Latin Amerika ve uluslararası devrimci hareket, önemli bir darbe aldı. Uluslararası devrimci hareketin güçlü kollarından biri olan Farabundo Marti Ulusal Kurtuluş Cephesi (FMLN), 1992 yılı başında iktidardaki Amerikancı faşist Milliyetçi Cumhuriyetçi İttifak partisi (ARENA) ile yaptığı barış anlaşması uyarınca gerilla birliklerini ve silahlı örgütlenmeleri dağıttı. 1970’lerin ikinci yarısından bu yana sürdürülen gerilla ve halk savaşı, kazanımlarını kaybetme yoluna girdi. Başta FMLN önderleri olmak üzere, tüm ülkelerdeki oportünist parti ve akımlar, bu adımı, “büyük bir laktik manevra”, “aktif bir politika zaferi” olarak ilan ettiler. Ülkemizde de başta Kürt reformcuları olmak üzere Kurtuluş ve Emeğin Bayrağı gibi dergi çevreleri FMLN’yi “desteklediklerini” vurguladılar. El Salvador devrimci hareketinin girdiği teslimiyetçi yol, ülkemizde özellikle faşist devlete ve PKK’ya “barışçıl ve siyasi çözüm “önerenlerin başını döndürdü. Bu yazıda FMLN’nin son adımını Latin Amerika ve uluslararası devrimci harekete etkileri yönünden ele alacağız. Ülkemizde PKK’nın “barışçıl ve siyasal çözüm” için kolları sıvadığı ve hükümete süre tanıdığı koşullarda küçük burjuva devrimciliğini ele alarak eleştirmek ve dersler çıkarmak bir zorunluluktur.
Bilindiği gibi 16 Ocak 1992’de FMLN ile hükümet arasında yapılan görüşmeler anlaşma ile sonuçlanmış, 75 bin emekçinin yaşamına mal olan kanlı iç savaş, asgari bir kazanımın dahi uzağında bir “barış anlaşması” ile son bulmuştu. El Salvador’da yapılan anlaşmanın ilkeleri gerillanın reformist bir çıkmazda olduğunu gösteriyor. FMLN, geniş emekçi kitlelerin hiç bir sınıfsal talebini elde edemediğini anlaşma ili ortaya koymuştur.
FMLN’nin artık ‘yasal bir radyosu”, “geniş propaganda olanakları” ve hatta bir siyasi parti kurarak seçimlere katılma şansı(!) doğmuştur. Anlaşma uyarınca toprak reformu FMLN’nin kimi yöneticilerine yönelik olarak çıkarılmış -Bu yöneticileri reformize etme amaçlıdır-, mülkiyet ilişkilerine ve “kahve baronları” da denilen “On dört, oligark aile”nin hâkimiyetine sözle dahi dokunulmamıştır. Anlaşma, proletaryanın çıkarlarına ve sınıf taleplerine hiç değinmemiş, yalnızca “devletin, işçi-işveren kesimleri arasında bir toplantıya çağrılması yükümlülüğünü” belirtmiştir. Anlaşmanın üzerinden bir yılı aşkın süre geçtiği halde karşı-devrimci burjuvazi devlet iktidarını, gizli kontra örgütünü bütünüyle korumuştur. Amerikancı faşist parti, iktidarda ve orduda, devlet aygıtında faşizm suçluları “görevlerine” devam ediyor. Şu sıralarda CIA görevlileri ile eski devrimci önderler, Salvador halkının yüksek menfaatlerini korumak için ortak toplantılar ve planlar yapıyorlar!
