1990-91 Toplu sözleşmelerinin hemen ardından, sermaye sınıfı ve devlet, Körfez krizini bahane ederek yoğun bir işçi kıyımı furyası başlattı. 1991 Ocak’ından bu yana atılan işçi sayısı 500 bine ulaştı. Kıyımlara ve devamında gelen/gelecek olan saldırılara karşı işçi sınıfının tepkisi, birkaç örnek dışında cılız kaldı. Sınıf huzursuz. Atılmalara karşı mücadelenin bayraktarlığını Zonguldak madencisinin ardından Maga deri işçileri ve Ereğli demir-çelik işçisi yaptı. Bu bayrağı direnişi biraz daha ilerleterek Paşabahçe işçisi devraldı.
Reformist-uzlaşmacı Kristal-İş Sendikası, kendisine rağmen, bütün engelleme çabalarına rağmen tam 21 gün süreyle geceli gündüzlü direnen Paşabahçe işçisinin ve halkının Türkiye işçi sınıfına kazandırdığı bu mücadeleyi kendisinin bir başarısı olarak göstermeye çalışıyor. Direnişe sahiplenir görünerek parsa toplamaya ve böylelikle prestij kazanmaya çalan Kristal-İş, alelacele yangından mal kaçırırcasına seçime gidiyor. Belli ki, kaçırmak istediği bir şeyler var. Direnişin meyvelerinin üzerine konmak isteyen sendikanın yüzünü açığa çıkaran gerçek öyküyü bir de biz anlatalım. Tanıklarımız ve kaynaklarımız, direnişin gerçek sahipleri, Paşabahçe işçisi ve Beykoz halkı olsun.
Direnişe giden süreç
Direnişe yol açan işten atmaların tezgâhı geçen yıla dayanıyor. 1990 yılının sonlarına doğru (Ekim-Kasım ayları) Paşabahçe’den 208 kişinin işten çıkarıldığı işveren tarafından sendikaya bildirilmiş ve bu, Ahmet Okuyan (Kristal-İş Paşabahçe Şube Başkanı), Ziya Karadeniz (Genel Başkan vekili) ve İsmet Konuk (Genel Merkez üyesi) tarafından işçilere duyurulmak sureliyle doğrulanıyor. Sendika yönetimi alılan işçilerin (208 kişinin), işverenle yaptıkları görüşme sonucu geri alındığını açıklıyorlar. Masa başında görüşerek geri almanın mümkün olmayacağını düşünen işçiler olaya tepki gösteriyorlar. Sendika ile işveren arasında bir takım oyunların döndüğü sonucuna varıyorlar. Öyle ya, daha önce kuvarsit (hammaddeyi hazırlayan servis) bölümünden 17 işçi atıldığında, göstermelik bir eylem yapan sendika nasıl olur da, işverenle görüşerek atılanları geri aldırabilir? (Sendika atılmayı protesto için yarım saat işe geç başlama eylemi yapıyor. Fakat işin ilginci, bir vardiya yarım saat geç işbaşı yaparken, içerdeki vardiyanın işçileri o sürede yarım saat fazla çalışıyorlar. Yani üretim hiç aksamıyor, üretim durmuyor. Sendika, işverenin çıkarına halel gelmemesi için üzerine düşen vazifesini yerine getirmekte kusur etmiyor. Bir yandan da eylem yaptık diye geçinmekten geri kalmıyor.
91 yılı Ocak ayında toplu sözleşme görüşmeleri başladığı sırada; 750 işçinin çalıştığı el imalatı yapılan goble servisindeki fabrikanın en büyük fırını olan 9 nolu fırın (500 kişi çalışıyor) tamir edileceği gerekçesiyle kapatılıyor. 9 nolu fırın ve bağlı servislerde çalışan işçiler ki bunların sayısal toplamı fabrika mevcudunun % 50’sine yaklaşıyor, senelik izine çıkarılıyorlar.
İzin dönüşü işçiler onaylan alınmaksızın, “olağanüstü durum” denilerek (sıkıyönetim gerekçelerine ne kadar da benziyor) kendi bölümlerinden alınıp ambar ve oto-zücaciye gibi servislere gönderiliyorlar. Tabii burada, sendikanın onayını unutmamak gerek. Böylelikle 9 nolu fırının kapatılacağı ortaya çıkıyor. Sendika tarafından işten atmaları önlemek için söz konusu servislerde 2 saatlik ücretin feda edilerek 4 vardiya sistemiyle çalışmanın propagandası yapılarak, psikolojik baskıyla da 1 Mayıs’tan itibaren 4 vardiya çalışmaya geçiliyor.
