Aşağıdaki yazı Devrimin Sesi’nin Mart 1995 sayısından alınmıştır. Geçmiş kadın mücadelelerinin günümüze aktarılması gereken deneylerini özetleyen, mevcut kadın faaliyetinin yığınsal bir kadın hareketine genişleyebilmesi için oturması gereken zemine ve faaliyetin diğer sorunlarına eğilen bu yazının okuyucularımızca dikkatle inceleneceğini umuyoruz.
Kapitalizmin ucuz işgücü olarak, kitleler halinde emek pazarına, vahşi sömürünün çarkları arasına sürdüğü kadın işçilerin, dünya proletaryasının kapitalizme karşı yürüttüğü dişe diş mücadelelerin bir parçası olarak, üzerlerindeki katmerli sömürüye ve siyasal hak eşitsizliğine karşı verdikleri büyük mücadeleler içinde doğdu, 8 Mart uluslararası kadınlar günü.
8 Mart 1857’de New York’ta 100 bine yakın tekstil işçisi kadın, “eşit işe eşit ücret”, iş saatlerinin kısaltılması ve seçme ve seçilme hakkı vb. taleplerle greve çıktılar, fabrikaları işgal ettiler, sermayenin kolluk güçleriyle dişe diş çatışmalara girdiler.
İşçi ve emekçi kadınlar daha önce de, Fransız İhtilali’nde, 1830 ve 1848 ayaklanmalarında olduğu gibi, bütün toplumsal devrim ve ayaklanmaların aktif bileşeni olmuşlardı. Ancak, New York’lu kadın işçilerin 100’e yakın ölü pahasına, ortak sınıfsal taleplerin yanı sıra, kadın olarak aşağılanmaya karşı, eşit işe eşit ücret, siyasal ve toplumsal yaşamda hak eşitliği talepleriyle başlattıkları ve işçi sınıfın bütün örgütlenme ve mücadele yeteneğini ve gücünü ortaya koyan bu direniş bir işçi kadın hareketi olarak cereyan etti ve kapitalizmin, evlerinin köleleştirici kalın duvarlarının arasından çıkarıp toplumsal üretim alanını sürdüğü kadınların sınıflar mücadelesi sahnesine, erkek sınıf arkadaşlarının destekçisi olarak arkalarında değil, yoldaşları olarak omuz başında yer almak üzere çoktan çıktığını gösterdi.
New York’lu kadın işçilerin bu tarihi başkaldırısının gücü ve etkisi aynı zamanda kadın hareketinin, işçi sınıfı hareketinin talepleriyle birleşen bir işçi kadın hareketi temelinde örgütlendiği takdirde başarıya ulaşabileceğini ortaya koydu.
1857’den sonra da, kapitalizm geliştikçe ve bir dünya sistemi haline geldikçe, bütün dünyada kadınları daha fazla emek pazarına çekerken, aynı zamanda milyonlarca kadın, işçi sınıfının bir parçası olarak mücadeleye yöneldi.
Paris Komünü, 1905 Devrimi, büyük Ekim Devrimi ve 20. yüzyılın bütün sosyalist ve anti-faşist, anti-emperyalist mücadelelerinde kadınlar yiğitlik destanları yazdılar, büyük yaratıcı ve mücadeleci potansiyellerini ortaya koydular, toplumsal mücadelelerde yerlerinin cephe gerisi olmadığını gösterdiler.
İşçi kadınların mücadele içinde artan ağırlığı sosyalist kadın hareketlerini doğurdu. Kapitalizmin emperyalizm aşamasına evrilmesiyle, tekellerin pazar sömürüsüne ve baskısına, emperyalizm döneminin bir ürünü olan faşizmin terörüne maruz kalan sınıf dışı halk kesimlerinden emekçi kadınların da mücadeleye yönelmesiyle birlikte, bütün emekçi kadınları, kadın hareketini devrim ve sosyalizm mücadelesinin bir bileşeni yapacak ortak bir mücadele platformu etrafında birleştirmenin aracı ve olanağı olarak demokratik kadın hareketleri doğdu. İşçi ve emekçi kadınlar bu mücadeleler içinde sayısız isimsiz kahramanın yanı sıra, dünya çapında siyasal önderler yetiştirdiler.
