Arnavutluk üzerine yazılan ve söylenenler, alınan tutumlar oldukça ilginç. Amerikan emperyalistleri, başlıca Ortadoğu’nun “yeni düzeni”ni kurmakla meşgul olduklarından, henüz hassasiyetle Arnavutluk yeni düzeninin kuruluşuna eğitemediler. Sovyet revizyonistlerinin ise işleri başlarından aşkın, arada Kuzey Kore’ye baskı yapmayla ilgilenseler bile, asıl olarak kendi içlerine dönükler. Ama yine de Amerikalılarla Rusların Arnavutluk’un yeni macerasını sevinçle karşıladıktan ve teşvik ettikleri görülüyor. Aynı şey. Doğu Avrupa ülkeleri için de geçerli. Onlar Arnavutluk konusunda daha azgındılar. Arnavutluk kendileri için kötü örnek oluyordu.
Avrupalıların teşvik ve destekleriyle, duydukları heyecan daha üst bir düzeydeydi, şimdi de öyle. Önce abartılı haberler yaydılar, giderek her vesileden yararlanarak gericilik yönündeki gelişmeyi teşvik ettiler ve desteklediler. Dünyada komünizmin “sonu”na nokta konulması ve artık hiçbir sosyalist ülkenin kalmamasıyla, Arnavutluk “cürümünden fazla yer yakarak” onları sevince boğdu. Hemen AGİK surecine kattılar Arnavutluk’u ve küçükten de olsa sermaye ihracını başlattılar. Gericiliği güçlendirmeliydiler.
Türkiye gericiliği, başta Özal olmak üzere sevinçten çıldıranların başında geliyor, Özal’ın iki lafından biri “sosyalizmin iflas ettiği” üzerine. Bunca sorununun arasında, Türkiye gericiliği ve burjuvazisi, Arnavutluk’taki gerici gelişmeleri desteklemekten geri kalmıyor. Özal, hemen, herkese dağıttığı aklından bir parça da Arnavutlara vermeye seğirtti. Arnavutlara Türkiye ekonomisinin kazandığı basanlar ve kullandığı yöntemler üzerine brifingler verilmeye başlandı. Bir diğer verilen şey ise, krediydi, hem de Türkiye kendisi dünyadan kredi dilenirken ve ABD’den daha yeni yüz-geri edilmişken…
Başka bir sevinçle dolanlar grubunu, solcu demokratlar, Trotskistler, Maocular ve Gorbaçovculuğun hemen kıyısında dolaşanlar oluşturdu. Bunların çoğu lafa ne kadar üzüldüklerini belirterek başlıyor ve “sosyalizmin Arnavutluk’taki kazanımlarını destekleyecekleri”ni söyleyerek devam ediyorlar. Ama aslına bakılırsa hiç de üzülmüş bir halleri yok; ne eski sosyalist Arnavutluk’u beğenip savunuyor, izlediği politikaları sahipleniyorlardı ne de yeni restorasyon yoluna giren Arnavutluk’u. Ama yine de sosyalist Arnavutluk’ta var edilenler gerçeğini tümüyle görmezden gelemiyorlar ve ona karşı oluşturulmuş cepheye tümüyle kanlamıyorlardı. Enflasyon yoktu, ücretler sürekli bir yükselme içindeydi ve fiyatlar düşme gösteriyordu, herhangi bir kriz yaşanmıyor, ekonomik veriler genel bir yükselişe ve gelişmeye işaret ediyordu. Rüşvet ve hırsızlık gibi olgulara hemen hiç rastlanmıyor, gerici ideolojik biçimlere, örneğin dine karşı sağlam bir tutum geliştiriliyordu. Emperyalistler ve dünya burjuvazisiyle uzlaşma ve işbirliği belirtileri yoktu ve Arnavutluk’un şahsında herkes küçük ama direnen bir ülke görüyordu. Ama yine de “dogmatik”, “bürokratik”, “sekter” gibi yakıştırmaların hedefi kılınmıyor değildi Arnavutluk. İdeolojik bir düşmanlığın hedefi durumundaydı. Arnavutluk ve onu yöneten devrimci parti Stalin’i savunuyordu, Mao’dan kopmuştu, Trostkizmle uyuşmazlık halindeydi. “Mücadele” gibilerinin geleneği modem revizyonizme, Kruşçev ve Brejnev’e karşı çıkışı nedeniyle AEP ve Arnavutluk’tan uzak duruyor, onların sağlam ve açık tutumlarına kendi orta yoku konumlarıyla uyum sağlayamıyorlardı. Türkiyeli bu grupların AEP ve Arnavutluk’taki yeni gerici gelişmeleri sevinçle karşılamalarının bir başka nedeni daha vardı: Türkiyeli devrimci komünistlerle devrimci AEP’nin çizgisi uyum içindeydi ve AEP ve Arnavutluk, bu grupların Türkiyeli devrimci komünistlere yönelik kızgınlık ve öfkelerinden de dolaylı olarak nasibini alıyordu. Türkiyeli Marksistlerle AEP arasında bir özdeşlik kurulmasının ötesinde, AEP, Türkiyeli komünistler ve onlarla olan sorunlar aracılığıyla da değerlendirme konusu yapılıyordu. Arnavutluk’taki son gelişmeler, Türkiyeli Marksistlerin zor ve kötü bir durumda kalacağı öngörüsüyle de sevinçle karşılandı. Üzüntü belirten sözcükler, timsah gözyaşları olarak değerlendirilebilir. Çünkü Arnavutluk üzerine yazılanlar, Arnavutluk’taki gelişmeler üzerine olmaktan çok, Türkiyeli Marksistlerin eleştirisi niteliğindedir.
