(Ne Parlak bir zekâ meşalesi söndü Ne yiğit bir yürek durdu!)
Dünya proletaryasının en yetkin, dahi bilginlerinden başöğretmen Friedrich ENGELS 1895 yılının 5 Ağustos günü Londra’da dünyaya gözlerini yumdu. Lenin, Engels’in ölümünün ne büyük bir kayıp olduğunu bir şiirden aldığı bu dizelerle ifade etmiştir.
Kapitalist sömürü dünyasının iç çelişkilerini bütün ayrıntılarına kadar aydınlatan ve insanlığın yüzyıllar sonrası özgür ve mutlu geleceğini daha o günden gören Engels sadık arkadaşı ve can dostu Karl Marks’ın yanı başında ebediyete kadar yanacak olan, ikinci bir meşalesiydi proletaryanın.
Ve yine Engels, işçi sınıfının büyük amacı ve yüce davası için hiçbir zor karşısında yılmamakla birlikte, defalar kere silahlı halk ayaklanmalarına katılıp barikatların arkasında özgürlük uğruna dövüşmekten de çekinmeyecek kadar yiğit bir yürek taşımıştı.
Engels’i anmak, proletaryanın saflarında, kendini sınıf işbirliği, sınıf uzlaşmacılığı biçiminde var eden ihanete karşı durmaktır.
Engels’i anmak “herkesten yeteneğine herkese ihtiyacına göre” olacak sömürüsüz ve sınıfsız bir toplum idealine inanmak ve bu uğurda mücadele vermektir.
Engels, Marks’la tanışıp birlikte bilimsel teorik araştırmalara giriştikleri bin sekiz yüzlü yıllarda hemen hemen bütün sosyalistler ve işçi sınıfının dostları genellikle proletaryaya bir çıban gözüyle baktılar. Onun, sanayinin büyümesiyle birlikte nasıl büyüdüğünü gözledikçe korkuya kapıldılar. Onların hepsi her ne kadar insanlıktan dem vurup kapitalizmin yarattığı ağır sömürü koşullarındaki sefaleti ve yaşanılan vahşeti eleştiri konusu edip çeşitli reformları çözüm diye göstermek istemişlerse de, tarihsel devrimciliği kuşanmış olan işçi sınıfından da daima rahatsızlık duymuşlardır.
Marks’la birlikte Engels bu yeni devrimci sınıfın gelişip güçlenmesinden duyulan korkuyu ve telaşı paylaşmadılar tersine, Marks gibi Engels de bütün umudunu proletaryanın sürekli büyümesine bağladı. Marks ve Engels’e göre ne kadar çok proletarya varsa, bir devrimci sınıf olarak kuvvetleri de o kadar büyük, sosyalizm de o kadar yakın ve o kadar da olanaklı olacaktır. Çünkü kapitalizmdeki özel mülkiyetin kaçınılmaz bir sonucu olarak var olan plansız, anarşik, bunalıma toplumsal üretimin ortadan kaldırılması ve böylece insanın insanı sömürmesine son verilmesi proletaryanın burjuvaziyle sınıfsal savaşımını mutlak gerektiriyordu. Diyalektik tarihsel materyalizmin ışığında Marks ile Engels’in ulaştığı bu bulgular tamamen geçerli ve bilimseldir.
Marks ile Engels’in bütün hizmetleri işçi sınıfının -dolayısıyla insanlığın- kurtuluşu için olmuştur. Lenin, Marks ve Engels’in işçi sınıfına hizmetlerini şöyle özetler. “İşçi sınıfına kendini tanımayı ve sınıf olarak kendi bilincinde olmayı öğrettiler, düşlerin yerine de bilimi koydular.”
Bugün de sınıflar vardır. Ve var olan sınıfların, siyasal mücadelede tavır alışlarında ise, temelde bir değişiklik yoktur. Yine sözde sosyalistler ve işçi sınıfının sözde dostları kendi sınıf çıkarları için verdikleri mücadelede proletaryayı yedekleyip kullanmak istiyorlar. İşçi sınıfı onlar için ateşin üzerindeki kestaneleri toplamaya yarayacak bir maşadır sadece. Aslında onlara sorulacak olursa, sınıflar ve sınıf savaşımları tarihe karışmıştır. Marks’ın ve Engels’in -tabii ki Lenin ve Stalin’in de- öğretileri yeterince eskimiş ve tozlanmıştır. Ama ne büyük bir talihsizlik ki, bütün bu sağcı lafların büyük bir gayretle orta yere serpilmeye çalışıldığı anda bile, dünyanın bütün burjuva devletlerinde proletarya iş, ekmek ve özgürlük uğruna baş kaldırarak yeni mücadele sayfaları açıyor. Sınıf karşıtı, uzlaşmacı güçler ise şaşırıyor, telaşa düşüyor ve kendilerini, ağız değiştirip daha devrimci bir dil kullanma zorunluluğunda hissediyorlar. Onların proletaryaya dost görünmelerinin altındaki gerçek budur.
