat etmeyi reddetti ve emekçi halkın yardımıyla tüm topları Montmartre ve Chaumaunt tepelerinde topladı. Bu andan itibaren, proletarya ve demokrasinin, Paris işçilerini silahsızlandırmak isteyen karşı devrimci güçlere karşı verdiği savaş başlamış oldu. Thiers’in karşıdevrimci hükümetinin 18 Mart sabaha karşı bu topları zorla ele geçirme girişimi Proleter devrimine ve Paris Komünü’nün ilanına sebep oldu.

ENTERNASYONAL VE PARİS KOMÜNÜ

Paris işçileri, tarihte ilk kez işçi sınıfının iktidarını kurmanın kahramanca girişiminde bulunduğu sırada, Enternasyonal’in kongreleri ve işçi basınında açıklanıp işlenen Marksizmin birçok programatik ve örgütsel ilkeleri Avrupa ve Amerika’da işçi sınıfının bilincine sirayet eden bir yol kat etmiş bulunuyordu. Marx, yoldaşlarından oluşan çekirdeğe dayanarak, Enternasyonal’in Genel Kurulu ve Enternasyonal’in çeşitli ülkelerdeki seksiyonları üzerinde önemli bir etkide bulunabiliyordu.

Ne var ki, Paris’teki proleter devrim, ne Fransız seksiyonları ne de Genel Kurul tarafından “gerçekleştirildi”. Alman-Fransız savaşının başından itibaren ve Komün sürecinde Genel Kurul adına Enternasyonal’in Paris’teki üyelerine iletilebilen önerilerin kesinlikle bir talimat ya da direktif niteliği yoktu. “Fransa’da İçsavaş”ın taslağında, Marx, buna ilişkin şunları yazmıştı: “Bazı densizlerin zannettiği gibi Enternasyonal’in Paris ya da herhangi başka bir seksiyonunun bir merkezden doğru d’ordre  aldığı gibi bir durum söz konusu değil. Ancak tüm uygar ülkelerdeki işçi sınıfının en parlak kesimi Enternasyonal’e mensup olduğundan ve onun fikirlerini benimsediğinden, işçi sınıfının her yerdeki önderliğini ele alacağından kuşku yok.”  Keza Engels’in, Komün’ün “Enternasyonal onu yapmak için parmağını oynatmamış olsa da entelektüel olarak mutlak şekilde Enternasyonalin bir çocuğu” olduğuna ilişkin tespiti de aynı anlama geliyor.

Ulusal Muhafızların Merkez Komitesi ve Enternasyonal’in Paris Federal Kurulu

Şubat 1871’de Corderie’deki proleter sosyalist merkezin yanı sıra hızla devrimci kitlelerin ikinci bir merkezi ortaya çıktı. Bu, Ulusal Muhafızların Cumhuriyetçi Federasyonu ve onun MK’sıydı. Bu oluşumun da kuruluş amacı Ulusal Meclis seçimlerine hazırlıktı. Bu federasyonun kuruluşu, gerici subaylar kastının hareketi kendi nüfuzları altına alma girişimlerinden dolayı hızlandırılmıştı. Muhafızlardan silahlarını teslim etmemelerini ve yalnızca seçilmiş komutanlarının emirlerine uymalarını isteyen geçici bir merkez komite oluşturuldu. Bu süreçte Varlin önemli bir rol oynadı.

Federasyon nihai biçimine, Paris’teki devrimci krizin derinleştiği koşullarda, monarşi yandaşlarının saldırısına karşı cumhuriyetçi kitle hareketinin yükselişi sırasında kavuştu. 3 Mart günü yeni bir merkez komitesinin seçimi bunun ifadesiydi. Artık MK’nde aktif ve devrimci anlayışa sahip politikacılar bulunuyordu, aralarında, başta Varlin olmak üzere birçok Enternasyonal üyesi vardı.

Enternasyonal’in Paris Federal Kurulu gibi 20 ilçe MK’sı da ilk zamanlarda Ulusal Muhafızlar Federasyonu’na şüpheyle yaklaşıyordu. Paris Federal Kurulu’nun 1 Mart’ta gerçekleşen oturumunda, Varlin, ulusal muhafızlara mensup Enternasyonal üyelerinin merkez komite seçimlerine girmek için çaba göstermelerinin önemini vurguladı ve merkez komiteyle ilişkiyi sürdürecek bir komisyonun kurulmasını önerdi. Yürütülen tartışmanın sonucunda dört kişilik bir komisyonun Ulusal Muhafızların MK’sına gönderilmesi kararı alındı. Bunlar, MK çalışmalarına bireysel olarak katılacak ve alacakları kararlar Enternasyonal örgütü için bağlayıcı olmayacaktı. Enternasyonal üyelerinin katılımı Ulusal Muhafızlar MK’sının mevzilerini güçlendirdi. Karışıklıkların doğmaması için 20 ilçe MK’sı yeniden eski “20 ilçe delegasyonu” ismini aldı.

Ulusal muhafızlar MK’sı 300 bini aşkın neferden oluşan, örgütlü ve silahlı ulusal muhafız taburlarına dayanıyordu ve hızla otorite kazanan reel bir güçtü.  Bu, onun, 18 Mart’ta proleter ayaklanmanın önder merkezi olarak işleyebilmesini sağladı.

18 Mart 1871 Paris Devrimi

Ayaklanma, ev kadınları, sabah gün ağarırken gıda kuyruklarında yerlerini tutmak üzere sokağa çıktıklarında, hükümet birliklerini güvenceye alınmış toplara gizlice yanaşırken görüp ortalığı alarma vermeleriyle kendiliğinden patlak verdi. Büyük bir hızla toplanan MK, hükümet binasının ele geçirilmesi için bir plan hazırladı. Varlin, taburuyla kent merkezindeki Vendome meydanına gönderildi. Gece olduğunda, kentin en önemli noktaları isyancıların eline geçmiş bulunuyordu ve belediye binasında devrimci proleter hükümet olarak MK’nın ilk toplantısı yapıldı. “… Eski dünya, belediye binasının tepesinde dalgalanan kızıl bayrağın manzarası karşısında öfke nöbetleriyle çılgına dönmüştü.”