Sapma içindeki her çevre, kendi sapması nedeniyle kızgındı AEP ve Arnavutluk’a. Arnavutluk’ta kendilerini ve kendi istek ve ideolojilerinin yansımalarını göremiyorlardı ve tersine kendi zaaflı ve anti-Marksist yönelimlerinin karşısında bir engel ve karşı- örnekti Arnavutluk. Varlığıyla, düşünce, saptama ve tutumlarını yalanlıyordu. Kak düşünce sevindiler.
Ama Trotskistler bir yana, devrimci olanlar sevinmekle iyi etmiyor ve kızgınlıklarının kurbanı olarak yanılıyorlar. Bir surecin tamamen noktalandığım, geçici de olsa uluslararası proletarya ve dünya sosyalist hareketinin Kruşçev revizyonizmi ve Sovyetler Birliği’nin geri dönüş yoluna girmesiyle aldığı yaralan saramayarak gerilemeye başlamasının, başarılı bir karşı koyusu örgütlemeye güç yetiremeyerek bu gerileyişi durduramamasının ve yenilginin son adımı olduğunu görmüyorlar, öte yandan, Arnavutluk’un çöküşünün, özel olarak Gorbaçov’un iktidara gelmesiyle dünya gericiliğini güçlendirmesi ve gücüne güç kattığı emperyalizmle birleşmesiyle oluşan gerici ortamda, uluslararası gericilik, emperyalizm ve modern revizyonizm tarafından başlatılan yeni birleşik saldın kampanyası çerçevesinde gerçekleştiğini, bu saldırının bir sonucu, ürünü ve yankısını oluşturduğunu, onun başarısına işaret ettiğini yakalayamıyorlar.
Arnavutluk’un çöküşü, kendi başına ya da başlı başına bir olay değildir. Böyle sanılarak, dolaylı ya da dolaysızca salt Arnavutluk’a duyulan kızgınlıkla sevince kapılmak, tehlikeli sonuçlara yol açacaktır. Sorun, dünya çapında devrim ve sosyalizme açılmış karşı devrimci saldırı ve onun yeni bir başarısı sorunudur. Bu saldın, kuşkusuz emperyalistler tarafından Ekim devriminden beri sürdürülmekteydi. Ancak Kruşçevle birlikte cephe gerisinden desteklenmeye başlamış ve Gorbaçovla, dünya gericiliğinin, unsur lan arasında su sızmaz, birleşik ve doğrudan cepheden saldırısına dönüşmüştür. Bu saldın, dünyanın dört bir yanında yürütülmüştür, yürütülmektedir. Ve kazandığı başarılar -geçici de olsa- inkâr edilemez ve bunun herhangi bir başarısı karşısında sevinç duymak bir yana, hayırhah bir tarafsızlık tavrı takınmak bile dünya gericiliğini güçlendirmek demektir. Hiçbir devrimci bu konuma düşmemelidir.
Evet, Arnavutluk’un çöküşü kendi başına bir olay değildir ve başlı başına kendisi olarak ele alındığında pek büyük bir önemi olmayacak, kendisinden kaynaklanan büyük ve önemli sonuçlara yol açmayacaktır, açmamıştır. Arnavutluk’un çöküşüyle hiç de çok sayıda işçi ve emekçi kapitalizme eğilim göstermemiştir. AEP’in revizyonizme yönelmesinden kaynaklanarak uluslararası komünist hareket içinde hiç de önemli bir tahribat oluşmamıştır, oluşmayacaktır da. Arnavutluk’un önemi, modern, revizyonizmin açtığı ihanet yoluna direnmesinden geliyordu; bu direniş sona erdiğinde, onu “yeni” yolunda takip edecek fazla bir kimse ve hele çevre ve parti çıkmayacaktır. Çünkü onun “yeni” yolu bilinmeyen, Üzerinde tartışılmamış bir yeniliğe ve etki gücüne sahip değildir. AEP ve Arnavutluğun yanında olanlar, zaten bu sözde “yeni” eski revizyonist yolu reddettikleri için yanındaydılar.