New York’lu kadın işçilerin başkaldırısından bu yana, işçi sınıfının dünya çapında kapitalizme ve emperyalizme karşı yürüttüğü mücadeleler ve kadına özel mülkiyetin ortaya çıkmasıyla birlikte elinden alınan insanlığı geri veren sosyalizmin kazanımları sonucu, bütün dünyada olmasa da, dünyanın önemli bir bölümünde, o dönemdeki mücadelelerin taleplerinin elde edilmesinde ve kadınların hukuksal hak eşitliğinin sağlanmasında önemli başarılar elde edildi.
Ancak üstyapısal alanda elde edilen bu başarılar ve kazanılan mevziler, emeğin sermaye, kadının erkek tarafından köleleştirilmesi üzerine kurulu olan kapitalizmin iktisadî yasalarının hüküm sürdüğü koşullarda erkek ve kadın işçinin emeğinin özgürleşmesine yol açmadığı gibi, kadının erkek karşısında özgürleşmesine de yol açmadı. Tersine kadının aşağılanmasının ve işçi ve emekçi kadınlar üzerindeki çifte boyunduruğun koşullarını yenileyerek ve genişleterek yeniden üretti ve üretmeye devam ediyor.
“Kutsal” bir örtü altında sunulan, gerçekte özel mülkiyet ve çıkarlar üzerine oturan aile kurumunun yanı sıra, bütün ekonomik ve toplumsal ilişkileriyle kadının açıkça kendini ve kadınlığını pazarlamasının koşullarını sürekli yeniden üreten, kadını bir reklâm ve “zevk” aracına dönüştürerek insanlığını ayaklar altına alan kapitalizm, ev işlerini “özel hizmet” olmaktan çıkaramadığı ve çıkaramayacağı için, iş gücünün yeniden üretimi demek olan ev işlerini ve çocuk bakımını, karşılıksız “özel hizmet” olarak kadının omuzlarında bırakmış ve dolayısıyla, toplumsal üretim alanına sürdüğü işçi ve emekçi kadınların üzerinde çifte bir sömürüye yol açmıştır.
Siyasal ve hukuksal hak eşitliği alanında sağlanan gelişmeler, işçi ve emekçi kadınların sınıfsal köleliklerinin yanı sıra, kadın cinsi olarak köleliklerinin kaynağının da özel mülkiyet ve ücretli kölelik sistemi olduğu gerçeğini daha net görmelerinin ve bu temeli ortadan kaldırmak ve çifte köleliğe son vermek üzere devrim ve sosyalizm mücadelesine daha güçlü katılmalarının olanağını yarattı.
Ülkemizde de kadınlar, toplumsal üretim ve yaşamdaki artan ağırlıklarına bağlı olarak özellikle 60’lı yıllarda başlayan yükselişle birlikte hızla toplumsal mücadele sahnesinde yer almaya başladılar. Ve daha öncesi bir yana, 80’li yılların ortalarından itibaren kadınlar, yükselen sınıf ve halk hareketi ve Kürt ulusal özgürlük mücadelesinde, önceki dönemlerle kıyaslanamayacak ölçüde kitlesel ve etkin biçimde yer almaya başladılar.
’89 bahar eylemlerinde kadın işçiler ve ağırlıklı olarak kadın işçilerin çalıştığı fabrika ve işletmeler başı çektiği gibi, son beş yılın bütün eylem ve direnişlerinde de kadın işçiler mücadelenin ön saflarında yer aldılar. İşçi eşi emekçi ev kadınları, bu mücadele ve direnişlere büyük destek sundular. Fabrika direnişlerinde sabahladılar, Zonguldak direnişine güç kattılar. Gebze direnişinde olduğu gibi, polis ve jandarma saldırılarını militan direnişlerle yanıtladılar.
Kamu çalışanlarının son altı yıldır yükselme süreci yaşayan ve 20 Aralık genel greviyle yeni bir aşamaya gelen mücadelelerinde kadın memurlar büyük oranda bu mücadelede yer almakla kalmadılar, birçok alanda başından itibaren öncü rol oynadılar.
Kürt kadınları, feodal kalıntıların ve değer yargılarının ezici baskısına karşın, kendilerini kuşatan feodal baskı ve gelenekler çemberini yararak mücadele sahnesine çıktılar. Serhıldan’lara imzalarını attılar, sürüldükleri kent varoşlarında bağırlarında yeni ve daha ileri mücadelelerin güçlerini mayaladılar.
