Marksizmin Bir Karikatürü Ve Emperyalist Ekonomizm

“Bireylerin hayatındaki ya da ulusların tarihindeki her bunalım gibi savaş da bazı şeyleri bastırır ve parçalar, diğerlerini ise kuvvetlendirir ve aydınlığa kavuşturur. Bu gerçek, (…) savaşa ilişkin Sosyal-Demokrat düşüncede de kendisini hissettirmektedir. Savaşın korkunç izlenimlerinin ve azap verici sonuçlarının ağırlığı altında, savaşın düşüncenizi baskı altında tutmasına, düşünmeyi ve tahlil etmeyi önlemesine izin vermek. (…) İnsan düşüncesinin baskı altında tutulmasını ya da bastırılmasının savaşın yol açtığı böyle bir biçimi, emperyalist ekonomizmin demokrasi karşısındaki kibirli tavrıdır.”

Emperyalist ekonomizm, Rusya’da 1915 baharında biçimlenmeye başlayan Buharin Piatakov (Kievski)- Boş grubunun temsil ettiği, sosyalist devrime aykırı olduğu iddiasıyla başta ulusların kaderlerini tayin hakkı olmak üzere demokratik talepler için mücadeleyi reddetmede ifade bulan uluslararası bir hastalığı (Amerikalı ve Hollandalı Marksistler arasında da etki yaratmıştı) anlatıyor. 1894-1902 arasının eski ekonomizminin “ülkede kapitalizm zafer kazanmıştır, o halde siyasal sorunlarla uğraşmaya gerek yoktur” mantığına benzer bir muhakemeyle emperyalist ekonomizm, emperyalizm koşullarında siyasal demokrasinin sorunlarıyla uğraşmanın anlamsız olduğunu savunuyordu. Bu kitap, Lenin’in bugün hala gündemde olan bazı konumlarda, emperyalist ekonomistlerin düştükleri yanılgıları ve sapmaları ele aldığı bir çalışmadır.
Emperyalist ekonomistler demokrasiyi reddetmediklerini, yalnızca ulusların kaderlerini tayin hakkına karşı olduklarını söylüyorlardı, ancak ulusların kaderlerini tayin hakkına yönelttikleri her itiraz diğer demokratik talepleri de aynı derecede reddetme sonucuna varıyordu. Çünkü zaten ulusal kaderin tayin hakkı için mücadele sorunu, demokrasi için mücadele genel sorununa sıkıca bağlıdır.
Anayurdun savunulması sloganı, “oldukça mantıklı bir biçimde, ulusların kaderlerini tayin hakkı talebinden” çıkar, “bu istek doğrudan doğruya sosyal-yurtseverliğe götürür” diyerek ulusların kaderlerini tayin hakkına karşı çıkan emperyalist ekonomistler, anayurdun savunulması sorununu yanlış ve tarihi olmayan bir tarzda ortaya koyuyorlardı. Bolşevikler söz konusu savaşın tarihsel bir tahlilini yapıp, demokrasinin gereklerine ve proletaryanın çıkarlarına hizmet edip etmediğini, bu anlamda haklı bir savaş olup olmadığını ortaya koymadan, anayurt savunmasına genel olarak karşı çıkmazlar; Anayurt savunması, sömürgelerin bölüşülmesi için verilen emperyalist bir savaşta bir yalandır, halkı aldatmaktır, fakat yabancı baskısını yok etme anlamında ileri bir savaşta yalan değildir.