Bir de Sovyetler Birliği’ndeki geri dönüş düşünülsün. Kruşçev’in hain saldırısı başladığında, etkileri, tüm dünyada, iktidarda olan ve olmayan komünist partilerden başlayıp çeşitli solcu ve devrimci gruplara, demokrat burjuvaziye ve en önemlisi uluslararası proletarya ve işçi hareketine varıncaya dek hissedilmiş ve yol açtığı tahribat olağanüstü boyutlarda olmuştu. Gorbaçov’un devrim ve sosyalizm saflarında yol açtığı tahribatın boyutları daha küçük olmakla birlikte, onun da, emperyalizmle birleşip gücünü arttırarak, onunla birlikte cepheden yürüttüğü saldırının sonuçlan küçümsenmeyecek boyutlardadır. Kruşçev uluslararası komünist ve işçi hareketini içerden parçalayıp yozlaştırır ve etkisizleştirerek yenilgi yoluna sokarken, Gorbaçov “sosyalizm öldü”yü yaygınlaştırmada önemli bir haşarının en azından ortağı olmuştur. Dönek Alia ise hiçbir şey olamayacaktır. Seçim bile kazanamayan bu hain, kısa sürede, -eğer iktidarda kalmayı başarabilirse-, sıradan bir emperyalizm yardakçısı olmaktan öteye gidemeyecektir.
AEPnin “yeni” yolunun bir yeniliği yoktur. O, Kruşçev’in başlatıp Gorbaçov’un geliştirerek doğal sonucuna vardırdığı yolun sadece “yeni” bir izleyici ve takipçisi olmuştur. AEP’in sapmasının kaynağı kendisinde değildir. O ve Arnavutluk, Gorbaçov’un güçlendirip emperyalizminkiyle birleştirdiği Kruşçev rüzgârının bir kurbanı olmuş, sürdürülen yeni ve güçlü saldın dalgası karşısında dayanamayarak modern revizyonizmin kervanına katılmıştır. AEP ve Arnavutluk’u ideolojik olarak etkileyen Gorbaçov ve çöküşe sürükleyen, onun emperyalizmle birleşik saldırışıyken, devrim ve sosyalizme saldırının kaynaklan olan emperyalizm ve bugün başını Gorbaçov’un çektiği emperyalizme teslim olmuş modern revizyonizmi görmezden gelerek Arnavutluk üzerine düşünüp konuşmak ve hele orada olup bitenler karşısında sevinmek, olacak şey değildir.
Şu kesinlikle saptanmalıdır ki, Arnavutluk’un çöküşü, Gorbaçovcu revizyonizmin emperyalizme teslim olup Sovyetler ve Doğu Avrupa ülkelerinde kapitalizmin restorasyonunu sonucuna vardırmaya yöneldiği ve batı kapitalizmini tüm kurumlarıyla kurmaya giriştiği, batı burjuvazisiyle açık ve dolaysız ittifak halinde proletarya ve halklara, devrim ve sosyalizme, proletarya diktatörlüğünün teori ve pratiğine bütün cephelerde savaş açtığı, -belki geçici olarak- rakibin rekabetinden kurtulan ve her yönüyle kendisiyle birleşmeye yönelen yeni revizyonist atak şahsında güçlü bir destek bulan emperyalizmin ve dünyadaki etkinliğinin şimdiye dek görülmedik boyutlarda güçlendiği ve uluslararası proletarya hareketinde yeni bir zayıflamanın ortaya çıktığı koşullarda gerçekleşti; büyük ölçüde bu koşullardan, dış etkiden ve bu etki karşısında direnememekten (son tahlilde yine iç etken belirleyicidir) kaynaklandı.