Salvador’da işçi sınıfı ve emekçilerin yaşadığı süreç, Nikaragua’nın yaşadığı süreç ile aynıdır. FMLN ile FSLN aynı dünya görüşünün iki ayrı görünümüdür. FMLN ile FSLN, Orta Amerika’nın diğer çoğu gerilla örgütlerinin tarihsel uzlaşmalarının akabinde aynı kaderi paylaşmıştır. ‘80’li ve ‘90’lı yıllar Latin Amerika’da karşı devrim yılları oldu. Bu iki, on yılın tarihsel arka planı emperyalist kapitalizmin şahlanma yıllarıdır. Bu arka planın başlıca karakteristiklerini, sosyalizm maskesi altındaki modern revizyonist sistemin yıkılması, devrim ve sosyalizm mücadelesinin dünya ölçeğinde geri çekilmesi, dünya proletaryasının tek kalesi Arnavutluk’un çözülmesi ve emperyalizmin tarihte eşi görülmemiş antikomünist ve karşı-devrimci kampanyası oluşturur. ABD emperyalizminin Yeni Dünya Düzeni ideolojik zırhıyla gerçekleştirdiği saldırı kampanyası, başta küçük burjuva önderlikli devrimci hareketleri dize getirmişti. Şili, Arjantin, Uruguay’da gerilla örgütleri yasal bir parti oluşturarak seçimlere katılmışlar, tipik burjuva iktidar ya da muhalefet partileri haline gelmişlerdi. Nikaragua’da Sandinistler silahla kazandıkları iktidarı seçimle ABD uşağı Chamoro’ya devretmişlerdi. Salvador, aynı yolu izledi. ABD’nin “yardımları” ve gücü, SSCB’nin dağılması süreci FMLN’yi son adımı atmaya ikna etti.
1960’LARDAN GÜNÜMÜZE LATİN AMERİKA
2. Dünya Savaşıyla birlikte klasik sömürge sisteminin dağılmasından sonra dünyaya baştan sona devrimci bir atmosfer egemen oldu. Sömürge ve bağımlı ülkelerin hakları elde silah emperyalizme karşı zaferler kazanıyor, sosyalist kamp kuruluyor, emperyalist metropollerde işçi, öğrenci ve ezilen ırkların hareketi sistemi tehdit edecek boyutlara varıyordu. Dünyanın hemen hemen her bölgesinde silahlı hareketler kuruluyor, silahların eleştirisiyle iktidarlar fethediliyordu. Devrimci, komünist ve antiemperyalist fikir ve düşünceler hızla yayılıyor, sosyalizmin prestiji had safhaya ulaşıyordu. Vietnam ve Küba devrimleri dünya gençliğini ve ezilen halklarını ayağa kaldırıyor, Filistin halk kurtuluş mücadelesi Ortadoğu’da dengeleri tehdit eder konuma yükseliyor ve tüm ezilen uluslara cesaret ve moral kaynağı oluyordu.
ABD’nin arka bahçesi olan Latin Amerika, Küba devrimiyle sarsıldı. Küba devrimi, Orta, Güney Amerika ve Afrika’nın bazı ülkelerinde ulusal kurtuluş mücadelelerine siyasal ve manevi destek sundu. Yine Küba’nın ABD’nin “Domuzlar körfezi çıkartmasını” püskürtmesi devrimci coşkuyu arttıran bir etken oldu. Küba devrimi, tüm ülkelerde devrimci ilham kaynağı oldu. Bu devrim, başta Latin Amerika olmak üzere, dünyanın birçok bölgesinde ideolojik, siyasi, örgütsel açıdan yeni bir rüzgârın esmesine neden oldu: Silahlı eylemcilik ya da Fokoculuk. Latin Amerika’nın genelinde mücadele eden gerilla örgütlerinin hepsi 1960-70 yıllarında kuruldu.
Her devrimin ve devrimci mücadelenin temel bir yasası olarak “devrim, karşı-devrimi geliştirir ve ilerletir”. Latin Amerika’da da böyle oldu. Domuzlar Körfezi Çıkartmasının püskürtülmesinden sonra, bölge çapındaki devrimci gelişmenin de etkisiyle, ABD, yeni saldın araçları yaratmaya yöneldi. ABD, her dönem arka bahçesi olarak gördüğü Latin, Amerika’daki “yangını” söndürmek için “yardım amaçlı” “ilerime için birlik programı” planını devreye soktu. Bu program kapsamında bölgedeki gerici devletlere askeri, ekonomik, teknik personel “yardımı” yapıldı. Yeni sömürgeci bağımlılık böylece derinleştirildi. Merkezkaç eğilimi gösteren devletler, darbe, şantaj ve işgal gibi tehdit ve müdahalelerle hizaya getirilmeye çalışıldı.
