Yeni Bir Enternasyonale Doğru-1

Dünya proletaryasının ve mücadelesinin tarihi, zaferler ve yenilgilerle dolu. Kendisini sınıf olarak ilk ortaya koymaya başladığı, İngiliz Çartistlerinin ve Lyon’da ayaklanan 1831 Fransız isyancılarının ulusallıktan kurtulma günlerinden bu yana, proletarya, birbirini takip eden yenilgi ve zaferler yaşaya-geldi. Her yenilgisi yeni zaferlerini mayalandırdı ve kazandığı her zafer, düşmanı kapitalistler ve destekçilerinin hıncını ve öç alma isteklerini kamçılayarak içinde, giderek daha çok geçici hale gelen yenilgilerin koşullarını taşıdı. İki taraflı bir çatışmaydı bu, dünya tarihinin daha kapsamlı ve derinini görmediği bir hesaplaşmaydı. Bir kez başlamıştı ve zaferler ve yenilgilerle nihai zafere kadar gidilecekti. Dönüşü yoktu. Ne yeni bir tarih yapma olanağı vardı, ne de bugüne kadarki tarihsel gelişmenin zorunlu sonucu olarak yürünmesi kaçınılmaz geleceği bir başka türde kurgulama olanağı.
Proletaryanın ulusal sınırlar dışına taşarak yaşlı kıtanın belli başlı alanlarını kucaklayan ilk ayaklanması 1848’de Alman, Fransız, Avusturya, Macar işçilerinin eylemi olarak gelişti. Marx ve Engels, önceden 1848’le gelen devrimci kalkışmanın, kıta çapında bir devrimle taçlanabileceğini haber vermişlerdi; olmadı, proletarya yine yenildi, henüz yeterince güç biriktirmemişti. Üstelik henüz uluslararası bir proleter devriminin nesnel koşulları da olgunlaşmamıştı. Marx ile Engels, sonradan “hataları” kağıda döktüler kapitalizmin bunalımı henüz genelleşmemişti.
Ardından “göğü fetheden komünarlar” geldi. Kapitalizm, artık, geliştirdiği mezar kazıcısı güçlerle yok oluşunun ve yerini sosyalizmin almasının koşullarını yaratmaya başlamıştı. Komünarlar 72 gün dalgalandırdıkları kızıl bayrakları ve bıraktıkları muazzam deneylerle arkalarından gelecek sınıf kardeşlerine paha biçilmez bir miras aktardılar. Ama onlar da yenildiler. Proletarya yenilgiler içinde pişiyor, güç biriktiriyor, çıkardığı derslerle daha ilerisine yöneliyordu.
1871 ‘den 1. Emperyalist Paylaşım Savaşına kadar, dünya proletaryası, 1917 Rus Devrimi istisna edilirse görece barışçıl koşullarda örgütlendi. İçinde ihaneti de mayalandıran, parlamentonun ve diğer burjuva olanaklarının hemen sonuna kadar kullanıldığı bu barışçıl dönem sonunda, proletaryanın geniş kitleleri büyük ölçüde örgütsüz kaldılar ve çeşitli ülkelerin burjuvazisi tarafından yedeklenerek sınıf kardeşlerini kırmak üzere savaşa sürüklendiler. Proletarya, II. Enternasyonal sosyal şoven ve uzlaştırıcı Merkezcilerinin şahsında ilk büyük ihaneti ve uluslararası proletarya ve komünist hareket ilk ihanete bağlı, ilk büyük çöküntüyü yaşadı. Milyonlarca üyesi olan büyük komünist (o zamanki adıyla sosyal demokrat) partiler, kendi burjuvazilerinin peşinde emperyalist savaşı desteklediler, “Anavatan savunması” adı altında haklı çıkarmaya çalıştıkları emperyalist savaşta burjuvalarının zaferi için uğraştılar. Proletaryanın davasına ve komünizm ülküsüne bağlı kalan komünistler çeşitli ülkelerde parmakla gösterilecek kadar azınlıkta kaldılar.
İhanete rağmen, savaş, devrimin koşullarını olgunlaştırdı. 1905’in sağladığı deneyler ve yenilgisinden aldığı güçle emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürmeyi başaran Rus proletaryası, dünya tarihine ilk muzaffer proleter devrimini armağan etti. Dünya tarihi 1917 Ekim Devrimi’nden sonra daha bir değişik aktı. Artık kapitalistlerin karşısında, yalnızca her ülkede ezilen sınıf olarak proletarya değil, bir de proletaryanın egemen sınıf olarak örgütlendiği sosyalizm ülkesi vardı.
Rusya’da sosyalizmin zaferi ve Sovyet Rusya Federasyonu’nun (sonra Sovyetler Birliği) doğuşu, uluslararası proletarya hareketi ve dünya komünizmine olağanüstü bir atılım olanağı sağladı ve merkez üssü olarak hizmet gördü. Yine de Rus Devriminin ardından gelen Alman ve Macar işçilerinin devrimi ve kurdukları Sovyetler ezilip yenildiler. Sosyal-şoven ihanet, Almanya’da, Enternasyonal’in en büyük partisi olan Alman Sosyal Demokrat partisi’nin önderleri Scheidmann, Ebert ve Noske’nin, ayaklanmanın önderleri Rosa Lüksemburg ve Karl Liebknecht’i öldürmelerine ve Rus devriminin üzerine beyaz muhafız birlikleri göndermelerine kadar vardı.
İki dünya savaşı arası dönemde sosyalizm Sovyetler Birliği’nde başarı ile inşa edildi ve 2. Savaşta uluslararası burjuvazinin saldırgan öncü birliği Hitler faşizmi, başında Stalin’in bulunduğu dünya proletaryasının öncü birliği tarafından ezildi. Zafer, bununla kalmadı; Doğu Avrupa’nın birçok ülkesinde burjuvazi ve kapitalizm karşısında zaferler kazanıldı, sonradan sosyalizm yolunda ilerleyen bir dizi halk demokrasisi ülkesi ortaya çıktı. Ardından sömürge devrimleri patladı. Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunu, Kore’nin kuzeyinin kurtuluşu izledi.
Ama ihanetsiz olmuyordu. Daha yaşanacak ve üstesinden gelinecek yeni ihanet ve yenilgiler vardı.
Uluslararası proletarya ve dünya komünist hareketi, tarihindeki en büyük ihanet ve yenilgiyi sosyalizmin kalesinde, Sovyetler Birliği’nde ortaya çıkan modern revizyonizmin elinden tattı. Stalin’in ölümünden sonra, birkaç yıl içinde başında Kruşçev’le iktidarı ele geçiren ve Sovyetler Birliği’ni sosyalizm yolundan döndürerek kapitalist restorasyon yoluna sokan modern revizyonizm, meşum 20. Kongre’den (1956) bu yana, yaklaşık 35 yıl, sosyalizmin hemen bütün biçimsel kalıntılarını da temizleyerek, ülkeyi kapitalistlerin dolaysız iktidarına kadar getirip dayadı.
2. Dünya Savaşı’nın kapitalist dünyadaki asıl galibi, Amerikan emperyalizmi karşısında Kruşçev’in teslimiyetçiliğinden Brejnev’in onunla dişe diş rekabet halinde dünya hegemonyası peşinde koşmasına evrilen
Sovyet revizyonizmi, Gorbaçov’la tıkanıklığını aşmaya yöneldi, ama başaramadı ve sonunda çöktü.
Çöküş, yalnızca Sovyetler Birliği’ne özgü olmakla kalmadı. Çünkü modern revizyonizm de Sovyetler Birliği ile sınırlı kalmamıştı. Kruşçev, revizyonist çizgisi ye restorasyonal tutumunu sosyalist Sovyetler Birliği’nin etrafında toplanmış ve proletaryanın az zaman önce iktidara geldiği Doğu Avrupa ülkeleri başta olmak üzere bütün ülkelerin işçi sınıfı hareketi ve komünist partilerine dayatmıştı. Yeni sosyalizm yoluna giren ülkelerde daha güçlü olan kapitalizmin kalıntıları rollerini daha çabuk ve güçlü bir şekilde oynadılar ve henüz Kruşçev iktidar tacını giyerken patlak veren Macar karşı devrimi (1956) ve ardından Çekoslovakya (1968) olayları, bunun kanıtı oldu. Kapitalizm bu ülkelerde, yalnızca anılarda değil, nesnel olarak da daha güçlüydü kalıntıların gücü. Amerikan emperyalizminin teşvikleri ve yıkıcı faaliyetleri ve böyle bir zeminde Kruşçev’den aldığı hızla onun ilerisine ve önüne geçen, Macar ile Çek revizyonistlerinin “aşırılığı” (revizyonist sistemin bütününün düzeyinden İleri kapitalizm yandaşlığı), bu ülkelerde “merkez” tarafından ezilen “erken doğum”un nedenleri oldu.
Şöyle ya da böyle Arnavutluk dışındaki Doğu Avrupa ülkeleri, Sovyetler Birliği’nin hizasına girdiler ve zaten henüz pek ileri ölçüde inşa edilmemiş sosyalizm yolundan dönerek kapitalizm yoluna yöneldiler. Bulgaristan, Demokratik Almanya ve diğerleri, kapitalizm yolunda, kendi başlarına kalsalar bile kuşkusuz daha hızlı ilerleyecek ve batı kapitalizmine döneceklerdi. Ama işleri, modern revizyonizmin merkezi düzenliyordu ve Sovyetler Birliği gibi büyük ve güçlü bir ülkede iktidar olan modern revizyonizm, İçendi ülkesinde olduğu gibi, “çevre” ülkelerde de imtiyazlar peşinde koşmamazlık, onları kendine bağlamamazlık edemezdi. Gelişkin bir temelde ortaya çıkan kapitalist restorasyon ve bir tür tekelci devlet kapitalizminin baş göstermesi, iktidardaki revizyonizm kaynaklı sosyal emperyalizme kaçınılmaz olarak yol açtı. Sovyetler Birliği, Batı kapitalizmi ve başlıca Amerikan emperyalizmi ile rekabetinde Doğu Avrupa ülkelerini etrafında topladı ve onların Batı kapitalizmi yönünde hızlı ilerlemelerine ve ona bağlanmalarına izin vermedi. Yine de, merkezi çekim gücü azaldığında, Batı kapitalizmine ilk yönelen ve bu yönde hızlı gidenler bu ülkeler oldular. İlk Polonya sallandı ve düştü, ardından Çek ve Macarlar geldi.

ULUSLARARASI KOMÜNİST HAREKETTE BÖLÜNME
Modern revizyonist ihanet, Doğu ve Batı Avrupa başta olmak üzere bir çok ülkenin komünist partilerinin proletarya karşısında safa geçmesine neden olarak uluslararası komünist harekette bölünmeye yol açtı. İktidarda olduğu ülkelerde sosyalizmin kazanımlarına karşı savaşa girişen, ileri sürdüğü ve uygulamaya koyduğu revizyonist tezlerle devrim ve sosyalizme karşı savaş açan modern revizyonizm, bölünmeyi de, beraberinde getirdi. Tahribatı büyük oldu; sosyalizmin elden giden kazanımları ötesinde, muhalefette olduğu ülkelerde proletarya, “merkez üssü” ve “sosyalist anavatan”ın desteklerinden yoksun ve revizyonizme yönelen partileri dolayısıyla örgütsüz kaldı.
2. Savaş sırasında, “kendi” burjuvazisinden tam ve kesin kopuş durumunda olmadığını, Anglo-Amerikan emperyalizmi karşısında tutarlı bir konumda bulunmadığını iktidarı almaya cesaret edemeyerek kanıtlayan, güçlü bir oportünist eğilimin etkisi altındaki Fransız, İtalyan ve Yunan partileri örneğinde olduğu gibi, Batı Avrupa komünist partilerinde de onları modern revizyonizme bağlayacak güçlü nedenler yok değildi. Ancak, Sovyetler Birliği’nin yıllar boyunca sosyalizmi savunup inşa ederek, dünyanın her yanında devrim ve sosyalizmi destekleyerek kazandığı haklı prestiji, kendi revizyonist amaçları doğrultusunda kullanan Sovyet modern revizyonistlerinin çekici gücü, bu partileri baştan çıkarmada önemli rol oynadı. Doğu Avrupa partileri açısından da rol oynayan bu prestij kullanımı, onların, zaten revizyonizmin filizlenmesi için güçlü olan nesnel toplumsal koşullarında Sovyet revizyonizminin peşine takılmasını kolaylaştırdı.
Bununla kalınmadı. Prestijli ilk sosyalist ülkede ortaya çıkan modern revizyonizmin kapitalizmin görece az geliştiği ve Marksizm’in kök salma ve kavranma düzeyinin görece düşük olduğu ülkeler parti ve örgütleri açısından etkin bir saptırıcı ve kafa karıştırıcı olmaması düşünülemezdi. Etki iki türlü görüldü. Tarihsel gelişme koşulları dolayısıyla, parlamentarizmin, milliyetçi-halkçılığın vb. etkili olduğu ve dolayısıyla komünist parti ve örgütler üzerinde de belli oportünist eğilimlere kaynaklık etmek üzere bir etkisi bulunduğu ülkeler ya da parti ve örgütlerde, revizyonizmin kullandığı prestij ve7arattığı kafa karışıklığı nedeniyle revizyonizme bir yönelme görüldü. Anarşizm, Troçkizm, küçük burjuva devrimciliği gibi etkenlerin güçlü rol oynadığı ülkelerdeyse komünist parti ve örgütler, kafa karışıklığı ortamında ama revizyonizmin devrim ve sosyalizme bir saldırı da olduğunu görerek genellikle sola savruldular. Revizyonizm, yalnızca bu ülkelerin partilerinde değil, devrimci demokrat örgütlerinde de samimi devrimci unsurların, devrimin reddedilirine duydukları tepkiyle sola savrulmalarına neden oldu.