Sınıf ve halk hareketinin genel yükselişine bağlı olarak, işçi ve emekçi kadınların mücadeleye her geçen gün büyüyen katılımı, genel sınıf ve halk hareketinin ve devrim güçlerinin bir bileşeni olarak bağımsız bir emekçi kadın hareketinin yaratılmasının zeminini geliştirdi. Mücadeleye atılan ve düzene karşı öfke içinde olan ve uyanış sürecine giren işçi ve emekçi kadınları ve onların mücadele potansiyelini bütünüyle kucaklama açısından henüz yolun başında olunmakla birlikte, bu doğrultuda önemli adımlar atıldı ve küçümsenemeyecek ilerlemeler kaydedildi.
Komünistler tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de, kadınların mücadeleye katılması doğrultusunda siyasal faaliyetin pratik örgütlenişinde, genç olmaktan ve gerekli örgütsel tecrübe birikiminden yoksun olmaktan kaynaklı darlıklar ve gerilikler taşısa da, kadın sorununu ele alışta insanlığın özgürleşmesinin aynı zamanda insanlığın yarısını oluşturan kadın cinsinin özgürleşmesi demek olduğu ve her türlü sömürü ve baskıya son verecek olan insanlığın ışıklı geleceği komünizme giden yolda zorunlu bir ara kavşak olan sosyalizmin zaferinin de, işçi ve emekçi kadınların mücadeleye kazanılmasına bağlı olduğu gerçeğinin bilinciyle hareket ettiler.
Son yıllarda, yığınsal bir emekçi kadın hareketi yaratılması doğrultusunda atılan adımlarda da, sorunun önemine uygun planlı ve ısrarlı bir örgütsel ve politik çalışma açısından mazur görülemeyecek ve mutlaka aşılması gereken eksiklik ve zaaflar taşımakla birlikte, partimizin her alanda yürüttüğü faaliyetlerin ve özellikle komünist kadınların katkısı da bu gerçeğin bir göstergesidir.
Yığınsal bir emekçi kadın hareketi yaratma doğrultusundaki faaliyetler bunun yanı sıra, üzerine basılacak ve tecrübelerinden yararlanılacak bir gelenekten yoksun olma gibi önemli bir dezavantaja da sahiptir. 70’li yıllarda da kadınların her alanda mücadeleye güçlü bir akışı ve katılımı olmasına karşın, kadınları örgütlemeye yönelik özel faaliyet çeşitli siyasi akımların çevresinde yer alan politikleşmiş kadınların ayrı dernek çatıları altında bir araya getirilmesinin ötesine geçememiştir.
Geçtiğimiz yıl içerisinde, esas olarak hareketin kitleselleşme eğilimine girmesi ve yaratıcı ve mücadeleci potansiyellerini ortaya koymaya başlayan işçi ve emekçi kadın kitlelerinin hareketin inisiyatifini ellerine alma “tehlikesine” karşı küçük-burjuvazinin direnişi ve bu “tehlikeye” kendini koruma çabasının ifadesi olan, küçük-burjuva devrimci çevrelerin antidemokratik tüzük önerisi üzerine emekçi kadın hareketinde yaşanan tartışma ve ayrışmalar, aynı zamanda bu olumsuz geleneğin, üstelik 70’li yıllardaki içtenliğini ve doğallığını da yitirerek bozuşmaya uğramış küçük-burjuva devrimciliği zemininde, devamı özelliği de taşımaktadır.
Kendilerine “ait” inisiyatifi emekçi kadın kitlelerine kaptırma “tehlikesinden” uzak bir “birlik” oluşturarak, kendilerini hareketin bütünüyle dışına düşmeye mahkûm etmiş olan bu tür anlayışlar, emekçi kadın hareketi yığınsal bir harekete dönüşme yolundaki ilerleyişini sürdürdüğü takdirde bütünüyle etkisizleşecektir.
Emekçi kadın hareketi, aynı zamanda bütün devrimci-demokrat kadın çevrelerinin bu alandaki faaliyetlerini birleştirecek bir mücadele platformuna sahiptir ve bu çevreleri de etrafında birleştirme politikasını sürdürmelidir. Ancak yığınsal bir kadın hareketinin aracı olacak bir kadın birliğinin salt politikleşmiş kadınların örgütü olamayacağı gibi, sayısı milyonlarla ifade edilen işçi kadınların yanı sıra, dizginsiz tekelci sömürüye ve faşist diktatörlüğün baskı ve terörüne maruz kalan milyonlarca emekçi kadının düzene karşı öfke büyüttüğü koşullarda, faaliyetinin merkezine politikleşmiş kadınları kazanmayı koyamayacağı da açıktır.
