1789 Fransa’sında, burjuva devrimiyle birlikte insan hakları, eşitlik ve özgürlük talepleri savaşımında yoğun biçimde toplumun gündemine gelmiş sorunlardan biri de kadının özgürlüğü ve erkekle eşitliği sorunu; insan hak ve özgürlükleri sorunuyla sıkıca bağlı olan bir sorun.
Erkeklerle eşit hak savaşımında o güne kadar benzeri görülmemiş ender bir cesaret, devrimci, siyasal toplumsal bilinç ve çağlarda birikmiş bir inatla ön saflara atılmış Fransız kadın örgütleri, önderleri arasında yer alan OLYMPEDE GEOGES’i, ROSE LACOMBE’u giyotine götüren unutulmaz kahramanlıklara, eşsiz savaşçı kadın kişiliklerine ve şoven burjuva cellâtlara tanık oldu. Kadınlardan yükselen parlak devrimci ses, az sayıda da olsa parlamenterden politikacıya, bilim, sanat ve edebiyatın ünlü simalarından sıradan insana kadar destek buldu. Ama bununla sınırlı kalmadı, başta insan haklan dostu Fransız erkekleri olmak üzere, hemen hemen dünyanın pek çok ülkesinde az ya da çok azımsanmayacak düzeyde ilgi görüp yankılandı.
Kadın özgürlüğü ve eşit hak talebi bu dönemi izleyen yıllarda, daha da gericileşen şoven burjuvazi tarafından kan ve vahşetle bastırıldı, ama büsbütün söndürülemedi. Yakılan ateş, zulmün şiddetine karşın varlığını sürdürüp büyümeye devam etti. Daha sonraki tarihsel süreçlerinde kıta Avrupa’sına yayılan işçi hareketleriyle birleşip dayanıştı. Sosyalist politikanın başlıca sorunlarından biri olarak sosyalistlerin programlarındaki saygın yerini aldı. Bu ilkeli tutum, değişik ülkelerde, birbirinden farklı kültürlerde ve farklı tarihsel koşulların güncel politikalarında biçimsel farklılıklar göstermekte birlikte sosyalistlerin kadının kurtuluşuna ilişkin politikasının özsel niteliğini değiştirmedi.
Emeğin kurtuluşu temelinde kadın ve işçinin kurtuluşu, anayurdun kurtuluşu ve özgürlüğü, kadın erkek her yurttaşın, -insanın kurtuluşu- sorununun sıkıca birbirine bağlı, kopmaz parçaların bütünlüğü olarak değerlendirilmesi; bu mantıksal saptamanın yaşanan tarihsel olgularla doğrulanması kesinlikle göz ardı edilemez. Bu konuda zengin birikimler sunan tarihsel gerçeklik, kadının kurtuluşu yolunda tercih ye yönelimin şaşmaz stratejisinin belirlenmesinde paha biçilmez değerdedir.
Daha o dönemde, işçi ve kadın hareketlerinin Avrupa kıtasını sarstığı geçen yüzyılda sosyalistlerin, kadın sorununun çözümüne ilişkin parlak saptamalarına bakınca, zamanın ölçülerine göre oldukça kapsamlı, çok boyutlu, derin anlamlar içeren öngörüleri işaretlemesi bakımından yadsınamaz.
Sosyalist politikanın damgasını taşıyan bu doğru tutum, yüzyılımızın başında, 1917 Ekiminde, Rus Çarlığı’nın hüküm sürdüğü topraklarda gerçekleşen sosyalist devrimle birlikte billurlaşmış ifadesini bularak açıkça doğrulandı. Programlarına uygun olarak komünistler, kadın-erkek her Sovyet yurttaşının kayıtsız-şartsız eşitliğini ilan ettiler. Ama bunu burjuva toplumun yasalarında olduğu gibi yasaların bir süsü olarak değil, yeni sosyalist toplumun niteliğinin canlı içeriği olarak yaşama geçirdiler. Kadın-erkek her Sovyet yurttaşının olabildiğince geniş ve yoğun, örgütsel, siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel, bilimsel ve sanatsal faaliyetini yürütebilmesi için gereken maddi-manevi dünyanın yaratılması sorunu ve çabasının her iki cinsin ortak faaliyetinin ürününde yattığı gerçeğinin yetkin kavranışını da sağladılar.
