‘70’li yıllarda strateji ve taktik üzerine hayli yoğun tartışmalar yapılmış, en azından ana çizgileriyle stratejik ayırımlar ortaya çıkmıştı. Taktik konularda ise, taktiğin ne olup olmadığı tartışılmış ama pratikte taktiksel ayrılıklar pek netleşmemişti. Dahası pek çok siyasi eğilim için savunduğu taktikle uyguladığı taktik çelişik olmasına karşın, o günün koşullarında, buna genel değinmelerle yetinilmişti. Ya da taktik ayrılıklarının pek önemi olmadığı gibi bir düşüncenin de etkisiyle önemsenmemişti.
Elbette ki, stratejik ayırım önemli hatta belirleyicidir, ama bir kere strateji belirlendikten sonra bu stratejinin zaferi taktiklerin ne ölçüde stratejinin başarısına yönelik olduğu belirleyici bir önem kazanır. Özellikle günümüzde, proletarya hareketi ile sosyalist hareketin birleşip birleşmemesinin hayati önem kazandığı koşullarda taktik ayrılıklar daha da önem kazanmaktadır. Ve son yıllardaki tartışmalar da bu nedenle taktikler üstüne olmaktadır. Bu yüzden, biz de bu yazımızda konuya bir yaklaşım getirmeye çalışacağız. Ve aynı nedenle daha çok Marksist taktik anlayışının ne olup olmadığı üstünde duracağız.
Sınıflar arasındaki savaş, iki ordunun birbiriyle savaşından “yüz kat” daha karmaşık bir savaştır, iki ordu arasındaki savaş, nihayet bu orduların sayısı, teçhizatları, moral durumları, deneyimleri başlarındaki komutanların yetenekleri vb. gibi birkaç temel unsur tarafından belirlenirken, sınıflar-arası savaş; karşıt sınıfların tarihsel ve toplumsal konumları, bilinç ve örgütlenme düzeyleri, mücadele deneyim ve yetenekleri, o andaki psikolojileri, ülke ve dünyadaki ekonomik ve siyasi krizin durumu, karşıt sallardaki ittifakların sağlamlığı ya da zayıflığı, önderliklerin niteliği, vb. gibi sayısız etken tarafından belirlenir. Bu yüzden de, küçük ya da büyük her savaşın bir stratejisi ve bu stratejiyi gerçekleştirecek bir dizi taktiği olmak zorundaysa, ordular arası savaştan “yüz kat” daha karmaşık olan sınıflar savaşı için strateji ve taktiklerin olması çok daha gerekli ve zorunludur, işte bu nedenledir ki; Marksizm, strateji ve taktikler, sınıf hareketinin sübjektif yanını sınırlandırır der.
Bilindiği gibi devrimin objektif yanı, proletarya ve onun partisinin isteğinden bağımsız olarak varolan gelişme sürecini ifade ederken, sübjektif yanı ise, objektif süreçlerin proletaryanın (proletarya partisinin) bilincinde yansıyan, proletaryanın içinde yer aldığı süreçleri ifade eder. Son tahlilde objektif yan belirleyici olmakla birlikte, sübjektif yan da süreçleri hızlandırma ya da yavaşlatmada belirleyici etken olur.
STRATEJİ VE TAKTİK
Strateji, her şeyden önce, objektif süreçlerin doğrultusunu inceleyen, iktidardaki gerici sınıflarla iktidarı ele geçirmeyi amaçlayan devrimci sınıfların toplumsal ve tarihsel konumlarını inceleyen Marksist teorinin ve bu teoriden çıkarılan öz üzerinde yükselen sınıfın hareketinin amacını (asgari ya da azami programı) açıklayan bir programın varlığını önkoşul olarak gerektirir. “Program stratejiye kılavuzluk eder ve ulusal ve uluslararası düzeyde mücadele eden güçlerin çözümlenmesi üstünde temellenir.” (Stalin)
Demek ki, devrimci bir stratejiye varabilmek ve devrimci taktikler uygulayabilmek için, her şeyden önce, devrimci bir teoriye ve teori üstünde yükselen bir programa sahip olmak gerekir. Ancak devrimci teori ve programın yol göstericiliğinde ilerleyen bir hareket devrimi başarma yeteneğine sahip olabilir.