Çeşitli ülkelerde modern revizyonizmin peşine takılma ve sola savrulmalarında bir etken olarak da, modern revizyonizmin karşısında yeterince güçlü bir komünist mihrak oluşturulamamasının sözünü etmek gerek.
Baştan beri modern revizyonizme karşı bayrak açan ve uzlaşmaz ve ilkelerde sağlam ve tutarlı bir mücadele içine giren, sosyalizmin küçük ülkesi Arnavutluk’un Emek Partisi ve Enver Hoca oldu. Sovyet Partisi ile ikili ilişkileri, eleştirileri nedeniyle en başta bozulan AEP ve Enver Hoca açık tavrı, ’60ların ortalarında aldılar. Hem anavatanında sosyalizmin yeniden ayağa kalka bilme ihtimali vardı, modern revizyonizm yoluna girilmişse de ülke içinde karşıt, devrimci ve komünist güçlerin mücadelesiyle yeniden sosyalizm yoluna dönülebilirdi ve hem de sonuç kesinleşmeden Sovyet kalesini “yıpratmış” olmaktan kaçınıldı. Eleştiriler uzun süre açığa vurulmadan döndürülemezcesine iki parti arasında yapıldı. Ve komünist partiler arası toplantılarda revizyonizm teşhir edilerek çeşitli partilerin komünizmin safına kazanılması yoluna gidildi. 1961 ve ’63 Moskova ve Bükreş toplantıları, revizyonizmle komünizm arasında tartışmanın zemini oldu. Üstelik Kruşçev oyunu dikkatli oynuyor ve zamanı kendi lehine iyi değerlendirerek adımlarını atıyordu. Sözü edilen iki toplantı sonucunda yayınlanan ortak bildirilerde revizyonist tezlerin sızmaları görülmekle birlikte genellikle Marksist fikir ve ilkeler yer aldı. Revizyonizm ayağını yere sağlam basmak üzere zaman kazanıyordu.
Sonunda açık mücadele başladı. ÇKP ve Mao Zedung da, birkaç uzlaşma girişiminden sonra eleştiriciler arasında yer aldı. Ve “büyüklük” nedeniyle çatışma, “Çin-Sovyet” ya da “Moskova-Pekin” çatışması olarak lanse edildi. Oysa Mao, ilk tepki olarak 20. Kongre’yi selamlayarak hemen eteğindeki taşları dökmeye ve Stalin eleştirileri yapmaya başlamıştı. Anlaşma olmayınca, devrim ve “proletarya diktatörlüğü”, emperyalizm karşısında uzlaşmazlık, savaş ve barış vb. konularda ÇKP de modern revizyonizm eleştiricileri safına katıldı.
Modern revizyonizme karşı mücadele, emperyalizme karşı mücadeleye bağlandı ve AEP başta olmak üzere az sayıda komünist parti revizyonizmin saptırıcılığı karşısında Marksizm- Leninizm’in temel öğreti ve tezlerini savundular. Bunda ısrarlı da olundu. Komünizmi savunmada kararlılık birçok ülkede yeni komünist partilerin kuruluşunu teşvik etti. Ancak bir yetersizlik hep yaşandı. Sovyetler Birliği’yle başlayan kapitalist restorasyonun koşulları ve nedenleri, sosyalizmin ileri aşamalarında karşılaşılan sorunların çözümü aracılığıyla Marksist teorinin geliştirilmesi ve temel Marksist ilkelerin savunulmasıyla yetinilmeyip başlıca 2. Dünya Savaşı sonrasında kapitalist emperyalizmin sağladığı olanaklar, avantajlar ve kapitalist dünyadaki yeni gelişmelerin çözümlenmesi yoluyla yine Marksist teorinin zenginleştirilip geliştirilmesi ve bir savunma değil, saldırı olarak bilenip kullanılmasında yetersizliklerle karşılaşıldı.
Modern revizyonizmin açtığı süreç, sonunda, iktidardaki revizyonist sistemlerin çökmesine gelip dayandı.
Çin, uzun süre “üç dünya teorisi” denen karşı devrimci bir teori ile sözde Sovyet sosyal emperyalizminin karşısında Batı’ya, Amerikan emperyalizmine yakınlaşma yolunu tut muştu, Kore kendi “ulusal” kabuğu içinde Kim İl Sung için mabetler inşa ediyordu, Vietnam uzun uğraşlar ve dökülen onca kanın sonrasında sağladığı kurtuluşunun hemen ardından ABD ile yumuşamaya girmiş yine “ulusal” yolunda ilerliyor, bu arada Kamboçya’yı, “düzeltme”ye çalışıyordu. Küba, uzun yıllar Sovyet sosyal emperyalizminin peşinde Afrika’nın çeşitli ülkelerinin “kurtuluşu”na “yardım” etmenin ardından içine dönmüş Sovyetlere sattığı şeker kamışlarının gelirleriyle ekonomisini yürütmeye uğraşıyordu. Bütün bu ülkelerin partileri bürokrat burjuva, küçük burjuva milliyetçileri imtiyazlıların elindeydi. Küba partisi açıkça Sovyet modern revizyonizminin yanında yer almış, Çin bilinen “üç dünyacı” “ulusal” yolunda yürümüş, Kore ve Vietnam partileri uzun süre “bağımsızlıkçı çizgi” ve “Ho Şi Minh çizgisi” olarak kendilerince tanımlanan yaklaşımlarıyla modern revizyonizmle komünizm çatışmasında tarafsızlıkça “orta yolcu” tutum izledikten sonra Çin ve Sovyet revizyonizmleri arasında sallanıp daha çok Sovyet revizyonizmine yakın durmuşlardı. Bu dört ülke ve partileri bugün ayakta duruyorlar. Bir çöküntü yaşamadılar. Zor koşullarda oldukları açık, ama hâlâ ayaktalar.
Arnavutluk dâhil diğer tüm ülkeler ve iktidardaki partileri çöküş sürecinin dışında kalamadı.
Revizyonizmin çöküntüsü hızlı ve gürültülü olduğu kısa bir zaman dilimine sığdı. Yarattığı dalga, sosyalist Arnavutluk’u da etkiledi. Enver Hoca’dan sonra partinin başına geçen dönek Ramiz Alia ve en azından seslerini yükseltmeyerek karşı devrimci sürece katılan parti yöneticileri, demokratikleşme ve burjuva parlamentarizmi yönünde tavizler verip, küçük özelleştirmelerle uluslararası burjuvazi ve emperyalizmi ikna edebileceklerini ve belki geri çekilerek sosyalizmin kazançlarının bir kısmı ve iktidarı koruyabileceklerini sandılar. Oysa Arnavutluk ve AEP’in en temel üstünlüğü direnmesiydi. Direniş kaldırdığında önce tavizci düşünceyle girilen yolda ilerlemekten ve ama sosyalizmin ezilmesi ve proletarya diktatörlüğünün devrilmesinden başka olacak şey yoktu. Dünyanın tek ve son sosyalist ülkesi de tarihe mal olduktan sonra, dünya proletaryası ve uluslararası komünist harekete, yeniden bir ya da birkaç sosyalist ülke var etmek de içinde olmak üzere devrim ve sosyalizm için kapitalist emperyalizme ve uluslararası burjuvaziye karşı mücadelesini sürdürmek düşüyor.
Bu mücadele, dünya proleter devriminin teorik temellerinin yenilenmesini Marksizm-Leninizm’in teorinin bütün alanlarında geliştirilmesi ve bilimdeki yeni gelişmelerle doğrulanmak üzere zenginleştirilmesini, 2. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan tüm yeni gelişmeleri de kapsamak üzere emperyalist kapitalizmin teorik temellerinin yeniden çözümlenmesi ve Marksizm-Leninizm’in bütün diğer toplumsal teorilerin üzerine çıkarılmasını, bu teorik yenilenmesi üzerine oturan ve dünyadaki bugünkü duruma denk düşen yeni bir dünya proleter devrimi platformunun, bir siyasal mücadele platformunun oluşturulmasını; ikinci olarak ise, komünist partilerinin, yaşantıları, mücadele ve örgütlenme yetenekleri, proletarya ve halka bağlılıkları ve gelişmişlik ve yetişkinlik düzeyleriyle Bolşevik Partisi’ni aşan partiler olarak yeniden inşa edilmelerini şart koşar. Bu yaklaşımın doğal sonucu olarak, uluslararası komünist hareketin, dünya proletarya hareketine devrimci bir alternatif olmaya yetenekli birliğinin de, ancak, yenilenmiş teorik temeller üzerinde yükselen yeni bir dünya devrimi platformu ve devrimci temeller üzerinde ve uyanan proleter kitlelerin bağrında yeniden inşa edilen partiler topluluğu olmakla olanaklı olacağı açıktır.

ULUSLARARASI KOMÜNİST HAREKETTE YENİ OPORTÜNİST EĞİLİM
Enver Hoca’nın ölümünden sonra ilk olarak uluslararası komünist hareket saflarında Troçkist-tasfiyeci bir eğilim belirdi. 1984-85’de bu oportünist tasfiyeci eğilim Alman partisini, KPD’yi tasfiye ile yüz yüze getirdi. Parti önderliğinin büyük çoğunluğu Troçkist bir grupla birleşme ve Stalin’e saldırma yolunu tutunca, birkaç bölgeden başlayarak yeniden örgütlendi.
Sosyalist Arnavutluk’un yıkılışına denk düşen dönemdeyse, İspanya partisi İKP/ ML’de oportünist ve tasfiyeci revizyonist bir eğilim ortaya çıktı. Gorbaçov modasının henüz daha eskimediği bir dönemde demokratizm, çoğulcu “sosyalizm”, “kanatlı parti” ve Stalin’e saldırı gibi unsurlarıyla ortaya çıkan bu oportünist tasfiyeci eğilim, İspanya partisine hakim oldu ve eski genel sekreter Raul Marco partiden istifa ederek Ekim Kolektifi adıyla yeni bir örgütlenmeye yönelmek zorunda kaldı. Türkiye partisi, uluslararası komünist harekette yeni bir bölünme yönünde gelişen eğilimlere karşı çıkarken İspanya partisindeki bu yönelişi daha başından bütün komünist partiler nezdinde teşhir eden bir çizgi izledi.
Özellikle Enver Hoca’nın ölümünden sonra ve Gorbaçov demokratizminin emperyalizm destekli saldırısının tüm dünyada moda olduğu ve yankılar uyandırdığı koşullarda, uluslararası komünist hareket, yeni duruma yanıt veren, yenilenmiş ve ortak teorik ve pratik bir platformdan yoksundu. Hareketin saflarındaki belirsizlik ve kargaşa artmış ve çeşidi ülkelerin partileri arasındaki ilişki, neredeyse formalite ve diplomasi ilişkisine dönüşmüş durumdaydı. Sosyalist Arnavutluk’un yıkılışı, bu belirsizlik ve kargaşayı artırdığı gibi, bazı ülkelerin partilerinin yalpalama ve özellikle sağa savrulmalarına ve Marksizm-Leninizm ve proleter sosyalizminden oportünist burjuva ve küçük burjuva sosyalizmine doğru kaymalarına zemin yaratmıştı.
Emperyalist gericilik yalnızca siyasal değil, en başta ideolojik bir saldırı yürütüyor, “sosyalizm öldü” propagandasını yaygınlaştırırken, onun teorik tezlerinin geçersizliğinin kanıtlandığını ileri sürüyor, örneğin Arnavutluk’tan gemilerle kaçan insanları reklâm ediyordu. Emperyalizm, sosyalizmin çıkar yol olmadığını durmaksızın işleyerek, komünist partilerde kendine güvensizlik, güçsüzlük, zayıflık ve tutunacak dal arama, davadan vazgeçmesi eğilimlerini körüklüyordu. Revizyonizm, uluslararası burjuva ve küçük burjuva sosyalizmi güç kaybetmişti, parçalanmıştı ve çoğu parti yalnızca savuna-geldiği görüşlerini değil, isim ve sembollerini bile tartışır olmuştu fakat özellikle iktidar ve imtiyazlarına sıkıca sarılan ve ayakta kalan partilerin girişimiyle yeniden örgütlenmeye çalışıyordu. Emperyalizm ve revizyonizm kaynaklı bu saldın, İspanya ve Portekiz partilerinin revizyonist tasfiyeci gruplarca ele geçirilip tasfiyelerine neden olurken, bu tasfiyelerin de etkisiyle, Brezilya ve Danimarka partilerinin küçük burjuva sosyalizminin etki alanına girmelerine yol açtı. Bir başka olumsuz sonuç da sarsılmaları, anti-Stalinizm ve demokratizme doğru gerilemeleri oldu. 1991-92 yılları, uluslararası komünist hareketin ortak platformu ve komünist partiler arasındaki ilişkiler bakımından kargaşa, kriz ve savrulmanın doruğa ulaştığı yıllardı.
Bu döneme denk düşmek üzere iki homojen olmayan ama uluslararası komünist hareketin platformları olarak gösterilmeye çalışılan uluslararası toplantı gerçekleştirildi. Ertesi yıl ise bir benzeri daha yapıldı.