Proletarya diktatörlüğünü kurmuş ve sosyalist dönüşümünü gerçekleştirmiş, ama devrim sonrası sağlanan gelişmeye karşın, üretim koşulları ve düzeyi (şuadan kapitalist ülkelerle bile kıyaslanamayacak ölçüde) geri ve üretici güçleri gelişkin olmayan; ve bu durumun, küçük pazar olanağı ile birlikte sosyalist ilişkilerin dayanıklılığı, gelişmesi, sağlamlılığı ve hatta varlığını olağanüstü zorlaştırdığı, ekonominin bağımsız gelişme ve emperyalist baskı ve kuşatmaya direnme olanağım sınırladığı, ekonomik alanda kendine yeterliliğin sınırlarında dolaşmış, hatta uzunca bir süre ekmek sorununu çözememiş; bu geriliğin yolacağı sorunları, ekonomik olarak bir ölçüde, önceleri Sovyetler Birliği’nin, Kruşçev’in saldırısıyla birlikte Çin’in yardımları aracılığıyla giderebilen, Çin’in gericileşmesiyle 1977’de onunla konuşma sonrası küçük pazar sorununu hafifletebilecek elverişli dış pazar ve desteklerden de yoksun kalan Arnavutluk, emperyalizmle birleşmiş dolaysız revizyonist saldın sonrası, ekonomisine yine de bir soluk aldıran Doğu Avrupa ülkeleriyle ticaretinin -bu ülkelerin aşırı gericileşmesinden ve ticareti de dolar esasına dönüştürmelerinden kaynaklanarak- sıfırlanmasının yıkıcı sonuçlarıyla yüz yüze kaldığı gibi, bu saldırıyı, ekonomik zorluklar olumsuz zemininde ideolojik ve siyasal olarak da göğüsleyeme-erek, oluşan özellikle ekonomik (ve emperyalizm ve revizyonizmin ideolojik, siyasal, kültürel baskısının oluşturduğu bu ve diğer alanlardaki) büyük zorlukların üstesinden gelemedi. Bu üstesinden gelemeyiş saldırı karşısında diz çöküşü, diz çöküş de zorluklan koşullandırdı ve artırdı. Ve üstelik bu zorlukların gelişmesini kolaylaştırdığı burjuva unsurlar ve onların yeniden ürettiği yeni burjuva unsurlardan olan bürokrasi vb, bu zorluklan dayanak edindi, sosyalizmin sonunu biran önce getirmek için kışkırttı, istismar etti ve ideolojik ve siyasal sapkınlığının zemini ve kolaylaştırıcı unsuru olarak kullandı. Arnavutluk’un bu zorlukların üstesinden gelmesi, olumsuzlaşan çevre koşullarda ve emperyalist ve revizyonist saldırı dalgası karşısında çok zordu, olağanüstü dirençli bir tutumu ve karşı koyusu gerektirirdi. Oysa bu koşullardan güç alarak ve zorluklan derinleştirmeye yönelerek AEP yönetimini ele geçiren Alia ve ekibi bu karşı koyusu olanaksızlaştırdı ve AEP zoru başaramadı. Hiç de kolay iş değildi, ama saldırıya karşı savaş açılabilir ve direnilebilirdi. Çöküş kader değildi.
Tüm bu nedenlerle Arnavutluk’taki çöküşün ve doğrudan ondan kaynaklanan ve kaynaklanabilecek sonuçların, kendileriyle sınırlı olarak taşıdıkları önem (tek sosyalist ülkenin de ortadan kalkması ye halkının gittikçe ağırlaşacak sömürü ve özgürlüksüzlük koşullarına mahkûm edilmesi) dışında uluslararası açıdan çok fazla bir önemi yoktur. Arnavutluk’taki gelişmeler, hemen yalnızca, geriye dönüşlerin gerçek temellerini derinlemesine irdeleyip ortaya koymak açısından dikkate değerdir. Örneğin Arnavutluk ve AEP’i girdikleri “yeni” yol dolayısıyla başlıca hedef edinmenin gereği ve anlamı yoktur. Onlar, sıradan ve etkileme güç ve olanaktan olmayan bir ülke ve partiye dönüşmektedirler. Proletaryaya, devrim ve sosyalizme yöneltilmiş saldırının temel ve başlıca kaynaklan, dünya gericiliğinin temel unsurları olan uluslararası burjuvazi ve emperyalizmle onunla birleşmiş Gorbaçov revizyonizmidir. Uluslararası proletarya ve komünist hareketin hedefleri bunlar olabilir ve olmalıdır.
Arnavutluk bugün, yöneticilerinin, emperyalizm ve onunla birleşmiş revizyonizmin çok yönlü baskı ve tehditleri karşısında, proletarya ve emekçilerini silahsızlandırıp güçsüz düşürdüğü, büyük zorluklam üstesinden gelmede seferber etme yerine öndersiz, eğitimsiz ve mücadelesiz bırakarak silahsızlandırdığı ve direnmeye yönelmeksizin emperyalizme teslim ettiği küçük bir ülkedir. Ramız Alia başta olmak üzere parti ve ülke yönetiminde bulunan revizyonistlerin, girdikleri teslimiyet ve gericilik yolunda her gün biraz daha diz çökmeleri, “parti ve ülke yaşamının demokratikleştirilmesi”nden başlayarak çok partili parlamentarizme ve parlamento seçimlerine, dinciliğin önünü açıp onunla birleşmeye ve Enver Hoca heykellerinin kırılmasına kadar, yalnız lafta değil pratik olarak günah üstüne günah çıkarmaları, ne içerde palazlanan/palazlandırılan gericiliğe ve ne de emperyalizm ve dünya gericiliğine kâfi gelmiyor. Tüm yaptıklarına karşın Alia seçim bile kazanamıyor bölgesinde ve emperyalistler durmaksızın daha fazlasını istiyorlar. Ramız Alia ve ortakları, bütün bir Doğu Avrupa’yı Gorbaçov’un peşinden emperyalizme peşkeş çeken revizyonist önderlerin sonundan hiç ders almamışlar.
