Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halklar, birleşin!
21. yüzyılda dünya hâlâ bölünmüş bir dünya olarak kalmaya devam ediyor!
Başlıca, emek ve sermayenin her alanda karşı karşıya gelişi olarak bu bölünme, emeğin ve üretimin artan toplumsallaşmasıyla giderek daha az elde toplanan mülkiyetin özel kapitalist niteliği arasındaki karşıtlığın sosyal yansımasıdır. Daha 50 sene önce insanın aklına bile gelmesi olanaksız bilimsel ve sınai güçler ortaya çıkmış, üretim olağanüstü makineleşmiş, iletişim teknolojisinde ve bilgisayarın toplumsal ve kişisel süreçlerde yaygın kullanımında büyük ilerlemeler kaydedilmiştir. Ama karşıt faktörler çoktandır artmakta; bir yandan umutsuzluk devasa boyutlar alırken, diğer yandan bu gelişmelere paralel olarak çürüme belirtileri üst üste yığılmakta. Adeta Bizans’ın sön dönemini hatırlatırcasına, 2008’de dünya ölçüsünde tanıklık ettiğimiz, bugün de birçok ülkenin yüz yüze olduğu krizinde, kapitalizmin, olağan dönemlerde gizlenebilen bir toplumsal “varlık içinde yokluk” örgütlenmesi olduğunu, sömürülen yığınlar kendi sırtlarına yıkılmaya çalışılan yükleriyle bir kez daha sınavdan geçirdiler. Bu “yükler” kapitalizmin tüm olumsuz sonuçlarının ağırlaşmasından ibarettir: Makineleşmenin çalışma süreçlerini kısaltması bir yana, işsizliğin yayılması, çalışmanın esnekleştirilmesi ve gerçek ücretlerde düşmeyi kapsayarak sömürünün yoğunlaşması, yoksulluk ve sefalet, düpedüz açlık, haksızlık ve adaletsizlikte patlama, dilencilik, uyuşturucu ve fuhşun artışı…
Dünyanın bu bölünmüşlüğünün görmezden gelinmesi de katlanılması da olanaksızlaşmakta, hoşnutsuzluk ve öfke birikimi, sömürülen yığınları bir dizi ülkede birbiri peşi sıra ayağa kalkmaya yöneltmektedir.
İşte Yunanistan ve Portekiz! İşte Tunus ve Mısır! İşte Türkiye ve Brezilya.
Üstelik emek-sermaye karşıtlığı, dünyayı bölen tek neden de değil. Yaşayarak görüyor ve biliyoruz ki, dünya, az sayıda zengin kapitalist emperyalist egemen büyük devletle büyük çoğunluğu oluşturan ülkelerin geri, bağımlı ve siyasi, ekonomik ya da mali bakımdan sömürgeleştirilmiş ezilen halkları arasında da bölünmüştür. Kendilerini, dünya halkları adına “uluslararası toplum” olarak tanımlayan, AB ve NAFTA, NATO, BM türü uluslararası örgütler kurmuş emperyalist büyük devletler, ezilen halkların yeraltı ve yerüstü kaynaklarını yağmalamakta ve kaderlerini kendilerinin belirlemelerine fırsat tanımayarak dikte etmektedirler.
İşte çoraklaştırdıkları Afrika ve yok etmeye giriştikleri Amazon Ormanları! İşte Afganistan ve Irak işgalleri; Libya ve Suriye…
Bir diğer karşıtlık ve bölünme, emperyalistler ve tekellerin kendi aralarındadır. Hangisinin nereyi egemenlik altına alıp yağmalayacağını kararlaştırmak üzere büyük emperyalist devletler ekonomik ve askeri bloklar oluşturarak hışımla yeniden, dünyanın beş kıtasında askeri üsler kurarak dalaşmaya başladılar. Rakipleriyle egemenlik yarışında ulusal karşıtlıkları tahrik edip kışkırtarak ezilen halkları yedeklemeye çalışıyorlar. İç çatışma, ve savaşları da kapsayarak, Suriye’nin ardından bir örneğini de Ukrayna’da gördüğümüz bu emperyalist dalaş şiddetlenecektir.