Yeni hükümet, ne sosyal bileşimi ne de siyasi görüşleri açısından homojen bir yapıya sahipti. Ulusal muhafız taburlarında yalnızca işçiler yoktu, küçük tüccarlar, memurlar, küçük işyeri sahipleri, üniversite öğrencileri, avukatlar ve doktorlar vardı. Onların MK’daki temsilcilerinin çoğu 1789 geleneklerini yücelten ve neojakobenler olarak adlandırılan küçük burjuva demokratlarıydı. MK’nın proleter üyelerinin bir kısmı Blanquiciydi. Ancak üyelerinin en az dörtte birlik kısmı Enternasyonal’e mensuptu. Fakat bunlar gerekli deneyim ve teorik donanımdan yoksundu. Buna karşın, MK’nın tüm üyeleri, halk karşısında duydukları sorumluluk duygusuyla ve üzerlerine düşen kamusal görevlerinin bilinciyle doluydu.

“Journal officiel”de şunları okumak mümkündü: “Parisin proleterleri, egemen sınıfların yenilgileri ve ihanetinin orta yerinde, kamusal meseleleri kendi ellerine almak suretiyle durumu kurtarmak zorunda oldukları anın gelip çattığını kavradılar… Kendilerini kendi kaderlerinin efendisi haline getirmenin ve hükümet erkini ellerine geçirmenin en yüce görevleri ve mutlak hakları olduğunu kavradılar.”  Hükümetin bu yayın organı tarihinde ilk kez böyle sözlere yer veriyordu.

MK’nın ilk işi, sıkıyönetimi, askeri mahkemeleri kaldırmak, tüm politik tutuklular için af çıkarmak oldu. MK, elindeki erkin tamamen geçici olduğunu öngörüyor ve Komün seçimlerini ilan etmek için acele ediyordu. Tüm bakanlıklara, yeni çalışma biçimlerini hayata geçirmek için devrimci hükümetin yetkilileri gönderildi. Bu çalışmada da Enternasyonal üyeleri en ileri saflarda yer alıyordu.

MK, yalnızca birkaç gün içinde proleter iktidar karakterini yansıtan bir dizi karar aldı. Polis ve düzenli ordu dağıtıldı; emanetçilere bırakılan eşyaların hiçbir karşılık alınmaksızın iade edileceği duyuruldu; senetlerin süresi uzatıldı, devlet memurlarının maaşları düşürüldü, açlık çeken ailelerin ihtiyaçlarının giderilmesine yönelik adımlar atıldı.

Ancak aynı zamanda MK, devrimci iktidarın sağlamlaştırılmasını güvenceye alacak en temel önlemleri almadı. Marx’ın tespit ettiği gibi, devrilen hükümetin üyelerinin Versay’a gitmelerine izin verilmişti ki, bu, onlara, orada karşıdevrim için güçlerini toparlama imkanı vermişti. “Devrimciler sayısız hata yaptı. Polis şeflerini etkisiz hale getirecekleri yerde onlara kapılar açıldı ve kurtarıcılar olarak selamlandıkları Versay’a gittiler; 43. alayın öylece gitmesine izin verildi; halk ile kardeşleşen tüm askerlerin evlerine gitmelerine izin verildi; gericiliğin Paris’in merkezinde örgütlenmesine fırsat tanındı, Versay rahat bırakıldı.”  Tüm bu hatalar, devrimin barışçıl bir şekilde sonuçlandırılabileceğine dair illüzyonlardan kaynaklanıyor, “yasalılığın” ihlal edilmesinden ve bir iç savaşa yol açmaktan duyulan korkudan besleniyordu.

Enternasyonal üyelerinin Paris Komünü’ne katılımı

Paris seksiyonlarından birçok önder ve sıradan üyesi 18 Mart Devrimi’ne son derece etkin bir şekilde katılmış olmasına karşın, Paris Federal Kurulu’nun kendisi, hareketin dışında kaldı. Çoğu üyesi hala reformist anlayışların etkisinden kurtulmuş değildi.

Paris Seksiyonları Federal Kurulu Komün seçimleri için bağımsız bir aday listesi oluşturmadı; ancak Enternasyonal üyeleri, ilçe örgütleri tarafından aday gösterilen, dürüst demokratlardan ve proleter devrimcilerden oluşan ve 20 İlçe Delegasyonu tarafından açıklanan 80 kişilik listede başköşeyi oluşturuyordu. 26 Mart’ta Komün’e seçilenlerin arasında Paris’te tanınan Enternasyonal üyesi 20 kişi bulunuyordu. Ve 16 Nisan’da yapılan ek seçimlerde bunlara daha fazlası eklendi.

Paris’in varlıklı sakinlerinin birçoğu ablukanın kaldırılmasından hemen sonra taşraya kaçtığı ve burjuvazi seçimleri kısmen boykot ettiğinden, Komüne seçilen üyelerin ezici çoğunluğu emekçi kitlelerin temsilcileriydi. Gerici burjuvazinin küçük bir temsilci grubunun böylesine plebyen bir bileşimin parçası olmayı reddetmesiyle de, Komün’ün sosyal bileşimi, nihai olarak, işçi sınıfıyla emekçi küçük burjuvazinin bir ittifakı olarak gerçekleşti. Parti politikaları bakımından bu durum üç ana grup olarak yansıma buldu ve Komün’ün çalışmalarının yönünü bunlar belirledi. Bunlar, Fransa’da işçi hareketinde belirleyici olan iki akım, Proudhoncular ile Blanquiciler ve küçük burjuva demokratları olan neojakobenlerdi.

Ekonomik kitle mücadelelerinin ve 60’lı yılların kooperatif ve sendikal hareketin katılımcıları olarak Enternasyonalin Paris seksiyonlarının üyelerinin çoğunun görüşleri, seksiyona 1870 ilkbaharında ya da kuşatma döneminde katılan daha genç üyeleri arasında Blanqui yandaşları olsa da, Komün’ün Proudhoncu fraksiyonuna yakındı.

Enternasyonal’in Parisli üyeleri sıkı bir birlik içindeki bir örgütlenmeye sahip olmayıp, bilimsel olarak temellenmiş bir program ve buna uygun bir taktik belirleyebilecek durumda olmasalar da, Paris Komünü’nün tüm faaliyeti üzerinde büyük bir etkiye sahiplerdi. Toplumun en ilerici kesiminin ileri temsilcileri olarak dönemlerinin en nitelikli insanları arasında yer alıyorlardı. Marx, daha sonraki işçi kuşaklarının kaçınması için onların hatalarını katı bir eleştiriye tabi tutuyor olsa da, Enternasyonal’e mensup Komünarların yüksek ahlaki düzeyi, düşüncelerine sadakatleri ve toplumsal çıkarlar uğruna kendilerini feda eden tutumları karşısında hep saygıyla eğiliyordu.

Enternasyonal sınıf dayanışmasının pratiği ile eğitilmiş olan Uluslararası İşçi Birliği üyeleri sayesinde, Komün, proleter enternasyonalizmin büyük fikirlerinin taşıyıcısı olarak hareket etti. Komün, yabancı uyrukluları saflarına kabul etmeyi kararlaştırdı.