Strateji ve bu stratejinin basan kazanması için uygulanan taktiklerin amacı egemen gerici sınıfların diktatörlüğünü yıkmak ve toplumun sınıfsız, baskısız, sömürüşüz bir topluma dönüşmesinin yolunu açmak olduğuna göre; Marksist bir strateji ve onun taktikleri, her şeyden önce, proletaryanın tarihsel olarak ortaya çıkmış en devrimci, burjuvazi ile uzlaşmadan devrimi sonuna kadar götürecek tek sınıf olduğu gerçeğine dayanmak zorundadır. Bu dayanak, kendisini taktiklerde de duyurur. Bu yüzden de taktiğin ne olacağını, nasıl uygulanacağını o andaki proletarya mücadelesinin durumu belirler.
Öte yandan proletaryanın tarihsel misyonu ulusal sınırlarla sınırlı değil, enternasyonalisttir. Onun tarihsel misyonunun yerine getirilmesinin aracı olan strateji ve taktikler de enternasyonalist bir öz taşırlar. Bu enternasyonalizm, hem ülke koşulları ile sınırlı olmamak, diğer ülkelerdeki mücadelenin çıkarlarını gözetmek, hem de başka ülkelerin deney ve derslerinden yararlanmak anlamındadır. Her ülkenin proletaryası için en gerçek enternasyonalizm kendi ülkesinde devrimi gerçekleştirmektir. Ama bu görev, diğer ülkelerde devrimin güçlenmesinin kendi ülkesinde de devrimin güçleneceği bilinciyle kavranırsa gerçek anlamını kazanır.
Stratejiler, planlar ve taktiklerin hazırlanmasında diğer bir ilke de dogmacılıktan, hazır reçetelerden, tarihsel paralellikler kurmaktan, bire bir karşılaştırmalardan kaçınmaktır.
Lenin, Nisan 1921’de, Kafkas komünistlerine şöyle diyordu: “Bizim taktiklerimizi kopya etmeyiniz, ama bu taktiklerin bu özgün özellikleri içermesinin nedenlerini, bunları ve bunların sonuçlarını hangi koşulların doğurduğunu kendiniz düşünüp çıkarınız.”
Dünyanın, olay ve olguların değerlenmesinin varolan koşullar içinde yapılması, Marksizm’in canlı diyalektiği ışığında; her somut durumun bağlantıları ve olanaklı bütün yönleriyle irdelenip, en uygun plan ve taktiklerin geliştirilmesi, taktiklerden beklenen faydanın sağlanması ve stratejinin zaferi için önkoşullardan birisidir. Elbette burada kastedilen, teoriyi küçümsemek değil, dogmatizmden kaçınmaktır. Aksi halde bir pragmatistle bir Marksist’in farkı kalmazdı. Sorun, Marksizm’i sosyal pratiğin hizmetine sokabilmek, somut koşulların somut tahlilini yaparak, mücadelenin sorunlarını çözümlemektir.
Bir önderlik, Marksist strateji ve taktiklerin bu temel dayanaklarını gözden kaçırmadığı ölçüde doğru bir stratejik hat, bu stratejiyi zafere götürebilecek taktikler geliştirme şansını elde tutabilir, proletarya ve emekçileri yeni bir dünya kurma yolunda seferber edebilir.
Bu ön açıklamadan sonra, şimdi artık, asıl konumuza, strateji ve taktikler konusuna dönebiliriz.
Devrimin aşamaları ve strateji
Sınıflar mücadelesi son derece karmaşık ilişkileri içerdiği gibi, aynı nedenlerden dolayı da, düz bir yol izlemez. Tersine sınıflar arasındaki bütün karmaşık ilişkiler mücadele alanına da yansır. Bu karmaşık ilişkilerin en genel ifadesi devrimin aşamaları olarak kendini ortaya koyarken, sınıf hareketinin yükseliş ve alçalışları olarak kendisini ortaya koyan süreçler bu karmaşık sınıf ilişkilerinin bir aşama içinde birçok kez değişen nispeten kısa süreli dönemleri olarak belirir.
