Bazı yönleriyle, Yeni Çözüm dergisinin Temmuz 89 sayısında yayınlanan iki yazı üzerinde durmak istiyoruz. İlki, “Devrimci Sol Güçler Halkla Bütünleştikçe Oligarşi ve Oportünizm Saldırganlaşıyor” başlıklı başyazı ve “Bayrampaşa Ceza evi’ndeki Dev-Gençliler” imzalı “Provokasyonlar Üzerine Tartışma” başlıklı yazı. Özellikle ikincisi, önemli olumsuzluklar içeriyor ve “sol içi çatışmaların mahkûmiyeti” adına, çeşitli gruplardan insanları birbirlerine karşı bileme ve tahrik etme tutumunu geliştiriyor.
“Sol içi çatışmalara” karşı olma tutumu neyi gereksinir? En başta, her grup ve örgütün kendi militan ve taraftarlarını diğer devrimci gruplara, onların militan ve taraftarlarına yönelik olarak dostluk ve devrimci kardeşlik ruhuyla eğitmesi gerekli değil midir? Kuşkusuz bununla çeşitli devrimci grup ve örgütlerin birbirlerini eleştirmemelerini, aralarında ideolojik mücadeleyi tatil etmelerini söylemiş olmuyoruz. Eleştiri, ideolojik mücadele gereklidir, farklılıklar oldukça, grup ve örgütler zaaflar taşıyıp yanlışlıklar yaptıkça bunlar gerekli olacaktır. Ama eleştiri ve ideolojik mücadele ayrıdır, devrimci grup ve örgütlerin militan ve taraftarlarını birbirlerine karşı dostluk duygularından uzaklaşmaya sevk etmeye yönelmek ayrı.
Cezaevindeki tartışmayı aktaran yazı GKB imzalı iki bildiriyi konu edinerek başlıyor. Yazarlar bildirinin birinde Dev-Genç’in polislikle suçlandığını iddia ediyorlar ve bunu provokatif tavır olarak nitelendiriyorlar. Dev-Genç’in polis olmadığı ortada ve bildiriyle ilgili açıklamalarda bulunmak da bize düşmüyor; ancak konuyla ilgili rahatsızlık belirten arkadaşların tulumları duydukları rahatsızlığa uygun mu? Şu satırlar Yeni Çözüm’de yazılı:
“Oligarşi de, oportünist sol da devrimci sol güçlerin kitle çizgisinde yasallık sınırı tanımamasına karşı, saldırılarında farklı tutum takınmıyorlar.” (Temmuz 89, sf. 3)
“Bazen de doğrudan polis ağzıyla saldırıyor, hiçbir ilke ve kurala uymuyorlar.” (Agy)
Bunlar grup ya da örgüt belirtilmeden genel olarak “oportünist sol” söz konusu edilerek söyleniyor. Örneğin PDA (2000’e Doğru-Saçak) ve TBKP gerçekten böyle yapıyorlar, ama Yeni Çözüm’ün “oportünist sol” çerçevesi içine yalnızca onları sokmadığı açık. İddia edilen “polislik” suçlamasına büyük bir tepki duyuluyor, ama ayrım gözetilmeden devrimci sol güçler dışında her grup ve örgüt, oligarşi ve polis ile kolayca özdeşleştirilebiliyor. Bu olmaz. Her şey bir yana, eleştirilen hatta suçlanan şeyi kendimizin yapmaması gerekiyor. Polise karşı yalnız devrimci sol güçler değil, tüm devrimciler ve Marksistler tepki duyuyorlar ve öfke doludurlar.
Cezaevinden yazan arkadaşlar, “eleştiride serbestlik, devrimci kardeşlik anlayışını hayata geçirmeye çalıştık” diyorlar, devrimci kardeşliğe uygun davrandıklarını ve devrimciler arasındaki dostluk ve kardeşliği geliştirmeyi amaçladıklarını öne sürüyorlar ve zaten yazıları “sol içi çatışmalara” karşı çıkıyor. Ama anladığımız kadarıyla bu, başkaları açısından ve başkaları eleştirilirken geçerli oluyor. Arkadaşların yazılarını bitirirken söyledikleri şu sözler kardeşliğe sığar mı, kardeşliği ve dostluğu geliştirir mi:
“Aynı şekilde diğer sol gruplar da ‘her eylemi provoke eden’; … A siyasetini B siyasetine kışkırtacak kadar gözü dönen bu sorumsuzlar oportünist TDKP-GKB anlayış(sız)ına karşı hesap sorucu olmalı…”
Yine olmaz. “Her eylemi provoke eden”, olsa olsa bir provokasyon çetesi olur ve ona karşı kardeşlik gerekmez. Ve eğer kardeşlikten söz ediliyorsa, “her eylemi provoke eden” nitelemesi yapılmamalı, muhatap devrimci bir grup olarak görülüyorsa buna uygun davranılmalıdır. Devrimciye “provokatör” denerek kardeşlik nasıl geliştirilebilir, militan ve taraftarlar nasıl muhatap grup ya da örgütlere karşı dostluk ve kardeşlik duygularıyla eğitilebilir? Ve bu tutum muhatabın militan ve taraftarlarında tepkilere yol açmadan edebilir mi?
Sol içi çatışmalar mahkûm edilmelidir, Türkiye devrimi bundan zarar gördü, ama bu konuda çuvaldızı karşımızdakine batırırken kendimize en azından iğne batırmaktan kaçınamayız. Aksi durumda sol içi çatışmalara karşı çıkar görünürken, onu tahrik etmiş oluruz.
