Bilimsel Sosyalizmin kurucularında Friedrich Engels’in Komünizmin İlkeleri adını taşıyan Ekim 1847 tarihli eseri, bilimsel sosyalist yazının ilk önemli belgelerinden biridir. Türkçeleştirilmiş metinde 24 sayfa tutan bu belge, soru-cevap tarzında kaleme alınmıştır ve 25 soruya verilen cevaptan oluşmaktadır. Oldukça küçük hacimli bu belgeyi, yazılışının üzerinden 150 yıla yakın bir zaman geçmiş olmasına karşın, komünist literatürün başköşesinde koruyan birçok özellik sıralanabilir. Fakat belgenin en önemli özelliği, onun, komünizmle tanışan işçi hareketinin bir program etrafında örgütlendirilmesi çabasının doğrudan ürünü olmasıdır.
Komünizmin İlkeleri, Marx ve Engels’in de içinde bulunduğu Komünist Birliğin program taslağı olarak kaleme alınmış, bu belge komünizmin uluslararası programı Komünist Manifesto’nun yazılmasına da temel olmuştur.
Komünizmin İlkeleri, işçi hareketinin bütün Avrupa’yı sararak serpilip geliştiği, sosyalizm adına burjuva düşünce sisteminin sınırlarını aşmayan düşüncelerin savunulduğu koşullarda kaleme alındı, sosyalizmin bütün burjuva türlerinden farklı olarak, tasarlanan toplum projesinin maddi gücüne özellikle vurgu yaptı.
Bu belgenin içine doğduğu tarihsel koşullan anlayabilmek için, yazılışına ön-gelen tarihsel sürecin kısa bir özeti yararlı olacaktır.
1789 Fransız Devrimi, burjuva demokratik fikirlerin yayılmasına devrim öncesiyle kıyaslanamayacak bir hızla itici gücü oldu. Avrupa, bir kaç on yıl boyunca devrimci fikir akımlarıyla, demokratik mücadelelerle çalkalandı durdu. Ta ki 1815’te Napolyon kuvvetlerinin yenilgisi üzerinde toplanan Viyana Kongresine kadar. Tarihe “Restorasyon Dönemi” olarak geçen, monarşinin galibiyetini kesin olarak ilan ettiği bir dönem başladı. “Kutsal İttifakın her türlü demokratik kıpırdanmayı şiddetle boğduğu bu dönem uzun süremezdi. Çünkü yalnızca toplumsal hayatta değil, ondan daha çok ekonomik hayatta da kapitalizm, sanayi devriminin kazandırdığı itkiyle büyük bir hızla gelişmekte, egemen üretim biçimi olmaktaydı. Burjuva gövde üzerine giydirilen bu feodal soylu elbise, her bir tarafından patlamaya mahkûmdu.
Nitekim 1830 ve onu izleyen yıllarda, Avrupa’nın birçok merkezinde demokratik ayaklanmalar baş gösteriyor, burjuvazi ile birlikte feodal soyluluğa ve ayrıcalıklara karşı savaşan işçi sınıfı, bu demokratik mücadelede, sık sık burjuvazinin ihanetiyle karşılaşıyor, kendisi için de bir şeyler istemekten kendisine ait bir toplum kurma sezgisi kazanıyordu.
1847ye gelindiğinde, Avrupa’nın belli başlı bütün ülkelerinde bir devrimin bütün önbelirtileri mevcuttu. Engels, yaklaşan fırtınayı tahlil ediyor ve 1847 yılının özelliklerini şöyle anlatıyor:
“1847 yılı, uzun bir zamandan beri, kesinlikle, en hareketli olanıydı. Prusya’da bir anayasa ve bir birleşik Diyet, İtalya’da siyasal yaşamda beklenmedik bir hızlı uyanış ve Avusturya’ya karşı genel bir silahlanma çağrısı, İsviçre’de bir iç savaş, İngiltere’de kesinlikle radikal bir eğilime sahip yeni bir parlamento, Fransa’da skandallar ve reform ziyafetleri, Amerika’da Meksika’nın Birleşik Devletler tarafından istilası -bu, son yıllarda görmediğimiz artarda gelen değişiklikler ve hareketler dizisidir.”
Bütün bu gelişkinliğe, devrim koşullarındaki olgunlaşmaya proletaryanın bilinç ve örgütlenme düzeyi eşlik etmiyordu. Proletarya hareketi cılızdı ve daha da önemlisi, var olduğu kadarıyla hepsi de son tahlilde burjuva olan çeşitli sosyalizm türlerinin etkisi altındaydı. Marx ve Engels, inşa ettikleri bilimsel teoriyi, proletaryanın şahsında maddi gücüne kavuşturmak için bütün enerjileriyle çalışıyorlardı, işte Komünizmin İlkeleri, yüzü komünizme dönük en önemli işçi örgütlerinin başında gelen Adalet Birliği’nin kongresinde elde edilen başarının bir sonucu olarak Birliğin program taslağı olarak kaleme alındı.