İlerleme İçin Birlik tarımda topraksızlığı derinleştirdi. Sömürü daha da katmerleşti. Kırda ve kentte vahşi kapitalist sömürü açlık ve işsizliği artırdı.
İlerleme İçin Birlik’in önemli bir yönü sendikal “eğitim”di. 1966’da yüzlerce işçi sendikası yöneticisi, ABD ve Porto Riko’da “eğitim”den geçirildi Yine bu plan dâhilinde kıtanın değişik ilkelerinden, 1682 subay 1975 yılına kadar “eğitim”den getirildi. ABD’nin bu subayları darbecilik ve kontra eğitiminden geçirdiği bilinen bir şeydir.
Emperyalizmin “dış” programına çeşitli iç programlar eşlik etti. Guatemala’da sosyalizmin ve devrimin korkutucu tehdidiyle birlikte “manevi sosyalizm” dönemini başlattı. Sosyalizmin prestijini gösteren “manevi sosyalizm” gerçekte ağır bir devlet kapitalizmi idi. Amacı ise, yerel sanayiyi ve ulusal burjuvaziyi geliştirmekti.
Guatemala’da 800 bin köylüyü kapsayan “köy koruculuğu” sistemi örgütlendi. Yine bu Ülke 1954’de ilk kontra ve darbe senaryolarına maruz kalan ülke oldu.
Nikaragua’da 1974’de ilan edilen sıkıyönetimden sonra koyu bir faşist terör estirildi. FSLN ağır darbeler aldı. Sıkıyönetim iki yıl sonra kitle muhalefeti sonucu kaldırıldı. Mücadelenin sertleşmesiyle birlikte inisiyatif UDEL ve FAO’dan FSLN’ye kaydı. FSLN’nin kitlesel devrimci terörü sonucunda iktidar 19 Temmuz 1979’da Sandinistler’in eline geçti. FSLN ideolojik görüşlerini Sandino’dan alan halkçı-devrimci bir örgüttü. Sandino’nun görüşleri ütopik sosyalizm ile burjuva sosyalizminin tipik bir, bileşimiydi. Bu yıllarda Nikaragua devrimi, İran devrimi ile birlikte dünya devrimine kan sağladı.
ABD, Nikaragua’nın üzerine her zamanki demagojik propagandası olan “komünist yayılmacılık ve Amerikan vatandaşlarının can güvenliğinin olmadığı” gerekçesiyle saldırdı. Para ve silahla beslenen “Contra”lar, fabrikalara, ekonomik kuruluşlara yönelik sabotaj eylemlerini artırdılar, 1981-84 arası kontralara 80 milyon dolar, para yardımı yapan ABD, işgal tehditleri savurmaktan da geri durmadı.
Sandinistler Somoza ailesinin işletmelerini, balıkçılık ve mali sistemi devletleştirdi. Dışta kontralara karşı savaşan Sandinist Hükümet içte burjuva çoğulcu bir sistem uygulamaktan kaçınmadı. Burjuvaziye karşı “esnek” bir politika güden Sandinistler 1980 yılında AEP taraftarı “El Pueblo” gazetesini kapattılar.
1970’te Salvador’da altı aile kırsal nüfusun sahip olduğu topraktan daha favasına sahipti. 1980’de Brezilya’nın dış borçları 60 milyar dolara ulaşmıştı. 3 milyon nüfuslu Uruguay’ın 60’lı yıllar sonunda 500 milyon dolar olan dış borcu, 1988’de altı kat artmıştı. Latin Amerika genelinde yatırımlar her yıl % 9 gerilemektedir, işsizlik % 30’un üzerindedir. Bölge genelinde nüfusun: % 70’i açlık sınırında yaşamaktadır.
“Muz cumhuriyetleri” olarak bilinen Latin Amerika ekonomisinin bağımlı olduğu en önemli ürün kahvedir. Toplam ihracat içinde kahvenin payı % 45’dir. 1977’de Kosta Rika, Honduras, El Salvador, Guatemala ve Nikaragua’da nüfus başına GSYH 424 dolardı. 1970’de nüfusun en alttaki % 50’si, toplam gelirin sadece % 13’ünü (kişi başına ortalama 54 dolar) alırken, en tepedeki % 5 gelirlerin % 31’ine sahipti.