İşten atılmaların yakın bir tehlike olarak gündeme geldiği dönemde, TİS görüşmeleri devam ediyor. İşverenin işten atmaları dayatmasına karşı sendika sözleşme görüşmelerinde “ücretten ziyade iş güvencesi” propagandası yaparken, hiç de iş güvencesi kaygısı taşımıyordu. Tersine iş güvencesiyle birlikte ücretten de vazgeçiyordu. Tabandaki muhalif işçiler iş güvencesini sağlamak üzere üçte-bir tazminat (bunun uygulaması şöyle olacak: İşten çıkarılan bir işçiye ödenecek tazminat, çalıştığı sürenin üç katı süre hesabı katılacak. Sözgelimi 10 yıllık bir işçiye ödenecek tazminat, 30 yıllık çalışma karşılığı olarak hesaplanacak), iki gün hafta tatili ve 18.300 TL saat ücreti. İlk iki madde sendika tarafından daha ikinci görüşmedeyken çekiliyor. Ücrete ilişkin (bu ücret, aynı zamanda asgari işe giriş ücreti olarak da işten atmalara karşı caydırıcı bir fonksiyon görebilir.) son madde de, sendikanın hezimetine uğruyor. İşçiler saat ücretinin 18.300 liradan 9.200 liraya çekildiğini, grev sabahı basından öğreniyorlar. Grev sonrasında ise saat ücreti 7.200 TL’ye indiriliyor, (asgari işe giriş saat ücreti halen 4250 TL ki, bu işten atmalara karşı hiç de caydırıcı bir işlev görmüyor. Sendika hiç bununla övünmesin. Zaten asgari ücret belirlemeleriyle saat ücretleri bu kadar oldu.) Grev boyunca, grev ve mahalle komitelerinin oluşturulması ve diğer fabrika ve şubelerle ilişkiler hep işçilerin zorlamasıyla oluyor. Sendika, grev boyunca farklı fabrikaların işçilerinin bir araya gelmesini önlemek için türlü düzenler kuruyor. Grevi bitirmek için fabrikalar ve işyerleri arasında spekülasyon yürütüyor. 21 Haziran’da grevi bir an önce bitirme amacıyla işveren ve sendikanın işbirliğiyle, işçilerin ezici çoğunluğunun muhalefetine rağmen grev oylamasına gidiliyor, “grev bizim, sandık denize” diyerek 1600 dolayında işçi oylamayı boykot ediyor. 700 işçi grevin bitirilmesi yönünde oy kullanırken, (bu rakam da şaibeli işçiler gerçek rakamın 350 dolayında olduğunu, sandığı denetleyemediklerini söylüyorlar.) 400 işçi de hayır oyu veriyor. Sendikacılar, 1600 işçinin boykotu, karşı çıkış, direnişine ve 400 işçinin de oylamadaki ‘hayır’ına rağmen, 700 oya dayanarak grevi kırıyorlar. Ertesi gün, Genel Başkan İbrahim Eren, saat ücretinin 7.200 TL olduğunu ve işverenin “1993’e kadar işten çıkarma olmayacağı yolunda ‘delikanlı’ sözü” verdiğini, kendilerinin de bu söze güvenerek (!) işten çıkarmaların olmayacağı konusunda sözleşmeye yazılı bir maddenin konulmasına gerek duymadıklarını açıklıyor. İşçiler, “işçiler bir yana, işveren yanlıları bir yana” diyerek İ. Eren’i yuhalıyorlar. Burada yalnızca 200 işçi sendikacıların yanında yer alıyor.
Grevden Direnişe!
Toplu sözleşme imzalanmasından 25-26 gün sonra atılmalar başlıyor. Kristal-İş yöneticilerinin dediği gibi, Sinop’taki atılmalara karşı Paşabahçe’de vizite eylemi kararının alındığından işçiler haberleri olmadığını söylüyorlar. Yani, vizite eylemi tabana duyurulmamış. “Böyle bir şey olduğunu ilk defa sizden duyuyoruz” dedi işçiler. Paşabahçe’de ilk önce el imalatı servisi müdürü ile kristal bölümünün şef teknisyeni ve iki usta başısı atılıyor. Ardından 588 işçi 13. maddeden atılıyor.
