Sendikasızlaştırma politikalarının en etkin araçlarından biri de son yıllarda büyük bir artış gösteren taşeron eliyle işçi çalıştırma uygulamalarıdır. Kuşkusuz taşeron uygulaması, işçi sınıfına yöneltilmiş çok yönlü bir saldırıdır. Bu uygulama taşerona bağlı işçileri, çok kötü çalışma ve ücret koşullarına mahkûm etmesinin yanı sıra diğer işçilerin de durumunu tehdit eden bir uygulamadır. Sendikasızlaşma da bu çok yönlü saldırıların bir parçası ve saldırıların önündeki engellerin kaldırılmasının bir yoludur. Bu yazıda diğer yönleriyle birlikte uygulamanın sendikasızlaştırmayla ilişkisine değineceğiz.
Sendikalar, işçi sınıfının geniş kesimlerini kucaklayan en temci mücadele örgütleridir. Sendikal bilinç, sınıfın her bir bireyinin kafasındaki fikirler köklü bir değişime uğramaksızın kazanılabilen bir bilinçtir ve bu özelliğiyle sıradan her işçi, sendikanın haklarını alabilmesi için olmazsa olmaz bir örgüt olduğunu bilir. İşçi sınıfının mücadelesi bakımından bu kadar önemli bir mücadele örgütü olan sendikaların ortadan kaldırılması, daraltılması ve işlevsizleştirilmesi burjuvazinin en önemli amaçlarından biridir. Sömürünün katmerleştirilmesi, bir yönüyle sendikaların ortadan kaldırılması ve işlevsizleştirilmesiyle mümkündür.
Bunun içindir ki, 12 Eylül darbecilerinin ilk icraatlarından biri sendikaların faaliyetine son vermeleri, DİSK’in kapısına kilit asmaları olmuştur. 1984’de izin verilen sendikalaşma hakkı yasa ve yasaklarla işlevsiz kılınmaya çalışılmıştır. Tüm yasak ve sınırlamalara karşı işçi sınıfımız yasakları kendi eylemiyle işlemez kılmış, yasaklanmış birçok hakkını fiilen kullanmıştır.
İşçilerin topluca harekete geçmesine olanak sağlayan sendikalar burjuvazinin her zaman hedefi olmuştur. Bir yandan sendikalaşma hakkı güdükleştirilirken, bir yandan da sendikaların başına burjuvaziye kafaları ve mideleriyle bağlı ağalar yerleştirilmiştir. Bununla da yetinmeyen burjuvazi ve devlet, tüm olanaklarıyla diğer çalışanlara sendika hakkı vermediği gibi sendikalı işçileri sendikasızlaştırmaya çalışmaktadır.
Bu politikanın sonucu olacak son yıllarda sadece SSK’lı işçiler baz alınsa ve devletin verdiği rakamlar doğru kabul edilse bile sendikalılaşma oranında önemli bir düşüş görülmektedir. SSK’lı işçiler arasında sendikalılaşma oranı 1987’de % 84,8 iken ilerleyen yıllarda gerileyerek 1990 yılında % 58’e düşmüştür. Resmi kayıtlara göre 1990 yılı için SSK’lı üç-buçuk milyon işçinin iki milyondan daha azı sendikalıdır. Sendikalaşmanın tüm ücretli çalışanların hakkı olduğu düşünülür ve ücretli çalışan sayısının 15 milyon olduğu tahmin edilirse sendikalaşma oranı hakkında daha açık bir fikir sahibi olunabilir.
Kısaca işçilerin şişirme rakamlarla iki milyondan azı sendikalıdır. Buna rağmen patronlar ve devlet sendikaları küçültmeye, sendikasızlığı yaygınlaştırmaya çalışıyorlar. Bu politikaların önemli bir başarı kazandığı, sendikalı işçi sayısının giderek alçalan bir eğri çizmesinden anlaşılabilir.
