Sade ve gerçeğe bağlı bir önder: Stalin

Dünya halklarının büyük öğretmeni, Marx, Engels ve Lenin’in sadık takipçisi J.V. Stalin’i doğumunun 114. yıldönümünde Alman komünisti Frida Rubiner’in anılarından bir bölümünü yayınlayarak anıyoruz. Yazı Almanya Komünist Partisi’nin(KPD) Aralık 1978 tarihli 51. sayısından Türkçeye çevrilmiştir.

3 Mart 1919’da III. (Komünist) Enternasyonalin Kuruluş Konferansı için Moskova’ya gittiğimde, Stalin yoldaş Moskova’da değildi. O, iç savaşın cephelerinde zaferi örgütlüyordu. Bana anlatıldığı gibi, Stalin, öğretmeni ve dostu Lenin tarafından, nerede cephe yalpalamaktaysa, nerede koşullar en güçse, nerede insanları örgütsel ve askeri yetenek sayesinde seferber etmek ve düşman karşısında yönlendirmek gerekiyorsa, oraya gönderildi.
O dönemde, Şubat sonu, Mart başında, bana ilk kez, daha yaşlı Rus yoldaşlar ayrıntılı olarak Stalin’i anlattılar. Bolşevik Partisi’nin, büyük Lenin’in teori ve pratiğine yaklaşan, Lenin dışında bir öndere daha, Stalin’e sahip olduğunu söylediler. Ancak Stalin yoldaşı o dönemde görebilme olanağını bulamadım…
Bu mutluluğa ancak 1922’de Berlin’de yayımlanan “Inprecorr”un (Uluslararası Basın Haberleşmesi -Komünist Enternasyonalin Yayın Organı- ç.n.) muhabiri olarak yeniden Moskova’ya gittiğimde ulaşabildim. Bu sayede, o zaman tek tek Sovyet Cumhuriyetlerinin Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği biçiminde tek bir devlet aygıtı içinde birleştikleri Kongrelere dinleyici olarak katılabilme olanağını buldum. Stalin yoldaş Birliğin kurulmasına ilişkin ön hazırlıkları doğrudan kendisi yönlendiriyordu ve 26 Aralık 1922’deki X. Bütün Rusya Sovyet Kongresi’nde olduğu gibi 30 Aralık 1922’deki Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin I.Sovyet Kongresi’nde de “Sovyet Cumhuriyetlerinin Birleşmesi” üzerine rapor sundu.
Bununla bağıntılı olarak Partimin beni görevlendirmesi üzerine Stalin yoldaş ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin yaratılması sorunu üzerine bir röportaj yapma isteğinde bulundum. Stalin yoldaş hiç tereddüt etmeksizin bu ricamı kabullendi ve beni ertesi gün için Bolşevik Partisi Merkez Komitesi binasındaki sekreterliğe davet etti. Oldukça heyecanlıydım. Söylenen yere varışımdan az sonra, saptanan saatte, Stalin yoldaşın bir sekreteri tarafından kendisine götürüldüm. Stalin yoldaşın beni kabullenirken gösterdiği olağanüstü sadelik tek başına bir olaydı. Dış görünümü, giysileri, tutumu; olağanüstü ya da dikkat çekici değildi. Ben yanıtlamasını istediğim soruları elbette ki yazılı olarak hazırlamıştım. Ama Stalin yoldaş sorularıma yanıt vermek yerine bir sekreter tarafından bana ulaştırdığı malzemeyi incelememi tavsiye etti. Yanıtları bir makale biçiminde hazırlamamı önerdi ve Berlin’e yollamadan önce makaleyi gözden geçirebileceğini söyledi.
Ama böylece “röportaj” hiç de sona ermiş değildi. En azından bir buçuk saat daha süren tartışma öngörülen konuşmanın çerçevesini büyük çapta aştı. Soru soran kişi olma konumundan sorulara yanıt veren kişi olma konumuna geldim. Stalin yoldaş ayrıntılı bir biçimde Almanya’daki çalışmalarımın durumunu sordu. O, Almanya’daki işçilerin nasıl yaşadığını, toplantıların nasıl örgütlendiğini ve toplantılara katılımı, işçilerin Sovyet Rusya’sına yaklaşımının nasıl olduğunu, Sovyetler Birliği’ne karşı olan sıradan sosyal-demokratların sayılarının çok olup olmadığını vb. bilmek istiyordu.
Bu uzun konuşma sırasında Stalin yoldaşta özellikle dikkatimi çeken şey anlatılanları dinleme biçimi -hatta buna dinleme sanatı bile denilebilir- oldu. O tüm sakinliği ile, büyük bir dikkat göstererek anlattıklarımı dinliyordu. Lenin yoldaşla ilk tanıştığımda, bu özellik onda da dikkatimi çekmişti.
Stalin yoldaş ile konuşurken önceleri kendimi çok küçük hissediyordum. Oysa o; kendi düzeyinde birisiyle konuşurmuş gibi konuşuyordu benimle. Daha sonra söylediğim her şeyin önemli ve sorumluluk gerektiren şeyler olduğu kanısı uyandı bende. Konuşmanın sonunda her türlü çekinme duygusunu yitirmiştim. Onunla, eski bir tanıdıkla konuşuyormuşçasına açık ve çekinmeden konuşuyordum.
