Bu yazı, Arnavutluk işçi sınıfının ve halkının önderi, dünya Marksist-Leninist Hareketinin büyük önderi Enver Hoca ili Brezilya Komünist Partisi Merkez Komitesi Birinci Sekreteri Joao Amazonas arasında 1978 yılında yapılan görüşmenin tutanaklarıdır. Yazı Albania Today dergisinden İlker Dilcan tarafından çevrilmiştir.
Brezilya Komünist Partisi Merkez Komitesi Birinci Sekreteri Joao Amazonas ile Görüşmeden:
Enver Hoca Yoldaş, selamlaşma sonrasında; konuşmasına şöyle başladı:
“Ülkemizi baştanbaşa gezmenizi büyük bir memnuniyetle izledim, yoldaş Amazonas. Pek çok yere gittiniz; müzeleri, tarım kooperatiflerini, arkeolojik merkezleri vb.leri ziyaret ettiniz.
Arnavutluk, özgünlüğünü, antik geleneklerini muhafaza eden bir ülkedir, fakat sosyalizmin inşası süresince yeni çehresini de geliştirerek kendini daha da güzelleştirdi. Örneğin, Lukova’da teraslanmış yamaçları gördünüz. Muhteşem gençliğimizin çalışmasıyla orada büyük işler yapıldı; demiryollarımız da çoğunlukla gençlerimiz tarafından yapıldı ve yapılıyor.
Bununla birlikte biliyoruz ki yapılacak daha çok şey var. Bu nedenle, her yönde daha fazla çalışmak ve daha çok işin üstesinden gelmek zorundayız.
Yoldaş Joao Amazonas: Arnavutluk’un bir ucundan diğerine yaptığımız bu gezi boyunca ülkenizde Sosyalizmin inşasında yaptığınız büyük ilerlemeyi gördük. İşkodra’ya giderken yeni bir demiryolu yapan bir grup öğrenci ile karşılaştık.
Enver Hoca Yoldaş: Evet, Yoldaş Amazonas ülkemizi Yugoslavya’da Montenegro’ya ve oradan Merkezi Avrupa’ya ve diğer ülkelere bağlayacak yeni demiryolu. Bu hattı, ticari ilişkiler için inşa ediyoruz, çünkü denizyolu taşımacılığında zorluklarımız var. Çeşidi mineralleri, tarım ürünlerini ve diğer malları ihraç ediyoruz ve bunların demiryolu nakli ekonomik yönden daha elverişlidir.
Emperyalist-revizyonist kuşatmaya aldırmadan sosyalizmin inşasını ilerletmeye çalışıyoruz. Emperyalistler ve revizyonistler ülkemizin gelişmesini kasten yanlış yorumlayarak çarpıtmaya çalışıyorlar. Bugün Çin’le ilgisini kestikten sonra Arnavutluk’un yalnız kaldığını düşünerek Batı’ya açılmakta olduğunu iddia ediyorlar. Ülkemize yönelik ideolojik ve siyasi propagandalarının tümü bu yönde hazırlanmıştır. Ancak bu bizi ne şaşırtır ne de kaygılandırır.
Şüphesiz kapitalist ülkelerle ticarete devam ediyoruz ve edeceğiz. Çin revizyonist önderliğinin karşı-devrimci ve Arnavutluk karşıtı faaliyeti sonrası yeni pazarlar bulduk. Tabii bu yönde güçlüklerimiz var; kapitalistlerin, bizimle ticareti sürdürmeye çalıştıkları doğru, fakat aynı zamanda Arnavutluk’un kendileriyle birleşmekte olduğunu belirterek politik kazanıma niyetleniyorlar. Kapitalist ülkelerle ticari değişimlere, Çin’le ilişkilerimiz bozulduktan sonra başlamadık. Önceden de satar ve satın alırdık, yani sosyal-emperyalist Sovyetler Birliği hariç Doğu Avrupa ülkeleriyle ticareti sürdürdük.
Çin ile yollarımız ayrıldığında emperyalistler çok heyecanlandılar ve ağızları sulandı. Arnavutluk’un, kendilerine açılmaya ihtiyaç duyduğunu söylemeye başladılar. Ancak biliyoruz ki arzu ve propagandalarından hiç bir şey çıkmayacak. Gerçekten, ticari ilişkiler alanında zorluk içinde ilerliyoruz, fakat her şeye rağmen sattığımız şeylerin kaliteli olması ve uluslararası piyasada çok aranıyor olması nedeniyle ilerliyoruz.
Bununla birlikte partimiz, burjuva ve revizyonist propagandanın kendileriyle ilişkilerimiz hakkındaki dünya görüşünü saptırmasına fırsat vermemek için hep dikkatli oldu. Gerçekten de, önceden söylediğim gibi, özellikle Çin’le ilk ayrışma anında, bütün bu propaganda tek bir noktada yoğunlaştı. Çin’le arası bozulan Arnavutluk şimdi kime bağlanacaktı!? Kuşkusuz bu propagandayı yürütenler bundan vazgeçmek zorunda kalacaklardır.