Böylelikle direniş başlıyor. Sendikanın şalter indirme kararı alması, onun mücadeleciliğinden, burjuvaziye karşı sınıf tavrından kaynaklanmıyor kesinlikle. Zaten “patlamaya hazır” Paşabahçe işçisinin öfkesinin ve mücadelesinin kendilerini de aşmasından korkan sendikacılar, inisiyatifi ele geçirmek, böylelikle direnişi en zayıf noktada tutmak ve işveren ve devlet açısından en az zararla atlatılmasını sağlamak için ‘şalter indirmeyi’ zorunlu görüyor. İşkolundan işten atmalar vs. ile yetki barajının altına düşme tehlikesi, aynı zamanda Kristal-İş yöneticilerini, koltuklarını korumak için bu kararı almaya zorluyor. Sendikanın “direnişi kendilerinin başlattıklarının ve kazandıklarının” propagandasını yapmaları bu yüzdendir. Varlıklarını sürdürmek için ‘direnişçi’ pozlarına bürünmek zorunda kalıyorlar işçilere karşı. Tıpkı, ‘şalter indirme’yi kabul ölmelerindeki zorunluluk gibi.
Ancak, Kristal-İş’in reformist yöneticilerinin, direniş yanlısı görünme zorunluluğu, onların asli görevlerini ortadan kaldırmıyor. Kristal-İş, direnişi bir an önce bitirmek ve başka yerlere “sıçramasını” önlemek için devamlı fırsat kolluyorlar. Buldukları ilk fırsatla Sinop’u sattılar. Sinop valisinin direnişçi işçilere “direnişe son vermezseniz. Fabrikayı kapatırız” tehdidini sendika da kendi üzerine düştüğü kadarıyla savuruyor. Aynı taktik, Paşabahçe’de sökmüyor ne var ki. Paşabahçe işçisinin kararlı direnişini bastırmak için işveren, bu kez önce 47 kişiyi ardından 334 kişiyi daha işten atıyor, hem de 17. maddeden. Baskı ve tehdit, atılmalar yıldırmıyor Paşabahçe işçisini, direniş sürüyor.
Paşabahçe işçisinin kararlılığı, direnişin daha ilk günlerinde ve daha elim bir şekilde bitirilmesinin önündeki en büyük engel oluyor. Bu kararlılığa, kadınların, ailelerin, esnafın, kısaca bütün Paşabahçe halkının desteği, kararlılığı ve mücadelesi omuz veriyor. Her gün on binlerce insan Paşabahçe caddelerinde yürüyor, trafiği kapatıyor. Esnaf kepenk indiriyor. İstanbul’un diğer fabrikalarındaki işçiler, bu arada öğrenciler ve devrimciler de Paşabahçe işçisinin ve emekçilerinin yanında yer alıyorlar. Direnişi kolaylıkla satamayan Kristal-İş, işte burada direnişin büyümesinin önünü almaya çalışıyor. Önce kadınların ve ailelerin gelmesi engellenmeye çalışılıyor. Direnişe katılan kadınların söylediği gibi, gece saat on bir-on iki olunca sendikacılar, sanki tiyatro seyretmeye gelmişler gibi “haydi, evinize dağılın” diyerek gece fabrikayı bekleyenleri engellemeye çalışıyorlar. Mahallelerden gruplar halinde destek vermeye gelen halka karşı sendikacılar yolun kesilmesi karşısında saldırıyor ve Şube Başkanı kadınlara hakaret ediyor. Bunun üzerine bir kadın Başkanı tokatlıyor, Başkan vekilini kadınlar sopayla kovalıyorlar. Kadınların kararlılığı karşısında sendikacılar daha sonra “analarımız, bacılarımız sağ olun” edebiyatı yapıyorlar. Direnişi desteklemeye gelen işçi ve öğrenciler bizzat sendikanın talimatlarıyla sendikanın adamları tarafından yakalanıyor ve polise teslim ediliyor, (işgalin başlamasıyla birlikte, sendika “polisin değil kendilerinin güvenliği sağlayacaklarını, bunun içinde kolluk güvenlikleri oluşturacaklarını” açıklıyor. Gerçekten dt kolluk görevlileri, ziyarete gelen işçi ve öğrencileri yakalama ve polise teslim etme görevi görüyorlar. Bu olay üzerine, muhalefetteki devrimci işçiler olaylara müdahale etmek için sendikaya kolluk görevi almak üzere başvuruyorlar ve ancak 210 kolluktan 30’unu alabiliyorlar.)
Sendika tarafından cam işkolundaki diğer işyerlerinin Paşabahçe’yle dayanışmasını engellemek için farklı işyerlerindeki işçilerin birbirleriyle görüşmeleri ve birleşmeleri engelleniyor, işyerleri arasında olumsuz söylentiler çıkartılıyor. Bütün bunların yanı sıra sürekli olarak işçilere “emekliliği ve askerliği gelenler ile kendi isteğiyle ayrılacak olanların işten çıkmaları gerektiği; yoksa herkesin işten atılacağı ve fabrikanın kapatılacağı” tehdit ve baskısı yürütülüyor.
