· Türk-İş yönetiminin “savaşa hayır” politikası sahte ve ikiyüzlüdür.
· Egemen sınıfların savaş kışkırtıcısı politikalarına karşı çıkılmadan ‘Savaşa Hayır!’ sloganı gerçek içeriğine kavuşamaz.
· Sosyal Demokrat sendika merkezleri işçileri yasallığa hapsetmeye çalışıyorlar.
· Sendika Şubeler Platformu, savaşa karşı mücadelenin önemli bir gücü olmaya adaydır.
· Belediye işçileri iki saat iş bıraktı.
Ortadoğu krizi patlayıp TC Devleti ABD safında Ortadoğu’da savaşmaya aday olduğunu açıkladıktan sonra ilk savaş tokadı işçi sınıfının suratında patladı: Harb-İş’in ABD işyerlerindeki grevi ertelendi. Goodyear, Brisa ve Pirelli Fabrikalarında devam eden lastik grevi ertelendi. Gerekçe: “Milli Güvenlik'”. Bunu ABD emperyalizmi ve uşaklarının güvenliği olarak okumak gerekiyor. Grev yasaklama kararının daha mürekkebi kurumadan Türk-İş Gnl. Sekreteri ve Tek-Gıda-İş Gnl. Başkanı Orhan Balta bir açıklama yaptı ve bu kararı anlayışla karşılayacaklarını, konu “ülkenin güvenliği” olunca daha çok şeyi anlayışla karşılayacağını ifade etti. Ardından Türk-İş Yönetim Kurulu grev yasaklarını ‘eleştirdi’. Böylelikle burjuvazinin savaş çığırtkanlığı politikasının işçi sınıfına yönelik ilk fiili saldırısı cevapsız kaldı.
Türk-İş Yönetim Kurulu, lütfen savaşa karşı olduğunu açıkladı. Petrol-İş Sendikası’nın savaş tehlikesi nedeniyle Olağanüstü Başkanlar Kurulu toplantısı yapma önerisine kulaklarını tıkayarak sorunu olağan toplantıda ele almak üzere bekleme yoluna gitti. Türk-İş Yönetim Kurulu 24 Ağustos’ta yaptığı basın toplantısında savaşa karşı tutumunu açıkladı. Türk-İş’in Ağustos ’90 tarihli yayın organında basın açıklaması ile birlikte Türk-İş’in tutumunun açıklaması yer aldı.
Özetle, Türk-İş Yönetim Kurulu, DYP ve SHP gibi muhalefet partilerinin politikalarına paralel bir tutumla “savaşa hayır” diyordu.
Türk-İş, “Türkiye’nin şu ana kadar BM kararı çerçevesinde başlattığı ambargo uygulamasını ödünsüz sürdürmesinden yana”ydı. Türkiye sıcak bir savaşa katılmamalıydı. Şevket Yılmaz’ın önerisi ile ICFTU’nun (Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu) Asya-Pasifik Bölge Örgütü APRO Irak’ın Kuveyt’i işgalini kınamıştı. Dergide ICFTU’nun Saddam’a çektiği telgrafa da yer veriliyor. Önce telgraf aktarılıyor. “Ülkenizdeki yabancıların rehine olarak tutulup, savaş siperi gibi kullanılmaları, çağımızda görülmemiş bir barbarlıktır.” Ardından Türk-İş bu duygulara aynen katıldığını belirtiyor. Saddam’ı hizaya getirmek için savaş çıkarılabilir ama biz taraf olmayalım deniyor ve Türkiye’nin tavrı “kararlı” olarak nitelendiriliyor.
Yukarıda özetleyerek aktardığımız Türk-İş’in tutumu savaşa sahte ve ikiyüzlü onay tavrıdır. İki sayfalık metinde Irak defalarca kınanır, ‘barbar’ ve ‘saldırgan’ olarak nitelendirilirken ABD emperyalizmi tek bir tümceyle bile eleştirilmiyor. Türk-İş, tutumunu ABD yönünde belirlemiştir: Irak’ın karşısında ve ABD’nin yanında. Bu durumda “savaşa taraf olmayalım” sözleri demagojiden başka bir anlama gelmez.