Yabancı ülkelerle ticari ilişkilerimizde daima peşin ödediğimizi ve hiç bir zaman kredi almadığımızı açıkça ve ısrarla belirttik.
Joao Amazonas yoldaş, Arnavutluk Avrupa’daki önemi ve stratejik konumuna ilişkin düşmanları arasındaki çelişkilerden bahsetti ve Enver Hoca Yoldaş, şöyle devam etti:
Evet, Amazonas yoldaş, haklısınız. Balkanlar’da ve Akdeniz’deki büyük güçlerin, karşıt çıkarlarının kuşağında bulunmasından dolayı Arnavutluk’un stratejik konumu çok önemlidir. Bu, bana, İkinci Dünya Savaşından sonra yaptığımız toplantılardan birinde Stalin’in bana anlattıklarını anımsattı. O sıralar Yunanlılar ve İtalyanlar, Arnavutluk’a karşı provokasyonlar sürdürüyorlardı. İngilizler Saranda’da bir olay provoke ettiler ve Amerikalılarla birlikte Demokratik hükümetimizi tanımayı reddettiler. Sözde, Arnavutluk halkına “yardım” getirmeye çalıştılar. Bu sohbet sırasında ben yeniden durum değerlendirmesi yaptım ve partimizin görüşlerini açıkladım.
Stalin şöyle yanıtladı: “Seninle aynı görüşteyim. Haklısın, korkmaya gerek yok. İngiltere size hiç bir şey yapamaz, öyle limanlarınıza girmesine müsaade etmeyin. Durumun gerginleşebileceği nedeniyle Amerikalılar size saldıramaz, Yunanistan’a gelince savunmanız nedeniyle sınırlarınızı ihlal edebilecek konumda değildir.”
Düşmanlarımız arasındaki çelişkilerin bugün ve geçmişte bir işlevi oldu; ilkelerimize ve genel stratejimize sadık kaldığımız sürece onları hep avantaj olarak kullanacağız. Taktiklerimizde, stratejimizin gerektirdiği hamleler yapıyoruz. Örneğin Yunanistan ile ilişkilerimizi ele alalım: Yunanlılarla normal ticari ve kültürel ilişkilerimiz var; her ne kadar Yunanistan’da halen, ülke topraklarımız üzerinde hak iddia edenler varsa da hükümet olarak dost olduğumuzu beyan ettiler. Yugoslavya ile politik ve ideolojik yönden anlaşmazlık içindeyiz, fakat kültürel ve ticari ilişkilerimizi sürdürüyoruz.
Sizin Arnavutluk’a gelişiniz de bizlere yardımcı olacaktır. Her ne kadar görüşlerimiz hep aynı olageldiyse de genel sorunlara ilişkin size danışmak fırsatından yararlanmaya çalışacağım.
Belki biraz ısrar olacak ama izin verirseniz sizi biraz daha alıkoyacağım. Soru, bilinen bazı sorunlar üzerine ama oradan harekede, görüşlerinizle bize yardımcı olabileceğiniz bazı diğer sorunlar üzerinde de duracağım.
Uluslararası komünist hareketimiz, şüphesiz önemli pek çok sorunla yüz yüze. Büyük ve küçük problemler var. Bununla birlikte Marksizm-Leninizm’in ilkeleri ve proletarya enternasyonalizmi temelinde birliğin zorunlu olduğunu düşünüyoruz. Bu hareketimizin stratejisinin parçası olmalıdır. Şüphesiz, mücadele taktikleri değişik olabilir, fakat hepimiz, devrimin hazırlanmasının ve zaferinin, burjuvazi ve kapitalizmin yıkılmasının, proletarya diktatörlüğünün kurulmasının, sosyalizm ve komünizmin inşasının, bir bütün olarak hareketimizin, yeni Marksist-Leninist komünist partilerin tek ve temel hedefi olduğu konusunda hemfikiriz.
Bu amacı başarmak için belirttiğim gibi, taktikler farklı olabilir; çünkü her Marksist-Leninist partinin mücadelesi, ekonomik, siyasal ve kültürel gelişim özellikleri, dolayısıyla iç koşulları kendine özgü olan farklı ülkelerde gelişmektedir. Bu, aynı zamanda, bir ülkeden diğerine farklılık gösteren yerli sermayenin gücü ve yabancı sermaye ile bağlan ile de ilintilidir. Taktikler, burjuvazinin taktiklerimizi çok çeşitli yollarla engellemek için çalışması nedeniyle onun karşı taktiklerine de bağlıdır. Bu nedenle, görüşümüz, Marksist-Leninist partiler daima Fransızların deyimiyle “sur la breche” (kavgaya hazır) olmalı. Bu koşullar, her bir ülkenin Marksist-Leninist komünist partilerinin mücadele taktiklerinin farklı biçimlerini oluşturur. Marksist-Leninist partiler yeni durumlar meydana geldiğinde onlardan mümkün olduğunca yararlanmak için taktiklerini oluştururlar. Bir Marksist-Leninist partinin mülteci önderlikten sağladığı desteğin çok önemi yoktur, bu destek, kendi ülkesinde görevi başındaki bir önderliğin verdiği destekle karşılaştırıldığında daima önemsiz addedilebilir, Bundan ayrı olarak, ülke içerisinde bulunarak, önderlik, hızlı karar vermeyi ve taktiklerde değişiklik yapmayı gerektiren önemli olaylara daha yakın olur. Ülke dışında bulunan bir önderliğin iş görebilmesi, ülke içindeki duruma ilişkin doğru bilgilenmesi ve eylem için direktifler yayınlaması uzun zaman alır ve o sürede orada muhtemelen tümüyle farklı bir durum oluşur; o zaman da farklı yorum ve direktiflere ihtiyaç duyulabilir.
