AEP Birinci Sekreteri Ramiz ALİA: “Çin ve Sovyetlerde Olanlar AEP Çizgisini Doğruluyor”

(Arnavutluk Demokratik Cephesi’nin 6. Kongresi geçtiğimiz ayın 26’sında Tiran’da toplandı. Arnavutluk Emek  Partisi MK Birinci Sekreteri ve Halk Meclisi Prezidyumu Başkanı Ramiz Alia yoldaşın kongrede yaptığı konuşmanın bir özetini Arnavutluk Telgraf Ajansı’nın haberinden çevirerek yayınlıyoruz.)

“Bugün sosyalist demokrasinin ilkeleri, burjuvazi ve revizyonistlerin saldırılarıyla karşı karşıyayken, onları her gün daha fazla hayata geçirerek savunmak, yalnızca cephe örgütlerinin değil herkesin görevidir.
“Burjuvazi, Sovyetler Birliği’ni, Çin’i ve diğer eski sosyalist ülkeleri kasıp kavuran kapitalist restorasyondan yararlanarak, özellikle de bu ülkelerde politik ve sosyal alanlarda ortaya çıkan başarısızlıkları kullanarak, bu olguları, sosyalist sistemin ve devrimci teori ve pratiğin iflası olarak göstermektedir. Böylesi bir yorum, spekülatif olmakla kalmamakta, aynı zamanda her türlü yolu kullanarak sosyalizmi alaşağı etmek için savaşan anti-komünizmden esinlenmektedir.
“Söz konusu ülkelerde günümüzde oluşan olaylar, sosyalizmin iflasım değil, 30 yıl önce tuttukları ve AEP’nin zamanında açıkça eleştirip teşhir ettiği kapitalist yolun çirkinliklerini ortaya koymaktadır.
“Sovyetler Birliği, Polonya, Macaristan ve diğer yerlerde uygulamaya konulan ve özel mülkiyetin egemenliğine, tekelci kapitalizme geçişe, eski ve yeni anti komünist hareketlerin hortlamasına yol açan reformlara, sınıf çatışmaları, etnik çatışmalar, anarşi, polis şiddeti, işsizlik, yasam standardında düşüş ve ahlaki dejenerasyon eşlik etmektedir. Tüm bunlar, sosyalist sistemin sonuçlan ve tipik özellikleri değil, kapitalist sistemin varlığının göstergesi ve onun yol açtığı kötülüklerdir.
“Bir dizi ülkede uygulamaya konulan reformlar ve “perestroyka” kapitalizmin restorasyonuna hizmet ettiği için, uluslararası burjuvazi ve gericilik bunları coşkuyla destekliyor. Dahası bunlar, ekonomik gelişme “modeli”, demokrasinin gelişmesinin ölçütü ve devletlerarasındaki uluslararası işbirliğinin koşulu olarak öneriliyor.
“Eskiden, burjuvazi, devrim ve sosyalizme karşı yıkıcı faaliyetlerinde, Yugoslav örneğini, öz yönetim sistemini model olarak öneriyordu. Ancak, kısa sürede bu modelin nasıl sonuçlandığını hepimiz gördük. Şimdi, bu model her yönden “devalüe” ediliyor. Ama yine de, Sovyetler ve diğer ülkelerdeki reformların büyük sermaye tarafından savunulmasına ilişkin olarak Yugoslavya örneği son derece önemlidir.
“Yugoslav öz yönetim modeli, SBKP 20. Kongresi, Mao Zedung düşüncesi ve Avrupa “komünizmi”nin sosyalizm ve komünizmle hiçbir ilişkisi olmadığı, tüm bunların kapitalist teori ve pratikler olduğu ve sosyalizmin alaşağı edilmesi ve kapitalizmin restorasyonuna hizmet ettiklerini ilk kez ortaya koyup gerekli uyarılan yapma onuru, başında Enver HOCA olan Arnavutluk komünistlerine aittir.
“Arnavutluk komünistleri ne peygamber, ne de falcıdırlar. Onlar, revizyonist ihanetin halkın ilerlemesi ve refahına değil, acılara ve krizlere yol açacağını, insan ilişkilerinin demokratizasyonuna değil dejenerasyonuna götüreceğini, halk iktidarının güçlenmesine değil yeni burjuvazi ve onun tanklarının iktidarının kurulmasına hizmet edeceğini biliyorlardı.
