1917 Şubatı’nda, Rusya’da, otokrasiye karşı o tarihten yaklaşık yarım asır önce Narodnikler’in başlattığı köylü karakterli devrimci eylemden, bu süre içinde giderek gelişen ve bilinçlenen işçi sınıfının iktidara geldiği Ekim’e giden süreç içinde mayalanan Sovyet Devrimi’nin kaldıracını oluşturacak olan önemli bir tarihsel eylem yaşandı. Bu tarihsel eylem, kendisine verilen önemi, sadece, dünyanın ilk sosyalist ülkesi olma onurunu taşıyan Rus halkının özgül tarihi içinde tuttuğu yerden almaz; çünkü 1917 Şubat Devrimi, belirli bir coğrafyada yaşayan devrimci bir halka ait özel bir eylem olmaktan daha çok, sınıflar mücadelesi tarihinde, kendisinden birçok dersler çıkarılmaya elverişli bir tarihsel dönüm noktası olması bakımından öne çıkar.
Şubat, Rusya’da işçi sınıfının devrimci birikiminin; sonradan komünist partisi adını alacak olan Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin gerici, zorba çarlık rejimi altında sürdürdüğü amansız mücadelenin; yoğun bir küçük burjuva nüfusa sahip olan bu ülkede proletaryanın, ara sınıfların ürettiği ideolojik ve politik yanılsamaları ortadan kaldırmak için girdiği uzun ve inatçı çabanın ürünüdür ve elbette, bütün bunların sonucu sadece Şubat Devrimi değildir. 1905’te başlayan ve 1917 Şubatı’nda “tamamlanan” burjuva demokratik devrim süreci ile Şubat’tan sosyalist devrime kadar olan zaman içindeki gelişmeler, diğer bütün ülkelerin proletaryası için, devrimci mücadelede yararlanılacak tarihsel bir malzeme, pratik bir model olarak aktarılmış; bu dönemde, partinin zamana ve koşullara bağlı olarak taktik değiştirmekte gösterdiği manevra yeteneği, Bolşeviklerin küçük burjuva devrimcilerle ve liberal burjuvazinin sözcüleriyle sürdürdükleri politik tartışmalar ve onlarla girdikleri ideolojik mücadele sırasında kullandıkları yöntem, dünyayı değiştirmeye muktedir tek gücün ve devrime önderlik edebilme yeteneğine sahip tek sınıfın işçi sınıfı olduğunu söyleyen Marksist dünya görüşünün ve işçi sınıfı politikasının bir kez daha haklılığını göstermiş; bunların üzerinde oluşan birikim genel olarak, işçi sınıfının cephaneliğini güçlendirmiştir.
Gerçekten de, 1905 ve 1917 Şubat Devrimleri sırasında yapılan bütün tartışmalar, eninde sonunda proletaryanın politik iktidarı sorununa bağlanıyor, bu konuda, liberal burjuvaların ve küçük burjuvaziyi temsil eden çeşitli partilerin literatürlerinde yer alan tezlerde ifade edilen görüşler, Bolşeviklerin demokratik devrimde işçi sınıfının rolü üzerine söyledikleriyle ve politik iktidar sorununa bakış açılarıyla çatışıyordu. Şubat Devrimi’nden sonraki dönem, bu düğümün çözüldüğü ve işçi sınıfı ve partisinin geniş halk kitlelerini devrimci politikaya, bizzat eylem içinde tartışarak kazanabildiği bir dönemdi.