Komün’ün ilk önlemlerinden biri, Enternasyonal’in birçok kongresinde karar altına alınan bir talep olan, halktan kopuk ve onun bastırılmasına hizmet eden düzenli ordunun dağıtılması oldu. Komün’ün kararı üzerine, I. Napolyon’un yağma savaşlarını ve militarizmi temsil eden ve Enternasyonal’in altı yıl boyunca yıkılması için mücadele ettiği Vendome sütünü yıkıldı.

Paris Komünü’nün sekreteri neredeyse ilk günden itibaren işçi Charles Amouroux idi. Bir Blanquici olan bu Enternasyonal üyesinin yüksek örgütçü yetenekleri ve büyük sorumluluk duygusu sayesinde, bu ilk proleter hükümetin 18 Nisan’dan itibaren hiç eksiksiz steno edilen tutanakları günümüze kadar ulaşabildi.

Enternayonal’in üyeleri, Komün’ün karşı devrimci Versay Hükümeti’ne karşı verdiği silahlı mücadelede büyük bir rol oynadılar. Varlin ve Emile Duval, Ulusal Muhafızların MK’sının, ilk günden itibaren Monarşistlere karşı kararlı önlemler alınmasını ve Versay’a bir sefer düzenlenmesini isteyen en etkin üyelerindendi. Askeri Komisyon’unun üyesi Flourens ve Komün’ün generali Duval, Versaylılara karşı verilen 3 ve 4 Nisan 1871’deki ilk çarpışmalarda şehit düştüler. Birçok enternasyonal üyesi karşıdevrimci güçlere karşı düzenlenen hücumlar sırasında ya da “kanlı hafta” sırasında son barikatlarda can verdi. Proletaryanın bu kahramanlarının birçoğunun ismi ne yazık ki tarihe kalamadı.

Ancak Komün’de Enternasyonal’in düşüncelerinin en derinlemesine nüfuz ettiği alan, alınan toplumsal tedbirlerdi; çalışma, sanayi ve takas komisyonunda gerçekleştirilen çalışmalardı. Bu komisyonun üyelerinin çoğu Enternasyonal mensubuydu. Komisyon üyelerinden Frankel, “…, eğer toplumsal ilişkilerde radikal bir dönüşüm yaratmayı başarabilirsek, 18 Mart Devrimi şimdiye kadar görülenlerin en dehşetlisi olarak tarihe geçecek” diye yazıyordu, 30 Mart 1871’de Marx’a.

Komisyon, çalışmalarına, görünürde ehemmiyetsiz, ama emekçi yurttaşların dolaysız ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik ertelenemez önlemlerle başlamak zorundaydı. Rehincilerde rehini kaldırılmamış eşyaların satışı yasaklandı ve kira ödemeleri ertelendi (29 Mart genelgesi). Kısa süre sonra (12 Nisan) karşılıksız senetlerin hukuksal takibi durduruldu. Marx, devrimci proletaryaya kentli küçük burjuvazinin desteğini sağlayan bu önlemler hakkında Genel Kurul’a bilgi verirken, bunları “iki ustaca hamle” olarak niteledi. Frankel, fırınlarda gece işçiliğini kaldıran, işçi ve memurların ücret ve maaşları üzerinde herhangi bir kesintiyi ve para cezasını yasaklayan kararların alınması için Komün’de etkin bir çalışma yürüttü.

Proleter devletin mülkiyet ilişkilerine müdahale ettiği ve sosyalist bir renk taşıyan önemli bir genelge de, Paris’i terk etmiş işletmecilerin başıboş bırakılmış işletmelerinin işçi kooperatiflerinin emrine verilmesi oldu. Bu genelgeyi hayata geçirmek için sendikaların yardımıyla boş bırakılmış binaların tespiti ve çalışmanın durduğu tesislerin envanterini çıkarmak için bir inceleme başlatıldı. Enternasyonal’in Paris Federal Kurulu, çalışma komisyonunu desteklemek için üyelerinden oluşan özel bir inisiyatif komisyonu oluşturdu. Ne var ki, bu çalışma komisyonu genelgenin metnini hazırlarken, terk edilmiş mülklere el konulmasına karar veremedi ve dönmeleri halinde sahiplerine iade edilmesini öngördü.

İşçi kitleleri içinde otorite sahibi olan Enternasyonal üyeleri, Komün’e, devlet kuruluşlarında Versay yandaşlarının sabotajlarını boşa çıkarmada başarılı bir şekilde yardımcı oldu. Komün’ün postadan sorumlu ve yetkili kıldığı Theisz; darphaneden sorumlu kılınan Camelinat, dolaylı ve dolaysız vergilerin idaresine seçilen Combault ve Bastelica çalışmalarında, cesaretle önemli görevlerde sorumluluk verdikleri işçilere ve alt kademe memurlarına dayandılar. Büyük ve sorumluluk isteyen bir çalışmayı Varlin gıda komisyonunda yerine getiriyordu. Burada olağanüstü örgütleme yetenekleri gün yüzüne çıktı. Bir süreliğine mali komisyona da atandı; burada muhasebeci François Jourde onun sağ kolu oldu. Varlin ve Jourde, Komün’ün maliyesini büyük bir dürüstlük ve tutumlulukla düzene soktular, ama burjuva “yasalılık” tasavvurlarını aşamadılar. Komün’ün Fransa Bankası’nı kamulaştırmamasının ve burada tutulan servetlere el koymamasının baş sorumlusu onlardı. Ki bu önlemler, gerek duyulduğunda, Versaylılar üzerinde baskı kurmaya olanak tanıyabilirdi.

Nisan-Mayıs 1871’de Paris Federal Kurulu  ve Komün içindeki bölünme

Komün, proleter devlet sisteminin yeni biçimi olarak güçlendiği ölçüde, önceki aşamalarda ortaya çıkan devrimci proleter toplumsal örgütlerde en çok öne çıkan temsilciler, giderek daha çok Komün’ün çeşitli organlarındaki çalışmaya çekildiler. Bunlar, 20 ilçe delegasyonları, Ulusal Muhafızlar MK’sı, Paris Federal Kurulu, federal sendikalar odasıydı. Onların yerine, semtlerdeki taban örgütlerinden, gözetim komisyonlarından, seksiyonlardan ve kulüplerden seçilip gönderilen ve sayıları her gün daha da artan yeni temsilciler geliyordu. Bu durum da kitlelerin artan etkinliğinin bir göstergesiydi. Buna uygun olarak da, yeni Enternasyonal seksiyonları ortaya çıkıyordu.