“Eski sosyalist ülkelerde bugün yaşananlar, yalnızca partimizin çizgisinin doğruluğunu kanıtlamakla kalmıyor. Tüm bunlar, aynı zamanda, devrimimizin açtığı parlak yolda, halkın daima kendi iktidarının gerçek özgürlük koşullarında yaşayacağı ve bireyin her türlü baskı ve sömürüden uzak olarak kişiliğini geliştirip toplumun, kendisinin ve sosyalist anayurdun yararına yaratıcılığını ve inisiyatifini kullanacağı denenmiş sosyalist demokrasimizin ilerlemesinde bize güç ve cesaret vermektedir.
“Arnavutluk Demokratik Cephesi’nin ilgi merkezlerinden biri de, uluslararası ilişkilerimiz olmuştur. Yeni Arnavutluk’un tanınması, prestij ve saygınlığının artması yönünde, partimizin dış politikasının savunulması için Demokratik Cephe’nin verdiği mücadele, onun önde gelen geleneklerinden biri olmuştur.
“Ülkemiz açısından, AEP, Demokratik Cephe ve Arnavutluk Devleti için dış politikanın tek hedefi olmuştur: Tam bağımsızlık, özgürlük ve halkın egemenliğinin sağlanması, sosyalizmin inşası için uygun dış koşulların yaratılması, halkın barışçıl yaşamının güvence altına alınması.
“Bugün uluslararası durum son derece karışıktır. Gerginlik, bazı bölgelerde azalmasına karşın diğer bölgelerde artmakta, bir problem çözülürken diğerleri ortaya çıkmakta ve derinleşmektedir. Kuşkusuz, dünyadaki temel çelişmeler çözülmeden, bunların sonuçlarının ortadan kalkması beklenmemelidir. Ancak bu çelişmelerden doğan uzlaşmazlıklar ve çatışmalar, aynı kalıplarda ve aynı derinlikte ortaya çıkmamaktadır.
“Bugün değişik askerî, ekonomik, politik ve ideolojik kamplaşmalar stratejilerini değiştirmeden sürdürürken, taktiklerini, mücadele biçimlerini ve günlük hedeflerini hızla değiştirmektedirler.
“Biz, süper devletlerin belli çıkarlarınca yönlendirilen geçici gerginlik düşmelerinin, uyanıklığımızı azaltmaması gerektiği görüşündeyiz. Süper devletler olarak ABD ve SSCB, eskiden neyse, yine aynıdırlar: ne kendileri ne de başkaları üzerindeki hegemonyacı stratejileri ve bu politikalarının sağladığı imtiyazları ve etki alanları değişmiştir.
“Arnavutluk, dış politikasında tutarlıdır. O, dünya barışı ve güvenliği yararına olan tüm hareketleri destekleyecek ve halkların özgürlük, bağımsızlık ve egemenliklerini, insanlığın ilerlemesini tehdit eden her şeyin karşısında olacaktır. Arnavutluk, bugün devletlerarasındaki bunalımların esas sorumlusu olan emperyalist süper devletlerin yayılmacı ve hegemonyacı politikalarını mahkûm etmeye devam edecektir. Ulusal ve sosyal haklarını savunanlarla, uluslararası ilişkilerde eşitlik için, içişlere karışılmaması için, her halkın kendi gelişme yolunu seçip izlemesi hakkına saygı için mücadele edenlerle dayanışma içinde olacağız.
“Komşu ülkelerle ilişkilerimize şimdiye dek özen gösterdik, bundan sonra da göstereceğiz. Tutumumuzu belirlemede, yalnızca kendi ülkemizin çıkarlarından hareket etmiyoruz. Aynı zamanda Balkanlar’daki iyi ilişkilerin Avrupa’daki ilişkileri, Akdeniz ve Orta Doğu’daki durumu etkilemedeki rolünün de küçümsenemeyeceğini göz önüne alıyoruz.
“Balkan Devletleri arasında, hâlâ, geçmişten gelen, yabancıların yanma-damızdaki ilişkilere hiç bitmeyen müdahalesinden, rakip askeri ve ekonomik ittifaklar içinde olmalarından ve diğer Avrupa ülkelerine göre geri durumda bulunmalarından kaynaklanan birçok anlaşmazlıklar olduğunun farkındayız. Fakat, bugün gerekli olan şey, engellerin, zorlukların ve nedenlerinin bir listesini yapmak değil, tüm bunların nasıl ve hangi yolla üstesinden gelebileceğimizi ortaya koymaktır: Kuvvet yoluyla ve uzlaşmazlıkla mı yoksa diyalog ve işbirliği ile mi?