Devletin ve sermaye sınıfının sendikasızlaştırma politikalarını kısaca özetlersek:
En başta, son yıllarda her işçinin soluğunu ensesinde hissettiği işçi kıyımını anmak gerekir. Birbirine benzeyen bahanelerle ve nerdeyse kural haline getirilen sözleşmelerin hemen ardından toplu halde işçi atılması sendikaların gücünü düşüren önemli bir etkendir. Mücadelede öne çıkan işçiler, çoğu zaman sendika yönetimleriyle işbirliği halinde, işten alılarak yerine düşük ücretli özel anlaşmalarla ve tehditlerle sendikaya üye olmama taahhüdü alınan işçiler istihdam edilmektedir. Örneğin 1987 yılında atılan 137 bin işçinin 100 bini sendikalıdır. 1991’in ilk yedi ayında işlen atılan işçi sayısı ise 700 bin civarındadır.
Geçici-mevsimlik işçi uygulaması, diğer bir sendikasızlaştırma aracıdır. Resmi ve özel işyerlerinde yaygınlaştırman bir istihdam biçimi olarak bu uygulamaya göre, bir yandan işin doğası gereği geçici-süreli işlerde çalıştırılan geçici statüsündeki işçilerin büyük bölümü sendikasızdır. Öte yandan sürekli özellik taşıyan birçok işyerinde, KİT’ler, devlet kuruluşları ve belediyelerde geçici işçi istihdam edilmektedir. Altı aylık ya da bir yıllık sürelerle yenilenen iş akitleriyle işçiler sürekli atılmayla yüz yüze bırakılmakta, bu konuda yasal bir kısıtlama olmamasına rağmen iş güvenliği olmayan bu işçilerin sendikalara üye olması çoğu zaman mümkün olmamaktadır.
Sözleşmeli Personel uygulaması daha önce de varolan ama çok az sayıda kişiyi kapsayan bu uygulama 12 Eylül sonrasında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle yaygınlaştırılmış, çok sayıda işçi ve memur bu kapsama alınmış; bu yolla o an için yüksek sayılabilecek bir ücretle şirinleştirilen bu uygulama ile işçilerin sendikalaşması engellenmiş, iş güvenceleri yöneticilerinin insafına kalmıştır. 1989 yılı itibariyle bu kapsamdaki çalışan sayısı 200 binin üzerindedir.
Kapsam-dışı personel uygulaması: Bu uygulamayla önemli sayıda işçi, sözleşme kapsamı dışına çıkarılarak sendikayla birlikte hareket etmesi engellenmektedir. Üstelik her sözleşme döneminde kapsam dışı personelin sayısı şişirilmekte, üretim için önemli sayılabilecek yerlere kapsam-dışı personel yerleştirilmektedir. Kapsam-dışı personel grev oylamasına katılmakta ama greve katılamamakladır. Bu uygulama, sendikaların yetki barajını aşmasını zorlaştıran bir etkendir.
Çeşitli meslek okulu öğrencilerinin aynı zamanda işçi olarak çalıştırılması ve bir kısım askerin hizmetlerinin bir bölümünde çeşitli kurumlarda işçi olarak çalıştırılmaları da bir sendikasızlaştırma faktörüdür. Bu tür bir çalışmada öğrenci ve askerlerin sendikaya üye olması yasaktır.
Mevcut yasalara göre bir sendika bir işyerinde işçilerin tümünü de örgütlemiş olsa o iş kolundaki işçilerin % 10’unu örgütlememişse yetki alamamaktadır. Bu durum da birçok sendikanın yetkisiz duruma düşmesine yol açmakta o işçiler de sendikal haklardan faydalanamayıp fiilen sendikasız sayılmaktadır. Yine, üyeliğin noter kanalıyla gerçekleşmesi, sendikanın yetki alma sürecinin çok uzun olması, bu süre içinde patrona manevra alanı sağlamakla, patron işçileri işten atabileceği gibi işçileri tehditle sendikadan vazgeçirebilmektedir. Bir işçinin sendikal güvenceye kavuşması, üyelikle birlikte başlamaması ancak sendikanın sözleşme yetkisiyle mümkün olması da sendika üyeliği konusunda çekingenlik yaralan bir durumdur.
Bir işyerinin hangi işkoluna girdiği konusunda yapılan tartışmalar ve patronun itiraz hakkı da sendikalaşmayı dumura uğratan durumlardan biridir.