“Gözü dönmüşler”, “sorumsuzlar”, “anlayışsızlar”, “oportünistler”! Bu tabirlerin kullanılmasına gerek olmadığı düşüncesindeyiz. Karşılıklı birbirlerinin devrimci olduğundan kuşkusu olmayanlar, bir solukta tüm bu olumsuz sıfatları ardı ardına dizmemelidir. Biz böyle yapmıyoruz. Kardeşliğin geliştirilmesinin, sol gruplar ve örgütler arası dostluk duygularının sürtüşme ve çatışmalara olanak tanımayacak şekilde sağlamca yerleşmesinin başlangıç noktası burasıdır.
Herhangi özel bir durumda “sorumsuzluk”, “anlayışsızlık”, “oportünizm” eleştirisi yapılabilir, hatta bir özel durumda bir özel tavrın “provokatif” oluşundan söz edilebilir, ancak, muhatap devrimci olarak tanımlanıyorsa, bunlar genelleştirilerek A ya da B grup, ya da örgütünden “sorumsuz”, “anlayışsız”, “provokatör” vb. sıfatlarıyla söz etmemek gerekir. Amacımız kardeşlikse ve sol içi çatışmaları geliştirmeye, tahrike yönelmiyorsak…
“Polislik” tartışması nereden çıkıyor? Platform olarak düzenlenen bir eylemde dağıtılan bildiri, yapılan kuşlama engelleniyor ve yapanlar tartaklanıyor. Ve tartaklananlar -doğruluğu yanlışlığı bir yana- bundan sonra engelleme yapanlara polise aldığımız tavrı alırız diyorlar. Yeni Çözüm’ün Temmuz 89 sayısından aşağıda aktarılacak olana benzer şekilde:
“Mücadeleye önderlik edemeyen, pratik, teorik neredeyse hiçbir şey üretemeyen, her türlü ahlâktan ve ilkeden yoksun bu haddini bilmezlere anladıkları dilden konuşmak gerekir.”
“Anladıkları dilden konuşmak”… Bu ne demektir? Pullama, kuşlama engellemek, pankartları toplamaya çalışmak, tartaklamak… Bunlar olacak şey midir? Çeşitli eylemleri eleştirmek, yanlışlığını belirtmek, bir tartışma açarak konuyu bir sonuca bağlamaya çalışmak, anlaşılabilir. Ama ilk olarak engellemek, tartaklamak; bu, işin içine zorun sokulması demektir. Bu, sol içi çatışma karşıtlığıyla açıktan çelişme oluşturur. Sol içi çatışma, yalnızca insanların ölmesine, silah kullanılmasına indirgenemez kuşkusuz. Zor, zordur. Yumrukla, tartaklamakla, silah kullanmak arasında nitelik olarak bir fark yoktur, fark zorun düzeyindedir, niceliğindedir. “Anladığı dilden konuşmak”, tartaklamak, devrimci faaliyete bu biçimlerle engel olmak, sol içi çatışmayı bizzat sürdürmek olmaz mı? Hele devrimci olarak nitelenen grup ve örgütlere karşı, faaliyetini fiilen engellemeci, tartaklayıcı davranmak, sol içi çatışmaları mahkûm etmeye çalışanların tam da kaçınması gereken şeylerdendir.
Genel olarak sol içi çatışmalar sorunu ve bunun geçmişten bugüne tarihselliği içinde ele alınışı kapsamlı bir konu, buna girmeyeceğiz. Sorunun birçok yönü var, kısa bir yazı içinde Çözümlenmesi mümkün değil. Her şeyden önce sol denen çerçeve kimine göre şu kadarını kapsıyor, kimine göre azını ya da fazlasını. Sol’la kastedilen devrimcilerse ki öyle olmalıdır, örneğin PDA-Saçak grubu ya da TBKP bu çerçeveye girer mi? Bizce girmez. PDA-Saçak grubu Yeni Çözüm’e göre de çerçeve dışı. Ama bir başkasına göre onlar da çerçeve içine dâhil edilebiliyor. Ve burada önemli olan herhangi bir devrimci örgüt ya da grubun devrimci olarak nitelediği gruba ya da örgüte karşı çatışmacı bir tutum içinde olmamasıdır. Bu, devrimci olmayanlara karşı çatışmacı, çatışmayı geliştirici olmak, saldırı konumunda olmak anlamına gelmez. Ama devrimci olan ve olmayana karşı bir tavır farklılaşması olması doğaldır. Devrimci olana kardeşçe davranırsın, sorunlar çıktığında bunları kardeşlik temelinde çözmeye çalışırsın, ama devrimci olmayana, böyle davranamazsın, çatışma istemiyor, çatışmadan kaçınıyorsa sorun yoktur, çatışma yanlısıysa kendini koruman gerekir.