Bu, sosyalist toplumun çok yönlü inşası, geliştirilip ilerletilmesi, derinleştirilmesi, yükseltilip taçlandırılması faaliyetini de içeriyordu. Bu nedenle, o güne kadar var olan cinsiyetçi değer ve ölçülerin maddi temeli, yeni insanın oluşmasının önündeki engelleyici niteliğinden dolayı, yeni toplumun demokratik ruhuna, insancıl amaçlarına ve devrimci stratejisine uygun olarak, kısa sürede kaldırılıp ait olduğu eski toplumun tarihine bırakıldı. Bütün ataerkil çağlar boyunca, egemenliğini sürdürmüş erkek değer ölçülerince “ikinci sınıf’ sayılan kadını, bütün modern toplumların en moderni olan sosyalist toplumu, özgürlükler ve eşitlikler dünyasının insanı olarak tarihte ilk kez yaşamın yeni ayrımsız yoluna, cinsler eşitliğinin geniş düzlüğüne çıkardı.
Eşitsizliği, özgürlüksüzlüğü, sömürü ve fuhşu, bireyin maddi, manevi yozlaşmasını dışlayan cinsler eşitliği, yalnızca sosyalist topluma özgü insan ilişkilerinin başarabileceği psikolojik devrimi de bağrında taşıyordu. O, bu yönüyle de, dünyanın bütün özgürlüksever kadınlarını, genç yaşlı her meslek ve sınıftan sayısız ilerici kadını, öğrenimli ya da öğrenimsiz eşitlik sever bütün kadınları yürekten etkiledi; onların yüce ülkülerini besledi ve göndere çekilmiş bir bayrak olarak derinden esinledi. Bugün de esinlemeye devam ediyor. Dünyanın ilk kadın büyükelçisi ALEKSANDRA KOLLANTAl, uzayın ilk kadını VALENTİNA TERESHKOVA, üretim demokrasisinin ünlü kişiliği Stakhanov yoldaş, MARIA DEMTCHENKO, sosyalizmin şanlı çağının belleklere yerleşmiş unutulmaz simgelerinden yalnızca birkaçı.
Bütün bu tarihsel gerçekleri göz ardı edenler ya da bilerek görmezlikten gelip kapitalizmin “ebediyeti” adına kadının kurtuluşu sorununu çarpıtanlar (özellikle toplumsal, kültürel, psikolojik ve İslamik bir olgu olarak erkek şovenizmini; bugün değilse yarın, eninde sonunda bu şovenizmle özleşecek olan burjuva feminizmini belirtmek gerek), geçmişin değerli kazanımlarını, paha biçilmez zengin deneylerini ve bize öğrettiği, her biri birer hazine değerindeki dersleri tek boyutlu bir bakışla algılayarak reddedenler kadının kurtuluşu sorununu tarihsel-toplumsal sürecinden koparmaya çalışıyorlar.
Zamanımızda, hâlâ birçoklarınca anlaşılmamış olan bu sorun, kadının kurtuluşunun ne olup ne olmadığı, neleri içerip neleri dıştaladığı, hangi boyutları gereksinip hangi alanları kapsadığı, neye yaslanıp ne tür bir ufka yönelmesi gerektiği ve hangi aşamaları gereksediği sorunudur.
Kuşkusuz, her dünya görüşünün her ideolojik kavrayışın, her toplumsal sistemin, özünde, kendince öngörülmüş ya da onaylanmış bir “kadın modeli” vardır; “erkek modeli” olduğu gibi. (Feodal Toplumda feodal oturmuş burjuva toplumunda burjuva) Ama cinsler ayrımına yandaş bir toplumda ortalama modeli aşmanın bedeli daha çok ve en ağır biçimde kadına ödetile-gelmekte.
Alışılmış modelin her karşısına çıkış, her kafa tutuş, onunla her uzlaşmama eğilimi ve çatışma, sözde istikrarlı toplumun, sözde istikrarlı ailenin istikrar bozucu etkenleri ve eylemleri olarak kaba ve vahşi yöntemlerle, çağa uygun görünümler altında mahkûm edilmeye çalışılıyor. Sosyalizmin azılı düşmanlarını ve kaypaklarını, dar kafalı burjuva, şoven, ırkçı, faşist, dinci her türden gerici gücü, bütün sahte ilericileri, sahte demokrat ve eşitlikçileri karşısında buluyor. Hatta kimi zaman kimlerin kadının kurtuluşuna yandaş, kimlerin kadının kurtuluşuna düşman olduğu sorusunun yanıtı bile birbirine karıştırılabiliyor. Bir dünya görüşünden ötekine, bir siyasal benimseyişten karşıtına, bir yaşam biçiminden diğerine, din savunucusundan ateist kişiliğe kadar neredeyse ayrılmazlığa varan bir erkek şovenizmi nüanslarına tanık olunabiliyor. Açık ya da gizli, ılımlı ya da keskin, erkeğin bugünkü konumunu onaylayıp sahiplenen bu tutum, kadının kurtuluşundan yana olmak bir yana olsa olsa burjuvazinin egemenliğini pekiştirmeye yarar; devrimci-demokrat mücadele içinse, etkisi küçümsenmeyecek düzeyde, gelişmenin her alanına indirilmiş bir darbe. Üstelik bugüne kadar kazanılmış, hakları da çiğneyebilen bir darbe.