Dünya ve ülkedeki nesnel süreçlerin incelenmesinin sonucu olarak belirlenen aşamaya karşılık gelen sübjektif etkeni strateji kavramıyla ifade ediyoruz. Stalin ünlü yapıtı Strateji ve Taktik adlı yapıtında strateji kavramını şöyle açıklıyor:
“Strateji, devrimin belirli bir aşamasında proletaryanın temel darbesinin yönünün tayin edilmesidir; devrimci güçlerin mevzilenmesine (temel ve ikincil yedekler) tekabül eden planın hazırlanmasıdır; devrimin belirli bir aşaması boyunca bu planı gerçekleştirme savaşımıdır.” (Strateji ve Taktikler Üzerine, s. 54) (abç)
Bu tanımdan anlaşılması gereken, (1) stratejinin devrimin belirli bir aşamasında, yani toplumda köklü dönüşümlerin gerçekleşmediği bir dönem boyunca, proletaryanın temel darbesinin doğrultusunun yönünü, (2) bu aşama boyunca proletaryanın etrafında birleştirilip mevzilendirilecek toplumsal sınıf ve tabakaları kucaklamayı ve onları seferber edilmesi için savaşmayı esas alınmasıdır. Ve stratejinin amacı bütün dönem boyunca yürütülen sınıflar savaşını kazanmak olduğundan bu dönem boyunca değişmeden kalır.
Soruna, Marksist teori ve Marksist Parti’nin programı açısından bizim ülkemiz koşullarında bakıldığında, sosyalizme varmak için iki aşamadan geçilmesi gerektiği görülür. Bu aşamalar Marksist Partinin programına da yansıdığı gibi birbiriyle içice geçmiş, birinden ötekine kesintisiz olarak geçilen iki aşamadır. Ama yine de iki ayrı aşamadır: Birinci aşaması; anti-emperyalist, anti-faşist karakterde, proletaryanın öncülüğünde gerçekleşecek olan bir halk devrimidir. Bu aşamada amaç, ülkenin emperyalist sömürüden kurtarılarak, emperyalizmin uzantısı gerici egemen sınıflar diktatörlüğüne son vererek demokratik halk iktidarının gerçekleştirilmesi, tekelci kapitalizm ve feodal artıkların tasfiyesi sürecine karşılık gelirken, aynı zamanda devrimde proletaryanın etkinliği ölçüsünde de sosyalist nitelikte kamu mülkiyetinin ortaya çıkmasına da yol açar. BU aşamada sınıfların mevzilenmesi de aşamanın nesnel süreçlerine uygun olarak biçimlenir. Devrimin öncü ve temel gücü proletaryadır. Kır ve kentin yarı proleterleri, yoksul köylülük ile küçük burjuvazinin değişik katmanlarının proletaryanın etrafında toparlanması temel ittifak politikasıdır. Bu aşamada orta burjuvazinin siyasi etkinliğinin kırılarak tarafsızlaştırılmışı, onun reformcu, büyük burjuvazi ve emperyalizmle uzlaşmacı eğilimlerinin diğer emekçi sınıflan etkilemesinin önlenmesi başlıca görevlerdendir. Uluslararası proletarya hareketi ve halkların emperyalizm ve feodalizme karşı mücadelesi bu dönemde stratejik yedek güçtür. Darbenin asıl hedefi, emperyalizm ve gerici sınıfların diktatörlüğüdür. İkinci aşama ise; doğrudan sosyalist devrim aşaması olup, bu aşamada devrimin hedefi bütün burjuvazidir. Proletarya darbesinin doğrultusu orta burjuvazi dâhil olmak üzere tüm sömürücüleri hedef alır. Proletaryanın bu aşamadaki temel ittifakı kır ve kentin yan proleterleri ile yoksul köylülüktür. Uluslararası proletaryanın kapitalizme karşı mücadelesi ve dünya halklarının anti-emperyalist mücadelesi devrimin yedekleridir.