Emekçi kadın hareketinin, bütün bu emekçi kadınlar kitlesinin ortak ekonomik, siyasal ve özgül demokratik taleplerini ifade eden bir mücadele platformu doğrultusunda, bütün emekçi kadınları uyandırma, kucaklama ve sermaye ve diktatörlüğe karşı seferber etme perspektifiyle faaliyet sürdürmesi gerekmektedir.
Ne denli büyük bir mücadele gücüne sahip olduklarını bugüne kadar yaşanan sayısız grev ve direnişte ortaya koyan, yoksul ve işçi semtlerinde emekçi kadınların ve aydın kadınların önemli bir mücadele potansiyeli taşıdıkları ve onları kucaklamayı başaramayan bir kadın hareketinin eksik kalacağı kuşkusuzdur. Ancak şu da tarihsel tecrübelerle sınanmış açık bir gerçektir ki, omurgasını işçi kadınların oluşturmadığı ve esas olarak yığınsal bir işçi kadın hareketi olarak gelişmeyen bir kadın hareketi, sınıfın dışındaki geniş emekçi kadın kitlelerini de etrafında birleştirme, milyonlarca ve milyonlarca kadını, kadının köleliğinin maddi temelini oluşturan özel mülkiyet sistemine son verecek olan sosyalizmin orduları olarak örgütlenmede yetersiz kalacaktır.
Bu nedenle emekçi kadın hareketi öncelikle, çok sayıda kadın işçinin çalıştığı işletme ve fabrikaları ve azımsanmayacak sayıda var olan hemen tümüyle kadınların çalıştığı fabrikaları esas almalıdır.
Bu alanda emekçi kadın hareketini örgütlemenin yöntem ve araçları sorununa da değinmek gerekirse: Emekçi Kadınlar Birliği, işçi sınıfının sermaye ve kapitalizme karşı birleşik mücadelesinin asli araçları olan sendikaların yerine ikame edilemeyeceği gibi, sınıfın sendikal ve siyasal eyleminden ve örgütlenmesinden bağımsız ve onun dışında bir örgütlenme de değildir. Emekçi Kadınlar Birliği kendisini işletme ve fabrikalarda sendikaların yerine koyamayacağı gibi, işçi kadın kitlelerini sendikaların dışında ve yeniden örgütlemeyecek ve buralardaki faaliyetinin içeriğinin sendikal mücadele ve eylemden kopuk olmayacaktır. Tersine, Emekçi Kadınlar Birliği ağırlıklı olarak ya da bütünüyle kadın işçilerin çalıştığı işletmelerdeki sendika şubelerine ve kadın işçilerin şu veya bu oranda çalıştığı işletme ve fabrikalarda sendikaların kadın komisyonlarına dayanmalı ve onların üzerinden yükselmelidir. Emekçi Kadınlar Birliği bir ikinci durumda işletmelerdeki faaliyetinde, sendikaları özel kadın komisyonlarının örgütlenmesi doğrultusunda zorlama hedefine sahip olmalı ve bu komisyonları oluşturma ve faaliyetini örgütleme sorumluluğunu üstlenmelidir.
İşçi kadınlarda sendikalaşma oranının son derece düşük olması, emekçi kadın hareketinin güçlü bir işçi kadın hareketi olarak gelişmesi açısından da kuşkusuz önemli bir sorundur.
Sigortasız olarak çalıştırılan ve en ilkel çalışma koşullarında ve en ağır sömürüye tabi tutulan yüz binlerce işçi kadının varlığı bir sır olmadığı gibi, yapılan istatistiklere göre sigortalı kadın işçilerin sayısı 2 milyon civarındayken bunları yalnızca 200 bini sendikalıdır.
Emekçi Kadınlar Birliği sendikanın olmadığı ve kadın işçilerin yoğun olarak çalıştığı fabrika ve büyük sanayi sitelerinde, aynı zamanda işçi kadınların sendikal örgütlenmesini de destekleyen bir faaliyet içinde olmalı ve buralarda da sendikal mücadeleye yaslanmalıdır.
