Türkiye’de dönem dönem “kontrgerilla’ tartışmaları alevlenir. Genelkurmay’a bağlı Özel Harp Dairesi bünyesinde kontrgerillanın örgütlü olduğu ve faaliyet yürüttüğü söylenir. Devlet, kontrgerillanın varlığını yadsır veya suskunlukla geçiştirirken, kimi yetkililer, örgütün yapısı ve faaliyetleri hakkında açıklamalar yaparlar. Ve bu tartışmalar böyle bir dönem sürdükten sonra, gündeme başka konuların girmesiyle tavsar gider.
Konu ile ilgili tanışmalarda Genelkurmaya bağlı Özel Harp Dairesinin ‘yurt savunmasına yönelik’ gizli bir örgütlenme ve faaliyetinin olduğunu açıklayan resmi yetkililer, bunun kesinlikle ‘cereyan eden anarşi ve terör olaylarında’ kullanılmadığını ileri sürerler. Basın, hukukçu, politika vs. kişiler yakın geçmişte yaşanan ve bir giz perdesi ardında kalan birçok olayla ilgili gündeme gelen bu tartışmalarda kontrgerilla kuşkusuna işaret ederek, onun ‘kullanılış biçimi’ üzerine bazı devlet görevlilerinin ya da devletin bazı kesimlerinin kapalı desteğinden cesaretlenen ve yurt savunması için kurulmuş olan bu örgütte yuvalanmış çevrelerin örgütü amacı dışında kullandığına dikkat çekerler. Böyle çabalarla tezgahlanan olaylar sonucunda ‘sol ve bölücü’ güçlerin devleti yıkmak için zemin bulduğu, güç topladığı; yaratılan kaos sonucunda devreye giren askeri darbelerin demokrasi yolundaki çileli yürüyüşü bir kez daha kesintiye uğrattığı, on yılda bir aynı noktadan yeniden başlandığı vs. vs. yorumlar yaparlar. ‘Yasadışı eylemlerin açık bir toplumda uzun süre gizli kalamayacağı’ öyleyse, devletin bu kuşkuları gidermesi, sorumlularının açığa çıkarılması istenir. Kamuoyu ‘aydınlatılır’, devlet ‘uyarılır’, ‘sol ve bölücü’ çevrelerin açığa çıkan yüzü de ‘teşhir edilir’. Konu da tavsar gider. Ancak geriye önemli mesajlar bırakarak. Geniş kitlelerden sıradan bireye kadar herkesin dikkatli olması, masum isteklerle kalkışacağı eylemlerin, katılacağı hareketlerin, karanlık güçlerce tezgâhlanan bir oyunun bir parçası olduğunun ortaya çıkması olasılığı, belki boşu boşuna canından olma olasılığı… Faili bile bulunamayacak bir cinayete kurban gitme olasılığı. Hayatını bir mücadeleye adamış onurlu, kararlı insanların “boyutları devleti bile aşan” bir oyunun sıradan bir kurbanı olması gibi boşuna bir ölüm. Karanlık güçlerce tezgâhlanan olaylarda böcek gibi ezilen çaresiz insanlar. Ve tabii, böyle aptalca bir ölümü seçmek yerine akıllıca davranıp, hiçbir şeye bulaşmama ‘bilinci’!
Bu “bilinç’ en demokrat, en ilerici, en deneyimli kalemşorların satırlarından, TV’sinden TRT’sine kadar bütün iletişim kanallarıyla bütün ikna ediciliğiyle işlenmekte. Bütün bu tartışmaların, ortaya çıkan yeni gerçek ve itirafların, korku dolu olasılıkların tozu dumanı içersinde bir kez daha gözler yönelmiş oldukları yerden karanlık ufuklara çevrilerek, asıl görülmesi gereken noktadan uzaklaştırılmaktadır. Tezgâhlanan oyunların kaynağı ve amacı gözlerden gizlenmekte, tartışmaların odağına konması gereken devlet, suiistimal edilen bir mağdur, iftira edilen bir masum gibi sunulmaktadır. Zan altında kalmaması için üzerindeki kuşkuları dağıtmaya çağrılmaktadır.