Lenin’in “İki Taktik”ten “Nisan Tezleri”ne dek yazdıkları, bu tartışmalara hem ışık tutar hem de Rusya’da, kitlelerin işçi sınıfı politikasına nasıl kazanıldığına dair belgesel bir değer taşır. Bütün bunlardan öte de, Rusçaya uyarlanmış biçimiyle burjuva ve küçük burjuva ideolojiyle nasıl kavga edileceğini ve Marksizm’in bir ülkenin özgül koşulları içinde eylem kılavuzu olarak nasıl kullanılacağını, işçi sınıfının öncü örgütünün karşısına çıkan engelleri nasıl aşabileceğini gösterir. Bu yüzden, Sovyet devrimi çok önemli derslerle doludur. Çünkü ayrıca, hareketin çok hızlı değişip geliştiği, sınıflar arasındaki ilişkilerin durmadan bir boyuttan bir diğerine evrildiği ve oldukça kaygan bir zeminde tezahür ettiği, bu bakımdan da hızlı gelişen süreçleri takip etmek zorlaştığı için, verilen kararların her zamankinden daha çok, tarihsel yazgıyı belirleme niteliğine sahip olduğu Şubat Devrimi’yle başlayan süreç, Bolşevik Parti’yi sürekli olarak hayati kararlar almaya, doğru öngörülerde bulunmaya ve bu kararları her zamankinden daha yetkin bir iradeyle savunmaya zorlamıştır. Öyleyse Şubat ve sonrası, komünistler için “olmak ya da olmamak” gibi iki seçenekten birincisini hangi koşulun ve kararın sağlayabileceğini sezebilme yeteneğinin sınavıdır; çünkü Şubat sonrasında kurulan “ikili iktidar” zamanında politik ibre devrim ile karşıdevrim arasında salınırken, eğer doğru bir tarzda harekete geçilmezse proletarya ve devrim için ölüm vaat edilmektedir. Ama Bolşevik Parti ve Lenin, bu ölümcül karar anlarında, politik sezgi gücünü büyük bir yetenekle kullanmış; Ekim’e gelindiğinde bütün Rusya’da sosyalizm isteyenlerin sayısı hızla artmıştır.
İKİ DEVRİM: 1905 VE 1917 DEMOKRATİK DEVRİMDE İKTİDAR SORUNU VE BOLŞEVİKLER
1905’te, çarın resimlerini taşıyarak Papaz Gapon’la birlikte Kışlık Saray’a yürüyen kitleler, kendisinden inayet bekledikleri “Çar Baba”nın atlı polisleri tarafından saldırıya uğradıklarında oldukça şaşırmışlardı. Çünkü bu, parlamento geleneği olmayan ülkede yaşayan milyonlarca işçi ve köylüyü temsil eden kalabalık bir kitle, yoksul ve eziyetli geçen hayatlarına duydukları öfkeyi yatıştırsın ve bir çare bulsun diye çarı ziyarete gitmişti. Bu oldukça barışçıl ve saf niyetlerle yapılan bir gösteriydi. Ama çar öyle düşünmüyordu. Ortalık kan gölüne döndü.
1905 Devrimi’ni tetikleyen en önemli etkenlerden biri, işte bu iyi niyetli ricacı eylemcilere yönelen saldırı oldu. Zaten 1902’den başlamak üzere Petersburg’da, Bakû’de ve Rusya’nın birçok bölgesinde grevler başlamış; 1905’e gelindiğinde hoşnutsuzluk had safhaya ulaşmıştı: “Çarlık Rusyası’nda kapitalist boyunduruk, çarlık boyunduruğuyla daha da ağırlaşıyordu. İşçiler sadece kapitalist sömürüden insanlık dışı çalışma rejiminden değil, tüm halkla birlikte, her türlü haktan yoksun bulunmaktan da çekmekteydiler. Bu nedenle sınıf bilinçli işçiler, kent ve kırın tüm demokratik unsurlarının çarlığa karşı devrimci hareketine önderlik etmeye çalışıyorlardı. Köylülük topraksızlıktan boğuluyor, çok sayıdaki serflik kalıntısından çekiyordu; çiftlik sahiplerinin ve kulakların borç kölesi durumunda bulunuyordu. Çarlık Rusyası’nda yaşayan uluslar, çifte bir boyunduruk, hem kendi hem de Rus çiftliklerinin ve kapitalistlerinin boyunduruğu altında inliyorlardı. 1900-1903 yıllarındaki iktisadi kriz, emekçi yığınların içinde bulunduğu güçlükleri ağırlaştırmıştı. Savaştaki yenilgiler, kitlelerin çarlığa karşı nefretini bir kat daha arttırdı. Halkın sabrı tükeniyordu” (Stalin, Eserler, Cilt 15, Inter yayınları, s. 73)
1905 Devrimi’ni başlatan koşullar bunlardı. Devrimci dalga kısa sürede gelişti ve çarlık rejimini tehdit etmeye başladı. Ve ilk kez o zaman, gelecekte hem yasama hem de yürütme işlevi görecek ve şimdiye dek idari mekanizmalar hakkında hiçbir fikre sahip olmayan milyonlarca emekçiye devlet yönetme alışkanlığı ve yeteneği kazandıracak; kısaca iktidar organları haline gelecek olan Sovyetler oluşmaya başladı. Kendiliğinden başlayan bu süreç; Sovyet örgütlerinin kurulmaya başlaması, işçi sınıfının devrimci inisiyatifinin bir ürünü ve göstergesiydi ve ilk Sovyet, Ivanovo-Voznessensk işçileri tarafından kuruldu.
