1991 yılının yazında bir gün foto fax cihazları ve uydular, Gorbaçov’a karşı yapılan askeri darbe sırasında tanklardan birinin üstüne çıkarak darbecilere kafa tutan Yeltsin’in görüntüsünü basın yayın organlarına ulaştırdılar. Bu görüntü, CIA’nın ve diğer emperyalist kuruluşların doküman toplama merkezlerinde büyütülerek duvarlara asıldı, yeni dünya düzenini simgeleyen ikonografik bir değer kazandı. Tankın üzerindeki Yeltsin görüntüsü, genel geçer anlamlarını çoktan kazanmış kavramların deformasyonu ile işe başlayan imaj üreticilerinin bu kavramlara yeni içerikler kazandırma operasyonunun doruğunu oluşturdu. Yeltsin daha o zaman, Fransız İhtilali sırasında “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” sloganıyla yaşadığı devrim günlerini, feodalizme karşı kazandığı iktidar savaşının şaşaasını unutmayan burjuvazi için; Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte diline pelesenk ettiği yenilenme, gençleşme, ebedi barış, hatta proletaryanın komünizm ülküsüne karşı verdiği savaşın artık kazanıldığı iddiası üzerine kurulmuş “ikinci bir devrim” imajının en önemli öğesi oldu.
Tankların üzerindeki Yeltsin görüntüsü, Berlin Duvarı’ndan koparılan parçaların ideolojik ve imgesel etkisini bile geride bırakarak, Fransız Devrimini simgeleyen Marianne figürüyle takas edilmek ya da hiç değilse onun yanına yerleştirilmek üzere son kırk yılda bulunabilmiş tek figür oldu.
Yeni dünya düzeninin başlamasıyla birlikte Amerikan propaganda odaklan tarafından dünya halklarına vaat edilen bilinen anlamlarıyla ne barış vardı ortalıkta, ne demokrasi; düzen de yeni değildi zaten. Kavramların yeni içeriği burjuva tarzda yeniden doldurulurken Pax-Amerikana’nın Rusya steplerinde dolaşan hayaleti, Yeltsin’de demokrasi kahramanlığını; son olaylarda ona karşı direnen parlamentoda öbeklenmiş komünizm düşmanı, çarlık yanlısı, gerici ve en az onun kadar emperyalist hevesler besleyen güruhta da komünizm yandaşlığını buldu. Eylül ayında Yeltsin’in Rusya Federasyonu parlamentosunu feshettiğini açıklamasıyla başlayan olaylar bu ilişkiyle açıklandı. Emperyalistlerin açıktan desteklediği Yeltsin darbesi, serbest pazar ekonomisinin ve IMF reçetelerinin uygulanmasının önündeki pürüzlerin temizlenmesini ve bunun için de, uzun süreden beri yönetim mekanizmasının atalet içinde kalmasına neden olan iktidar ikiliğine sön verilmesini amaçlıyordu.
Yeltsin, Moskova’da, uzun zamandan beri geliyorum diyen bu iktidar savaşının ipini parlamento darbesiyle çekip başlatırken aynı zamanda onun önemli bir etabını bitirmiş de oluyordu.
İki yıl önce, sonradan Sovyetler Birliği’nin son başkanı sıfatıyla anılacak olan Gorbaçov’a yapılan darbeye karşı çıkarken, ne Gorbaçov’un IMF ve Dünya Bankası kredileriyle desteklenmiş kapitalist reformculuğunun bu hızda seyretmesinden hoşnuttu, ne de bu reformların daha yavaş gerçekleştirilmesini istedikleri için komünist olmakla suçlanan darbecilerden yanaydı. Yeltsin, Yeni Dünya Düzeni’nin ve Amerikan planlarının “şok” önlemlerle hayata geçirilmesini ve dünyanın, uluslararası tekelci sermayenin çıkarları çevresinde “global”-evrensel bütünlük içinde birleştirilmesinin önündeki pürüzlerin keskin darbelerle ve bir an önce giderilmesini savunan kampta yer alıyordu. Çok geçmeden de, SSCB adının tarihe karışmasıyla birlikte politika sahnesinden çekilen Gorbaçov’un yerine geçerek Bağımsız Devletler Topluluğu dönemini başlatacaktı.
Yeni dönem, günlük yaşamda ve yönetim mekanizmalarında sosyalizme ait ne kadar kalıntı varsa hepsinin büyük bir nefret ve hızla kazındığı dönem oldu; meydanlardan Lenin heykelleri bile kaldırıldı, bir heykelin ne gibi bir maddi gücü olabilirdi ki? Ama Lenin görüntüsünün ülkenin bütün meydanlarında eski günlere ve asıl korku verici olmak üzere geleceğe işaret eden ideolojik bir tehdit unsuru ve Rus burjuvazisi nezdinde bir karabasan kaynağı olarak ayakta kalması hazmedilecek bir şey değildi ve devrimin kazanımlarını hala hatırlayan Rusya halkının sosyalizm özlemlerine yönelik öfkenin dile getirilebileceği en önemli eylem o gün için oydu.
Aynı zamanda, eski Sovyet ülkesinin topraklarında serbest piyasa ekonomisinin rayına girmesi ve “Pax Amerikan barışı”nın Urallar’dan Çin Seddi’ne kadar bu bölgede de yerleşmesi için uzun zamandan beri bekleyen emperyalist burjuvazi ve onların Rusya’daki ve diğer cumhuriyetlerdeki temsilcileri kronometrelerini çalıştırdılar. Karşılıklı olarak kartlar açıldı. Yeltsin ülkenin içinde bulunduğu zor durumdan çıkabilmek için IMF ve Dünya Bankası’na olan 61,5 milyar borcun ertelenmesini, bunun yanı sıra 5 milyar dolar nakit para yardımı, 6 milyar dolar gıda ve ilaç yardımı ve yine 6 milyar dolar sanayinin işler hale getirilmesi için yedek parça ve malzeme yardımı talep etti. Karşılığında, Gorbaçov’un yeteri kadar hızlı davranmadığı “reformlar”ın yapılması için kan dökmek, darbe yapmak, cumhuriyetleri birbirine karşı kışkırtmak, şantaj ve tehdit gibi yöntemlerden ne gerekiyorsa onu uygulayarak kolları sıvayacaktı.
