“Bir diktatörlüğün katliamları, işkence edilenler, öldürülenler ve ortadan kaldırılanların listesiyle tükenmiyor.”
Eduardo Galeano
Korkunun başlıca besin kaynaklarından biri baskıdır, çoğu zaman yaratıcısı da. Baskı, şiddet, zulüm… Ve korku. Korkunun sahipleri, korkuya maruz kalıp korkanlar… Korkunun sahipleri de korkarlar. Hatta kimi zaman kendi kendilerinden korkarlar. “Charles Chaplin”in “The Great Dictator” -Büyük Diktatör- filmindeki “Diktatör Hynky” gibi. İçişleri Bakam “Garbage”ın geleceğe yönelik tasarımları “Büyük Diktatör”ün kendinden korkmasına neden olur. Filmdeki ülke “Tomonya”nın her yerinde diktatörün korkusu vardır. Diktatörün kendinde bile. Odasındaki bir ses, sırtına ansızın konan pelerini ürkmesine neden olur.
“Mussolini çok konuşuyor
TARANTA-BABU
çok korktuğu için çok konuşuyor.”
Genelde Chaplin sinemasında vardır korku. Yönetmenin deyişiyle “Bastonu onuru, bıyığı kurumluluğu, potinleri kaygıların çekilmezliğini belirten…” (1) “Şarlo” tipinde bir yanıyla çekingenlik egemendir; yürekliliğine karşın. Bir de üniformalılar, özellikle de polis. Charlie Chaplin’in nefretinin yansıması tipler. Ellerinde sopalarıyla ürkütücüdürler. Elinde sopası yoktur ama bir üniformalıdır baskı, katliam ve korku üreticisi “Diktatör Hynky”. Tüm “Tomonya”da yalnızca onun sesi duyulur.
Charles Chaplin’in gereğince yankı bulamayan bu önemli yapıtı sadece Hitler faşizmini ve Hitler’i yeren bir film olarak değerlendirilemez. Onun yarattığı diktatör tipi evrenseldir. Geçmişe doğru “Napolyon”a, günümüze doğru “Franco”ya, “Pinochet”ye ve diğerlerine dek uzanır. Evrensel olan salt diktatörler de değildir: Direnmeye çalışan “Hannah”yla, “Bay Jaeckel”la, diktatöre ve diktatörlüğe kayıtsız kalan “Bay Mann”le, diğer Yahudilerle ve sevimli “Berber Şarlo” ile.
Dünya parmağının ucunda olmalıdır diktatörün. Ucundadır. Oynamaya başlar, balondan dünyayla. Patlatır. Chaplin’in salt görüntüyle aktardığı ve nefis bir anlatıma ulaştığı bu bölüm adeta dünyada var olmuş ve olan tüm diktatörlerin özlemidir. Kimilerinin oyuncakları dünya, kimilerininki sadece kendi ülkeleridir. Bir diğer ortak yanları “Diktatör Hynky” gibi balonları patlamış, ya da patlayacaktır.
Sanatı çok sever “Hynky”. Her gün 10-15 saniyesini piyano çalarak geçirir. Yine aynı süreyi resim ve heykelini yapmakta olan sanatçılara ayırır. Tarihi sanat eserleri “Tomonya”yı süsler. Küçük değişikliklerle de olsa. Heykeller Nazi selamı veren biçime sokulmuşlardır. Ünlü “Düşünen Adam” bile çenesinde duran sağ elini ileri uzatmıştır, “Diktatör”ü selamlamak için.
“Üstelik Führer bile -yalnız kendisi tarafından değil, birçokları tarafından- devlet sanatçısı diye nitelendiriliyor.” Brecht.
“Diktatör Hynky” Yahudi bir bankerden kredi alabilmek için Yahudi katliamını durdurur. Filmin Yahudi kahramanları biri dışında bu durumdan dolayı diktatörü aklamaya, güvenmeye girişir. Borç alınamaz ve azgın saldırılar başlar. Bugün de değişen bir şey yok. İnsan hakları ve demokrasi için dış dinamiklere umut diye sarılan ve hayal kırıklığı yaşamlarının ayrılmaz parçası olan insanlarla Chaplin’in Yahudileri çakışmakta.
Chaplin’e göre diktatörler insan olmanın çok ırağında yaratıklar. Mikrofonun önünde konuşurken, güzel. sekreterine cinsel saldırıya yeltendiği anlarda “Diktatör Hynky” bir hayvan gibidir. Kükrer, hırlar; gözü dönmüştür.
