En demokratik burjuva cumhuriyetlerinde bile seçimin, her 4-5 yılda bir, hangi burjuva temsilcilerin ülkeyi idare edeceklerinin oylanmasından başka bir şey olmadığı yaygın bilinen bir gerçektir. Söz konusu olan bizimki gibi, tarihinde bile, burjuva demokrasisinin hiç yaşanmadığı bir ülkede seçimin bu kadarıyla bile bir kıymeti harbiyesi yoktur. Çünkü iktidarıyla muhalefetiyle burjuva partileri, ülkenin en temel problemlerinde, en ayrıntı noktalarında bile tam bir fikir birliği içindedirler. İşçiler karşısında, Kürtler karşısında, emperyalizmle ilişkiler konusunda ve emekçi sınıfların özgürlük talepleri karşısında, bugün birbiriyle oy yarışına giren partilerin birbirinden ayrıldıkları bir şey yoktur. Kaldı ki; bu partiler birbiriyle farklı görüşlere sahip olsa bile, ülke yönetiminde bu görüşlerin bir değeri olmayacaktır. Çünkü ülke ABD emperyalizminin has adamları tarafından yönetilmektedir. Bir kaç sivil ve general her halükârda gidilecek doğrultuyu belirlemektedir. Bu durumda, seçimlerin esasa ilişkin bir değişiklik yapması elbette beklenemez.
Bu gerçeğe karşın burjuva siyasi partiler; ülkeyi kendilerinin yönettiği, kendilerinin ülke yönetimi için vazgeçilmez olduğu imajını vermeye çalışırlar. Bugün de, şu yeni bir seçime gidildiği koşullarda, bu imajı özellikle vermek istiyorlar.
Muhalefet partileri, aylardır “erken seçim” sloganıyla ortalıkta boy gösterip bugünkü kötü gidişi ancak kendilerinin geri çevireceğini iddia ederken, ANAP kendisinin burjuvazinin ve ABD’nin tek seçeneği olduğu iddiasıyla “erken seçim” “isteğini” görmezden geliyordu. Ama “erken seçim” istemi son zamanlarda sadece muhalefetten değil, iş çevrelerinden, büyük burjuvazinin en üst örgütleri, TUSİAD, TİSK, MESS’in tepelerinden de gelmeye başladı. Bu isteği ANAP bile göz ardı edemezdi. Sadece makyajını düzeltmesi gerekirdi ve onu yapar yapmaz da büyük burjuvazinin isteğine uydu, “erken seçim” kararını aldı.
Burjuva muhalefet partilerinin “erken seçim” isteği anlaşılıyor: Oy oranı % 15’lere gerileyen ANAP’ı devirerek yerine geçmek. En azından koalisyon ortağı olarak pastadan biraz da kendilerinin yararlanması. Ama büyük burjuvazinin, iktidarda en has adamları varken seçim istemesi, ilk bakışta, garipsenmeyecek gibi değil. Ama “erken seçimden ne beklendiği göz önüne alınırsa. Büyük burjuvazinin temsilcilerinin her şeyin başını “erken seçim” olarak görmeleri anlaşılır. Tablo şöyledir: Bir yandan dış ödemeler öte yandan iç borç ödemeleri, tarım ürünleri, TİS farkları ve memur maaş farklarının ödenmesi bütçeyi açmaza iterken, yakın gelecekte bir seçime hazırlanan ANAP hükümetinin para musluklarını sıkması, işçilerin memurların, çiftçilerin istemlerine, bu istemler yığınsal eylemlerle de baskılanınca, direnebilmesi olanaksızdı. Bu yüzden de hükümet, Merkez Bankası’nın banknot matbaasını çalıştırarak, elden geldiğince şirin görünecek bir ekonomi politika izlemeye girişti. Taban fiyatlarına, sanki önceki fiyatları belirleyen ANAP hükümeti değilmiş gibi, yeni zamlar yaptı. Üreticilerin alacaklarının zamanında ödeneceğini açıkladı. Beldelere yönelik yatırımları arttırarak oy alacak girişimler başlattı. Zamanında bir seçim için hükümetin bu tür politikaları bir yıldan daha fazla bir zaman yürütmesi demekti ki, bu, içinde bulunulan ekonomik koşullarda olanaksızdı.
Öte yandan Kürt sorunu bütün ağırlığı ile kendini duyurmuş, sadece Türkiye’nin değil Ortadoğu’nun da en önemli sorunlarından birisi olduğunu ortaya koyar. Türkiye’yi de Ortadoğu kaosunun içine çekmiştir. Buna, Ortadoğu’da emperyalizmin çıkarlarının gönüllü bekçiliği de eklenince, dış politikada da önemli açmazlar bütün ağırlığı ile kendini duyurur olmuştur.