Bu para Yeltsin’e ölçülü olarak verilmeye başlandı. Ölçülüydü, çünkü nakit para yardımı üç taksite bağlandı. Birinci taksitinin ödenmesinden sonra Rusya’daki reformların yeterince hızlı yapılmadığı gerekçesiyle yaz ayları başında Rusya’ya kredi aktarılması işlemine ara verildi. Bu, Yeltsin için uyarıcıydı ve darbenin vaktinin geldiğinin göstergesiydi.
Emperyalistlerin Rusya’da uygulanmasını istedikleri “şok” program, BDT içindeki iç karışıklıklar; cumhuriyetler ve özerk bölgelerde meydana gelen milliyetçi ayaklanmalar, savaşlar ve merkezi otoriteyi tanımama eğilimleri, özerklik ve bağımsızlık ilanları; ancak devlet sübvansiyonlarıyla ayakta durabilecek iktisadi işletmelerin bu destek yokluğu nedeniyle işlemez hale gelmesinin yarattığı sosyal huzursuzluk, grevler, rejim karşıtı gösteriler, giderek gelişen halk muhalefeti ve bütün bunları bastırmak için iktidarda ortak ve tek bir iradeye ihtiyaç duyan Yeltsin ve yandaşlarının hızını kesen parlamento gibi nedenlerle bir türlü hayata geçirilemiyordu. Rusya’nın öteki iktidar kaynağı olan yasama organı parlamentoyla Yeltsin arasında başından beri bir çelişki yaşanıyor ve gün geçtikçe bu çelişki çatışmalara dönüşüyordu. Ne yürütme ne de yasama kendilerine biçilen rollerin sınırları içinde kalmaya niyetli değildi. Yeltsin’in parlamentodan çıkartamadığı kanunları kararnamelerle uygulamaya çalışmasını parlamento eleştiriyordu. Geçtiğimiz Mart ayında düzenlenen Halk Temsilcileri Kongresi’nde Yeltsin ve Parlamento başkanı Ruslan Hasbulatov arasındaki ilişki iyice gerginleşti ve Yeltsin’in bir ordu müdahalesine hazırlandığı açığa çıktı. Hasbulatov, kendisine karşı yapılması tasarlanan darbeyi gündeme getirerek savunma ve güvenlik bakanlıklarının harekete geçmesini istedi. Oysa Yeltsin, Güvenlik Konseyi üyeleriyle yaptığı gizli görüşmeler sırasında Hasbulatov’un güvendiği bu en önemli odağı yanına almıştı. Böylece ordu, devlet başkanının yetkilerinin parlamento tarafından sınırlanmasını isteyen Hasbulatov’u değil, ekonominin tümüyle kendisine ve hükümetin kontrolüne bırakılmasını talep eden Yeltsin’i destekleyecekti. Bir ay içinde ikinci kez toplanan Halk Temsilcileri Olağanüstü Kongresi’nde Yeltsin, isteklerinin hiçbirini sağlayamadı; ancak daha sonra yapılacak ve kendi yetkilerini onaylayacak olan bir referandum kararını aldırabildi. Yeltsin’in kızıp terk ettiği kongre salonunda yasama ve yürütme organları arasındaki çelişkiye bir çözüm bulunamamış; piyasa reformları için istediği yetkilerin hükümete verilmesi reddedilmişti.
Ama bu çıkar çatışması kongrede alınan bu kararla sona erecek değildi. Yeltsin’in Hasbulatov ve Rutskoy kliğini parlamentoya bir darbe yaparak topa tuttuğu geçen aya dek, savaş değişik biçimlerde sürdürüldü. Yeltsin yetkilerini kullanarak köşe başlarını tutmuş olan Hasbulatov yanlılarını görevlerinden azlederek devletin önemli mevzilerine kendi kadrolarını yerleştirdi. Son aylarda bütün ülkeleri sarmış olan ve kapitalizmin halk kitleleri nezdinde itibarını arttırmayı amaçlayan “temiz toplum” kampanyaları Rusya’da da siyasal rakiplerin ayaklarının kaydırılması amacıyla yürürlüğe konuldu. Yeltsin, birer birer ortaya çıkardığı yolsuzluk dosyaları kapsamında Güvenlik Bakanı Viktor Barranikov’u, ailesi ve yakınlarına haksız kazanç sağlamak ve devlet parasıyla yurtdışı seyahatlerine götürmek; Başbakan Birinci Yardımcısı Vladimir Şumeyko’yu zimmetine para geçirmek iddialarıyla; içişleri Bakanı Birinci Yardımcısı Andrei Dunayev’i ise hiçbir açıklama yapmadan görevden aldı.
Her türlü yöntem mubahtı; iktidar mücadelesi yürüten bu iki ayrı klik, anayasal yetkilerini kullanarak; bunun işe yaramadığı yerde de blöf ve şantaj yaparak birbirlerini salvo ateşine tutmuştu. Peki, ama neydi Hasbulatov-Rutskoy yanlılarıyla Yeltsin yanlılarının alıp veremedikleri? ABD ve diğer emperyalistler parlamentonun topa tutulduğu bu savaş sırasında neden apaçık Yeltsin’in yanında yer almışlardı?
YELTSİN VE HASBULATOV HANGİ SINIFSAL ÇIKARLARI TEMSİL EDİYORDU?