12 Nisan’da Federal Kurul, son derece önemli bir kararı, A. Tolain’in Enternasyonal’den ihracı kararını verdi. Zira Tolain, işçi sınıfının davasını savunması için Ulusal Meclis’e seçildikten sonra, en alçakça ve rezil bir biçimde saf değiştirerek ihanet etmişti.

Mayıs ayının başında Komün içerisindeki akımlar arasındaki mücadele sertleşti. Politik idare ve Versay’a karşı yürütülecek savaş meselelerinde yetkiyi ellerinde bulunduran Blanquiciler ve neojakobenler, tüm iktidar erkinin merkezileşmesi gerektiğine dair kanılarını güçlendirmişlerdi. Sayı üstünlükleri olduğundan, 1 Mayıs’ta, beş kişiden oluşacak ve tüm delegasyonlarla komisyonlar üzerinde sınırsız bir yetki tanıyan ve yalnızca Komün’e sorumlu olan bir kamu hizmetleri komitesinin kurulmasını sağladılar. Proudhonculardan oluşan azınlık, “diktatöryan bir karaktere” sahip bu organın kurulmasını protesto etti. Komünün imtiyazlarına titizlikle riayet edilmesi ve tartışma tutanaklarının tam metinlerinin yayınlanması taleplerinde ısrar ettiler. Ne var ki, bu arada proleter devletin yüz yüze bulunduğu tehlike ve Paris’in içinde dahi karşıdevrime (kente Thiers’in ajanları sızmıştı bile) karşı mücadele etme zorunluluğu, güçlü devrimci bir erkin oluşturulmasını gerektiriyordu. Eski legalci, burjuva demokrat illüzyonların yansıma bulduğu Proudhoncuların görüşleri, 18 Mart Devrimi’nin başarısını güvenceye alan Paris proletaryasıyla emekçi küçük burjuvazinin oluşturduğu bloğu böldü.

Bunun yanı sıra Proudhoncu “azınlık” ile “çoğunluk” üyelerinin ilişkileri, ayrı ayrı toplantılar düzenlemeye başlamalarıyla daha da kötüleşti. 15 Mayıs günü, “azınlık”, Komün’den ayrılma ve seçim çevrelerine dönme niyetlerini ifade eden hazır bir deklarasyonla Belediye binasına geldi. “Çoğunluk” üyelerinin o sırada orada bulunmamaları nedeniyle amaçladıkları toplantı gerçekleştirilemedi, ama deklarasyon doğrudan gazetelere verildi. Deklarasyonun altındaki 21 imzanın 15’i Enternasyonal üyesiydi. Ancak Enternasyonal’in birçok üyesi “çoğunluk” saflarındaydı.

Frankel ve Serrailler’in önerisiyle Paris Federal Kurulu, Komün’ün Enternasyonal’e mensup tüm üyelerinin katılacağı ve belediye binasındaki olayla ilgili hesap verilmek ve Komün içindeki bölünmeyi değerlendirmek üzere özel bir toplantı çağrısında bulundu. Bu toplantı 20 Mayıs’ta gerçekleşti. Üyelerin savunmalarının ardından, Kurul, gerekçelerin iyi niyetini kabul etmekle birlikte, işçi sınıfının çıkarlarının gözetimi pozisiyonundan ayrılmaması ve Versay hükümetine karşı zafer kazanılması açısından vazgeçilmez önemdeki birliğin zedelenmemesi için gereken her şeyin yapılması uyarısında bulundu. Kurul, aynı zamanda, Komün oturumlarının yayınlanması ve kamu hizmeti komitesinin çalışmalarını denetleyecek bir mekanizmanın oluşturulması talebini destekledi.

“Azınlık”ın deklarasyonu Paris basınında ayrıntılı olarak işlendi ve işçi gazeteleri ve işçi toplantıları tarafından sert bir biçimde mahkum edildi. Dördüncü bölge seçmenleri, deklarasyon imzacılarından, Komün’deki yerlerini derhal yeniden almaları talebinde bulundu. Birçoğu gerçekten de Komün’ün bir sonraki toplantısına katılım gösterdi. Ne var ki, Komün, o tarihten sonra fiilen sadece üç kez toplanabildi; 17, 19 ve 21 Mayıs 1871’de. Versaylılar Paris’e girdi ve “kanlı hafta” başladı. Paris işçi sınıfının birliği, “azınlık” üyelerinin “çoğunluk” üyeleriyle aynı kahramanlıkla çarpıştıkları barikatlarda yeniden sağlandı.

18 Mart Devrimi ve Paris Komünü’nün Genel Kurul tarafından değerlendirilmesi

Marx ve Engels, başından beri, Uluslararası İşçi Birliği’nin yönetici organının Paris’teki proleter devrime ilişkin doğru bir bakış açısı kazanması için çaba gösterdiler. Genel Kurul’un daha 21 Mart 1871’deki oturumunun büyük bir bölümü bu konuya ayrılmıştı. Serrailler, eline henüz yeni geçmiş mektuplara dayanan ve Londra gazetelerinin verdiği haberleri önemli oranda düzeltip ayrıntılandıran bir bilgilendirmede bulundu. Engels, olayların genel tablosunu çizip, devrimin, hükümet birlikleriyle ulusal muhafızların kardeşleşmelerinde ifadesini bulan halkçı karakterinin altını çizdi. Ulusal muhafızlar MK’sını, Paris’in emekçi kitlelerini temsil eden demokratik organı olarak tanımladı ve bu MK’ya enternasyonalin dört üyesinin dahil olduğunun altını çizdi. Durumun genel değerlendirmesinde, Engels, Prusya bu mücadeleden uzak tutulabilirse, başarı şansının artacağını söyledi. Kurul’da, Marx’ın, Genel Kurul’un Londra’nın işçi örgütlenmelerine Paris Devrimi’nin özünü anlatıp açıklamak ve onları “Paris hareketine desteklerini ifade etmeye” davet edecek delegasyonlar gönderilmesi önerisi kabul edildi. Genel Kurul üyeleri derhal çeşitli işçi toplantılarında konuşma yapmak üzere harekete geçtiler. İngiliz işçilerinin gelişmeleri doğru anlayıp değerlendirmelerinde Marx ve Engels’in açıklamalarının ne denli büyük katkı sağladığını, onların açıklamalarından anlamak mümkün. 27 Mart 1871’de bu toplantılardan biri, Paris hareketini, “devlet içinde hak ettikleri konumu almak isteyen işçilerin hareketi” olarak değerlendirmişti.