Marksist-Leninist komünist partilerin farklı mücadele taktikleri devrim stratejisine ve onun amaçlarına hizmet etmeli. Hata yapmadıklarında onlar diğer partiler ve halklara yalnızca bir örnek olarak değil aynı zamanda emperyalizmi ve sosyal emperyalizmi ye onların yerel burjuva rejimler ve sermaye ile bağları ve bağlantılarını zayıflatarak da yardım etmiş olurlar.
Marksist-Leninist komünist partiler ve işçi sınıfı önderliğinde halkların cephesel olarak başarması gereken pek çok genel sorun var.
Şimdi gündemde anti-emperyalist mücadele, ulusal kurtuluş mücadelesi, burjuva demokratik ve proleter devrimlerin olduğunu düşünüyoruz. Bundan dolayı şimdiki durum, aynı zamanda bir ulusal unsuru da ifade eder.
Devrim, aşağıda açıklayacağım ulusal unsurla günceldir.
Kapitalist ya da emperyalist büyük güçlerce bir ülkenin işgali ve bir halkın zulüm görmesi, her yerde yalnızca askeri güçle olmaz. Sömürgecilik, baskı ve sömürme; emperyalist işgal ve vahşeti örtmeyi amaçlayan “yeni”, “modern” yollarla başarılmıştır.
Ülkemiz Arnavutluk’un faşist İtalya tarafından işgali; hem ulusal kurtuluş ve hem de halk devriminin zaferi için kullandığımız bir ulusal hareket yarattı. Bu nedenle, devrimin güncel olduğunu söylediğimiz zaman; kapitalist ve emperyalist büyük güçlerce, askeri ya da diğer dolaylı araçlarla ülkelerinin işgali sonucu dünyanın birçok ülkesinde beliren ulusal hareketlerle bağıntısını kastediyoruz. Bu anlamda, İtalya, Brezilya vb. ülkeler bile, yabancı ordular, askeri güçlerce bilfiil işgal edilmemiş olmasına rağmen halen yabancı tahakküm altındadırlar.
Bunun için bir kozmopolit kapitalist rejim altında ve iç ve yabancı sermaye tarafından sömürülen bir ülke için özgürlük, demokrasi ve egemenlik diye adlandırılan tüm hayalleri dağıtmak zorundayız.
Gerçekte; İspanyol, Portekiz ve Brezilya halkları ve diğer halklar baskı ve sömürü altındadırlar. Bu ülkelerde burjuva demokrasisi vardır ama devlet yabancı sermayeye göbekten bağlanmıştır. Halk ve işçi sınıfı, gerçek demokrasi ve egemenlikten yoksundur, özgür değildir.
İkinci Dünya savaşında birçok ülkenin Nazi Alman ordusu ya da faşist İtalyan ordusu tarafından işgali sırasında bu ülkelerdeki vatan haini yöneticiler ve işbirlikçiler işgalcilerle birleşmişlerdir. Bunların bazıları bugün de başka kılıklar içinde, başka sloganlarla iktidardadırlar ve şimdiki modern işgalcilere, yeni sömürgecilere ve bunların sermayesine binlerce bağla bağlanmışlardır.
Sonuç olarak, devrim bugün de gündemdedir çünkü bugün de halklar ve işçi sınıfı burjuvazinin ve ülkeyi, askeri olarak değil ama yerli burjuvaziyle işbirliği içinde kurduğu şirketler, bankalar ve diğer yatırımlarıyla egemenliği altına alan işgalcilerin sömürüsü ve baskısı altındadır.
İşçi sınıfı ve halkları ülkeleri İkinci Dünya savaşında ülkeleri askeri işgale uğradığında savaştıkları gibi şimdi de bu aynı düşmana karşı savaşmalıdır. Doğal olarak Marksist-Leninist komünist partiler ihmal etmeden bu mücadeleye katılmalıdırlar.
İşte stratejimiz. Umutlarımızı yitirmemeli, her yerde reklâmı yapılan reformizme aldanmamalıyız, çünkü lafız olarak reddetmek, reformizme düşmemek için güvence değildir.
Bugün, çeşitli ülkelerde içinde bulunulan koşullar aynı olmadığı için Marksist-Leninist partilerin taktikleri de farklı olmak durumundadır. Faşist diktatörlük ve terörün açıkça kurumlaştığı ülkeler vardır ama öte yanda sahte burjuva demokrasisinin bazı yasal biçimler halinde var olduğu ülkeler de vardır. Bu biçimlerden yararlanılmalıdır.