Yeltsin’in reformlarına muhalefet ettikleri gerekçesiyle, Türkiye’de bazı “sol” çevreler tarafından ilerici ve anti- emperyalist olarak tanımlanan, emperyalist propaganda kaynakları ve medya organlarına göre “komünist”, muhafazakâr ve milliyetçi olan Hasbulatov ve arkadaşları, IMF ve Dünya Bankası’nın serbest piyasa ekonomisinin geliştirilmesi için dayattıkları önlemleri eleştirdikleri için, Rusya’da bu reformların gerçekleştirilmesi için dışarıdan oluk oluk dolar akıtan ABD’nin ve diğer Avrupalı emperyalistlerin tepkisini çekiyordu. Oysa parlamentodaki hükümet ve Yeltsin aleyhtarı grup ne komünistti ne de anti-emperyalist; ne Yeltsin’in reformlarına karşıydılar, ne de piyasa ekonomisine. İstedikleri şey, piyasa ekonomisine daha uzun vadede ve “şok” planların dışında kalarak geçilmesiydi. Ama elbette bu çelişki, sadece bir teknik ayrıntıya indirgenemez, onunla açıklanamazdı. Parlamentodaki her grup belirli ekonomik ve siyasal çıkarlar çerçevesinde oluşmuştu ve bu çıkarlar Yeltsin’in temsil ettiği odakların çıkarlarıyla görünürde çelişiyordu. Parlamento, Stalin’in ölümünden sonra işbaşına gelen Kruşçev kliğinin siyasal yardımlarıyla palazlanmaya başlayan ve o zamanki mevcut devlet kurumlarında ve diğer yönetim aygıtlarında yuvalanmış Sovyet bürokrasisinin, bu yeni tipte burjuvazinin çıkarlarını temsil eden organdı. Rutskoy-Hasbulatov kliği, şimdi, eski Sovyet kalıntılarının da ortadan kaldırılmasında ayak direyen Yeltsin’in şok program çerçevesinde gerçekleştireceği temizlik, imha ve düzenleme operasyonuna siyasal ve ekonomik çıkarlarından vazgeçerek uyum sağlamak niyetinde değildi. Eski Sovyet kalıntıları ve devlet mekanizması, bu kliğin temsil ettiği bürokrasinin arpalığıydı ve bu çıkarları ve yetkileri öyle bir hamlede elden çıkarmak işlerine gelmiyordu; her şeyin bir zamanı vardı. Eski kurum kalıntılarının sürmesinde yarar gördükleri için komünist olarak nitelendiler, böylece vurgunculuk ve statükoculuk gibi olumsuz kavramlarla komünizmin karalanması için bir kez daha fırsat yaratılmış oldu. Oysa Sovyetler Kruşçev döneminde başlatılan revizyonist saldırılarla çoktan beri çökertilmiş ve bu kurumlar işçi sınıfının iktidar organları olmaktan çıkarılmıştı. İktidardaki burjuva revizyonist kliğin bu kurumların içinde yer alan bürokratik uzantıları, sosyalizme ait ne varsa bunları çoktan kaldırıp atmış, eski kurumlar uzun zamandan beri onların dizginlenemez iştahlarını giderirken içine gizlendikleri içi boş kabuklar haline getirilmişti. Hasbulatov’cular, parlamentoda Yeltsin tarafından top ateşine tutulurken halktan destek almak için “bütün iktidar Sovyetlere” diye slogan attılar. Sosyalizmi anılarında hâlâ olanca canlılığıyla yaşatan Rus halkı için hala harekete geçme arzusu uyandıran bu sloganı atarken elbette, daha önce işçi sınıfının iktidar organları olan Sovyetleri değil, sonradan ele geçirip kendi bürokratik ve burjuva iktidarlarını sürdürmek için kullandıkları kurumlan kastediyorlardı. Oysa dışarıdaki halk, kaşarlanmış revizyonistler Sovyetlerden bahsettiklerinde bundan ne anlamak gerektiğini öğrenmişti; bu nedenle Hasbulatov-Rutskoy kliği hakkında “onlar komünisttir” diye yapılan tevatürlere gülüp geçti.
Yeltsin’i özgürlükçü ve liberal olarak tanımlayanlar ise, onun nezdinde giderek bürokratik mekanizmalar dışında bir sermaye birikimi edinebilmiş karaborsadan ve yeraltı faaliyetlerden akan kara parayı kapitalist prosedüre uygun olarak piyasaya aktarmak için uygun kurumların oluşturulmasını isteyen burjuvaziyi yücelttiler. Bu karaborsacı-mafya burjuvalar son on yılda oldukça çoğalmış ve gelişmişti; Yeltsin vasıtasıyla iktidarda tek söz sahibi olmayı, serbest piyasa ekonomisinin bütün kapılarının açılmasını istiyorlardı.
Geçen mart ayında iki kez toplanan Halk Temsilcileri Olağanüstü Kongresi, bu çelişkilerin bir uzlaşmaya varılarak çözülmesini hedeflemiş ama çelişkilerin daha fazla derinleşmesine neden olmuştu. Dünyanın gözü kulağı bu iki kongredeydi. IMF yetkililerinin kongre sonuçlarına bakarak “ekonomiye çeki düzen verilip, ortak ekonomi politikasında karara varılmadığı sürece Rusya’ya taze kredi verilmeyeceği”ni açıklamasından sonra Japonya, Fransa, İtalya ve Kanada’da kredi taahhütlerini aynı koşula bağladıklarını açıkladılar.