Bunu Petersburg işçileri takip etti. Pek çok yerde kurulan organlardan biri olan Moskova Sovyet’i ise bir silahlı ayaklanma örgütledi.
Grevler bütün ülkeyi sarmaya başladığında köylü hareketinde de bir sıçrama görüldü ve giderek yaygınlaştı. Devrim gelişiyordu ve bu yüzden çar, birtakım reformları yerine getirme vaadinde bulundu. Buna göre, liberal bir anayasa hazırlanacak ve temsili bir kurum olan Duma kabul edilecek ve siyasi partiler kurulabilecekti. Böylece devrimci eylem, Rusya’da bazı demokratik adımların atılmasını sağlamış; arkadan gelen, çarın gerici darbesiyle de 1917’de yeniden başlamak üzere bir süre geriye çekilmişti.
1905 Devrimi, Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi ve işçi sınıfı için politik iktidar, devrimin karakteri ve diğer sınıflarla olan ilişkiler açısından önemli tartışmaların yaşanması ve 1917 Şubat Devrimi’nde de bu tartışmaların, değişen koşullara uygun yeni bir içerikle gündeme gelmesi bakımından oldukça zengin bir deneydir. Lenin ve yoldaşları, kısaca, “devrimin yazgısı şuna bağlıdır: îşçi sınıfı, burjuvazinin bir yardımcısı, otokrasi üzerindeki baskısı yüzünden, kuvvet yönünden güçlü, ama siyasal olarak güçsüz bir yardımcısı rolünü mü oynayacaktır, yoksa halk devriminin kılavuzu ve önderi rolünü mü!”‘ (Lenin, Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği, Sol Yay, 1978, s. 9) biçiminde özetlenebilecek ikilemi dayatan gelişmeler sırasında, demokratik devrime, gerçekte burjuva bir karaktere sahip olduğu için liberal burjuvaların önderlik etmesi ve iktidarın bu sınıfa bırakılması; işçi sınıfının da dışarıdan denetleyici bir rol oynaması gerektiğini iddia eden gericilerle mücadele etmek zorunda kaldılar. Çünkü iktidarın, eninde sonunda otokrasiyle uzlaşacak olan bu sınıfa bırakılması devrimin sonuçlarından vazgeçmek anlamına gelecekti.
