“Devrimci teori olmadan devrimci eylem olmaz.”
“Öncü savaşçı rolü ancak en ileri teorinin kılavuzluk ettiği bir parti ile yerine getirilebilir.”
“Ya burjuva ideolojisi ya da sosyalist ideoloji. İkisi arasında bir orta yol yoktur.”
Marksist teoriyle şöyle böyle tanışıklığı bulunan her kişi, .şıkça aktarılan ve birçok derginin isim altı sloganı olan yukarıdaki ünlü sözlerin Lenin’e ait olduğunu bilir. Fakat bu sözleri Lenin’in ünlü eseri “Ne Yapmalı?”da söylediği, okuma alışkanlığının pek gelişmediği ülkemiz devrimci çevrelerinde aynı yaygınlıkla bilinmez. Fakat Ne Yapmalı’nın önemi sadece Marksist teorinin ünlü sözlerle ifadesiyle sınırlı değildir. Bütün zamanların en büyük devrimcisi olan V.I.Lenin’in devrimci dehasını dile getiren, devrimin sorunlarına parlak çözümler getiren düşüncelerin ifade edildiği en önemli eserlerin başında “Ne Yapmalı?” gelir. Ne Yapmalı! sorusu, aslında, sosyal demokrat hareket içinde uç veren ekonomist akımın bir tarihsel dönem olarak mezara gömülmesi için yapılmış bir çağrıdır. Kitap, Marksizm’in, kendisini ‘Marksist’ olarak nitelendiren oportünist akımca ‘eleştiri özgürlüğü’ altında alçaltılmasına karşı açılmış bir savaşın belgesidir.
Lenin Ne Yapmalı’yı 1902 başında kaleme aldı. Kitap, yükselen sınıf hareketi karşısında devrimci görevlere sırt çeviren, teoriyi yığın hareketinin peşine takarak alçaltan, yaşamın dayattığı siyasal ve örgütsel görevleri küçümseyen ve nihayet bir devrim partisi yerine bir reform partisi fikrini yerleştirmeye çalışan Ekonomizm’e karşı savaş çağrısıdır. Lenin bu yapıtıyla yığın hareketine önderlik edebilmek için bir öncü partinin niteliklerine, siyasal ve örgütsel görevlerine parmak bastı, bir taktik plan sundu ve geliştirdi.
Lenin’in taktik planını anlaşılır kılabilmek için dönemin özelliklerini genel çizgileriyle hatırlatalım.
19. yüzyılın sonunda patlayan sanayi krizi sırasında bir yandan on binlerce işçi işten atılırken, diğer yandan fabrikalarda kalan işçilerin ücretleri önemli oranda düşürüldü. Buna karşılık işçiler daha büyük bir yaygınlıkla eyleme geçtiler. Grev dalgası bütün Rusya’yı sardı. Grevci işçiler çarlığın jandarmalarıyla çatıştılar. Bu hareket işçilerle sınırlı değildi. Köylüler ve öğrenciler de çarlığa karşı eyleme geçiyorlardı. Kısacası, Rusya, bir devrimci durumun eşiğinden içeriye adım atmak üzereydi.
Fakat “Sosyal Demokrat Hareket”, yaklaşan devrime önderlik edebilecek ideolojik ilkelere, örgütsel çizgiye sahip değildi. Büyük bir dağınıklığın egemen olduğu harekette, merkezi yapıdan ve merkezi ajitasyon araçlarından yoksun yerel örgütler ilkel ve dar-pratikçi bir anlayışa sahipti. Gerçi 1884-94 yıllarında yürütülen mücadelede Narodnizm, ideolojik bir yenilgiye uğratılmış, 1894-98 döneminde merkezi bir partinin yaratılması için önemli adımlar atılmıştı. Fakat 1898’den başlayarak Legal Marksizm’in açtığı … yoldan yürüyen Ekonomistlerin damgasını taşıyan yeni bir dönem başlamıştı. İşte buna karşı, Lenin, 1901’de yazdığı ‘Nereden Başlamalı? adlı makalesinde, hareketin dağınıklığına son vermek için, partinin dayanacağı örgütsel ve ideolojik ilkeleri formüle etti. Ne Yapmalı”da bu planlarını geliştirdi, Ekonomistlerle Marksistler arasına bir duvar çekti.