Uzlaşmacı Kristal-İş, işlen çıkarmaya karşı 4 vardiya sistemini ileri sürüyor. 8 saat yerine 6 saat çalışmayı getiriyor. “İş güvencesi için 2 saatlik ücretin feda edilmesinin zorunlu olduğu”nun propagandasını yapıyor. Kristal-İş yöneticileri, bir yandan direnişi bitirmenin fırsatını kollarlarken, bir yandan da iki saatlik ücreti işverene peşkeş çekmenin hesabını yapıyorlar.
Paşabahçe direnişi Cam Han’a yürüyüşle sonuçlanıyor. 7 bin işçi ve ailesi yürüyüşe katılıyor. Sendikacılar, “olaysız” bir yürüyüş isteyen polise güvence veriyorlar. “Disiplin” adına, Cam Han yürüyüşüne destek için gelen işçileri korteje almama çağrısı yapıyor. Bununla da kalmıyor; korteje girmek isteyenleri polise teslim ediyorlar. Yürüyüşün “sessiz ve sakin” ve de “disiplinli” geçmesi için işçileri, polis müdürünün talimatlarına uygun olarak yoldan değil kaldırımdan yürütüyor. Slogan atılmasına engel olmaya çalışıyor.
Sinop gibi Paşabahçe işçisinin de yılacağını, korkacağını sanan işveren aldanıyor. Tehditler savurduğu Paşabahçe işçisinin mücadelesinin önünde o gün boyun eğmek zorunda kalıyor, geri adım alıyor. Direniş sırasında “fabrikayı kapatma” tehdidi sökmüyor ve işçiler geri alınıyor.
Ne var ki, Paşabahçe işçisinin ve halkının bu çok önemli direnişi tam bir başarı, kesin bir zafer sağlamaya yetmiyor. Bunda sendikacıların direnişi engelleme ve bastırma çabalarının yanında, mücadelenin taşıdığı bazı eksik ve zaaflar da rol oynuyor. Ve sonuç, ilk elde 200-300 olan atılmanın peyderpey 600’e çıkması oluyor. Atılan işçiler, öyle gösterilmeğe çalışıldığı gibi “kendi istekleriyle” ayrılmıyorlar. Emekliliğine 5, 10 ay hatta 1-2 senesi kalanlar, askerliğini 2-3 yıl tecil ettirenler, stajyerler ve öğrenciler de atılıyorlar. Sendika, atılmalar konusunda kesin bir rakam vermiyor. Bu gidişle işveren ilk baştaki rakama ulaşacak görünüyor. Direniş sırasında, ayrılmak isteyenler listesine adını yazdıran emekliliğine 15 ay kalmış bir işçi direnişten etkileniyor ve sonra, sendika adını listeden sildirmek istediğini söylüyor. Ne var ki, sendika “liste bir kere verildi, adını sildirtemezsin” diyor. Aslında sendika daha baştan, direniş esnasında atılacakların listesini işverene vermiş.
Emekliliğine 5 ay kalan Ali Beceren usta da atılanlardan. Daha geçen yıl işverenin dergisinde “en üretken işçi” olarak gösterilmiş oysa. Üstelik bu her yıl için böyle. Atılmalarda gözetilen özelliklerinden biri de, Ali Beceren’in dediği gibi ‘”sendikaya muhalif olmak’! En disiplinli, en çalışkan ve en tutarlı, direngen işçilerin atılması bir başka dikkat çekici nokta. Devrimci işçilerin yanında, devrimci olmadıkları halde, işverenin bile üretim için en çok aradığı işçilerin atılmasının sebebini direnişe omuz veren bir esnaf şöyle yorumluyor: “İş bakımından en çok çalışan ve en disiplinli işçiler, haklarını aramada ve direnişte en kararlı ve en mücadeleci işçiler oluyor. Çalışma süresinin yarısını veya üçte birini izin veya raporla geçiren, işte gevşeklik gösterenler daha az direnme ve mücadele eğilimi taşırlar. İşveren de, sendika da bunu biliyorlardı. Ve böyle olduğu için, önce disiplinli işçileri atarken geride kalanların yeni bir direniş için en zayıf olarak gördüğü unsurları bıraktı.”
İşveren, emekliliğine 5 ay kalmış bir işçiyi bile çıkarmakla büyük karlar elde ediyor. Örneğin, böyle bir işçinin yalnızca parasal kaybı en az 45 milyon oluyor. Genç işçilerin, okuyanların kaybı ise çok daha büyük; parasal olmayacak kadar, hayati öneme sahip.