İşçi sınıfı, gelişmiş kapitalist ülkelerde devrimi başaracak temel güç, önder güçtür. Düşüncemize göre, bu koşullarda, tüm Marksist-Leninist partiler başta işçi sınıfının birliğinin güçlendirilmesi olmak üzere, bazı temel görevlerle karşı karşıya kalır. Bu görevler kapitalist burjuvazinin strateji ve taktiklerine karşıttır. Kapitalist burjuvazinin strateji ve taktikleri, işçi sınıfını bölerek gücünü kırmaya, bertaraf etmeye yönelir, biz işçi sınıfının birliği için mücadele ederiz. Fakat bu birlik nasıl inşa edilmeli? Bu birliğe politik eylemler ve ekonomik taleplerle ulaşılmalı, temel alanı politik eylemler, işgal etmeli. Bir kural olarak ekonomik talep politik eylem olmaksızın olmamak, bu ikisi dikkatle birbirine bağlanmalı.
İşçi sınıfının yüz yüze olduğu ikinci sorun, sendikaları kontrolünde tutan, işçi sınıfını kapitalist burjuvazinin çıkartan doğrultusunda etkileyen işçi aristokrasisinin oluşturduğu zincirleri parçalamak sorunudur.
Bu sorunda taktikler büyük önem taşır. Bu taktikler, her Marksist-Leninist partinin savaştığı ülkenin koşullarına göre belirlenmeli ve gerekli eylemlerle tamamlanmalıdır. Sendika ağalarına karşı mücadelenin hem politik eylemler ve hem de ekonomik taleplerle bağıntılıdır. Bu mücadele kesinlikle, işçi aristokrasisini ve kapitalist burjuvaziyi korkutur, çünkü politik mücadele işçi sınıfını çatışmalara ve grevlere yöneltir, işçi sınıfını ilerletir. Doğru bir şekilde gerçekleştirilirse politik eylemler sendikalardaki burjuva önderliğini kırar, işçi sınıfının köleleştirmek için oluşturulmuş kuralları, kanunları kırıp parçalar.
Bugünlerde, milyonlarca insanın, taviz vermek istemeyen kapitalizme karşı yönelttiği için politik bir içerik de taşıyan ekonomik taleplerle grevler ve gösteriler yaptığını görüyoruz. Ancak bütün bu mücadeleler sendika ağaları aracılığıyla grevcilere aldatıcı bir hoşnutluk sağlayan kapitalistlerle anlaşma ile son bulur. Oysa bu taleplere politik bir nitelik verilmiş olsa sermayenin sendikalardaki araçları ve sermayenin bizzat kendisi zor durumda kalır.
Marksist-Leninistlerin mücadelelerinin hedefi, şimdiki sendikaları sermayeye karşı savaşım örgütlerine dönüştürmek olmalıdır. Bu sendikalar içinde mücadele yürütülmeli, öte yandan olanak olduğu yerlerde yeni sendikalar kurulmalıdır. Bu sendikalar burjuvazinin egemenliğine, demagojisine ve burjuva partilere karşı ve aynı zamanda işçi aristokrasisinin egemenliğine karşı, işçi sınıfının karşı birliğinin sağlanmasından başka bir amaç olamaz. Bu nedenle kapitalist ülkelerde revizyonist sosyalist, Hıristiyan-demokrat ve diğer partilerin önderliği altında sendikalar vardır, bundan dolayı bir ülkede üç, dört ya da beş sendika bulunur. Sermayeyi tedirgin eden başka işçi gruplaşmaları da olabilir, öte yandan, sermaye işçi sınıfının bu şekilde bölünmesinden yararlanmaktadır. Bu yüzden, yeni sendikaların hedefi, mevcut sendikaları burjuvazinin çıkartan doğrultusunda ustalıkla kullanan sendika ağalarıyla mücadele etmek ve mevcut sendikaları devrimci sendikalara dönüştürmek üzere, politik talep ve eylemlere bağlanmış ekonomik talepler aracılığıyla işçi sınıfının birliğinin gerçekleştirilmesi olmalıdır.
Bu, kapitalist ülkelerde faaliyet gösteren Marksist-Leninist partiler için anahtar sorundur, devrimin yararına çözülmesi gereken temel önem arz eden bir sorundur. İşçi sınıfı önder sınıftır işçi sınıfının burjuva düşünüş kalıplarını ve Hıristiyanlıkla tüm bağlarını koparmasına yardım edilmelidir. Kuşkusuz bunu yapabilmek için işçi sınıfı saflarına girmeli ve onu örgütlemeliyiz, çünkü işçi sınıfı olmadan devrime doğru ilerlenilemez.
Bildiğimiz kadarıyla diğer bir sorun, bazı partilerin ordu içinde çalışmaya önem vermeyişidir. Kastettiğim burjuva ordusudur. Genel olarak burjuvazinin silahı olarak görülen burjuva ordusunun de-moralizasyonu sorununu her Marksist-Leninist partinin programına alması gerektiğini düşünüyoruz. Marksist-Leninist komünist partiler, burjuvazinin ordusuyla ilgilenmek zorundadırlar. Burjuvazi orduyu, sendika ağalarınınkine benzer bir işlev yüklediği subaylar aracılığıyla kullanır. Bir yanda, onsuz devrimin ilerletilmesinin mümkün olmadığı işçi sınıfı vardır, diğer yanda devrimi bastıran burjuva ordusu. Burjuvazi, sendikalarda, kendi amaçları için işçi aristokrasisini kullanırken orduda subaylar kastını kullanır.