Bunun ayırtına varılıp önemsenmeyişi, cinsiyetçi değerler sistemi ve kültürünün yeterince sorgulanıp cesaretle mahkum edilmesi faaliyetinin savsaklanması, bu uğurda gösterilen çabalara tepeden bakılarak hafife alınması, -yeni toplum, yeni insan- ülküsüyle omuz omuza veren ya da vermek isteyen dayanışık güçlerin birliğini parçalamada bütün diğer etkenlerden daha az zararlı değildir.
Birliğin bozulup güçlenmesini önleyen bu tür pürüzlerin -günümüz koşullarında göreceli de olsa- giderilmesi için her devrimci-demokrat örgüt, grup ve bireyin, her gerçek ilerici ve yurtseverin, kitlelerin demokrasisinden yana olan her birey ve hümanistin, gerçek hak ve adaletli savunan tüm öznelerin, yaşamın her alanında cinsler eşitsizliğine karşı seslerini yükseltmeleri gerekiyor. Bunu yapmayanlar ya da ikiyüzlü biçimde yapanlar, kendilerini, hangi ilerici sıfatla adlandırmış olurlarsa olsunlar, karşı-devrimci, gerici, şoven konumdan asla kurtulamazlar, Kürt halkının özgürlüğü sorununda şovenist olarak damgalanmaktan kurtulamayanlar gibi.
Günümüzde, bütün zamanlardan farklı, karmaşık ve yoğun biçimde Türkiye’nin gündemine gelmiş bir sorun olarak kadının kurtuluşu sorunu, cinsler eşitliği sorununun bugünkü aşaması, devrimci savaşımın olduğu kadar demokrasi mücadelesinin de kayıtsız kalamayacağı bir sorundur. Bu yönüyle de sahip olduğu zengin tarihsel mirasın (ulusal ve uluslararası mirasın) üzerinde açık ve kesin teorik çözüme kavuşturulmasını; bu doğrultuda yürütülecek pratik faaliyetini gereksinir.
Sorunun daha geniş kesimin zihninde açıklığa kavuşturulup kavranılmasına yardım edilmesi, var olan olanakların olabildiğince aşılıp görüşlerin daha da somutlaştırılması faaliyetleri herkesten daha fazla, zorunlu ideolojik tutarlılığın ve öncülüğün bir gereği olarak komünistlere, devrimci-demokrat güçlere ve bireylere düşer. Bu konuda daha fazla duyarlık ve etkinlik, ataerkil kusurlardan arınmada öncülük, kapitalizmin hizmetine, her türden cinsiyetçi değer ve ölçülere karşı sürüncemede bırakılmaz bir mücadele.
Bunu başarmanın önkoşullarından biri, daha bugünden, gelecekteki yaşamın yaratılması faaliyetini içeren toplumsal gelişme ve eylemlere özne olmak. Amaçlanan topluma, yenilenerek, yeni değerlerle gitme yükümlülüğü, kaygısı ve uğraşı, güzellik ve onuru, atılganlık ve erdemi herkesten çok bu öznenin ilgi odağıdır; kadının kurtuluşu sorunu da. Bu savaşıma özne olunan garantisi, cinsler arasında canlı, dürüst ve sağlam, gelişme ve ilerlemeye açık ortak bir dil oluşturulabildiği ölçüde, cinsiyetçi değerleri aşıp kurtulunabildiği oranda ve cinsleri kucaklayan bir mücadelenin kopmaz, dayanışık güçlerin kalıcı birlik çizgisini temellendirebilmekle mümkün olabilir.
Kadın ve erkeğin kurtuluşu için, bütün zamanlardakinden daha zengin, zorunlu ortak dili reddetmek ya da umursamamak, kadının kurtuluşunun ve dolayısıyla insanın kurtuluşunun yok oluşuna işaretle eş anlamlıdır; güven bunalımının sürdürülmesi yandaşlığıyla eş anlamlıdır.
Soruna “ufuktaki insanın sorunu” yargısıyla bakmak, bugünden ufka uyanan mücadele süreçlerini karartmak anlamını taşır. İdealdeki insan ilişkilerinin, nitel toplumsal dönüşümlerin bir ürünü olarak ortaya çıkabilecek kusursuz insan ilişkilerinin, tam anlamıyla bugünkü toplumda varolamayacağını herkes bilir; ama onun esinleyici rolünü inkâra kalkışmak kişiyi, burjuva insan ilişkileriyle gönüllü uzlaşma anlayışına ve gittikçe benimseyip onaylamaya kadar götürür.
Ufuk söndürülmediği sürece yaşamı aydınlatır.
Nisan 1991