Birinci toplantı, Kore’nin başkenti Pyong-Yang’daydı. Modern revizyonizmin iktidarda olduğu ülkelerin partileri yanında, Gorbaçovçulukla aynı zamanda iflas eden “Euro-Komünizm”den görünüşte vazgeçmeye yönelen parlamenter burjuva küçük burjuva sosyalizminin partileri, Doğu Avrupa’nın isim değiştirmiş bazı revizyonist burjuva sosyalizmi partileri, Türkiye’den Aydınlıkçı parti ve Brezilya partisi gibi partiler katılımcılar arasındaydı.
İkinci toplantı, Brezilya partisinin kongresi sonrasında, Brezilyalıların girişimiyle yapıldı. Brezilyalılar, ne kadar revizyonist parti ve örgüt varsa kongrelerine çağırdıkları gibi, yine benzer katılımla bir de uluslararası toplantı düzenlemişlerdi. Üçüncüsü ise, Hindistan’ın bir eyaletinde toplandı. Katılanlar, hemen hemen aynıydı.
Revizyonizmin çöküntüsünün ardından ayakta kalabilen Kore, Küba, Çin gibi ülkelerin burjuva, küçük burjuva sosyalizminin partileri, aralarına demokrat ve sosyal demokratları da alarak ve komünist partileri de içlerine çekmeye (ve kuşkusuz bu yolla etkileyip yozlaştırmaya) çalışarak çeşitli uluslararası toplantılar düzenliyorlar. Komünist partileri bu tür toplantılara katmaya uğraşıyorlar. Çin, Kore ve Küba gibi ülkeler ve onların burjuva küçük burjuva sosyalizminin partilerinin, tamamen kendilerine yöneltilmiş emperyalist baskıya karşı ideolojik ve siyasal destekler aramaya, desteklerini genişletmeye ve bunlar arasına prestij sağlamak üzere çeşitli komünist partileri de çekmeye yönelik bu tür uluslararası birlikler oluşturmalarının, proletarya ve dünya proleter devriminin ihtiyaçlarını karşılamaya ilişkin olmadığı kesindir. Bu birlikler, ulusal kaygı ve destek arayışları çıkışlıdır.
Çin, Kore, Küba partileri, kırk yıldır bilinen ve belli tutumları olan partilerdir. Bugünkü konum ve tutumları, izledikleri politikalar ve sahip oldukları ideolojik çizgi, kırk yıldır izleye-geldiklerinin devamıdır. Sovyet revizyonizminin hükümranlık döneminde onunla birlik olan Küba partisi; onunla çatışmasını Marksizm-Leninizm ilkeleri temelinde yürütmemiş, ülkesinde sosyalist kuruluşa değil, burjuvazisiyle birleşmeye önderlik etmiş, sonra karşı devrimci “üç dünya teorisi” ile emperyalizmle birlik aramış Çin partisi ve içe dönük ulusal yolunda bir bürokratik devlet kapitalizmi inşasına yönelmiş imtiyaz ve lüks düşkünü Kim İI Sung’un küçük burjuva sosyalizminin Sovyet ve Çin revizyonizmleri arasında yalpalayan Kore Partisi kırk yıldır belirli yollarında yürüdüler ve revizyonist tahribatın suç ortaklığını yaptılar. Bugün iktidarlarını sürdürmekle birlikte; Gorbaçov’un emperyalizm destekli olarak açtığı yolda mesafeler kat etmiş durumdalar. Hiçbiri özel mülkiyet ve piyasaya ekonomisini ilke olarak reddetmemekte, uygulamasını yürütmekte, bu uygulamada ancak devrilmelerine yol açabilecek sınırda durmaktadırlar. Özel ve yabancı bankaları, borsa kuruluşları, özel-yabancı ortaklıklı yatırım ve şirketleri yanında yaygın uygulamalı özel mülkiyet ve teşebbüsleriyle ülkesini bir özel mülk yıkıntısı “bolluk içinde yokluk” sahnesine dönüştüren Çin partisi ve sözde sosyalist ekonomisini Sovyetler Birliği’ne şeker kamışı ihracatı üzerine kurmuş Küba partisi gibi partiler, emperyalizme karşı, konumlarını korumayı amaçlayan, direnmelerine verilecek siyasal desteğin ötesinde bir desteğe layık olmayan ideolojik açıdan Marksizm-Leninizm’le herhangi bir yakınlığa sahip ve ortak bir teorik ideolojik mücadele platformunda birleşilebilecek türden partiler durumunda değillerdir. Üstelik bugünkü durumlarını korumaya yönelik olarak oluşturdukları uluslararası birlik platformları, gelecekten yoksun, ideolojik çürümeyi ifade eden platformlar durumundadır. Bu çeşit partiler ve oluşturdukları uluslararası birlik platformları, yalnızca nesnel değil, öznel olarak da uluslararası burjuvazinindir; başlarında bulundukları ülkeler revizyonist kesimiyle de olsa ve Batılılarla sürtüşme halinde bulunsa da uluslararası burjuvazinin egemenlik alanlarındandır. Batı kapitalizmine hâlâ bir ölçüde direniyor olsalar da, onun bir dizi temel kavram, kural ve yöntemlerini, en başta özelleştirmelerle özel mülkiyet ve piyasa ekonomisini uygulamaya yönelmişlerdir; ötesindeyse, revizyonist burjuvazinin işçi düşmanı egemenlik biçimini ifade ediyorlar.
Brezilya partisi, bu tür partilerle uluslararası toplantılar düzenleyip, onları Kongresi’ne davet ederek, onlarla uluslararası komünist hareketin sorunlarını tartışmaya, bu sorunlara çözüm bulmaya, belki böyle olmaa da, onları kazanmaya yönelmiştir. Bugünkü koşullarda, bu tutum, merkezci uzlaştırıcılığa denk düşüyor. I. Emperyalist Savaş sırasında, sosyal-şoven II. Enternasyonal partilerinin oportünizmini, örneğin, onların savaş harcamalarına oy vermelerini eleştirip emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürmeyi çizgi edinen devrimci proleter kanatla birleştirmeye çalışan merkezci uzlaştırıcı Kautsky bu tutumu izlemişti.
Revizyonist davetliler önünde gerçekleştirilen Brezilya Parti Kongresi ve sonrasındaki uluslararası toplantı, davetliler ve katılımcılarına aykırı düşmedi. Stalin’in şahsında Marksizm-Leninizm’e yöneltilen saldırının, proleter sosyalizminden yarı parlamenter küçük burjuva sosyalizmine kaymanın, bu kayışla oluşturulan çizginin ve kırk yıldır uluslararası revizyonizmin temsilciliğini yapan mihrakların uluslararası komünist harekete dayatılmasının aracı olan bir kongre ve toplantı oldu.
Toplantıda Türkiye partisi, proletarya devriminin ve sosyalizmin kazançlarını ve Marksizm-Leninizm’i savunarak oluşturulan çizgiye ve proleter sosyalizmini bozma girişimlerine karşı açıkça mücadele edeceğini açıkladı. Bu açıklamanın yanında, Türkiye partisinin, proleter sosyalizmini bozmak ve yok etmek için uluslararası komünist hareketin içinden ve dışından örgütlenen saldırılara karşı savaş anlamına da gelecek olan komünist partilerin uluslararası toplantısını talep eden ısrarlı girişimleri, Danimarka partisinin merkezinde belirtileri görülen oportünist yönelimin açıkça ortaya çıkmasını hızlandıran bir etken de oldu.
Uluslararası komünist hareket içinde, bir yanda hızla güç yitirip kendilerini tasfiye ederek burjuva sosyalizminin saflarına katılan İspanya ve Portekiz partileri de sayılırsa Brezilya ve Danimarka partilerinin, öte yandan da Türkiye partisi ve homojen bir bütün oluşturmasa da komünist partilerin çoğunluğunun bulunduğu ve uluslararası hareketi kucaklayacak bir savaş potansiyeline sahip cepheleşme bu süreçte olgunlaştı. Bugün artık, komünist hareketin uluslararası birliğinin zorunlu ilk adımı olan komünist partiler toplantısının önündeki engeller yıkılmış ve yeni bir mücadele platformu oluşması ve kargaşa ve belirsizliğin yenilmesi için koşullar olgunlaşmıştır. Bugün artık, uluslararası alanda açık ideolojik mücadelenin önü açıktır ve burjuva ve küçük burjuva sosyalizminin yenilgiye uğratılmasının olanağı doğmuştur.
Lenin, 1915’de, ilk emperyalist paylaşım savaşı içinde ve II. Enternasyonal’in uluslararası işçi sınıfını değil “kendi” burjuvazilerini ve onların bir savaş zaferini destekleyen sosyal-şoven önderlerinin ihanetiyle çökmesi koşullarında yazdığı “Sosyalizm ve Savaş” adlı broşürünün üçüncü bölümünü “Enternasyonalin Yeniden Kurulması” başlığıyla, kuruluşu, olağanüstü hızlı ve çatışmalı akan olaylar ve bir dizi sosyal devrim içinde ancak dört yıl sonra gerçekleşebilecek III. Enternasyonal’in kurulması konusuna ayırdı. Proleter sosyalizminin eylem programına ilişkin olarak, “gerçek bir eylem programı ancak yığınlara olup bitenleri olduğu gibi ve açıkça anlatan; emperyalizmin ne olduğunu ve onunla savaşım yolarını gösteren; oportünizmin II. Enternasyonali yıkan şey olduğunu herkese ilah eden ve işçileri oportünistler olmadan Ve oportünistlere karşın Marksist bir Enternasyonali kurmaya çağıran Marksist bir programdır” diyen Lenin, yeni bir Enternasyonal kurulması konusunda ise şöyle devam ediyordu:
“Partimiz için, acaba sosyal şovenlerle ayrılmamız kaçınılmaz mı diye bir sorun yoktur. Partimizin karşılaştığı tek sorun, bunun en yakın gelecekte ve uluslararası bir ölçekte nasıl gerçekleştirilebileceği sorunudur.
“Uluslararası Marksist bir örgütün kurulabilmesi için her ülkenin kendi bağımsız Marksist partilerini kurması gereği açıkça ortadadır. En eski ve en güçlü işçi hareketinin yurdu olan Almanya, bu bakımdan pek önemlidir. Yakın gelecek, yeni bir Marksist Enternasyonalin kurulması için koşulların olgunlaşıp olgunlaşmadığını gösterecektir. Eğer koşullar elverişli ise, partimiz, oportünizm ve şovenizmden arınmış bir Üçüncü Enternasyonale sevinçle katılacaktır. Değilse, bu arınma işleminin tamamlanmasından önce; şu ya da bu uzunlukta bir evrim döneminin gereği ortaya çıkacaktır. Bu durumda partimiz, eski Enternasyonal içinde tam bir muhalefeti sürdürecek ve bu, çeşitli ülkelerde devrimci Marksizm temeline dayanan uluslararası bir emekçiler birliği kurulana kadar sürecektir.” (Sosyalizm ve Savaş, sf. 42-44).
1915 ile günümüz koşulları arasında farklılıklar yok değil. Bütün diğer değişkenler bir yana bırakılarak Marksist bir Enternasyonal içinde örgütlenmesi ve koşulları açısından bakıldığında, yine farklılıklar görülecektir. Bugün çeşitli ülkelerin partilerinin bir Enternasyonal içinde örgütlü olmamaları gibi. Yalnızca bir eylem programı (siyasal platform) değil, emperyalizme karşı bir teorik mücadele platformunun da gerekli olması gibi. Ancak benzerlikler, sorunun özüne ilişkindir. Emperyalizme ve uluslararası burjuvaziye karşı devrimci bir saf tutmak ve emperyalizmin ne olduğunu ve onunla savaş yollarını göstermek ve olup biten her şeyi işçi ve emekçi yığınlarına anlatmak ve önemlisi uluslararası komünist hareketi (ve onun örgütlerini) oportünizm ve revizyonizme karşın ve onlar olmadan kurmak, hem 1915 hem de bugünün koşulları açısından geçerlidir. Dün de bugün de oportünistler ve revizyonistlerle, yıkıntı ve yenilginin suçlularıyla ayrılmanın kaçınılmaz olup olmadığına ilişkin bir tartışma yoktur ve sorun 1915’de var olan (ama çökmüş de bulunan) Enternasyonal örgüt içinde bu ayrılmanın “en yakın gelecekte ve uluslararası bir ölçekte” nasıl gerçekleştirilebileceği iken, bugün uluslararası komünist hareketin bir Enternasyonal örgüt çatısı altında toplanmış halde olmadığı ve görece gevşek ilişkilerle dağınık olduğu koşullarda komünist partiler arasında birlik ve yeni bir Enternasyonalin kurulmasının “en yakın gelecekte ve uluslararası bir ölçekte” nasıl gerçekleştirilebileceği sorunudur. Yakın gelecek, bugünkü koşullarda yeni bir Marksist-Leninist Enternasyonal’in kurulması için koşulların olgunlaşıp olgunlaşmadığını gösterecek; eğer koşullar elverişli ise revizyonizmden, burjuva ve küçük burjuva sosyalizmlerinden ve onlarla birlik ve uzlaştırma girişimlerinden arınmış bir Devrimci Komünist Enternasyonal “sevinçle” kurulacak, değilse arınma işleminin tamamlanması için belirli bir evrim dönemi yaşanacaktır.