Ordu içinde çalışma önemli olduğu kadar tehlikelidir de, kolay değildir: Sendika da politik faaliyet ve propaganda yürüttüğünüz için işten atılırsınız, ama orduda politik çalışma ve propaganda kesin olarak yasaklanmıştır ve bu doğrultuda herhangi bir etkinlik sizi idam mangası önüne götürebilir. Örneğin on binlerce işçinin toplandığı bir miting alanında, Marksist-Leninist partinin sendikadaki bir temsilcisi mikrofonu sendika ağalarının elinden kapıp işçilere politik propaganda yapabilir, onları politik eylemlere çağırabilir. Bu durumda temsilci, işten atılabilir ya da tutuklanabilir, ama sendika ağaları ve onların efendilerini devirme çağrısı daha büyük bir tehlike yaratmaz. Oysa orduda durum farklıdır. Orduda benzer bir tavır, idam mangası önüne çıkarılma riskini göze almayı gerektirir.
Burjuva ordusu devrimi ve halkı bastırmak için kurulmuştur. Bugün de ordu içinde subaylar ile erler arasında ayrım yapılmalıdır. Asker halk çocuğudur, oysa subay kapitalist burjuvazinin yürütme organlarından biridir. Erleri subaylara karşı ayaklanmaya, emirleri yerine getirmemeye, ordu disipline ve kurallarına boyun eğmemeye ve ordunun silahlarını sabote etmeye yöneltmeliyiz. Koşullar olgunlaştığında silahlar, subaylar kastına ve bizzat sermaye egemenliğine karşı çevrilebilmelidir.
Bunu nasıl yapacağız? Bu amaç için; yöntemler, yollar, taktikler bulunmalı ve bunlar her bir ülkenin koşullarına uygun olarak parti tarafından keşfedilir; Askerlerle, henüz orduya çağrılmadan, biraz daha kesin safha olan askerliğini yaparken ve nihayet bir yedek olacağı için terhis olduğunda ilgilenilmelidir. Yüksek subaylar satından onları ayırmak ve halka karşı el kaldırmamalarına ikna etmek için alt rütbeli subaylarla ilgilenme ihmal edilmemelidir.
Biz Marksist-Leninist’ler, ilerici ideolojimiz ile ordu içinde çalışmayla işçi, köylü vb. olmak üzere halktan gelen askerleri ikna edecek güçte değil miyiz? Bu, parti tarafından yerine getirilmesi gereken bir görevdir.
Bu nedenle cephede ordunun çoğunluğunu oluşturan gençlik, köylüler, aydınlar ve küçük rütbeli subayların örgütlenmesi taktiği, yalnızca meydanlar ve sokaklarda mücadele için değil bunun yanı sıra burjuvazinin ellerinde bir ezici silah olan orduyu kemirmek ve imha etmek için de ayrı bir öneme sahiptir; yani bu, halk evladı askerin, önde gelen subaylar kastına karşı hazırlanmasıdır.
Bu sorunun, kapitalist burjuvazinin savaş planlarının engellenmesi yağmacı savaşların önlenmesi ve patlak verdiklerinde de devrimci iç savaşlara dönüştürme stratejisine bağlı olduğunu düşünüyorum. Bu, Ekim Devrimi sıralarında çar ordusunda gerçekleşti. Antant’la ittifakın devamını istemiş olan Kerenski ve ordusunun devrilmesi, Lenin’in Barış Üzerine Kararname’si, Toprak Üzerine Kararname ve toprağın yoksul köylüler arasında bölüşümü vb.leri, halk çocukları olan ve orduya zorla alınmış köylü askerler kitlesini devrime kazandırdı; oysa bunların çoğu, subaylar kastına, dönek sosyalist devrimcilere ve beyaz muhafızlara yani düşmana bağlıydı. Burjuva ordusuna karşı böyle bir mücadele stratejisi ve taktiği, işçi sınıfının mücadelesini, devrimi, anti-emperyalist savaş ve ulusal kurtuluş savaşını daha kolaylaştırır, teşvik eder ve ilerletir.
Yakın tarihten bir örnek vereyim, İran Şahı’nın ordusu ve subaylar kastı, tepeden tırnağa çok gelişmiş silahlarla donatılmış olmasına rağmen halk ayaklanmasını bastırmaya ve imparatorluk rejimini savunmaya muktedir olamadı. Marksist-Leninist partiler, devrimin gerçekleşmesinin olanaklarını gösteren bu durumun üzerinde ciddi bir şekilde düşünmelidir. İslamiyet İran’da etkilidir ama Şah’ın devrilmesinde temel ve belirleyici etken halk ayaklanmasıydı.