Lenin, işçi sınıfı için bu ikilemi formüle ederken şöyle diyordu: “Hiç kuşku yok ki, işçi sınıfının eğitimi ve örgütlendirilmesi için henüz yapacak çok, pek çok şey var, ama şimdi en önemli olan, bu eğitim ve örgütlendirme çalışmasında esas siyasal ağırlığı nereye vermemiz gerektiğidir. Sendikalara ve yasal örgütlere mi, yoksa bir ayaklanmaya, devrimci bir hükümet ve devrimci bir ordu yaratma çabasına mı…” (agy, aynı yer)
Devrimcilerin soruya verdiği cevap açıktır ve “iktidarın tümüyle kurucu bir meclise devredilmesini ve bu amaçla genel seçim hakkıyla ve tam bir ajitasyon özgürlüğüyle birlikte çar hükümetinin hemen iktidardan uzaklaştırılmasını ve onun yerine bir geçici hükümetin kurulmasını istemektedirler. Ama böyle bir hükümete katılmanın olanaklı olup olmadığına bakılmaksızın, “sosyal demokrat parti tarafından yönetilen silahlanmış proletarya düşüncesini proletaryanın en geniş kesimleri arasında yaymalı ve devrimin kazanımlarının savunulması, pekiştirilmesi ve geliştirilmesi ve genişletilmesi yolunda geçici hükümete sürekli baskı yapmalıyız”: RSDİP’in üçüncü kongresinde alınan bu karar, devrim sonrasında kurulan hükümetin karşısında işçi sınıfı ve köylülüğü eli kolu bağlı olarak seyirci konumunda tutmak isteyen liberal burjuvazinin sözcülerininkinden ve “devrimin yol arkadaşlarının düşüncelerinden oldukça farklıdır. Ve Lenin’e göre, demokratik iktidarda yer alan proletarya, iktidarı tümüyle ele geçirme perspektifini asla bir kenara bırakmamalıdır. Çünkü zaten, bu iktidarı ideolojik birlik sağlanamayacağı halde burjuvaziyle paylaşmanın nedenlerinden biri, devrimden diğer halk sınıflarının da çıkarının olmasıysa diğeri de, nesnel koşullar nedeniyle kaçınılmaz olarak diğer sınıflarla paylaşılmak zorunda kalman bu iktidarın “başarılı bir halk ayaklanmasının organı olarak görülmesidir. “Demokrasi savaşımının öncüsü ve bu savaşımın başını çeken proletarya, burjuva demokrasisinin ya da yeni savaşımın getirdiği yeni uzlaşmaz karşıtlıkları bir an için bile aklından çıkarmamalıdır.” (agy. s. 18)
İşçi sınıfının köylülükle birlikte kuracağı demokrasinin iç çelişkileri vardır ve akıldan çıkarılmaması gereken de, bu iktidarın ve demokratik devrimin burjuva bir karakter taşıyor olmasıdır. Ama iktidarda yer alan proletarya, devrimden çıkarı olan küçük üreticilerin burjuvalaşma eğilimi içinde olduklarını unutmadan, bu kesimleri kazanma ve burjuva eğilimlerle savaşma yeteneğini gösterirse kazanan, sosyalizm olacaktır.
Yoksul köylülüğü ve proletaryanın yanında yer alabilecek diğer katmanları eğitmenin bir aracı olarak demokratik hükümet, sınıf savaşımının ve işçi sınıfıyla halk kitlelerini örgütlemenin yeni bir olanağı olarak görülür. Ama Lenin bu eğitim faaliyetini sendikalara ve yasal örgütlere sıkıştırmak isteyenlere şiddetle karşı çıkar.
Komünistlerin bu konuda aynı şiddetle tartıştığı kesimlerden biri de “sosyalizmi geciktiriyorsunuz” çığlıkları atan anarşistlerdir.
İşçi sınıfını, sosyalist mücadelede müttefiklerinden uzaklaştırarak yalnız bırakma hevesinde olanlarla demokratik hükümette yer almasını tasvip etmeyerek onu bir kontrolör durumuna indirgeyen kesimlerin fikirleri sonuçta bir ve aynı sonucu vermektedir. Komünistler, dönemin özelliklerine ve koşullarına uygun doğru politikaların ve doğru taktiklerin belirlenmesinin hayati bir önem taşıdığı üzerinde durarak Rusya’nın koşullarında sosyalizme gidişin “mümkün olan tek yol”unun “tek doğru yol”un demokratik cumhuriyet olduğunda ısrar ederler. Ve bu devrimci hükümette yer alan işçi sınıfının siyasal örgütünün, otokrasiye karşı ayaklanmış halkın azami çıkarının ifadesi olan “proleter demokrasinin asgari programını” uygulaması gerektiğini durmadan tekrar ederler. Bir şey daha; “Biz demokratik devrimden sonra derhal ve yalnızca gücümüze, sınıf bilinçli ve örgütlü proletaryanın gücüne dayanarak sosyalist devrime doğru ilerlemeye başlayacağız… Biz kesintisiz devrimi savunuyoruz. Yarı yolda durmayacağız” der Lenin.