Bugünkü durum nedir? Uluslararası komünist hareket nereye doğru gitmektedir? Gelişmenin yönü nedir? Kargaşa ve belirsizlik ortamında, emperyalizm ve revizyonizmin teorik temellerine karşı ve bu temelde uluslararası proleter devrimin yolunu aydınlatmak üzere bir teorik ve siyasal mücadele platformunun yokluğunda ortaya çıkan yeni oportünist eğilim ve buna bağlı olarak, büyük çoğunluğuyla devrimci tutum alan komünist partiler arasında oluşan cepheleşme, yeni bir komünist partiler uluslararası toplantısının koşullarını oluşturarak ve giderek yeni bir devrimci enternasyonalin kuruluşunun olanaklarını biriktirerek olgunlaşmaktadır. Bugün görünen, devrimci bir tutumla birbirine yakınlaşmakta ve derlenip toparlanmakta olan ve uluslararası komünist hareketin büyük çoğunluğunu oluşturan çeşitli ülkelerin komünist partileri, şekillenmekte olan emperyalizme karşı mücadele ve dünya proleter devriminin yenilenmiş platformunda, bütün uluslararası hareketi kucaklama ve savaşa yöneltme potansiyeline sahiptirler. Oportünist “sosyalizm”e kayan ve çözümsüzlük içinde bulunan mihrakların engelleme ve sabotaj girişimleri karşısında geri adım atılmadan ve ama komünist hareketin birliği esas alınarak emperyalizme karşı ve dünya proleter devrimini amaçlayarak ve onun mücadele platformunu geliştirmek ve onu uluslararası komünist hareketin mücadele platformu olarak eylem içinde sınamak üzere sürdürülen mücadele, revizyonizme, burjuva ve küçük burjuva sosyalizmine ve ikinciye kayma eğilimi gösteren, emperyalizm ve uluslararası burjuvazi karşısında gerileme ve revizyonizmle birliği öneren uzlaştırıcılık olarak şekillenen yeni oportünist eğilime karşı mücadeleyi de kapsayarak uluslararası bölgesel toplantılar ve komünist partilerin hemen tümünün taraf olduğu ikili görüşmeler aracılığıyla ilerledi.
Bugün gelinen yer ve uluslararası komünist hareket içinde şekillenmiş olan bugünkü ilişkiler; zorlukları bulunsa da, geliştirilip yenilenmesi ve devrimci bir teorik ve politik mücadele platformu ve Bolşevik özde ama Bolşevik Partisi’ni aşan partiler toplamı olmasını öngören örgütsel ilkeler ve platform üzerinde yeniden şekillenmesi ve yeni, devrimci bir enternasyonal olarak örgütlenmesi yoluna geri döndürülemezcesine girildiğini göstermektedir. Uluslararası komünist hareket, bir yönüyle II. Enternasyonal’in çöküşü ve III. Enternasyonal’in kuruluş koşullarının hazırlanması dönemine benzese de, kendine özgü özellikleri olan, dışa karşı mücadeleyle kuşkusuz bağlantılı bir iç mücadele dönemine girmektedir. Bu dönem, proleter sosyalizminin yeni oportünist “sosyalizm” üzerindeki zaferinin perçinlendiği ve uluslararası burjuva liberal, Gorbaçovculuk kalıntısı ve artık emperyalizmle açıkça birleşmiş akımla, Çin, Kore, Küba gibi ülkelerin partilerinin başını çektiği burjuva ve küçük burjuva sosyalizmi akımlarının yeni bir mücadele dalgasıyla etkilerinin kırılıp püskürtüldüğü bir dönem olabilir. Uluslararası komünist hareket için bir başka alternatif yoktur. Komünizm davasına bağlı kalındıkça, yapılabilecek bir başka şey bulunmamaktadır. Uluslararası komünist hareket bu potansiyele sahiptir. Bugünkü komünist partilerin birçok ülkede küçük partiler olarak var olmaları bunun engeli değildir. II. Enternasyonal’in çöküşü ve I. Emperyalist savaşın başlangıç koşullarında komünizmin en büyük partilerinin birbiri ardından ihaneti sonrasında hemen bütün ülkelerde isimleri sayılabilecek tek tek komünistlerin, geleceğin mücadelecileri olarak emperyalizme, oportünizme ve savaşa karşı savaş bayraklarını kişiler olarak salladıkları koşullar hatırlanmalıdır. Partilerin büyüklüğü ya da küçüklüğünden önce, yaşanılan süreci bütün yönleriyle doğru ele alıp almadıkları, çözümleyip çözümleyemedikleri ve devrimci bir platformda mücadele yürütmek üzere kendilerinin, Bolşevizm’i aşan bir Bolşevizasyonu gerçekleştirip gerçekleştiremedikleri gelir. Komünist partiler bu yola girmişlerdir; sahip oldukları savaş potansiyeli en başta buradan kaynaklanmaktadır. Uluslararası proletaryanın yalnızca mayalanmakla kalmayıp kendisini şöyle ya da böyle açığa vurmaya başlamış olan hareketinin yeni gelişmesi ise, onlara bu olanağı sağlayan nesnel temeli oluşturmaktadır. Uluslararası komünist hareket ve onun tek tek partileri, ülkelerindeki sınıf mücadelesinin gelişiminin olanaklı kıldığı ölçüde, kimi daha çok kimi daha az, ama yenilenmiş devrimci bir mücadele ve örgütsel platforma sahip oldukça proletaryanın geniş kuleleriyle birleşmeyi ve ülkelerinde uluslararası proletarya hareketinin müfrezeleri olan devrimci işçi hareketini ilerletmeyi başaracaklardır.

I., II., III. ENTERNASYONAL DENEYLERİ
“Kendi” burjuvazilerini devirme yoluyla dünya proleter devrimine katkıda bulunmak üzere, toplumsal ve siyasal açıdan sınıf ilişkilerinin özel tarihsel şekillenişinin koyulmuş sınırlarla birbirinden ayrılmış olduğu özel toprak parçaları üzerinde özgünlüğü olan bir mücadele yürütüyor olmaktan başka “vatan” kavramı, yalnızca sosyalizmin iktidarda ve inşa edilmekte olduğu ülkelerle sınırlı olan devrimci proletaryanın ve mücadelesinin çıkarları, kuşku yok ki, onu bütün ülkelerde aşağılanmaya ve sefalete iten özel kapitalist mülkiyet koşullarında, tüm dünyadaki sınıf kardeşleri ile aynıdır. Daha geçen yüzyıldan başlayarak önce başlıca gelişmiş ülkeleri ve giderek tüm dünyayı başlangıçta ticari ve sonra sermaye ilişkilerinin ağı içine çeken kapitalizm, emperyalizme yönelişle birlikte mali sermayeye dayanarak bütün ülkeleri kucaklayan ve ekonomik ve siyasal yaşamlarının can damarlarını oluşturan ama daha küçük ölçekli ve ticari kaynaklı olsa da emperyalizm öncesi dönemde ortaya çıkan büyük uluslararası birlikler içinde örgütlenirken, mezar kazıcısı proletaryayı da uluslararası örgütlenmelere yöneltmeden edemezdi.
Nitekim daha sınıf olarak kendisini yeni tanımaya ve bilincine varmaya başladığı, teorik ve siyasal pratik açısından mücadelesinin oldukça geri olduğu koşullarda proletarya, uluslararası ilk örgütlenmesini kurmaya girişti.
Uluslararası Emekçiler Birliği adıyla I. Enternasyonal 1864’de Londra’da kuruldu. Tüzüğünde, işçi sınıfının ekonomik kurtuluşunun asıl büyük amaç ve siyasal mücadelenin bu amacın bir aracı durumunda olduğu belirtildikten sonra şöyle yazılıydı:
“Bugüne kadar bu büyük hedefe yönelik bütün çabaların, bir ülkedeki çok çeşitli işkolları arasında dayanışma eksikliği ve ayrı ayrı ülkelerin işçi sınıfları arasında birliği sağlayacak bir kardeşlik örgütünün yokluğu nedeniyle başarısız kaldığı; kurtuluşun ne yerel ne de ulusal bir sorun olduğu, modern toplumun var olduğu bütün ülkeleri kapsayan toplumsal bir sorun olduğu çözümün, en ileri ülkelerin teoride ve pratikte birlikte hareketine bağlı bulunduğu…” (III. Enternasyonal, Belge Yay,, sf.23)
Ve I. Enternasyonal, “Avrupa sanayi ülkelerindeki işçi hareketinin şimdi eşzamanlı olarak yeniden canlanışının… “hareketin şimdiye kadarki kopukluğunu derhal gidererek birliği sağlamaya çağırdığını…” vurgulayarak kendi çağrısını yapıyordu aslında.
I. Enternasyonal’in kuruluş koşulları ve onu var eden nesnel toplumsal zemin (başlıca sınıf ilişkileri ve proletaryanın ve mücadele koşullarının geriliği), kuşkusuz bugünkünden çok farklıdır. Ancak tüzükte bugün için de geçerliliğini koruyan başlıca üç vurgu var. Birincisi, proletaryanın kurtuluşu hedefine yönelik çabaların, çeşitli ülkelerin proleterleri arasında birliği somut olarak sağlayacak bir “kardeşlik örgütü”nün, devrimci komünizmin uluslararası partisinin yokluğu nedeniyle başarısız kalmakta olduğudur. Örgütsüzlük, kuşkusuz başarısızlık nedenidir. Söz konusu dönem üzerine konuşan Bebel Prusya’da 1860’ların “anayasal” bunalımını değerlendirirken bu başarısızlığın nedenini şu açıklıkla belirtiyordu:
“İşçilerin giderek daha kesinlikle farkına varmakta olduğu siyasal gelişmelerin korkunç durumu, doğal olarak onların havasını da etkiledi. Herkes değişiklik için bağırıp çağırıyordu. Ama amacını açık seçik gören ve işçilerin güvenini kazanmış olan tümüyle sınıf bilinciyle donanmış bir önderlik olmadığından ve güçleri bir araya getirecek güçlü bir örgüt olmadığından, bu hava dağılıp kayboldu. Özünde öylesine parlak Dir hareketin, sonunda, böylesine boş çıktığı görülmemişti.” (Aktaran Lenin, Marx, Engels Marksizm, 5.23)
Aynı durum, özellikle ulusal burjuva önderlikler ve ulusal hareketler söz konusu olduğunda ve sınıf hareketi açısından da zaman zaman belirli ülkelerde bugünden ortaya çıkmaya başladığı gibi geçerli olmaktadır. Yalnızca çeşitli ülkelerde güçlü komünist partilere değil, onların uluslararası güçlü ve yön verici bir birliğine de ihtiyaç giderek daha yakıcı olmaktadır.
İkinci önemli vurgu, bugünün de temel sorunu olan “çözümün, en ileri ülkelerin teoride ve pratikte birlikte hareketi”ne yapılmaktadır. Kuşkusuz, kapitalizmin tam bir dünya sistemi olması ve tüm ülkeleri sermaye bağımlılığı içine sokarak proletaryayı hemen her ülkede kapitalizme karşı isyana yöneltmesi ve az çok olgunlaştırması nedeniyle, bugün artık “en ileri ülkeler” sınırlaması geçersizleşmiştir; bu sınırlama, hatta yüzyılın başından bu yana geçersizleşmiş, örneğin Rus Devrimi bunu kanıtlamıştır. Ancak “… ülkelerin teoride ve pratikte birlikte hareketi”, bugün için anlamını emperyalizme karşı ve dünya proleter devriminin yenilenmiş teorik ve pratik-siyasal mücadele platformuna duyulan ihtiyaçta bulan temel bir zorunluluktur. Bugün için teoride ve pratikte birlikte hareketin başka bir yolu olmadığı gibi, “çözümün” buradan geçtiği de kesindir.
Ve sonuncusu, işçi hareketinin yeniden canlanışının hareketin birliğini sağlamaya çağırdığı saptamasıdır ki, bu da, “eşzamanlılık” saptaması bir yana bırakılırsa, bugünküyle benzerliği olan duruma işaret edişinin yanında uluslararası komünist hareket ile “işçi hareketinin canlanışı” arasında kurulan diyalektik etkileşime bir vurgu olarak da olağanüstü değerlidir.
Ama I. Enternasyonalin zaafı, tam da tüzüğünde bilinçle ve giderilmeleri çağrısı anlamına gelmek üzere vurgu yaptığı etkenlerde yatıyordu.
I. Enternasyonal, dünyanın ve mücadelesinin gelecekteki gelişmesini öngörmüş, onun gelişme yolunu göstermişti. Proletaryanın zayıflığı ve sosyalizmin nesnel koşullarının henüz tam olgunlaşmamış oluşu, öznel koşullar açısından Marksizm’in henüz proleter kitleler içinde kök salmamış, deyim yerindeyse geniş kitleleri tarafından henüz tanınmamış olması ve ancak bu temelde gerçekleşebilecek çeşitli ülkelerin devrimci hareketleri arasında enternasyonal bir birlik sağlanma olanaklarının gelişmemesi, örneğin işçilerin önemli kesimlerinin, nesnel koşulların gelişmemişliğinden ve Marksizm’in etkisinin yaygın olmayışından kaynaklanarak “ulusal ideolojiler”e saplanmış durumu -Lenin’in ve Marx’ın belirttikleri gibi, Paris işçilerinin küçük burjuva zayıflıkları ve Komün’ün düşme nedenlerinden biriydi bu- I. Enternasyonalin kaçınılmaz zaaflarını oluşturuyor, göreceğimiz gibi, onun özel konum ve tutumlarını koşullandırıyordu; ama yine de I. Enternasyonal, proletaryanın sermayeye karşı devrimci saldırılarını hazırlamak için, onun uluslararası örgütlenmesinin temelini atmıştı. I. Enternasyonal’in, uluslararası işçi sınıfı hareketine “bir merkezi organ kazandıracak bir ilk girişim” olduğunu söyleyen Marx, Alman İşçi Partisi Programının Kenar Notları’nda, onun, “harekete kattığı hızdan dolayı uzun vadeli sonuçlar vermiş” olduğunu vurguluyor ama “Paris Komünü’nün düşmesinden sonra birinci tarihi biçimiyle uzun süre varlığını sürdürmesi mümkün olmayan bir girişim” olduğunu da ekliyordu.
