Arnavutluk’un Gösterdikleri-2 Sosyalizm ve hukuk

Arnavutluk’ta son önemli reformlardan biri, hukuk alanında, anayasal ve yasal alanda ve yargının örgütlenmesinde yapılmaya girişildi. Hem de darbeci tarzda: henüz anayasa değiştirilmeden, anayasaya aykırı yasalar çıkarıldı, düzenlemeler yapıldı. Bu arada anayasa değişiklik taslağı da hazırlandı.
Değişiklikler arasında, devletin adından “sosyalist” sözcüğünün çıkarılması, anayasadaki proletaryanın öncülüğü, AEP’nin tek yönetici parti olduğu ve Arnavutluk’un bir proletarya diktatörlüğü ülkesi olduğuna ilişkin maddelerin geçersizleştirilmesi de var. Göklere çıkarılan toplumun demokratikleştirilmesinin derinleştirilmesi ve özgürlüklerin genelleştirilerek yaygınlaştırılması adına, hukuk sistemi reforme ediliyor: gericilik suçlularına af ilan edildi, Adalet Bakanlığı yeniden kuruluyor ve Ceza Yasası baştan düzenleniyor, Halk Mahkemeleri ve Genel Savcılık’ın yerini uzman mahkemeler ve “Cumhuriyet Savcılığı” alıyor, ülke içinde ve uluslararası ilişkilerde AGİK ve Helsinki kural ve ilkelerine geçerlilik kazandırılıyor. Herhangi somut bir eleştiri yöneltilmeden 76 Anayasası ve onun hukuk ilkelerinden 180 derecelik bir dönüş içine girildi.
Uzman mahkeme ve savcılıklarıyla, Barosu ve avukatlarıyla, sözde eşitlik, özgürlük ve adaleti yücelten, ama aslında kurulmasına girişilen kapitalist ilişkileri olumlayıp onaylayan ve yasallaştıran yeni Arnavutluk hukuk sistemi, tamamen, burjuva hukukuna dönüşün sistemidir.
Kuşkusuz, hukuk değişmez değildir; maddi toplumsal koşullardaki, başlıca ekonomik ilişkilerdeki değişikliklere bağlı olarak sistem ve ilkeler olarak değişir ve gelişir. Temelini oluşturan Roma hukukundan bu yana bugünkü burjuva hukukunun uğradığı değişiklikler, bunu kanıtlayacaktır. Sosyalist ülkelerde de hukuk, anayasalar, yasalar ve çeşitli hukuksal örgütlenmeler, zaman içinde değişmiştir. 36 Sovyet Anayasası ve onda yer alan çeşitli hukuksal kategoriler, kuruluş dönemi hukuksal biçimlerinden farklılıklar getirmiş, eski yasalar ve anayasa yerini yenilerine bırakmıştır. Arnavutluk için de aynı şey geçerlidir. 76 Anayasası ve getirdiği ilke ve normlar, öncekilerde değişikliklere yol açmış ve yeni hukuki sistemi belirlemiştir. Bunların ikisinde de söz konusu olan değişikliğin özü, öncekilerin, henüz sömürücü sınıfların tasfiye edilmediği dönemlerin hukuksal betimlemeleri olmalarına karşılık sonrakilerin bu sınıfların tasfiye edildiği dönemlerin hukuki ifadeleri olmalarıdır.
Maddi koşullardaki değişikliklere bağlı olarak hukuki sistem ve biçimlerin değişmelerinde doğal olmayan bir şey yoktur; tersine, burjuva hukukçular diğer alanlarda olduğu gibi, hukuk alanında da, “ölümsüz adalet” ve “mutlak hakikatler” bulunduğu iddiasındadırlar ve bu yolla burjuva egemenliğinin hukuksal olumlanışını mutlaklaştırır ve burjuva mülkiyet ilişkilerini kutsallaştırmaya yönelirler. Hukuki düzenlemeler, burjuva ülkelerde olduğu gibi sosyalist ülkelerde de değişme halindedir; ancak, önemli olan, bu değişikliklerin hangi yönde olduğu ve içeriğidir.

Hukukun ortaya çıkışı
Hukuk, ezelden bu yana var olmamıştır. Aynı devlet gibi hukuk da, toplumsal gelişmenin belli bir aşamasında tarih sahnesine çıkmış ve varoluşu, artı ürünün varlığına bağlı olmuştur. Hukuk ve çeşitli hukuki biçimler, yine aynı devlet gibi uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarının bir ürünü ve ifadesidir. “İlkel hizmetkârın efendiye dönüşmesi” sürecinde tarih sahnesine çıkan hukuk ve çeşitli hukuki biçimler, artı-ürüne el konulmasını onaylayıp olumlama ve meşrulaştırıp devamını gözetme işleviyle sınıfların oluşmasına bağlı ve onun bir yönü olarak gelişmeye başlamıştır.