Sendika tarafından bu gerçekler gizlenmeye çalışılıyor. Bunun için de gündeme Kristal-İş’in Paşabahçe Şubesinin seçimleri sokuluyor. Muhalefetin iki yılı aşkın bir süredir ısrarla seçim istemesine rağmen buna bir türlü yanaşmayan Kristal-İş Paşabahçe yönetimi, Kasım ayında yapılması gereken seçimi öne alıyor. “Erken seçim” 29 Ağustos’ta. Sendika, direnişin kazanımlarının üzerine oturmak, atılmaları gözlerden kaçırmak ve sıcağı sıcağına yeni bir direnişin olanaklarını ortadan kaldırmak için seçim atmosferi yaratıyor. Bu işverenin de işine geliyor tabii ki. Rahat rahat çarkını döndürmesinde kendisine yardımcı olan sendika yöneliminin işbaşında kalmasında onun da çıkarı var. Üstelik atılmalar sessiz sedasız sürerken, gözler bu olayı görmüyor. Bütün işçiler, devrimcisi, demokratı, sendika yanlısı… seçim peşinde koşturuyorlar,”erken seçim”in ardından atılmaların devam edeceğini bilerek. Şimdi Paşabahçe’de bunun tedirginliği yaşanıyor. Bir bekleyiş hüküm sürüyor. Patron ve sendika ağaları da bu “bekleyişten” yararlanmaya çalışıyor.
Paşabahçe direnişinin değerlendirilmesi
Sermayenin ve diktatörlüğün saldırılarının azgınlaştığı bir dönemde, Paşabahçe işçisi halkıyla bütünleşerek sınıf mücadelesine önemli bir kazanım sağladı. Bu kazanım her şeyden önce sınıfın mücadele içerisinde kendi gücünü görmesi ve sermayeye karşı ancak direnilerek kazanımlar elde edilebileceğini bizzat öz deneyimiyle görmesi oldu. Paşabahçe işçisinin şahsında sınıf yeni ve ileri bir mevzi elde etti. Sermayeye ve diktatörlüğe bir geri adım attırdı. Ve yine, burjuvazi ve diktatörlüğün saldırılarının mücadeleyle püskürtülebileceğini gösterdi. Aynı zamanda sınıf arasında dayanışma duygularını pekiştirdi. İşçi sınıfının emekçi halkla dayanışmasının güzel bir örneğini de verdi.
Paşabahçe direnişi bu açılardan bir kazanımdır, ama sendikacıların mücadeleyi “en az direnme çizgisinde” tutmaları, mücadelenin hedefini daraltarak, bir pazarlık beklentisi yaratılması, daha da kötüsü işçilerin “polis görevi yapacak gibi” görevlendirilip “disiplin” adına işçi inisiyatifinin yok edilmesi gibi olumsuzluklara karşın Paşabahçe direnişi, Zonguldak’la başlayıp gelişen işçi sınıfının zenginleşen eylem çeşitlerine birini daha katarak sınıf için önemli bir kazanım olmuştur. Dahası, son bir yıldır sürdürülen işçi kıyımı karşısında, patronlara ilk kez açıkça geri adım attırılmış olması bu kazanımın üst boyutta ifadesidir. Bunun anlamı, artık kapitalistlerin rahatça işçi atamayacağıdır. Çünkü her işçi atışında artık en geri direnme çizgisi (koşullarda çok ciddi değişme olmadıkça) Paşabahçe’nin çizgisidir. İşçi sınıfımız, bundan böyle Paşabahçe’nin bıraktığı yerden başlayarak ilerleyecek, onun zaaflarını yinelemeden yürüyecektir.
Direnişin eksik kalan yönlerinden biri işçilerin örgütsüzlüğüdür. Direniş, sendikanın bütün engellemelerine rağmen işçilerin öz-güçleriyle yürütülmüştür; fakat işçiler direniş içinde kendi mücadele komitelerini yaratamamışlardır. Bu da sendika yöneticilerini patronla pazarlık yapmasını kolaylaştırdığı gibi, direniş sonrasında çeşitli manevralarla kazanımları yok etme fırsatı vermiştir.
Direnişin en temel zaaflarından birisi ise; sınıf dayanışma geleneğinin zayıflığıdır. Paşabahçe direnişi yerel bir alanla sınırlı kalmış, diğer fabrika ve işyerlerine sıçrayamamıştır. Direnişi yaygınlaştırmanın ve gerçek dayanışmayı sağlamanın yolu bütün işyerlerinde üretimin durdurulmasıyla gerçekleşebilirdi ancak. Esas olan, işçilerin birbirini ziyaret etmeleri değil şalterlerin inmesiydi.