Geçmiş, çeşitli yönleriyle karmaşık bir bütün oluşturuyor. Ama genel olarak şu söylenmelidir ki, çatışmadan ve çatışmaları tırmandırmaktan kaçınmak ve devrimci gruplarla ilişkileri kardeşlik temelinde yürütmek gereklidir. Ve bu konuda devrimcilerin, kiminin daha az kiminin daha çok olmak üzere, yanlışlıkları olmuştur. Herkesin soruna olanca içtenliğiyle yaklaşması ve yanlışı yalnızca şu ya da bu grupta aramaması doğru olandır. Amacımız eski defterleri didiklemek değil, “şöyle oldu-böyle oldu”, “sen yaptın-ben yaptım” tartışması açmak hiç değil, bu sonuca götürücü bir tartışma olmaz; ancak her grubun yalnız başkalarında hata aramakla yetinmemek ve kendisine de eleştirel yaklaşmak durumunda olması gerektiğine ilişkin bir örnek vermek istiyoruz. Cezaevinden yazan arkadaşlar 1976’da Demokratik Üniversite Mitinginde ateş açanların kimliğini yanlış veriyorlar. Orada, mitinge katılmaya gelenlerin üzerine ateş açılmasıyla çatışma çıkmıştı. Tekrar ediyoruz: buna, herkesin kendisine karşı da eleştirel bir tutum içinde olması gerektiğini vurgulamak için değindik, yoksa amacımız, kimin ne kadar yanlış yaptığının dökümünü yapmak ya da devrimciler arası çatışmanın herhangi bir tarafını, mağdur durumda olsa da haklı çıkarmak değil.
“Yaptım-yaptın” dökümcülüğünden çok devrimciler arası ilişkilerin kardeşlikten uzaklaşmasının, “sol içi çatışma” denen şeyin kaynaklarını doğru saptayıp, üzerine gitmek ve bunları ortadan kaldırmak doğru olacaktır. Bu kısır tartışmalar içinde boğulmanın da önünü alacaktır.
“Sol içi çatışma”, devrimciler arası kardeşlikten uzak ilişkiler eleştirilmen, mahkûm edilmelidir. Buna karşı çıkacak olan sanırız yoktur. Yalnız silahlı çatışma değil, devrimciler arasında zor üzerine kurulu her türlü ilişki, her türlü baskı, dayatma, itişme-kakışma, tartaklama mahkûm edilmelidir. Sorunun özü devrimciler arasındaki ilişkileri zordan arındırmaktır. Zor, gerekli olduğunda, devrimle karşı devrim, devrimcilerle karşı devrimciler arasındaki ilişkinin bir biçimi olabilir. Devrimciler arasındaki ilişkide zorun her biçimine, genel olarak zora karşı çıkılmadı mı, itiş-kakışla, yumrukla silah arasına kesin bir çizgi çekebilmek pek olanaklı değildir. Ve bu noktada önce kimin başlattığı da önemini yitirmekte, çatışmanın kendisi benimsenebilir olmadığından, saldırıda ya da savunmada olmak pek bir anlam taşımamaktadır. Emperyalist savaşta önce kimin saldırdığını aramanın anlamsız olduğu gibi.
Değindik. Devrimciler arası çatışmayı mahkûm etmek ve çatışmadan kaçınmak, önce bunu tahrik etmemeyi, devrimcilere karşı diliyle, üslubuyla, yapılan nitelemelerle özel ve genel tutumları birbirinden ayırt ederek kardeşçe yaklaşmayı gerektiriyor. Bu konuda da grupçu olmamak, başkasının yanlışını ortaya koyarken onun devrimci olduğunu bilmek ve bir devrimciye nasıl davranmak gerekiyorsa öyle davranmak gerekiyor. Kendime yapılmasını istemediğimi başkasına da yapmamalıyım diye düşünülmelidir. Bu militan ve taraftarların, genel olarak devrimci insanların eğitimi açısından da tayin edici önemdedir. Bir grup taraftarlarını başka grup ve örgütlere karşı kardeşlik duygularıyla eğitmek yerine, yazısıyla, sözüyle başkalarının abartılı kötülenmesine yönelirse, kendisine karşı “oligarşiyle diğer devrimci grupların aynı dilden konuştuğu” iddiasına vardırırsa işi, etkilediği devrimcileri “rakip” gruplara karşı kardeşlik değil düşmanlık, en azından rakiplik ve rekabet duygularıyla doldurup şekillendirmeye yöneliyor demektir. Bu noktadan sonra, “sol içi çatışmaları” mahkûm etmek, gerçek bir mahkûmiyet olmaktan çıkıyor ve anlamını yitiriyor demektir. “Oportünizmin varlık şartı için yapamayacağı şey yoktur” tespiti (Y. Çözüm, 89 Temmuz, s.3), işi çığırından çıkarmaya götürür. Burjuvazi ve gericilikle birleşen TBKP ve PDA-Saçak gibi revizyonist gruplar için doğru olan bu saptama tüm sol gruplar açısından genelleştirilirse, militan ve taraftarlar, kendi dışlarındaki tüm gruplardan gelecek türlü “kötülük ve ahlâksızlık”lara şartlandırılıyorlar demektir. “Her şeyi yapabilecek” denli “gözü dönmüş” devrimci gruplar imajının yaratılması, bu türden eğitilen devrimci insanların başka devrimci gruplar karşısında sürekli tehlike gelecek beklentisi içinde her şeyden kötü ya da ters anlam çıkarmaya hazır olması sonucunu doğurmaz mı? Ve bu türlü eğitilen devrimci, bir başka gruptan devrimciye sırtını teslim etmekten çekinmez mi? Onu kolay kolay kardeşi gözüyle görebilir mi? Oysa hayır, devrimcilerin yanlışlar yapabilecekleri, ama “her şeyi” yapmayacakları, örneğin kendilerini gericiliğe ve burjuvaziye satmayacakları öğretilmelidir. Devrimci olduğu düşünülen gruplara böyle yaklaşılmalı, devrimci insanlar onlara karşı olumsuz şartlandırılmamalı. Eleştiri ayrıdır, ama bir devrimci grubu “her şeyi yapabilir” olarak tanımlamak çok ayrı. Bu, sözü edilen grubu devrimci olarak tanımamak, onu gerici olarak nitelemek anlamına gelir. Reformcu, liberal ya da başka bir türden gerici.