O tarihe kadar, Marx ve Engels, kendi teorilerini, sosyalizmin burjuva türlerine karşı mücadele içinde inşa etmişler, teorilerinin bilimselliğini yazdıkları eserlerle kanıtlamışlardı. Ama buradan, gerçeğin işçi hareketine kavratılmasına, işçi hareketi üzerindeki Weitling, Fourier, Proudhon, Babeuf havasının dağıtılmasına epeyce yol vardı.
Bu amaçla, Marx ve Engels, bir yandan bilimsel çalışmalarını aralıksız sürdürür, kitap ve dergi makaleleri yayımlarken, bir yandan da çeşitli işçi örgütleriyle ilişkiye geçtiler ve, Bürük-sel’deki İrtibat Komitesi’nde olduğu gibi, bizzat örgütler kurmaya giriştiler. Merkezi Paris’te bulunan ve çoğunlukla Alman işçilerinden oluşan Adalet Birliği, Marx ve Engels’in ilişkide oldukları bir örgüttü. İlişkide olmalarına rağmen, Marx ve Engels, bu örgütün burjuva sosyalizmin değişik renklerdeki akımlarının fazlasıyla etkisi altında bulunmaları yüzünden, örgüte üye olmamışlar, o sırada Brüksel’de yaşayan Marx’ın çevresinde uluslararası nitelikte ama küçük bir örgüt olan Komünist İrtibat Komitesi’ni kurmuşlardı. Fakat Adalet Birliği, onların fikirlerini serbestçe ifade etme hakkı tanıyınca, 1847 başında birliğe girdiler. Bu, aynı zamanda, Birliğin Marx ve Engels’in fikirlerine belirli bir derecede yakınlığının da ifadesiydi. Birliğin Marx’ın bulunamadığı Haziran 1847’de toplanan kongresi, Birliğinin adının amacına uygun olarak Komünistler Birliği olarak değiştirilmesine karar vermesinin yanında, Engels’i birliğin program taslağını hazırlamakla görevlendirdi. Bu, Marx ve Engels’in zaferiydi ama yine de kongrede uzun tartışmalar olmuş, bütün noktalarda anlaşma sağlanamamıştı. Bu bakımdan Engels’in kaleme aldığı, bir çok yönüyle Komünizmin İlkeleri’nin aynısı olan Taslak, bazı muğlâk ifadelere de sahiptir. Fakat bu, uzun sürmedi. Sadece bir kaç ay sonra, Engels, Birlikten aldığı yetkiyle Kasım’daki kongre’ye sunulmak üzere program taslağını kaleme alma yetkisi aldı ve Komünizmin İlkeleri olarak bilinen belgeyi yazdı.
Engels Marx’a yazdığı mektupta, soru-cevap şeklindeki biçimin bir program için çok elverişli olmadığını belirtir. Marx, Engels’in önerilerinin de ışığında ve Komünizmin İlkeleri’nden yararlanarak bütünlüklü bir komünist program olan Komünist Manifesto’yu yazar. Tarih, Şubat 1848’in başlandır. Devrime, Avrupa’yı sarsacak olan o 1848 fırtınasına sadece günler vardır. Böylece, Komünizmin İlkeleri’nden geçerek, Manifesto, Marx ve Engels’in ellerinde Avrupa Devrimi’nin içine doğar.
Bu tarihsel şartlar içinde değerlendirdiğimizde, ancak, Komünizmin İlkeleri’nin gerçek değerini anlayabiliriz.
Komünizmin İlkeleri, birinci soruya verdiği yanıtta, komünizmi, “proletaryanın kurtuluş koşullarının öğretisi” olarak tanımlayarak başlar.
Devam eden 9 soruda, Engels, komünizmin maddi gücü olarak proletaryanın tanımını, doğuşunu ve gelişmesini, onu köleci ve feodal toplumların emekçi sınıflarından ayıran özelliklerini ve kapitalist toplumdaki diğer sınıf ve tabakalardan farklarını ele alır. Bir program içinde, proletaryanın tanımının böyle ağırlıklı bir yer tutması, ilk başta gereksiz görünebilir. Ama o günkü koşullarda, Marksizm’i diğer akımlardan ayıran en temel noktalardan biri bu sorun üzerineydi. Bütün ütopikler ve onların, gelişmiş kapitalizm koşullarında tamamen gerici olan ardılları, sosyalizmi istiyor, işçilerin daha rahat yaşayacağı bir toplum projesi tasarlıyorlardı fakat bunun biricik maddi gücünün proletaryanın kendi eylemi olduğunu ve bu durumun kapitalist üretim sisteminin ortaya çıkardığı bir zorunluluk olduğunu kavrayamıyorlar, projelerini diğer sınıflara yaptıkları duygusal çağrılarla gerçekleştirmeye çalışıyorlardı. Çeşitli türden revizyonist akımın Proletarya ile diğer sınıflar arasındaki sının belirsizleştirmeye, diğer çalışanları da proletaryaya dahil ederek, aynı anlama gelmek üzere proletaryanın ortadan kalktığını iddia ettikleri günümüzde Engels’in açıklamaları dikkatle okunmalıdır.