Emperyalist ekonomistler, Bolşevik Parti Programında formüle edilen ulusal soruna ilişkin iki-yönlü görevi eleştiriyorlardı: “Enternasyonalin monistik eylemi yerine dualistik propaganda geçirilmiştir.” Lenin, ezen ve ezilen ulusların işçilerinden taleplerimiz farklıdır, çünkü “ulusal sorun bakımından ezen ve ezilen ulusların işçilerinin gerçek durumu, ekonomik, siyasal ve ideolojik olarak aynı değildir” diye yanıt veriyor ye ulusal sorun karşısında proletaryanın görevlerini, Norveç örneğinde (Norveç, 1905’te İsveç’ten ayrılmıştır) somut olarak bir kez daha anlatıyordu: “İsveçli işçiler, Norveç’in ayrılma özgürlüğünü kayıtsız şartsız desteklememiş olsalardı, birer şoven, Norveç’i zorla, savaşla elde tutmak isteyen İsveçli şoven toprak ağalarının suç ortağı olacaklardı. Norveçli işçiler ayrılma sorununu şartlı olarak ortaya koymuş olmasalardı, yani sosyal-demokrat Parti üyelerini bile ayrılmanın aleyhine oy kullanmada ve ayrılmaya karşı propaganda yürütmede serbest bırakmasalardı, enternasyonalist görevlerin yerine getiremeyecekler ve dar, burjuva Norveç milliyetçiliğine batmış olacaklardı. Neden? Çünkü ayrılma burjuvazi tarafından yürütülmekteydi, proletarya tarafından değil!(…) Örneğin, eğer Norveç’in İsveç’ten ayrılması İngiltere ile Almanya arasında kesinlikle bir savaşı veya savaş ihtimalini yaratmış olsaydı, Norveçli işçiler, sadece bu nedenden ötürü, ayrılmaya karşı çıkmak zorundaydılar İsveçli işçiler, sosyalist olmaktan vazgeçmeksizin, ayrılmaya karşı ajitasyon yapma hakkına ve fırsatına sahip olacaklardı, ama ancak İsveç Hükümetine karşı Norveç’in ayrılma özgürlüğü için sistematik, tutarlı ve sürekli bir mücadele vermiş iseler.”
Emperyalist ekonomistlerin ulusların kaderlerini tayin hakkına karşı çıkmalarının bir başka dayanağı, ayrılma hakkını savunmanın, birlikten ve kaynaşmadan yana olmakla çeliştiği düşüncesidir. Lenin şöyle diyor: “Kendi hükümetlerimizden, (…) sömürgelere tam ayrılma özgürlüğü vermelerini, gerçek bir kendi kaderini tayin hakkı tanımalarını istiyoruz; biz kendimiz iktidarı ele geçirir geçirmez bu hakkı gerçekleştirecek, bu özgürlüğü vereceğiz. (…) ama bunu, ayrılmayı ‘salık vermek’ üzere değil, tam tersine, ulusların demokratik birliğini ve kaynaşmasını kolaylaştırmak için yapacağız. (…) Biz, ulusların birleşip kaynaşmasından yanayız; ne var ki, ayrılma özgürlüğü olmaksızın, zora dayalı bir birlikten ve ilhaktan gönüllü birliğe geçilemez. (…) Gerçek şu ki, demokrasinin farklı biçimlerine, sosyalizme farklı farklı geçiş biçimlerine kendisinden bir şeyler katmak üzere, şimdi zulüm gören uluslardan kaçının ayrılma gereğini duyacağını bilmiyoruz, bilemeyiz. Bizim bildiğimiz, her gün görüp hissettiğimiz şey şudur: Ayrılma özgürlüğünün yadsınması, teorik bakımdan başından sonuna yanlıştır, pratik bakımdan da ezen ulusların şovenistlerine köle olmaya varır.” Emperyalist ekonomistler boşanma sorununda da benzer bir kafa karışıklığı yaşıyorlardı. Yokluğu, zaten ezilen cinsin daha da ezilmesinden başka bir anlama gelmeyen boşanma özgürlüğünü savunmaksızın sosyalist olunamaz ve “bir kadının kocasından ayrılma özgürlüğünü tanımak bütün kadınları aynı şeyi yapmaya davet etmek demek değildir.” Ama emperyalist ekonomistler itiraz ediyor: “kadın hakkını kullanamıyorsa bu hak neye yarar?” Lenin, “bu itiraz, genel demokrasi ile kapitalizm arasındaki ilişkinin hiçbir şekilde anlaşılmamış olduğunu ortaya koyuyor.” diyor ve Marksizm’in temel görüşlerini özlü bir biçimde hatırlatıyor:”Kapitalizmde, ezilen sınıfların kendi demokratik haklarını ‘kullanmalarını’ olanaksız hale getiren koşullar istisna değildir, sistemin simgesidir. Kapitalist sistemde, birçok halde boşanma hakkı gerekleştirilememiş olarak