Hem “savaşta taraf olmayalım” diyeceksin, hem de “BM kararı çerçevesinde” ödünsüz bir ambargo kararından yana olacaksın! Nedir Birleşmiş Milletler? Uluslararası hukukun aldatıcı sözleriyle cilalanmış emperyalist bir parlamento. Kapitalist-emperyalist ülkelerin ‘milletvekillerinin’ toplandığı ama sadece irice olanlardan beşinin veto hakkı olduğu asma yaprağı bir “parlamento”. Dünyanın başkaldıran halklarına idam fermanları çıkartan, “kalem kıran” bir parlamento. Türk-İş savaş kışkırtıcı politikanın BM kararları çerçevesinde sürdürülmesini istiyor. BM çerçevesinde alınacak bütün kararlara onay çıkarıyor. Irak’a yönelik ambargo ve askeri abluka kararlan çıkaran BM, 21 Filistinlinin İsrail askerlerince katledilmesine karşı göstermelik bir kınama karar çıkarıyor. BM kararlarını bağlayıcı kabul etmek, uluslararası yasalarla maskelenmiş emperyalist politikaya onay sermektir. Türk-İş bunu yapıyor.
Türk-İş, Irak’ı saldırgan ve barbar olarak niteliyor ve Kuveyt’ten çekilmeye çağırıyor. Krizi bahane ederek 200 bini aşkın askeri, modem silahları ve uçaklarıyla bölge topraklarına yerleşen, gitmeye de niyetli olmadığını açıklayan ABD emperyalistlerine “Ortadoğu’da ne işin var?” diye soramıyor. Çünkü Türk-İş, faşist gericiliğin ABD uşağı politikasına gizli destek veriyor. İsrail’in suç ortağı, Vietnam’ın kirli savaşçısı, Panama ve Liberya işgalcisi ABD hoş görülüyor.
Türk-İş gerçeklerin üzerinden atlayıp BM saçağı altına gizleniyor. Yarın bir savaş patlarsa BM kararlarına dayanarak kendi burjuvazisini destekleyebilsin diye.
Türk-İş Yönetim Kurulu, basın açıklamasını TBMM’yi toplantıya çağırarak sonluyor. Petrol-İş’in Başkanlar Kurulu toplantısı önerisini kabul etmeyen Ş.Yılmaz 1,5 milyon işçiyi harekete geçirebilecek potansiyele sahip sendikaların başkanlarını toplantıya çağırmıyor ama TBMM’yi toplantıya çağırıyor.
Bugün ‘toprak bütünlüğü’ diyenler, yarın sermayenin çıkarı için savaşa gireceklerdir.
İşçiler ve tabana yakın sendikacılar arasında mücadele ve savaş-karşıtı eğilimin güçlendiği koşullarda, 24-25 Eylül günleri, Türk-İş Başkanlar Kurulu toplandı. Hükümeti eleştirerek toplantıyı açan Ş.Yılmaz muhalefet etmenin sınırlarını da çizmiş oluyordu: Sorun hükümet değişikliğidir, hükümeti eleştirin, erken seçim isteyin; eylem istemeyin. Tabandaki hoşnutsuzluğu çatallaşmış zayıf bir sesle başkanlar kuruluna taşıyan bazı sendika başkanları, önerileriyle itibar bulmadılar. Türk-İş Başkanlar Kurulu, 30 Ekim’de tekrar toplanarak bir ‘eylem programı’ oluşturma kararıyla sonuçlandı.
Türk-İş “eylem kararları” alınacak toplantıyı ileri atarak yeni bir “mücadele dönemi” başlatıyordu. Savaş tehlikesinin kapımızı kırarcasına çaldığı, bütün işkollarında süren ve başlayacak olan TİS görüşmelerinin tıkanma eğilimi gösterdiği bir sırada başkanlar kurulu toplantısı ilerde eylem karan almak üzere dağıldı. İşçi sınıfının yakından tanıdığı oyalama, karar almama, aldığı kararları hayata geçirmeme taktiği…
Türk-İş Başkanlar Kurulu sonucunda alınan kararlarda “Körfez krizi sorununun savaşa başvurulmadan çözülmesi dileği” belirtiliyor ve ekleniyor “… toprak bütünlüğünün savunulması dışında ülkemizin herhangi bir şekilde bu savaşın içine sokulmasına kesinlikle karşı”yız. (abç)
Güncel savaş tehlikesini egemen sınıfların savaş kışkırtıcı politikalarından yalıtarak genel bir “toprak bütünlüğünü savunma” olarak ele almak, gelecekte izlenecek savaş şakşakçısı politikanın zeminini bugünden hazırlamaktır.