Paşabahçe işçileri, patron ve sendikacıların entrikaları sonucu şimdi kazandıkları iş güvencesini kaybetseler bile onların açtıkları yol işçi sınıfımızın bilincine kazındığı, kazınacağı için hiç kaybolmayacaktır. Yeter ki sınıfın öncüsü diğer önemli eylemlerde olduğu gibi Paşabahçe eyleminden de gereken dersi çıkarıp sınıfa özümletmeyi başarabilsin. Öncü, bunu başardığı ölçüde öncü olma niteliğine sahip olabilir.
Paşabahçe direnişi, sınıfın önüne sınıf dayanışmasını ve örgütlenme görevini, kendi devrimci partisinin içinde ve etrafında birleşme zorunluluğu bir kez daha ortaya koyuyor. Aynı biçimde öncünün önüne de, böyle durumlarda sınıfın önünde olma görevini koyuyor.
Oğlu Ve Kardeşi Paşabahçe’de Çalışan Direnişçi Bir Kadının Anlattıkları: “Bu Dava İçinde Bilinçlendik”
Ö.D. Direnişe nasıl katıldınız?
Olayı duyar duymaz neler oluyor diye fabrikaya indik. İlk önce nöbetleşe bekledik. Fakat fabrikayı hiç terk etmedik. Ertesi gün ve sonraki günler mahalleden diğer kadınlarla hep beraber gittik.
Önce pek aydın değildik, biraz cahildik; ürküyorduk, pek umutlu değildik. Fakat direnişle biraz aydın olduk. Çok destek gördük. Halk hep bizi destekledi. Dışardan da çok destek geldi. İşçiler, öğrenciler, genç çocuklar geldiler.
Yeni Müdür Alev Hanım var. Atılma kâğıtlarını o imzalamış. 17. maddeden atın bunları. Birkaç kişiyle ne olacak ki, demiş. Sen misin bunu diyen. Onu bir güzel sıkıştırdık. “Bir daha Paşabahçe’ye adım atmam” dedirttik ona. Ama biri direnişten sonra kimse yokken gizlice gelmiş, fabrikaya girmiş.
Ö.D. Direnişte sendikanın tavrı sizce nasıldı?
Sendikada iş yoktu, sendika tutarlı davranmadı. Sendikanın değil, halkımızın kazancıdır bu. Biz fabrikanın karşısındaki parkta beklerken sendika bize “evinize gidin” dedi. Biz gitmedik. Direnişin üçüncü gecesi sendika bir eğlence yapmak istedi. Yapıldı. Oyun havaları çaldılar, millet göbek atmaya başladı. Sendika berduş gecesine döndürmek istedi. Direnişte göbek atılır mı? Biz buraya mücadele etmeye geldik. Hemen müdahale ettim, göbek havası çalınmasın; direniş yapıyoruz, ona uygun türküler söylensin dedim. Biz buraya göbek atmaya değil, direnmeye geldik, dedim. Göbek havasını bıraktılar. Direnişimize uygun türküler söyledik.
Ö.D. Polisin tavrı nasıldı?
Biz parkta toplanmışız. Her akşam bekliyoruz. Polis gelmiş bizi ziyarete gelenleri, gazetecileri (dergi muhabirleri) yanaştırmıyor, alıp götürüyor. İnsanları dövüyor, saçlarından sürüklüyor. Çok kızdım. Sizin ne işiniz var burada, insanlara böyle mi davranılır dedim. “Biz sizin güvenliğinizi almaya geldik” dediler. Sizle işimiz yok bizim, dedim. Gelmeyin dedim. Biz birbirimizi savunuyor, kolluyoruz. Sizin ne işiniz var? Bir kadın polis vardı. Sevil. Yanımıza yanaşıp bizden söz almak istiyordu. “Ne olacak bu işin sonu, diye sordu. Bu iş Allah’a kalır dedi. Ben de, yok, biz mücadelemize devam edeceğiz. Üç ay da sürse, beş ay da sürse devam edeceğiz. Gerekirse çadır kurarız dedim.
Ö.D. Sizin polise tavrınız nasıldı?
Bir gün bizi ziyarete gelen genç işçileri gözaltına aldılar. Gazetecileri toplayıp götürdüler. Bildiri dağıtan, halay çeken çocukları gözaltına aldılar. Bu olaylar üzerine, bizi ziyarete gelenleri ve dergi muhabirlerini koruma kararı aldık. Bir sefer bir gazeteci kız vardı. Polisler şöyle gel, kimliğine bakacağız, dediler. Gitmeyecek, bakacaksanız burada bakın dedik. O zaman çekip gittiler. Yani bizi ziyarete gelen dergi muhabirini götürmelerine izin vermedik. Bir keresinde de karanfillerle öğrenciler vardı. Onları da polise vermedik.