1970’li yıllarda ve günümüzde süren program ve strateji tartışmaları göz önüne alındığında, burada iki noktaya dikkat çekmek gerekiyor. Birincisi; devrimin birinci aşamasının “demokratik” niteliği arkasına sığınarak proletaryanın öncü rolünün muğlâklaştırılması ya da tümden reddedilmesi ki; bu kaçınılmaz olarak devrimi eski türden bir burjuva demokratik devrimi niteliğine büründüreceğinden, çağımızın koşullarında geri ve gerici bir stratejidir. Ya da keskin gerekçeler öne sürerek (Emeğin Bayrağı’nın yaptığı gibi); devrimin birinci aşamasının proletaryanın öncülüğü sözde kabul edildiği halde, ortaya çıkan halk diktatörlüğünün proletarya diktatörlüğünün özgün bir biçimi olmayıp bir burjuva diktatörlüğü olarak görülmesi ve aynı anlama gelmek üzere birinci aşamadaki sosyalist görevlerin reddedilmesi eğilimi de, lafta ne denirse densin, devrimin birinci aşamasında proletaryanın öncülüğünün, tersten, reddi anlamına gelir. Keskin kavramlar arkasına saklanarak, devrimin birinci aşamasında proletaryanın öncülüğünü, ideolojik öncülükle sınırlayan, “öncü savaş” yanlıları ve her renkten Maoculuk da, aynı geri ve gerici strateji anlayışının savunucularıdır. Devrimin birinci aşaması için burada vurgulanması gereken ikinci önemli nokta ise; orta burjuvazinin stratejik ittifaklar içinde görülmesi eğilimidir. Eski TKP, SP ve her türden Maocu eğilim, orta ya da liberal burjuvazinin emperyalizmle, feodalizmle çelişkisi olduğu “gerçeği”nden kalkarak, (onun asıl yönünün emperyalizm ve gericilikle, feodalizmle uzlaşma olduğunu ve demokratik devrimde önderliğe ilişkin başlıca mücadelenin proletarya ile bu sınıf arasında cereyan edeceği ve ettiği gerçeğini görmezden gelerek) orta burjuvaziyi de stratejik ittifaklar içinde görüyorlar. Oysa Lenin’in “iki Taktik” adlı eserinde özellikle vurguladığı ve sonraki sınıf mücadelelerin ve gerçek devrimlerin de çok açık bir biçimde gösterdiği gibi, bir stratejinin devrimci mi yoksa reformcu mu olduğunun kıstası onun orta burjuvaziye karşı tutumuyla belli oluyor. Çünkü orta burjuvazinin stratejik ittifaklar içine alınması, devrimin proleter yönelişi ve görevlerinin orta burjuvazinin çıkarları uğruna feda edilmesi, proletaryanın asgari programının orta burjuvazinin azami programı derekesine düşürülmesi, dolayısıyla devrimin eski tipten bir burjuva devrimine indirgenmesidir ki; Rusya’da Menşeviklerin stratejisi, Çin devriminde Mao Zedung’un ve günümüz Maocularının stratejisi, 1960’lardaki M. Belli’nin MDD, 1970’li yıllardaki ünlü “Üç dünya teorisi” ve günümüzdeki sosyalizm adına yapılan burjuvaziyle uzlaşma stratejilerinin temelinde; bu, orta burjuvazinin, “emperyalizm ve feodalizmle çelişkisi”nin mutlaklaştırılması anlayışı yatmaktadır. Bu nedenledir ki, yukarıda sözü edilen eğilimlerin bugünkü temsilcileri de, attıkları her adımda gözlerini, işçi sınıfına değil, “kazanmak” adına, reformcu burjuvaziye çevirmekte, onu hoşnut görüyorsa “yollarına” devam etmektedir.
Kısacası strateji, proletaryanın darbesinin doğrultusunu belirler, devrimin temel güçleri ve yedeklerinin kimler olduğunu saptar ve bir devrim aşaması boyunca değişmez. Ancak yeni bir devrim aşamasına geçildiğinde değişir.