Ülkemiz egemen sınıflan, militaristler ve Özal, ABD’nin jandarması rolünde büyük bir şevk ve ataklıkla kendilerini emperyalist savaş girdabına atmaya hazırlıyorlar. Onları zapt edilmez bir arzuyla savaş bataklığına çeken şey, emperyalizmin ekonomik ve askeri çıkandır. Olası bir savaşta faşist rejimin izleyeceği politika, bugün izlenen emperyalist uşağı, savaş kışkırtıcısı politikanın doğrudan devamı olacaktır. Özal’ın ağzından savaş çığlıkları atan egemenler bugün ne kadar haksızlarsa, savaşta bir kez daha haksız olacaklardır. Bu savaş ister uzak Arap çöllerinde ister Anadolu içlerinde cereyan etsin; bütün koşullarda, egemen sınıflar açısından haksız bir savaş olacaktır. Savaşın haklı ya da haksızlığını belirleyen şey, üzerinde gerçekleştiği topraklar değil, izlenen politikalar, bu politikaların hangi sınıfa hizmet etliğidir. Bu savaş, “bizim” topraklarımızda olsa bile, başımızda Özallar, faşist militaristler oldukça haklı bir savaş olmaz. ‘Anavatanın savunulması’ ‘toprak bütünlüğünün savunulması’ gibi gerekçeler altında savaşa girmek, kan dökücü emperyalizmin ve burjuvazinin suç ortağı olmak demektir.
Proletaryanın tavrı kayıtsız şartsız şudur: Haksız savaşın devrimci iç savaşa çevrilmesi. Silahların kendi burjuvazimize çevrilmesi. Savaşın kaynağı olan emperyalistler ve uşaklarıyla hesaplaşmadan barış ve toprak bütünlüğü mümkün değildir.
Tarih, burjuvazinin yedeğinde savaşa giren ‘işçi önderleri’yle olduğu kadar, namlularını emperyalist burjuvazilerine yöneltip emperyalist savaşı iç savaşa çevirenlerle de anılardadır. Ülkemizin de hem Kautskyleri, Vandervaldeleri; hem de Rosa’ları, Liebnechtleri olacaktır.
Haksız savaşa burjuvazi safında asker yazılmak için bugünden ‘toprak bütünlüğü’, ‘yurt savunması’ lafları edenleri emperyalizmin uşağı ve alçak saymak proletaryanın hakkı ve görevidir.
Sosyal demokrat sendikalar ve savaş
Aralarında çeşitli konularda farklılıklar olmakla birlikte tavır benzerliği içinde olan bu sendikalar çaresizlik içindedirler. İki cami arasında beynamaz. Bir yandan tabanın tepkisi ayaklan altındaki toprağı yakıcı hale getirirken diğer yandan Konfederasyon içinde öne çıkma kaygısı.
Bu sendikaların politikalarının özü, tabanın ve tabana yakın sendikacıların mücadele eğilim ve isteklerin yasal kanallarda eritilmesidir. Özal ve hükümetin politikasından kendileri de hoşnut olmayan, savaşın getireceği yasak ve sıkıntılardan rahatsızlık duyan bu sendika merkezleri, tabandan öfkeli homurtuların yükseldiği bu sıralar, “genel grev” “savaşa hayır” temalarını bolca işliyorlar.
Bu sendikaların yaptıkları 19 sendika genel merkezinin imzasını taşıyan basın açıklamasında, Irak’ın Kuveyt’i işgali onaylanmadığı gibi, ABD’nin ve diğer emperyalist güçlerin işgalci politikaları da kınanıyor. Açıklamada “bir avuç kapitalistin çıkan için binlerce emekçinin kanının akıtılmasına hayır” deniyor, “Savaş tehlikesi ve milli beraberlik perdesi altında sendikal yasaklar protesto” ediliyor. Fakat her ne hikmetse bu protestolar bir türlü eyleme dönüşmüyor. Bu sendikacılar, yasalar içine hapsolmuş eylemlerle, hem tabanı yatıştırmak hem de hükümeti rahatsız etmek ve bu yolla erken ya da olağan bir genel seçimle hükümetin değişmesini sağlamaktır. Yeni hükümet, yasalarda çalışma hayatına ilişkin ve diğer yasaklan kaldıracaktır!
Savaş bulutlan ülkemiz üzerinde yoğunlaşırken bu sendikalar, basın toplantıları dışında dişe dokunur bir şey yapmadılar. Bunların eylem programları da Türk-İş Başkanlar Kurulu’nda çıkacak kararlara bağlı. Genel eğilimleri. Başkanlar Kurulu’nda çıkacak ‘eylem programına uymak’ yönünde. Tabii bazı kararların bakanlar kumlundan geçmesi için öneriler götürecekler.