Aşağıda inceleyeceğimiz taşeron eliyle işçi çalıştırma uygulaması ise sendikasızlaşmanın giderek yaygınlaşan önemli bir aracıdır.
Patronların ve devletin politikaları sendikasızlaşmanın esas nedeni olmakla birlikle, mevcut sendikaların politikaları da bu durumu beslemektedir. Türkiye’de sendikalar devlet ve patron karşısındaki tutumlarıyla işçi sınıfına güven vermemektedirler, işçi, sınıf sezisiyle sendikanın kendisinden çok patrona yakın olduğunu hissetmekledir. Patronun işçilere karşı suçuna çoğunlukla sendikalar da ortak olmaktadırlar. İşveren ve sendikanın el ele verip atılacak işçilerin listesini oluşturmasından, sözleşmelerde satışa kadar uşakça tutumlar işçiyi soğutmakla, onu sendikaya üye olmaktan geri çekmektedir. Böyle bir sendikaya üye olmak için işçinin işlen atılmayı göze alması her zaman mümkün olmamakladır.
Taşeron işçi uygulaması, herhangi bir işletmede, işverenin, işlerin herhangi bir bölümünü ikinci bir patrona devretmesidir. Asıl işverenin işlerin bir bölümünü devrettiği alt-işveren taşeron (müteahhit), alt işverenin çalıştırdığı işçiler de taşeron işçileridir.
Bu uygulamanın işçi sınıfı açısından anlamı sendikasızlaşma, her türlü sosyal hak ve iş güvencesinden yoksunluk, düşük ücret, sınıf kardeşleriyle arasına düşmanlık tohumları ekilmesidir… Bu uygulama, 12
Eylül sonrasında işçi sınıfına yöneltilmiş bir saldırıdır ve başta KİT’ler olmak üzere birçok devlet kuruluşunda ve özel sektörde yaygın olarak uygulanmaktadır.
Denilebilir ki, asıl patronların bir takım işleri taşerona devretmeleri 12 Eylül dönemine has bir olgu değildir. Elbette ki, genel anlamıyla asıl işverenin bazı işlerini taşeron-aracı bir şirkete devretmesi çok eskiden beri uygulanan bir yöntemdir. Devletin bazı işleri ihaleye çıkararak taşeron firmalara aktarmaları, özellikle inşaat sektöründe asıl işverenin inşaatın belirli işlerini daha küçük firmalara aktarmaları çokça görülen uygulamalardır ve bu uygulamalarda da temel dürtü kapitalizmin daha çok kar hırsıdır. Bu yolla patronlar geçici işlerde sendikasız ve çoğu zaman da sigortasız ucuz işgücü istihdam etmektedirler.
Fakat 12 Eylül’den sonra sistemleştirilen taşeron uygulamasının karakteristiği, devlete bağlı kuruluşların ve patronların o güne kadar kendi kadrolu işçilerine yaptırdıkları süreklilik arz eden işleri parça parça taşerona devretmeleridir.
Bugün taşeron işçi çalıştırmayan devlet kuruluşu ve belli büyüklükteki özel işletme yok gibidir. KİT’lerden belediyelere, basın sektöründen bankalara, az çok büyük sayılacak bütün işletmelere kadar bütün işletmeler taşeron işçisi çalıştırmakladırlar. Taşeron işçiliği, her geçen gün uygulama alanını daha da genişleterek nerdeyse esas istihdam biçimi olma yolunda hızla ilerlemektedir.
Uygulama, uygulandığı işletmenin özelliğine göre farklılıklar göstermekle birlikte gözlemlerden çıkarılan şu ortak özelliklerden söz edilebilir:
Uygulamanın ayırt edici özelliklerinden biri, o güne kadar işletmenin kadrolu işçilerinin yaptığı işlerin taşerona devredilmesidir. Patronların sendikalarla yaptıkları sözleşmelerde çoğunlukla “süreklilik gösteren işlerde geçici işçi çalıştırılamaz” gibi hükümler bulunduğundan, gerçekte devamlılık gösteren işler “geçici iş” kapsamına sokulmakla ve uygulama da öncelikle bu kanıyı kuvvetlendirmeye uygun bölümlerden başlatılmaktadır. Uygulama öncelikle bahçe düzenlemesi, temizlik, ulaşım, yemekhane gibi bölümlerde başlatılmakta; giderek yükleme-boşaltmayı, depolamayı ve doğrudan üretimi kapsamaktadır. Bugün birçok işletmede üretimde ve üretim için stratejik sayılabilecek ünitelerde yarı yarıya taşeron işçisi istihdam edilmektedir.