Siyasal planda Latin Amerika bir darbeler ülkesidir. Ordu sürekli etkin ve egemen konumdadır. 50’li yılların ortalarından bu yana askeri faşizm adeta Latin Amerika’nın kaderi haline gelmiştir. 1954 Guatemala, 1965 Dominik Cumhuriyetleri darbelerini izleyen 11 Eylül 1973’de Şili’deki ABD güdümlü darbe sonucu 55 bin kişi öldürüldü. ABD, 1979’da Nikaragua ve Salvador’da, 1983’te Panama, Honduras ve Kosta Rika’da darbeler ve hükümet değişiklikleri örgütledi.
Genel çizgileriyle özetlemeye çalıştığımız Latin Amerika coğrafyası devrimci mücadeleyi zorunlu olarak üretti. Etkisiz komünist partiler bir yana bırakılacak olursa, her bölgesinde bir ve aynı olmamakla birlikte Latin Amerika’da silahlı eylemciliğin başlıca ekonomik, sosyal, tarihsel, siyasal temelleri şöyle belirtilebilir:
Birinci olarak; Latin Amerika’da İspanyol ve Portekizlilerin işgaliyle başlayan süreçte, yerli halklar silaha sarılmıştı. 1920 ve 1930’lu yıllarda sonradan Sandinistlere adını verecek olan Nikaragualı devrimci önder Sandino ve Brezilyalı devrimci Luis Carlos Prestes, silahlı eylemciler olarak efsanevi birer kişiliktiler. Ayrıca Kolombiya’da 1946 yılında La Vionci döneminde, Paraguay’da 1947de iç savaş boyunca, Venezüella’da, 1928 ve 1958’de, Bolivya’da 1950’lerde kalay madencilerinin silahlı hareketleri büyük bir devrimci etki yaratmıştı. Uruguay’da 1970’lerde kurulan Tupamarolar, 19. yüzyılın sonlarında Amerika’nın beyazlar tarafından işgal edilmesine karşı savaşan Kızılderili önderi “Tupac Amaro”dan esinlenmişlerdi. Latin Amerika halklarının özgürlük mücadelesinde derin izler bırakan silahlı mücadele, Küba Devrimi’nin de itil imiyle sonradan, devrim ve sosyalizm özlemi ve hedefi peşinde olan temel ve mutlak mücadele biçimi haline geldi.
İkinci olarak; Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin revizyonist karşı devrimciler tarafından ek geçirilmesinden sonra 1956’dan yapılan 20. Kongre’de sistemleştirilen revizyonist çizgi, Latin Amerika Komünist Partilerine de egemen olmuştu. “Kapitalizmden Sosyalizme Barışçıl Geçiş” “barış içinde yarış” gibi modern revizyonist teoriler, Latin Amerika’da silahlı mücadele içerisindeki halklarca tepkiyle karşılandı. (Revizyonist ihanetten günümüze Sovyetçi hiçbir partinin devrim yapmamış olmasının altını çiziyoruz). Kruşçevci modern revizyonizmin Latin Amerika Komünist partilerine egemen olması, bu örgütlerin “savaş örgütü” olmaktan çıkıp “düzen örgütü” haline gelmelerini sağladı. Arjantin Komünist Partisi 1976’da yapılan faşist darbeyi gerici olarak tanımlamıyor, Şili Komünist Partisi “iç savaşa hayır'”sloganını atıyordu. Bu apaçık karşı-devrimci ve teslimiyetçi çizgiye tepki temelinde gelişen gerilla hareketi Marksist-Leninist bir yönelime giremedi. Silahlı mücadele fetişleştirildi, kitleler “yardımcı araçla” olarak görüldü. Sandinist devrimin önderlerinden Humerto Ortega şunları söylerken çok haklı idi:
“Biz her zaman kitleleri bir destek güç olarak gördük. Oysa gerçek tamamıyla farklı idi. Gerilla faaliyeti düşmanı genel ayaklanma yolu ile ezen kitleler için destek işlevi gördü.”