İstanbul Sendika Şubeleri Platformunun tutumu
İşçi sınıfına yakın ve ağırlıklı olarak tabanın eğilim ve yönelimlerini temsil eden sendika şubeleri ve sendikacılardan oluşan bu birlik, savaşa karşı yükselecek mücadelenin bileşke güçlerinden biri olmaya adaydır. 90 1 Mayıs’ında bu birlik içinde 40’tan fazla sendika şubesi varken, şimdi daha az şubenin katılımı söz konusudur. Diğer birçok faktöre sendika platformunun bünyesinde taşıdığı zaaflar da eklenince beklenen fonksiyonunu yerine getiremedi. Bir yandan daralmayı önleyemezken, diğer yandan sağlıklı bir iç işleyişe kavuşamadı.
Sendika Şubeleri Platformu, verdikleri ilan ve yaptıkları basın açıklaması ile tutumlarını açıkladılar. Sendika şubeleri, işçilerin savaşa karşı daha duyarlı hale getirilmesi ve hazırlanan savaş karşıtı bildirinin bütün işyerlerinde okunması, bütün işçi toplantılarında savaş konusunun gündeme getirilmesi yönünde görüş birliğine vardılar. İstanbul’da bulunan 36 sendika şubesi 24-25 Eylül’de yapılan Türk-İş Başkanlar Kurulu’na hitaben bir çağrı yayınladılar. Çağrıda Türk-İş yöneticileri ve sendika genel başkanları, sendikal sorunlara ve savaş tehlikesine karşı sorumluluklarını yerine getirmeye çağrılıyordu. Sendika şubeleri ayrıca şunları söylüyordu: “Böyle bir dönemde Türk-İş yönetimi ve sendika genel merkezleri üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmemektedirler. Türk-İş Genel Kurul kararları nerede? Bu kararlar ne zaman hayata geçirilecek? Genel grev kararının hayata geçirilmesi için daha hangi koşulların oluşması bekleniyor?”
Sendika Şubeler Platformu, işçilerin katılımıyla savaşa karşı neler yapılabileceğini konuşmak ve kararlar almak amacıyla bir toplantı yapma kararı aldı. Bu toplantı, 90 1 Mayıs’ı öncesinde olduğu gibi şube yöneticileri, işyeri temsilcileri ve ileri işçilerin katılımıyla gerçekleşecek, temsilcilere de konuşma hakkı tanınacak ve sonuçta kararlar alınacaktı. Fakat yasal bakımdan böyle bir toplantı ancak bir sendika genel merkezi tarafından düzenlenebiliyordu. Sözlü olarak 29 Ekim üzerinde anlaşılmış ve birçok sendika genel başkanı da olumlu cevap vermişken, karar vermek üzere bir araya gelen 6 sendika genel başkanı “Nasılsa 30 Ekim’deki Başkanlar Kurulu’nda sorun görüşülecek” gibi bir gerekçeyle toplantıyı yapmama kararı verdiler. Türk-İş’in oyalama taktiği iyi öğrenilmiş.
Şubeler Platformunun sendika genel merkezleri üzerinde etkili olabilmesi, onları harekete geçirmeyi başarması, daha çok şubenin bir araya getirilmesi ve bu şubelerin üyeleriyle sıcak bir iletişim yaratmalarıyla mümkün olabilir, yığınsal eylem gerçekleşebilir. Bu konuda, sendika şubelerinin güçlerim üyelerinden aldığını hatırlatan Deri-İş Kazlıçeşme Şube Başkanı Ali Gündoğdu şunları söyledi:
“Şube yöneticileri, Sendikalar Platformunda sadece duyarlı kişiler olarak değil, aynı zamanda üyelerini temsilen de bulunmaktadırlar. Bunun için işçileri ve işyeri temsilcileriyle birlikte kararlar almalı, alınmış kararlarla Platforma gelmelidirler.”
Belediye işçileri iki saat iş bıraktı!