Stratejik Amaçlara Ulaşmanın Yol ve Yöntemleri Olarak Taktik
Yukarıda belirttiğimiz gibi, stratejinin amacı, devrimin bir bütün aşaması boyunca verilen savaşı kazanmaktır ve bu yüzden de bu aşama boyunca strateji değişmeden kalmak zorundadır. Ama sınıflar mücadelesi nispeten uzun bir süreyi kapsayan aşama boyunca hep aynı özellikleri taşıyarak ilerlemez. Tersine bu dönem boyunca alçalışlar, yükselişler, başarılar, büyük ileri atılışlar ya da yenilgiler, geri çekilişlerle ilerler. Bu ileri atılışlar ve geri çekilişler içinde mücadele biçimleri, mücadeleye katılan güçlerin ilişkileri, sloganların işlevi değişir. İşte taktik, bütün bu değişiklikleri göz önüne alarak hareketin yönlendirilmesidir. Stalin, Strateji ve Taktikler adlı yapıtında taktiği şöyle tanımlar:
“… Taktikler ise, belirli bir dönüşüm ve stratejik dönem temeli üzerinde inişler ve çıkışlar tarafından, birbiriyle mücadele eden güçlerin ilişkileri tarafından (hareket), hareketin temposu tarafından herhangi bir bölgedeki, herhangi bir andaki mücadele arenası tarafından belirlenir. Ve bu etkenler, bir dönüşümden bir diğerine kadar olan dönem sırasındaki zaman ve mekân şartlarına uygun olarak değiştiğinden, tüm savaşı kucaklamayan ama sadece tek tek savaşları kucaklayan ve savaşın kazanılması ya da kaybedilmesine yol açan taktikler, bir stratejik dönem boyunca birçok kere değişir (değişebilir). ” (Stalin, Strateji ve Taktikler Üzerine, s. 9-10, Aşama Yay, abç)
Söylenenlerden de açıkça anlaşılacağı gibi, bir stratejik dönem taktik dönemlerden çok daha uzundur ve bir stratejik dönem boyunca taktik birçok kez değişir. Dahası bir taktik dönem içinde, mücadelenin değişik alanlarında değişik taktiklerden söz edilir. Örneğin, bir mücadele dönemi içinde, sosyalist hareketle işçi sınıfı hareketini birleştirme taktiğinden, bir genel grev taktiğinden ya da bir seçim taktiğinden söz edilebilir. Ama bir taktik dönem boyunca; örneğin yükselen işçi sınıfı hareketiyle sosyalist hareketin birleştirilmesinin temel taktik olduğu dönemde, genel grev ve seçim taktiği vb. taktikler, bu temel taktiğe hizmet eder biçimde olmak zorundadır. Bunun için ise, her şeyden bütün çalışmanın proletarya üstündeki burjuva partilerinin siyasi ve ideolojik etkinliğinin kırılmasına yönelmesi gerekir. Hele hareketin yükseliş dönemlerinde her vesile bu amaç için kullanılmak zorundadır. Anlaşılacağı gibi taktiğin kendi başına bir anlamı yoktur. Tersine taktik, strateji ile sıkı bir ilişki içinde, stratejik mücadelenin kazanılmasına hizmet eder biçimde ele alınmak durumundadır. Ancak taktik, devrimci bir stratejiye hizmet ediyorsa anlamlı ve devrimci olabilir. Bu durum, son yıllarda yükselen işçi sınıfı mücadelesi içinde daha çarpıcı bir biçimde, özellikle geçtiğimiz 1 Mayıs’ta uygulanan taktik ve genel grev taktiği içinde değişik siyasi eğilimlerin sorunu kavrayışları oldukça açık bir biçimde kendisini ortaya koydu.
Bilindiği gibi, 1990 1 Mayıs’ında birbiriyle kalın çizgilerle ayrı üç taktik savaştı. Birincisi, Türk-İş ağaları, TBKP, SP, SHP gibi çevrelerin, 1 Mayıs’ı geçiştirme taktiği idi. Bunlara göre 1 Mayıs,”işçi Bayramı”ydı ve işçilerin bu bayramı kutlama haklarıydı. Öyleyse işçiler, sendikalarıyla birlikte, yasaları çiğnemeden bayramı kutlayabilirdi. Bunun biçimi ise, Türk-İş’in 1 Mayıs bildirisinin “uygun bir zamanda” sendika temsilcisi tarafından işçilere okunmasıydı. İkinci taktik ise, çok kesicin gerekçeler, “devrimci” laflar arkasında, işçileri, daha çok da devrimcileri, demokratları Taksim’e çağıran, “sosyalist dergi” çevreleri ve kimi devrimci demokrat örgütlerin Taksim taktiği”ydi. İddiaya göre, orada burjuvaziye meydan okunacak, güvenlik güçleri ve alınan önlemlere karşın 1 Mayıs kutlanacaktı. Mademki, burjuvazi “Taksim’de 1 Mayıs yaptırmam” diyordu, öyleyse yapılması gereken Taksim’de 1 Mayıs’ı kutlamaktı, vb. Üçüncü taktik ise; Marksist parti’nin taktiği idi. Mademki 1 Mayıs, bir işçi bayramı, işçi sınıfının birleşme ve mücadele günü; o zaman her şeyden önce işçi sınıfı bu günü kendi birliğini güçlendiren, kendi gücünü hissettiği bir gün olarak kutlamalıdır. Bunun için de; iş bırakılarak, üretim birimlerinden meydanlara, her alanın 1 Mayıs alanı olması için çaba harcanmalıydı.