Oysa Yeltsin işbaşına geldiği ilk günlerde IMF direktiflerine uygun olarak fiyatları serbest bırakmış, Merkez Bankası durmadan ruble basmaya başlamış ve sübvansiyonları kesmeye çalışmış, böylece sadık bir piyasacı^ olduğunu kanıtlamıştı. Serbest fiyat politikasının bedelleri kısa dönemde Rusya’da yaşayan halk açısından, sadece, Moskova’da sekiz milyona ulaşan işsiz kitlesi, yüzde dört yüze tırmanan enflasyon, temel besin maddelerinin yokluğu, karaborsa, mağazaların önünde oluşan uzun kuyruklarda geçirilen saatler, fahişeliğin giderek artması, hırsızlık ve ahlaki çöküntüyle ödendi. Bir süre sonra 1991 ve 1992 yılları arasında basılmış paralar hükümsüz ilan edildi ve tedavülden kaldırıldı. Hiç bir dükkânın kabul etmediği paraları değiştirmek için bankanın önünde oluşturulan kuyruklarda, birçok yaşlı insan bayılarak hastanelik oldu, halkın cebindeki rubleler “son kuruşuna” kadar alındı. Enflasyonun ve bütçe açığının azaltılması için şimdi halkın elindeki paralara da el konuyordu. Öte yandan, Yeltsin tarafından, bunun yeraltı faaliyetiyle elde edilmiş kara paranın piyasadan çekilmesi için uygulanan bir yöntem olduğu açıklanıyor; Hasbulatov kliğine karşı bir başka cepheden saldırılmış olunuyordu.
Yetmiş yaşında bir kadının açlıktan öldüğü haberi bir günlük gazeteye yansıdı. Emperyalistlerin vanalarını çevirdikleri yabancı sermaye musluklarının ağzına getirilen Rusya’da Yeltsinci liberallerin iki yıl önce tankın üzerine çıkarak, şimdi de tankların kumandasını elinde bırakarak uğruna savaştıkları özgürlük, serbest piyasa özgürlüğüydü. Rus burjuvazisine kendi sınıf çıkarlarını sonuna kadar gözetebilme olanağı sağlayan bu özgürlük, Rusya’da yaşayan milyonlarca insana, sadece yoksulluk, işsizlik ve açlık vaat ediyordu. “Bu vaatlere karnımız tok” diyerek karşı çıkıldığında ise ki, sokaklarda kızıl bayraklarla Lenin’in ve Stalin’in fotoğraflarıyla yürüyen işçilere ve emekçilere daha sık rastlanır olmuştu; Amerikan demokrasisinin icaplarına göre sopa gösteriliyordu.
Sovyetlerin dağılmasını ikinci burjuva devrimi gibi yaşayan Yeni Dünya düzencilerinin tank üzerinde resmettikleri demokrasi kahramanı Yeltsin’in Rus halkına getirdiği demokrasi ve özgürlük bu iktidar savaşında mağdur ve mağlup olan Hasbulatov ve Rutskoy kliğinin vaat ettiğinde farklı da değildi. Öz aynı, görünüm değişikti. Pax Amerikana şemsiyesi altında kurulan Rus barışı ise cumhuriyetlerde ve özerk bölgelerde yaşayan halkların kayıtsız şartsız, büyük ve bölünmemiş bir pazar derdinde olan Rus emperyalizminin istemi doğrultusunda merkezi otoriteye boyun eğmesini öngörüyordu. Özerk bölgelerde yönetim erkini elinde bulunduran burjuva yerel çıkar çevreleri ile ideolojik besinini büyük Rus milliyetçiliğinden alan Moskova yönetimi arasında süren dalaşma sırasında da bundan en çok zarar gören halklar, oldu. Yeltsin bu başlangıçta dağılmış pazarı birleştirmek için birçok manevra denedi, entrika çevirdi. Dağılan pazarın birleştirilmesi sadece ekonomik nedenlere dayanmıyordu, politik olarak istikrarsız bir yapı kazanmış olan Rusya, Amerikanize başkanlık sistemine geçerek, cumhuriyetlerin ve özerk bölgelerin kendilerine tanıdığı ayrıcalıkları ve merkezi anayasayla çelişen on bin küsur, özerk bölge yasası ve kararnamesini kaldırıp politik bir istikrar sağlamayı amaçlıyordu.
“PAX RUSSİAN BARIŞI’YLA BİRLEŞTİRİLMİŞ BÜYÜK PAZAR
Avrupa Güvenlik ve işbirliği Anlaşması-AGİK; ikinci savaştan sonra başlayan ve içeriğini; kapitalist-emperyalist çevreler tarafından kuşatma altında bulunan sosyalist Sovyetler Birliği ve demokratik Doğu Avrupa cumhuriyetlerinin dünya halkları üzerindeki ideolojik etkilerinin giderilmesi uğraşlarıyla ve emperyalist hegemonyanın yaygınlaştırılması çabalarının oluşturduğu soğuk savaş döneminin sonu olarak ilan edildi. Soğuk savaş dönemi, ABD’de MC Carthy döneminde doruğa ulaşan, itici gücünü komünizm fobisinin ve düşmanlığının oluşturduğu yeni savaş taktiklerini istenilen sonucu vererek SSCB’nin 50’li yıllarda kapitalist restorasyon sürecine girmesiyle yetinilmeyerek bu sürecin gerçek bir çözülme ve çürümeyle tezahür ettiği 80’li yılların sonlarındaki dağılmayla bitirildi. AGİK, bunun belgesi oldu. Bu saatten sonra, “sosyalist ülkelerin piyasayla kuşatılması” ilkesine bağlanan emperyalist faaliyet, yerini, “piyasa demokrasisinin genişletilmesi” olarak tanımlanan yeni dünya düzenine bıraktı. Yeni dönemde ABD, dünyanın mümkün olduğunca tek ve büyük bir pazar haline gelmesini hedefliyordu. Avrupa’da da daha önce AT’la başlatılan, Maastrich ve Batı Avrupa Birliği (BAB) ile hızlandırılan süreç, kapsadığı alanlar giderek çeşitlenip zenginleşen anlaşma ve bloklaşma eğilimleri gündeme geldi. Yeni dönemde tayin edici çelişkilerin olmadığı varsayılarak çatışmasız ve mutlak bir barış havasının egemen olacağı iddia ediliyordu. Oysa emperyalizm var olduğu sürece çatışmalar ve savaşlar kaçınılmazdı ve “serbest piyasa demokrasisi” hiçbir engel olmaksızın yayılma düşlerine kendisini boşuna kaptırmıştı. Milyonlarca işçiyi işsizlikle tehdit eden özelleştirme girişimlerine karşı yapılan gösteriler ve grevlere emperyalistlerin gösterdiği tavır bu demokrasinin ne menem bir demokrasi olduğunu ve hangi çıkarları koruduğunu gösteriyordu. Körfez savaşı ve Somali de bir göstergeydi.
Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte, bu coğrafyada ortaya çıkan yeni pazar olanakları da; “serbest piyasa demokrasisinin genişletilmesi” emperyalist ilkesi kapsamında değerlendirildi. Ama Rusya gerçekten fena dağılmıştı ve bu parçalanmışlık emperyalist sermaye ve meta akışının önüne teknik, idari ve bürokratik engeller çıkarıyordu. Bölgede kendi hegemonyalarını kurmak isteyen emperyalistler, Rusya’daki bu dağılmayı, bölgeyi kendi nüfuz alanları haline getirerek çözme konusunda birbirleriyle yarışa girerken, güçten düşmüş olsa da Rusya eski egemenlik sahalarını kimseye kaptırmak niyetinde değildi. Ama hepsinin ortak eğilimi Rusya’da onlarca özerk bölgenin, cumhuriyetin merkezi bir otorite altında toplanarak istikrara kavuşmasaydı.
Yeltsin’in parlamentoyu feshettiği gün, herkes bu onlarca cumhuriyetin ve özerk bölgenin tavrının ne olacağı konusunda tartışmaya başladı. Çünkü merkezde yaşanan ikili iktidar durumu cumhuriyetlerde yaşanan iktidar sorunlarının kristalize olmuş haliydi ve bütün muhtar alanlarda, iktidar kavgaları yaşanırken merkezi otoriteye de başkaldırılar, sürtüşmeler ve kafa tutmalar görülüyordu. Yeltsin’in iktidar mücadelesi federasyon içindeki yerel yönetimlerin ve BDT ülkelerinin desteğini almadığı takdirde başarısızlığa mahkûm olacaktı.
Oysa kaygılar yersizdi; Yeltsin Rusya Federasyonu içinde yer alan cumhuriyetleri ve özerk bölgeleri ve BDT içinde yer alan devletlerin bir kısmını değişik yöntemlerle “ikna” etmişti ya da ikna etmeye hazırlanıyordu. Yola gelmeyenlerin cılız seslerinin, “sinek küçüktür mide bulandırır” denmezse eğer, şimdilik kaydıyla, sonucu belirleyecek bir kıymeti harbiyesi olmayacaktı.
Bu “ikna” yöntemlerinin duruma göre kazandığı biçimler konusunda Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’daki olaylara bakmak yeterli olacaktır. Bağımsız Devletler Topluluğu’na girmeyi reddederek “bağımsız” kalmayı tercih eden bu ülkelerde kan gövdeyi götürdü. Gürcistan’da Gürcü milliyetçisi Gamshakurdia’nın ekibi Rusya karşıtı eğilimlerinden dolayı önce Rusya federasyonuna bağlanmak istenen Güney Osetyalılar’ın kışkırtılmasıyla kıskaç altına alındı kısa süren bir savaştan sonra, Gamshakurdia bir saray darbesi ile devrildi, yerine geçen Şevardnadze’nin boynunun eğdirilmesi için de Abhazya’da gelişen bağımsızlık eğilimleri körüklendi. İki halk birbirine girerken Abhazya’nın BDT’ye gireceğini açıklamasıyla Rus paralı askerler Abhazya saflarında savaşmaya başladı. Gürcistan dize getirilmişti.
Azerbaycan’da da aynı şeyler yaşandı; milliyetçi Elçibey, kısa bir süre önce devrildi ve yerine Rus yanlısı Aliyev getirildi. Geçtiğimiz ay Gürcistan ve Azerbaycan BDT’ye girmeyi kabul ederek Rusya’nın otoritesini tanıdıklarını ilan ettiler.
Ukrayna, nükleer tesisleri ve donanmasıyla önem kazanan bir cumhuriyetti. Rusya federasyonu bu tesislerin ve donanmanın kendisine ait olduğunu söylüyor, Ukrayna sınırları içinde kalan Kırım ve Sivastopol’de hak iddia ediyordu. Ukrayna uzun bir süre direndiği halde Rusya’ya olan doğal gaz ve petrol borçlarının silinmesi karşılığında donanmanın yarısını Rusya’ya vermeyi kabul etti. Yeltsin Ukrayna’nın bağımlılığını kullanarak şantaj yapmıştı. Federasyona katılmayı reddederek Polonya’ya bağlanacağını açıklayan Moldova’da ise başka bir yöntem denendi. Moldova’daki Rus azınlık Moskova’dan kışkırtılarak, ayaklanmaları sağlandı. Trans-Dinyester bölgesindeki bu ayaklanma Kişinev Hükümeti tarafından bastırılamadı. Böylece Moldova yönetimi de iplerini Yeltsin’e teslim etmek zorunda kaldı. Moldova, BDT anlaşmasını hala onaylamamakla birlikte BDT toplantılarına katılacağını açıkladı.