Devrimci hükümet ile Enternasyonal’in Paris Seksiyonlarının bağlarının güçlendirilmesi yolunda, Genel Kurul’un kararı üzerine, Serrailler yeniden Paris’e gönderildi. Gizlilik koşulları gereği karısına yazdığı mektuplar, Marx ve Engels için Komünarların durumu hakkında son derece önemli bir bilgi kaynağıydı.

Marx ve Engels, zaman zaman Parislilerin devrimci mücadelesinin taktiğinin analiziyle ilgilendiler. Thiers’in, bir yandan tetikteki ayaklanmacıları uyutmaya kalkarken, diğer yandan Bismarck ile irtibat halinde oluşunu gördüler. Böylesi bir işbirliğine varılacağından Marx’ın kuşkusu yoktu. Prusya ordusunun Fransa’daki varlığını hareketin gelişimi açısından son derece elverişsiz bir durum olarak değerlendirirken, Paris’te karşıdevrimin kararlılıkla bastırılması ve Versay’a saldırıya geçilmesinin, Parislilere taşradaki devrimci unsurların desteğini kazandırabileceği görüşündeydi. Bu arada, Parislilerin uyguladıkları savunma taktiği, başkenti yalıtılmışlığa mahkum etmişti. Bu hatanın vahim sonuçlarını Marx hemen tespit etmişti. 6 Nisan’da, Wilhelm Liebknecht’e şöyle yazdı: “Öyle görünüyor ki Parisliler yeniliyor. Bu kendi suçları; ama hakikaten de fazlasıyla iyi niyetten kaynaklanan bir suç. Merkez Komitesi ve daha sonraları da Komün, mischievous avorton  Thiers’e düşman güçlerini toplamak için zaman tanıdı. Çünkü; 1. akılsızca iç savaş başlatmak istemediler; sanki Thiers onu, Paris’in zorla silahsızlandırılması girişimiyle zaten başlatmamış gibi, sanki Ulusal Meclis yalnızca savaş ve barış meselesini Prusya’yla kararlaştırmak için toplanmış ve cumhuriyete derhal savaş ilan etmemiş gibi. 2. Darbeci şiddet izlenimini vermemek için, Komün seçimiyle –ki bu seçimlerin örgütlenmesi vb. ayrıca zaman gerektirdi– son derece değerli zamanlar kaçırdılar.”

1871 Mayıs ayının başlarında, Marx ve Engels, Komün’ün askeri durumundan dolayı endişelilerdi. 9 Mayıs’ta, Engels, Genel Kurul’da sokak çatışmalarının kaçınılmazlığından bahsediyordu. İstihkamlar ele geçirildiği taktirde, şimdiye dek görülmedik şiddette bir barikat savaşı yaşanacaktı. Tarihte ilk kez barikatlar topla, tüfekle ve gerçek anlamda düzenli birliklerce savunulacaktı. Versaylılar birliklerinin bir kısmını düzeni sağlamak üzere taşraya gönderdiğinden, güçler aşağı yukarı eşit olacaktı.

Uzunca süren bir rahatsızlığın ardından, Marx, 23 Mayıs’ta ilk kez yeniden bir Genel Kurul oturumuna katılabilmişti. Tartışmayı, Komün’ün sonunun yakın olduğunu saklamadığı uzun bir konuşmayla açtı. Ancak proletaryanın bu yenilgisinin geçici bir yenilgi olacağını söyleyen Marx, “Komün’ün ilkeleri ölümsüzdür ve yok edilemezler; işçi sınıfı kurtuluncaya kadar kendilerini hep yeniden ve yeniden kabul ettirecekler.” Bitirirken, Enternasyonal’in egemen sınıflara korku saldığını, dolayısıyla bundan böyle daha fazla takibata uğrayacağının altını çizdi.

Paris Komünüyle Dayanışma hareketinin örgütçüsü olarak Genel Kurul

Egemen sınıfların temsilcileri nefretlerinin tüm gücüyle Komün’e saldırmak için en başından itibaren Komün’ü Enternasyonal ile özdeşleştirirken, tüm ülkelerin işçileri içgüdüsel olarak Paris Devrimi’nin sınıf karakterini anlıyor ve onun savunmak için harekete geçiyordu. Asıl görev, proleter dayanışmanın bu hareketini örgütlemek, onu doğru şekilde kanalize ve koordine etmekten oluşuyordu. Marx ve Engels, bu nedenle, olabildiğince geniş kitleleri bu harekete katmaya çabalıyor ve yalnızca Enternasyonal’in seksiyonları aracılığıyla etkin olmakla kalmıyorlar, ilerici düşüncelere sahip aydınlarla ve burjuvazi saflarındaki bazı dürüst demokrasi savunucularıyla sahip oldukları çok sayıdaki ilişkiden de azami ölçüde yararlanıyorlardı.

Enternasyonal’in önderleri tüm ülkelerde Komün’ün desteklenmesine yönelik kapsamlı bir kampanyanın yürütülmesini sağlamayı başardılar. Genel Kurul’un çağrıları her yerde yankı buluyordu. Dünyadaki ilk proleter devletle dayanışma hareketi, daha önceki yıllarda işçilerin ekonomik ve politik talepleri uğruna gerçekleştirilmiş olan mücadeledeki eylem birliğinden doğuyordu. Ancak kapsam bakımından Enternasyonal’in bugüne kadar yürüttüğü tüm kampanyaları aşan bu hareket, nitelik olarak da diğerlerinden ayrılıyordu. Sınıf bilincinin daha yüksek bir düzeyini, proleter enternasyonalizmin daha derinlemesine kavranışını yansıtıyordu; bu hareket, işçi hareketinin devrimci eğilimini ortaya konulmasına katkıda bulunuyordu. İşçi sınıfının henüz ilk adımlarını attığı ekonomik olarak az gelişmiş ülkelerde Paris Komünü ile dayanışma mücadelesi ve onun kazanımlarının savunulması mücadelesi bağımsız bir işçi hareketinin doğumuna işaret ediyor ve işçilerin Enternasyonalist ruhla eğitilmesinin temellerini atıyordu.