Küçük burjuva eylem, örgüt ve çizginin sistemleştirilmeye çalışıldığı bu dönem, Marksist-Leninist bilimin tahrif edildiği bir dönem oldu.
“1972’de örgüt en önemli askeri eylemlerini gerisinde bıraktığı bir noktada bulunuyordu. Eğitilmiş kadroları vardı ve üyeleri büyük ölçüde dışarıdaydı, bir kitle örgütü ve kitle hareketi mevcuttu, ve güçlü bir sendika söz konusuydu. Ama bu sıradaki askeri eylemlerimiz ne hükümete ne de halka ulaşabildi. Bu yöntemle banka soysan ya da daha büyük bir firar örgütlesen de kimseyi etkileyemiyordun. Hiç bir şeyi ve kimseyi bunlarla sarsamıyordun. Gerilla yöntemlerinin sınırlarına gelmiştik. Devam etmek demek büyük güçle aynı engele vurmak ama vururken aynı aracı elde tutmak demekti. Bu benim için yanılgımızın merkezidir. Bu tam da devrimi nasıl düşündüğümüzü, kitlelerin ve halk hareketinin devrimci süreçte hangi rolü oynadığını tartışmanın tam vaktiydi. MLN (Tupamarolar kastediliyor- S. İlhan) kitlelerin gerilla için bir yardım olacağını düşünüyordu. Kitleleri özne olarak düşünmüyordu.”
“…Kitlelere yönelen baskı aygıtının şiddetine, devrimci şiddetle cevap vermek gerekiyordu. İnsanları çatışmaya çekebilmeliydik, sınıflar mücadelesinin daha fazla keskinleştirilmesi çatışmayı daha genel bir düzeye sıçratabilirdi, bu ise devrimci bir duruma yol açabilirdi.” (MLN Tupamaroların önderlerinden Eduarda Leon Duter ile yapılan röportajdan, Gerilla Bilânço Çıkarıyor, sf: 190-191, Belge Yay.)
“Kitlelerin yavaş yavaş yeniden uyanışına yanlış yaklaştık, sınıflar mücadelesini kısaltmak istedik ve bu isteğimizle basitçe savaşçı yetiştirdik. Savaşın şartlarının olduğunu düşünüyorduk. Silahlı halkın örgütlenmesiyle bir öncünün askeri aygıtının yaratılmasını birbirine karıştırdık. Devrim için kendi gücümüzün yettiğini düşündük.” (MIR-R Yöneticisi ile yapılan röportajdan, age, sf: 272)
Marksizm’in en temel ilkelerinin dahi masaya yatırıldığı, küçük burjuvaca bir deformasyona tabi tutulduğu ne kadar açık. Yukarıda yaptığımız alıntılar, gerillacı örgütlerin Marksizm ve kitleler karşısındaki durumunu ortaya koymaktadır. Bu örgütler, çokça sözünü ettikleri devrimci taktiği bir sınıfın güncel ve tarihsel hareketine göre değil, kendi örgütsel ihtiyaç ve durumuna göre inşa ediyorlardı. Proletarya başta olmak üzere emekçi sınıflar, kendi sınıfsal talepleri doğrultusunda, kendi organlarında örgütlenmemişti. Emekçi yığınlara yalnızca kimi güç gösterilerinde ve bazen siyasi tutsakların serbest bıraktırılması kampanyalarında “İhtiyaç” duyulmuştu.
Aynı dönem içerisinde gerilla mücadelesi paralelinde “şehir ve kır gerillası”, “Fokoculuk” gibi mücadele biçimleri teorileştirildi. Bu sonuncusu önemlidir çünkü dünya devrimci gençliği üzerinde anti-Marksist bir iz bırakmıştı. Fransız yazar Regis debray, Küba devrimiyle başarı kazanan fokoculuğu zamandan ve mekândan bağımsız, idealist ve metafizik tarzda “evrensel bir teori olarak tanımladı. Proletaryanın ve partisinin önderliğinden bağımsız fokocu mücadele teorileri bu dönem dünya devrimci gençlik hareketi içinde sempati yarattı. “Söz parçalar eylem birleştirir”, “Dağ burjuva ve köylü unsurları proleterleştirir; şehir, proleterleri burjuvalaştırır” gibi o dönemin sloganları proleter sınıf bakış açısından ve devrimci komünist teoriden yoksunluğun ürünüdür.