“Biz sonuncusunu tercih ediyoruz. Çünkü bu, sağduyunun yoludur; Balkan ülkelerinin yaşamsal çıkarları, özgürlükleri ve bağımsızlıklarının, uluslararası ilişkilerin bugünkü gelişiminin ve her şeyden çok yarımadamızdaki halkların barış ve dostluk içinde yaşamalarının dayattığı yoldur.
“Balkan ülkelerinin değişik sektörlerde işbirliğinin sağlanması ve güçlendirilmesi için başlattıkları görüşmeler, umut ve cesaret vericidir. Geçen yıl Belgrat’ta yapılan dışişleri bakanları toplantısı, Sofya ve Tiran’da yapılan bakan yardımcıları toplantısı ve birçok hükümet temsilcisinin katıldığı toplantılar, bu gelişmeleri güçlendirmiştir.
“Bu olumlu gelişmelerle birlikte, Balkanlar’daki ilişkilerde gerginlik artışına yol açan ve işbirliğinin ilerletilmesini engelleyen bazı olumsuz faktörler hâlâ mevcuttur, örneğin, kökleri eskiye dayansa da yeni ortaya çıkan bir anlaşmazlık, kaygı verici olduğu kadar tehlikeli de olmaya başlıyor; etnik azınlıklara karşı tutumdan söz ediyorum.
“Etnik nüfusa karşı polis baskısı ve şiddeti sağduyuya tamamen karşıdır ve çağdışıdır. Tüm Balkan halklarına büyük zararlar vermiş olan böyle çağdışı bir politika gözden düşmüş bir ideolojinin sonucudur. Ve bu politikada ısrar etmek, ileriye değil geriye gidişin bir göstergesidir. Siyasi olgunluk ve ileri görüşlülük, barışın ye güvenliğin çıkarları, azınlıklara ekonomik ve ulusal alanda eşit haklar tanınmasını, yurttaşlık haklarında eşitlik sağlanmasını, insan ilişkilerinde demokratizasyonu gerektirir; anayasal özgürlüklerin inkârını, baskıyı ve itibarlarının tanınmamasını reddeder.
“Yugoslavya’da ve özellikle Kosova’da gelişen bir dizi trajik olay ve Yugoslavya cumhuriyetlerinde meydana gelen ulusal çatışmalar karşısında, bu komşu ülke, Balkanlar’da işbirliğinin gelişmesini engelleyici bir tutum almıştır. En kötüsü ise, içişlerindeki bu ciddi durumun, Yugoslavya’nın dış ilişkilerine, özellikle de komşu ülkelerle ilişkilerine yansımaya başlamasıdır. Tüm bunların yanı sıra Sırbistan yetkilileri, Arnavutluk ve diğer Balkan ülkelerine karşı, bu ülkelerde Sırpların yaşadığı ve baskı altında bulunduklarını iddia ederek, bu azınlıkları koruma maskesi altında, provokatif eğilimler taşıyan bir kampanya başlatmışlardır. Kuşkusuz, bu ucuz bir propaganda malzemesidir. Ancak yine de belli bir politikayı açığa çıkaran bir eğilimi ifade etmektedir; komşularla iyi geçinmekten kaçınmak için turlu nedenler ve bahaneler bulma.
“Sosyalist Arnavutluk, Yugoslavya ile daima iyi ilişkilere sahip olmayı samimi olarak istemiştir. Ortak çıkarlarımız bunu gerektirir. Eğer Arnavutluk-Yugoslavya ilişkilerinde dikkat çekici bir ilerleme kaydedilmemişse, bunun sorumlusu Arnavutluk değildir. Yugoslavya’nın ülkemize yönelik dış politikasını etkileyen ilkel milliyetçilik ve içişlerine ilişkin politikasının temellerinden birini oluşturan geleneksel anti-Arnavutluk unsuru, Yugoslav liderlerinin, Arnavutluk ve Arnavutlarla ilişkilerini gerçekçi ve akılcı bir şekilde ele almalarına izin vermedi, vermiyor.
“Bu politikanın başarısızlığı şimdi acık seçik görülmektedir. Düne kadar sadece bir anlaşmazlık, Sırp-Arnavut anlaşmazlığı vardı. Bugün ise, herkesin görebildiği gibi, Sırp-Slovak ve Sırp-Hırvat anlaşmazlıkları da su yüzüne çıkmıştır. İşler böyle giderse, Sırp-Makedon, Sırp-Montenegro anlaşmazlıkları da gündeme gelecektir.