Türk-İş, TBKP, SP, SHP vb.lerinin taktiği açık ki, sınıfı düzen sınırlan içinde tutmayı amaçlayan, sınıfı burjuva düzene bağlamayı amaçlayan stratejiye bağlı bir taktik, reformizmin taktiğidir. Bu yüzden de burada üstünde daha çok söz söylemeye gerek yoktur.
“Taksim taktiği” ise, sınıfı yok sayan, var saysa bile orun 1 Mayıs’la, 1 Mayıs’ın sınıfla ilişkisini anlamayan, 1 Mayıs’ı sınıfın değil devrimcilerin bir mücadele günü sayan anlayışta ifadesini bulur. Bu taktik, burjuvaziyle hesaplaşmak vb. gibi parlak gerekçelerine bakılırsa, devrimci bir taktik bile sayılabilir. Ama yukarıda da belirttiğimiz gibi, bir taktiğin doğru sayılması için; sadece, o taktik için öne sürülen gerekçeler ve uygulanan mücadele yöntemlerinin şöyle ya da böyle olması yetmez. Aynı zamanda devrimci, Marksist bir stratejinin zaferini de hazırlamak zorundadır. Bu açıdan bakıldığında, “Taksim taktiği”, sağcı, devrimci güçlerle sınıf hareketinin birleşmesine zarar veren bir taktiktir. Çünkü böyle bir taktik, uygulayanların aklına gelmese bile; olsa olsa, işçi sınıfının bu düzenin en radikal muhalefeti olduğu temel gerçeğini görmeyen, devrimi sınıflar arasında bir mücadelenin son büyük çatışması değil ama devrimci demokratlarla gericiler arasına bir çatışma gibi gören, devrimin temel ve yedek güçlerini yanlış belirleyen bir stratejinin ürünü olabilir.
“Bütün alanlar 1 Mayıs alanı olmalıdır” biçiminde ifade edilen Marksist taktik ise; devrimde işçi sınıfını öncü ve temel güç olarak gören stratejinin, yaşanan döneme ilişkin olan temel taktiğine -ki, bu, işçi sınıfı hareketiyle sosyalist hareketi birleştirme taktiğidir- hizmet eder. 1 Mayıs’ın kutlanmasının üretim birimlerinden başlanarak alanlara taşması, bir yandan sendika ağalarının sınıfı denetim altında tutma çabalarını engellerken, öte yandan sınıfın kendi gücünü tanıması, 1 Mayıs’ın temsil ettiği ideallerin sınıfın zihninde yer etmesinin de vesilesi olacaktı. Olayı, sadece 1 Mayıs günü yapılan bir eylem olarak değil de, 1 Mayıs öncesi ve sonrasını kapsayan uzunca bir dönem içinde süren tartışmalar ve çalışma olarak alırsak, böyle bir 1 Mayıs taktiğinin ne anlama geleceği daha iyi anlaşılır. Kısacası; Marksistlerin 1 Mayıs taktiği, hem dönemin temel taktiği ile hem de devrimin birinci aşamasının stratejisi ile son derece uyumlu, onun zaferi için atılmış bir adım olması bakımından da başarılı olabilmiştir.