İlkel topluluklarda ne hukuk ne de hukuk adamları vardır. Bu topluluklarda yargı, olumlama ve cezalandırma, tüm doğallığıyla bir kamusal faaliyet durumundadır. Davranışları olumlayan ya da yadsıyan topluluğun bütünüdür ve topluluk yaşamı ve çıkarma uyum doğal bir ihtiyaçtır. Topluluk’un kendiliğinden denetimi aykırılıkların üstesinden gelme gücündedir ve bunun için ne özel kurumlara ve ne de kural ve hukuki biçimlere ihtiyaç vardır.
İşbölümü ve sınıfların uç vermesiyle birlikte ve bunları olanaklı kılmak üzere artı ürünün yaratılmasına bağlı olarak, bir yandan sömürüyü olumlamak ve ona kabul edilebilir bir hukuki görünüm sağlamak gerekli oldu, diğer yandan hukukun gelişimi ve artı üründen pay alarak üretken olmayan hukuk işlerine zamanını ayırabilecek hukuk adamlarının ortaya çıkışı olanaklı hale geldi. Hukukun gelişmesinin doruğuna ulaştığı köleci, Roma’dan bu yana, hem bir kast oluşturmak üzere hukuk adamları, yargıçlar, avukatlar ve baroları, hukuk teorisyenleri ve profesörler vb. olarak çeşitlenip çoğaldılar, hem devletin kurumlan olarak mahkemeler ve hapishaneler ağı genişledi ve hem de çeşitli hukuki kurallar ve ilkeler geliştirildi.
Engels: “… İnsan emeği henüz zorunlu yaşama araçları ötesinde ancak çok az bir artık sağlayacak denli üretken olduğu sürece, üretici güçlerin artışı, alışverişin yaygınlaşması, devletin ve hukukun gelişmesi, sanat ve bilimin kuruluşu, ancak ve ancak, ister istemez yalın kol emeği sağlayan yığınlar ile kendini çalışmanın, ticaretin, devlet işlerinin yönetimine, daha sonra da sanat ve bilim uğraşlarına vermiş az sayıda ayrıcalıklı arasındaki büyük işbölümü temeline dayanacak, güçlendirilmiş bir işbölümü sayesinde olanaklıydı.” (Anti Dühring, s.298) diyor. Ama bu işbölümü köleleştirici olduğu kadar, devlet işlerinin yönetimini, hukuku vb. meslek edinmiş uzman yönetici ve hukuk adamlarına, toplumsal olarak ayrıcalıklı bir konum sağlamakla kalmaz, onların kendi varlık ve konumlarını borçlu oldukları ve bu varlık ve konumlarıyla içinde taraf olarak yer tuttukları sömürü ilişkilerinin devamını zora dayalı olarak gözetmelerini ve bu ilişkilerle zoru olumlamalarını koşullandırır.

Hukuk, ekonomik temelin aktif bir yansımasıdır
Üst yapıya ilişkin tüm kategoriler açısından geçerli olduğu gibi, hukuk da, maddi toplumsal yaşamın bir yansımasıdır. Kavram, ilke, kategori ve kurumlarıyla hukuk ve hukuksal ilişkiler, üretim ve değişim ilişkilerinin, yani geçerli ekonomik ilişkilerinin ürünü ve ifadesidirler. Ekonomik temeldeki değişikliklere bağlı olarak değişiklik gösterirler ve ama genellikle maddi değişiklikleri geriden izler, onlara belirli bir sürede uyum sağlarlar. Öte yandan siyasal üst yapıya benzer şekilde hukuksal üst yapı da, maddi yaşamın pasif bir yansısı değildir. Maddi toplumsal değişiklikler, üretici güçlerdeki gelişmeye bağlı olarak nitelikçe farklılaşmaya başladığında, bir bütün olarak üst yapı direnmeye yönelir ve değişimin kösteği olarak aktif bir role soyunur. Sonuç tam bir alt-üst oluşa varır. Ve yine, yeni ekonomik ilişkilerin temsilcisi sınıfların yükseliş döneminde, hukuki ve siyasal üst yapı, ekonomik ilişkilerin gelişmesini kolaylaştırır, önünü açar.
Ama her halükarda, hukuk ve bütün bir hukuki üst yapı, değişik toplumsal yapılarda farklılaşır ve bu farklılaşmayı koşullandırıp belirleyen toplumun ekonomik temeli, üretim ve değişim ilişkileri olur. Engels, “… Bütün geçmiş tarihin bir sınıflar savaşımı tarihi olduğu, birbirine karşı savaşım durumundaki bu toplumsal sınıfların her zaman üretim ve değişim ilişkilerinin, kısacası çağlarındaki ekonomik ilişkilerin ürünleri oldukları; buna göre, toplumun ekonomik yapısının, her kez, son çözümlemede, hukuksal ve siyasal kurumların tüm üstyapısını olduğu gibi, her tarihsel dönemin dinsel, felsefi ve öbür fikirlerini de açıklamayı sağlayan gerçek temeli oluşturduğu”nu (Anti Dühring, s. 78) söyler.