Bu gayretkeş seslenişlerin ardında, bir ‘uzlaşma rejimi’ olan demokrasilerde devletin sınıflar-üstü bir varlık olduğu düşüncesi ayakta tutulmaya çalışılmaktadır. Açık bir toplum olan demokratik toplumda hiçbir şey giz olarak kalmaz. Devlet bunun gereğini yerine getirerek, üzerindeki kuşkulan dağıtmalı, hem de demokrasinin yolunu açmalıdır. Türkiye’deki demokrasinin ne menem bir demokrasi olduğunun yorumunu okuyucuya bırakarak, benzemeye çalışılan, erdemleri sayılıp dökmekle bitmeyen, her şeyin ‘demokratik denetim’ içinde olduğu batı demokrasilerinde basına yansımış konu ile ilgili bilgilere bakalım: Kasım 1990’da İtalya, Belçika, Yunanistan, Almanya devlet yetkilileri NATO’ya bağlı ülkelerde otuz-kırk yıldan bu yana (ve kendi ülkelerinde) kontrgerilla türü örgütlerin olduğunu açıkladılar. (Elbette bu açıklamanın hangi amaçla yapıldığı üzerine de düşünmek gerekir). NATO’nun aldığı bir kararla, 1950’de ABD Silahlı Kuvvetlerinin çıkardığı “İstikrar Operasyonları ve İstihbarat” başlıklı FM 31-16 talimnamesi doğrultusunda gizli, kontrgerilla türü örgütlerin kurulduğu açıklandı. CIA’nın teklif ile NATO bünyesinde kurulan ‘Gizli Koordinasyon Komitesi’nin diğer NATO ülkelerindeki yasal denetim organlarının dışında gizlice oluşturulan bu örgütler arasındaki bağlantıyı sağladığı ve bunları doğrudan yönettiği ortaya çıktı. Karşılaştırmalı olarak yanda görevleri sayılan CIA denetimindeki örgütün Türkiye kolu Cevdet Sunay’ın Genelkurmay başkanlığı sırasında Kara Kuvveden Komutanlığımın ST 31-15 Sahra Talimnamesi ile oluşturulmuş ve “Ayaklanmaları Bastırma Harekatı” adlı kitapta görevleri sayılmıştır. Genelkurmay Başkanlığı tarafından bastırıldığı basında bildirilen bu kitabın dışında, Özel Harp Dairesi Başkanlarından Cihat Akyol 1971’de Kara Kuvvetleri Dergisi’nde yayınlanan bir yazısında örgüt faaliyetlerine ilişkin olarak “… Halkı mukavemetçilerden ayırmak için sanki ayaklanma kuvvetleri yapıyormuş gibi müdahale kuvvetlerince zulme kadar varan haksız muamele örnekleri ile sahte operasyonlara başvurulması tavsiye edilir..” diyor. 1 Mayıs 1977 katliamını, Maraş katliamını, Çorum’daki provokasyonu, 12 Eylül Darbesi, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Çetin Emeç cinayetleri ve başka bir dizi cinayeti, Vedat Aydın’ın katledilmesi ve cenaze törenindeki katliamı anımsayanlar, haklı olarak bu tavsiyeler ile benzerliğini düşüneceklerdir. Kaldı ki, 12 Eylül Cuntasının başı eski cumhurbaşkanı Evren, Milliyet gazetesinde yayınlanan anılarında, 5 Mayıs 1990 günü Demirel’le yaptığı görüşmede, o dönemin başbakanı Demirel’in kendisinden Özel Harp Dairesindeki personelin teröristlerle mücadelede kullanılmasını istediğini vaktiyle de böyle kullanıldığına dikkat çektiğini (1971 sıkıyönetim dönemindeki Kızıldere olaylarında kullanılan personeli kastediyor diyor) ve kendisinin “Özel Harp Teşkilatını” esas görevine yöneltip, yöneltemediği bir yana bu örgütün, devletin bu organının bu işlerin içinde olduğunu, bir dönemin başbakanı, cumhurbaşkanı, üst düzey askeri yetkilisi olan kişilerce açıklanıyor. Yakın geçmişe ilişkin olarak, Ecevit, 2 Şubat 1978’de dönemin cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e yazdığı mektupta bu örgüt için “… ülkemizin yine bunalımlı bir döneminde o yılların bazı sorumlularınca içe dönük olarak kullanılmıştır.” diyor. Daha önce 7 Mayıs 1977’de yazdığı mektupta ise örgütü tanımlayıp,”… yurt savunmasında gördükleri eğitimi Türkiye’deki şiddet eylemlerinde kullananların bulunabileceği güçlü olasılıktır” diye cumhurbaşkanını uyarıyordu. Uyarıları işe yaramadı! Genelkurmay İstihbarat Dairesi Eski Başkanı Sezai Orkunt Silahlı Kuvvetlerin Türkiye’nin tamamıyla sola çekilmesinden korktuğunu, o sırada henüz organize olmayan sağ’ın organizesinin MHP ile olduğunu ve Türkeş’e ‘bazı imkanlar’ verildiğini açıklıyor.