Strateji ve taktik arasındaki ilişkiyi en çarpıcı biçimde açığa çıkaran etkenlerden birisi de son aylarda yükselen işçi sınıfı hareketi karşısındaki reformist taktiklerde ifadesini buldu. SP’den DYP’ye tüm burjuva muhalefet partileri ile, Demokrat!’tan Troçkistlere kadar çeşitli “sol” siyasi eğilimler, sınıfın hedefini; “Hükümet istifa”, “Özal istifa”, “Meclis istifa” gibi sloganlarla sınırladılar. Bu blok içinde “sol” olarak nitelenenler, bu tutumun eleştirisi karşısında bunun bir “taktik” olduğunu, asıl amaçlarının ise daha ileri olduğunu vb. iddia ettiler, ediyorlar. Elbette ki, bu bir taktiktir, ama nasıl bir taktik, devrimci bir taktik mi, reformcu bir taktik mi? Eğer bu siyasi grup ve eğilimlerin stratejik amaçlan gerici sınıflar diktatörlüğünü yıkmak, bunun için de her şeyden önce işçi sınıfını burjuva siyasi eğilimler ve sendika bürokrasinin etkinliğinden kurtarmaksa, uyguladıkları taktiğin bu strateji ile hiç bir ilgisi yoktur. Ve onlar uyguladıkları bu “taktik”le kendiliğinden hareketin, daha da kötüsü burjuva muhalefetin kuyruğuna takılmışlardır. Yok, eğer bunlar, bugün de bu taktiklerinin doğru olduğunu iddia ediyorlarsa (ne yazık ki bunda ısrar ediyorlar); o zaman da, hangi sözcüklerle ifade edilirse edilsin stratejileri egemen sınıflar diktatörlüğünü devrimci yoldan ortadan kaldırmayı amaçlayan bir strateji değildir. Çünkü, yaşanan dönemin özelliği şuydu: Emekçi yığınlar düzen partilerinden ve parlamentodan hızla kopma sürecine girmişti. Yığınların gözünde parlamento bir “asma yaprağı” kadar bile itibara sahip değil, burjuva muhalefet partileri muhalefet olarak bir işlev yerine getiremezken, ama buna karşın, yığın hareketi, Türkiye tarihinde hiç görülmediği bir biçimde patlamalarla ilerlerken, yığınların dikkatini yeniden hükümet ve parlamentoya, seçime yöneltmek, onların kaybettiği itibarı yeniden kazanacakları bir ortam oluşturmak için çaba harcamak, ancak burjuvazinin has temsilcilerine düşer. Dahası, devrimciler için parlamentoya yeniden itibar kazandırmak, seçim sandığını kurtuluş olarak göstermek hiç bir zaman bir taktik olamaz. “Hükümet istifa”, “Meclis istifa”, “Demokratik erken seçim” vb. gibi sloganlar öne sürmenin, bunu dönemin taktiği olarak savunmanın bugünkü koşullarda bir tek anlamı olabilir, o da, düzenden, düzen partilerinden kopma eğiliminde olan emekçi yığınları, yeniden parlamentarizme, düzen partilerine yöneltmek. Bu ise; ancak, gerici sınıflar diktatörlüğünü devrimci yoldan yıkmaktan vazgeçen bir stratejinin taktiği olabilir.
Demek ki, devrimci taktikler ancak devrimci bir strateji ile uyumlu olduğu ve onun zaferine hizmet etmeyi gözden kaçırmadığı zaman yaşama geçirilebilir. Bunun gözden kaçırıldığı her durumda taktikler devrimci olma niteliklerini yitirirler.
Taktik ve önderlik
Devrimin sübjektif yanında asıl sorun öncünün kapitalist düzenin çürümüşlüğünü, yıkılmasının gereği ve zorunluluğunu anlaması değildir. Asıl sorun yığınların, proletarya başta olmak üzere emekçi sınıfların bunu görüp harekete geçmesidir. Ne var ki proletarya ve diğer emekçiler, bunu kendi kendilerine öğrenemezler. Dahası, son hedefe ulaşılıncaya, kesin çatışmaya kadar mücadele pek çok aşamalardan geçerek ilerler. İşte önderlik, mücadelenin çeşitli aşamalarında bütün mücadele ve örgüt biçimlerini geliştirmek ve varolan güçler dengesi içinde stratejik zaferi hazırlamakla yükümlüdür.
Bunu bir yanıyla proletarya ve emekçilerin kendi deneyimleri temelinde eğitilmesi olarak ele alırken bir diğer yanıyla da, milyonlarca emekçiyi kapitalizme ve gericiliğe karşı mücadeleye çekecek örgüt biçimlerinin geliştirilmesi, her durumda mücadelenin biçimi, yararlanılacak dayanaklarının belirlenmesi, sloganların (propaganda, ajitasyon, eylem sloganları) belirlenip zamanında değiştirilmesi vb. olarak anlamak gerekir. Kısacası proletarya, emekçilerin nabzım her an elde tutmak, her yeni durumda kavranacak halkayı, “Partinin önündeki bütün görevlerden, gerçekleştirilmesi merkez noktayı teşkil eden ve yerine getirilmesi diğer acil görevleri başarıyla gerçekleştirecek olan en acil görevi” (Stalin) yakalamaktır.
Bu konuda Lenin de şöyle söylüyor: “Bir devrimci ve genel olarak sosyalizm savunucusu veya bir komünist olmak yetmez. Bir kimse her özel anda zincirin özel halkasını bulabilmelidir, tüm zinciri kavrayabilmek ve halkalardan bir diğerine geçişi hazırlayabilmek için bir kimse bütün kararlılığıyla bu özel halkayı kavramalıdır.”