Ramiz Alia ve ekibi Arnavutluk’un karşı karşıya kalmış olduğu özellikle ekonomik zorluklan, üstesinden gelinemez zorluklar olarak gösterip ilan etti ve bunlar karşısında direnmenin ve tüm zorluklan aşmanın tek yolu olan, ilkeleri ve uygulamalarına sıkı sıkıya sarılınmak gereken sosyalizmi suçlu sandalyesine oturttu. Arnavutluk revizyonistleri yalnızca sosyalizmin ilke ve uygulamalarından taviz üstüne taviz vermekle kalmadı; daha ileri giderek “suçlu” sosyalizmin yerine bir an önce kapitalizmi restore etmek için sosyalist ekonomiyi bilinçli olarak tahrip ettiler ve sosyalizmin “suçunu” kanıtlamak ve kitleleri ona karşı yanlarına alabilmek için, yıllar öncesinden başlayarak, zaten zorluklarla karşılaşmış Arnavutluk ekonomisini, içinden çıkılmaz bir krize sürüklemek üzere, onun standartlarını, öncelik ve işleyiş biçimlerini haince ve kapitalizm yönünde değiştirmeye yöneldiler. Zorlukları, sosyalizmin çıkmazı olarak lanse edip onların, kurmaya yöneldikleri kapitalizm yönündeki ilk uygulamalarca kışkırtılıp içinden çıkılmaz hale getirildiğini ve kriz faktörlerine dönüştürüldüğünü gizlemeye yöneldiler.
Ramiz Alia, başlangıçta, ekonominin içine girdiği zorluklan kuraklık ve uluslararası durum ve Arnavutluk’un uluslararası ilişkilerinde meydana gelen bozulmanın kaçınılmaz ve düzeltilemez sonuçlan olarak propaganda etti; sonra, giderek, nedenin, geçmişte yapılan ilkesel hatalar ve dolayısıyla sosyalizm olduğunu ileri sürme noktasına geldi. Geçen sayımızda belirtildiği gibi, O, güç topladıkça gerçek niyetleri ve düşmanlıklarını açıktan ortaya koymaya yöneliyor; gücünü ise, darbeci yöntemlerinin yanı sıra sahtekârca propagandif açıklamalar ve sosyalist ekonominin işleyişini, normlarını ve bizzat kendisini sabote ederek toplamaya çalışıyordu.
Son yıllarda Arnavutluk’un ve ekonomisinin karşı karşıya kaldığı zorluklar ortadadır ve biliniyor. Ama Sovyetler Birliği’nde kapitalizmin restorasyonuyla birlikte benzer zorluklarla karşı karşıya kalan dünyanın tek sosyalist ülkesi olan ve o zamanlardan bu yana (60’h yulardan itibaren) emperyalist ve revizyonist kuşatma ve kesintisiz olarak sürdürülmüş türlü komplo ve müdahale girişimlerine ve bu yıllardan sonra hiçbir zaman sosyalizm açısından elverişli bir ortamın var olmadığı uluslararası koşullar ve ilişkilere rağmen, başını dik tutarak ve dirençle zorlukları aşmış ve ekonomisi bugünkü gibi bir kriz içine girmemiş Arnavutluk açısından, bunlar, aşılamaz ve üstesinden gelinemez zorluklar mıydı? Arnavutluk’u bugün içinde debelendiği krize sürükleyecek türden zorluklar mıydı? Neden şimdiye kadar sürüklememişti, böyleyse? Arnavutluk yıllardır pek mi kolay koşullarda yaşamıştı? Gorbaçov ve özellikle Doğu ülkelerinin çöküşünden sonra oluşan zorlukların, öncekilerle karşılaştırıldığında ağırlaştığı söylenmelidir. Ama bunlar, bugünkü krizin kaynağı olarak sayılabilir ve çöküşün nedeni olarak gösterilebilir mi? Hayır. Sözü edilen zorluklar, önemli bir etki gücüne sahip olmakla birlikte çöküşün dış koşullarım ve uygun ortamım sağlamışlar, kapitalizmin kalıntıları ve burjuva unsurların gelişmeleri ve kendilerini yeniden üretmelerine elverişli olanaklar yaratıp bu gelişmeyi teşvik etmişler ve kriz açısından da en fazla, kolaylaştırıcı dış etken ve elverişli toprak olarak bir rol oynamışlardır, ötesi, kapitalizme kalmıştır. Gorbaçov’un sapık görüşlerinden etkilenerek onun yoluna girmeyecek ve sosyalist eğitimi kesintiye uğratmayarak emekçi halkını zorluklara hazırlayacak ve seferber edecek sağlam ve kararlı bir Marksist önderlik dirençle sınıf mücadelesini yükselterek, zorluklara, eskiden olduğu gibi direnilmesini başarabilir, en azından, halkım gerekliliği konusunda eğitip aydınlattığı uygun taktiklerle (örneğin geri çekilme taktiğiyle) zorluklara belirli bir süre katlanmayı örgütleyerek