(Güneş gazetesi, 17.11.1990) Yine emekli Tümgeneral Celil Gürkan, aynı tarihli gazetede “… Ben Genelkurmay Plan Harekat Dairesi Başkanıydım. O zaman benim teşkilatımda Özel Harp Dairesi diye bir şube vardı. Ancak asıl özel faaliyette bulunan teşkilat, genelkurmay karargâh binası dışında, başka bir binada, başka bir kişinin komutasında faaliyet gösteren bir teşkilattı”, diyor. Sağ organize den MHP başkanı Türkeş’in evinde 12 Eylül Darbesi sırasında yapılan aramada bulunan bir örgüt şeması ile ilgili olarak bu şemayı Türkeş’e veren Emekli Albay Mehmet Alanyuva, mahkemede şemanın “genel esasları bakımından Sahra Talimnamesindeki (ST 31-15) ile aynı” olduğunu söylüyor.
Bu sıkıcı alıntıları yapmamızın nedeni ‘kullanılış tarzı’ hakkında ‘devleti uyarma’ işgüzarlığı ile kamuoyunu yanıltmaya çalışan politikacı, yazar vs. kişilerin iddialarının aksine, hiç de öyle gösterilmeye çalışıldığı gibi ‘devletin bir takım kötü niyetlilerce kullanılması’nın söz konusu olmadığını, Türkeş’e bazı imkânlar’ verildiğini ama bu ‘imkanların’ devletin dışında değil, resmi kurumlarının bilgisi dâhilinde verildiği ve olsa olsa bu kurumlarca MHP’nin “kullanıldığı”nı yetkililerinin ağzından göstermektir.
Devlet öyle sınıflar-üstü bir kurum olmadığı gibi, ordusu sınır güvenliği ile uğraşan, parlamentosu ülke yöneten bir kurum da değildir. Lenin’in sözleriyle (Devlet ve İhtilal, Bilim ve Sosyalizm Yay, 7. Baskı, sf. 40 vd.) “… Burjuva topluma özgü … devlet makinesinin en ayırt edici iki kurumu: bürokrasi ve sürekli ordudur… Bürokrasi ve sürekli ordu, burjuva toplum gövdesi üzerindeki asalaklar, bu toplumu bölen iç çelişkilerin doğurduğu, ama onun can alıcı gözeneklerini ‘tıkayan” asalaklardır.’ ” Parlamenter demokrasi bunların geri planda kalmasını sağlayan, demokrasi güldürüleri sahneleyerek, halkı aldatmanın aracıdır. “… halkı yönetici sınıfın hangi bölümünün ayaklar altına alacağına, ezeceğine dönem dönem karar vermek: yalnızca anayasal krallıklarda değil, en demokratik cumhuriyetlerde de burjuva parlamentarizmini gerçek özü budur… Amerika’dan İsviçre’ye, Fransa’dan İngiltere’ye, Norveç vb. ne dek herhangi bir parlamenter ülkeyi düşününüz; asıl ‘devlet’ işleri hep kulislerde görülür; bu işler hep devlet daireleri, bakanlıklar, kurmay kurulları tarafından yürütülür. Parlamentolarda yalnızca ‘saf halk’ı aldatma ereğiyle gevezelikten başka bir şey yapılmaz.” eğer batı demokrasileri bundan farklı olsaydı, gerçekten demokratik denetim, halkın yönetimi olsaydı, demokratik denetimin dışında, gizli örgütler kurup, ‘sol iktidarları engellemek için’ faaliyet yürütme gereği olmazdı. ‘Halkın iradesi’, ‘milletin hâkimiyeti’ en büyük değer olsaydı, bu irade ve hâkimiyet, dilerse sol ya da sosyalist iktidar olurdu. NATO sadece Sovyetler Birliği ve Doğu Bloğu’na karşı savaşan askeri bir pakt olsaydı, artık sosyalist bir devlet kalmadığına, ‘sosyalizm öldüğüne’ göre işlevsiz hale gelmesi, tasfiye olması gerekirdi. Oysa görünüş hiç öyle değil. Bugün Irak’a, yarın başka bir yere müdahalesini sürdürecek, başka başka askeri bağlaşıklıklar, işbirlikleri aynı işlevi görecektir. Türkiye’de ‘üzerine düşeni’ yapacaktır, yapmaktadır. NATO bünyesinde CIA denetimindeki örgütlerin de “… Dünyadaki yeni gelişmeler karşısında askeri stratejilerde değişiklik meydana geldikçe … görevleri gözden geçirilecek”tir.