Hukuk, kölecilikte köleci ilişkileri yasallaştırıp olumlayan köleci hukuk, kapitalizm ve burjuva egemenliği koşullarında onu meşrulaştırıp onaylayan burjuva hukuktur. Sömürücü toplumlarda hukukun, onun ilişki ve biçimlerinin ortak paydası; özel mülkiyet ilişkilerini olumlamasıdır. Bu toplumlarda “adalet mülkün temeli” olarak yüceltilir, doğrusu mülkün “adalet”in temeli olmasıdır. Bu ortak payda, Roma’dan bu yana, tüm sömürüye dayanan toplumların, belirli bir gelişmişliği içermekle birlikte, aynı temel hukuksal çerçeveye sahip olmalarını, burjuva hukuk fakültelerinde hala Roma Hukuku öğrenimi verilmesinin doğallığını açıklar. Bir geçiş toplumu olan sosyalizmde ya da komünizmin ilk evresinde ise hukuk, geçiş toplumunun bir yansımasıdır; artık kelimenin gerçek anlamıyla hukukun gereksizleşmesi ve sönmesi (yadsınması) süreci başlamıştır, ama yine de varlığıyla bu dönemin ilişkilerini yasalaştırır. Olumlamaya gelince, burada iş biraz karışıktır.

Sosyalizmde hukuk ve hukukun sönmesi
Sosyalizm, bilindiği gibi, proletarya diktatörlüğü altında kapitalizmden komünizme geçiş dönemidir. Ve burjuva egemenliğine son verilmesiyle birlikte komünizm hiçbir zaman saf komünizm olarak ortaya çıkmaz. Olanaklı olan, kapitalist toplumun bağrından çıkıp geldiği şekli ile bir komünist toplum kurulmasıdır. Burada henüz komünizm ilk evresindedir, ya da sosyalizm aşaması yaşanmaktadır ve bu dönemi karakterize eden şey, komünizmle kapitalizmin unsurlarının birbirleriyle çelişerek ve bir geçiş toplumu oluşturmak, üzere bir arada bulunuşudur. Proletaryayı, kapitalizmin kalıntısı unsurlarla durmaksızın mücadele ve onları sürekli sınırlandırarak giderek tasfiye etme tarihsel göreviyle yükümlendiren, bu nesnel durumdur.
Ticaretin belirli sınırlamalar içinde serbest olabildiği, tarımda henüz kolektifleştirilmeye gidilmediği NEP gibi dönemleri bir yana bırakalım. (Ki örneğin Sovyetlerde 36 Anayasası, bu dönemin geçilmesi ve tarımda kolektifleştirmenin tamamlanması koşullarının ifadesi olarak yasalaştırılmıştır.)
Sosyalizm ya da komünizmin ilk evresi, üretim araçlarının özel mülkiyet alanı dışına çıkarılarak kamulaştırıldıkları, ama henüz kapitalizmin kalıntı ve unsurlarının şöyle ya da böyle var olmaya devam ettiği ve toplumda yeni burjuva unsurların oluşma tehlikesinin bulunduğu bir gelişme aşaması oluşturur. Başlangıçta henüz küçük işletme ve küçük meta üretimi ve değişim tümüyle ortadan kaldırılamamıştır. Koşullarının olgunlaşmasına bağlı olarak küçük meta üretimi ve değişim, süreç içinde önce azalacak ve giderek ortadan kalkacaktır. Değişim, yalnızca küçük işletmelerin varlığına bağlı değildir. Ticaretin, piyasa koşullarında ve değer yasasının işleyişinin sınırlanmamışlığı temelinde gerçekleşmesi önlenmiş, serbest ticaret engellenmiştir. Artık ticaret, ancak proletarya diktatörlüğünün koyduğu kural ve kısıtlamalarla ve merkezi planlamaya bağlı olarak olanaklıdır. Ama farklı sosyalist mülkiyet biçimlerinin (kamu mülkiyeti, kooperatiflerin grup mülkiyeti, sovhoz ve kolhoz mülkiyetleri gibi) varlığı, değişimi zorunlu kılar.
Kamu mülkiyetindeki iki fabrika ve işçilerinin birbirlerinin ürünlerini kullanıp tüketmeleri bir değişim ilişkisi oluşturmaz; ancak, örneğin kolhoz türü kooperatifler meta ilişkilerinin tümüyle dışına çıkamamışlardır. Ürünlerini başlıca sanayi ürünleriyle (ve başka kooperatiflerin başka tür ürünleriyle) değiştirirler. Bu değişim, kuşkusuz serbest piyasada gerçekleşmez. Üretim bilinmeyen bir pazar için yapılmaz (bu, sosyalizmin zorunlu bir sonucudur), merkezi planda kimin ne üreteceği ve hangi fiyattan değişeceği belirtilmiştir. Ancak hala bir değişim ve sınırlandırılmış bir değişim için üretim vardır ve merkezi planda bu değişim ilişkisi, değer yasası da göz önünde bulundurularak düzenlenmek durumundadır. Giderek pek az bir alanı kapsamak üzere küçülse de, küçük işletme ve küçük meta üretimi için aynı şey daha çok geçerlidir.