kalacaktır, çünkü ezilen cinse, iktisadi yönden baş eğdirilmiştir. (…) Aynı şey demokratik cumhuriyet için de söz konusudur: Bizim programımız, demokratik cumhuriyeti “halk tarafından yönetim’ diye tanımlar. Ama (…) kapitalizmde en demokratik cumhuriyette bile, burjuvazinin görevlileri rüşvetle ayartmasından, hisse senetleri borsasıyla hükümet arasındaki ittifaktan kurtulmanın yolu yoktur. Böyle bir durumda, ancak doğru-dürüst düşünemeyenler ya da Marksizm hakkında hiçbir bilgisi olmayanlar, öyleyse cumhuriyet olmanın hiçbir anlamı yok, boşanma özgürlüğünün hiçbir anlamı yok, demokrasinin hiçbir anlamı yok, ulusların kaderlerini tayin etme hakkının hiçbir anlamı yok sonucuna varırlar. Marksistler ise, demokrasinin sınıfsal baskıyı ortadan kaldırmadığını bilirler. Demokrasi, yalnızca sınıf savaşımını, daha doğrudan, daha geniş, daha açık, daha belirgin hale getirir. Gerek duyduğumuz şeyde budur. Boşanma özgürlüğü daha tam hale geldikçe, kadınlar ‘evcil kölelikleri’nin kaynağının hak eksikliği değil, kapitalizm olduğunu daha iyi göreceklerdir. (…) Ulusal eşitlik daha tam hale geldikçe (…) ezilen ulus işçileri, eziliş nedenlerinin hak eksikliği değil, kapitalizm olduğunu daha açıkça göreceklerdir, vb. (…) Bütün ‘demokrasi’, kapitalizmde ancak çok ufak ölçüde ve yalnızca göreli olarak elde edilebilen ‘haklar’ın ilanını ve gerçekleştirilmesini içerir. Ama bu hakları ilan etmeksizin, bu hakları hemen, şimdi getirmek için savaşım vermeksizin, yığınları bu savaşım ruhuyla eğitmeksizin, sosyalizm olanaksızdır.”
Ulusların kaderlerini tayin hakkına karşı çıkmanın temel dayanağı olan, bunun kapitalizm altında genel olarak “gerçekleştirilemez” olduğu iddiası da demokrasi ile kapitalizm arasındaki ilişkiyi anlamamanın ürünü olabilirdi ancak. Bu iddia, “ya mutlak şekilde, ekonomik anlamda, ya da koşullara bağlı olarak, siyasal anlamda anlaşılabilirdi. Ulusların kaderlerini tayin hakkının ekonomik olarak gerekleştirilip gerçekleştirilemezliği sorunu, yanlış bir sorundur, çünkü ulusların kaderlerini tayin hakkı sadece siyaseti ilgilendirir ve ayrıca kapitalizmde tek bir demokratik talebin ekonomik olarak gerçekleştirilebilirliğinden söz edilmez. Siyasal anlamına gelince;”kapitalizm koşullarında bütün demokratik talepler, bir dizi devrim olmadan bunları siyasal olarak elde etmek zordur anlamında ‘gerçekleştirilemez’ taleplerdir.” Ama bundan bütün bu talepler için verilmesi gereken en kararlı savaşımdan vazgeçilmesi gerektiği sonucu çıkarılamaz. Bu, yalnızca burjuvazinin işine yarar. Tam tersine, buradan çıkan sonuç, “bu taleplerin, burjuva legalitesinin sınırları aşılarak, bu sınırlar yerle bir edilerek, (…) yığınları kesin eylemlere çekerek, her demokratik istem uğruna savaşımı yoğunlaştırıp, (…) sosyalist devrime kadar vardırarak reformist değil devrimci biçimde formüle edilmesi ve eyleme geçirilmesidir.” Demokrasi mücadelesi, proletaryanın tarihsel savaşımında vazgeçilmezdir çünkü kapitalizm bir yandan demokrasiyi hayale dönüştürürken, bir yandan da “kitlelerde demokratik özlemler doğurur, demokratik kurumlar yaratır, emperyalizmin demokrasiyi inkârı ile kitlelerin demokrasi uğruna mücadelesi arasındaki antagonizmayı şiddetlendirir.” Çünkü “demokrasi uğruna mücadele eğitilmemiş bir proletarya ekonomik bir devrimi yürütme gücüne sahip olamaz.” Çünkü burjuvazi için aldatmaca haline gelmiş olan eşit haklar ilanı, bizim için, bütün ulusların zaferini kolaylaştıracak ve hızlandıracak bir gerçek olacaktır. Uluslar arasında etkin olarak örgütlendirilmiş demokratik ilişkiler olmaksızın (…) genel olarak bütün ulusların işçilerinin ve emekçi halkının burjuvaziye karşı iç savaşı mümkün değildir.” Çünkü “bütün halkı, burjuvazinin