Marksist örgütlere katılan geniş aydın ve öğrenci kesimi Marksizm bilgisini legal olarak yayınlanan ‘Marksist’ dergilerden almıştı ve bilgileri, son derece eksik ve yanlıştı.
Bir yandan Legal Marksizm’e yaslanan, diğer yandan Avrupa’da başını Bernstein’in çektiği uluslararası oportünist akımın etkisinde kalan Ekonomistler, kendiliğinden yığın hareketinin önünde kölece boyun eğiyorlardı. Yığın hareketini devrimci hareket düzeyine yükseltme amacı taşımak yerine, onu teori düzeyine yükseltiyorlardı. Siyasal teşhir faaliyetini, fabrika koşullarını teşhirle sınırlıyorlar, birbirinden kopuk yerel devrimci örgütlerin yalıtıklığını ve amatör, kendiliğindenci çalışma tarzını olumluyorlardı.
Lenin, RSDİP’in bir kanadını oluşturan Ekonomistlere karşı açtığı savaşta öncelikle ayrılıkların açık bir şekilde ortaya konmasında ayak diredi. Sınırları belirlenmiş bu ayrılığın üzerinde kongrenin bir anlam ifade edeceğini savundu. Bu konuda, Lenin, şöyle diyordu:
“Birleşmeden önce ve birleşebilmemiz için, her şeyden önce sağlam ve kesin sınır çizgilerini çizmemiz gerekir.”
Bu “kesin sınır çizgileri” nelerdi?
Yükselen yığın hareketi karşısında, Ekonomistler; hareketin ekonomik çerçevede kalmasını, sosyal demokratların müdahalesinin harekete zarar verdiğini, hareketin kendi yolunu bulacağını bu bakımdan da ona bilinç taşımanın gereksiz olduğunu savunuyorlardı. Siyasal mücadele ile fabrika yasalarının değiştirilmesi, çalışma ve ücret koşullarının düzeltilmesi için mücadele etmeliydiler. Bu yolla “işverenlere ve hükümete karşı verilen iktisadi mücadelenin kendisine siyasi bir nitelik kazandırabileceğini” iddia ediyorlardı.
Ekonomistler, sosyalist teori ve bilincin örgütleyici ve yönetici rolünü kabul etmiyorlardı. Onlara göre sosyal demokrasi, işçi sınıfının bilincini sosyalist bilinç düzeyine yükseltmeye çalışmamak, kendini kendiliğinden harekete tabi kılmalıydı. İşçi hareketi kendiliğinden sosyalist bilince kavuşuncaya kadar beklemek gerekirdi. Partinin rolünü edilgen bir kuyrukçuluk düzeyine düşürerek gerçekte sosyal demokrat partinin zorunlu olmadığını savunuyorlardı.
Başını Martinov ve Kriçevski’nin çektiği Ekonomistlerin oportünist fikirlerine karşı, Lenin, şunları savundu:
İşçi sınıfının sadece ekonomik talepler için mücadele etmesini savunmak, işçi sınıfını ilelebet köleliğe mahkûm etmek anlamı taşır. İşverene ve hükümete karşı verilen ekonomik mücadele, daha iyi çalışma koşulları ve daha yüksek bir ücret sağlayabilir ama hiç bir zaman işçilerin, kendilerini köleleştiren kapitalist sistemden kurtulmalarını sağlayamaz. Bunun için görev, iktisadi mücadeleyle yetinmek değil, kapitalist sisteme ve onun bekçi köpeği olan çarlığa karşı genel siyasi mücadeleye girişmek, işçileri siyasal mücadelenin içine çekmektir.