Bu değişimin, etkenliği sınırlandırılmış ve piyasada gerçekleşemez kılınmış olsa da değer yasası uyarınca varolabileceği açıktır. Ama değer yasası, ürünlerin içerdikleri toplumsal bakımdan gerekli emek miktarına göre, yani görünüşte eşit, ama farklı emeklerin gerçekleşme koşullan dikkate alındığında, aslında eşitliğin bir eşitsizlik oluşturduğu ve gerçek eşitliğin eşit olmayışı gereksindiği bir temelde değişildiği bir burjuva yasadır. Ve sınırlanmışlığı, bu karakterini değiştirmemekte, ancak etkinlik alanını daraltmaktadır.
Evet, sosyalizmde özel kapitalist mülkiyete son verilmiştir ancak bu komünizme yabancı kapitalist unsur, toplum atmosferini zehirleyici etkiler yayıcıdır. Lenin, “Burjuvazi iktidardan düşürülmedikçe ve ondan sonra da küçük işletme ve küçük meta üretimi, tam olarak ortadan kalkmadıkça, burjuva atmosferi, mülkiyet alışkanlıkları, küçük burjuva gelenekleri, işçi hareketi dışında olduğu gibi, içinde de… ama zorunlu olarak toplumsal hayatın bütün alanlarında proletaryanın çalışmalarına zarar verecektir… her zaman ve her yerde bütün güçlükleri, bütün burjuva alışkanlıkları, gelenek ve görenekleri yenmek gerekir” (“Sol” Komünizm, s. 125) der.
Ve iş burada bitmez. Bölüşüm, haksızlığa neden olmaması için eşitsiz olarak gerçekleşmesi gerekirken, “herkese ihtiyacına göre” ilkesinin geçerliliğinin olanaksız olduğu görece geri üretkenlik düzeyinde, bölüşümü düzenleyecek “emeğe göre” ilkesinden başka ilke bulunamaz.
Yaklaşık bir anlatım yerine Marks’tan özetleyerek sürdürmeyi tercih edelim:
“Üretim araçlarının ortak mülkiyeti üzerine kurulu ortaklaşa bir toplumsal düzen içinde, üreticiler ürünlerini değişmezler; aynı biçimde, ürünlerin içerdiği emek, burada, bu ürünlerin değeri olarak, onların taşıdığı gerçek bir nitelik olarak görünmez, çünkü artık, kapitalist toplumdaki, kullanımın tam tersine, bireylerin emekleri, dolambaçlı bir yol izleyerek değil doğrudan doğruya, topluluğun emeğinin bir parçası haline gelmektedir…
“Burada karşılaştığımız şey, kendine özgü temeller üzerinde gelişmiş olan bir komünist toplum değildir, tersine, kapitalist toplumdan çıkıp geldiği şekliyle bir komünist toplumdur; dolayısıyla, iktisadi, manevi, entelektüel, bütün bakımlardan, bağrından çıktığı eski toplumun damgasını hala taşıyan bir toplumdur. Bu bakımdan üretici birey olarak (gerekli indirimler yapıldıktan sonra), topluma vermiş olduğunun karşılığını alır. Onun topluma verdiği şey, birey olarak, kendi emek miktarıdır… Topluma, bir biçimde sunmuş olduğu emek miktarını, ondan başka bir biçimde geri alır.
“Besbelli ki, burada uygulanan ilke, eşit değerler değişimi olduğu ölçüde, meta değişimine hükmeden ilkenin aynıdır. Esas ve biçim değişiktir, çünkü koşullar değişik olduğundan, kimse emeğinden başka bir şey sunamadığı gibi, bireyin mülkiyetine bireysel tüketim maddelerinden başka hiçbir şey geçemez. Ama birey olarak ele alınan üreticiler arasında bu maddelerin paylaşılması konusunda egemen ilke, eşdeğer metaların değişimine hükmeden ilkeden farksızdır: bir biçimdeki aynı miktar emek, başka bir biçimdeki aynı miktar emekle değişilmektedir.
“Demek ki, burada da, eşit hak, ilke olarak, ilke ile pratik çelişmemekle birlikte burjuva hukukundan başka bir şey değildir… Üreticinin hakkı, sunmuş olduğu emekle orantılıdır; buradaki eşitlik, emeğin ortak ölçü birimi olarak kullanılmasından ibarettir. Ama bir birey, fizik ya da moral bakımından bir başkasından üstün olabilir, o zaman aynı zaman içinde daha fazla emek sarf etmiş olabilir ya da daha uzun süre çalışabilir ve emeğin bir ölçü hizmetini yerine getirebilmesi için, süresi ve yoğunluğu saptanmalıdır, yoksa bir birim olmaktan çıkar. Bu eşit hak, eşit olmayan bir emek için eşit olmayan bir haktır… Demek ki bu, özünde, her hak gibi eşitsizliğe dayanan bir haktır… Öte yandan: bir işçi evlidir, öteki değildir; birinin ötekinden daha çok çocuğu vardır, vb. Bu durumda eşit emek sarf ettikleri halde ve dolayısıyla toplumsal tüketim fonundan eşit ölçüde yararlanma olanağına sahip bulundukları halde, biri gerçekten ötekinden çok almaktadır, biri ötekinden daha zengindir vb.. Bütün bu sakıncalardan uzak durabilmek için, hak eşit olmamalıydı.