Yazılıp söylenilenler, çeşitli devrimci insanları şu ya da bu ölçüde şekillendiriyor, onların düşünce ve duygularını etkiliyor; bunu bilerek yazılıp söylenmeli. Devrimciler arası kardeşlik ilişkileri, yazılıp söylenenlerle doğrudan bağlantılıdır; devrimcilerin eğitimiyle dolaysız ilişkilidir. Bu nedenle ortaya atılan, söylenen yapılanla uyumlu olmalıdır. “Sol içi çatışma”ya karşı çıkılıyorsa bu mahkûm ediliyorsa, diğer devrimci grup ve örgütlere yaklaşım, onları niteleyip tanımlarken kullanılan üslup, sıfatlar, yapılan saptamalar gerçeğe uygun olmalı, abartılı kötülemelere yönelinmemelidir. Muhatap devrimci görülüyorsa, o eleştirilirse de, ona bir devrimci gibi davranılmalıdır. Böyle yapılmalı ki, etkilenen insanlar da böyle davransın başka bir gruptan devrimciyi kardeşi olarak görsün.
Devrimci olmayan gruplarla ilişkileri bir yana bırakırsak, “Sol içi çatışmanın” kaynağı ile, devrimci birlikler oluşturulmasının engeli olan, aynı kaynaktır: dayatmacılık ve yasakçılığa, rekabetçiliğe yol açan grupçulukla içice geçen demokrasi kültürünün eksikliği, grup ve örgütler arasında demokratik bir ilişki zemini oluşturmaya uzak durma. Gruplar birbirleri karşısında tanı demokrat olmadıkça, birbirlerine, haklarına ve faaliyetlerine demokratça yaklaşmadıkça sorunlar çıkacaktır. Ya zor, ya özgürlük ve demokrasi. Özgürce bir arada bulunabilmeyi öğrenmek, çıkan sorunları, demokrasi temelinde çözebilme yeteneğini geliştirmek gerekiyor. Birbirini itip-kakmadan, birbirine zor kullanmadan ilişkiler demokratik bir temelde kurulabilir. Neden devrimciler birbirini “rakip” görsün? Rakip ortaktır: gericilik, diktatörlük. İktidara yürünüyorsa, birbirine karşı yürünemez, birlikte gericiliğe karşı yürünmelidir. Ama birlikle yürümek de öğrenilmelidir. Zorla hiç kimse birlikte yürümez. Hakları sınırlandığında kimse, başkasının yanında durmaz, farklı düşüncelerini ifade edemedikleri durumda insanlar birlik oluşturmazlar. Ve üstelik zor, zorlama, farklılıkların ifade edilmesinin sınırlanması muhalefete, giderek isyana ve başkaldırıya yol açar. Çalışma nedeni olur. Devrimciler özgürce ve gönüllü olarak bir araya gelebilirler. Özgürlüğün olmadığı yerde zor ve zorun olduğu yerde başkaldırı ve çatışma vardır.
Birlikte eylem yapılıyor, ama bir grup diğerinin pullarını topluyor, pankartlarını engelliyor, birileri diğerlerini tartaklıyor. Hani birliğin gerektirdiği özgürlük? Yoksa birlik zora mı dayalı olacaktır?
Ve pul atıp, pankart açmak provokasyon oluyor! Provokasyon, bu denli basite indirgenmemelidir. Provokasyon başka şeydir. Pul atmanın provakatif niteliğini anlamak mümkün değil. Olsa olsa, burada yarışmacı-rekabetçi bir kaygının sözü edilebilir. Birileri pul atıp pankart açınca, başkaları onların eylemi tek başına sahiplendiği kaygısıyla ve rekabette geri kalacağı duygusuyla buna karşı çıkıyor olmalılar. Ve zaten bu kaygı, “başkasının yarattığı potansiyel üzerinden siyaset yapmak” suçlamasıyla ortaya konuyor. Ama eyleme katılan tüm grupların pul atıp pankart açmasının önünde bir engel olmadığı gibi, bunların hiçbiri provokasyon olmaz ve pul atıp pankart açmayla eylem herhangi bir grubun malı olmaz. Eylem gruplarca birbirlerine karşı değil, diktatörlüğe karşı yapılıyorsa, bu tür kaygılara yer yoktur. Ama eylem bir grubun diğerine karşı eylemiymiş gibi, “potansiyel üzerinden siyaset yapmak”, pankartları engellemek, pulları toplamak vb. yönleriyle tartışılıyor. Gericiliğe karşı yönüyle tartışılmıyor. Bu tür tartışmalar bırakılmalıdır. Eylemin diktatörlüğe karşı nasılı, biçimi, eksiği-fazlası tartışılmalıdır. Ama gruplar arası ilişkiler yerli yerine oturmadığı ve özgürlük ve demokrasi temelinde şekillenmesi henüz benimsenmediği için, tartışılan, gruplar arası ilişkiler olmaya devam ediyor.