Devrim mücadelesinde işçi sınıfının birliğini gerçekleştirmek kadar, burjuvazinin ordusunun bütünlüğünü ye moral gücünü yıkmak da belirleyici öneme sahiptir, ama Marksist-Leninist komünist partiler mücadelelerinin diğer yönlerini de kesinlikle ihmal etmemelidir. Tersine, her alandaki çalışmalarını güçlendirmelidir. Bu mücadele; işçi sınıfı ve sermaye arasındaki çelişkilerin şiddetlenmesi, sınıfın kitlesi ve halk yığınları içinde devrimci bir atmosfer oluşması, onların devrimci mücadele içinde birleşmesi ve Marksist-Leninist komünist partinin önder rolünü benimsemesi sonucunu verir.
Mücadelenin tüm yönleri koordine edilmiş ve iyi örgütlenmiş olmalıdır. Yani Marksist-Leninist komünist partiler kendilerini güçlü ve hazır hissettiklerinde ordu birliklerini yönetebilecek durumda olmalı ya da kendi ordularını yaratıp geliştirmelidir. Partinin yaratma olanaklarına sahip olduğu bu ordular, partinin kapitalist ve revizyonist sendikaların dışında örgütlediği sendikalarınkine benzer bir işlev görecektir. Öte yandan bu ordular, savaşa tutuştuğu burjuva ordusunun önderliğini bozup dağıtacak bir silah olacaklardır partinin elinde.
Tabiidir ki, Marksist-Leninist komünist partilerin karşısında duran görevleri anlama mücadelesi, bu partilerin güçlendirme ve olgunlaşmalarına; iç ve dış koşullardaki gelişmeye ilişkin gerçek bilgilerine; legal çalışma ile illegal çalışmalarının örgütlenmesi ve birleştirilmesine; görüşümüze göre, birçok ülkede güçlü devrimci niteliği olan köylüler, ilerici aydınlar ve öğrencilerle bu partilerin çevresinde ittifakların yaratılması ve güçlendirilmesine bağlıdır. Öte yandan bu partiler, kimliklerini hiç bir koşul altında gizlememelidir, illegalite, yarı-legalite ve legalite, bu partilerin, yerel koşullara göre başvuracakları yöntemlerdir. Örneğin, yeraltına geçen bir x partisi, ilerici nitelikli ittifaklarını göz önünde tutarak, kimliğini saklamaktan kesinlikle kaçınmalıdır, kendisinin bir Marksist-Leninist komünist parti olduğunu ve bu ittifaka katılmanın kendi kimliğini hiç bir şekilde yok etmeyeceğini açıkça beyan etmelidir.
Ülkemizin yabancı işgalcilerden kurtulduğu ve Yugoslavlarla iyi ilişkiler içinde olduğumuz sıralarda onlar, Tito’nun emirleriyle ülkemiz önderliğini tasfiye etmeye çalıştılar ama başarılı olamadılar. Burjuvazi ve karşı grupların çekinmesi ve karşı koymasına yol açabileceği gerekçesiyle Arnavutluk önderliğinin bilinmesini, halkının önünde meydana çıkmasını, Komünist partisinin açığa çıkmasını istemediler. Yugoslavlar bunu bir taktik sorun olarak sundular ama o öyle değildi. Aksine, sorun; açıkça belirlenmiş revizyonist ve karşı-devrimci bir stratejiye ilişkindi. Partileri yasal olduğu halde, onu bütün yetkililerden arındırdılar.
Bu sorunu kendisiyle konuştuğumda Stalin; “Bunu kesinlikle kabul etmemelisiniz. Parti legal konumda kalmalı ki halk ve isteyen herkes eğer onu görebilmeli” demişti.
O sıralar fiilen iktidardaydık ve bugün bunu söylüyorsam şimdi ülkenizde var olan durumu kastetmiyorum.
Marksist-Leninist komünist partiler arasındaki işbirliği büyük öneme sahiptir ve her durumda geliştirilmelidir. Bu partilerin temsilcilerinin genel ve tekil sorunlarla ilgili toplantıları -ve bu toplantıların hem bilgi ve hem de çalışmaya ilişkin olmasında hemfikiriz-, görüşümüze göre eşit bir ilişki ve samimi bir ortamda yapılmalıdır. Aralarındaki görüşmeler ve sonuçları bazıları taktikler konusunda farklı görüşte olsalar da daima yoldaşça Marksist-Leninist karakteri korumalıdır.
İki ya da daha fazla parti arasında yapılan toplantı ve tartışmaların mutlaka; (mücadelenin ihtiyaçları gerektirdiğinde dıştalanmayacak) bir bildiri ya da deklarasyonla bitmesi gerekmez.
Ramiz Alia, genel bir toplantı teklifi konusundaki parti görüşünü anlattı. Böyle bir toplantı için önderliğimizin zamanı uygun bulmayışının gerekçelerini de açıkladı. Gerçekte parti kongresinde deklare ettiğimiz gibi, prensip olarak genel toplantılara karşı değiliz fakat bizim durumumuzda bir toplantı ancak koşullar olgunlaştığında düzenlenebilir. Şüphesiz bu koşulları yaratmak için araştırmalı ve çalışmalıyız.