Ö.D. Sendikanın ve işçilerin tavrı nasıldı?
İlkönce bazı işçiler, onları desteklemek için gelen çocukları yakaladılar. İşçinin biri “gel polis kardeşim” deyince sinirlendim. O çocuklar işçilere güvenip de gelmişler oysa. Bir gün de parkta oturuyoruz. Çevik kuvvet amiri dağıtın bunları dedi polise. Polis yanaşmayınca sendikacının biri hemen slogan başlattı, “işçi-polis kardeş, işveren kalleş” diye. Ben bu slogana katılmıyorum. Ben polislere siz bizi değil, “büyükleri” korumak için varsınız dedim bir keresinde. Biz onlara “işveren köpeği” diyoruz. Bir akşam da polis lambalarımızı söndürdü, bizi yıldırmak için. Yılmadık. Sendikadan da ‘gidin’ dediler. Hayır, dedik; bu bir düzen dedik ve gitmedik. Eğer bu direniş devam etseydi, polisi parka almama kararı aldık, almayacaktık.
Ö.D. Yürüyüş nasıl oldu?
Yürüyüşümüzün olacağı gün işçiler gemilere gitmişlerdi. Fabrikada pek kimse yoktu. Yüksek rütbeli bir subayla polisler fabrikaya girip çıkmaya başladılar. Fabrika elden gidecek, dedim. Kapıda bekleyen bir işçiye ne olacak, dedim. Abla, dedi sen eline bir sopa al. Zorla da olsa işçileri fabrikadan dışarı bırakma dedi. Bir kadın da hoparlörden “çevik kuvvet fabrikayı bastı” diye anons yapınca, hemen 500 tane işçi ellerinde sopalarıyla fabrikaya geldiler.
Yürüyüşte panzer midir, ne zıkkım, onları getirmişler. Helikopterler uçuyor tepemizde. Hiç korkmadım. Halkta korkmadı.
Ö.D. Direniş sizce ne gibi özellikler kazandırdı?
Önce üzüntülüydük, cahildik. Bu dava içinde bilinçlendik basbayağı militan olup çıktık sonra da.
İlk günler bir yaşlı teyze vardı. “Bizim burada ne işimiz var, niye burada bekliyoruz diye soruyordu, ‘teyze, burası bizim kalemiz; o yüzden buradayız dedim. Sonra o anladı, burada niye beklediğimizi. Bir de çok az bir işçi karısını hiç getirmedi direnişe. Bir tanesine “niye karını getirmedin diye sorunca” ne bileyim, bir şey olmaz sandım” demişti. Kimisi de “gidenle gelseydi, benim bam alınırdı. Boşuna uğraşmayın” dedi. Direniş onlara da bir uyarı oldu.
Ö.D. Hangi sloganları attınız?
“İşçiyiz, haklıyız”, “hakkımızı söke söke alırız” Bunu çok sevdim. “ölmek var dönmek yok dedik”, “işçiler el ele, genel greve” dedik. Ama bak sinir olduğum şeyler de vardı. Mesela, “almaya almaya geldik” diye müzikle söylüyorlardı. Kaideyle atın dedim.
Ö.D. Eşiniz size nasıl davrandı?
Dört senedir ayrıyız onunla. Beni mahkemeye verecekmiş. Gazetelerde çıkan fotoğraflarımı da mahkemeye gösterecekmiş. Bilmem ki niye- Öyle yapacağını bilseydim, daha güzel pozlar verirdim. O gerici bir adam, Ecevitçi. “Çocuklarıma anarşist diyor. Varsın desin, o ve onlar mücadele etmekten gurur duyuyorlar. Ondan ayrılmak benim için zafer olacak, daha bir özgür olacağım.
Ö.D. Kadınlara mesajınız nedir?
Bütün kadınlar önce okusunlar, sonra da çalışsınlar. Eve kapanıp kalmasınlar. Ben buna karşıyım. Ve mücadeleye atılsınlar derim. “Birliksiz dirlik olmaz derler”. Birlikte mücadele etmezsek, bu sömürü düzeni sürer gider, özgürlük için mücadele etmek gerek.