Oysa kapitalistler ve hizmetkarları “tarihin sonu”nu ve “kapitalizmin sonsuzluğu”nu ilan edeli birkaç on yıl oldu. “Kapitalizmin kendini yenilemesi”, “sınıflar ve sınıf karşıtlıklarının aşılması”yla ulaşılan “kapitalist küreselleşme” ve kurulduğunu ileri sürdükleri “Yeni Dünya Düzeni” krizsiz bir refah ve barış toplumu vaat etmekteydi! Refah yerine sefalet büyüdü! Barış yerine savaşlarla darbeleri ve ikiyüzlü diktatörlüklerin inandırıcılıklarını yitirmelerini yaşadık…
Hayır! Kapitalizm fabrikalar, işletmeler, toprak ve bürolarda çalışarak emeğiyle geçinen işçi, işsiz, kent ve kır yoksulu sömürülen yığınlara ne iyi bir iş ve insanca yaşayabilecekleri bir ücret, ne katlanılabilir çalışma koşulları, ne de barış, refah ve bir gelecek güvencesi sunar. Tersine bütün bunları elde edebilmek için işçi ve emekçileri kendine karşı çıkmaya ve sermayenin iktidarını devirmeye teşvik eder!
Kölelerin köle sahiplerine karşı mücadelelerinden başlayarak, sınıf mücadelelerine sahne olan tüm sınıflı toplumlarda, iktidar değişimi sömürücü sınıflardan biri yerine diğerinin geçmesiyle sonuçlanırken, yalnızca kapitalizm, üretici güçleri özel mülkiyet ilişkileri çerçevesine sığmayacak ölçüde geliştirip toplumsallaştırarak işçi sınıfını durmaksızın çoğalttığı için, sömürücü sınıfın iktidarının yerini sömürülenlerin iktidarının alabilmesinin koşullarını olgunlaştırdı. Bu tarihsel-toplumsal gelişme, işçi sınıfını, sınıfların kendileriyle birlikte sömürü ilişkilerini de ortadan kaldırmak üzere, mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirileceği bir geçiş döneminde sosyalizmi inşa etme, ve bunun dayanağı olarak kendi sınıf iktidarını kurma tarihsel misyonuyla karşı karşıya getirdi.
Kapitalist zorbalık karşında işçi sınıfı, kendini ilk kez, 19. yüzyılda Avrupa kıtasına boydan boya yayılan ayaklanmalarda ortaya koydu ve 1871’de Paris’te kısa süreliğine iktidarını da kurdu. Ardından 1917 Ekim Devrimi ile kapitalist sınıfın iktidarını devirip Rusya’da egemen sınıf olarak örgütlenmeyi başaran işçi sınıfı, Sovyetler Birliği’ni kurarak, yarım asra yaklaşan bir süre, insanın insan tarafından köleleştirilmesine son verme yolunda ciddi adımlar attı.
Bizler, Uluslararası Konferans olarak birleşmiş dünyanın Marksist-Leninist parti ve örgütleri; birliğimizin 20. yılında, tüm ülkelerin işçi sınıfı, ezilen halkları ve gençliğini, uluslararası burjuvazi ve emperyalizm karşısında birleşmeye ve kurtuluş mücadelesini yeniden yükseltmeye çağırıyoruz.
Bütün ulusların işçileri, emekçi kardeşler;
Sömürücüler ve sömürülen yığınlar, emperyalist efendiler ve ezilen halklar olarak bölünmüş dünya, yeni bir alt-üst oluş ve devrimler dönemine doğru sürüklenmektedir.
Sömürülen yığınlara verecek hiçbir şeyi kalmayan kapitalizm bugün tarihte hiç olmadık ölçüde sosyalizmin ön koşullarını olgunlaştırmıştır. Bunların en başında, işçi sınıfının nicelik olarak çoğalması ve nitelik olarak olgunlaşması gelmektedir. Gerek sendikal gerek siyasal bakımdan kendi deneylerinden öğrenerek, üstelik birçok ülkede yığınsal mücadelelerden geçerek, işçi sınıfı ve emekçiler örgütlülüklerini ilerletip mevzilerini pekiştiriyorlar.
Gelecek; en ön safta çarpıştıkları Tunus ve Mısır gibi ülkelerde devrimleri ellerinden çalınmış olsa bile, küçümsenemez birikimleriyle dünya işçi ve emekçilerinindir.
Bilelim ki, iki büyük devrimci dalganın ve dünyanın hemen bütün ülkelerinin ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelelerinin kazanım ve dersleri, yeni, ve bu kez daha güvenle zafere gidebileceğimizi göstermiştir.
Farklı ülkelerde ulusal biçimler alarak her biri kendi yolundan gelişecek ve içeriği bakımından uluslararası nitelik taşıyacak ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelelerimiz, tek bir dünya proleter devrimi sürecinin bileşenleri olacaktır. Bu da bize; dünya ölçeğinde ve ulusal düzeyde birliğimiz ve örgütlülüğümüzü geliştirme ve güçlendirme sorumluluğu getirmektedir.
Sosyalizm kazanacak!
Yaşasın Enternasyonalizm!
Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halklar, birleşin!
Marksist-Leninist Parti ve Örgütler Konferansı (CIPOML)
Koordinasyon Komitesi