Nitekim Engels’te, I. Enternasyonal’in bu niteliğini Albert Sorge’ye mektubunda işliyor ve ömrünü doldurma nedenini de açıklıyordu:
“… Eski Enternasyonalin ömrü kesin olarak sona ermiş bulunuyor. Gerçekten bu böyle. Enternasyonal, Avrupa’da hüküm süren baskının tam uyanma halinde olan işçi hareketine her türlü iç polemikten kaçınmayı emrettiği İkinci İmparatorluk devrine aittir. Bu dönemde proletaryanın ortak uluslararası çıkarları ön plana geçebilmekteydi. Almanya, İspanya, İtalya, Danimarka eyleme henüz girmişti ya da girmek üzereydi. Bütün Avrupa’da, yani yığınlar içinde, hareketin teorik niteliği, gerçekte henüz 1964’de anlaşılmış olmaktan çok uzaktı; Alman komünizmi henüz işçi partisi sıfatıyla mevcut değildi; Proudhonculuk o özel saplantılarını yayamayacak kadar zayıftı, Bakunin’in yeniden cilalayıp sunduğu o elden düşmeleri henüz onun kafasında bile yer almamıştı, İngiliz sendikalarının önderleri bile Enternasyonalin tüzüğünde ifade edilen program temeli üzerinde harekete katılabileceklerini sanıyorlardı. Büyük ölçüde ilk başarı, hiziplerin bu safdilce işbirliğini yıkacaktı. Bu ilk başarı, ruhu bakımından kesinlikle Enternasyonalin çocuğu olan Paris Komünü oldu… Komün ile birlikte Enternasyonal, Avrupa’da bir manevi güç durumuna gelir gelmez kavga başladı. Her eğilim, başarıdan kendi açısından yararlanmaya kalkıştı. Kaçınılmaz çöküş geldi çattı. Eski geniş program temeli üzerinde çalışmalarını fiilen sürdürmeye gerçekten hazır olan kimselerin -Alman komünistlerinin- artan gücünü kıskanan Belçikalı Proudhoncular, Bakuninci serüvencilerin kollarına atıldılar. Nitekim La Haye Kongresi ile son gelmiş oldu ve gerçekte bu, her iki yan için sondu. Enternasyonal adına bir şeylerin yapılabileceği biricik ülke Amerika idi ve yerinde bir kararla en üst yönetim organı oraya nakledildi. Şimdi, saygınlığı, orada da tüketilmiştir… Öyle sanıyorum ki, bundan sonraki Enternasyonal -Marx’ın yapıtlarının birkaç yıl etkisini göstermesinden sonra-, doğrudan doğruya komünist nitelik taşıyacak ve bizim ilkelerimize dayanacak.” (Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, sf. 127-128)
Enternasyonal örgüt yokluğu, Enternasyonal tüzüğünde belirtildiği gibi, başarısızlık nedeniydi; ama başarı için herhangi bir örgütün varlığı da yetmiyordu. Gereken örgüt, nesnel koşulların olanaklı kılacağı, işçi kitlelerini etrafında birleştirebilecek; Marksizm dışı ve karşıtı akımların etkisinden arındırılmış, bütün ülkelerin işçilerine teorik ve pratik birlikte hareketi olanaklı kılacak bir zemine oturmalıydı. Enternasyonal işçi hareketinin ve sapkın akımların gelişmişlik ve işçi sınıfına nüfuz etmemişlik koşullarında bir program etrafında birlik olarak ortaya çıkmıştı. Ancak, Engels’in dediği gibi, ilk başarı, meyvelerini toplamaya kalkışan henüz Marksizm tarafından görece gelişmemiş bir işçi hareketi içinde etkisizleştirilmemiş Marksizm dışı akımların “bal peteği”ne saldırmalarına yol açtı. Koşulu işçi hareketinin geriliği idi; böyle bir durumda Marksizm, Proudhoncu ve Bakuninci küçük burjuva sosyalizmi akımlarıyla ve kuşkusuz Lasalcı devletçi “sosyalizm” akımıyla geçici bir arada bulunuşu hoş görmüştü. Sorun, geri işçi hareketinin ilerletilmesi ve nasıl olacağından çok bir devrime hazırlanmasının ve doğrudan burjuvazinin etkisine, ulusal paryalığa terk edilmemesiydi. Uluslararası işçi hareketindeki “eşzamanlı canlanış hareketi birliğe çağırmaktaydı.” Bundan kaçınılamazdı. Şöyle ya da böyle, Marx ve Engels, katılımlarıyla, harekete en bilinçli biçimi vermeye çalışmışlardı.
I. Enternasyonal, proletaryanın sosyalizm için vereceği uluslararası mücadelenin manevi önkoşullarını yarattı ama III. Enternasyonal Kuruluş Bildirisinde (Manifesto) işaret edildiği üzere, “toplumsal devrim programının arkasında kitlelerin kararlı gücünün bulunmadığını açığa çıkartarak” 1870 Alman-Fransız Savaşı, I. Enternasyonale bir darbe indirdi.
I. Enternasyonal, proletarya ve sosyalizmin koşullarının geriliği ve olgunlaşmamışlı-ğı ortamında çeşitli Marksizm dışı sosyalizm akımlarıyla genel bir program temelinde proletaryanın en genel hazırlığını ilerletmeye ve onu, söylendiği gibi “kendi” burjuvazilerinin peşinde ulusal davalarda heder olmaktan korumaya yönelmişti. Mücadele, özel koşullarda, Enternasyonal’in içinde yürümekteydi. Gelişkin bir proletarya ve proleter devriminin koşullarının olgunluğu durumunda bir örgüt içinde barınamayacak, sonraki Enternasyonallerde barınamamış burjuva küçük burjuva sosyalizmi akımları, gerilik ve gelişmemişlik koşullarında tek örgüt çatısı altındaydılar. Bu durum, yalnızca uluslararası örgüt içinde değil, ulusal koşullarda da, örneğin Alman partisi içinde yaşanmış, Marx ve Engels, sınıf mücadelesinin düzeyi olağanüstü geri olan İngiltere ve Amerikan işçi sınıflarının mücadele ve örgüt sorunlarına aynı yaklaşımla eğilmişlerdir. Bunda, kuşkusuz burjuva ve küçük burjuva sosyalizmleri ve hatta demokratik-liberal akımların geriliği ve güçsüzlüğü ve proletarya içinde önemli bir yer tutmayışlarının da olumlayıcı bir etkisi olmuştur.
Sorun, Marx ve Engels’in bu burjuva ve küçük burjuva ve hatta demokratik sosyalist ve liberal akımların konumu ve niteliklerini yanlış değerlendirmelerinde değildir. Kuşkusuz, Enternasyonal içindeki “taraflar”ın niteliklerini ve onlarla sürekli mücadele içinde bulunulduğunu anlatan şu mektubu Bolte’ye Marx yazmıştır:
“Enternasyonal, sosyalist ya da yarı-sosyalist mezheplerin yerine, işçi sınıfının etkili bir savaş örgütünü koymak amacıyla kurulmuştur. İlk tüzüğünde ve açılış konuşmasında bu, ilk bakışta görülür… Ve Enternasyonalin tarihi, Genel Konsey’in, Enternasyonalin çerçevesi içinde işçi sınıfının gerçek hareketine karşı durmaya çalışan mezhepler ve amatör girişimler karşısında sürekli bir mücadele idi. Bu mücadele, kongrelerde ve daha çok Genel Konseyde çeşitli kesimler arasındaki özel konuşmalarda verilmekteydi.
“Paris’te Proudhoncular, derneğin kurucularından oldukları için, bunlar ilk yıllarda Paris’te dümeni tutmaları doğaldı. Daha sonraları, orada, doğal olarak, birbirlerine karşı çıkan kolektivist, pozitivist vb. gruplar meydana geldi.
“Almanya’da Lassalle kliği vardı. Ben kendim de iki yıl süre ile şu ünlü Schweitzer ile mektuplaştığı ve kendisine, Lassalle’in örgütünün sadece basit bir mezhep örgütü olduğunu ve bu niteliğiyle, Enternasyonal’in kurmaya çalıştığı, işçi sınıfının gerçek örgütüne düşman olduğunu tartışma götürmez bir biçimde tanıtladım…
“1868 yılı sonlarına doğru, bir Rus olan Bakunin, Enternasyonal’e katılma amacı, bu örgütün içinde, kendisinin önderi olacağı ‘sosyalist demokrasi ittifakı’ adı altında bir ikinci enternasyonal kurmaktı. Teorik bilgiden yoksun olan Bakinin, bu özel kuruluşta Enternasyonal’in bilimsel propagandasını temsil etme ve bu propaganda ile Enternasyonal’in içindeki bu ikinci enternasyonalin özgül rolünü saptama iddiasında idi.
“Programı, sağdan soldan toplanmış yüzeysel ve karmakarışık bir şeydi; bunda, sınıflar arası eşitlik(!), (Saint-Simon’a özgü bir ahmaklık olan) miras hakkının kaldırılması, üyelere dogma olarak kabul ettirilen dinsizlik ve temel doğma (Proudhoncu) olarak da siyasal hareketin dışında kalma, hareketin amacına varış noktası olarak kabul ediliyordu.
“Bu ilkel görüşler…” (Gotha ve Erfurt… sf. 120-121)
Marx kimlerle birlikte Enternasyonal içinde olduğunu kuşkusuz biliyordu muarızlarının nitelikleriyle ilgili olarak hayal kurmuyordu; örneğin Proudhon üzerine “Felsefenin Sefaleti” adlı koca bir cilt de yazmıştı. Mücadele yürütüyordu ve çare yoktu; geri koşullar bu durumu dayatmaktaydı.
I. Enternasyonal’in bu özel durumundan, bugünkü dünyada Çin, Kore, Küba gibi partilerle -yanlışlıklarına rağmen ve eleştiriyi de içermek üzere- birlik ve uluslararası komünist hareketin dünya devrimi platformunda beraberlik üzerine sonuçlar çıkaracakları tahmin edilebilir. Marx onlarla birliği onayladıktan sonra… Bu söylenecektir!
I. Enternasyonalin özel koşullarını yok saymak anlamına gelecek bu türden görüşlerin önünü Engels Sorge’ye yazdığı Enternasyonal’in ömrünü doldurduğuna dair mektubunda baştan kesmiştir:
“Enternasyonal, bir yönden -geleceğin bulunduğu yönden- on yıl süre ile Avrupa tarihi üzerinde egemen olmuştur ve geçmiş çalışmasına gururla bakabilir. Ama eski biçimiyle, ömrünü gerektiğinden fazla sürdürmüştür. Eski tam da yeni bir enternasyonali, bütün ülkelerin proleter ‘ partilerinin ittifakını canlandırmak için, tıpkı 1 849’dan 1 864’e kadar olduğu gibi, işçi hareketinin genel olarak yıkıma uğraması gerekir. Oysa proletarya âlemi pek büyümüştür, pek genişlemiştir.”
Gerilik, ilkellik ve yıkım. Bugünkü dünya, komünist partileri küçük olsa da, etkileri yaygın olmasa da, farklı sayılır!
Engels’in “bugün Avrupa işçi hareketinin başında oluşları, her şeyden önce savaş sırasında benimsemiş oldukları gerçekten enternasyonalist tutumdan ötürüdür” şeklinde övdüğü ve aslında övgüden çok, genel gerildik durumunda en ileri ve gelişkin konumda bulunduğu belirtmiş olduğu Alman işçilerinin partisiyle Lasalle’ın ilişkisi üzerine düşünceleri ve Marala birlikte davranışları bilinmektedir.
Lasalcılık, başta baba Liebknecht’ten kaynaklanan parti içi oportünizmin de etkisiyle Lasalcı örgütün birleştiği Alman partisinin programına sızmakla kalmamış, bu program (Gotha Programı) tamamen Lasalcı bir temelde şekillenmişti. Marx ve Engels, bu komployu katiyen kabullenmediler.
Marx, Bracke’ye yazdığı mektupta, “..Mahkûm edilmesi gereken ve partinin moralini bozan bir programı, diplomatik bir suskunluk yoluyla olsa bile tanımamak benim için bir görevdir” diyor ve ekliyordu: “Birleşme olgusunun başına işçileri mutlu kıldığı bilinmektedir, ama pek kısa zaman içinde elde edilen bu sonucun bedelinin çok pahalı olmadığı sanısı bir yanılgıdır.”
Muhalefetlerine rağmen gerçekleşen birlik ve kabul edilen programa karşı ikisinin eleştirisinin 15 yıl yayınlanmaması ve dolayısıyla programı benimsediklerinin sanılmasına Marx ve Engels’in katlanmalarının çeşitli nedenleri vardır. Birincisi, anti-sosyalist yasanın yürürlüğe girmesi ve her türlü sosyalist faaliyetin yasaklanması ise; ikincisi, Marxin yukarıda aktardığımız gibi, Engels ile birlikte bu program lehine hiçbir yerde tek bir laf etmemeleridir. Üçüncüsü, bu susuş seçimi, üstelik yine proletaryanın içinde bulunduğu durum ve toplumsal gerilik koşullarınca dayatılmıştı: …
“Böyle bir tahlili yapan bir kimse (programın gerçek anlamını kavrayan bir kimse, Ö.D.), partimizi gülünç duruma düşürmekte zorluk çekmezdi. Bunu yapacaklarına burjuva gazetecileri denen şu eşekler, bu programı ciddiye aldılar. İçinde yazılı olmayan şeyleri onda buldular ve komünist olarak nitelendirdiler. İşçiler de aynı şeyi yapmaktadırlar. Ancak bu durumdadır ki, Marx’ın ve benim, böyle bir programa açıkça kamuoyu önünde karşı çıkmamıza engel olmuştur. Düşmanlarımız ve işçiler bile, bu programı, her şeye karşın, bizim niyetlerimizle değerlendirmeye devam ettikleri sürece susmamıza izin veriniz.” (Bebel’e Mektup)
Oysa Marx ile Engels, bu programın kabul edilmesi durumunda kamuoyunda açıkça tavır alma tehdidinde bulunmuşlardı.