bir “soluk alma” döneminde güç toplamayı sağlayabilir, en uç noktada umutsuz da olsa karşı koymayı deneyebilirdi. Krize gelince, onun sosyalizm ve onun karşılaştığı zorluklarla değil, doğrudan kapitalizmle bir bağlantısı vardır. Zorlukların, ekonomik,-siyasal, ideolojik vb. alanda dış koşullarını sağladığı bir çürüme ve yozlaşmanın örgütlenmesinin taşıdığı kapitalist içerik, daha gelişmesinin ilk adımlarıyla birlikte, gerek sabotaj girişimleri ve gerekse nesnel olarak kapitalizmin yasalarının uygulama alanının genişlemesine ve giderek genelleşmesine neden olarak, krize kaynaklık etmiştir. Ve üstelik üzerinde durulan zorluklar, bu kapitalist içeriğe sahip uygulamaların gerekliliğinin ve sosyalizmden kopulmasının sahtekârca aracı ve kaldıracı olarak kullanılmıştır da. Suçlu sosyalizm gösterilerek, aslında oluşma yoluna giren ve sonunda oluşan krizin kaynağı olan, başlangıcından beri kendisini geliştirmek üzere atılmış adımlarla birlikte kapitalizm yoluna, ileri sürüldüğüne göre, zorluklar nedeniyle ve zorluklardan kurtulmak üzere girilmiştir. Revizyonistler sahtekârlığı hep iyi becerdiler. Ama bu mantık çarpıtması ve gerçeklerin tersyüz edilmesi pespayeliği artık aldatıcı olma gücünü kaybetmektedir.
Ramiz Alia, önceleri kuraklığa, uluslararası durumun kötülüğüne, sonra giderek eski hatalara ve sosyalizme bağladığı ekonominin kötü durumu ve daralmasını, sektörler arasında oluşan dengesizliği ve bunu önlemek için -Özal’dan öğrenilmiş olmalı- yatırımları yüz milyonlarca lek kıstıklarını kabul ediyor. Kuşkusuz bunlar, ekonominin bozulmasının göstergeleri olduğu gibi, özellikle yatırımlardaki kısıntı, gelecekte -şimdiden başlayan- sektörel dengesizliğin büyümesinin, toplam toplumsal üretimin düşmeye devam etmesinin, işletmelerin kapanmaya itilmesi ve işsizliğin gelişecek olmasının habercisi ve işaretidir. Yalnızca bu durum bile, AEP Ulusal Konferansı’nda Ramiz Alia tarafından düzeltici yeni uygulamalar olarak açıklanan, zaten bir süredir uygulanmakta olan önlemler olarak merkezi planlamanın rafa kaldırılması, bireysel işletmeler, piyasa koşullarının belirleyiciliği ve serbest pazar ekonomisinin yanı sıra, kapitalizm yönünde gelişmeleri gerçekleştirmek üzere uygulamaya konan sözde zorlukları giderme amaçlı tedbirlerin, başlıca sosyalist üretim sürecinin öncelikleri ve normlarının değiştirilmesinin sonucudur.
Arnavutluk ekonomisinde oluşan krizin kuraklık ve uluslararası durumdaki bozulmayla açıklanamayacağı, bunların, en çok, yakın zamana kadar olduğu gibi, sosyalizmin aşmak durumunda olduğu zorlukları artırıcı bir rol oynayabileceği ve ancak sosyalizme daha sıkı sarılarak üstelerinden gelinebileceği açıktır. Arnavutluk’ta tarımı doğrudan ve diğer sektörleri de dolaylı olarak olumsuz etkileyeceği kabul edilmek gereken kuraklık, yalnızca son yularda yaşanmadı, öncesi bir tarafa -ki Arnavutluk’ta kuraklık sık yaşanan bir olgudur- 1980-83 arası üç yıl boyunca yaşanan kuraklık hiç de bugün yolacağı iddia edilen sonuçları doğurmadı. Tersine bu yıllan da kapsayan 1980-85 7. Beş Yıllık Plan döneminde bugünkü gibi gerileme ve yatırımların kısılması bir yana, tarım üretimi dahil bütün sektörlerde üretim arttı (tarımsal üretim: % 13, sanayi üretimi: % 27 ve toplam toplumsal üretim: % 19 oranında artmıştı). Büyük ölçüde doğal tarım ekonomisine dayanmayan ülkelerde, doğal koşullar ne tarımı ve ne de sanayi ekonomiyi çökertecek denli etkilemez. Bu etkiyi ancak tarımsal kriz ya da genel olarak kapitalist kriz yapabilir ki, bu duruma kapitalist ülkelerde rastlanır. Arnavutluk’un ise, üretici güçlerin gelişme düzeyi, ekonomisine uygulanmakta olan teknolojinin gelişkinlik boyudan açısından -Alia öncesi sosyalizme rağmen- geri bir ülke olması gerçeğine karşın, doğal tarım ekonomisi üzerine kurulu olmadığı da bir başka gerçektir.