Ekonomistlerin “kendiliğinden hareketi küçümseme” eleştirilerine karşı Lenin, kendiliğinden hareketi yüceltmenin, partinin rolünü hareketi izlemekle sınırlandırmanın partinin öncü rolünü reddetmek anlamına geldiğini, bu politikanın işçi hareketini burjuvazinin kuyruğuna takma anlamı taşıdığım gösterdi. İşçi sınıfının devrimci partisi ve yol gösteren teorisi olmaksızın işçi sınıfı sosyalizme varamaz. Gerçekte, sosyalist teoriye ve partinin rolüne bu soğuk bakış, burjuvaziye duyulan gizlenemez hayranlığın ifadesidir.
Ekonomistler, işçi sınıfının ekonomik bilince kendiliğinden vardıkları gibi siyasal sınıf bilincine de kendiliğinden varacaklarını ileri sürüyorlar; Sosyal-Demokratların bu kendiliğinden süreci beklemesini vaaz ediyorlardı. Böylelikle, işçi sınıfına sosyalist bilinç taşınmasına karşı çıkarak, onu burjuva ideolojinin etkisine terk ediyorlardı. Lenin buna karşı, sosyalizmle işçi hareketinin birliğini savundu. İşçilere ekonomik-kendiliğinden mücadelenin seyri içinde sosyalist siyasal bilince kavuşamazlar. “Bu bilinç onlara dışarıdan getirilmeliydi.” Lenin’in bu ünlü ilkesi başlıca üç unsurdan oluşur:
1- Sosyalist ideoloji, işçi sınıfının bilimsel teorisi, işçi sınıfı dışında, mülk sahibi sınıflar içinden gelen aydınlar aracılığıyla inşa edilmiştir. Sosyalist ideoloji kendiliğinden işçi hareketinin kaçınılmaz olarak varacağı bir aşama değildir, doğruca bilimden ve özel olarak İngiliz iktisadi, alman felsefesi ve Fransız sosyalizminin aşılması üzerinden doğmuştur.
2- “İşçi sınıfına sosyalist siyasal bilinç dışardan, ekonomik mücadelenin dışında kalan bir alandan, işçilerle işverenler arasındaki ilişkinin dışından getirilebilir. Bu bilginin sağlanabildiği biricik alan, tüm sınıfların ve katmanların devletle ve hükümetle olan ilişkileridir…” İşçi sınıfı kendini köleleştiren ekonomik mücadele alanına hapsedildikçe bilinci sosyalist bilinç düzeyine yükselemez.
3- İşçi sınıfı, siyasal eylemini toplumun bütün emekçi sınıflarına yöneltmeli, toplumun tüm emekçi katmanlarına karşı mücadelede yardım etmeli, sosyalist ideoloji bütün emekçi kesimlere yöneltilmelidir.
(Bu konuda daha geniş bilgi için Marksizm’de Temel Kavramlar adlı kitabın ‘Proletaryanın Sınıf Mücadelesinin Üç Temel Biçimi’ bölümüne bakınız.)
Ekonomistlerin savunduktan fikirlerle yola çıkan bir partinin bir devrim partisi değil, olsa olsa bir reform partisi olabileceği sonucuna varan Lenin, yaklaşan devrim fırtınasına hazırlanmak için gerçek bir partinin sahip olması gereken özellikleri, ‘Nereden Başlamalı’ makalesinde ortaya koyduklarını, daha da geliştirerek açıkladı. Bu parti, en ileri teoriyi kendine rehber edinen, çekirdeğini profesyonel devrimcilerin oluşturduğu merkezi bir yapıya sahip “her şart altında, her türlü ‘dönemeçte’ ve beklenmedik durumda kendi çalışmasını şaşmaksızın sürdürecek kadar metanetli; bir yandan, bütün güçlerini bir noktaya toplamış olan, kendisinden çok güçlü bir düşman karşısında açık savaştan kaçınmayı, ama öte yandan, bu düşmanın gafletinden yararlanarak ona en umulmadık zamanda ve en umulmadık yerde saldırıyı bilecek kadar esnek bir örgüt” olmalıydı.