Henüz çatışma ve sürtüşmelerden kaçınabilmenin ve eylem birliğinin koşulu olarak özgürlüğün devrimciler arası ilişkilerde gerekli olup olmadığı ve bu ilişkilerin demokratik bir temele sahip olup olmayacağı konusunda bir karara varılamıyor. Bu konuda farklı görüşler var.
Cezaevinden Yeni Çözüm’e yazan arkadaşlar “eylemde birlik, ajitasyonda propagandada serbestlik ilkesi size göre birliğin, bize göre ise oportünizmin ilkesidir” diyorlar. Neden oportünizmin ilkesidir? Bu konuda bir şey söylenmiyor. Geçen sayımızda Lenin’den aktarmıştık, ama arkadaşlar bu konuda klasiklerde bir sey yazmıyor, yazılan, “eylemde birlik, tartışma ve eleştiride serbestlik” ilkesidir diyorlar. Oysa bu ikisi ayrı şeydir.
“Eylemde birlik, tartışma ve eleştiride serbestlik” bir parti ilkesidir. Parti içindeki ilişkileri düzenler. Parti tek bir iradenin eyleme yön verdiği gönüllü bir irade birliğidir. Ama bu irade tekliği, üyelerin tek bir program etrafında gönüllü olarak birleşmiş olmalarından kaynaklanır. Parti içinde tartışma ve eleştiri olur ve sonunda bir karara varılır. Ve bu karar uygulanır. Ama parti monisttir. İçinde farklı sınıf ve tabakaların çıkarlarını savunan farklı ideolojik siyasi çizgilere sahip insanlar ve gruplar yoktur. Parti irade birliğidir. Ve bu irade birliği tek tek her eylemde irade birlikleri olarak şekillenip yansır. Lenin’den yapılan şu alıntıya hiçbir itiraz olamaz: “Eylemde birlik, tartışma ve eleştiride özgürlük: İşte biz disiplini böyle tanımlıyoruz.” Ve: “…yetkili organlar bir kez karara vardıktan sonra, biz bütün ‘parti üyeleri’ tek bir adam gibi davranırız.” İtiraz, konuyla ilgili olarak, yanlış sözcüklerin altının çizilmesine. Konuyla ilgili olarak Lenin’in altını çizdiği sözcüklerin değişmesi gerekiyor. Lenin’den aktarılan pasajın tartışılan sorunla ilişkisizliğini belirtmek için “parti” ve “üyeleri” sözcüklerinin altı çizilmelidir. Aktarılan pasaja partiye ve parti disiplinine ilişkindir, parti üyelerinin davranış ve tutumlarına yön verir niteliktedir. Ama tartışma konusu, ne parti, ne parti disiplini ve ne de parti üyelerinin birbirleriyle ilişkileri. Farklı ideolojik siyasal çizgilere sahip gruplar arası ilişkileri tartışılıyor. Onlar arasındaki eylem birlikleri, tartışılıyor. Bu grupların birliğini parti birliği gibi görmek, sorunu hiç anlamamak olur.
Eylem birliği yapmakla herhangi bir grup diğerine iltihak etmiyor, siyasal çizgisini terk etmiyor, ideolojik farklılıklarından vazgeçmiyor. Bu farklılıklarını koruyarak bir araya gelen gruplardan bir parti gibi hareket etmeleri istenebilir mi, bu beklenebilir mi? Ve parti içi ilişkilere ve parti disiplinine yön veren ilkenin, farklılıklara sahip gruplar arasında geçerli olabileceği düşünülebilir mi? Bu, kuşkusuz olanaksızdır. Ancak herhangi bir grup ideolojik siyasal çizgisinden vazgeçerek diğerine katılırsa, ancak o zaman, aktarılan ilke hayata geçebilir. Çünkü parti farklı grup ye hiziplerin varlığıyla çelişen bir irade birliğidir. Ama devrimci gruplar arasında kurulan/kurulacak eylem birlikleri böyle midir? Eylem birliklerine gruplar, kendileri olarak, farklı ideolojik siyasal çizgileriyle katılırlar. Kendi bağımsız varlıklarını korurlar ve onlardan bir partiymiş gibi hareket etmeleri beklenemez. Farklılıklarını korudukça, çeşitli devrimci grupların, eylem birlikleri oluştursalar da, farklı propaganda ve ajitasyona yönelmeleri ve farklı eylemlerde bulunmaları doğaldır. Bir arada, birlikte yapabildikleri propaganda ve eylemleri birlikte yapacaklar, birlikte yapamadıklarını ayrı ayrı bağımsız faaliyetler olarak gerçekleştireceklerdir. Ve bu bağımsız faaliyetler, bağımsız faaliyet oldukları için hiçbir zaman provokasyon olmaz. Bağımsız faaliyet olarak gerçekleştirildikleri için değil ama somut durumda birilerini provokasyona getiriyorsa, bundan dolayı provokatif nitelik kazanır. Ama cezaevinden yazan arkadaşlar her ayrı bağımsız faaliyete provokasyon diyorlar, niteliğine bakmadan, salt bağımsız olarak gerçekleştirildikleri için. Bu doğru bir yaklaşım olamaz. Herhangi bir eylem, birlik koşullarında bağımsız olarak gerçekleştirilmesi nedeniyle değil ama somut niteliği nedeniyle provokatif olur.