Üçüncü olarak; Latin Amerikan ekonomileri genel olarak, sanayinin az geliştiği, yarı sömürge tarım ekonomileri idi. Bu temel, eksik teori ve mücadele biçimleriyle karşılandı. Proletarya ve onun biliminden uzaklığın objektif temeli “eksik üretim ve sınıf ilişkileri” oldu.
Latin Amerika’daki gerilla örgütlerinin hemen hepsi, proletaryanın devrimde teorik-pratik hegemonik güç olması gerektiğini kavramamışlardı Bu örgütlerin devrim ufku antiemperyalist, anti-oligarşik aşamayla sınırlı idi. Kaba bir ifadeyle düşman ABD ve onun uşağı bir avuç işbirlikçi, devrim kuvvetleri ise halktı. Teoride Marksizm’e, pratikte ise kitlesel sınıf mücadelesine uzaklıkları, onların mücadelesini yozlaştıran ve halk devrimi platformundan giderek kopuk üst tabaka devrim ve mücadele platformuna savrulan bir durum yaratmıştı. Nikaragua, devrimin yapılıp iktidarı ele geçirildiği, Salvador ise iktidar öncesi koşullarda aynı küçük burjuva dünya görüşünün trajik sonunu ifade ediyor,
Bu örgütlerin gelişip kitleselleşebilmeleri ve çeşitli yerlerde olduğu gibi basanlar kazanmaları şaşırtıcı değildir. Sürdürdükleri silahlı mücadele geniş emekçi yığınların baskı ve sömürüye karşı iş, ekmek, toprak, özgürlük gibi taleplerine yanıt vermiş, onların toplumsal durumlarına uygun bir nitelik kazanmıştı.
FMLN: SİLAHLI MÜCADELEDEN BURJUVA PASLAMENTARİZMİNE KÜÇÜK BURJUVAZİNİN TÜKENEN SOLUĞU
Dünya emperyalist-kapitalist sisteminin 1929 genel bunalımı Salvador’u derinden etkiledi. İhracatın % 85’ini oluşturan kahvenin Fiyatı ilk 6 ay içinde % 45’e düştü, sonra da düşüş % 57’ye vardı. 1930’dan 1932’ye kadar bu üründen sağlanan ihracat geliri 34 milyon colon’dan 13 milyon colon’a düştü. Altın ihracatı yasaklandı ve pek çok kahve fidanı söküldü. Plantasyon işçilerinin aldığı ücret yarıya indi. Kiracı köylülerin 1/3’ü borç ve işsizlik yüzünden topraklarından atıldı. Bu büyük ekonomik krize derin bir siyasal kriz eşlik etti. Yüz binlerce işçi ve köylü, haftalarca zamları ve hükümeti protesto gösterileri düzenledi. Salvador egemen sınıfları gösterilerden korkuya kapılıp faşist bir cuntayı iktidara getirdiler. 2 Aralık 1932’de gerçekleşen faşist darbeye rağmen kitle hareketi yükseliş grafiğini sürdürdü. Aynı yıl içinde Salvador Komünist Partisi önderliğinde büyük bir halk ayaklanması patlak verdi. Ayaklanma planının olmaması, güçler ilişkisinin hesabının yapılmamış olması, zayıf örgütlenme gibi faktörler başarıyı engelledi. Faşist Diktatörlük ayaklanmayı kan ve ateşle bastırmayı başardı. Sonuç: 30.000 ölü ve binlerce yaralı…
ABD 1930 yılında Salvador kahve ihracatının % 14,9’unu ele geçirmiştir. Aralık 1948’de yerleşen Amerikancı sistem aralıksız 1979’a kadar sürdü.
ABD’nin Latin Halklarına saldın planı olan İlerleme İçin Birlik, Salvador’da da aynı sonuçlara yol açtı. 1971’de Salvador’da zirvede olan 1429 firmadan % 38’i toplam sermayelerinin % 66’sına sahip en büyük 36 toprak sahibi tarafından kontrol ediliyordu.