Yine Bebel’e mektubunda Engels, Lassalle ile birliğe karşı tavrını net olarak ortaya koymaktadır:
“Bu adamların pek iyi bilinen tıynetlerini göz önünde tutarak, içinde bulundukları çıkmazdan yararlanıp mümkün olan bütün güvenceleri istemek görevimizdir, öyle ki, bunlar, işçi yığınları arasında sarsılmış olan durumlarını, partimiz hesabına güçlendiremesinler. Bunları en soğuk biçimde karşılamak, kendilerine güvenmemek ve tek örgüt içinde kaynaşmayı, sekter sloganlarını terk etme niyetlerine ve devletten istemiş oldukları yardımdan vazgeçmelerine ve belli başlı 1869 Eisenach Programını ya da bu programın ıslah edilmiş ve bugünkü koşullara, daha uygun şeklini kabul etmeleri koşuluna bağlamak gerekir. Teorik bakımdan, yani program için en önemli unsur bakımından partimizin, lasalcılardan öğreneceği hiçbir şey yoktur, oysa bu bakımdan durum lasalcılar için tam tersinedir. Kaynaşma için birinci koşul, sekterlikten, yani lasalcılıktan vazgeçmeleridir.”
Amerika’da sınıf mücadelesi koşullarının ve işçi sınıfı ve örgütlenmesinin geriliği koşullarında Engels’in, bir demokrat olmaktan öteye geçmeyen, hatta bir gerici-sosyalist olan Henry George ve örgütü Emeğin Şövalyeleri’ne verdiği destek ve seçimlerde onunla birleşmeyi öngörmesi, görünüşte, revizyonizmle, burjuva ve küçük burjuva sosyalizmiyle birliği önerenleri merkezci uzlaştırıcıları sevinçle yerlerinden hoplatacak türdendir. Amerikan sosyalistlerini, ağırlıklı olarak, “onlarla birlikte yürüyen, teorik olarak çaresiz ama canlı ve güçlü yığınsal işçi sınıfı hareketine kendilerini uyumlama yeteneksizliği”(Lenin) yönünden eleştiren Engels, “1864’den 1873’e kadar, ancak bizim programımızı açıkça benimseyenlerle birlikte çalışmayı sürdürmekte direnmemiş olsaydık, bugün nerede olurduk!” diye kızıyor. Yakındığı geniş işçi kitlelerini kucaklama ve onlarla birleştirme yeteneksizliğidir ve gelecek seçimler için Amerikan İşçi sınıfı üzerinde belirli bir etkiye sahip Henry George’un desteklenmesini savunur:
“Gelecek. Kasım’da gerçek bir emekçiler partisine verilecek bir ya da iki milyon çalışan insanın oyu, bugün, öğreti açısından kusursuz bir program için verilecek yüz bin oydan ölçülemeyecek kadar daha değerlidir.”(Marx Engels Marksizm, sf. 155).
Henry George işçi sınıfı üzerinde ciddi bir etkiye sahiptir ve işçiler seçimlerde kendisine yönelmektedir. Engels, o sırada kendisinden istenen George’un ayrıntılı eleştirisini, bunun zamanının henüz gelmediği, asıl sorunun saf sosyalist bir program üzerinde olmasa bile bir işçi partisinin örgütlenmeye başlamasının doğru ve gerekli olacağını söylemişti.” … Çalışanların partisinin ulusal birleşimini -programı ne olursa olsun- geciktirebilecek ya da önleyebilecek olan herhangi bir şeyi büyük bir yanılgı olarak kabul ederim.” diyordu. Yorumlayan Lenin şöyle diyor: “Söylemeye gerek yok ki, Engels, sosyalist görüş açısından Henry George’un fikirlerinin saçmalığı gerici niteliği konusunda eksiksiz bir bilgiye sahipti ve bundan sık sık söz etmişti. Sorge’un yazışmaları, Karl Marx’ın 20 Haziran 1881 tarihini taşıyan ve Henry George’u radikal burjuvazinin bir ideologu olarak nitelendiren son derece ilginç bir mektubunu da içermektedir. “Teorik açıdan bu adam tümden gelişmemiştir” diye yazmıştı, Marx. Bununla birlikte Engels, yığınlara “kendi yanılgılarının sonuçlarını” söyleyebilecek kimseler var olduğu sürece, seçimlerde bu sosyalist-gericiye katılmaktan korkmuyordu.
Amerikan işçilerinin örgütü Emeğin Şövalyeleri’ne ilişkin Engels’in görüşü ise şöyleydi:
“Emeğin Şövalyelerinin en zayıf yanı onların siyasi yararsızlıklarıydı… Harekete yeni giren her ülke için önem taşıyan ilk büyük adım, her zaman, bu parti ayrı bir işçi partisi olduğu sürece, işçilerin nasıl olursa olsun bir siyasal parti halinde birleşmeleridir.”(Age)
Açıktır ki, bu sözlerden, örneğin Castro gibi bir küçük burjuva sosyalist radikal ya da onun partisi gibi bir partiyle birleşme gereğinin doğrulandığı gibi bir sonuç çıkarılamaz. “Ama” diyen Lenin’in yorumuyla, hâkim Engels’in, Marksizm’i bir ‘dogma’ya, ‘taassup’a, ‘sekterlik’e indirgeme suçlamasından sakınmak istiyorsa, bundan, radikal ‘sosyal-gericiler’le ortak bir seçim kampanyasına girmenin kimi zaman yerinde olduğu sonucunu çıkarmak zorundadır. …Engels, eksik bir programla da olsa, bağımsız bir işçi partisinin önemini vurgulamıştır, çünkü o daha önce işçilerin siyasal bağımsızlığının sözü bile edilmediği ve işçilerin daha çok burjuvazinin arkasından sürüklendiği ve hâlâ da öyle olan ülkelerden söz etmekteydi.” Toplumsal koşulların, proletarya ve sınıf mücadelesinin geriliğinin Engels’in yaklaşımlarını belirlediği ama I. Enternasyonal’in genellikle bu ve benzer durumlardan kaynaklanan nispeten gevşek ve Marksizm dışı akımlarla bir arada bulunuşa olanak tanıyan bir örgütlenme olarak, yalnızca bugün aşılması gerekmekle kalmadığı, ama II. Enternasyonal tarafından da aşıldığı tartışılmayacak kadar açıktır.

II. ENTERNASYONAL VE ÇÖKÜŞÜ
I. Enternasyonal’in ömrünü doldurup tarihteki şanlı yerini almasından sonra, gelişmeler tamamen Engels’in öngörüsünü doğrulayarak yılların geçmesini, bu arada Marx ve kendisinin yapıtlarının etkisinin işçiler, devrimci ve sosyalistler arasında yayılmasını gereksindi. 70’lerin sonuna doğru, olgucu Dühring’le hesaplaşmaya bağlı olarak Marksizm, işçi hareketi içinde bütün diğer sosyalizm türleri ve ideolojiler üzerinde zaferini kazanmıştı. Proudhonculuğun üstesinden daha önceden gelinmiş I. Enternasyonal’in sona erdiği tarih olan 1872’den II. Enternasyonal’in kuruluş tarihi olan 1889’a gelinceye kadar bu zafer belli başlı alanlarda tamamlanmıştı. Latin ülkelerinin Proudhonculuk ve anarşizmden etkilenen partileri bile programlarında Marksizm’e dayanır olmuşlar ve II. Enternasyonal, hemen hiçbir ciddi mücadeleye sahne olmadan Marksizm’i, yine Engels’in öngörüsüne uygun olarak dünya görüşü ve eylem kılavuzu olarak benimsemişti. Marksizm’in bundan sonraki gelişim tarihinde, artık Marksizm düşmanlığı, öğretilerinin bozuculuğu (revizyonizm) olarak, dış değil, iç kaynaklı olarak ortaya çıkacaktı. Marx öncesi sosyalizm tamamıyla yenilmiş, burjuva ve küçük burjuva sosyalizminin saptırıcılığı, kendi “Özgün” temelleri üzerinde değil, Marksizm ilkeleri üzerinde, onların revizyonu biçiminde yürütülecekti, ilk revizyonist olma şerefi Bernstein’a düştü. Ancak II. Enternasyonal daha önceden kurulmuştu ve Bernstein ve onun ardılları mücadelelerini proleter partilerin içinde, onları yozlaştırıp bölmeye ve burjuvaziye bağlamaya yönelik olarak sürdüreceklerdi.
İleri ülkelerin partileri Paris’te toplanarak yeni Enternasyonal’i kurdular. Arada geçen dönemde bu partiler ciddi güçler toplamışlar ve ulusal zemin üzerinde gelişmişlerdi. Uluslararası örgüt oluşturulduktan sonra da, işçi hareketi, ağırlıklı olarak, yine ulusal zemin üzerinde ve ulusal devletler çerçevesi içinde ve önemlisi burjuva devletlerin temel yönetsel biçimi olarak şekillenmiş parlamentarizme dayanarak gelişti. Enternasyonal partiler on yıllarını örgütçü çalışmalarla görece barışçıl bir dönem yaşadılar ve gerçekleşmesi için mücadele ettikleri reformlar ve yasal burjuva olanaklardan yararlanarak işçi hareketinin örgütlenmesine genişlemesine yaygınlaştırdılar. Lenin, “ikinci Enternasyonal, hareketin bir dizi ülkede, geniş yığınsal yaygınlaşmasının tabanının hazırlandığı bir dönemi belirlemiştir” (III. Enternasyonal ve Tarihteki Yeri) diyor. II. Enternasyonal’i içinde hareket ettiği barışçıl koşullar, onun burjuva yasallığı ve barışçılığına, reformculuğa eğilim göstermesini teşvik eden koşulları sağlasa da, kuşkusuz, başlangıcından beri reformcu ya da oportünist bir konumda bulunmuyor; nesnel koşullara uygun olarak, görevi, işçi yığınlarını burjuva demokrasisi çerçevesinde eğitmek olduğu zamanlarda tarihsel olarak son derece yararlı ve gerekli bir çalışma yürütüyordu.
İkinci Enternasyonal’in “talihsizliği”, mücadele koşullarını oluşturan barışçıl-parlamenter dönemin görece uzun sürmesi ve bu koşulların reformculuk ve oportünizmi besleyen ciddi bir etkide bulunmasıydı. III. Enternasyonal Manifestosu’nda dendiği gibi, “örgütçü ve reform çalışmalarıyla geçen on yıllar, çoğunluğu toplumsal devrim programını lafta tanıyan, gerçekte ise onu yadsıyan ve reformizme ve burjuva devletle uyuşma batağına saplanan bir önderler kuşağı yarattı, ikinci Enternasyonal partilerinin oportünist niteliği sonunda ortaya çıktı ve tam da olayların akışının işçi partilerinin devrimci mücadele yöntemlerini benimsemesini gerektirdiği bir anda, dünya tarihinin en büyük çöküşüne yol açtı.”
Daha büyük bir çöküşü, Sovyet modern revizyonizmi gerçekleştirecekti, ama “II. Enternasyonal dönemi boyunca sosyal demokrat partiler içinde devrimci ve oportünist kanatlar arasında her yerde bir savaşım sürüp gidiyordu. Bir dizi ülkede (İngiltere, İtalya, Hollanda, Bulgaristan), bu ayırıcı çizgi boyunca parçalanmalar olmuştur” (Sosyalizm ve Savaş, sf.22) diyen Lenin devam ediyordu:
“19. yüzyılın sonundaki nesnel koşullar oportünizmi olağanüstü güçlendirdi, legal burjuva olanak ve fırsatların kullanılmasını legalizme tapma durumuna getirdi; işçi sınıfı içinde ince bir bürokrat ve aristokrat tabaka yarattı, sosyal demokrat partilerin saflarına birçok küçük burjuva ‘yoldaş’ı çekti. Savaş ve gelişmeyi hızlandırdı ve oportünizmi sosyal şovenizm biçimine dönüştürdü, yani oportünistler ile burjuvazi arasındaki gizli ittifak açık duruma geldi.”