Arkadaşlar “eylemde birlik, ajitasyon ve propagandada serbestlik ilkesi birleştirici değildir” diyorlar, “ne zaman ilkenizi uygulamaya kalktınızsa sol içi birliğin değil, çatışmanın zemini doğdu. Bu ilkenizin uygulandığı her yerde birlik zemini parçalandı” diye yazıyorlar. ’80 öncesine atıfta bulunarak, o zaman bu ilkenin “anti-Sovyetik slogan atmak” anlamına geldiğini, bu ilkeyi savunanlarla Sovyet yanlısı revizyonistler arasında kendilerinin durmak zorunda kaldıklarını yazıp şöyle diyorlar: “Madem bu ilke birleştirici rol üstleniyordu, neden bizim disiplinimize uymak zorunda kaldınız. Gerçekten, tüm sol gruplarla birlikte yapılan gösterilerde anladığınız biçimde ‘ajitasyonda serbestlik’ uygulamadınız. “Yoksa güçsüzlükten ötürü mü ilkelerinizden taviz verdiniz.”
Arkadaşlar, her şeyden önce, revizyonistlerle eylemde birlik gibi bir sorun olmamalıdır devrimciler yönünden. Onlarla hangi platformda birleşilecektir? Eskiden bu sorun daha karmaşık görünüyordu. Bugün daha açık değil mi? Zor koşullarda onlarla birleşebilmek mümkün olabildi mi? Örneğin cezaevlerinde revizyonistlerle ne zaman birleşilebildi? Onlar sürekli olarak “bağımsız” koğuşlarda cezaevi idareleriyle işbirliği içinde olmadılar mı? Sendikalarda patronlarla birleşerek işçilerin fabrikalardan, devrimci sendikacıların işten ve sendikalardan atılmalarını örgütlemediler mi? Derneklerdeki tutumları aynısı değil miydi? Eylül zorunu görünce sendikaların kapısına kilit asmadılar mı? Ve hangi çizgileriyle, önerdikleri hangi platformda onlarla birleşilebilmek mümkün oldu. Reformcu çizgi ve platformlarında mı? Bugün Eylül “demokrasisi”ne entegre olan, açıktan düzen içlik propagandasıyla, cezaevlerindeki “bağımsız” koğuşlarda gerçekleştirdikleri idare ile işbirliğini açıktan ülke idaresiyle işbirliğine dönüştüren revizyonistlerle birleşilebilir mi? Devrimci olarak kaldıkça bu gerçekleşebilir mi? Siz arkadaşlar. Eylül günlerinde onların tecridini mücadele ve birliğin koşulu olarak öngörüyordunuz. Ve bugün onlarla nerede birleşebiliyorsunuz? Koşulların ancak onların yüzlerini gizlemelerine ve “sol içi” geçinmelerine elverecek yumuşaklıkta olduğu durumlarda, onların bu sahtekârlıkları görülemezse, düzen-içi konumlan görmezden gelinirse, onlarla birleşmeci bir tutum içinde olunabilir. Ve bugün bunu sizde pek yapmıyorsunuz. Örneğin PDA-Saçak grubuyla birleşmeye hiç çalışmıyorsunuz. Bu kötü değil, iyi bir şey. Ama birileri kalkar da, onlarla birleş diye dayatır ve “kendi disiplinini” kabul ettirmeye çalışırsa, bunu kabullenir misiniz?
“Eylemde birlik, propaganda ve ajitasyonda serbestlik” ilkesi, devrimciler açısından ve devrimciler arası ilişkilerin düzenleyicisi olarak geçerlidir. Birleştiricidir. Kuşkusuz birleştiriciliğinin ön-varsaydığı bir koşul var: devrimcilerin demokrat oluşları. Birbirlerine karşı demokrat tutum içinde olmaları, ilişkilerini demokratik zeminde kurup geliştirme yönelimine sahip olmaları. Devrimcilerin demokrat oldukları varsayılır, varsayılabilir. Bu nedenle bu ilkenin de birleştirici olduğu varsayılmak durumundadır. Devrimciler ülkenin demokratlaştırılmasını asgari programlarıyla hedefliyorlar, bir demokratik devrimi amaçlıyorlar. Kendi içlerinde ve kendi aralarındaki ilişkilerinde bugünden bu amaçlarına uygun davranmalarını beklemek doğal değil mi? Bu, hayalcilik mi yoksa? Birbirlerine karşı demokrasi uygulamayan devrimciler, ülkenin demokratlaştırılmasını başarabilirler mi?