“İyi ve kötü zamanlarda birbirleriyle bağlı halklarımızı göz önüne alarak, komşu bir ülke olan Yugoslavya’nın ne parçalanmasını, ne de içişlerinde herhangi bir karışıklığa meydan verilmesini arzularız. Bununla birlikte, uluslar ve milliyetler arasındaki eşitlik ve demokrasinin inkârının, bir ulusun diğerleri üzerinde hegemonya kurmasının, Yugoslavya’yı bunalımdan çıkaracak, anlaşmazlık ve çatışmalardan koruyacak ve onların gelişmesini önleyecek yol olmadığı düşüncesindeyiz.
“Marks’ın dediği gibi, diğer halkları baskı altına alan bir halkın kendisi de özgür olamaz. Kosova halkı baskı ve zulüm altındayken, özgürlükleri engellenirken, Kosova gençliği ve aydınlarına karşı şiddet uygulanırken, Yugoslavya’nın diğer kesimlerinin demokratik ve ilerici kalması olanaksızdır. Ya federatif Yugoslavya’yı oluşturan millet ve milliyetlerin tümüne demokrasi ve özgürlük tanınır, ya da hiçbiri için demokrasi ve özgürlük söz konusu değildir.
“Yugoslavya’daki Arnavutlar azınlık teşkil etmektedir ve onlara bu şekilde davranılamaz. Onlar, çokuluslu bir devlette üçüncü büyük nüfusa sahiptir. Sırplar olmadan ya da Sırplara karşı, Hırvatlar olmaksızın ya da Hırvatlara karşı nasıl hiçbir şey başarılamazsa, Arnavutlar olmadan ve onlara karşı herhangi bir şeyin başarılamayacağı çoktan kanıtlanmıştır.
“Şovenizm ve milliyetçilik, cinayet ve tutuklamalar ve şiddet politikası, şimdiye dek kimseye bir yarar sağlamamıştır. Bu, halkımızca olduğu kadar uluslararası kamuoyunca da suçlanıp mahkûm edilen Kosova’daki trajik olaylara ilişkin olarak da açıkça görülmüştür. Belgrat’takiler, Arnavutlara karşı kazanılan zafer için şampanya içilmesinde çok aceleci davranmışlardır. Ancak Arnavutlar bunlarla korkutulamaz ve bu şovenist tutum uluslararası ilişkilere herhangi bir katkı sağlamaz. Kosova ovasındaki savaşın 600. yıldönümü, Sırp milliyetçiliğini şevklendirmek eğilimiyle çok şaşaalı bir şekilde kutlanabilir. Fakat ulusal nefret ve baskı, çokuluslu bir devletin ayakta durması ve yaşamasının temeli ya da ana direği asla olamaz.
“Yugoslavya halkları yabancıları ülkelerinden atmak için olduğu kadar Kara Georgevic’in hegemonyasından kurtulmak için de kahramanca savaşmışlar ve kan dökmüşlerdir. Onların, tamamen doğru olmak üzere halkların hapishanesi olarak nitelendirilen bir Yugoslavya’ya geri dönmeleri, büyük bir talihsizlik olacaktır.
“Halkamızı büyük şeyler beklemektedir. Bu yıl sevgili anayurdumuzun kurtuluşunun 45. şanlı yıldönümünü kutlayacağız. Bu tarih, özgür yaşamımızın son on yılları boyunca yaptığımız işler ve kazandığımız zaferleri karşılaştırmak için iyi bir fırsat olacaktır. Bu, aynı zamanda, partimizin öngördüğü yeni planları gerçekleştirmek, bizi mutlu günlere getiren ve gelecekteki daha mutlu günlerimizi garantileyen partimizin doğru ve şaşmaz çizgisini başarıyla hayata geçirmek için daha fazla seferber etmemiz gereken bir zamandır.
“Halkımız, parlak geleneklerine bağlı cephe örgütünün, daima olduğu gibi, sosyalist inşa, ülkemizin ilerlemesi ve refahı ve halkımızın mutluluğu yolunda yeni zaferler kazanılması mücadelesinin ön saflarında bulunacağına tamamen inanmaktadır.”

Çin Kapitalizmi Çıkmazda
* Ekonominin liberalizasyonu kapitalizmin hastalıklarını tümden su yüzüne çıkardı.
* Enflasyon, hayat pahalılığı, işsizlik arttı.
* Halkın hoşnutsuzluğu başkaldırıya dönüştü.
* Ayaklanma kanla bastırıldı: 33 idam.