1905 yılında yapılan bu tartışmalar, daha sonra 1917’de benzer biçimlerde tekrarlanacaktır. Devrim, karanlık gericilik yıllarını geride bırakarak Şubat’a doğru gelindiğinde, toplumsal hareket bir kez daha artar. Bu hareket, hızına yetişemeyenleri saf dışı bırakırken, Bolşevikler yeni dönemde değişen taktikler ve sloganlar için yeni bir ikna faaliyetine girişmek durumunda kalırlar. 1917 Şubat Devrimi’nin verdiği en önemli derslerden ikisi şudur; sınıf mücadelesinin geldiği her aşamada eski formüllere körü körüne bağlı kalmadan koşullara uygun doğru taktik ve sloganların saptanması belirleyici öneme sahiptir ve ama, bu yetmez, bu sloganların sokaktan da ses getirmesi için geniş kitlelerin ikna edilmesi gerekir. Şubat’tan Ekim’e kadar geçen süre, bu bakımdan emekçilerin, “ikili iktidar”a bağlılıktan koparak “bütün iktidar Sovyetlere” sloganını benimsemeleri için yapılan komünist çalışmanın yoğunlaştığı, sosyalist devrimin şartlarının olgunlaştığı bir dönemdir. Burjuva demokratik devrim Şubat’la artık, tamamlanmıştır.
‘İKİLİ İKTİDAR” VE “BÜTÜN İKTİDAR SOVYETLERE”
Şubat Devrimi, grevler ve silahlı çatışmalarla başladığında otokrasinin ömrünün çok uzun olamayacağı anlaşılmıştı. 1914’ten bu yana süren savaş nedeniyle de, politik ve iktisadi kriz içine giren Rusya’da yıllardan beri “bekleyin yeni bir 1905 gelecek” diyen işçilerin vaadi gerçekleşiyordu. Çar devrildi. Ve devrimin daha ilk günlerinde, 1905’ten beri işçi sınıfının belleğinde yaşayan Sovyetler birer birer, yeniden boy verdi. Ayaklanan işçi ve askerler ki askerler, üniforma giydirilerek cepheye gönderilen köylülerdir, işçi ve asker temsilcileri Sovyetlerini kurmaya başladılar.
Böylece Lenin’in 1905’te İki Taktik’te ayaklanma organları olarak tanımladığı Sovyetler, demokratik işçi-köylü iktidarının araçları olarak tarih sahnesine bu kez daha yaygın olarak çıkmaktaydılar.
Aşağıdan gelen iktidarın karşısında ise, liberal burjuvazinin kapitalist toprak sahipleriyle ittifak halinde oluşturduğu Geçici Hükümet vardı. Devrim, çarlığın devrilmesine yol açmış ama küçük burjuva “Sosyalist Devrimciler”le, Sovyetlerde çoğunluğu ele geçirmiş bulunan Menşeviklerin sayesinde erk, burjuvaziye teslim edilmişti. İşçi sınıfının ve yoksul köylülüğün gücüne inanmayan ve burjuvazinin kuyruğundan ayrılmayan bu iki kesim nedeniyle iktidar, gönüllü olarak gericiliğe verilmişti.
Bu, Rusya için daha önce öngörülmeyen bir gelişmeydi. Beklenilen, 1905’te olduğu ya da o zaman kabaca formüle edildiği gibi, işçi sınıfının köylülükle iktidarı paylaştığı bir demokratik iktidar durumuydu. Ama şimdi öyle olmamıştı. İşçi ve köylülerin Sovyetleri tek başına iktidarda değildi. Bu durum, birçok Bolşevik’in de kafasını karıştırdı. Bu yüzden, Geçici Hükümet’in ve Sovyetlerin kurulmasıyla birlikte demokratik devrimin tamamlandığı, bundan sonra devrimci çabanın, sosyalist devrim hedeflenerek yoğunlaştırılması gerektiği konusunda ikna olanların sayısı fazla değildi; peki şimdi, bu beklenmedik durum karşısında ne yapılacaktı?