Günlük basında, hummalı bir tartışma seyri içinde yer alan kontrgerilla, kullanılış tarzı vb.ne ilişkin yer alan veriler, devletin, Marksizm’in “halkı sömürücü sınıfların egemenliği altında tutma amacı güden bir kuvvet” olarak tanımladığı, yapısı ve niteliğine ilişkin saptamalar göz ardı edilerek değerlendirildiğinde, burjuva basının ve resmi ideolojinin yönlendirmesi dışına çıkılamaz. Lenin’in Ekim devriminin öncesinde devlet üzerine yaptığı derin incelemeleri sonucunu içeren saptamalarının, devrimin gerçekleşme ve sosyalist bir düzenin kurulmasındaki belirleyeceği bu yönden öğreticidir. Bu nedenle, sık sık göreve çağrılan, üzerindeki kuşkudan arınması için uyarılan ‘hukuk devleti’nden çağrılara yanıt alınamaması ve uyarılara kulak asmaması şaşırtıcı olmasa gerekir. Evet, güzel hiç değilse kendi hukukuna uysun! ‘Hukuk devleti’, ‘batı tipi demokrasi’ diye tanımlanan yönetimlerin, parlamento, hükümet gibi göstermelik kurumlarının dışında yasallaşmış veya başka bir biçimde, MGK Başkanlık danışmanlıkları, müsteşarlıklar vs. gibi militarist-bürokratik bir kast tarafından yönetildikleri birçok durumda ve olayda ortaya çıkan, gözlenen bir gerçektir. Kendi hukukuna uyup uymayacağını ‘hal ve şeraite’ göre belirleyen de bu oligarşik kasttır. Hal ve şartlar, sınıflar arası mücadelenin durumu egemenlerin kullanacakları yönteminde belirleyicisidir. Birçok faktörün birbirini etkilemesi, koşullandırması, yönlendirmesi ile gelişen iniş ve çıkışlar gerileme ve sıçramalar gösteren, kimi zaman dengede olan; atılım yapan ve bir zaman geldiğinde açık devrimci duruma ulaşan bu mücadelenin seyri egemenlerin hukukunun yaslanacağının zor ve şiddete mi başvuracağının da göstergesi olmaktadır. Burjuvazi kendini güvende hissettiği zaman haktan, hukuktan, insan haklarından söz eder. Her şeyin hukuka uygunluğuna özen gösterir. Bunun diğer anlamı, ezilen sınıfların zayıf ve güçsüz olmasıdır. Burjuvazi, sömürü mekanizmasının ve ilişkilerinin tehdit altında olduğunu hissettiği andan itibaren, egemenliğini sürdürmesine yetmeyen hukuk vb. üstyapı kurum ve oluşumlarını bir kenara itmeye başlar ve zor ve şiddetten ibaret olan özünü açığa vurur. Ve şiddetin artması, egemenliğin, başka seçeneğinin kalmadığını, bu anlamda yönetimi sürdürmek açısından en zayıf durumda olduklarının da belirtisidir. Bu bakımdan türlü suiistimale, keyfi davranışlara, zulmün ve zorbalığın çeşitlerine karşı kendiliğinden veya örgütlü tepkiler başkaldırışlar yükseldikçe, zora başvurmak, kendi hukukuna uymamak devletin niteliği ile çelişmez. Aksine yaşanan, olağan durumdur. Diktatörlük, “Hiçbir yasanın sınırlamadığı, doğrudan doğruya zora dayanan yönetim”dir. Kaldı ki, kitlelerin kendi çıkarlarına hizmet etmeyen, onların sömürüsü üzerine temellenen bir düzen içinde yaşamaya zorlanması da zorun ‘doğrudan doğruya’ kullanılış biçimlerinden biridir.