1924 ilkbaharında yeniden Moskova’daydım ve büyük bir şans eseri sonucu “Leninizm’in Sorunları” adıyla, dünya çapında ün kazanmış olan, Stalin yoldaşın konferanslarına giriş bileti bulabildim. Sverdlov Üniversitesi’ndeki bu konferanslardan önce o dönemdeki Komünist Akademi Kütüphanesi’nde bir çeşit seminer veriliyordu. Ayrıntıları tek tek anımsayamıyorum, ama bu seminerler bir bütün olarak üzerimde silinmez bir etki yaratmıştır. Birçok “kızıl profesör”, eski parti görevlileri, tecrübeli propagandacılar söz aldılar. Stalin yoldaş tribünde oturuyor, piposunu içiyor ve sessizce dinliyordu. Tartışma konuşmaları sona erdikten sonra Stalin söz aldı ve kavramlara ve ortaya atılan sorunlara ilişkin öylesine derinlemesine, açık ve genel olarak anlaşılır tahliller getirdi ki, dinleyiciler birden sorunu ortaya koyarken nasıl bir yanlışa düştüklerini ve sorunu nasıl ele almaları gerektiğini anladılar.
Daha sonra Sverdlov Üniversitesi’ndeki konferansları dinlediğimde mutlak olarak güven duymanın ve açıklık kazandırmanın getirdiği aynı yoğun duyguları taşıyordum. Bugün artık burada söylenenler milyonlarca insanın ortak mülkiyetidir. Bu insanlar dünyanın çeşitli dillerinde bu konferansların metinlerini okuyor, inceliyor, kendilerini zenginleştiriyor ve sömürülen insanların kurtuluş mücadeleleri için bu kitaplardaki bilgileri özümlüyorlar. Benim kişisel olarak Stalin yoldaşın bu konferanslarını izlerken ve daha sonra onun birçok çalışmasını okurken ve dinlerken edindiğim izlenim, hep aynıydı: Yapıtlarını ne kadar sık okursam, birinci okuyuşum ile daha sonraki okuyuşum arasındaki zaman ne kadar uzun olursa, yapıtları bana o kadar derin ve anlamlı geliyordu ve içeriğinden o kadar çok şey özümlüyordum.
Bu özellik üzerine birçok kez partili yoldaşlara konuştum ve onların da benimle aynı duyguları paylaştıkları ortaya çıktı. Birçok yoldaş bana Stalin yoldaşın yapıtlarını incelerken, birinci okuyuşta “her şeyi anladıkları” halde, ikinci ya da üçüncü okuyuşta, bazen ise yıllar sonra, “doğrudan temeline inebildiklerini” anlattılar.
Kara vebanın hüküm sürdüğü yıllarda Moskova’da iken, Stalin yoldaşın SBKP (B) Parti Kongrelerindeki büyük konuşmalarını ve 25 Kasım 1936’da “Stalinci Anayasa” onaylanırken yaptığı tarihsel konuşmaları dinleyebilme olanağını buldum. Bunun “muazzam bir olay” olduğunu söylemek dahi yetersizdir. Bundan çok öteye bir şeydi. Her bir konuşmasından tüm yaşamım için dersler çıkardım.
Sovyetler Birliği’nin, Büyük Anavatanı Savunma Savaşı sırasında Stalin yoldaşın tüm konuşmalarını, talimatlarını cephe için Almancaya çevirme ya da çevirileri düzeltme görevi verildi bana. Çoğu kez gece çalışıyorduk, çünkü bildiriler sabahın erken saatlerinde cephede olmalıydı. Küçük bir çalışma grubuyduk ve Stalin yoldaşın kullandığı halkçı bir ifadeye karşılık Almanca bir deyim bulmak için ne büyük çaba harcadığımızı anımsıyorum. Onun basit ve anlaşılır dili insanlığın bu dâhiyane önderinin özüne tümüyle uygundur. O, Dev Anteus toprak anaya nasıl bağlıysa, halka öyle bağlıdır. Stalin yoldaşın konuşmasından alınan, Yunan mitolojisine ait bu kıyaslama en çok da kendisine uygun düşmektedir.
Hitler yılları döneminde Stalin yoldaş ile yalnızca çok seyrek görüşebilme olanağını buldum; ama onun, üzerimde bıraktığı etki hep aynıydı: Sadelik, gerçeğe bağlılık, her türlü yapmacıktan yoksunluk. Parti önderi olarak bir konuşmada ya da Kızıl Ordu’da general olarak, doğrudan ya da radyoda yaptığı bir konuşmada, hiç istisnasız, her zaman, Stalin yoldaşın sözleri tarafından zenginleştiğimi, yükseltildiğimi ve bilgilendirildiğimi düşünüyordum. Ve inanıyorum ki, tüm önemli olaylarda Stalin’in bir şey söylemesini bekleyen, onun sözlerine göre hareket eden ve şunu bilen bu dev ülkenin çeşitli milliyetlerinin milyonlarca ve milyonlarca insanı benimle aynı duyguları paylaşıyordur.
Eğer Stalin böyle dediyse, bu iş böyledir.

Aralık 1993

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