* Parti ve devlet yönetiminde yeni tasfiyeler…
“… bazıları, komünistlerin özel girişimin, özel sermayenin gelişimine, özel mülkiyetin korunmasına karşı olduklarını sanıyor. Bunun gerçekle bir ilgisi yoktur. Kurmaya çabaladığımız yeni demokrasi düzeninin görevi, geniş Çinli kitlelerinin toplumda özel girişimlerini, özel kapitalist ekonomiyi serbestçe geliştirmelerini garantilemektir.” (Mao Zedung, ÇKP 7. Kongresi’nde konuşma)
“Yüz Çiçek Açsın, Yüz Fikir Yarışsın” (Halk İçindeki Çelişkilerin Doğru Ele Alınması Üzerine, Mao Zedung)
Bu ekonomik ve siyasal-ideolojik liberalizm, özellikle Deng Siao Ping ile birlikte zincirinden boşanmışçasına gelişti.
Alıntıladığımız yaklaşımlarla sosyalizm olanaksızdı ve Çin hiçbir zaman sosyalist olmadı; emperyalizm ve feodalizme karşı elde edilen kazanımlar-la demokratik devrimin ötesine geçemedi ve kooperatiflerle devlet işletmelerini (kolektif kapitalist mülkiyet biçimlerini) kucaklayan “karma” ekonomiye sahip kapitalist bir ülke olarak gelişti. Özel mülkiyet Mao tarafından da savunuluyor ve uygulanıyordu, ama Deng liberal reformlarıyla Çin özel kapitalizminin önünü tümüyle açtı. Kooperatifler ya dağıtıldı ya da devlet koruması gibi ayrıcalıkları kaldırılarak tamamen piyasanın acımasızlığına terk edildi. Devlet işletmeleri, eskiden kendilerine ortak olan burjuvalara ya da yenilerine satıldı, özelleştirme süreci olağanüstü bir hızla ilerledi. Emek ürünlerinin değeri ve ücretlerin piyasada şekillenişinin önündeki tüm engeller kaldırılınca, kooperatif üyesi emekçiler ve işçilerin gelirleri düştü. Ama öte yandan özel kapitalizmin pervasız gelişimi kısa sürede enflasyon, hayat pahalılığı ve işsizliğin yükselişine yol açtı. Bugün Çin ekonomisi kriz içindedir, enflasyon yüzde 50’nin üzerindedir, diğerlerinin yanında temel tüketim maddelerine de, Türkiye’de olduğu gibi günlük zamlar yapılmaktadır. Yeni parti genel sekreteri Jiang Zemin, ekonominin çıkmazda olduğunu, piyasa koşullarının tahribata yol açtığını, halkın yaşam seviyesinin düştüğünü kabul etmek zorunda kalmaktadır. Çin’de 20 milyon işçi çok düşük ücretlerle çalışmaktadır ve kalifiye işçinin yıllık toplam ücreti 200 Yuan’ı (50 dolar) ancak bulmaktadır. Liberal reformlarla birlikte şehirlerde işsizler ordusuna katılanların sayısı 5 milyonu aşmıştır.
Çin’de geleneksel bir hareketliliğe sahip öğrenci gençlik 2.7 milyonluk bir kitle oluşturuyor. Bunlar, iyice kötüleşen koşullarda yaşamakta ve eğitim görmektedirler. Ulusal gelirin yalnızca yüzde 2.6’sı eğitim harcamalarına ayrılmakta, birçok okulda kitap bulunmamakta, öğrencilere verilen burslar yemek giderlerini dahi karşılamamakta, öğrenciler yurtlarda 8-10 kişi küçük odalarda barınmaktadırlar.
Liberal reformların sayılan olumsuz sonuçları, yoksulluğun artışı, sonunda bir öfke patlamasına yol açtı. önce öğrenciler üniversite işgalleri, gösteriler ve sonunda Tienanmen meydanını işgal ederek ayağa kalktı. İşçi ve emekçiler, başkaldırıya katıldılar. Birçok fabrikada iş yavaşlatıldı ve durduruldu ve işçiler sokağa döküldüler. Başkaldırı önemli boyutlar kazandı ve yönetim sıkıyönetim ilan ederek Pe-kin’e askerî birlikler şevketti. Sıradan askerler göstericiler karşısında önce bocaladılar. Uzun süreli bir halk savaşının içinden gelme, halkçı geleneklere sahip bir ordunun askerleriydiler, göstericilerin “halk ordusu halkla birlik olmalı” sloganları ve kardeşlik gösterilerinden etkilendiler. Askerlerin bocalamasının bir diğer nedeni, henüz yönetim içinde hesaplaşmanın sürüyor olması, siyasal iradenin yönünün tam belirginleşmemiş oluşuydu.