BDT ülkelerini birbirine bağlayan prosedürün dışında; federasyon anlaşmasının imzalandığı ilk günden bu yana federasyona girmeyi reddettiğini açıkça ilan eden cumhuriyetler, sonradan kendisini cumhuriyet ilan eden özerk bölgeler, federasyonda yer aldığı halde anayasanın değil yerel yasanın önemli olduğunu söyleyerek merkezi otoriteyi dolaylı yoldan tanımadığım ilan eden yerel yöneticilerin de Moskova’yı tanıması için gereken işlemlerin tamamlanması gerekiyordu. Bu süreç henüz tamamlanmamış olmasına karşın yerel zenginliklerin rantını yiyerek semi-ren burjuvazi, ya Moskova’dan gelen kaynaklara bağımlı olduğu için ya da yeterince güçlü olmadığı için Yeltsin’in darbesine sessiz kaldı. Ancak, Yeltsin’in tam da Çarlık zamanındaki Dumaları geri getireceğini açıkladığı sırada merkezi parlamentonun feshedilmesinin yerel parlamentoları bağlayamayacağı dolayısıyla önümüzdeki aylarda yapılması kararı alman parlamento seçimlerinin kendi bölgelerinde geçerli olmayacağını dile getiren çatlak sesler de duyulmuyor değildi.
Yeltsin’in parlamentoyu feshetme karan yerel organlardan ciddi bir tepki görmemişse de otonom bölgelerde ve cumhuriyetlerde yaşanan kargaşanın ciddiye alınmaması mümkün değildi. Tersine durumun sermaye açısından vahim olduğu bile söylenebilirdi.
Federasyon, Amerikan haber alma örgütlerinin verdiği sinyallere göre “iç savaş” eşiğine gelmiş durumdaydı; hem Rusya, hem de Rusya’da yaşanacak bir istikrarsızlığın serbest piyasa ekonomisi için akıttığı kredilerin heder olacağından korkan ABD’li emperyalistler bundan korkuyordu.
Federasyon anlaşmasını en başında imzalamayan Çeçenistan, Tataristan ve federasyon içinde yer aldığı halde Başkırdistan Cumhuriyeti, özerkliğin arttırılması yönünde çalışmalara girdikçe Rusya, bölgedeki zengin petrol yatakları üzerindeki inisiyatifinin geleceğinden endişe duymaktaydı.
Çeçenistan’ın merkezi Grozny yakınlarında, geçen yıl nisan ayında Yeltsin’in emri ile Rus ordusunun tankları gövde gösterisinde bulundu, helikopterlere taciz uçuşları yaptırıldı. Grozny’deki radyo ve televizyon binasını kısa bir süre işgal ettikten sonra Çeçen güvenlik güçleri tarafından dağıtılan silahlı grupların Moskova tarafından yönlendirildiği Çeçen kaynakları tarafından açıklandı. Baskıncılar, Çeçen parlamentosunun dağıtılmasını ve devlet başkanı Dudayev’in istifasını istiyorlardı.
Moskova’nın cumhuriyetlerdeki yönetimlerle çıkar çatışmasını baskı, terör ve şantajla boyun eğdirme yoluna girmesine rağmen şu ana kadar bu politikanın ürünleri kesin olarak alınmış değil. Tersine Merkezkaç eğilimler o denli güçlendi ki, durmadan egemenlik duyuruları yayınlanıyor. Volgograd, Vologorsk bölgeleri ve Primorsk özerkliklerini ilan ettiler. Sverdslok bölgesi Moskova’yla hiçbir görüşme yapmaya gerek duymadan Ural Cumhuriyeti adını alarak özerk oldu, Tatarlar ve Başkırlar merkeze karşı kendilerini daha güçlü kılacağını düşündükleri bir “Volga Konfederasyonu” altında birleşme kararı aldılar. Karelya Özerk Cumhuriyeti, Sibirya’daki kömür bölgeleri Kuzbas ve Kemerova, geçen yıl Yeltsin’in özel rejim uygulamasını kabul etmeyeceklerini duyurmuşlardı. Baltık cumhuriyetleri; Litvanya, Letonya ve Estonya ise bağlarını çoktan koparmışlardı.
Dolayısıyla ekonominin ve siyasetin tek bir otorite altında düzenlenmesini hedefleyerek yapılan parlamento darbesi, federasyonda yaşanan kargaşaya bakılınca serbest piyasa ekonomisinin hatırına yapılacak başka darbelerin de düğmesine basıldığını gösteriyor. Sibiryalılar Hasbulatov ve arkadaşlarına parlamentonun çevresi sarıldığında diplomatik sığınma önerisinde bulunacak kadar merkezle aralarına sınır çekmişlerdi. Özerk bölgelerin dörtte üçü devlet başkanına karşıydı.
Yerel idarelerin başında bulunan yöneticilerin çoğunun yazgısı Hasbulatov-Rutskoy kliğinin yazgısına bağlıydı ve Moskova’nın perilerinde oluşan rantın tasarruf hakkı, burada cereyan eden iktisadi gelişmelerin komutası, bu yerel bürokrasinin elinde toplanıyordu. Ancak yerel yönetimlerin çoğu, petrol, teknik donanım ve diğer sanayi teçhizatları bakımından Moskova’ya bağımlıydı.
Moskova’da yaşanan iktidar mücadelesi sırasında merkezi otoriteyi temsil eden Yeksin ekibinin, bazı zaaflardan dolayı cumhuriyetler üzerinde silik kalan etkisinin yeni durumda da aynı kalacağı söylenemezdi. Bürokratik burjuva çıkarları temsil eden Hasbulatov’un ekarte edilmesinden sonra önemli oranda hareket özgürlüğü elde eden ve manevra alanını genişletme olanağı bulan Yeltsincilerin, merkezden koparak pazarın parçalanmasına yol açan ve sermayenin dolaşacağı serbest piyasayı kesintili hale getirerek gereksiz engebelerle hız kesen özerklik eğilimlerini bastırmaya girişeceği açıktı. 12 Aralık’ta yapılması tasarlanan ve Yeltsin’in planlarına göre yerel parlamentoları da kapsayan parlamento seçimlerine Rusya, cumhuriyetler arasında bir mutabakat sağlayamadan yol alıyordu.