Asıl işverenin işin bir bölümünü kendisine aktardığı taşeron firmalar özellikle KİT’lerde varlıkları yoklukları bir firmalardır. Taşeron işçisi, asıl işverenin işyerinde çalıştığı gibi karşısında muhatap olarak asıl işvereni görmektedir. Asıl işverenle taşeron arasındaki iş sözleşmesinin süresi en çok bir yıllıktır ve taşeron firma sık sık değişebilmekte, ya da bir sorun çıktığında taşeron “iflas” etmekte, her iki durumda da taşerona bağlı işçiler yüzüstü bırakılmakladır.
Taşeron ile çalıştırdığı işçiler arasındaki sözleşme de 6 aylık ya da 1 yıllıktır. İş “geçici” gösterildiği gibi işçiler de geçici işçi sayılmaktadır. Taşerona bağlı işçilerin neredeyse tümü sendikasızdır ve önemli bir bölümü de sigortasızdır.
Uygulamanın ilk sonucu, aynı zamanda diğer olumsuzlukların da yolunu açan sendikasızlaşmadır. Uygulamayı böylesine yaygınlaştıran patronların esas amacı da zaten işçileri sendikasızlaştırma bu yolla kendilerine sorun çıkarmayacak işçilerle azami kar elde etmektir.
Taşeron uygulamasıyla sendikasızlaştırma çeşitli biçimlerde gerçekleşmektedir. En başta belirli bir ünitedeki iş taşerona aktarıldığında, o güne kadar o işi yapan işçi “fazlalık” durumuna gelmekte, patron da bunlar arasında kendisi için sorun olan sendikalı işçileri rahatça, yasaların kendisine tanıdığı sınırsız olanaklardan faydalanarak “uygun” bir gerekçeyle işten atmaktadır. Aynı zamanda fazlalık durumundaki işçiye işinin devamı için sendikadan ayrılma koşulunu dayatmaktadır. Sendikalı işçilerin bir bölümü işlen atılınca sendikasız işçilerin sayısı kapsam-dışı personelle birlikte sendikalı işçi sayısından çok olabilmekte ve böylelikle ilgili işyerinde sendikanın yetkisi düşmektedir. Taşeron işçi çalıştıran bazı işletmelerde sendika yetkisini kaybetmiştir (Petrol-İş’in önceden örgütlü olduğu HABAŞ gibi.). Birçok işyerinde ise sendikalar yetki sınırına dayanmıştır. Taşeron da çalıştırdığı işçilerle altı aylık akitler yaptığından, sendikaya bulaşmasının işten atılması için yeterli olduğu kendisine sık sık hatırlatılmaktadır. Bütün tehlikeleri göze alan taşeron işçileri sendikalaşmaya girişip yetki alma aşamasına geldikleri durumda da taşeron firma “iflas” ilan ederek işi bırakmakla ve böylelikle işçilerin iş akitleri otomatikmen fesholmakta, başka bir ad altında yeni bir taşeron firma işi devralmaktadır. Yasaların patrona tanıdığı sınırsız haklardan dolayı sendikanın yetki alarak sözleşme yapma süreci aylar almakta, işverenin itirazlarıyla bu yıllara uzamakladır. Bu yasal düzenleme koşullarında taşeron firmalara bağlı işçilerin sendikalaşması imkânsız değilse bile çok zordur. Bugün sendikaların yetkili olduğu taşeron şirket sayısı parmakla sayılacak kadardır. Petrol-İş Sendikası’nın yaptığı ve aynı sendikanın yetkili olduğu 37 bin işçinin çalıştığı 88 işyerini kapsayan araştırmaya göre (1990 Haziran itibariyle) bu işyerlerinde çalıştırılan 6.609 taşeron işçisinden sadece 330 tanesi sendikalıdır.