Komünist parti, Lenin’in uzak görüşlülüğünün de yardımıyla bu beklenmedik sorunun işçi sınıfı lehine çözülmesinde gereken esnekliği, manevra yeteneğini ve cesareti gösterdi. Üstelik Bolşeviklerin 1905’te yaptıkları parti kongresinde alınan karara göre “tüm halk tarafından tanınan bir kurucu meclis toplamaya yetenekli bir geçici hükümete katılma” ilkesi benimsenmişti. Şubat’tan sonra sürgünden dönen Lenin, Nisan Tezleri olarak tanınan tezlerinde, yeni durumu değerlendirerek Bolşeviklerin bundan sonraki taktiğinin geçici hükümete katılmak olmadığını, tersine bu hükümete karşı savaşmak olduğunu vurguladı. Çünkü işçi vekilleri Sovyetlerinin yaygın bir olgu haline geldiği şu koşullarda, parlamenter cumhuriyet talebi, artık, gerici bir içerik taşıyordu.
1905’teki sorun burjuva demokratik devrimin geliştirilmesiyken şimdi yaşanan süreçte sorun, proleter demokrasisinin nasıl gerçekleştirileceği ve sosyalizme nasıl yürüneceğiydi. Ama tezlerin kabul görmesi için zaman geçmeli ve bunun için Bolşevikler Sovyetlerde gerekli çoğunluğu sağlamalıydı. Lenin’in, üçüncü kongre kararlarına karşın, yeni taktiği saptamakta gösterdiği uyanıklık, tamamen, “somut durumun somut tahlili” ilkesine dayanıyordu. Buna rağmen, Lenin’in; Troçki’nin 1905’te söylediği şeylere ikna olarak fikrini değiştirdiğini iddia edenler oldu. Oysa yine Lenin, daha 1905’te, “Sosyal Demokratlar için yığınlara önderlik etmekte doğru taktik sloganlara sahip olmak bugün son derece büyük bir önem taşımaktadır. Devrimci bir dönemde ilkelere dayanan sağlam taktik sloganların önemini küçümsemek kadar tehlikeli bir şey olamaz” demişti. (İki Taktik, s. 9)
Yine aynı ilke doğrultusunda Bolşevikler, kitleleri harekete geçirmek üzere saptanan “bütün iktidar Sovyetlere” sloganını atmak ya da bir silahlı ayaklanma çağrısı yapmak için koşulların bunun için hazır hale gelmesini beklediler. Ama bu, pasif bir bekleme değildi; kurulan hükümetin barıştan yana değil savaşı sürdürme taraftarı olduğuna, işçi ve köylü dostu değil “emperyalist haydutluk peşinde” olduğuna kitleleri ikna etmek için uzun ve sabırlı bir propaganda çalışması yapmak gerekiyordu. Lenin, durumu nisanda şöyle saptamıştı: “Bugünkü Rusya’da özgün olan şey, proletaryanın bilinç ve örgütlenme düzeyinin yetersizliğinden ötürü, iktidarı burjuvaziye vermiş olan devrimin birinci aşamasından, iktidarı proletarya ve köylülüğün yoksul katlarına devredecek olan ikinci aşamasına geçiştir. … Bu geçişin özelliği, bir yandan azami yaşattıktır (bugün Rusya, savaş halinde bulunan bütün ülkeler arasında, dünyanın en özgür ülkesidir); öte yandan, yığınlara karşı zor kullanılmaması ve en son, kapitalistlerin hükümetine, barışın ve sosyalizmin o en amansız düşmanlarının hükümetine karşı yığınların göstermekte oldukları bilinçsiz güvendir… Partimizin azınlıkta olduğunun ve şimdi zayıf bir azınlık oluşturduğunun bilinmesi… “gerekir. (Lenin, Nisan tezleri, Sol yayınları, 1989, s. 11)