Sizinle bu toplantıda, yoldaş Ramiz ile konuştuğunuz şeyleri tekrar etmek istemiyorum ama yalnızca böyle bir toplantının hem iyi hem de kötü olabileceğini söyleyeceğim. Bu nedenle biz Marksist-Leninist partiler adımlarımızı iyi ölçmeli ve farklı toplantılarda ya da kamuoyunda üzerimizde uygulanan baskıya teslim olmamalıyız. Her şey kullanılabilir fakat bizce önemli olan şey bir şey yapılmaya karar verildiğinde, bunun somut sonuçlar sağlamasıdır.
Anti-emperyalist devrimci savaşın, ulusal özgürlük savaşı ve devrimin bir diğer önemli sorunu, Afrika ve Arap ülkeleridir.
Afrika; emperyalizm, yeni sömürgecilik ve yerli burjuvazi tarafından insafsızca sömürü ve baskı altında olan halklarıyla, Marksist-Leninist komünist hareket ilgilendiği ölçüde bakir bir topraktır. Devrim güçlerine yol gösteren gerçek Marksist-Leninist teori, bu kıtada hem biliniyor, hem bilinmiyor, fakat sanırım daha çok ikincisi doğru. Komünizmi benimseyen ve baskı rejimi ve yeni sömürgecilikten nefret eden, fakat sadece Sovyetler Birliği’nden Yugoslav, Kübalı, İranlı ve diğer partilere dek değişen revizyonist partilerin kendilerine sunduğu çarpıtılmış Marksist-Leninist teori ile ilgilenen tek tek devrimci kişi ve gruplar var. Bu nedenle Afrika kıtasında ve Arap âleminde kazan kaynamakta ve koşullar gelişmektedir. SB, ABD, Fransa gibi emperyalist güçlerin ve uydularının oraya girmeleri tesadüfî değildir.
Latin Amerika’nın komünist partileri, yerli burjuvazi ve Yankee emperyalizmine karşı örgütlenmede ve illegal mücadeleden silahlı mücadeleye dek büyük deneyime sahiptirler. Bu konuda somut bir örnek, ülkenizde Araguya’daki mücadeledir. İkinci Dünya savaşından bugüne dek çok güçlü Yankee emperyalistleri ve savaş botlarına karşı sürdürülen bu mücadele, genel mücadele açısından büyük öneme sahiptir.
Araguya’daki savaş, bilinen nedenler yüzünden devam etmediyse de büyük bir tecrübe olarak hizmet etti. Siz Latin Amerika’da bu büyük deneye sahipsiniz, diğerlerinden bahsetmeksizin Avrupa partileri ne illegal mücadele ne de illegal ve aktif biçimlere uygun parti örgütlenmesi deneyimlerine sahiptir. Bununla onların kendilerini cam fanus altına kapatıp, hiç bir şey yapmamalarını değil, aksine olmaları, örgütlenmelerini geliştirmeleri ve silahlı mücadeleyi başarmaları gerekir. Sürekli bir faaliyet içinde, silahlı mücadeleyi örgütleyip başarmak zorunda olduklarını kastediyorum. Bu nedenle Avrupa’nın Marksist-Leninist partileri bu deneyime sahip değillerdir, Bu partiler böyle bir mücadeleyi hazırlamak için, legal ya da illegal, faaliyet yürüttükleri koşullarda bu konu üzerinde çalışmalı ve uygulamalıdırlar,
Tüm partilerin deneyimlerini bilmek ve üzerlerinde çalışmak da gereklidir. Hiç bir partinin, kendi başına savaşıp kendi başına deneyim kazandığı iddiasıyla kendini beğenip diğerinin deneyimlerini küçümsemesine izin verilmez. Gerçekten bu parti savaşmıştır ama koşullar şimdi değişmiştir. İspanya’daki İç Savaş örneğini alalım. Bu deney şimdi, yalnızca İspanya Komünist Partisi (Marksist-Leninist)’nce değil ama diğer Marksist-Leninist partilerce de korunmalı ve faydalanılmalıdır.
Belirttiğiniz gibi partiniz gelecekte de militan devrimci illegalitesini sürdürecek ama aynı zamanda yarı-legal ya da legal mücadele biçimlerini de kullanacaktır. Bütün Marksist-Leninist partilerin bu deneyime ihtiyacı var, bu nedenle gelecekte de konuşmalarının ve aralarındaki fikir alış-verişinin bir konusu olacaktır.
Şimdi de, kapitalist ve revizyonist ülkelerin geniş bir kesiminde hüküm süren anarşizm, terörizm ve eşkıyalık sorununu ele alalım. Anarşist, terörist ve eşkıya gruplarının eylemleri karşı kesimler tarafından faşist diktatörlüğü hazırlamak ve kurmak; küçük-burjuvaziyi sindirmek ve faşizm için bir alete ve verimli toprağa dönüştürmek; işçi sınıfını yıldırmak ve önüne-atılmış kırıntıları bile yitirme tehdidi akında sermaye zincirleriyle bağlı tutmak için bir mazeret ve silah olarak kullanılmaktadır. Bu gruplar şu ya da bu şekilde anarşizm teorisini destekleyen, ideolojik ve politik olarak şekillenmemiş bazı komünistleri bile etkileyen ve karışıklık yayan, “proleter”, “komünist”, “Kızıl tugaylar” ve diğer unvanlarla, cazip isimler altında gizlenirler. Bunlar Bakunin teorileri türünden olan tüm teorilerden de bahsederler.