Önceden belirtildiği gibi, uluslararası ortamdaki gericileşme ve Arnavutluk’un dış ilişkilerindeki zorluklar, sosyalist inşanın önündeki ilave engellerdi ve Arnavutluk’un gelişmesi üzerinde kuşkusuz olumsuz bir etki yapıyordu. Ama bu zorlukları sosyalizm, son zamanlara kadar aşmayı başarmıştı ki, bu asılanlar da hiç azımsanmayacak zorluklardı. Sovyetler Birliği ve sonra Çin Halk Cumhuriyeti ile ilişkilerin kesildiği ve bunlar tarafından uygulamaya konulmuş tüm projelerin yarım bırakıldığı, açılmış bütün kredilerin kesildiği, bu ülkelerle dış ticaretin neredeyse sıfıra indiği ve Arnavutluk’a yönelik tehdit ve baskılardan geçilmediği koşullar düşünülsün. Şimdi bu zorluklar, diyelim biraz daha ağırları, krize kaynaklık ediyor ve girilen kapitalist yolun nedeni olarak gösteriliyor. Açıktır ki, krize kaynaklık eden restorasyonuna girişilen kapitalizmdir ve zorluklar olarak tanımlanan kriz, kapitalizmin nedeni değil sonucudur.
Alia’nın revizyonist yönelimi ve kapitalizmin restorasyonu sürecinin başlatılması öncesinde, yine ve hatta zaman zaman daha ağır bir şekilde kendini hissettiren zorluklara karşın, Arnavutluk, emperyalistler önünde diz çökmemeyi, bir kriz içine yuvarlanmamayı, tersine üretim hacmini ve toplam toplumsal üretimini oldukça hızlı bir şekilde arttırmayı başarabiliyor, işletmelerin kapanması, işsizlik, enflasyon gibi olguları tanımıyordu. Bu, kuşkusuz, tüm olumsuz koşullara, kuraklık, emperyalist-revizyonist kuşatma, ambargo ve tehditlerle, içerde kapitalizmin kalıntılarının varlığı ve burjuva unsurların direnişine rağmen ilerlemeyi başaran sosyalizmin sahip olduğu üstünlükler ve niteliğinin sonucuydu. Sosyalizm ve proletarya diktatörlüğü koşullarında sağlam bir önderlik gerçekleştiren Enver Hoca ve AEP, Arnavutluk emekçilerini bu zorlukların üstesinden gelmek üzere seferber etmeyi, içte ve dışta sınıf mücadelesini geliştirerek gericiliğin çabalarını boşa çıkarabilmeyi başarabilmişti. Bu basan, doğaldır ki, yalnızca demirden bir iradenin ve herhangi bir ekonomik temeli olmayan ve aynı zamanda ekonomik alanda da yürütülmeyen öylesine bir sınıf mücadelesinin sonucu olamazdı. AEP’in ekonomiye ve sosyalist inşaya ilişkin politikası da ilkesel olarak doğruydu ve devrimin dünyanın en geri ülkelerinden biri olarak devraldığı Arnavutluk, 70’lerde, yine hala gelişmiş kapitalist ülkelerin üretim ve teknoloji vb. düzeyine yaklaşanı asa bile (ki bu, sözü edilen zorlukların ötesinde, başlıca, ülkenin, seferber edebileceği üretici güçlerin ve pazar olanaklarının küçüklüğü ve sınırlılığıyla açıklanabilir), bir sanayi-tarım ülkesi olma durumuna ulaşabilmişti. Bu başarının temel itici gücü ve kaynağı ortadadır başta tarım ve sanayi olmak üzere Arnavutluk ekonomisinin tüm sektörlerinin uyumlu ve dengeli bir gelişimini öngören ve bunu gerçekleştirmenin araçlarına sahip olan, merkezi planlı bir ekonomiye ve üretim araçlarının toplumsallaştırılmasına dayanan sosyalizm ve onun yönetimini gerçekleştiren Marksist partinin ve proletarya diktatörlüğünün varlığıydı. Kar amacıyla ve bilinmeyen bir pazar için değil, toplumun maddi ve manevi tüm gereksinimlerini, gittikçe gelişen ve daha ileri ihtiyaçtan karşılamanın temel dayanağı olan bir maddi-teknik temel üzerinde karşılayan ve bağımsız bir ulusal ekonominin dengeli ve uyumlu bir gelişmesini gözeten, kapitalizmin kalıntılarının sınırlayıcılığından giderek kurtularak kendi yolunda ilerleyen ve durmaksızın sağlamlaşan sosyalizm, zorluklamı