Lenin devam eder, “doğrudan görevimiz, sosyalizmin başlatılması değildir, yalnızca üretimin ve ürünlerin dağıtımının işçi vekilleri Sovyetleri tarafından denetlenmesine derhal geçiştir.” (abç, Nisan Tezleri, s. 12 )
Sosyalizme başlamak için henüz erken, parlamenter demokrasiyi ya da geçici hükümete katılmayı savunmak içinse çok geçti. Ve yine Lenin, yoldaşlarını, “eski formülleri, Bolşevizm’in eski formüllerini tamamlayıp düzenlemeyi bilmek gerek” diye uyarıyordu. Çünkü onlar her ne kadar doğru çıkmışlarsa da somut uygulamaları farklı olmuştu, “bu iktidar ikiliğini eskiden kimse ne düşünürdü ne de düşünebilirdi. Proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğü şimdiden gerçekleşmiş bulunuyor, ama olağanüstü özgün bir biçimde ve çok önemli değişikliklerle… Eskiden yapıldığı gibi burjuva devrimini tamamlama sorununu ortaya atmak, canlı Marksizm’i ölü metinlere feda etmek demektir” (Lenin agy, s. 22-23)
Öyleyse, bundan sonra ikili iktidar durumundan bir an önce kurtulunmaya bakılacaktı. Ama sonuçta ikili iktidar durumu, aşağıdan gelen iktidarla burjuvazi arasında bir tür uzlaşmaydı ve Bolşevikler böyle bir uzlaşma durumunda kitleler adına kendileri eyleme geçemezlerdi. Üstelik henüz yığınlara şiddet uygulamayan hükümet, belirli bir sempati de toplamıştı. Bu yüzden muhaliflerinin Lenin’e yönelttiği Blankizm, iç savaş çıkarma ya da silahlı ayaklanma çağrısı yapma suçlaması Haziran-Temmuz aylarına gelinceye değin, etkili bir karşı propaganda yöntemi oldu. Bolşevikler bütün bunlara sabırla yanıt verdiler. Kitleler hazır hale gelinceye dek, ağızlarına silahlı ayaklanma sözünü almadılar.
Şubat’tan sonra başlayan demokrasi ortamında bütün Bolşevik liderler yurtdışından dönmüş, parti legal faaliyet yürütür hale gelmiş ve Bolşevik yayınlar yasal olarak yayınlanır olabilmişti. Bunu sağlayan, hiç kuşkusuz devrimin kendisiydi. Ancak, şubattan ekime dek geçen süre zarfında siyasal durum birçok kez değişti. Yayınların artık eskisi gibi rahat çıkamadığı ya da Bolşeviklerin kısa bir dönem yeraltına çekildiği, karşı-devrimci saldırıların arttığı dönemler de yaşandı. Ama bu dönemler de “rahat” dönemler kadar kısa ve geçiciydi; Çünkü Rusya, tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar hızlı bir siyasal değişim yaşıyordu. Bolşevikler, “bütün iktidar Sovyetlere” sloganını nisan ayında atmaya başladılar. Ama bu slogan daha ancak, bir propaganda içeriği taşıyordu, Temmuz başlarında, Bolşeviklerin yanlış veya erken bulsalar da başına geçmekte bir an bile tereddüt etmedikleri, kendiliğinden gelişen bir ayaklanma sırasında da; kitleler, bu sloganla harekete geçmiş olmalarına karşın iktidarın alınmasına biraz zaman vardı.
Ama Eylül ayına gelindiğinde Lenin bir kez daha soruyordu “Ne yapmalı?” Ayaklanma zamanı gelmişti ve “şimdiki fırsatı kaçırmak tam bir alıklık tam bir ihanet olurdu” (Lenin agy,s. 170). “Ayaklanma bir sanattır” diye saptamıştı Lenin ve son büyük atak yapılıp iktidar Sovyetlere devredildiğinde, ayaklanma için harcanan onca çabanın karşılığı olarak Bolşeviklerin arkasından milyonlarca Rus emekçisi gelmekteydi.