Burjuvazinin çeşitli kanatları arasında süren iktidar dalaşında halk, beklenildiği gibi taraf tutmadı. Çünkü ne Yeltsin ekibinin ne de Hasbulatov grubunun ekonomi politikaları Rusya’da yaşayan ve şimdi işsizlikten ve açlıktan kıvranan değişik milliyetlere mensup milyonlarca insanın yaralarını sarmaya yarayacaktı. Bu it dalaşını bu yüzden birçoğu parlamentonun önüne kadar gelerek kayıtsız bakışlarla izledi. Ama bu durum burjuva basınının keyifli söz ettiği gibi halkın politikaya ilgisiz olmasından kaynaklanmıyordu. 1991 Mart’ında Novokuznesk’teki Kuzbas kömür havzasında direnişe geçen yüz bin kişinin temsilcisi “yukarıdakilerin hepsi dolandırıcı” diyerek olan biten hakkındaki görüşlerini açıklıyordu. Serbest fiyat politikasının yürürlüğe sokulduğu günden bu yana Moskova sokaklarında sürekli olarak zamları ve yönetimi protesto amaçlı gösteriler düzenlenmekteydi. Geçen yıl Maga, Sverdslok ve Rostov’daki değişik işkollarında yapılan grevler de unutulmamıştı. Halk Moskova’daki burjuva emperyalist yönetimin ekonomik-politik uygulamaları karşısında sürekli hareket halindeydi. Ama Hasbulatov ve Yeltsin arasında süren it dalaşında, Hasbulatov’un içini burjuva kapitalist bir içerikle doldurduğu “bütün iktidar Sovyetlere” çağrısı ya da Yeltsin’in “Dumaları geri getirme” arzusu Moskovalı için uğruna dövüşülecek politik hedeflerden değildi. Hiç kuşkusuz Yeltsin ya da Hasbulatov, merkezde kimin otoritesi sağlanırsa sağlansın Rusya’da yaşayan işçi ve emekçilerin başına geleceklerin neler olduğu konusunda ortak bir sezgi geliştirmişlerdi. Düşman, kliklerin birinden biri değil, her ikisi birdendi, işçi ve emekçiler, bu mücadele sırasında gerçekten muhalif bir eylem içinde yer alabilmeleri için gereken örgütlülüğe sahip olamadıkları için, maddi bir kuvvete dönüşemeden ve ama yine de burjuvazi için potansiyel bir tehdit oluşturarak olan biteni izliyordu. Rusya’da halk, kapitalizmin bütün dünyayı etkisi altına alan krizini, içinde bulunulan özgün durum nedeniyle daha ağır koşullarda yaşıyordu.
Bundan sonra, cumhuriyetlerden göçmen işçi olarak Moskova’ya gelenlerle birlikte sayıları giderek artan işsiz kitleleri, kapitalist işletmelerde olabildiğince düşük ücretlerle istihdam yapılmasını kolaylaştıracaktı. “Serbest piyasa demokrasisi” kuralları gereğince ücretlerin düşük tutulmasının güvencesi baskı, şiddet ve korku olacaktı.
Rusya’da hasımlarını alaşağı ederek bütün yetkileri elinde toplayarak merkezi otoriteyi ele geçiren ve çıkarları Yeltsin’de temsil edilen burjuvazinin önümüzdeki günlerde ekonomik ve siyasi istikrarı sağlamak için hangi yöntemlere başvuracağı belli olmuştu. Rusya’da hemen, silahların indirilmesini öngören uluslararası anlaşmaların yeniden gözden geçirilmesi talep edildi. Rusya nüfuz alanlarını denetimi altında tutabilmek ve pazar kavgasında avantajlı bir konumda durmak için silahlarını eline almıştı. Amerikan ideallerinden örülmüş bir şemsiye altında planlanan “Pax-Russian barışı” silahın emniyetinin açılması anlamına geliyordu; “Serbest piyasa demokrasisi” bu demekti. Rusya, çok kısa bir dönem için aldığı yaralar nedeniyle pençelerini gizlemek zorunda kalan, biraz iyileşince de ayağa kalkarak önüne ilk çıkana saldırmaya hazırlanan yabani bir hayvan gibi doğrulmaya başlamıştı. Emperyalist pazar kavgasında, kaile alınması gereken emperyalist bir güç olarak dişlerini göstermeye başlamıştı. Emperyalist yayılma heveslerinden vazgeçmeyecekti. Moskova’da başlatılan iktidar mücadelesi, rublenin emperyalist politikalarının uygulanması için gereken bütün koşulların hazırlanması ve önündeki son engellerin kaldırılması içindi.