Bu nedenledir ki büyük burjuvazinin temsilcilerinin son aylarda “bir an önce istikrarlı, halkın güvenini tazelemiş bir hükümetin işbaşına gelmesi için erken seçim” demeleri boşuna değildi. ANAP ve burjuva muhalefet partilerinin “erken seçim” gerekçelerinin özü aynıdır.
Demek ki egemen sınıf temsilcilerini ilgilendiren, ANAP’ın %15’ler dolayındaki bir oyla parlamentodaki milletvekillerinin % 65’ine sahip olması “haksızlığı” değildir. Tersine onlar bundan yıllardır hiç de rahatsızlık duymadılar. Onları asıl rahatsız eden, bir yıl sonra yapılacak seçime kadar, hükümetin emekçilere yönelik saldırılarda yeterince cesaretli davranamayacağıdır. Bu yüzden de seçimi bir an önce yaptırıp, vergi, zam, işsizlik furyasını başlatacak cesarette bir hükümetin işbaşına gelmesini istemişlerdir.
Kapitalist sistemde krizler sistemin özündeki çelişmeleri açığa çıkaran olgulardır. Olağan dönemlerde görülmeyen, üstü değişik biçimlerde örtülen çelişmeler sistemin kriziyle gizlenemeyecek biçimde açığa çıkar. Şu anda Türk ekonomisinin içinde bulunduğu kriz de sistemin sadece ekonomik plandaki çelişmelerini değil siyasal alandaki çelişmesini de ortaya seriyor. Genelde halkın “kendi istediği” hükümeti seçmesi, eskiden beğenmediği ekonomik politikalar yerine “kendi yararına” olanların vb. konması için bir fırsat olduğu öne sürülen seçim, sistemin krizinin derinleşmesi sonucu, tüm bu kendisinde olduğu öne sürülen “erdemler”den soyunarak gerçek haliyle ortaya çıkıyor. Halka karşı yeni bir saldırı için burjuvazinin güç toplaması. Gerçekte tam böyle. Burjuvazinin sözcüleri, ANAP’ı bugün seçim politikası izlemek, emekçilere ekonominin gereklerini aşan tavizler vermekle suçluyorlar. Öyle ki, halkçı geçinen SHP, “benim işçim, benim köylüm” diye meydanlarda acıklı nutuklar atan DYP’nin Demirel’i, son toplu sözleşmelerde sağlam kaynaklara dayanmayan ücret artışlarına imza attığı için hükümeti eleştirmektedirler. Kapitalistler de aynı görüştedirler. Bu politikalar sürdürülürse “ülke batar”, “ekonomi onulmaz yaralar alır”mış! Bir an önce “ekonomik önlemler paketi” hazırlanıp “her kesimden fedakârlık istenmeli”ymiş vb. Bütün bunların bir an önce olabilmesi için de ön koşul, seçimlerin bir an önce yapılması!
Ekonomik durum, büyük burjuvazinin istemleri ve burjuva muhalefet partilerinin amaç ve politikaları göz önüne alındığında şu apaçık ortadır: Erken seçimle ister herhangi bir burjuva partisi, ister bir kaç partinin oluşturacağı bir koalisyon işbaşına gelsin yapacakları ilk şey, 24 Ocak kararlarını artmayacak yeni bir “ekonomik istikrar paketi” hazırlamaktır. Tabii her “ekonomik istikrar paketi” gibi, istikrarsızlığı gidermek için zorbalık ve baskı da bu ekonomik önlemlere eşlik edecektir. Grev yasaklamaktan işçi kıyımlarına, devrimcilere, Marksistlere, işçilere, Kürtlere, gençliğe, özgürlük ve demokrasi isteyen herkese karşı bir saldırı kampanyası bu ekonomik önlemlere eşlik etmek zorundadır. Çünkü işçi sınıfı ve öteki emekçi sınıfların mücadelesinin bu ölçüde yüksek olduğu koşullarda şiddete başvurulmadan “ekonomik istikrar paketi” uygulamak olanaksızdır.
Öte yandan burjuva partileri, izlenecek politikalar bakımından seçeneksizdir. Çünkü bugün yürütülen politikalar, şu ya da bu burjuva partisinin kendine has politikaları değil, Türk egemen sınıflarının politikalarıdır. Hatta Türk egemen sınıflarının da kendilerine has politikalar değildir. Uluslararası burjuvazinin tüm geri kalmış ülkelere, IMF ve Dünya Bankası aracılığı ile dayattığı politikalardır. Bu yüzden de, bugünkü sistem içinde kalındığı sürece, politikaların asıl doğrultusunun değişmesi beklenemez. Değişse değişse uygulayanın yöntemleri değişebilir ki; bunun da düzen sınırları söz konusu olduğunda önemi yoktur.