Belediye-İş Sendikası’nın 1 Nolu, 2 Nolu, Beyoğlu Şubeleri savaşa karşı çeşitli eylemler yaptılar. En başta kendi işçi ve işyeri temsilcileriyle birçok toplantılar yaparak çeşitli kararlar aldılar. Savaş sorununu gündemin baş sorunu olarak ele alan belediye sendika şubeleri işyerlerinde eğitim toplantıları düzenlediler, slayt ve tiyatro gösterileri yaptılar. İşyeri temsilcileriyle toplanarak çeşitli kararlar aldılar. Bu şubelerin kararları arasında bazı farklılıklar olmakla birlikte şu ortak kararlar sayılabilir.
– İşyerlerinde emperyalist savaşa hayır komiteleri oluşturulması
– Savaşa karşı çeşitli eğitim toplantıları düzenlenmesi
– Basın açıklamaları yapılıp bu açıklamaların tüm Belediye-İş Şubelerıne yollanması
– Gnl. Merkez’e çağrı yapılarak eyleme zorlanması
– Sendika Şubeleri Platformuna önerilerle gidilip harekete geçirilmesi
– Ortak miting yapılması
– Kademeler halinde üretimin düşürülmesi. (İşe geç gelme, vizite, iş yavaşlatma ve üretimi durdurma)
Bunların bir sonucu olarak Belediye-İş 1. 2. Nolu Şube ile Beyoğlu ve Mezbaha şubeleri 28 Eylül’de 2 saat iş bıraktılar. İlgili sendika şube yöneticilerinin ifadesine göre 15.000 civarında işçi bu eyleme katıldı. Bazı işyerlerinde bu iş bırakma gösteriye dönüştürülerek Amerikan bayrakları yakıldı.
15 bin işçinin katıldığı bu iş bırakmanın basında ve kamuoyunda kayda değer bir yer bulmayışını 2 Nolu Sb. Sekreteri Hilmi Karaoğlan şöyle açıkladı:
“İşkolumuzun niteliği gereği iki saatlik bir iş bırakma hizmeti aksatmaya yetmiyor, örneğin bahçenin iki saat sulanmaması, iki saat boyunca çöp toplanmaması halk tarafından görülmüyor. Basının da Belediye-İş’e karşı aldığı tutum eklenince 15 bin işçinin iş bırakması ya hiç yansımıyor ya da çok az yansıyor.”
Belediye-İş 1 Nolu, 2 Nolu ve Beyoğlu Şubeleri işyerlerinde emperyalist savaşa hayır komiteleri oluşturdular. Bu komitelerin niteliği konusunda 2 Nolu Şube Başkanı Zülfü Karaağaç ve Beyoğlu Şube Başkanı Hıdır Bal benzer açıklamalar yaptılar. Bu komiteler işyerleri temelinde örgütlenen, o işyerindeki bütün çalışanların oyuyla seçilen, seçenlere karşı sorumlu organlardır. Bu komiteler kendi aralarında bir üst kurul seçerek çalışmalarını koordine etmektedirler.
İzlenimler…
Bu araştırma kapsamında İstanbul’da onlarca sendikacı, işyeri temsilcisi ve işçiyle konuşuldu; işçi toplantıları, sendika kongreleri izlendi.
Edinilen ilk izlenim şu ki: Bütün işçiler savaşa karşı. Bu kesin. Örneğin Gedik Holdingden işyeri temsilcisi Mustafa Bingöl duygularını şöyle anlattı: “Biz işçiler savaş istemiyoruz. Savaşın çıkması işçi haklarının yok olmasıdır. Zaten on senede bir ücretlerimizi kesiyorlar, sendikamızı kapatıyorlar. Bir de bunların üstüne savaş çıkarıp haklarımızı geri almak istiyorlar.”
Üç sendikanın Kartal’daki birleşme toplantısında Otomobil-İş Genel Başkanı C. Özdoğan’ın konuşması en çok savaş konusunda alkış aldı. C. Özdoğan’ın “Siz, petro-dolarlar için, silah tekelleri için, emperyalistler için savaş istiyor musunuz?” sorusu üzerine bütün salon bir ağızdan haykırdı:
“Hayır!”
İşçiler Amerikanın emperyalist çıkarları için Arap çöllerinde savaşmak, yeni Yemen türküleri dinlemek istemiyor. Peki, bu savaş Arap çöllerinde değil de Anadolu içlerinde çıkağında işçiler aynı kesinlikle “Savaşa hayır!” diyebilecek mi? Savaşa hayır sloganı devrimci iç savaş sloganıyla birleştirilmedikçe gerçek içeriğine kavuşamaz. Unutmamalı ki, emperyalist tekeller için savaş pekâlâ bizim topraklanınız üzerinde de gerçekleşebilir.