Lenin, daha 1908’de revizyonizm üzerine yazarken, onun uluslararası niteliğini, kaçınılmazlığını ve hemen tüm ülkelerde aynı doğrultuda ilerlediğini saptamıştı. Uluslararası sosyalist hareket içinde devrimci ve revizyonist kanatlar arasındaki bölünme, aslında Enternasyonal’i çöküşe götüren ve sosyal şovenizme yol açan bölünmeydi. Bu gelişme için savaşın patlak vermesi kâfi gelmişti:
“Revizyonizmin kaçınılmazlığı, onun modern toplumdaki sınıfsal kökleriyle belirlenir. Revizyonizm uluslararası bir olgudur. Birazcık bilgisi olan ve düşünebilen hiçbir sosyalist, Almanya’da Ortodokslarla Bernstein’cılar arasındaki, Fransa’da Guesde’cilerle Joreciler (ve şimdi özellikle Brusçul) arasındaki, Büyük Britanya’da Sosyal Demokrat Federasyon ile Bağımsız İşçi Partisi arasındaki, Belçika’da Brouckire ve Vandervelde arasındaki, İtalya’da bütünlükçüler ile reformcular arasındaki, Rusya’da Bolşevikler ile Menşevikler arasındaki ilişkinin bütün bu ülkelerin bugünkü durumu da ulusal koşulların ve tarihsel etmenlerin çok büyük çeşitliliğine karşın, her yerde özünde aynı olduğundan en küçük bir kuşku duyamaz. Gerçekte, bugünkü uluslararası sosyalist hareket içerisinde ‘bölünme’, dünyanın bütün ülkelerinde şimdi aynı doğrultuda ilerliyor, bu, çeşitli ülkelerdeki türdeş olmayan eğilimlerin bir tek uluslararası hareket içerisinde savaşım verdiği otuz, kırk yıl öncesiyle karşılaştırıldığında çok büyük bir ilerlemenin olduğunu tanıtlamaktadır.”(Marx Engels Marksizm, sf. 195-196)
Uluslararası komünist hareketteki bölünme ve mücadele de kesinlikle uluslararası boyuta taşınmıştır artık.
Bu olgunlaşmamış da olsa çatışmalı koşullarda, Ağustos 1907’de Stuttgart uluslararası sosyalist kongresini toplayan Enternasyonal, bölünmenin ilk sinyallerini o zamandan vermeye başladı. Lenin sonradan, Stuttgart’ta “beliren fikir ayrılıklarına bakarsak, uluslararası Marksizm’in emperyalizme karşı olmasına karşılık, uluslararası oportünizmin daha o zamandan emperyalizmden yana olduğunu görürüz” (Sosyalizm ve Savaş, s.23) diyecektir.
Savaşın ayak sesleri duyulmaktadır ve Enternasyonal’in İsviçre’nin Basel kentinde topladığı özel bir kongrede savaş konusundaki bildiri oybirliği ile kabul edilir. Bildiride patlak verecek emperyalist savaşın halkın çıkarları doğrultusunda haklı gösterilmesine olanak bulunmadığı açık olarak belirtilir. Bildiri, açıkça, savaş durumunda, sosyalistlere, ‘kapitalistlerin devrilmesini hızlandırmak’ üzere savaşın neden olacağı ‘ekonomik ve politik bunalımlardan’ yararlanmalarını önermiştir. Açıklamada geleceğin tüm sosyal şovenlerinin imzası vardır.
Olaylar hızla tırmandı ve sonunda savaş patladı. Enternasyonalin oportünist kanadı, Bolşevik Parti ve çeşitli ülkelerde neredeyse tek tek sayılabilecek proleter sosyalistleri dışta tutulursa hemen bütün bir Enternasyonal, tek tek partileriyle, hükümetlerin savaş harcamaları için olumlu oy kullanarak, “anavatan savunması” adı altında “kendi” burjuvalarının desteklenmesine yönelerek parçalandı, ihanet içine yuvarlanarak çöktü. Oportünizm “meşruiyeti”ni kaybetmişti. Lenin yazıyor:
“Savaştan önceki dönemde, oportünizme, Sosyal Demokrat Partinin ‘saptırıcı’ ve ‘aşırı’ bir bölümü gözüyle bakılmakla birlikte, genelde bu bölüm meşru olarak kabul edilirdi. Savaş, bunun gelecekte de böyle olmayacağını göstermiştir. Olgunlaşan oportünizm, artık işçi sınıfı hareketi içinde burjuvazinin elçiliği rolünü eksiksiz oynamaya başlamıştır. Oportünistlerle birliği tam bir ikiyüzlülük durumunu almıştır.”(Sosyalizm ve Savaş, s.23)
Emperyalist savaş ihanete savrulan partilerin, milyonlarcasını burjuva ve emperyalist sistem karşısında örgütledikleri işçilerin sırtından burjuva devletlerin tabi organlarına dönüştüklerini ortaya koydu ve II. Enternasyonali iflas ettirdi. Sosyalizm ülküsü ve işçilerin kurtuluşu davası artık, bu ihanetçi partileri de karşısına almaktan başka bir şey yapamayacak olan yeni partiler ve onların yeni bir Enternasyonaline kalıyordu. Sosyal şovenizme dönüşmüş oportünizm, kendi burjuvazisinin açık destekçiliğine yönelerek proletaryanın karşısına geçmişlerdi.
“Emperyalizmle Avrupa’daki işçi hareketi üzerinde oportünizmin (sosyal-şoven biçiminde) kazandığı korkunç ve tiksindirici zafer arasında herhangi bir bağıntı var mıdır?” (Sosyalizm ve Sosyalizmdeki Bölünme) diye soran Lenin yanıtlıyor:
“Oportünizm ile sosyal şovenizmin ekonomik temeli aynıdır: Ayrıcalıklı işçilerin önemsiz bir kesimi ile kendi ayrıcalıklı durumlarını savunan küçük burjuvazinin ortak çıkarları: Yani kendi ulusal burjuvazilerinin, egemen ulus durumundan yararlanarak öteki uluslara soymasından paylarına düşecek kırıntılar…”(Sosyalizm ve Savaş, s.22)
“Bugünkü sistem (sayısı beş ya da altıyı bulan) bir avuç emperyalist ‘büyük devletten her birinin başka ulusları ezmesi sistemidir; ve bu eziş, kapitalizmin çöküşünü yapay yollardan geciktirmenin, ve dünyaya hükmeden emperyalist uluslarda oportünizm ve sosyal şovenizmi yapay olarak desteklemenin kaynağıdır. Eskiden, Batı Avrupa demokrasisi ‘büyük’ ulusları özgürlüğe kavuştururken, gerici amaçlarla bazı küçük ulus hareketlerini kullanan çarlığa karşıydı. Bugün, bir yanda şovenler, ‘sosyal-emperyalistler’, öte yanda devrimciler olmak üzere ikiye bölünmüş olan sosyalist proletarya, çarlık emperyalizmi ile gelişmiş kapitalist Avrupa emperyalizminin ittifakıyla karşı karşıyadır ve bu ittifak her ikisinin birçok ulusları ezmesine dayanır.” (Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı Üzerine Bir Tartışmanın Özeti)
Savaş patladıktan ve II. Enternasyonal ihaneti, ulusal partilerinin kendi ulusal burjuvazilerini desteklemeye yöneldikten sonra, bir daha bir araya gelmemecesine uluslararası proletarya hareketini ikiye bölmüş bulunuyordu. Oportünizm, sosyal şovenizm ve sosyal emperyalizm bir yandaydı devrimci sosyalizm diğer yanda.
Tarih, bu oportünist eğilimin, onun mihraklarından bir ya da birkaçının taraf değiştirdiğine, “akıllandığı”na ve yeniden proleter sosyalizmi saflarına iltihak ettiğine tanık olmadı. Ama tersi oldu. Yozlaşarak proleter sosyalizmi saflarından oportünizme kayanlara rastlandı. Bugün, kırk yıldır düşman saflarda, barikatın öte tarafında savaşan şu ya da bu partiyi, yalnızca, II. Enternasyonal döneklerinin de çoğunun yapmaya devam ettiği gibi, “kızıl bayrakları” yere atmadılar diye, üstelik hiçbir tartışmaya ihtiyaç hissetmeden yeniden “proleter sosyalizminin” saflarına “buyur” eden yeni oportünist eğilim uluslararası hareketin tarihini tersine çevirme yolundadır.
Lenin, sosyal şovenleri dışta bırakarak toplanmaya devam eden Enternasyonalin uluslararası özel ve olağan kongreleri olan Zimmenvald ve Kienthal’in “başlıca kusurlarından biri” olarak göstererek eleştirdiği “oportünizmden kopmama ve ona karşı mücadele önermeme” tutumu üzerine şunları yazmıştı:
“Emperyalizme karşı savaşım eğer oportünizme karşı savaşımla sıkı sıkıya bağlı değilse, boş bir söz ya da aldatmacadır. Zimmeryvald ve Kienthal’in başlıca kusurlarından birisi, Üçüncü Enternasyonal’in çekirdeği olan bu kuruluşları iflasa götürebilecek ana nedenlerden biri, oportünistlerle kopma gereği üzerine bir karar almak şöyle dursun, oportünizme karşı savaşım sorununun ortaya bile atılmamasıdır.” (Sosyalizm ve Savaş, s.61)
1915’de toplanan Zimmenvald Konferansı, Lenin İçin özel öneme sahipti. Çünkü Kautskist çoğunluk karşısında sol kanadını Zimmenvald Solu olarak örgütlemeye ve onun III. Enternasyonalin üzerinde yükseleceği örgütsel yapı olarak kurmayı tasarlayan Lenin, ona ve daha ileri bir mevzi tutabildiği Kienthal toplantısına dayanarak Kautsky’nin etkisini kırma ve taraftarlarını uluslararası hareketten tecride uğraşmaktaydı. Ama her iki toplantı, Zimmenvald solunun ve Lenin’in çabalarına karşın oportünizme savaş açmaya bir türlü yanaşmayarak savaş harcamalarına oy veren burjuva hükümetlerine katılan sosyal şovenleri kınamak ve işçileri savaşa karşı mücadeleye çağırmak dışında bir başarı sağlayamadı. Kienthal’de atılabilen bir ileri adım ise, uluslararası büro şahsında sosyal pasifizmin eleştirilmesi yönünde bir kararın çıkarılması oldu. Zimmenvald Solu ve onun Kienthal’de sağladığı başarı, göreli olmanın ötesine geçemedi. Her iki toplantıdan da ne oportünizmin eleştirisi ve ondan kopuş, ne emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürme ve ne de Üçüncü Enternasyonalin örgütlenmesi gibi kararlar ve mücadeleci atılımcı bir uygulama çıkmadı. Her şeye rağmen geliştirici bir rol oynayan Zimmenvald Solu, III. Enternasyonal’in kurulması ve uluslararası proleter devrimin geliştirilmesi bağımsız çabalarına güç kattı.
Oportünizmle uzlaşma bir yana, Lenin;
“… Bugün asıl sorun, artık birleşmiş olan emperyalist devletlerin, emperyalist burjuvazinin, sosyal emperyalistlerin cephesine karşı savaşmak ve emperyalizme karşı olan tüm ulusal hareketleri sosyalist devrim yararına kullanmaktır.”(Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, s. 193)
Lenin, 1860’lara kadar yalnızca İngiltere’nin elinde olan sömürge tekelinin bu ülkeye, sömürgelerden tek başına sağladığı aşırı kârlardan bir kısmını kendi ülkesinde işçi sınıfı içinde ayrıcalıklı bir azınlık, bir işçi aristokrasisi ve bürokrasisi tabakası yaratmak üzere dağıtmak olanağını sağladığı; böylece İngiltere’nin ezilen ulusların sırtından ülkesinde işçi sınıfını kapitalizmi güçlendirmek üzere reformculuğa kanalize etme olanağı bulduğunu; ama kapitalizmin eşitsiz gelişimine bağlı olarak belli başlı kapitalist ülkelerdeki hızlı gelişme ve bu ülkelerde mali sermaye tekelinin oluşmaya başlamasıyla birlikte bu sömürge tekelinin dişe diş bir rekabetle parçalandığını; artık tekeller ve mali sermaye oligarşisinin, dünyanın birkaç büyük ülkesinin elinde sermaye ihracı ve ekonomik paylaşım aracılığıyla bir yeniden paylaşımı gündeme sokup emperyalist bir savaşa yol açmak üzere paylaşıldığını; eskiden İngiltere’nin tek başına kullanmakta olduğu olanağın artık “büyük” emperyalist devletler tarafından birlikte kullanılır olduğunu; emperyalist büyük devletlerde ezilen ulusların sırtından elde edilen tekel kârıyla işçi sınıfı içinde ayrıcalıklı bir tabaka ve kapitalizmin burjuva işçi uşakları yaratma olanağının ortaya çıktığını belirterek belli başlı kapitalist ülkelerde, “burjuva işçi partileri” oluştuğunu, sosyal şovenizm ve sosyal emperyalizmin bu partilerin tutumu olarak şekillendiğini açıklıyor.
“Önemli olan şu ki, iktisadi olarak, işçi aristokrasisinin bir katmanının burjuvaziden yana geçmesi ergenlik çağına ulaşmış ve gerçekleşmiş bir olgu haline gelmiştir ve bu iktisadi olgu, sınıf ilişkilerindeki bu yer değiştirme, herhangi bir özel ‘güçlükle’ karşılaşmaksızın, şu ya da bu biçim altında, siyasal biçimini bulacaktır.
Yukarıda değinilen iktisadi temel üzerinde, modern kapitalizmin siyasal kurumlan -basın, parlamento, birlikler, kongreler vb.- saygıdeğer, uysal, reformcu ve yurtsever memur ve işçiler için, ekonomik ayrıcalıklar ve sus paylarına uygun düşen siyasal ayrıcalıklar ve sus payları yaratmıştır. Hükümette ya da savaş sanayi komitelerinde, parlamentoda ve çeşitli komitelerde, legal olarak yayınlanan ‘saygıdeğer’ gazetelerin yazı kadrolarında ya da bundan daha az saygıdeğer olmayan yönetim kurullarında ve ‘burjuva yasalarına bağlı’ sendikalarda kârlı ve tatlı işler -emperyalist burjuvazinin, “burjuva işçi partilerinin’ temsilcilerini ve destekleyicilerini çekmek ve ödüllendirmek için kullandığı olta işte budur.”(Marx Engels Marksizm, s.254)
Ve Lenin’in bundan çıkardığı kesin sonuç şudur:
“Gerçek şu ki, siyasal bir olgu olarak ‘burjuva işçi partileri’ belli başlı bütün kapitalist ülkelerde kurulmuş bulunuyor ve partilere -ya da gruplara, eğilimlere vb. hepsi de aynıdır- karşı bütün cephelerde kararlı ve duraksamasız bir savaşım vermeksizin emperyalizme karşı savaşım sorunundan, ya da sosyalist işçi hareketi sorunundan söz edilemez. “(Age, s. 255 ).