“… Devrimciler örgütü, her şeyden önce ve esas olarak devrimci eylemi meslek edinmiş kişilerden oluşmalıdır. Böyle bir örgütün üyelerinin bu ortak özelliği karşısında, işçilerle aydınlar arasındaki ve hele ayrı ayrı meslekler arasındaki her türlü ayrım kesin olarak silinmelidir. Besbelli ki, bu örgüt, pek geniş tutulmamalı ve olabildiğince gizli olmalıdır.”
Böyle bir örgütün oluşturulabilmesi için atılması gereken ilk adım, “kolektif bir propagandacı, kolektif bir ajitatör, aynı zamanda kolektif bir örgütleyici” olan ülke çapında merkezi bir gazetenin yayınlanmasıdır.
‘Ne Yapmalı’nın tarihsel önemi konusunda Bolşevik Parti Tarihinde şu tespitler yapılmıştır:
“1) Marksist düşünce tarihinde ilk olarak, oportünizmin her şeyden önce işçi sınıfı hareketinin kendiliğindenliğe tapmaya ve sosyalist bilincin işçi sınıfı harekeli içindeki önemini küçümsemeye dayandığını göstererek, oportünizmin ideolojik kaynaklarını temellerine kadar açığa çıkardı;
2) Teorinin, bilincin önemini ve işçi sınıfının kendiliğinden hareketini devrimcileştirici ve önder güç olarak partinin önemini tüm büyüklüğüyle ortaya koydu;
3) Marksist partinin işçi sınıfı hareketi ile sosyalizmin birleşmesi olduğunu söyleyen temel Marksist tezi parlak bir şekilde gerekçelendirdi;
4) Marksist partinin ideolojik temellerini parlak bir şekilde ortaya koydu.
‘Ne Yapmalı’ da geliştirilen teorik tezler, daha sonra, Bolşevik Parti’nin ideolojisinin temelini oluşturdu.” (Bolşevik Parti Tarihi, Sayfa 54-55)
İşte Ne Yapmalı’nın gerçek önemi budur. Ne Yapmalı’da oluşturulan ideolojik temel üzerinde şekillenen Bolşevik Partisi, üç büyük devrim içinde yolunu şaşırmadı, sosyalizmi muzaffer kıldı. Bu ilkeler bugün de evrensel bir geçerliliğe sahiptir ve bütün gerçek işçi partilerinin de temel ilkeleri olmaya devam etmektedir.
V.I. Lenin, Ne Yapmalı’da şunları da yazmıştır:
“Tarih bizi şu anda herhangi başka bir ülkenin proletaryasının karşı karşıya kaldığı bütün ivedi görevlerin en devrimcisi olan bir görevle karşı karşıya getirmiştir. Bu görevin yerine getirilmesi, yalnızca Avrupa gericiliğinin değil, Asya gericiliğinin de bu güçlü kalesinin yıkılması, Rus proletaryasını, uluslararası devrimci proletaryanın öncüsü yapacaktır.”
Bugün, yaşadığımız yüzyılın son on yılında, Türkiye proletaryasını ve devrimcilerini aynı türden zor ve şanlı bir görevin beklediğini söylemek için yeterince neden vardır.
Devrim bulutlarının ülkemiz üzerinde yoğunlaştığı günümüz koşullarında bu saptama, hayalci bir saptama olarak görülemez.
Emperyalist burjuvazinin Kruşçevizmden Euro komünizme, Gorbaçovculuğa, revizyonizmin her soydan izleyicilerinin açık desteğinde Marksizm’e karşı sürdürdüğü tarihte görülen en kapsamlı karşı devrimci kampanyaya karşı mücadele de bugün Ne Yapmalı’da öne sürülen ilkelerin daha da büyük bir azim ve cesaretle savunulmasını gerektiriyor.
Ne Yapmalı bugün, bu perspektifle okunduğunda, öğrenmek isteyenler için çok şey öğretmeye devam ediyor.
Mart 1991