Belediye-İş 2 Nolu Şube Sekreteri Hilmi Karaoğlan:
“Paşabahçe’ye destek yeni mücadele cepheleri açmakla anlamına kavuşur”
Paşabahçe Direnişi, işçi sınıfı arasında yaygın destek duyguları yarattı. Fakat sendikal önderlik, bu duyguları eyleme dönüştürmek için bir çaba içinde olmadı. Basın açıklamaları, sendika yetkililerinin basına poz vererek yaptıkları ziyaret gösterileri, “desteğin” sendikalar tarafından “gösterilen” geçen biçimiydi. Fakat bu arada, Belediye-İş Sendikası 2 Nolu Şubesi işçileri, bir şubeyle sınırlı olsa da, sınıfın desteğinin nasıl olması gerektiğini gösterdiler. H. Karaoğlan’ın ifadesiyle kısa süreli de olsa bir “mücadele cephesi” açtılar. Yarım gün iş bırakıp hizmeti durdurdular. Sınıf dayanışmasının olumlu örneğini veren Belediye-İş Sendikası 2 Nolu Şube işçilerinin eylemi üzerine Şube Sekreteri Hilmi Karaoğlan’la görüştük.
Ö. D.: Paşabahçe’deki işçi kıyımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
– Olayı Paşabahçe’yle sınırlı görmüyorum. Kıyım, Türkiye işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki çelişkinin sonucu. 3 Ocak’tan bu yana devam eden (700 bin işçi atıldı) kıyımın bir parçası, öte yandan çeşidi sendikacıların işverenle pazarlığının da rolü var. TİS’i biraz yüksekten bağlamanın karşılığında işten atmaya destek veriyorlar. Burjuvazi ve hükümet işçi sınıfına toptan bir saldırı yöneltmiş bulunuyor, gönül isterdi ki, sınıf da bu saldırılara toplu bir cevap verebilsin. Ama bunun birçok engeli var.
Ö. D.: İş bırakmayı nasıl örgütlediniz, katılım nasıldı?
-Bir yandan önerilerimizi Genel Merkeze iletir, Sendika Şubeleri Platformu’na katılarak oradan kararlar çıkmasını beklerken, aynı süreçte şubemizin temsilciler kurulunu topladık. Şubeler platformu. Türk-İş Temsilciliğinin basın açıklaması yapmaya zorlanması, kitlesel olarak Paşabahçe’nin ziyaret edilmesi, şubelerin de olanaklarıyla yapacaklarını yapması kararı aldı. Temsilciler toplantısında da buna paralel kararlar aldık. Toplantıya 70 civarında temsilci katıldı. Basın toplantısı ve ziyarete kitlesel olarak katılmaya, destek amacıyla iş bırakmaya karar verdik. Sabah 6.30’dan 1’e kadar iş birimlerinde üretimi durdurduk. Katılım çoğunlukla gerçekleşti. Ama bazı işyerlerinde 300 kadar işçi eyleme katılmadı. Şubemize bağlı 6500 işçi var. Basın toplantısına ve ziyaret eylemine de katıldık. Daha önce de Genel Merkezimize öneriler götürmüştük; ekonomik haklar için, anti-terör yasasına karşı, G. Doğu’daki baskılara karşı eylemler önerdik, ama başarılı olamadık.
Ö. D.: Paşabahçe’ye destek amacıyla iş bırakmanın nerdeyse tek örneğini verdiniz, niçin?
– Şu anlayışla hareket ettik: Paşabahçe işçileri orada mücadeleyi başlatmışlardır. Orda bir mücadele cephesi açmışlardır. Bize düşen görev, üretimden gelen gücümüzü kullanmak, yeni mücadele cepheleri açmaktır. Gönül isterdi ki, tüm işkollarında mücadele cepheleri açılsın, sermayeye toplu cevap verilebilsin. Biz kendi iş birimlerimizde kısa da sürse bir cephe açtık. Olumlu bir örnek olarak, sadece 2 Nolu Şube’nin değil, tüm işçilerin olumluluğu olarak görmek gerek.
Ö. D.: Eylemleriniz ne gibi etkiler yarattı?
-Sendikamız dışındaki diğer şubeler olumlu buldular. Ama kendi genel merkezimiz ve bazı şubelerimizden eleştiri aldık. Zamansız dediler, kendi başınıza davrandınız dediler. Ama somut sorunlar, beklemeden bir şey yapmayı gerektirir. Birlikte bir şeyler yapmaya engel değil ki bizim yaptığımız. Eylem kararımız şubeler platformunun aldığı kararlara da uygundur.
Basının eskiden beri devam eden ilgisizliği yeniden görüldü. Fakat işçilerimiz coşkuyla karşıladı. Onlar için olumlu bir ders oldu. Hatta bu eylemden sonra, Paşabahçe direnişi devam ediyordu. İşçiler sürekli gelip, niye bir şeyler yapmıyoruz? diye soruyorlardı. Ve bir şeyler yapamamanın sıkıntısını çekiyorlardı. Türk-İş bölgenin basın toplantısına ve Paşabahçe ziyaretine en kalabalık şubelerden biri olarak katılmamız da bir ölçüdür.
Eylül 1991