Avrupa işçi sınıfının Paris Komünü ile dayanışma hareketindeki doruk noktalarından birini, Bebel’in 25 Mayıs 1871’te yaptığı Reichstag konuşması oluşturdu. Dünya proletaryasının ileri bir bölüğünün temsilcisi olarak, Bebel, Junkerciliğin ve burjuva gericiliğin tam kalbindeki kürsüye çıkıp, ilk proleter devleti savunmaktan çekinmedi. Sağcı vekillerin yuhalamalarına ve kopardıkları yaygaraya aldırış etmeden, şunları ilan etti: “Şundan emin olun ki, Avrupa proletaryasının tamamı ve bağrında özgürlük ve bağımsızlık adına hala bir duygu taşıyan herkes gözünü Paris’e dikmiş bulunuyor… Ve şu an Paris bastırılmış olsa dahi, size şunu hatırlatırım ki, Paris’teki mücadele yalnızca küçük bir öncü bölüğün çatışmasıdır ve Avrupa’daki asıl dava henüz görülmeyi bekliyor ve on yıllar geçmeden, Paris proletaryasının ‘Saraylara savaş, kulübelere barış; yoksulluğa ve aylaklığa ölüm!’ savaş çığlığı tüm Avrupa proletaryasının savaş çığlığı haline gelecektir.”

Komün mültecilerine yardımın örgütleyicisi olarak Genel Kurul

1871 Haziran’ının başında Versay’ın takibinden kurtulmayı başaran ilk Komünarlar Londra’ya geldiğinde, Genel Kurul, teknik ve örgütsel nitelikte ertelenemez görevlerle karşı karşıyaydı. Emekçi kesimlerden gelenler, Versay’a karşı çatışmalarda varlarını yoklarını kaybetmişler ve büyük bir yokluk içindeydiler. Birçoğu parklarda yatmak zorundaydı. Öncelikli iş, onlara en azından barınak ve iş bulmaya yardımcı olmaktı. Genel Kurul aylarca bu sorunları çözmek için büyük bir çaba gösterdi. Marx, Kugelmann’a yazdığı mektupta, o günlere dair şöyle yazıyordu: “Enternasyonal işleri başımızdan aşkın, Londra ilgilenmemiz gereken refugee’lerle  dolup taşıyor”. Mültecilerce işletilen bazı ucuz oteller adeta yurtlara dönüşmüştü; masraflarının bir kısmını üstlenen Genel Kurul buralara mülteciler yolluyordu. Sığınmacılar burjuva yardım severliğine bel bağlayamıyordu ve Genel Kurul kendisini “Yardım komitesi olarak … düzenlemek” zorunda kalmıştı.

Genel Kurul, İngiliz işçileri arasında en ufak katkıların bile kaydedildiği imza listeleriyle bağışlar alıyordu. Engels, iş çevrelerindeki eski arkadaşlarından önemli miktarlar toplamayı başardı. Marx Alman ve İngiliz demokratları arasında, Marx’ın kızları da bağları oldukları ilerici üniversite gençliği arasında bağış kampanyasına etkin bir biçimde katılıyorlardı. 27 Haziran’da bu işle görevli ve 29 Ağustos’a kadar etkin bir çalışma yürüten bir alt komite oluşturuldu.

Marx, Engels ve Genel Kurul, ayrıca, henüz Paris’te gizlenen Komünarların kurtarılmasıyla da yoğun bir biçimde ilgilendi. Bu, gizlilik gerektiren ve fazla sayıda kişinin dahil edilemeyeceği bir işti. Genellikle tamamen güvenilir kişiler aracılığıyla, Komünarlara, Fransa’yı terk edebilecekleri, İngiliz, Alman ya da başka ülke pasaportları gönderiliyordu.

Enternasyonal’e yönelik baskılar

Paris Komünü’nün yenilgisinden sonra neredeyse tüm ülkelerdeki politik durum keskin bir biçimde değişti. Egemen sınıflar, Komün’ün, iliklerine kadar işleyen korkusunun acısını proletaryadan çıkarmaya başladı. Enternasyonal üyeleri ve örgütlerine yönelik bir saldırı dalgası başladı. Almanya, Fransa, Avusturya-Macaristan, İspanya, İtalya, Belçika, Danimarka ve Çarlık Rusyası egemenlerinin eş zamanlı olarak Uluslararası İşçi Birliği’ne karşı giriştiği saldırılarda sömürücülerin sınıf dayanışması ifadesini buldu. Bismarck’ın iddia ettiği üzere, tüm ülkeler Enternasyonal tehlikesiyle karşı karşıyaydı.

1872 yazı geldiğinde, Avrupa’nın neredeyse tüm ülkelerinde Enternasyonal şu ya da bu ölçüde yasaklanmış durumdaydı. İllegal faaliyete geçiş, böylesi mücadele biçimlerine uyum sağlamamış olan seksiyonlar için son derece zorluydu. Bazı yerlerde, Birliğin seksiyonlarının komplocu gruplara dönüşmesi ve bunlara ajan ve muhbirlerin sızması riski doğmuştu.

PARİS KOMÜNÜ DENEYİMLERİNİN GENELLEŞTİRİLMESİ “FRANSA’DA İÇ SAVAŞ” AÇIKLAMASI

18 Mart 1871 Paris’teki proleter devrim modern çağın tarihinde bir dönüm noktasıydı. Yeni bir dönem, “burjuvazinin tam egemenliği ve çöküşünün, ilerici burjuvazinin gerici ve aşırı gerici mali sermayeye dönüşümünün dönemi” başlıyordu.

Uluslararası işçi hareketi de yeni bir gelişim aşamasına girmişti. Paris Komünü’nün kapitalizme vurduğu bu ilk darbeyi, kapitalist devletlerin otuz yıllık görece “barışçıl” gelişim süreci izledi. Bu, tekel öncesi kapitalizmin emperyalizme adım adım geçiş yaptığı ve Lenin’in şöyle tarif ettiği bir dönemdi: “Batı, burjuva devrimleri dönemini kapattı. Doğu ise henüz bunları yaşayacak olgunluğa erişmedi.” İşçi sınıfı bundan böyle, devrimci güçleri toplama, sosyalist partiler kurma ve yeni devrimci mücadeleler için hazırlanma göreviyle karşı karşıyaydı.

Paris Komünü, çeşitli sosyalist öğretiler açısından büyük bir tarihsel sınama olarak gerçekleşti. Küçük burjuva doktrinerciliğin, sekterciliğin ve reformizmin verimsizliğini ve dayanaksızlığını kanıtladı. Paris Komünü, bilimsel komünizmin, Marksizm öncesi küçük burjuva sosyalizminin çeşitli biçimlerin karşısındaki kesin zaferini hızlandırdı. Yalnızca Marksizm, Komün’ün deneyimlerini derinlemesine genelleştirmeyi, Komün derslerinden işçi sınıfını düşünsel bakımdan zenginleştirecek materyali çıkarmayı, dolayısıyla da işçi sınıfını yeni son derece önemli bilimsel tezlerle donatmayı başardı. Bu durum, Marksist öğretinin, işçi hareketi içerisinde, sonrasında Marksist temel üzerinde yükselen proleter partilerin oluşumunu koşullayan mevziler kazanmasına yardımcı oldu.