Avrupa’daki bazı partiler “teröristleri eleştirirsek kendimizi burjuva yönetimle aynı kefeye koymuş oluruz” diyorlar, Onların burada gerçekte unuttukları şey, terörist grupları yaratanın burjuva yönetimler olduğudur. Şu açık olmalı; Burjuvazi propaganda ve yasalarında komünistleri teröristler, anarşistler ve eşkıyalar olarak sunduğu için, bu grupların faaliyetleri, Marksist-Leninist komünist partilerin illegal mücadelesine ve silahlı mücadelesinin hazırlanmasına büyük zarar vermektedir. Keza, silahlı mücadeleye hazırlanan ve silahlarını, baskı aygıtlarını gizleyen Avrupa’daki bir Marksist-Leninist komünist parti açığa çıkarıldığında terörist diye lanse edilir. Bu nedenle anarşizm, terörizm ve eşkıyalık sorunu; bu olgunun alarm verici boyutta olduğu iki ya da üç ülkenin Marksist-Leninist komünist partilerinin aralarındaki tartışmanın konusu olabilir.
Partilerimiz ve dünya Marksist-Leninist hareketinin yüz yüze olduğu bu türden pek çok sorun var. Bunlarla her gün karşılaşır ve mücadele ederiz. Koşullar bizi, çelik proleter birlik ve disipline sahip, Marksist-Leninist ideoloji ile donanmış ve sürekli onun yol göstericiliğinde olan Bolşevik yapıda güçlü bir Marksist-Leninist parti olmaksızın, gözü dönmüş emperyalizm dalgasıyla, kapitalizm ve onun iktidarıyla kolayca başa çıkamayacağımızı açıkça kavramaya zorluyor. Faşist diktatörlük daha çok ölüm sancısı çektikçe, daha vahşice saldırır.
Partimizin kardeş partilere kendini zorla kabul ettirme isteği ne vardır ne de bundan sonra olacaktır. Bunu yapmış olsaydık yanlış bir yönde yola çıkmış olurduk. Böyle bir durumda kardeş partiler hata yapmamıza müsaade etmemelidir. Partimiz, şimdiye dek olduğu gibi Marksist-Leninist ve proletarya enternasyonalizmine daima sadık kalmaya devam edecektir.
Günümüzde ülkemiz, dünyanın tek sosyalist ülkesidir. Proletarya diktatörlüğü sadece burada kurallarını uyguluyor ve biz Emek Partisi (Marksist-Leninist bir parti) iktidardadır. Düşmanlarla çevriliyiz ama biz iktidardayız, bu nedenle politika ve ideolojide hata yapmaksızın ve Marksizm-Leninizm’in saflığını koruyarak, sosyalist Arnavutluk’u her ne pahasına olursa olsun savunmak için her an mücadele etmeliyiz; çünkü ancak bu şekilde anavatana ve dünya komünist hareketine karşı görevlerimizi başarırız. Bu yolda Arnavutluk’un devrim ve komünizm ideallerine sadakatini muhafaza etmesi nedeniyle tüm Marksist-Leninist partiler, ilerici güçler ve halklar tarafından savunulacağından eminiz.
Yoldaş Amazonas, partinizin çalışma ve mücadelesine partimizin yüksek bir değer verdiğini bir kez daha vurgulamak isterim. Bu nedenle ilişkilerimiz sürekli ve sık olmalı. Ülkelerimizi ayıran coğrafik mesafe bize engel olmamalı. Birbirimize ve partilerimiz arasında var olan yakın ve samimi bir işbirliğine ihtiyacımız var.
Yoldaş Joao Amazonas, Enver Hoca’nın Marksist-Leninist hareketin sorunlarını analiz etmesine büyük önem arz etti; çeşitli sorunlarla ilgili görüşlerini açıkladı; kabul ve sıcak, dostça görüşme için teşekkür etti. Sonra Enver Hoca görüşmeyi noktaladı.
Şimdi partiniz ve halkınızın sıcak sinesine döneceksiniz. Verdiğiniz mücadeleyi yüreklerimiz ve en derin saygılarımızla izleyecek, partinizin kazanacağı başarılara sevineceğiz. Kazanacağınız başarılar, bizim de başarılarımız olacak. Sağlıklı olmanızdan memnunuz ve daima sıhhatte olmanızı arzuluyoruz.
Partimize verdiğiniz değer için size teşekkür ederim Yoldaş Amazonas, verdiğiniz değere genel mücadelemizin başarısı için daha fazla çalışarak layık olmaya çalışacağız. Yakında görüşmek üzere.”
(Merkezi parti arşivlerinde görüşmede tutulan zabıtlara göre ilk kez yayınlanmıştır. -Albani Today’in notu)
Ekim 1992