Kısaca taşeron uygulamasıyla bir yandan asıl işverene bağlı sendikalı işçiler işten alılarak sendikalı işçi sayısı azaltılmakta ve sendikalı işçi sayısının azalmasıyla işyerinde örgütlü sendika yetki kaybetmekte, bir yandan da taşeronun çalıştırdığı azımsanmayacak sayıdaki işçi sendikalaşamamaktadır.
Sendikasızlaştırmayla yakından ilişkili olarak taşeron uygulamanın doğurduğu bir diğer sonuç da taşeron işçisine reva görülen ağır çalışma koşullarıdır. Patronlar, yıllar boyu verilen mücadelenin sonucu olarak alınan haklarla biraz olsun rahat bir nefes alma şansına sahip olan işçileri atarak ya da emekli ederek yerine taşeron işçisi alırken kendi koşullarını dayatır. Kapının hemen önünde dev bir yedek işçi ordusu beklerken, patron bunun rahatlığıyla çoğunlukla asgari ücretten işçiler alır. Bu işçilerin iş güvenceleri yoktur. Sözleşmeleri kısa sürelidir. İşçinin atacağı olumsuz bir adım, sözleşmenin yenilenmemesi için yeter nedendir. Özel sektörde hemen hiç bir sosyal hakları yoktur. Çoğunluğu sigortasızdır. Petrol-İş Sendikasının yukarıda andığımız araştırmasına göre, inceleme alanında kalan işçilerin yarısı sigortalı değildir. Yandaki sütunlarda örneklediğimiz YAR-PET’te taşeron işçileri, işletmenin sağlık hizmetlerinden hiç yararlanamamaktadırlar ve ücretleri ve sosyal hakları da kadrolu işçilere göre % 50 azdır. Taşerona bağlı işçilerin kıdem ve ihbar tazminat hakkı da genellikle yoktur. Çünkü taşeron firma geçici işçi statüsündeki işçisini her altı ayda bir girdi-çıktı yapmaktadır, işçi herhangi bir nedenle işten ayrıldığında ya da atıldığında onlarca yıllık işçi bile olsa bir kaç aylık işçi gibi gözükmekte, böylelikle komik bir tazminat alabilmektedir, o da sigortalı olduğu durumda.
Taşeron uygulamanın KİT’lere yönelik özel bir amacı da özelleştirme için yolun düzlenmesidir. Bir yandan bu yolla parça parça özelleşme sağlanırken bir yandan da işçiler düşük ücretli ve sendikasız duruma getirilerek alıcı için KİT’ler cazip kılınmaktadır. Örneğin, Petkim, bundan 10 yıl önce özel şirkete ( Amerikan veya Japon şirketine. vs) satılmak istenmiş, ama üretim maliyetinin ” çok yüksek” oluşu, şirketin sürekli zararda oluşu gibi gerekçe gösteren bu yabancı firmalar, satın almakta tereddüt etmişler. Daha cazip bir üretim maliyeti çıkarma koşulu ile satışın kolay olacağını bilen Türkiye hükümeti, genelde tüm KİT’lerde, karlı konuma gelebilmek için taşeron işçi kullanmak yolunu seçmiştir.
Yukarıda anlatılanlardan, taşeron işçi uygulamasının aynı zamanda işçi kıyımı anlamına geldiği kendiliğinden anlaşılır. Bu iki yönlü bir kıyımdır. Bir yandan kadrolu işçilerin yaptığı işler taşerona aktarılarak kadrolu işçiler kolayca işten atılmakta, ya da emeklilik vb nedenlerle ayrılanların yerine yeni işçi alınmamakladır. Öte yandan taşeron işçisinin tepesindeki Demokles’in kılıcı acımasızca boyunlarına inmektedir; sözleşme yenilenmez alılırsın, sendika lafı geçer atılırsın, patron iflas eder atılırsın… Gerekçeler uzar gider, her defasında taşeron işçisi yedek sanayi ordusunun arasında bulur kendini. Taşeron işçisi, işsizler ordusunun potansiyel üyesidir.