“Ama bu gibi kusurlar uzun ve sancılı bir doğumdan sonra kapitalist toplumdan çıkıp geldiği şekli ile komünist toplumun birinci aşamasında kaçınılmaz şeylerdir. Hukuk, hiçbir zaman, toplumun iktisadi durumundan ve ona tekabül eden uygarlık derecesinden daha yüksek olamaz.” (Gotha Prog. Eleştirisi, s. 29-30) Üretici güçlerin yeterince gelişkin olmayışı ve görece geriliği, hem değişimi ve hem de bölüşümün “hak eşitliği” ölçütüyle gerçekleşmesini koşullandırır.
Gerek etkinlik alanı sınırlanıp giderek ortadan kalkacak/kaldırılacak, ama yine de komünizmin ilk evresinde uzunca bir süre varlığını koruyacak olan küçük üretim ve farklı sosyalist mülkiyet biçimlerinin varlığından kaynaklanan değişim ve gerekse bütün bir ilk evre boyunca varlığını sürdürecek olan bölüşümdeki eşdeğerler değişimi ya da “hak eşitliği”, henüz “burjuva hukuku”nun geçerli olmaya devam edişinin ifadesidir. Ve başka türlüsü de olanaksızdır, toplumsal maddi koşulları ortadan kalkmadan, burjuva hukukuna son verilemez. Ve bilinir ki, burjuva hukuku, her hukuk gibi, eşitsizliği ön-varsayar.
Ama gericileşen AEP ve dönek “eski” genel sekreteri, toplumun demokratikleştirilmesinin derinleştirilmesi adına özgürlük ve eşitliğin geliştirilmesinden söz ediyor ve sözde “hukuk reformları” Arnavutluk’ta bu amaçla yapılıyor. Oysa gördüğümüz gibi komünist toplumun ilk evresinde ne “hak eşitliği” olanaklıdır ve ne de özgürlük genelleştirilebilir. Devletin ve hukukun var olmaya devam ettiği yerde “özgürlük”ten söz edilemez: “… Proletaryanın devlete gereksinmesi olduğu sürece, o, bunu, özgürlük için değil, hasımlarını alt etmek için kullanacaktır. Ve özgürlükten söz edilmesi mümkün olduğu gün, devlet, devlet olarak ortadan kalkmış olacaktır.” (Engels, Erfurt Prog. Eleştirisi, s. 55) öte yandan “hak eşitliği”, aslında eşitsizliğin bir unsurudur. Ve “hak eşitliği” talebi, proletarya açısından, belirli bir ajitasyon değerine sahip olmaktan başka anlam taşımaz. Proletaryanın hak eşitliği talebinin gerçek içeriği, sınıf ayrıcalıklarına son vermek değil, sınıfların ortadan kaldırılması isteğidir. Toplumu demokratikleştirmenin, özgürlük ve eşitliği geliştirmenin yolu, olmayacak davalar peşinde koşmak ve bunları maske edinerek burjuva demokrasisi, özgürlükleri, “adalet” ve hukukunu genelleştirmek değil; demokrasinin anlamsızlaşmasına yani demokrasisizliğe, kavramıyla birlikte demokrasinin yok oluşuna, aynı şeyin özgürlük, eşitlik, adalet ve hukukun başına gelmesine yönelmek, kısacası, komünizmin ilk evresinden ikinci evresine geçiş için mücadele etmektir. AEP’nin yapmaktan kaçındığı ve güç yetiremediği ise, tam da budur.
Peki, komünizmin ilk aşamasında, sosyalizmde hukuk, burjuva hukukundan mı ibarettir? Hem öyle hem değil. Burjuva hukuku, komünizmin ilk evresinde de, tümüyle olmadığı kesin, ama aşılır. Toplum, üretim araçlarının mülkiyeti alanı ile ilgili olarak hukuktan ve hukuki düzenlemelerden kurtulur. Bu alanda hukuk hukuk olmaktan çıkar. Çünkü bu alanın içinde, aralarındaki mülkiyet ilişkileri, belirli hukuksal kavram ve çerçeveleri gereksinerek düzenlenecek, farklı kategoriler yoktur, kalmamıştır. Üretim Araçları mülkiyeti alanında kelimenin gerçek anlamında hukuk olmayan, komünizmin ilk evresinin, sosyalizmin, geçiş döneminin hukuku, bu alanla ilişkili olarak, ancak, belirgin tek bir işleve sahiptir: onun kendi dışıyla ilişkilerini düzenlemek ona dışından yöneltilecek saldırıları olumsuzlayarak, toplumsal mülkiyeti ve henüz onu elinde toplayarak temsil etme durumunda olan, komünizmin ikinci evresinin yolunu süren -ve bu işleviyle de kelimenin gerçek anlamıyla bir devlet olmaktan çıkan- proletarya diktatörlüğünü korumak.