Burjuva işçi partileriyle birlik bir yana, onlarla savaşmadan ve işçi sınıfı içindeki etkilerini kırmaya yönelmeden, -Lenin kesin konuşuyor-, ne emperyalizme karşı mücadele ve bir zafer ihtimalinden ve ne de işçi sınıfının bağımsız bir sınıf olarak ortaya çıkışı ve bağımsız ve sosyalist bir işçi hareketinin oluşumundan söz etmek mümkün olabiliyor.
Ve üstelik bu burjuva işçi partisinin, herhangi sosyalist eski ülkede kapitalizmin restorasyonuna bağlı olarak iktidarda bulunduğu revizyonist ülkelerde, bu parti yalnızca emperyalistlerden gelen sömürge kârı payları kırıntılarla değil, kendi iktidar olanaklarının imtiyazlarından, ülke içinde ve yayılmacılığın nesnel koşullarına sahipse dışında elde ettiği doğrudan tekel kârlarından nimetlenirken, kendi ezilen sınıfları ve başarabilmişse ezilen ulusların emekçilerinin sırtına kene gibi yapışmışken, bu modern revizyonist “burjuva işçi partisi”nin mücadelenin hedefi değil, yandaşı ve uluslararası komünist hareket içinde yer alabilecek ve birleşilebilecek, hele “Marksist” bir parti olarak görülmesi durumunda, komünist bir işçi hareketi ve uluslararası bir komünist hareket bir yana emperyalizm karşısında uzlaşmaz bir zemine sahiplik iddiası ileri sürülemez. Bu, doğrudan emperyalizmi güçlendirmek, uluslararası proletaryanın güçlerini dağıtıp onu emperyalizme bağlanmaya yöneltmek, revizyonizm aracılığıyla emperyalizm önünde diz çökmek anlamına gelir. Lenin’in “kendi” ulusal burjuvazilerinin destekçisi oportünizm ve “burjuva işçi partileri” için söyledikleri, kapitalist restorasyona bağlı olarak eski sosyalist ülkelerde iktidarı ele geçirmiş revizyonizm ve “burjuva işçi partileri” için daha çok geçerlidir:
“Bugün oportünistlerle birlik, aslında işçi sınıfının ‘kendi’ ulusal burjuvazisinin boyunduruğu altına girmesi, öteki ulusların ezilmesi ve büyük devletlerin ayrıcalıklarının korunması amacı için onlarla işbirliği yapılması bütün ülkelerde devrimci proletaryanın parçalanması demektir” diyen Lenin devam ederek yapılması gereken tek şeyi vurguluyor:
“Birçok kuruluşlarda önemli yerler işgal eden oportünistlerle savaşımda tek tek olaylar ne kadar güç olursa olsun; çeşitli ülkelerde işçi partilerinin oportünistlerden temizlenmesi, hangi özellikleri gösterirse göstersin, bu, yapılması mutlaka gerekli ve yararlı bir iştir.”(Sosyalizm ve Savaş, s.23)
Ve Lenin uluslararası komünist hareket açısından izlenmesi gereken yola gelmektedir:
“Dünya işçi hareketi içinde tek Marksist çizgi, yığınlara oportünizmden kopmalarının kaçınılmazlığını ve gerekliliğini açıklamak, oportünizme karşı amansız bir savaşım vererek devrim yolunda bunları eğitmek, ulusal liberal işçi politikasının o kesin iğrençliğini gizlemek değil, sergilemek için savaşım deneylerinden yararlanmaktır. “(Marx, Engels Marksizm, s.257)
Kesindir, burjuva işçi partileriyle, zaman zaman koşulları oluşabilecek çeşitli taktik uzlaşmalar yapma dışında, örneğin bugün Çin ve Küba partilerini emperyalizme karşı kendi imtiyazlı durumlarını korumak için de olsa emperyalizme karşı mücadeleyi güçlendirebilecek direnişlerinde siyasal olarak destekleme dışında, birlik olanaksızdır. Onlarla tam kopuşmak ve onlara karşı amansız bir savaşım yürütmek yerine, bu partilerle ideolojik birlik ve parti birliği, uluslararası komünist hareket içinde birlik aramak, ancak revizyonizm ve emperyalizm karşısında uzlaşmacılığı, işçi sınıfının uluslararası güçlerini dağıtmaya ve uluslararası komünist hareketi parçalamaya girişmeyi ifade eder.
II. Enternasyonal’in çöküş koşullarında sosyal şovenizm ve sosyal emperyalizm karşısında uzlaşma ve uzlaştırıcılık ve onlarla birliği öngörücülük olarak ortaya çıkan döneklik türü olan Kautskicilik tam da bu niteliği ile belirmiştir:
“Kautsky, tam bir sorumsuzlukla, sosyal şovenizmin temel fikri olan, bugünkü savaşta anayurdun savunulması tezini, sözde bir muhalefet tavrıyla, savaş harcamalarına çekimser oy kullanmak yoluyla sola karşı diplomatça ödünler vererek uzlaştırmak istemekledir… İşçi sınıfı, bu dönekliğe, bu sorumsuzluğa, bu oportünizme kul-köle olmaya ve Marksist teorinin bu eşi görülmemiş kabalaştırmasına karşı acımadan savaşım vermeksizin, dünya ölçüsündeki devrimci rolünü oynayamaz.”
Bugünkü yeni oportünist eğilim, tam da Kautsky’nin sözde muhalif uzlaştırıcılığı tarafından aynısıyla ama yıllar öncesinden öncelenmiştir. Bu oportünizme ve revizyonizme kul-köle olma yoluyla, işçi sınıfının dünya ölçüsündeki devrimci rolünü oynayamayacağı kesindir.
Lenin Kautsky’e, uzlaştırıcı dönekliğiyle ilgili olarak şöyle seslendi:
“Bugünkü durumda sorun şu ki, Avrupa’nın emperyalist ülkelerinde siz, bir sınıf olarak proletaryaya yabancı olan, burjuvazinin hizmetçileri, ajanları ve onun etkisinin araçları olan oportünistleri okşuyorsunuz ve işçi hareketi yakasını onlardan kurtarmadıkça bir burjuva işçi hareketi olarak kalacaktır. Oportünistlerle… ‘birliği’ savunarak siz, nesnel olarak, emperyalist burjuvazinin işçi hareketi içindeki en iyi ajanlarının yardımlarıyla işçilerin köleleşmesini savunuyorsunuz. Devrimci sosyal-demokrasinin dünya ölçüsündeki zaferi kesinkes kaçınılmazdır, ancak size karşı hareket etmektedir, gelişmektedir ve gelişecektir, bu sizin üzerinizde bir zafer olacaktır.” (Marx, Engels Marksizm, s.248)
Ve Lenin’e göre, bu merkezci uzlaştırıcılık, açık oportünizmden daha tehlikelidir:
“Bütün büyük ülkelerde, oportünizmin iki türü ortaya çıkmıştır: İlki bay Plehanov, Scheidemann… Henderson’un açık, sinik ve bu yüzden de daha az tehlikeli sosyal emperyalizmi; ikincisi, gizli Kautsky oportünizmi…
“Açık oportünizm, devrime ve başlangıç durumundaki devrimci hareketlere ve patlamalara, açıkça ve doğrudan doğruya karşıdır. Biçimi değişmekle birlikte hükümetlerle ittifak durumundadır… Maskeli oportünistler, Kautskiciler, işçi sınıfı harekeli için daha zararlı, daha tehlikelidir, çünkü bunlar hükümetle ittifak yanlısı oldukIarını akla yakın, sözde Marksist sözlerle ve pasifist sloganlarla gizlerler. Bu her iki türden oportünizme karşı, proletarya politikasının her alanında savaşım verilmelidir.”(Sosyalizm ve Savaş, s.62)
Ve:
“Kautskicilik bağımsız bir eğilim değildir, çünkü ne yığınların içerisinde ne de burjuvazinin yanına geçmiş bulunan ayrıcalıklı katmanlar arasında kökleri vardır. Ama Kautskiciliğin tehlikesi, geçmişin ideolojisini kullanarak, proletaryanın ‘burjuva işçi partisi’ ile uzlaşmasına, proletaryanın bu parti ile birliğinin korunmasına ve böylece de bu partinin saygınlığının güçlendirilmesine çabalaması olgusunda yatar. Yığınlar artık dile düşmüş sosyal şovenlerin ardına düşmüyor… Kautskicilerin sosyal şovenleri maskeli bir biçimde savunmaları daha da çok tehlikelidir.”
Bugünkü durumu nasıl ifade ediyor. Çinlilerin, Kübalıların o eski “saygınlıkları”ndan eser yoktur; ama “geçmişin ideolojisini kullanarak”, Marksizm’i kullanmaya çalışarak uluslararası yeni oportünist akım onlara itibar ve saygınlıklarını iade etmeye, onlarla dünya proletaryası ve komünistleri, ilerici insanlar arasında yeni bir “köprü” kurmaya çalışmaktadır.
Oysa
“… Her enternasyonalist için denek taşı yeni-kautskiciliğe karşı düşmanlık olmalıdır. Ancak Kautskiciliğe karşı savaşım verenler ile liderlerinin sahte bir dönüşünden sonra bile ‘merkez’in aslında şovenlerin ve oportünistlerin müttefiki olduklarını anlayanlar gerçek birer enternasyonalisttir. (Sosyalizm ve Savaş, s.41)
Yolu yoktur; revizyonizm ve burjuva ve küçük burjuva sosyalizmine karşı savaşmayanlarla savaşılacaktır; başka türlü sosyalist bir uluslararası işçi hareketinin gelişmesi olanaksızdır. Başka türlü emperyalizm önünde diz çökme yoluna girmemek olanaksızdır ve başka türlü gerçek enternasyonalist olmak olanaksızdır.
Yeni uluslararası oportünist eğilim, önceden Çin vb. burjuva, küçük burjuva sosyalizmi akımları karşısında bulunuyordu. Şimdi kendi safını değiştirdiğini deklare etmediğine göre, -kuşkusuz, aslında, o ve safı değiştirmektedir-, Çin vb. revizyonizminin niteliği değişmiş olmalıdır! Son olarak Lenin’in oportünist, revizyonist eğilimlerin, burjuva ve küçük burjuva sosyalizmlerinin yok olup olamayacağı ve proletaryaya “geri dönüp dönemeyeceğine” ilişkin görüşlerine başvurarak ve III. Enternasyonal deneyleriyle yeni oportünist eğilim ve geleneksel oportünizmin ona ilişkin değerlendirmelerinin eleştirisini önümüzdeki sayılara bırakalım.
“… Lloyd George ile Scheidemann’lar, Legien’ler, Henderson’lar ve Hyndman’lar, Plehanov’lar, Renaudel’ler ve ortakları arasında böyle büyük bir fark var mıdır? Sonunculardan bazıları, Marx’m devrimci sosyalizmine döneceklerdir, diye itiraz edilebilir. Bu olanaklıdır, ama eğer sorun siyasal, yani kitle yönünden ele alınacak olursa, bu pek önemsiz bir farklılıktır. Bugün sosyal şoven önderlerinden bazıları proletaryaya geri dönebilirler. Ama sosyal şoven ya da (aynı şey demek olan) oportünist eğilim ne yok olur ne de devrimci proletaryaya geri döner. Marksizm’in işçiler arasında yaygın olduğu her yerde bu siyasi eğilim, bu ‘burjuva işçi partisi’, Marx’ın başına yemin edecektir. Bunlar böyle yapmaktan alıkonamaz, tıpkı ticari bir firmanın herhangi bir etiketi, simgeyi ya da reklâmı kullanmaktan alıkonamayacağı gibi.” (Marx, Engels, Marksizm s.255)
Bugünkü durumla paralellik kurulursa, tek tek kişisel geri dönüşler dışında siyasal ve ideolojik bir “geri dönüş” daha bir olanaksızdır. Bugünkü revizyonizmin mihraklarının belli başlıları çeşitli revizyonist ülkelerin iktidar partileridir. Yalnızca emperyalizmden dilenilen kırıntılarla değil kendi iktidar olanakları ve imtiyazlarıyla beslenen bu partilerin “geri dönebileceklerini” düşünmek daha vahim bir yanılgı oluşturur. Buralarda, revizyonist partilerin proleter sosyalizmine geri dönmeleri sorunu değil, bir iktidar sorunundan söz etmek doğrudur. Onların iktidarları, devrimci proletarya tarafından devrilmeleri gereken iktidarlar durumundadır.
Yapılacak şey ve yürünecek yol belirgindir: Emperyalizme karşı savaşırken bütün burjuva küçük burjuva sosyalizmi akımlarına ve onlarla uzlaştırıcılık eğilimine karşı savaşmak. Bu savaş, parçalara bölünerek bir ya da birkaç bileşenine karşı savaşmaktan vazgeçilmez bir bütündür. Birine karşı savaşımın niteliği ve düzeyinde ortaya çıkabilecek bir düşme diğerine karşı savaşı güçten düşürecek, başarıyla sürdürülmesini olanaksızlaştıracaktır.

Kasım 1993

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