İşçilerin savaşa karşı eyleme geçmeleri savaşın faturasının sutlarına yıkıldığım, savaşın ekonomik kayıplara yol açtığının kavranmasıyla mümkün. Görev: Savaş tehlikesi ile ekonomik saldırılar arasındaki ilişkiyi gözler önüne sermek. Savaş tehlikesi, bütün ekonomik ve demokratik haklan kaybetme tehlikesidir. İşçi sınıfı ve emekçi sınıfların bütün sorunları buna eklenmiştir. Bunun en güzel örneklerinden biri Kristal-İş Topkapı Şube Kongresinde yaşandı. İşçiler, savaşın faturasının neler olacağını anlattılar ve savaşa karşı bir önergeyi kongre kararı olarak resmileştirdiler.
Sendikacılar istesin ya da istemesin savaş, bütün sendika ve işyeri toplantılarının baş gündemi oluyor. İşyerlerinin yıkılması sorunuyla karşı karşıya bulunan Deri-İş Kazlıçeşme Şubesi, 100’ü aşkın genişletilmiş temsilciler toplantısında savaşa karşı tavırlarını tekrarladılar.
Savaş nasıl önlenebilir? Sorusuna verilen cevap ortak bir ifade ile şöyleydi: Üretimden gelen gücün kullanılması, GENEL GREV
Cibali Tekel’den bir kadın işçi: “Savaşı önleme mücadelesinde dar eylemlere şans tanımıyorum. Bir sendika eylem kararı aldığında, bu eyleme sadece belirli bir siyasal eğilimi olan insanlar katılıyorsa yığınsal olmaz; etkili de olmaz.” Peki, genel grev için ne diyordu? Cevap: “Eğer işçilerin ekonomik taleplerinden yola çıkılır, savaş tehlikesiyle birleştirilebilirse genel grev olanaklı bir eylem olur.”
Belediye-İş Beyoğlu Şube Başkanı Hıdır Bal;. “Taban hazır, sendikacılar oyalıyor.”
Deri-İş Kazlıçeşme Şube Sekreteri Musa Servi: “Tabana yakın sendikacılar tabanı duyarlı kılar, yönetimi zorlarsa genel grev önünde engel göremiyorum.”
İşçiler ve sendikacılar genci grevden yana. 60 bini aşkın işçinin üyesi bulunduğu Petrol-İş Sendikası Genel Sekreteri Hüseyin Doğdu, sendikalarının düşüncesinin genel grev yönünde olduğu belirtiyor ve ekliyor
“Artık mevzi mücadeleleri, birleşmiş sermaye sınıfına karşı yeterli olamıyor.”
30 Ekim’deki Türk-İş Başkanlar kurulundan mücadele kararları çıkabilir mi? Bu soruyu yönelttiğimiz işçiler ve sendikacılar önce alaycı bir şekilde gülüyor, aramdan umursamaz tarzda sürdürüyorlar
“Oradan bir karar çıkmaz, çıksa da uygulanmaz!”
Bu konuda Belediye-İş 2 Nolu Şube Başkanı Zülfü Karaağaç’ın dedikleri şunlar:
“Başkanlar Kumlundan bazı kararlar çıkabilir. Fakat önemli olan alınan kararların hayata geçirilmesidir. Türk-İş daha önce de çok kararlar aldı. Hepimizin bildiği gibi uygulanmadı”.
Diğer emekçi sınıflar işçi sınıfının sesine kulak kabartıyorlar. Bütçeden memurlara sadece % 20’lik ücret anısı çılanca 19 Ekimde Anakent Belediyesi önünde toplanan 300’ü aşkın memur ellerinde “Körfez Krizi Emekçilere Ödettirilemez!” yazılı pankartlar taşıyarak gösteri yaptılar. Aynı saatlerde Beyoğlu Belediyesinde memurlar yemek boykotu ve ardından bahçede gösteri yaptılar.
Sağanaklar halinde savaş zamları yağıyor savaş kuponları ve savaş vergileri kesiliyor. TİS görüşmeleri tıkandı, tıkanıyor; görüşmelerde patronlar birleşik bir cephe halinde işçi tarafı karşısına çıkıyor. İşçiler ve tabandaki sendikacılar öfkeli. Diğer emekçiler gözlerini işçi sınıfına çevirmiş durumda. Eyleme dönüşmeye aday şiar GENEL GREV.
Kasım 1990