Ama arkadaşlar siz, birliği demokrasi zemininde gerçekleşen, gerçekleşmesi gerekli bir şey gibi ele almayarak, birliği “bizim disiplinimiz”e uymak koşuluna bağlıyorsunuz. Bu ilke birleştirici değildir, birleştirici olan “bizim disiplinimize uymak”tır demeye getiriyorsunuz. Bu, savunulabilir mi? Gruplar arası ilişkileri, her grubun eşit haklara sahip olduğu demokratik bir platform mu düzenlemelidir, yoksa sizin ya da bir başkasının disiplini ve grupların başkalarının disiplinini kabul etmek zorunda oluşu mu? Ve kim disiplin koyucu konumda olacaktır? Her grubun kendine özgü bir disiplini vardır, hangisi geçerli olacaktır? Güçlü olanın mı dediği olacaktır? Ama bunu da dolaylı olarak eleştiriyorsunuz. Güçsüzlükten ilkelerden taviz verilemez diyorsunuz. Peki disiplini kim sağlayacak? Bileği güçlü olanın sağlaması düşünülemez. Devrimciler zaten bilek gücüne karşı çıktıkları için devrimcidirler bir yönüyle. Anlayışı doğru olan mı? Peki, ama buna kim karar verecek”? Herkes kendisine göre kendi anlayışının doğruluğunu savunuyor ve bu da doğaldır. Başkalarının anlayışım yanlış bulması da doğaldır, ama kendi doğrusunu başkalarına kabul ettirmenin iki yolu vardır: zor ve ikna. Zor, devrimciler arası ilişki söz konusu olduğundan, devre dışıdır, çözüm olarak önerilemez. Gerekli olan iknadır. İkna için de tek bir geçerli zemin vardır, her şeyin özgürce tartışılabileceği, herkesin eşit haklarla özgürce ve gönüllü olarak bir arada bulunabileceği demokrasi platformu. Herkes istediğini söyleyebilmelidir: Bu herkesin kendi görüş ve düşüncelerinin propagandasını yapabilme hakkına sahip olması demektir. Ve karar işçi ve emekçilere, kitlelere bırakılmalıdır. Doğru görüşler kitlelerce benimsenecektir. Yanlış olan kitlelerde ancak geçici bir etkinlik sağlayabilir. Doğru eninde sonunda etkisini sağlar. Bu amaca ulaşabilmek için her devrimci grup kendi propaganda ve ajitasyonunu kitlelere götürebilmelidir. Birlik sağlandığında hiçbir grup kendi ideolojik siyasal düşünce ve çizgisinden vazgeçmediğine göre, kitlelere götürecek ayrı, başkalarından farklı görüş ve düşünceleri olacaktır. Bu görüşlerini kitlelere ulaştıramazsa ve ulaştıramayacak olduktan sonra, neden başkalarıyla birlik oluştursun? Herhangi bir grubun “disiplini” kabul edilerek birlik olanaksızdır. Bunu kabul edecek olan zaten grubunu feshedip disiplinini kabul edeceği gruba iltihak eder.
Kendi disiplinini birleştirici ve birlik koşulu varsaymak, demokrasi kültüründen uzaklığın göstergesi olur. Sorun, her grubu bağlayacak ortak bir disiplin oluşturma sorunudur. Bu, ancak demokrasi savunularak, her grubun eşit haklara sahip olduğu demokratik bir birlik platformu oluşturularak gerçekleştirilebilir. Partide disiplin, nasıl en geniş tartışma özgürlüğü temelinde gerçekleşiyorsa ve gönüllülük koşuluna bağlıysa; devrimci eylem birliklerinde de, demokratik tartışma, her grubun varlığı ve haklarının eşitlik temelinde kabulü, bunun doğal sonucu olarak görüş ve düşüncelerini ortaya koyma, ayrı siyasal faaliyetini sürdürme hakkına saygıyı kucaklayan demokratik bir zeminde gerçekleşebilir. Bunun alternatifi, herkesin kendi başına bağımsız mücadelesidir, devrimci birliğin sağlanamamasıdır. Oysa devrimcilere birlik gerekiyor. Devrimci birlikler oluşturmak gerekiyor. Bunun için ise, “benim disiplinim” anlayışından vazgeçilmelidir. Çünkü bu olacak şey değildir.
Cezaevinden yazan arkadaşlar, eleştirilerini, bir grubun kendi bağımsız eylemi olarak geliştirdiği eylemlere “korsan dalışlar”a yöneltiyorlar. Ama sorun bu değildir. Sorun birlikte, eylem birliği yapılarak örgütlenen eylemler dolayısıyla ortaya çıkıyor.
Örneğin SHP, eskiden CHP mitinglerine davetsiz gitmede bir terslik ve yanlışlık yoktur. Buralarda olan miting içinde mitingdir. Yine çeşitli devrimci grup ve örgütlerin düzenledikleri mitinglere ve genel olarak eylemlere katılım yönünden de pek sorun ve tartışma çıkmamaktadır. Diğer devrimci gruplar ya eylemi düzenleyen grubun çağrısı üzerine ya da bazen çağrıya gerek olmayan doğallığı içinde katılmaktadırlar. Çağrılı ya da çağrısız, ama özellikle çağrılı olduğunda, bu eylemlere kendileri olarak katılacakları açıktır. Örneğin kendi pankartları altında. Zaten çağrının anlamı da budur. Siz, gelin katılın demek, siz olarak katılın demektir, yoksa eylem çağrısının anlamı iltihak çağrısı olur.
Çağrılı ya da çağrısız herhangi bir devrimci grubun düzenlediği eyleme katılmak, kuşkusuz, eylemi düzenleyen grubun koyduğu koşullarla olur. Bu koşullar beğenilmezse tartışma konusu yapılarak katılmak için karşı koşullar ileri sürülebilir, ama sonuçta çağrılılar ya da çağrısız doğallığıyla katılma durumunda olanlar eyleme katılır ya da katılmazlar. Eylemin amacını ya da katılım koşullarını benimsemiyorlarsa, katılmamakta özgürdürler. Sorun çıkmaz.