Emekçi kadın hareketi, kamu çalışanları içinde de sendikaların kadın komisyonlarına, gençlik derneklerinde genç kız gruplarına dayanmalıdır, işçi ve emekçi semtlerinde ise doğrudan Emekçi Kadınlar Birliğinin organları olarak emekçi kadın grupları örgütlenmelidir.
İşçi ve kamu çalışanı kadınların sendikal mücadelesi ve eylemi ve Emekçi Kadınlar Birliği Platformunda devrimci- demokratik kadın hareketi karşılıklı olarak birbirini besleyen ve güçlendiren bir ilişki içinde olmalıdır. Bu gerçekleştiği oranda ve sendikal eylemle demokratik kadın hareketi arasında, işçi ve emekçi kadınların günlük mücadelesi içinde canlı bir mücadele bağı yaratılabildiği takdirde, Emekçi Kadın Birliği, yığınsal ve canlı bir kadın hareketine dönüşebilecektir.
Son yıllarda sınıf ve halk hareketindeki yükselişle beslenen, emekçi kadın hareketindeki olumlu gelişmelerle birlikte, 12 Eylül yenilgisinin yarattığı zeminde boy veren ve burjuvazinin kadın hareketini, kadının köleliğinin gerçek temeli olan özel mülkiyetçi sisteme yönelmesini engelleme ve sistem içinde tutma politikasının ürünü olan burjuva- feminist hareketlerin etki alanı önemli ölçüde daraldı.
Sermaye ve diktatörlüğün ekonomik ve siyasal saldırılarının dizginsiz bir boyut alması, kadın-erkek işçi ve emekçi kitleler için iş-ekmek talebinin yakıcı ve yaşamsal bir talep haline gelmesi ve hareketin bu acil talepler etrafında yükselmesi burjuva-feminist “kadın hakçısı” akımların örgütlenme ve etki alanlarının daralmasının ve genel sınıf ve halk hareketinin talep ve eylemleriyle paralellik içinde ve onun bileşeni olarak emekçi kadın hareketinin örgütlenmesinin objektif zeminin oluşturdu ve olanaklarını genişletti.
Ancak, sermaye ve diktatörlüğün bu ekonomik ve siyasal saldırılarını püskürtmeyi, kadın-erkek bütün işçi ve emekçilerin acil talebi olan iş-ekmek ve özgürlük talebini günlük mücadelede eksen almadan bir emekçi kadın hareketinin yaratılamayacağı ne denli açık bir gerçekse, kadınların taşıdığı mücadele potansiyelinin kendisi için taşıdığı tehlikelerin boyutunu, tarihsel tecrübeleriyle çok iyi bilen burjuvazinin kadın hareketini kendi potasında eritme çabasından geri durmayacağı da o denli açık bir gerçektir.
Bu nedenle, iş ve ekmek gibi yaşamsal taleplerin öne çıktığı bugünkü koşullarda da, kadınların özgül demokratik taleplerine ve kadınlara yönelik özel saldırılara ilgisiz kalınmasının bu alanın burjuva-feminist akımlara açılmasına yol açacağı gerçeği unutulmamalıdır.
Emekçi kadın hareketinin maddi temelinin, kadınların işçi ve emekçi olarak sorun ve taleplerinin yanı sıra, özel mülkiyetçi erkek egemen toplumun ekonomik ve sosyal ilişkileri tarafından belirlenen, özgül sorun ve maruz kaldıkları özel saldırılar olduğu gerçeği gözden ırak tutulmamalı, sınıfın ve genel halk hareketinin eylem ve gündemiyle birleşmenin doğru politikası, sınıfın ve halk hareketinin gündem ve taleplerini olduğu gibi naklederek değil, özgülleştirilerek; kadınların özgül sorun ve talepleriyle birleştirilerek yürütülmelidir.
İşçi ve emekçi kadınlar içerisinde, sosyalizm propagandasının sürekli canlı tutulması ve kadının kurtuluşunun özel mülkiyet sisteminin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olacağının en geniş işçi ve emekçi kadın kitlelerine kavratılması ve kadın hareketinin devrim ve sosyalizm mücadelesinin bir gücü haline getirilmesinin yanında, emekçi kadın hareketinin yaratılması faaliyetlerinde deney ve tecrübe eksikliğinden dolayı yaşanan eksiklik ve zaafların giderilmesinin sorumluluğu da öncelikle komünistlerin ve özellikle de komünist kadınların omuzlarındadır.
Nisan-Mayıs 1995