Kısacası burjuvazinin ve onun partilerinin zamanında bir seçim yerine erken seçimde acele etmelerinin nedeni, emekçilere saldırmak için daha fazla bekleyecek tahammülleri kalmamış olmasıdır.
Koşullar ve burjuva partilerinin konum ve politikaları göz önüne alındığında, seçimlerde
ANAP, SHP, DYP, DSP, RP, MÇP, SP, SBP gibi partilere oy vermek demek burjuvazinin kırbacını kimin indireceğine oy vermek olacaktır. Bu yüzden de burjuva partilere oy yok!
Burjuva partilerine oy verilmeyecekse, “nedir bu seçimlerde emekçilerin seçeneği?” sorusu gelir burada.
Burjuva parlamentarizmin az çok işlediği koşullarda Marksistler, düzene gerçekten muhalif devrimciler olanlar için başlıca iki taktikten söz edilebilir. Bunlar; seçimi boykot; diğeri de seçimlere katılarak burjuva parlamentosunun, burjuva partilerinin, halk düşmanı, emekçi düşmanı yüzlerini teşhir etmektir.
Günümüz koşulları göz önüne alındığında seçimi boykot etmenin koşulları yoktur. Tersine, seçimlere katılmak burjuva parlamentosunun niteliğini, burjuva partilerinin ipliğini pazara çıkarmak için sayısız olanaklar sunacaktır.
Burjuva partilerinin birbirinden sadece ad farklılığı ile ayrıldığının, onların ülkenin en temel sorunları karşısında çözümsüzlüğünün gösterilmesi, emekçi düşmanı politikalarının açığa çıkarılması, bu koşullarda seçimlere katılarak olanaklıdır. Yığınların kulakları politikaya açık olduğundan İŞ EKMEK ÖZGÜRLÜK mücadelesi çağrısını kavratmak için koşullar daha elverişli olacaktır. Kısacası, seçim ortamı burjuva partilerin programlarıyla sınıfın partisinin programının farklılığının ortaya çıkarılabileceği, bunun vesilesi olarak kullanılacak bir ortam gibi görülmelidir.
Burjuva partileri ve milletvekili adayları seçim kampanyası yürüttükleri bölgelerde, toplantı düzenledikleri meydanlarda, kahvelerde, oy avcılığına çıktıkları sokak aralarında, her yerde, günün her saatinde devrimci adayların, onlardan daha çok da gerçek devrimcilerin, demokratların, komünistlerin nefeslerini enselerinde hissetmelidirler. Sadece adaylar değil, ama daha çok da bizzat burjuva sistemin kendisi teşhirin konusu olmalıdır. Sistemin nasıl işlediği, kimlerin hesabına çalıştığı, seçimlerin hangi işlevi yerine getirdiği sergilendiği ölçüde seçimlere katılma anlamlanacaktır.
Bugün, burjuva parlamentosunun, işlevi ve burjuva partilerinin rolünün açığa çıkarılması her zamankinden çok daha fazla olanak ve malzeme vardır. Dahası, seçim dönemlerinde yığınların politika alanının sorunlarına, burjuva parlamentosunda olup bitenlere kulakları daha fazla açıktır ve yapılacak teşhir ve ajitasyon yerli yerine oturacaktır.
Öte yandan bu faaliyet, sadece yığınların burjuva parlamentosu ve burjuva partilerin niteliklerini anlamasına yardımcı olmakla kalmayacak, komünistlerin, devrimcilerin, demokratların yığınlarla kurdukları ilişkide ne ölçüde başarılı oldukları, bugüne kadarki çabalarıyla emekçileri nasıl etkilediklerini de gösterecektir. Sadece bu da değil; devrimci demokrat örgüt ve komünist parti bu faaliyet içinde kendi kadrolarının bu alandaki yeteneklerini de sınama, onların deneyimlerini artırma fırsatı bulacaktır.
Ama seçime katılmakta asıl amaç, burjuva partilerin ve onların siyasi düzenlerinin ifadesinin bir biçimi olan burjuva parlamentosunu ve parlamentoculuğu teşhirdir. Seçim döneminde devrimci taktiğin amacı budur.
Emekçilerin düzene tepkisini, özgürlük ve demokrasi istemini, Kürt halkının baskı ve zulme öfkesini, ulusal özgürlük talebini burjuva partileri temsil etmiyor. Bu yüzden de burjuva partilerine oy yok. Sıra oy vermeye geldiğinde emekçilerin oyu devrimci demokrat, gerçek komünist adaylara olacaktır. Çünkü Türk ve Kürt emekçilerin istemlerini, baskı ve zulme öfkelerini onlar dile getireceklerdir.
Eylül 1991