Ama eylem birliği gerçekleştirilerek düzenlenen ortak eylemlerde geçerli olması gereken demokrasi ilkesidir. Burada herhangi bir grup kendi başına, sanki kendi bağımsız düzenlediği bir eylemmiş gibi kural ve koşul koyamaz. Kural ve koşullar ortak, her grubun gönüllü kabulüyle konabilir. Bu durumda eylemde atılacak slogan, taşınacak pankart vb. konusunda önceden anlaşılabilir de, bu tür kural ve koşullar konmayabilir de. Önceden konmuş kural ve koşullar varsa, bunlara uyulması doğaldır. Bunların ortak bir disipline bağlanması koşuluyla. Ama her eylemi koşula bağlamak, ortak yapılabilecek eylemlerin sınırını daraltır. Her eylemin çerçevesinin sıkıca çizilmesi, bu çerçeveyi dar bulanın ya da bulanların eylemlere katılmaması ve eylem birliği alanının aşırı darlaştırılması anlamına gelir. Daha geniş birlikler -ama kuşkusuz devrimci birlikler- oluşturmak ancak, ajitasyon ve propaganda özgürlüğüne saygıyla olanaklıdır. Burada ortak eylemlere katılanların kendilerini ifade etmeleri özgürlüğünün sözünü bile etmiyoruz. Kuşku yok ki, katılanlar çeşitli araçlarla, pulla, pankartla vb. kendilerini ortaya koyacaklardır. Bunu provokatif eylem olarak nitelemek, kendini ifade eden grubun varlığını provokatif bulmak demektir. Doğal ki, pankartların açılma, pulların atılma zamanı tartışılabilir ve saptanabilir, örneğin henüz eylem başlamadan eylemi açığa vurup güvenliği tehlikeye atacak türden davranışlar doğru olmaz ve provokasyona da neden olabilir.
Arkadaşların sordukları bir soru var: neden “tüm sol gruplarla birlikte yapılan gösterilerde anladığınız biçimde ‘ajitasyonda serbestlik’ uygulamadınız” diyorlar. Arkadaşlar bu ilke, sorumlulukla her somut durumda somut değerlendirme yapmanın engeli değil ki. “Ajitasyon ve propaganda serbest” olur, ama bu, hiçbir değerlendirme yapmadan, önünü arkasını düşünmeden, yerli yersiz şunu ya da bunu yapmak, örneğin ille de anti-Sovyet slogan atmak anlamına gelmez. Sorun, ayrılma hakkı gibidir. Ayrılma ve ayrı devlet kurma hakkının kabulü, nasıl her durum ve koşulda ayrı devlet kurmayı savunma ve bu yönde tutum almayı gerektirmezse, “ajitasyon ve propagandada serbestlik ilkesi”ni savunup uygulamak da, her koşulda ve hiç bir şeyi göz önünde tutmayan bir ajitasyon konusunda ısrar etmeyi gerektirmez. Bu ilkeyi savunmak, sorumsuzluğu savunmak değildir çünkü. Serbestçe ajitasyon ve propaganda yapmak her grubun hakkı olur.
Bunu uygulamaktan doğal bir şey yoktur. Önemli olan hakka saldırmamaktır, “ajitasyon ve propagandada serbestliği”, demokratik ilişkileri, her grubun eşit haklara sahip oluşunu reddetmemektir.
Ve sorunu karikatürize etmekten kaçınılmalıdır. “Ajitasyon ve propaganda özgürlüğü”, demokrasi, herkesin her istediğini yapması ve zorunda bu yapılabilecek olanlar arasına katılıp mazur gösterilmesi biçiminde yorumlanarak, özgürlük ve demokrasinin yanlışlığı gösterilmek üzere ters yönden uç noktaya çekiştirilip karikatürleştirilerek bir yere varılamaz. Arkadaşlar şöyle yazıyorlar: “Bildirinizde de, burada da feveran ediyorsunuz niye pullarımızı topluyor, bildiri dağıtmamızı engelliyorsunuz diye. Madem sınırsız ve isteyenin istediğini yaptığı bir demokrasiyi savunuyorsunuz, o halde pullarınızı toplamalarına, ortak kararla gerçekleştirilmiş eylemlerde açtığınız pankartları engellemelerine neden karışıyorsunuz?”
Mizah değilse, bu yaklaşım doğru olmaz ve tehlikelidir. Propaganda yapmakla bunu zorla engellemek aynı kefeye konulabilir mi? Birincide özgürlük öngörülüyor, ikincisinde zor uygulanıyor. Ve zor, devrimciler arasında kesinlikle uygulanmamalıdır -ki sizde bunu yazıyorsunuz. Üstelik ortak kararı alanların içinde pankart açanlar da var. Peki, hangi ve kimin kararına dayanarak pankartların toplanmasını savunabiliyorsunuz? Ortak eylemlerde, birliğe katılanların kendilerini ortaya koymalarından doğal bir şey yoktur, ama bunun engellenmesi doğal değildir ve eleştire-geldiğiniz provokasyonlara ve “sol içi çatışmalara” yol açıcı, bunları tahrik edici niteliktedir.
Devrimciler ve devrimci grupların daha demokratik yaklaşımlarla kendi aralarında daha demokratik ve dayatma ve zordan daha çok arınmış ilişkilere ve bu çerçevede daha sağlam, kalıcı ve amaç ve hedefleri ve katılım yönünden daha geniş birliklere ulaşacaklarını, grupçuluğu ve demokratik olmayan tutumların eninde sonunda birliğin engeli olmaktan çıkacağını kuvvetle umuyoruz.
Anarşistçe “özgürlük” değil savunulan, sorumluca demokratik ilkelerin uygulanması. Çünkü devrimcilerin birliği ancak demokratik bir zeminde olanaklıdır. Hedeflenecek olan demokratik ve devrimci birlik olmalıdır. Bu amaçla her kes, tüm devrimciler ellerinden geleni yapmalıdır.
Ağustos 1989