İlerleme İçin Birlik Planı Salvador’da, topraksız kır nüfusunun oranını olağanüstü bir biçimde arttırarak, 1961’de % 12’den, 1971’de % 29’a ve 1975’de % 41’e çıkarttı. Kırdaki proleterleşme kentin sorunlarını ağırlaştırdı. İşsizlik oranı % 30’lara vardı, bunun olağan sonuçları ise, açlık, konut ve beslenme sorunu, ahlaki dejenerasyondu.
1970’lerin ikinci yarısında ERP ve RN gibi örgütler ekonomik ve siyasi krizin derinleştiği bir ortamda silahlı mücadeleyi başlattılar. Ekim 1979’daki faşist darbeye ERP silahlı mücadeleyi yükselterek yanıt verdi. Tutarlı devrimci tutumu, ERP’yi çekim merkezi haline getirdi. Diğer gerilla grupları ERP ile birleşerek Devrimci Demokratik Cepheyi kurdular.
Ekim faşist darbesinin şefi Duarte “reform ve demokratikleşme” sözü verdi. Sözüm ona Romero döneminin baskıcı ve antidemokratik özellikleri ortadan kaldırılacaktı. Askeri faşist cunta Türkiye’de 12 Eylül faşist diktatörlüğüne benzer biçimde “hem sağa hem sola karşıyız” demagojik propagandasını kullandı. Çok kısa bir sürenin geçmesi cuntanın sola karşı yapıldığını kanıtlamaya yetti. Hükümet kitle gösterilerini taradı, kırda köylülere beyaz terör uygulandı.
Kanlı iç savaş ülke ekonomisini tam anlamıyla felç etmişti. 1981’e doğru GSYH % 15 düşmüş, dış rezervler 10 milyon dolar”a düşmüştü. Sanayi % 50 kapasite ile çalışıyor, işsizlik yılda % 15, enflasyon ise % 40 artmıştı. Salvador, tarihinde ilk defa mısır ve fasulye ithal etmişti. Bu ekonomik kriz gerillaya karşı yürütülen kirli savaşın doğrudan sonucuydu.
FDR, 1980 Haziranında büyük kitle gösterileri düzenledi. 150 bin işçinin katıldığı genel grev yapıldı. 1980-1982 arası dönemde barışçıl ya da silahlı gösterilerde ve çatışmalarda 30 bin insan yaşamını yitirdi.
1982 yılında devrimci gerilla örgütleri birleşip, FMLN’yi kurdular. FMLN askeri ve toplumsal gücüne karşın, ideolojik niteliği olmayan vc komünist kurmayın öncülüğünden yoksun bir cephe idi. Salvador işçi sınıfı özellikle bu yıllarda toplumsal mücadelenin başına çekmesine ve devrimci mücadelede de artan ağırlığını ortaya koymasına rağmen, FMLN onun ekonomik ve siyasal örgütlenmesinin iktidara giden yol olduğunu görememişti.
1984’teki seçimi Amerikancı ARENA kazandı. FMLN yeni hükümeti ABD’den ayrı olarak değerlendirdi ve “Siyasi çözüm” için başvurdu, FMLN’ye göre ARENA “ılımlı” ve “kesinlikle Amerika güdümünde değil”di. FMLN silahların susturulması ve barış için 29 talep içeren “anlaşma” belgesini hükümete sundu. ARENA bu teklifi tartışmak bir yana FMLN’ye yeni saldırılar için askeri hazırlıklar yapmaya koyuldu.
FMLN’nin 29 talep içeren şartnamesi devrimci demokratik bir nitelik taşımıyordu. Hatta Salvador liberal burjuvazisine göre ‘79 faşist darbesinde Duarte’nin “vaatlerinden” bile daha geriydi! Bu 29 talebin eh önemli birkaç tanesi şöyleydi:
1-Politik mahkûmlar serbest bırakılmalıdır,
2-İşçilere grev hakkı tanınmalıdır,
3-işçi hareketine ve sendikalarına örgütlenme özgürlüğü tanınmalıdır,
4-Üretimin askerileştirmesine son verilmelidir,
5-Ticarette, bankalarda ve sanayide çalışanlara % 10 ücret artısı sağlanmalıdır,
6-Basın özgürlüğü kabul edilmelidir.