elinden alınan üretim araçlarının demokratik yönetimi için örgütlendirmeden, bütün emekçi halk kitleleri, proleterler, yarı proleterler ve küçük köylüler, kendi saflarının, kendi güçlerinin, devlet işlerine katılmalarının demokratik örgütlendirilmesi için seferber edilmeden” üretim araçlarının özel mülkiyeti kaldırılamaz.” Çünkü “sosyalizm ancak burjuvaziye (…) karşı zor kullanımını, demokrasinin tam geliştirilmesiyle, yani bütün halk kitlelerinin bütün devlet işlerine ve kapitalizmin yok edilmesinin bütün karmaşık meselelerine gerçekten eşit ve gerçekten evrensel bir şekilde katılmasıyla birleştiren proletarya diktatörlüğü yoluyla, uygulanabilir.” Kısaca “demokrasi için mücadele olmadan sosyalist devrim imkânsızdır. (…) İnsan, demokrasi için mücadele ile sosyalist devrim için mücadelenin, birincisini ikindine bağımlı kılarak, nasıl birleştirileceğini bilmelidir. “İşte emperyalist ekonomistler” birinciyle ikinciyi birleştirmekte başarısız kalıp kafalarını karıştırdılar. Ama ben derim ki; esas şeyi (sosyalist devrimi) gözden kaçırma; bütün demokratik talepleri formüle et ama bunları sosyalist devrime bağımlı kıl, onunla uyum içinde düzenle (…) ve esas şey için mücadelenin, kısmi bir şey için mücadele ile başlamış olsa bile alevlenebileceğini akılda tut.”
Emperyalist ekonomizmin demokrasi mücadelesini reddederken son bir savı daha var: “sosyalist devrim her şeyi çözecektir! Ya da (…) kapitalizmde olanaksız olan ulusal kaderini tayin hakkını, sosyalizmde ise gereksizdir.” şöyle de ifade edilebilir: “Mademki sosyalizm siyasal alanda ulusal baskının yok edilmesinin ekonomik koşullarını yaratıyor, bu alandaki siyasal görevlerimizi formüle etmeyelim; mademki muzaffer proletarya başka ülkelerin burjuvazisine karşı olan savaşları inkâr etmiyor, ulusal baskıya ilişkin siyasal görevlerimizi formüle etmeyelim.” Lenin şöyle yanıtlıyor: “Bu görüş, teorik bakımdan saçma, pratik siyasal bakımdan şovenisttir. Bu görüş demokrasinin önemini takdir edemez. Oysa (…) zafere ulaşan, sosyalizm tam demokrasiyi uygulamaksızın, zaferini pekiştiremez ve insanlığa, devletin çözülüp dağılmasını getiremez. Ulusal kaderini tayin hakkının sosyalizmde gereksiz olduğunu öne sürmek, bu nedenle, sosyalizmde demokrasinin gereksiz olduğunu öne sürmek kadar anlamsız ve deva bulmaz biçimde şaşırtıcıdır. (…) Ekonomik devrim her türlü siyasal baskıyı ortadan kaldıracak. Önkoşulları yaratacaktır. Ama bu nedenle her şeyi ekonomik devrime götürüp bağlamak mantıksız ve yanlıştır. Çünkü soru, ulusal baskı nasıl yok edilecek sorusudur: (…) Ulusal baskı, ekonomik devrim olmaksızın yok edilemez. Bu, su götürmez bir gerçektir. Ama bununla yetinmek, saçma olana ve rezil emperyalizme saplanmaktır.”
Partinin ideolojik çizgisinden ve temel siyasal görüşlerinden ayrılmanın ötesinde emperyalist ekonomist grup, Yurtdışı Merkez Komitesi Bürosu’nun kendilerini ayrı bir grup olarak tanımasında ısrar etti. Büroya karşı sorumlu olmayı reddetti. Lenin grubun görüşlerine ve parti tanımayan hizipçi girişimlerine karşı kesin bir cephe aldı. Lenin’in önerisiyle grubun hizipçi amaçlarla kullanmak, istediği yayın organı Komünist’in, Sosyal-Demokrat (RSDİP Merkez Yayın Organı) yazı kuruluyla ortaklaşa çıkarılması karan alındı ve bundan sonra grup dağıldı.
Marksizm’in Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, Lenin’in emperyalist ekonomistleri eleştirdiği üç makale ile o dönem kimi Bolşeviklere yazdığı mektuplardan oluşuyor. Emperyalist ekonomistlerin hatalarını ortaya koyarken, savaşı, demokrasiyi, demokratik talepler için mücadele gibi konularda Bolşevizm’in temel görüşlerini özlü bir biçimde açıklıyor.

Ekim 1992

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