Askerlerle göstericiler günlerce karşı karşıya kaldılar, büyük bir çatışma çıkmadı. Sonunda parti ve devlet içinde Deng-Li Peng grubunun egemen olmasına bağlı olarak gösterilerin kanla bastırılması tutumu alındı ve göstericilerin üzerine seçme birlikler gönderildi. Burjuva-revizyonist düzenin ordusu kendi üzerine düşeni gerçekleştirerek kitlesel kırıma girişti. Sonuç: binlerce ölü. Ve Deng-Li Peng gericiliği, intikamcılıkla ve gelecekteki başkaldırılar açısından “ibret” oluşturması için, “askerî araçları devirmek ve yakmak” gibi gülünç gerekçelerle 33 genci idam etti.
Çin’deki başkaldırı homojen bir hareket oluşturmuyordu. Bir yanda enternasyonal söyleniyor, kızıl bayraklar dalgalandırılıyor, askerlere devrimci propaganda götürülüyor; diğer yanda Amerikan “Hürriyet Abidesi” maketi sembol olarak kullanılıyor, sınıf mücadelesi doktrinine karşı bildiriler dağıtılıyor. Batı “demokrasisi” hayranlığı, liberalimi yanlılığı ve sosyalizm karşıtlığı dile getiriliyordu.
Kazandırılmak istenen ideolojik-si-yasal içeriğin ötesinde, Çin’deki ayaklanma, Çin kapitalizmine ve onun pervasız yeni liberal önlemlerle özelleştirilmesinin neden olduğu yoksullaşma ve sefaletin artısına ve genel olarak özgürlüksüzlüğe karşı kitlelerin hoşnutsuzluğunun ve tepkisinin bir ürünüdür.
Belirgin ve örgütlü bir devrimci önderlikten yoksun olarak gelişen hareket, Çin parti ve devleti içindeki çatışmalarda alet olarak kullanılmaya açıktı. Nitekim Deng-Li Peng grubuyla hesaplaşma durumundaki, Batı hayranlığında daha ileri bir noktada olan Zao Ziyang-Hu Yaobang grubu, kitlesel başkaldırı karşısında “ılımlı” bir tutum takınarak hareketi peşine takmaya ve iktidar mücadelesinde onu yedekleyerek güç kazanmaya yöneldi. Ayaklanma içindeki Batı “demokrasizmi” unsurları bu tür bir bağlantıya sahipti. Sonuçta Zao da tasfiye edildi. Kitle hareketinin yanında “sosyalizm düşmanı karşı devrimciler” suçlamasına hedef olarak…
Hareketi etkilemeye çalışan Zao gibi karşı devrimcilerin olduğu açıkça görülüyor. Ama Çin’de karşı devrimin esas gücünü parti ve devlet ve bugün onların yönetimlerini elinde tutanlar, Deng, Li Peng vb. gibileri oluşturuyor.
Sovyetlerdeki ulusal çatışmalar, Bulgar şovenizmi, Çin’deki faşist zorbalık, burjuvazinin Marksizm-Leninizm’e ve sosyalizme karşı saldırılarını artırması ve sosyalizmin geçersizliğini ve çıkmaza girdiği propagandasını geliştirmesi için vesileler oluyor. İşte, diyorlar, “sosyalizmin hali”’ Oysa aynı olaylar, sosyalizmin değil kapitalizmin ve artık sosyalizm lafı bile etmez olma noktasına ilerleyen modern revizyonizmin çıkmazının göstergeleri ve kanıtlarıdır. Çin’deki olaylar, zaten, klasik pazar ekonomisinin dizginsizce uygulanması, işgücü dâhil her şeyin piyasada alınıp satılır olması, enflasyonu, işsizliği, krizleriyle kapitalizmin olumsuz sonuçları karşısında ortaya çıkmıştır. Ve Marksizm-Leninizm’in eskidiğini, gereksizleştiğini, sosyalizmin bir çıkmaz olduğunu değil, tam tersini, revizyonist örtü altına gizlenmeye çalışılsın ya da çalışılmasın kapitalizm ve onun devrilmesi için Marksizm-Leninizm’in yol göstericiliğinin gerekliliğini ve alternatifin sosyalizm olduğunu gösterdi; Çin’in dünü ve bugünü.

Temmuz 1989

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