Şubat Devrimi’nden sonra komünistlerin önüne, kitleleri devrime ve iktidara ikna etme görevini koyan Bolşevik Partisi, Ekim’de artık, milyonlarca Rus işçi ve köylüsünün kurtuluşunun önkoşullarını hazırlayan devrim için, hareket çağrısında bulunmuştu. İkili iktidar döneminde burjuvaziyle kurulan uzlaşma kırılmış, Sovyetlerdeki Menşevik etkinliği tersine dönerek Bolşevikler çoğunluğu sağlamışlardı. Bir zamanlar Kışlık Saray’a Papaz Gapon’la yürüyen yığınların önünde şimdi Bolşevik militanlar vardı. Ve iktidar, Ekim ayında, hiçbir gerici dirençle karşılaşmadan, oldukça kansız bir biçimde ele geçirildi. Devrimin yeni bir dönemi başladı.
Şubat Devrimi, Lenin’in “Paris Komünü ile aynı tipte bir iktidar” diye tanımladığı Sovyet örgütlenmesini, proleter demokrasisinin bir organı olarak tarih sahnesine çıkardı. Bu iktidarın başlıca belirtici özellikleri yine Lenin tarafından şu şekilde saptandı:
“-İktidar kaynağı, bir parlamento tarafından daha önce tartışılmış ve onaylanmış bir yasa değil, ama halk yığınlarının dolaysız yerel, aşağıdan gelen girişkenliği, yaygın bir deyim kullanmak gerekirse dolaysız bir zorlamadır.
– Halktan ayrı ve halka karşı kurumlar olan polis ve ordunun yerine, tüm halkın doğrudan silahlanması geçmiştir; bu iktidar altında, kamu düzeninin korunmasını silahlı işçiler ve köylüler, silahlı halk, kendileri gözetir.
Memurlar topluluğu da, bürokrasi de halkın dolaysız iktidarı ile değiştirilmiş ya da hiç değilse özel bir denetim altına konmuştur.” (Nisan Tezleri s. 16)
Böylece, Fransız Devrimi’nin gündeme getirdiği demokrasi tartışmaları, Şubat Devrimi’ndeki ikili iktidar döneminde, proleter demokrasisi tartışmasının başlamasıyla yeni bir boyuta evrildi. Şubat, burjuva demokrasisi ile proleter demokrasinin, demokratik devrimle sosyalist devrim arasındaki kesintisiz ilişkinin, demokratik devrimden sonraki iktidar sorununun pratik olarak çözümlenip ilkelere bağlandığı bir tarihsel dönem oldu. Komünistlerin (RSDİP, Lenin’in önerisiyle, Şubat Devrimi’nden sonra Komünist Partisi adını alacaktı), bu çok hızlı değişen siyasal koşullarda gösterdikleri direşkenlik ve uzak görüşlülük, bu iki demokrasi arasındaki farkın ortaya konmasını sağlarken Rus halkı da kendi deneyleriyle bunu bütün dünya halklarına gösterdi. Kışlık Saray’ın alınması ve genel olarak işçi sınıfının iktidara gelmesi; bütün iktidarın Sovyetlere geçmesi neredeyse “tek bir silah patlamadan” gerçekleşmişti, ama yine bu dönemde devrimin barışçıl koşullarda gerçekleşmesiyle iç savaş ilişkisi üzerine çok şey tartışıldı. Bolşevikler ve Sovyetlerde örgütlenen halk, silahlı mücadeleye de hazırlanmışlardı. Gerici Kornilov Ayaklanması’nı bastıran da Sovyetlerde silahlanmış olan işçiler ve köylülerdi. Ve elbette bu durum, zaten siyasi ve ekonomik bakımdan krizde olan egemen sınıfların sahneyi telaşla terk etmesine yol açtı. Kitleler Kışlık Saray’a doğru yürürken Kerenski’nin bir otomobille savaş meydanını terk ettiğini herkes gördü.
Şubat Devrimi, ayaklanmayı bir sanat olarak tanımlayan Bolşeviklerin ince ince işledikleri bir şaheserdi.
Şubat 1995