YELTSİN SİLAHLARINI KUŞANDI
Yeltsin, NATO ve eski Varşova Paktı üyesi 29 ülke tarafından imzalanan AKKA hükümlerinin yeniden gözden geçirilmesini talep etti. Kafkaslarda, Gürcistan ve Azerbaycan’ın BDT’ye girme konusundaki inadı kırıldıktan sonra Gürcistan’ın isteği üzerine bu ülkeye gönderilen güvenlik güçleri “sınırların güvenliğini” üstlenmeyi üzerine aldı. Azerbaycan henüz Rus askerlerinin topraklarına girmesine izin vermemişti ama görünen oydu ki, Rusya, “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar” egemenlik düşü gören yanı başındaki komşusu Türkiye’yi ve Kafkaslara Türkiye’yi taşeron olarak kullanarak uzanmak isteyen eski ve yeni kıtali emperyalistleri sollayarak Kafkasya’ya bayrağını dikmeye niyetliydi. Fetih için mehter kıyafetlerini giymeye başlamış olan Türk burjuvazisi elden kaçan kısmete yanadursun eski nüfuz alanlarında kendisinden başka kimsenin at koşturamayacağını ilan eden Yeltsin, Kafkasya’nın ihtiyaçlarını öne sürerek konvansiyonel silah indirimiyle ilgili taahhütleri yerine getirmeyeceğini söyledi. Aslında zaten altına imza attığı anlaşmayı çoktan beri ihlal ediyordu. Ermenistan’da konuşlandırılan silahların öngörülen sürede imha edilmediği tespit edilmişti. Öte yanda nükleer silahların üçte ikiye varan oranlarda indirilmesini hükme bağlayan START-2 anlaşması da Rusya’nın savunmasını zayıflattığı gerekçesiyle eleştiri konusu oldu.
Silahlanma konusunda gösterilen bu atak, Rusya’nın eski Sovyetler Birliği sınırlan içinde kalan bölgelerde mutlak ve paylaşılmayan bir hâkimiyet kurma isteğinin bir göstergesidir. Serbest piyasa ekonomisinin işletilmesinde ortaya çıkan krizlerin aşılması ve politik bir istikrar sağlanabilmesi için Rusya’ya kredi musluklarını açarak destekleyen ve “yediler” olarak anılan emperyalistlere Yeltsin’in elindekileri kaptırmak isteyeceği düşünülmemelidir. O, Neron gibi karnından çıktığı annesini ne zaman öldüreceğinin hesabını yapmaktadır.
Öte yandan silahlanma konusunda gösterilen bu cevvaliyet sadece emperyalistler arasındaki çelişkilerin çözümü için kullanılacak değildir. Yeltsin kendisini önümüzdeki günlerde bekleyen iç çatışmalar; cumhuriyetlerden gelen yerel direnişler, halk eylemleri, grevler ve rejim karşıtı gösterileri bastırmak için de aynı silahları kullanacaktır. Kafkasya’ya yapılan bu tahkimat, şimdiye kadar çıbanbaşı olmuş, şimdi de köşeye sıkıştığı için Moskova’nın otoritesini kabul etmek zorunda kalan Kafkas devletlerini sürekli tehdit altında tutmaya yarayacaktır. Kafkasya petrol bölgesidir ve Rusya burada kendi çıkarlarını koruyacaktır.
Öte yandan Yeltsin, Çevik kuvvet kurma hazırlığına başlamıştır. Şu anda halen 20 bin Rus barış gücü askeri Tacikistan, Moldova, Kuzey Osetya, Güney Osetya, Gürcistan ve Abhazya ve İnguş’ta tutuluyor. Çevik kuvvet, ihtiyaç duyulan bölgelere gönderilmek üzere kara, deniz piyadeleri ve paraşüt ekiplerinden oluşturulacak.
Sonuç olarak; Rusya Yeltsin’in parlamentoyu feshederek Hasbulatov-Rutskoy kliğini bir darbeyle iktidardan indirmesiyle yeni bir dönemece gelmiş bulunuyor. Bu dönemeçte, gerçekten de bir “piyasa demokrasisi” var. Demokrasi mimarları kendilerine göre bir demokrasi kurarak bu demokrasiye muhalefet etmek isteyen herkese silahlarını çeviriyorlar.
Sivil politikacıların askeri darbelerle ve ordu vasıtasıyla alaşağı edilmesine karşı her zaman muhalif bir söylem geliştirmiş olan ve darbeleri demokrasinin ihlal edilmesi olarak gören Avrupalı burjuva demokratlarla onların yeni kıtadaki türdeşleri Yeltsin’i hem Gorbaçov’a yapılan darbeye karşı çıkarken hem de kendisi darbe yaparken demokrasi kahramanı olarak ilan ediyor; Rusya’da başlamakta olan terör dönemini selamlıyorlar.
Rusya’da IMF ve Dünya Bankası dolarlarının yardımıyla başlatılan piyasa demokrasisi dönemi, sokaktan ve yeraltından gelen ve hızla sermayeye dönüşerek piyasaya açılmak isteyen kara paranın gücünü devlet mekanizmalarında çöreklenmiş bürokrat burjuvaziye kabul ettirmesiyle kendisini ifade ediyor. Soğuk savaşın bittiği tezleri üzerine kumlan Yeni Dünya Düzeni ikiyüzlülüğü ise, Rus steplerinde sürdürülen ve sürdürülecek olan hegemonya yarışının şiddetini ve yarattığı kargaşayı gizlemeye yetmiyor.
Rus halkı ise, kırk yıl önce iktidara gelen revizyonist ihanet şebekesi tarafından dinamitlenen sosyalist sistemin anılarını hala korumakla birlikte, kendisine bu haliyle hiçbir şey sağlamayan iktidar kavgasına kendisi için ve bir taraf olarak, ama sosyalizmi yeniden geri getirecek bir devrimci güç olarak müdahale edemiyor. Emperyalistler, Rusya’da komünizmi temsil ettiğini iddia ederek Hasbulatov kliğine karşı yapılan darbeyi alkışlarken bir şeyi daha; komünizm ülküsüne sarılarak örgütlenip ayağa kalkma eğiliminde olan ve bu amaçlarını gerçekleştirmek için de geçmiş deneyimleri nedeniyle bütün diğer ülkelerin proletaryasından daha şanslı olduğu açık olan Rus proletaryasına bundan sonra yönelecek olan zorbalığı ve saldırıları alkışlıyorlar.
Çünkü proletarya, Rusya’da da kapitalizmin bağrına saplanmış bir hançerdir ve bu hançerin yarası ölümcüldür.
Kasım 1993