Komün deneyimleri, Enternasyonal’in devrimci programının geliştirilmesine olanak vermişti. Proleter kitlelerin Komün’e duyduğu sempatinin, Parisli Komünarların başlattığı davayı sürdürüp sonuca götürmenin bilinçli çabasına tahvil edilmesi gerekiyordu. İşçi sınıfı içinde, burjuvazinin kaynaklık ettiği kadar sekter unsurların da kaynaklık ettiği Komün’ün özüne dair yanlış yorumların yayılmasına engel olmak elzemdi.

Anarşistlerin Komün’ü kendi ilkelerinin bir teyidi olarak ilan etmekte acele etmeleri bir tesadüf değildi. Paris Komünü’nün uluslararası proletarya tarafından nasıl anlaşıldığı, birçok bakımdan proleter devrimcilerle Bakuninci anarşizm arasında yaşanacak olan nihai mücadelenin sonucunu belirleyecekti.

Komün, egemen sınıflarda genel olarak nefrete ve öfkeli bir saldırganlığa neden olmuştu. Paris Komünarları üzerine boşaltılan yalan ve iftira seli karşısında, Enternasyonal bakımından, ideolojik bayrağını savunmak ve Komün davasının uluslararası işçi sınıfının tamamının çıkarlarıyla bozulmaz bütünlüğünü açıkça ilan etmek bir yükümlülük haline gelmişti. Engels daha sonraları şunları yazmıştı: “Uluslararası İşçi Birliği, ilk günden son gününe kadar Parisli ayaklanmacılarla ve bunun da ötesinde yenilgiye uğratılan proleterlerle kendini özdeşleştirme cesareti gösteren tek taraftı.”

Enternasyonal’in Genel Kurulu, Komünarların muazzam eyleminin tarihsel önemini bilimsel olarak ortaya koymak, deneyimlerini süzerek onları tüm mücadele halindeki proletaryanın kolektif mülkiyeti haline getirmek zorundaydı. Bu da, Marx’ın Genel Kurul adına kaleme aldığı “Fransa’da İç Savaş” açıklamasıyla gerçekleşti.

Bilimsel komünizmin parlak bir program belgesi olarak “Fransa’da İç Savaş”

Genel Kurul’un Paris’teki gelişmeler üzerine bir açıklamasını yazma çalışmalarına, Marx, Nisan 1871 ayı ortalarında başladı. İki ayrı taslak kaleme aldı, “Fransa’da İç Savaş”ın birinci ve ikinci taslağı. İlki 10 Mayıs 1871’de tamamlandı, ikincinin tamamlanması Mart ortalarına kadar sürdü.

Bu taslaklar, Marx’ın yaratıcı çalışma biçimini gözler önüne seriyor; Paris Komünü’nün deneyimlerini genelleştiren sonuçları formüle etmek için son derece önemli teorik ve tarihsel sorunları nasıl çok yönlü incelediğini gösteriyor. Ancak bu taslakların değeri bununla sınırlı değil. Birçok noktada sonuç metninden daha ayrıntılı bir argümantasyon sergiliyorlar. Marx, bir açıklamanın görece kısıtlı çerçevesine bağlı kalmak zorunda olduğundan, burada taslaklarda öne sürdüğü materyalin tümünü kullanamadı. Bu nedenle taslaklar, yer yer fragmanvari bir niteliğe sahip olsalar da, içerikleri bakımından açıklamayı önemli oranda tamamlıyorlar.

Açıklamaya kıyasla taslaklar, Komün’ün doğuşuna zemin hazırlayan tarihsel önkoşullara ve Komün öncesinde Fransa’daki devrimci harekete daha geniş yer ayırıyor. Keza proleter devletin sosyal önlemlerini ve köylülük ile kentli orta tabakalara yönelik yürüttüğü politikayı daha ayrıntılı olarak karakterize ediyor.

Marx’ın 30 Mayıs 1871 günkü Genel Kurul oturumunda onaylanmak üzere okuduğu ve mevcut üyelerin tamamının onayladığı “Fransa’da İç Savaş” açıklaması, yalnızca Uluslararası İşçi Birliği için değil, daha sonrasındaki proleter dünya hareketi için programatik bir öneme sahipti. Lenin bu eseri, proleter devrim mücadelesinde başvurulacak “en iyi kılavuz” olarak nitelemiştir.

Marx, hazırladığı açıklamayı, aynı zamanda, sekter akımlara karşı bir darbe olarak da tasarladı. “İşçiler sosyalist tarikatçılık döneminden çıkmıştır” diye saptıyordu. Bu eser, proletarya diktatörlüğüne, proleter partiye vb. dair –daha sonraları Londra ve Lahey’deki konferanslar tarafından kabul edilen– en temel tezlerinin teorik temellendirilmesini içeriyordu. Ayırt edici bir diğer nokta da, açıklamada komünist ilkelerin ilan edildiği devrimci gözü peklikti. Engels, 28 Haziran 1871’de Carlo Cafiero’ya yazdığı bir mektupta, Genel Kurul’un bu resmi belgeyle apaçık bir şekilde “komünizm lehine” görüş bildirdiğini söylüyordu.

Paris Komünü’nden sonra Enternasyonal tarihindeki yeni aşama

Paris Komünü, Uluslararası İşçi Birliği’nin etkinliğinde de bir dönüm noktasını oluşturuyordu. Birliğin fikirlerinin olağanüstü bir yaygınlaştırılmasına katkıda bulunmuş ve yeni bir üye akımına neden olmuştu. Bu konuda Lenin şunları aktarıyor: “Sosyal devrimin öncü savaşçısı olarak Komün proletaryanın acı çektiği ve mücadele ettiği her yerde sempati kazandı. Komün’ün yaşamı ve ölümü, bir dünya metropolüne ele geçirmiş ve iki aydan fazla bir süre elinde tutmuş bir işçi hükümetinin varoluşuna dair tablo, proletaryanın kahramanca mücadelesinin ve yenilgisinin ardından yaşadığı acılar; tüm bunlar milyonlarca işçinin cesaretini yükseltmiş, umudunu büyütmüş ve sempatisini sosyalizme yöneltmişti. Paris toplarının gümbürtüsü, proletaryanın en geri kesimlerini derin uykusundan uyandırmış ve devrimci sosyalist proletaryanın her yerde yoğunlaştırılmasına itilim oluşturmuştur.”