Bu yönü ve işleviyle, hukukun gereksizleşmesi ve onu gereksizleş-tiren alanla bağlantısı içinde geçiş dönemi hukuku, sınırlandırılmamış ve hiçbir yasaya bağlı olmayan zorun ifadesidir. Bu anlamıyla o, yasasızlığın yasallığı ya da yasallığın yasasızlığıdır. Ama tam da bu nedenle ve bu yönüyle hukuk, hala tümüyle gereksizleşmemiş ve geçersizleşmemiştir. Henüz herhangi ilke, norm ve kurumlar gerekmeden toplumun kendi öz-savunmasını gerçekleştirebilmesinin maddi (ve manevi) toplumsal koşulları oluşmamıştır. Hala sınıf farklılıktan ve buna temel sağlayan koşullar ile kapitalizm unsurları varlıklarını sürdürmektedir. Toplumun bir kesimi diğer bir kesimi (bu kesimin bir sınıf oluşturması kuşkusuz şart değildir, çeşitli alanlarda kapitalizmin unsurlarının varlığı, bunun için yeterlidir) üzerinde kategorik olarak zor uygulamaktadır, bu zoru zorunlu kılan koşullar devam etmektedir ve hukuk, bu zorla birlikte onu gerekli kılan koşullan yansıtıp ifade edecektir.
Zor, proletaryanın zorudur; ama bu zorun yasallığının ya da hukuk diliyle ifade edilişinin burjuva hukukundan başka aracı yoktur. Çünkü komünist hukuk diye bir şey yoktur. Proletarya, bir yönüyle ve prensip, norm ve kurumlarıyla aşılıp hukuk olmaktan çıkan (çünkü artık toplumsal mülkiyet ilişkilerini ifade eden ve onun hizmetine giren) hukuku (burjuva hukukunu), sosyalizmi olumlamak ve proletarya diktatörlüğünü korumak için kullanır.
Mülkiyet toplumsallaştırılmış-tır; ancak insanlar hemen ve en tam bir komünist tipolojisiyle yeni bir kalıba dökülemezler. Üstelik mülkiyet a tanında farklılıklar da bir çırpıda giderilemez. Bu koşullarda zimmetçiler, rüşvetçiler, çeşidi burjuva alışkanlıklarını sürdürenler ve eski burjuva egemenliğini geri getirmek isteyenler kuşkusuz olabilecek ve bunlar toplum tarafından dışlanıp cezalandırılacaklardır. Bunun için gereken hukuki araç ve normları, kelimenin gerçek anlamında hukuk olmaktan çıkma sürecindeki geçiş dönemi hukuku, hukuk olarak var olmaya devam ettiği ölçüde ve sürece burjuva hukukundan başka bir şey olamayacak hukuki kategorilerle sağlayacaktır.
Hukukun hukuk olmaktan çıkma sürecinde oluşu şu anlama gelir ki; sosyalist toplumda hukuk, hukuki ilişkiler ve araçlar, üretim araçlarının özel mülkiyetine son verilmesi temelinde, toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan işçi ve emekçilerin çıkarlarının gerçekleştirilmesi ve bu gerçekleştirimin garanti altına alınması ve meşrulaştırılması işleviyle çoğunluğu kucaklar ve onun ellerindedir. Çoğunluk, toplumsal mülkiyete, proletarya diktatörlüğüne, komünizmin ikinci evresine ilerleyişe yönelik gerici saldırıları olumsuzlamak ve yargılamak için bir temel ve öz olarak “yerleşik” ya da geleneksel hukuk kural ve kurumlarına, burjuva hukukuna teslim olmayacaktır. Toplumsal mülkiyet koşullarına, hiçbir kural ve hukuku gereksinmeyecek bir uyum alışkanlık ve çalışma bir ihtiyaç haline gelinceye kadar, çoğunluk uyumu denetleyip gözetir, gerekli olduğunda, aykırılıkları kendi toplumsal sisteminin hizmetine koştuğu hukuk kurallarına göre yargılar. Gerekli olan çoğunluğun denetimi ve yargısıdır. Burada, başlıca iki yönü birbiriyle çelişen ve bu çelişmede hukukun genel ve tam olarak hukuk olmaktan çıkarak gereksizleşmesinin garantisini bulan çelişmeli bir bütünlük oluşmuştur. Özünde bir hukukun gerekli olmaktan çıktığı, ama hala onun tümüyle gereksizleşeceği maddi ortamın oluşmadığı koşullarda, biçimde, kaçınılmazlıkla “burjuva hukuku”nun belirli normlarından yararlanılacaktır. Başka norm bulunamaz ve ondan yararlanmanın dışında yol yoktur. Komünizmin, ancak, her alanda kapitalizmin bağrından çıkıp geldiği haliyle inşasına girişilebilir. Burada paradoks öyle şekillenir ki, artık burjuva hukukunun belirli normları, burjuvaziye değil proletaryaya, komünizm yolunda ilerleyişe hizmet etmeye koşullanır. (Bu, hukukun çeşidi biçim ve araçlarının çoğunluğun ellerinde olması ve onların yargılarını temel edinmesiyle garanti altına alınır ve zaten sosyalist toplumda hukukun gereksizleşici yönünün ifadesi, temeli ve dinamiği buradadır.) Proletarya komünizmin ilk evresinde, verili toplumsal koşullan yansıtan hukukla tümüyle ve sonuna dek barışık ve uyum içinde olamaz. Hukuku, sürekli olarak, kendi toplumsal temelinin gelişmesine ayak uydurmaya ve değişmeye yöneltir. Bu, temelde ve aynı zamanda, hukuku yansıtan geri üretici güçler ve üretim koşullarının, değişimin ve bölüşümdeki “hak eşitliği”nin giderilmesi için mücadele demektir. Komünizmin ilk evresinde hukukun bu niteliği, her zaman için, bir tehlikeye ve geri dönüş potansiyeline işaret eder. Çünkü önünde sonunda burjuva hukuku burjuvazi içindir ve kendi gerçek temeline kolaylıkla oturma ve proletaryaya karşı işlevselleşme yönünde koşullarını zorlayacaktır. Arnavutluk’ta böyle olmuş, önce alttan alta ve giderek kendi gerçek temeline oturarak/oturtularak burjuva hukuk, çeşitli yönleriyle geri dönüşün itici güçlerinden birini oluşturmuştur.