Hem onların dışında gelişip boyutlanabilecek olan işçi sınıfının bağımsız eylemi kendi burjuva hayallerinin de sonu olacaktır. Bunu çok iyi bildiklerinden sınıfın saflarına sızmayı onun partisinin önderliğindeki bağımsız sınıf eylemini sabote edip rayından çıkarmayı kendilerine görev biliyorlar.
Proletaryanın sınıf savaşımını propaganda etmek ve onu örgütlemek yerine kapitalizmin yarattığı sefalete sövüp sayıyorlar ama çözüm olarak da sınıf işbirliği, reformizm, teslimiyet ve dört dörtlük bir burjuva parlamentarizmini öneriyorlar.
Proletaryanın gelişip güçlenmesinden korkuya kapılan bu sahte sosyalistler ve sahte dostlar, sanki dün proletaryanın saflarındaymışlar gibi de bugün “elveda proletarya” diyerek sözde ayrılıklarını dile getiriyorlar. Kendiliğindenliğine rağmen şöyle bir kıpırdanışıyla toplumu derinden sarsan ülkemiz işçi sınıfı, kendisine “elveda proletarya” diyenlere “güle güle, cehenneme kadar yolunuz var” dese, bunun sekterlik olacağını kim söyleyebilir. Ve ayağa kalkan aynı işçi sınıfı, yıllardır “devletimiz”, “Türkiye ordumuz”, “iç barış”, “istikrar”, “NATO’da kalalım” diyenleri, bu tutumları gericilikle niteleyenlere “sahte sol” yaftası asarak açık ihbarcılık yapanları, akıllarına işçi sınıfını getirmeyip kendilerini burjuvazi ve gericiliğe beğendirmeye çalışanları “selam”a durdurup, göstermelik, temsil niteliği olmayan kişilerle “İşçi Kurul-tay”ları düzenlemeye sevk edince, onlara “yolumuzdan çekilin” dediğinde, bunun yanlışlığını kim iddia edebilir?
Engels 1820’de Barmen’de doğdu. Babası bir manifaktürcüydü. 1838’de lise öğrenimini bitirmeden aile koşullan yüzünden bir ticarethaneye yazıcı olarak girmek zorunda kaldı. Ticaret işleri Engels’in bilimsel ve politik eğitimini sürdürmesini engellemedi. Daha lisedeyken otokrasiden ve bürokratlar zorbalığından nefret etmeye başlamıştı. Felsefe çalışmaları onu daha da ileriye götürdü. O zaman Alman felsefesine egemen olan ve devrimci öğretiler savunan Hegel’in izleyicisi oldu. Ancak kısa zamanda Hegel’in felsefesinde bilimsel olmayan idealist yanı gördü. Hegel’in doğru devrimci öğretilerini savunan Engels onun bilimsel olmayan öğretilerine karşı ise mücadele vererek Hegel’e ve öbür Hegelcilere benzemediğini gösterdi. Marks gibi Engels de burjuva toplumundaki konumu dolayısıyla sosyalizmin kurulmasına ili duyan toplumsal gücün proletarya olduğuna inandı. Ondan sonra da bu sınıfa çıkarlarının ve tarihsel görevinin bilincini vermeye azmetti.
Engels proletaryayı, bir ticari firmada çalışırken 1842’de yerleştiği Manchester’da, İngiliz endüstrisinin merkezinde tanımaya başladı. Engels burada hep ofiste oturmadı. İşçilerin tıkıldıkları yoksul semtleri dolaştı, onların yoksulluk ve acılarını kendi gözleriyle gördü. Ama kişisel gözlemlerle yetinmedi. Kendisinden önce İngiliz işçi sınıfının durumu üzerine açığa vurmuş her şeyi okudu ve ele geçirebildiği bütün belgeleri inceledi. Bu inceleme ve gözlemlerin meyvesi 1845’de çıkan İngiltere’de işçi sınıfının durumu, kitabıydı. Bu eseri yazmakla Engels proletaryaya büyük bir hizmet vermişti. Engels’ten önce birçok kimse proletaryanın acılarını tanımlamış ve ona yardım etme gereğini göstermişti. Proletaryanın yalnızca acı çeken bir sınıf olmadığını, gerçekte proletaryayı karşı konamaz biçimde ileri süren ve son kurtuluşu için savaşmaya zorlayan şeyin proletaryanın utanılacak ekonomik durumu olduğunu ilk söyleyen Engels’ti.