Durada belirtme gereği görmediğimiz diğer talepler, yukarıdaki taleplerin daha gerisinde yer alıyor. Devlet iktidarına ve mülkiyet ilişkilerine ilişkin tek bir talep dahi yok! Emperyalizm ve gerici egemen sınıflar uzlaşmacı bir politika izleselerdi FMLN’yi düzene bağlayabilirdi. Gerillaları bastırma umudunu koruyan egemen sınıflar uzlaşmayı bir “taviz” olarak değerlendirdiler ve kabul etmediler. Egemen sınıfların “görüşmeyi” reddine ilişkin sebeplerden birisi de burjuvazinin alışkanlıklarla da karakterize olan ilkel ve kaba sınıf özelliği idi.
FMLN ise 29 talepli anlaşma önerisi ile özde bir politik platform değişikliğini ortaya koymuştu. FMLN bu adımı ile devrimci platformundan kopan ve reform taleplerini silah aracılığıyla ileri süren bir noktaya savrulmuştu. FMLN’nin bu yönelimi Marksizm’in “silahlı reformizm” dediği şeyin kendisidir.( Bkz. Silahlı Reformizm için ayrıntılı bilgi: Sedat Günal, Küçük Burjuva Devrimciliğinin Eleştirisi.3.Bölüm Evrensel Basım-Yayın)
1979 yılına gelindiğinde FMLN önemli askeri ve siyasi başarılar kazanmasına rağmen, ülkenin 1/3’ünde halk iktidarı kurduğu koşullarda belirttiğimiz reformist platformunu muhafaza etmişti. Bu yıl FMLN “stratejik saldırı evresine ” girdiğini açıklamakla birlikte, “geniş tabanlı bir kurucu meclis için demokratik seçim” çağrısını yineledi.
Gerillaların 84’lerden beri ısrarla savundukları “siyasi çözüm” 1992’de ancak gündeme gelebildi. Emperyalizm ve gericilik gerillaların askeri ve toplumsal gücü, ülkenin önemli bir bölümünde denetimin yitirilmiş olması gibi olguları da göz önünde tutarak, geçici bir uzlaşmayı çıkarlarına daha uygun gördü.
FMLN yanı başında Kolombiya’da gerilla örgütlerinin yaşadığı “barışçıl ve siyasal çözüm” ön ağır sonuçlarından bile ders çıkaramamıştır. Tüm Latin Halkları Kolombiya’da yaşanan uzlaşmanın sonuçlarını hala unutmamıştır. 1980’de Kolombiya’da Faşist diktatörlük af ilan etti. Burjuvaziye güvenen gerilla örgütleri FARC, M19, EPR silah bıraktı. Bu uzlaşmanın bedeli çok ağır ödendi. Kolombiya ordusu yerli mafyanın ve Amerikan gizli kontra örgütü ORDEN’in de desteği ile kırda köylüleri, eski gerillaları ve sendika yöneticilerini sistematik olarak katletti. Halk hareketi ağır ve etkileri büyük bir yenilgi aldı.
FMLN mayıs ayındaki kongreden sonra yasal bir parti olarak seçim kampanyalarına başlayacak! FMLN sosyalizmle olan “ilişkisini” Türkiye’den SHP’nin de üye olduğu Faşist ve reformist partiler enternasyonali olan Sosyalist Enternasyonal’e üyelik başvuru yaparak ortaya koymuştur.
Salvador için geleceğe ilişkin şunlar söylenebilir: Salvador’da halk muhalefeti zorunlu bir geri çekilme yaşayacak, emekçi sınıflar bir süre burjuvazinin ve onunla kol kola girmiş gerilla “önderlerinin” vaatleriyle oyalanacaktır.
FMLN şahsında bir kez daha görülmüştür ki; “İdeolojik temeli olmayan bir örgüt pratikte işçi sınıfını burjuvazinin uşağı durumuna düşüren zavallı bir saçmalıktır.” (LENİN)
Nisan 1993