Komünizmin ilk evresinde, hukuk açısından temel olan ve onu kelimenin gerçek anlamıyla hukuk olmaktan çıkaran, onun çoğunluğun çıkarlarını olumlaması, onların yargılarının ifadesi olması ve bir ihtiyaç olduğu kadarıyla örgütlenmesinin çoğunluğa dayanmasıdır.
Ve zaten ilk olarak Komün deneyiyle “yalancı bağımsızlıklarından yoksunlaştırılan” (Marks, Fransa’da İç Savaş) “adalet görevlileri”nin bir kez daha özel mülkiyeti onaylayıp kutsayarak çoğunluğu aldatmak üzere bir “adalet mekanizması” oluşturmalarına izin verilmez. Hukukun “bağımsızlığı” aldatmacasına son verilir ve o, açık olarak işçi ve emekçi kitlelerinin çıkarlarına yaslanır. Burjuva uzman mahkemeleri ve savcılık ve barolarıyla birlikte avukatlık kurumları lağvedilir. Mahkemeler ve savcılık kurumunun yerine, seçimle gelen ve görevlerinden alınabilir, bir işçiden çok ücret almayan işçi ve köylülerden oluşmuş halk mahkemeleri ve savcılık heyetleri geçer. Hukuk kavram ve terimlerinin anlaşılmazlığını meslek edinen ve laf salatasıyla toplam toplumsal üründen pay alan avukatlık, barosuyla birlikte, yerine herhangi bir şey konmamacasına kaldırılır. Dühring’le, tasarladığı geleceğin “sosyalistler toplumu” dolayısıyla dalga geçen Engels şöyle yazıyor: “..Bay Dühring, kendi gelecekteki dünyasında, “baroya, kendiliğinden anlaşıldığı üzere, tamamen özgür ve genel olacak bir giriş hakkı’ bulunacağı konusunda bize güvence verir. ‘Bugün tasarlanmış bulunan özgür toplum’, gitgide daha karışık bir durum alır; mimarlar, niteliksiz işçiler, kalem-adamları, jandarmalar ve üstüne üstlük, bir de avukatlar!” (Anti Dühring,s.491)
Lenin de, “Rusya’da burjuva baroyu ortadan kaldırdık ve iyi de ettik, ama aynı baro, bizde, ‘Sovyet avukatları’ kisvesi altında yeniden ortaya çıkmaktadır” (“Sol” Komünizm, s. 124) demektedir.
Oysa Arnavutluk “hukuk re-formları”yla, bugün, yalnız avukatlık mesleği ve Baro yeniden üretilmekle kalmamakta, yanı sıra yargı, yeniden uzman mahkemeler ve savcılıkların eline terk edilmektedir. Bu önlemler, burjuva hukukunun yıllar sonra genelleştirilmesinden başka bir anlama gelemez, gelmiyor.
Ve yerleşik hukuku gereksizleş-tiren üretim araçları mülkiyetinin toplumsallığı alanının yanı sıra, komünizmin ilk evresinin burjuva hukukun sınırlı ufkunu tümüyle aşamıyor oluşu ve onun alanını tanımak zorunda oluşu da bir gerçektir. Bölüşüm ve sınırları giderek daralan değişim alanında kaçınılmazlıkla “burjuva hukuku” geçerli olacak; bu iki alanın doğrudan üretim ve üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti alanı üzerinde şekilleniyor ve ona bağlı oluşunun sonucu olarak, bu hukuk ister istemez, bu alanı da, en azından diğer iki alanla ilişkilerinde etkileyecek, ama öte yandan, “burjuva hukuk”un işleyişi de, toplumsal temelin gerektirdiği üzere, çoğunluğun çıkarlarınca ve çoğunluk eliyle gerçekleşebilecektir. Komünist toplumun ilk evresinde hukuk, hukuk olmaktan çıkma sürecinde hukuktur; o, hukuksuzlukla “burjuva hukukun” çelişmeli bir birliği, burjuva hukukun kendisini yadsıması ve dönüşerek sönmeye yönelmesinin ifadesidir.