Kısacası taktik önderlik; stratejik önderliğin bir parçasıdır ve stratejik önderliğin görev ve isteklerine tabidir. Dolayısıyla da onun zaferini hazırlamak için yığın hareketinin yükseliş ve alçalış dönemlerinde uygun mücadele ve örgüt biçimlerini geliştirerek yığınları büyük kesin mücadeleye hazırlama, bunun için ortaya çıkan en küçük olanakları bile değerlendirme faaliyetidir.
Hareketin Yükselişi, İnişi ve Taktikler
Taktikler, hareketin nispeten kasa dönemindeki yükseliş ve inişlerinde, devrimin çıkış ve düşüşünde proletaryanın çizgisinin tayin edilmesidir; eski mücadele ve örgüt biçimlerinin, eski sloganların yerini yenilerinin alması ve bu biçimlerin-kaynaştırılarak savaşın sürdürülmesidir. Stratejinin hedefi, savaşı, diyelim ki çarlığa karşı veya burjuvaziye karşı kazanmaksa, çarlığa ve burjuvaziye karşı sonuna kadar savaşı sürdürmekse, taktikler daha az önemli hedefler peşinde koşar, çünkü laktiklerin amacı savaşı bir tüm Olarak kazanmak değil, bazı özel anlaşmalara veya özel savaşlara girişilerek bunların kazanılması, başarılı bir biçimde bazı özel kampanyalara veya devrimin yükseliş ya da inişindeki belirli bir dönemde somut durumlara tekabül eden eylemlere girişilmesidir. Taktikler stratejinin bir parçasıdır, ona tabidir ve ona hizmet eder.
Taktikler, yükseliş ve inişe göre değişir. Devrimin ilk aşamasında (1903’den Şubat 1917ye kadar) stratejik plan değişmeden kalırken, bu dönem boyunca taktikler birçok kereler değişti. 1903’ten 1905’e kadar Parti saldırı taktiklerini uyguladı, çünkü devrim yükseliş dönemindeydi, hareket üst derecedeydi ve taktikler bu olgudan ilerlemek zorundaydı. Buna göre, devrimin yükselişinin gereklerine uygun olarak mücadele biçimleri devrimciydi. Mahalli siyasal grevler, siyasal gösteriler, genel siyasal grev, Duma’nın boykotu, ayaklanma, devrimci savaş sloganları -işte bunlar o dönemin başarılı mücadele biçimleriydi. Mücadele biçimlerindeki bu değişiklikler örgüt biçimlerindeki değişikliklere tekabül ederek gerçekleştirildi. Fabrika komiteleri, devrimci köylü komiteleri, grev komiteleri, işçi temsilcileri Sovyetleri, aşağı yukarı legal olarak faaliyet gösteren bir işçi partisi- işte bunlar o dönemdeki örgüt biçimleriydi.
1907den 1912’ye kadar olan dönemde Parti geri çekilme taktiklerine başvurmak zorunda bırakıldı; daha sonra biz devrimci hareketin inişinden, devrimin gerileyişinden gerekli dersleri aldığımızdan, taktikler zorunlu olarak bu gerçeği hesaba katmalıydı. Mücadele biçimleri, örgüt biçimlerinde olduğu gibi duruma göre değişti; Duma’nın boykotu yerine, Duma’ya katılma; Duma dışındaki açık devrimci eylemler yerine, Duma içinde eylemler ve çalışma; genel siyasal grevler yerine, kısmı ekonomik grevler veya faaliyetlerde durgunluk. Elbette ki, o dönemde devrimci kitle örgütlerinin yerini kültür, eğitim, kooperatif, sigorta ve diğer legal örgütler alırken, Parti yeraltına geçmek zorundaydı.
Taktiklerin düzinelerle değiştiği, stratejik planların ise değişmeden kaldığı, devrimin üçüncü aşaması için de aynı şeyi söyleyebiliriz.
Taktikler, değişmeleriyle ve kaynaşmalarıyla proletaryanın mücadele ve örgüt biçimleriyle ilgilenir, devrimin belirli bir aşamasında devrimin yükseliş ve düşüş, iniş ve çıkışına göre taktikler birçok kereler değişebilir.
(Stalin, Strateji ve Taktikler, s36-57, Aşama Yay,)
Nisan 1991