11, 12 ve 13. sorular, kapitalist gelişme içinde sanayi devriminin rolünü, onun proletaryayı besleyerek güçlendiren özelliğini ve doğurduğu sonuçlan ele alır ve gelişmesi içinde, kapitalizmin kaçınamayacağı bunalımların onun ölüm saatini yaklaştırdığını ortaya koyar.
Devam eden sorularda, kapitalizmin çelişkilerinin kaynağına işaret ederek, kapitalizmin her geçen gün artan oranda toplumsallaştırdığı üretime karşılık, mülk edinmenin özel niteliğinin korunduğunu, bunun da kapitalizmin kendi yıkımına yol açacak temel çelişkisi olduğunu ortaya koyar. Bilimsel sosyalizmin, diğer bütün kurgusal sosyalizm projelerinden farkını ortaya koyan Engels, sosyalizmi getirecek devrimin (o sıralar pek revaçta olan Blanqui ve Bakunin’in fikirlerinin aksine) komploya ya da bir takım önderlerin iradelerine bağlı olamayacağını, “belirli partilerin ve koskoca sınıfların irade ve önderliklerinden bağımsız koşulların zorunlu sonuçları” olduğunu özellikle belirtir. Fakat Engels, karşı devrimin şiddeti karşısında proletaryanın sosyalizmi gerçekleştirmek için ortaya koyduğu her türlü eylemi “komplo” olarak görmekten de, Blanquiciliğe olduğu kadar uzaktır.
19. soruya yanıtta, devrimin tek bir ülkenin ulusal sınırlarına hapsolmayacağını, en azından uygar ülkelerin çoğunda eşzamanlı bir seyir izleyeceğini öne sürer. Bu, büyük sanayinin “bütün uygar ülkelerde toplumsal gelişmeyi öylesine eşitle”diği koşullarda doğruydu. Ama kapitalizmin, elbette o zaman da bağrında taşıdığı, fakat emperyalizmle birlikte bütün karakteristikleriyle belirginleşen eşitsiz gelişimin bir kaç ya da sadece (Rusya’da olduğu gibi) bir tek ülkede devrimi olanaklı kıldığı koşullarda geçerli olmaktan çıkmıştır.
20. sorunun cevabında ise özel mülkiyetin kaldırılmasının sonucunun, sınıfsız komünist toplum olduğu vurgulanır. 24 ve 25. sorularda, o sıralarda Avrupa’da hayli yaygın olan (Marx ve Engels, kendi sistemlerin bunlardan ayırmak için komünist adını tercih etmişlerdi) sosyalist akımlarla komünistler arasındaki farklara ve o gün kurulu bulunan çeşitli partiler karşısında komünistlerin tutumunun ne olması gerektiğine değinir.
Komünizmin tikeleri ve ardından Manifesto, bilimsel sosyalist öğretiyi işçi hareketinin tartışılmaz yol göstericisi haline getirmenin yolunu açtı; artık eşitlikçi, sömürücü sınıflan yüce adaletin ve vicdanın kollarına çağıran sosyalizm sayfası kapanmak zorundadır. Felsefe o güne kadar yorum aracı iken, dünyayı değiştirmenin aracı olmuştur ve maddi silahını proletaryanın devrimci eyleminde bulmuştur. İşte Marx ve Engels, Komünizmin İlkeleri ve ardından tamamen Komünizmin İlkeleri’ndeki konuları ele alan Manifesto ile bunu ilan etmişler, 150 yıldır dünya işçilerinin elinde bir savaş çağrısı rolü oynayan şian eserlerinin sonuna almışlardır:
BÜTÜN ÜLKELERİN İŞÇİLERİ BİRLESİNİZ!
1848 Devrimi’nin yenilgisiyle geçici bir ilgisizlik döneminin ardından Manifesto, Avrupa’nın hemen bütün dillerinde sayısızca baskı yapar ve Marksizm, sosyalizmin bütün öteki gerici türlerini işçi hareketinin dışına sürerek, işçi hareketi içinde kesin bir galibiyet kazanır. Fakat son derece tarihsel bir anlamı olan, içerdiği konularla ve Manifesto’ya temel oluşuyla çok önemli bir belge olan Komünizmin İlkeleri, ancak ölümünden sonra Engels’in belgeleri arasında bulunmuş ve ilk olarak 1914 yılında yayınlanmıştır.
(Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri adlı derleme içinde, Sol yayınları, Çeviren Muzaffer Erdost)
Kasım 1992