Paris Komünü’nün etkisiyle Enternasyonal örgütleri sayısal olarak büyüdü. Artık daha önceleri Birliğin hiç seksiyonunun bulunmadığı ya da kurulmasının daha ilk adımlarının atılmış olduğu ülkelerde de örgütler oluşmaya başladı (İtalya, İspanya, Portekiz, Danimarka, Latin Amerika vb.). Aynı zamanda işçi sınıfının burjuvazinin ideolojik etkisi altında bulunan ve Komün’ü burjuvazinin gözleriyle “sınıf barışı”nı bozan bir tehdit olarak gören kesimleri Enternasyonal’den uzaklaşmaya başladılar. Fransa’daki olaylar işçi hareketi içindeki güçlerin ayrışmasını hızlandırıyor, devrimci ile sekter reformist kanat arasındaki mücadeleyi keskinleştiriyordu. Reformist politikacıların bir bölümü açıkça devrim yoluna sırtını döndü. Komün devrimci çizgi ile yüzünü henüz Enternasyonal’e dönmüş işçiler arasında güçlü bir temsili olan ve proleter enternasyonalizm konusunda henüz eğitimsiz olan küçük burjuva anarşist eğilimler arasındaki çelişkilerin derinleşmesine yol açtı. Enternasyonal içerisinde proleter olmayan güçlerin tamamı, solcusu olduğu kadar da sağcılarıyla da, tek bir blok halinde bir araya geliyordu.

Paris Komünü’nün açtığı bu tarihsel süreçte, proleter hareketin örgütlenme biçimlerini değiştirmek ve geliştirmek ihtiyacı doğdu. Paris Komünü öncesinde sınıf mücadelesinin seyri yalnızca ileri işçilerin bir bölümünü tek tek ülkelerde proleter partilerin kurulması gerekliliği kavrayışına götürmüşse, Komün’den sonra, işçi sınıfını birleştiren bu türden partilerin kurulması, işçi hareketinin yeni gelişim koşullarından kaynaklanan kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelmişti. İşçi sınıfının temel görevi, bundan böyle, gelecek devrimci mücadelelere hazırlanmak için güçlerin toplanması ve birleştirilmesiydi. Bu da, Enternasyonal’i ideolojik ve örgütsel olarak sağlamlaştırmayı gerektiriyordu.

Paris Komünü’nün ardından Enternasyonal içindeki ideolojik mücadelenin keskinleşmesi

Paris Komünü’nden sonra Enternasyonal seksiyonları içerisinde keskinleşen mücadele daha da karmaşık bir hale geldi. İdeolojik farklılıkların odağında, doğrudan Fransa’daki proleter devriminin sonuçlarından doğan sorunlar duruyordu: Politik iktidarın işçi sınıfı tarafından mücadeleyle ele geçirilmesi ve proletarya diktatörlüğünün kurulması; işçi sınıfının devlete yaklaşımı, proleter partinin rolü. Bu sorulara doğru bir yanıt verebilmek, ancak küçük burjuva anarşist görüşlerin üstesinden gelinmesiyle mümkündü. Bu arada, bu tarihlerde bazı ülkelerde Enternasyonal’e katılan işçi sınıfının yeni tabakaları, Bakuninci propagandaya özellikle açık olan yıkıma uğramış küçük üreticilerden oluşuyordu. Paris Komünarlarının kahramanca mücadelesinin dolaysız etkisi altında, anarşistlerin, “derhal” devrimci eyleme geçmeye ve “her türden devletin” yıkılmasına, genel demokratik harekete katılımdan feragat etmeye ilişkin ultra devrimci söylemlerinin çekiciliğine kapılıyorlardı. Anarşist propagandanın özellikle uygun bir zemin bulduğu ülkeler İspanya ve İtalya’ydı. Bunlar, bağımsız bir işçi hareketi için önkoşulların henüz oluşmaya başladığı ülkelerdi.

Anarşistler, Komün’ü proletaryanın diktatörlüğü olarak görmemekte direniyor, dolayısıyla bilimsel komünizmin teorik, taktik ve örgütsel ilkelerini reddediyorlardı. İşçi sınıfının, doğrudan anarşist “sosyal tasfiyeye yol açmayan” her türlü politik etkinlikten uzak durması gerektiğini savunuyorlardı. Bu ultra devrimci söylemin ardında, kapitalist sömürünün ve işçi sınıfının mücadelesinin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik koşulların gerçek nedenlerinin görmezden gelinmesi ve kavranamaması bulunuyordu.

İşçi hareketinin bu gelişim aşamasında, yani sınıf mücadelesinin nesnel yasaları sonucu proletaryanın bağımsız politik partilerini kurma göreviyle karşı karşıya olduğu bir gelişim aşamasında, “işçilerin örgütlenmesinin ve eğitiminin rolünü kavramamak”, pratikte burjuvazinin egemenliğini korumak anlamına geliyordu. Anarşistlerin Enternasyonal’e dayatmak istediği teorik program, tüm Avrupa işçi hareketini yanlış bir yönelime savurabilirdi. Proleter partiler kurmak için, hem ideolojik hem de örgütsel bakımdan en temel engel durumuna gelmiş bulunan küçük burjuva devrimciliğinin temsilcilerinden, anarşistlerden ayrışmak gerekiyordu.

Nitekim, 1871 Londra Konferansı’nın sosyalist devrimin önkoşulu olarak bütün Avrupa ülkelerinde yasal işçi sınıfı partilerinin kurulması çağrısında bulunan kararı bu ayrışmayı belirginleştirdi. Marksizmin fikirlerinin Enternasyonal’de kesin üstünlük kazanması ise, 1872 Lahey Kongresiyle gerçekleşti. Bakuninci muhalefet Lahey’deki yenilgisinden hemen sonra Enternasyonal’den ayrılıp İsviçre’ye yerleşerek, ayrı bir Enternasyonal kurma girişiminde bulundu.

1872 Lahey Kongresi, modern Avrupa işçi sınıfı tarihinin ilk döneminin bitiminin de sinyalini verdi ve bir sonraki dönemin koşullarına işaret etti: Tüm Avrupa’da ulusal işçi sınıfı partilerinin inşası, İkinci Enternasyonal’de birleşmeleri ve sendikaların yükselişi. Enternasyonal işçi sınıfı partilerinin görevleri hakkındaki Londra Konferansı ve Lahey Kongresi kararlarında Avrupa işçi sınıfının yakın gelecekteki stratejisini çizmişti.

 

Kaynaklar:

“Die Erste Internationale” (Birinci Enternasyonal), cilt II, Dietz Verlag, Berlin1971, Alm.

Wolfgang Abendroth; “Avrupa işçi hareketleri tarihi” Belge Yayınları, Eylül 1992.

 

 

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