Kendi hukukuna uymayan başka birçok trajik örneğin yanında çarpıcı bir örnek -bu aynı zamanda parlamentonun göstermelik niteliğine de örnektir- Vedat Aydın’ın cenaze töreninde yasalara göre dokunulmazlıktan olan HEP milletvekillerinin aracına yapılan saldırı ve milletvekillerinin -milletin önünde- kıyasıya dövülerek hastanelik edilmeleridir. Batı demokrasilerinde ‘skandal’ olacak bu olay parlamentonun günlerce parmağını kıpırdatmadığı, üstelik milletvekillerinin suçlanması eşliğinde karşılandığı anımsanırsa, diktatörlüğün ‘hukuk devleti’ maskesi izaha yer bırakmaz.
Yeri gelmişken, son kontrgerilla tartışmalarına vesile olan Vedat Aydın’ın öldürülmesi, öldürülme tarzı, cenaze törenine yapılan saldın ile insanların katledilmesini yaklaşık son otuz yıldaki gelişmek ile birlikte ve sürekliliği içinde değerlendirmek gereği belirtilmeli. Türkiye’nin 1945’lerden itibaren emperyalizmle ilişkilerinin çok yönlü olarak geliştiği, ekonomik bağımlılığın ardından 1952’de NATO’ya girmesiyle askeri bürokratik bağımlılığın da giderek artan bir seyir izlediği biliniyor. ABD’nin dünyanın dört bir yanında üsler kurduğu, gelişmeler işine gelmediği yerlerde hükümetler devirip, darbeler yaptığı veya yaptırdığı; NATO’nun da ABD’nin başını çektiği emperyalistlerin ekonomik ve siyasi çıkarları için kurulmuş bir örgüt olduğu açıktır.
Yaşanan gelişmelerin; Türkiye’nin uluslararası konumu, emperyalizme bağımlılığı, emperyalizmin dünyadaki, Ortadoğu’daki ve Türkiye’deki stratejik amaçları ve planları; Türkiye’de emperyalizme bağımlılık temelinde oluşturulan politikalar, yapılan düzenlemeler, alınan kararlar ve yaşanan uygulamaları ile birlikte değerlendirilmesi gerekir. Bu anlamda Anti-Terör Yasası; beşer onar katledilen insanlar, işkence hanelerde öldürmeler, cenaze törenine yapılan saldırı vs. gibi yakın geçmişin ‘operasyon’larını yasallaştırma amacının sonucu olarak gündeme gelmiştir. Eski yasalarla, eski yönetimsel yapı ile mevcut siyasal ve ekonomik düzeni ayakta tutmanın mümkün olmadığı yine yakın geçmişin deneyleriyle görülmeye başlanınca, buna paralel, düzenin restorasyonu çalışmaları hızlandırılmış ve düzenin önündeki zor, çoğu zaman hiç kendisini gizleme gereği duymaksızın, hatta bu gizleme alışkanlığını yıkmak istercesine bir pervasızlıkla zoru ve zorbalığı artık olağan bir durum olarak günlük yaşama sokmaya yönelmiştir.