Uygulamanın bir sonucu da işçinin hedefini bulanıklaştırması, taşeron ve asıl işverenin sorumluluğu birbirlerine atmalarına olanak sağlamasıdır.
Taşeron işçisi, aynı zamanda patronun eylem kırma silahı olarak kullanılmaktadır. Patronların taşeron işçi uygulamasını gündeme getirmelerinin önemli nedenlerinden biri de herhangi bir grev ve direniş anında kendilerini güvenceye alma çabalarıdır. Bu uygulamaya yer veren işletmelerin çoğunda temizlik ve yemekhane hizmetlerinden, taşıma, depolamaya, üretimin en stratejik bölümlerine kadar taşeron işçisi çalıştırılmaktadır. Kapsam-dışı personelle birlikte sendikalı olmayan işçiler, bir direniş anında üretimi sürdürecek sayı ve niteliğe sahiptir. Bu yolla patronlar direnişi etkisiz kılmaya çalışacaklar ve üretimde bir aksama olmadığından eylemi kırma şansları artacaktır.
Taşeron şirket uygulaması, işçi sınıfını bölen ve karşı karşıya getiren bir uygulamadır. Durumun farkında olmayan bir işçi için, o güne kadar temizlediği tuvaletin, yıkadığı bulaşığın bir başkasına devredilmesi, elindeki paspasın bir başkasının eline tutuşturulması ve üstelik üzerine bir üniforma giydirilerek başına da bir şapka geçirilerek “koruma görevlisi” yapılması niçin reddedilecek bir uygulama olsun? Ya da angarya olarak görülen yükleme boşaltma gibi bir işin kendisinden alınarak başka birine verilmesi ve kendisinin de çalışmaya devam ediyor olmasında ne gibi kötü bir yan bulunabilir?
Bunun farkında olan patronlar, uygulama işçilerin tepkisini çekmesin diye öncelikle angarya işleri kadrolu işçilerden alma yoluna gitmektedirler. Ve aynı zamanda kadroluların taşeron işçilerine tepeden bakmalarının, onları aşağılamalarının ortamını yaratmaktadırlar. Onların kadrolu işçilerin kafasına yerleştirmeye çalıştırdığı şudur: Taşeron işçisi kalifiye olmayan, üzerine angarya yıkılabilecek ikinci sınıf işçidir.
Öte yandan yarattığı koşullarla taşeron işçisini de kadroluya karşı düşman etmeye çalışır: Angarya işleri sen yapıyorsun ama ücretin kadrolunun yarısı. Sana tepeden bakan bu adamlara niçin eylemde destek olasın ki? Kabalaştırarak ifade ettiğimiz bu durum, işçiler arasında düşmanlığı körükleyen aynı koşullar altında çalışan işçilerin ücret ve sosyal hakları arasında farklılık duvarı çeken, kendi iş güvencesi diğerinin işten atılmasıyla gerçekleşecekmiş gibi gösterilen bir uygulamadır. Bu yolla direniş yapan sendikalı işçinin eylemi taşeron işçisi tarafından desteklenmeyebilmekte ya da sendikalı işçinin taşeron işçinin hakları için mücadelesi, onunla dayanışması engellenmektedir. Çıkarları aynı olan, aynı ortamı paylaşıp aynı makinaların homurtusunu dinleyen, aynı yüce sınıfın üyesi olan insanların asıl düşmanlarına karşı ortak mücadelesini dumura uğratan bir uygulama olarak taşeron uygulamasına karşı mücadele gerçekte sınıfın tümünün görevi olmak zorundadır.
Sınıfının çıkarlarının şöyle böyle farkında olan her işçinin de farklı düşünmesi mümkün değildir.