Lenin şunları yazıyor:
“Marks, yalnız, üretim araçlarının bireyler tarafından mal edilmesi ‘haksızlığını’ yıkmakla başlamak zorunda olan, ama öteki haksızlığı: tüketim nesnelerinin (gereksinimlere göre değil) ’emeğe göre’ bölüşümü haksızlığını birdenbire yıkmakta yeteneksiz bulunan komünist toplumun gelişme akışını gösterir. (…)
“Marks, yalnızca insanlar arasındaki kaçınılmaz eşitsizliği değil, üretim araçlarının tüm toplumun ortak mülkü haline dönüşümünün (sözcüğün alışılmış anlamıyla ‘sosyalizm’in), tek başına bölüşümdeki kusurları ve ürünler ’emeğe göre’ dağıtıldığına göre, egemen olmakta devam eden ‘burjuva hukuku’nun eşitsizliğini ortadan kaldırmayacağı gerçeğini de, sıkı sıkıya hesaba katar. (…)
“Demek ki, komünist toplumun (genellikle sosyalizm adı verilen) birinci evresinde, “burjuva hukuku” tamamen değil, ancak kısmen, ancak ekonomik devrimin yapılmış bulunduğu ölçüde, yani ancak üretim araçlarıyla ilgili olarak yürürlükten kaldırılmıştır. “Burjuva hukuku”, bireylerin üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetini tanıyordu. Sosyalizm üretim araçlarını ortaklaşa bir mülkiyet haline getirir. İşte bu ölçüde, ama ancak bu ölçüde “burjuva hukuku” yürürlükten kaldırılmış olur.
“Ama bunun dışında, ürünlerin bölüşümü ve çalışmanın toplum üyeleri arasındaki dağılımının düzenleyicisi olmak bakımından yürürlükte kalır. ‘Çalışmayan yemez’: bu sosyalist ilke, şimdiden gerçekleşmiştir; ‘eşit nicelikte emeğe eşit nicelikte ürün’: bu öteki sosyalist ilke dc, şimdiden gerçekleşmiştir.     Bununla birlikte, bu henüz komünizm değildir ve henüz, eşit olmayan insanlara eşit olmayan (gerçekte eşit olmayan) bir emek tutan için, eşit bir nicelikte ürün veren “burjuva hukukunu ortadan kaldırmaz.
“İşte bu bir ‘sakınca’dır der Marks; ama bu sakınca, komünizmin ilk evresinde kaçınılmaz bir şeydir, çünkü kapitalizm yıkıldıktan hemen sonra, insanların, hiçbir tür hukuk kuralı olmaksızın toplum için çalışmayı hemen öğrenecekleri, ütopyaya düşmeden düşünülemez; kaldı ki, kapitalizmin ortadan kalkışı, böylesine bir değişikliğin ekonomik öncüllerini hemencecik vermez.
“Oysa “burjuva hukuku’ kurallarından başka hukuk kuralı yoktur.” (Devlet ve İhtilal, s. 105-106)
Sosyalizmde hukuk, bir yönüyle hukuk olmaktan çıkmıştır, ancak, gerekli ve var olmaya devam ettiği, henüz bütünüyle ortadan kalkışının maddi ekonomik koşullan oluşmadığı sürece, proletaryanın ve genel olarak çoğunluğun elinde dönüşüme uğrayıp yok olma süreci içinde olan “burjuva hukuk” tur. Bu ikinci yönüyle onun ve ona maddi temellik eden ve onun tarafından hukuksal olarak ifade edilen koşulların (geçiş dönemindeki kapitalizm kalıntılarının) ve bu koşulların oluşturduğu potansiyel tehlikenin bütün açıklığıyla bilincinde olmak mutlak bir zorunluluktur. Acımasız bir uyanıklıkla ve proletaryanın örgüt ruhu ve disiplininin yorulmak bilmez, kesintisiz, uzun ve inatçı mücadelesiyle yavaş yavaş bu “kötülük”ün üstesinden gelmeye yönelmekten başka komünizmin ikinci evresine giden yol yoktur.
Arnavutluk’ta bu yolda kesintisiz yürüyüş başarılamadı. Ancak, proletarya, kuşku yok ki, tarihsel olarak, bu yürüyüşü başarıyla tamamlamakla yükümlendirilmiştir, bu potansiyele sahiptir, geçmiş deneylerden gereken dersleri çıkarmayı ve olanaklarını bir araya getirmeyi bilerek sonunda özgürlük dünyasına varacaktır. Bizzat kendisinin, Marksizm’in ve partisinin varlığı ve yılmaz bir kararlılık, disiplin ve örgüt ruhuyla sınıf mücadelesini sürdürme yeteneği, bunun garantisidir.
Ekonomik temelde, üretim, değişim ve bölüşümde ve üst yapının her alanında uzlaşmaz sınıf mücadelesi-komünizm için, bu, zorunludur.

Temmuz 1991

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