üstesinden gelinmesinin, kuşkusuz ki, temel nedeniydi. Ama şimdilerde zorlukların üstesinden, tam tersine, onları geliştirmenin ve derinleştirmenin nedeni ve kaynağı olan kapitalizme yönelinerek ve bütün kapitalist ülkelerde ve yakın zamanda batı kapitalizminin normlarına uyum sağlayan Doğu Avrupa ülkelerinde çıkmazı ve olumsuz sonuçları açıkça görülmesine rağmen kapitalist normlar kullanılarak gelinmeye çalışılıyor. Bu, doğal ki, zorlukların üstesinden gelinme tutumu değil, kapitalistleşme ve Arnavutluk emekçilerinin sefaleti üzerinde küçük bir bürokrat ve burjuva azınlığın zenginleşmesi, bunun, dünya kapitalist sistemine ve emperyalizmin çıkarlarına bağlanarak ve ülkeyi özgürlüksüzlük ve köleliğe sürükleyerek gerçekleştirilmesi tutumudur. Özgürlük ve demokrasi diyerek, emekçilerin özgürlüksüzleştirilmesi ve kökleştirilmesi, zorlukların giderilmesi diyerek ülkenin çok daha büyük ve içinden çıkılmaz zorluklar içine atılması, kitleler üzerinde sömürü ve zorun yasallaştırılması tutumudur bu.
Kapitalizmde kır ile şehir ve tarımla sanayi arasındaki çelişmenin, sermayenin görece karlı alanlara akması (kar amacına göre üretim dolayısıyla) ve tarım üretiminin ek sermaye yatırımlarını gereksinmesi nedeniyle giderilmesi olanaksızken, kuraklık gibi başta tarımı etkileyen ve etkisi buradan diğer sektörlere yayılan zorlukların kapitalist yöntemlerle çözülmesinin öngörülmesinin hiç bir mantığa sığmayacağı ortadayken, bunun sosyalizmden vazgeçilme nedenlerinden biri olarak gösterilmesi, ancak Marksizm’den revizyonizme “sıçrama” yapan, restorasyonca kapitalist bir yaklaşıma sahip olunmasıyla açıklanabilir.
Alia yönetimi, zorluklar bahanesiyle, ülkeyi sanayileşme yolundan çevirmeye, onu emperyalizmin “arka bahçeleri”nden biri haline getirmeye yönelmiştir. Aha ekibinin plan hedeflerinde ağır sanayi öncelikli bir sektör olmaktan çıkarılmiş, hafif ve tüketime dönük sanayi ile tanının öncelikli gelişmesi öngörülmüştür ki, bunun, hafif sanayi ile tarımın gelecekteki gelişmesinin önünde engel olacağı, çünkü giderek onların ağır sanayi ürünleriyle, makinalarla donatılmasının olanaksızlaşacağı ve bu açığın ancak iki yolla, 1) ağır sanayi ürünlerinin köleleştirici ithalatı ve 2) bir tarım ve hafif sanayi ülkesi olarak kalmaya mahkûm olarak “kapatılabileceği” kolaylıkla “tahmin” edilebilir. Bu yönelim, İadelerde, emperyalistler tarafından pompalanan tüketim toplumunun yaratılması hedefiyle “tüketim hırsı”nın kışkırtılması ve “batı standartları”nın propagandasıyla doğrudan bağlantı halindedir. 1986’daki 9. Parti Kongresi’nde onaylanan ve 1986-90 yıllarını kapsayan 8. Beş Yıllık Plan taslağında bu tutum resmileştirilmiştir. Artık Arnavutluk ekonomisi, 1) tarımsal ve toplam toplumsal üretim ve yatırımların, sanayi üretim ve yatırımlarından, 2) sanayide ise, hafif ve tüketim sanayi üretim ve yatırımlarının üretim aletleri üretimi ve yatırımlarından daha büyük oran ve hızlarla artması yoluyla “gelişecektir”. Uygulamada, şimdiden, plan hedeflerinde öngörülen oranların ötesine geçilmiş ve sanayinin ve özellikle ağır sanayinin geri bırakılışı ve ülkenin sömürgeleştirilmesinin önündeki engeller planlananın ötesinde bir tempoyla kaldırılmaya girişilmiştir.
Arnavutluk işçileri ve halkı, Sovyet ve Doğu Avrupalı kardeşlerinin de yapmaya başladıkları gibi, uzak olmayan bir gelecekte kendisini kapitalizm, sefalet, özgürlüksüzlük ve kölelik yoluna sürükleyenlerin karşısına dikilecektir.
Mayıs 1991