İşçi sınıfının politik hareketi, işçilerin biricik kurtuluşlarının sosyalizmde olduğunu anlamalarına kaçınılmaz olarak yol açacaktır. Öte yanda sosyalizm ancak işçi sınıfının politik savaşımının gereği olunca bir güç olacaktır. Engels’in İngiltere’de işçi sınıfının durumu üzerine yazdığı kitabın ana düşünceleri, şimdi düşünen ve savaşan bütün proleterlerce benimsenen ama o zaman tümüyle yeni olan düşünceleri böyledir. Engels’in kitabı modern proletaryanın durumunu en iyi savunan kaynak olarak her yerde anlatılmaya başlandı. Ve gerçekten 1845’ten önce de, sonra da işçi sınıfının yoksulluğunun böylesine çarpıcı ve gerçek bir anlatım çıkmadı.
Engels Manchester’da İngiliz sosyalist yayımları için yazılar yazmaya başladı. 1844’te Almanya’ya dönerken, Paris’te önceden mektuplaşmaya başladığı Marks’la tanıştı. 1845’ten 1847’ye kadar Brüksel ve Paris’teki Alman işçiler arasında bilimsel çalışma ile pratik etkinlikleri birleştirdi. Burada Marks ve Engels geliştirdikleri sosyalizmin ana ilkelerini yorumlamakla görevlendirilen gizli Alman Komünist Birliği ile ilişki kurdular. Böylece Marks ile Engels’in 1848’de yayımlanan ünlü manifestosu ortaya çıktı. Bu kitap ciltler değerindedir. Onun özü uygar dünyanın örgütlenmiş ve savaşan proletaryasına bugüne kadar esin verdi ve yol gösterdi.
Patlayan 1848 devrimi Marks ile Engels’i anayurtlarına geri getirdi. Burada gerici güçlere karşı özgürlüğü ve halkın çıkarlarını savunmada sonuna kadar savaştılar. Bu savaşımda gerici güçler üstün geldi. Marks yurttaşlıktan çıkarılarak sınır dışı edildi. Engels silahlı halk ayaklanmasına katıldı. Üç savaşta özgürlük uğruna dövüştü ve ayaklanmanın yenilgiye uğramasından sonra İsviçre üzerinden Londra’ya geçti.
Marks’la birlikte yürüttüğü çalışmalarında Engels birçok değerli eserler yazdı. Anti-Dühring; Ailenin, Özel Mülkiyetin Devletin Kökeni; Ludwiq Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesi, başlıcalarıdır. Marks Kapital konusundaki engin çalışmasında son düzeltmeleri yapamadan ölünce Engels, dostunun ölümünden sonra Kapitalin ikinci ve üçüncü ciltlerini hazırlayıp yayınlama ağır görevini üstlendi. Engels her zaman ve genellikle haklı olarak kendisini Marks’tan sonraya koydu. “Marks’ın sağlığında ben ikinci kemandım” diye yazacaktı bir dostuna. Yaşayan Marks’a sevgisi ve ölü Marks’ın anısına saygısı sonsuzdu. Bu çetin savaşçının, bu temkinli düşünürün derinden seven bir ruhu vardı.
1848-49 hareketinden sonra araştırmalarla yetinmeyen Marks ve Engels 1864’te uluslararası işçilerin birliğini kurdular. Marks bu derneğe önderlik ederken Engels’te derneğin çalışmalarına etkin bir biçimde katıldı. Bu birliğin yetmişlerde kapanmasıyla bile Marks ile Engels’in birleştirici rolü sona ermedi. Tersine, denebilir ki, işçi sınıfının manevi önderleri olarak önemleri sürekli arttı. Çünkü hareketin kendisi kesintisiz büyüdü. Marks’ın ölümünden sonra Engels tek başına Avrupa sosyalistlerinin danışmanı ve önderi olarak kaldı.
“İşçilerin kurtuluşu işçi sınıfının kendisinin işi olmalıdır.” Marks gibi Engels de durmadan bunu öğretti. Ömrünün son yıllarında dikkatini Rusya’da gelişmekte olan devrime çeviren Engels proleter devrimlerine olan inancıyla dünya proletaryasının arasından bedenen ayrıldı.
Proletaryanın büyük bir savaşçısı ve öğretmeni olan Friedrich ENGELS’in anısını her zaman yüceltelim.
Ağustos 1989