Bu uygulama, aynı zamanda, işçi ile patron arasındaki ilişkileri düzenleyen yasaların, patronların en azgın sömürüsünün resmileştirilmiş teminatı olduğunun göstergesidir. İş yasaları, patronların taşeron işçisi çalıştırmalarına olanak sağlamaktadır. Fakat patronlar, yasaların kendilerine sağladığı sınırsız olanaklarla da yetinmeyerek bu yasalarla açıkça çelişen uygulamalara girmektedirler. Mevcut yasalarca da devamlı görülen işler geçici, süreli işler gibi gösterilmektedir. Ayrıca Yargıtay içtihatlarına ve Hükümet kararlarına göre taşeron işçisinin, asıl işverenin çalıştırdığı işçilerin faydalandığı haklardan faydalanacağı açık iken, bu hüküm hiç bir işyerinde uygulanmamaktadır, işçi tarafının açtığı davalar Kırşehir-PETLAS örneğinde olduğu gibi yıllarca sürmektedir. Davalar işveren tarafının çeşitli itirazlarıyla iyice çıkmaza girmektedir. Sendikanın yetki almasını önlemek için çoğunluğa itirazdan, taşerona devredilen bölümün farklı işkoluna girdiği gibi gerekçelere dayandırılan itirazlara kadar çeşitli itirazlarla davalar uzayıp gitmektedir. Davaların işçi tarafı lehine sonuçlanması da patron tarafının yeni oyunlarına neden olmakta, taşeron firma isim değiştirmekte, iflas etmekte vb, vb…
Bu uygulama ve doğurduğu sonuçlar, sermaye sınıfının ve bu sınıfın çıkarlarının savunulması üzerine kurulu devletin amaçlarının doğrudan sonucudur. Sermaye ve diktatörlüğün amacı, kurulu sistemlerini yıkma kudretini ellerinde toplayan işçi sınıfını, mücadelesinin en önemli araçlarından biri olan sendikalardan yoksun bırakmak, onları küçük parçalara bölerek aralarındaki birlik ve dayanışma duygusunu yok etmek, bilinçlerinin gelişmesini engellemek ve bu koşullar altında sömürüsünü en azgın düzeyde sürdürmektir. Kapitalizm, kapitalizm olarak kaldıkça başka türlüsünü tasavvur etmek mümkün değildir. Tarih sahnesinde boy verdiğinden bugüne burjuvazi, kar, daha çok kar için çalışır. Bu amacın gerçekleşme düzeyi, iktisadi koşullar ve karşısındaki sınıfların mücadelesinin derecesiyle belirlenir ama amaç değişmez. Burjuvazinin artık çağdaş bir bakış açısına sahip olduğu ve “sosyalleştiği” yalanı, kapitalizmin her günkü uygulamaları karşısında yere serilmektedir.
İşçi sınıfı, işletmelerin parça parça taşerona devredilmesi karşısında hoşnutsuz ve öfkeli. Kırşehir’de kurulu PETLAS işçileri bu öfkeyi ‘91 Ağustos’unda eyleme dönüştürdüler. Yaptıkları gösteride “hayvanlar gibi şirkete satıldık” diyen işçiler “PETLAS’ta şirket istemiyoruz” diye haykırdılar.
İşçi sınıfının tepkisi, kendilerine işveren patronun bir diğeriyle değiştirilmesine, basit bir el değiştirmeye tepki değildir. Tepkinin hedefi, el değiştirme yoluyla bütün haklarını kaybetmesine karşı yöneltilmiş bir tepkidir.
İşçi sınıfı içindeki bu tepkinin sendikalara yansıdığını söylemek imkânsızdır. Diğer tüm nedenleri bir kenara bıraksak bile kendisine aidat ödeyen işçinin kendisinden koparılması karşısında böylesine sessiz kalmak ve acz içinde beklemek, sıkı sıkıya yapıştığı kolluğun bile altından çekilmesine sermaye ve devlete uşaklığı yüzünden sessiz kalmak anlaşılır gibi değildir. Bugün Türk-İş yönetimi, taşeron işçi çalıştırma karşısında bir iki beylik demeçten, bir kaç göstermelik davadan, majestelerine yakarmaktan öte hiç bir şey yapmamaktadır. Bu konuyu araştırmaya başladığımızda çok çarpıcı ve anlamlı bir durumla karşılaştık. Petrol-İş Sendikası’nın yetkili bulunduğu işyerleriyle sınırlı araştırması dışında, bu konuda yapılmış bir araştırma yoktu! Ne kadar işçinin taşerona aktarıldığı bilinmiyordu.