ECEVlT’İN TANIMLADIĞI ÖRGÜT:
Gerilla ve kontrgerilla savaşları için her türlü yeraltı faaliyeti yapan, insan yetiştirir. Gizlilik için de çalışır. 1974’e kadar Amerika’dan gizli mali destek almış. Demokratik hukuk denetimi dışında kalır.
AMERİKAN FM 31-16 TALİMNAMESİNE GÖRE KURULAN GİZLİ ÖRGÜTÜN GÖREVLERİ
* Sovyet işgaline veya Sovyet yanlısı hükmet kurulmasına karşı direniş örgütlemek.
* Kural dışı (Karşı gerilla) faaliyet yürütmek.
* Sağ partilere yardım etmek.
* Sabotaj
* Katliam
* Cinayet
* Suikast
* Pusu
* İşkence
* Rehin alma
* Tedhiş
KARA KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI ST 31-15 SAHRA TALİMNAMESİNE GÖRE KURULAN ÖRGÜTÜN GÖREVLERİ
(AYAKLANMALARI BASTIRMA HAREKÂTI ADLI KİTAPTAN)
* Anayasa ve Yasa değişiklikleri sağlanması
* Muhbirlerden yararlanma
* Ajan sağlama ve kullanma
* Parti Kapatma
* Siyasi polisin güvendiği kişilerden yeniden örgütlenmesi
* (Gerekirse) Seçimlere bile karıştırarak Amerikan yanlısı bir iktidarın oluşturulması yoluyla düzenin yaşatılması.
* Sol güçlerin ‘temizlik harekatı’ yoluyla etki sizleştirilmesi
Emekli Albay Mehmet Alanyuva’nın Türkeş’e verdiği gizli örgüt şeması ile ilgili Mahkeme ifadesinden:
“Bu teşkilata (komünistlere) karşı (onların gayri nizam dağınık hareketler yapmalarına karşı) devletin göstereceği muhakemat, yahut bu gayri nizami harbi yapan komünist unsurların nasıl temizleneceği, bu örnek teşkilat (örgüt şeması) ile veriliyor. Nitekim (eskiden) bir tek kişinin yakalanması için bir taburu, bir bölüğü, bir takımı gönderiyorduk. Bunu uzaktaki unsur duyar duymaz kaçıyordu. Yani devlet böyle bir teşkilat kurmazsa, bu harbi yapan kişileri temizleyemez. Ama bu teşkilat kurulduğunda, bir kişi yi görevlendirirsiniz. O kişi gider oraya, onu yerinde bulur. Bastırır ve temizler. İşte bunu (örgüt şemasını) gayri nizami harp yapan komünist unsurların yok edilmesi için böyle bir teşkilat gereklidir diye vermişti.”
Yargıcın (şemada verilen teşkilat) devlet içinde bir düzenleme “ile mi ilgili” ?Sorusuna “gayet tabi” diye yanıt veren M. Alanyuva devam ediyor: “Vatanın bir kısmı herhangi bir güç tarafından işgal edildiği zaman oraları bir kısım vatandaşlar terk eder. Yani kaçar. Bir kısmı da ÖZEL HARP KARARGAHI’nın talimatı ile onlara karşı teşkilatlanmıştır. Komünistlerin anti-gerilla (kontrgerilla) dedikleri bir teşkilat teşkilatlandırılmıştır. Bu teşkilatın elemanları vardır ve bunlara özel yerlerde depolar yapılır. Depolar gizlidir ve onlardan başkası bilmez. Yarın Allah göstermesin Türkiye’de bir istila hareketi olursa işte orada o istila bölgesinin içinde kalan elemanlar, saklanmış olan o silahlarla mukavemet ederler. Eğer iç komünistlerle de böyle bir mücadeleye girilecekse onlarla da gününde, en kritik anlarda muharebe edilebilmesi için, onları saf dışı edebilmek için böyle tesisler (düşmandan elde edilen malzeme depoları kastediliyor), lazımdır. Yargıcın sorusu üzerine Türkeş’e verdiği şemanın “genel esaslar bakımından ST 31-15 Sahra Talimatnamesindeki ile aynı” olduğunu söylüyor.
Ağustos 1991