Türk-İş yönetiminin, işçi sınıfının talepleri karşısındaki duyarsızlığı doğrudan bu alana da yansımakta, kendi koltuklarının da altlarından çekilmesine sessiz kalmak gibi bir noktaya varmaktadır.
Bu konuda çeşitli sendikaların girişimi de, dava açmaktan öteye geçmemiştir. Her nedense, işyeri bünyesindeki kadrolu taşeron işçileri birleştirip talepleri için harekete geçirmek sendikaların aklına gelmiyor.
Mevzuatı kendileri için bağlayıcı gördükleri sürece, sendikalar, alacaklar konusunda dava açabilir, bir dereceye kadar taşeron işçisinin ücretini kadrolu işçi seviyesine çıkarabilirler. Fakat uygulamayı ortadan kaldıramazlar, kadrolu işçilerin atılmasını engelleyemezler. Çünkü patronlar uygulamayı bir şekilde yasaya uydurmaktadırlar. Yasalarda, bir işin taşerona devrini engelleyen bir hüküm yoktur. Bugün İstanbul’un birçok belediyesi temizlik işlerini taşerona devretmek üzeredir. Fakat sendikaların yapacağı bir şey yoktur. Burada şunu söylemek gerekir. Sendikayı, iki yılda bir sözleşme masasına oturan, işten atmalar konusunda avukatı dava açmakla görevlendiren, sendikal mücadeleyi bir ücret pazarlığı kurumu olarak gören anlayışın bu sorun karşısındaki tutumu acizlik olacaktır. Oysa sendikal mücadele, yukarıdakileri de içermek üzere kapsamı siyasal ve toplumsal sorunlarla genişleyen bir çizgide yürütülmek zorundadır. Kısaca, sendikalar, daha iyi ücret mücadelesinin yanı sıra ücretli köleliği kaldırma mücadelesinin aracı olarak da görülmelidir.
Koltuklarına adeta yapışan sendika ağalarının duyarsızlığı, onları koltuklarıyla birlikte devirecektir.
PETKİM işçilerinin çok doğru olarak “insan simsarlığı” dedikleri taşeron işçi uygulaması bir uçtan belediyelere de girmiş bulunuyor. Bunun sayısızca örneği var. Fakat biz burada çarpıcı bir örnekle yetineceğiz. Çarpıcılığın iki özelliği var: Birincisi, uygulama “emekten yana” bir sosyal-demokrat belediye başkanı tarafından hayata geçiriliyor; ikincisi, sayın başkan amacını doğruca, tabiri caizse dobra dobra ifade ediyor. Her fırsatta büyük bir kasıntıyla “emek ağırlıklı” bir parti olduğunu yineleyen, kurultay salonlarını “Emek en yüce değerdir” sloganlarıyla süsleyen sosyal-demokrat SHP, uygulamalarıyla emeğe ne değer biçtiğini sergiliyor.
Yalova Gözlem isimli yerel aylık dergide yer alan bir habere göre, Yalova’nın SHP’li belediyesi, temizlik işlerini ihaleyle taşerona devretme kararı almış. Bu uygulamanın getirişini Belediye Başkanı Cengiz KOÇAL şu sözlerle açıklıyor:
“Sendikalı bir işçiye verilecek ücretle üç taşeron işçisi çalıştırılabilir.”
Arpalıkları, ihaleleri gözlerini kırpmadan müteahhitlere devreden sosyal-demokratlarımız, konu işçi olunca belediyenin çıkarlarını hatırlıyorlar, işçinin sendikasız, sigortasız çalıştırılması, belediyenin “yüksek menfaatleri” için normal karşılanıyor ama milyarlık ihaleler en yağlı şekilde müteahhitlere peşkeş çekilirken belediyenin menfaatleri hatırlanmıyor. Aslında burada da bir peşkeş çekme var. Bu kez temizlik işçileri taşeron şirketlere peşkeş çekiliyor. Sakın taşeronun kazancının unutulduğu da sanılmasın. İhale iyi bir fiyattan bağlanıyor.
Ocak 1992