“Büyük Diktatör” filminin başında büyük sinemacı eski filmlerinden “Şarlo Asker”e gönderme yapar. Savaş eleştirilir. Önemli silah buluşlarıyla alay eder. Yeni yapılan topun patlamayan mermisiyle “Asker Şarlo”nun bir daire çizerek dönüşleri, “Şarlo “nun uçaksavarla mücadelesi komedi filmleri açısından erişilmesi güç düzeyde hareketli resim kareleridir. Ancak Chaplin insanlık ve demokrasi savaşının yanındadır. 1942 yılında ikinci cephenin açılması çağrısında şunları söyler: “…Ama Rusya’yı, demokrasinin son savunma hattını kaybetmek tehlikesini göze alamayız. Ve her şeyden önce, ikinci bir cephe…” (2)
Hırslıdır diktatör. Avusturya’yı işgal için filmdeki diğer diktatör “Napaloni” ile amansız bir uğraşa girer; silah gösterilerinden kişilik üstünlüğüne dek. Görüşmeler sürerken milyonlarca insanı dehşete düşüren diktatörlerin birer kaşık İngiliz hardalıyla düştükleri durumu salt komik olay olarak görmek olanaklı değildir. Sonunda kazanır “Diktatör Hynky”. Avusturya’yı işgal eder. Evet hırslıdır. Ancak hırslı olan yalnız diktatörler değildir, Chaplin sinemasında. Tekelci kapitalizmin insanını bürümüştür hırs. En güzel ifadesini “Akma Hücum”da bulur.
Salt bir komedi ustası denemez Charles Chaplin’e. Sayın Dorsay’ın yerinde saptamasıyla birer trajik destandır da filmleri. Yalnızca bir siyasal komedi de denemez “Büyük Diktatör”e. “Bertolucci”nin “1900”üne, “Pontecorvo”nun “Queimada”sına siyasal sinemanın iyi birer örneğidir sözlerinin yetmeyeceği gibi.
Yergi sinemasında çok etkili olmasına karşın insanları anlamaya çalışır sürekli. Kadını da. Diktatörlüğün baskısı altındaki insanlar arasında direncin odağı Yahudi kız “Hannah”dır. Aynı “Hannah” şiddetin geçici olarak azaldığı dönemde diktatör için olumlu düşünür. Tanrıya inanır, ancak bu inancın yaşamını değiştirmeyeceğini bilir. Güzeldir. Güzelliğinin ayrımına varamaz. Chaplin’in insanın iç çelişkilerini yakalamaktaki ustalığını hemen her filminde görmek olasıdır. “The Kid”de intihar etmek için çocuğunu bırakan, ancak yaşamına son veremeyen kadının durumu özel bir örnektir.
“Büyük Diktatör”ün sıradan insanları mutlu bir biçimde yaşadıkları yerleri severler. Ancak baskı, zulüm onları göç etmek zorunda bırakır. Bu durum melodramın uzağında son derece ölçülü bir duygusallıkla anlatılır filmde. Soykırımına uğrayan bir ulusun yıllar sonra başka bir ulusu göçe zorlama ve katletme politikası Charles Chaplin’de nasıl bir düşünce yoğunluğuna yol açmıştı, bilmek zor. Ama bugün Filistinlilerin dramını ve savaşını en güzel Chaplin sinemalaştırdı diye düşünmekten kendini alıkoyamıyor insan.
Baskı, korku, emir, selam… Temel taşlarıdır adeta “Hynky Diktatörlüğü”nün. Emirsiz yapılan şey yoktur, katliam dışında. Diktatörün konuşmalarında alkışlanma ve alkışın kesilmesi bile emrine bağlıdır. (Sesli sinemaya tavrı bilinen Chaplin’in bu filminde uzun açık hava ve radyo konuşmaları sinemada sesi de çok başarılı kullanabildiğinin kanıtı olmuştur.) Bir buyruğu en yakın adamlarının bile toplama kampına gönderilmesine yetmekte, savaş bakanı “Herring”in madalyalarını bir gün söküp bir gün takmaktadır. Kendisinin bulunmadığı yerlerde bile adı haykırılarak selam verilir. “Napaloni”yi karşılama töreninde selamlaşmaktan el sıkışamadıkları sahne izleyicinin belleğinden kolay silinmez. Gerek bu sahneyi, gerekse “Buster Keaton”un “İtalyan Usulü Savaş” filmindeki Alman subayının sağ kolu doldurularak sürekli Nazi selamı veren üniformasıyla denetleme için dolaştığı bölümleri Hitler izleyebilseydi, kim bilir belki de selam olayındaki yoğunluğu azaltırdı(!).
“Elini gördüm hani ben senin, oğlum, “Hay Hitler!” diyerek kaldırdığın elini, Hitler’i selamladın, diye nerden bilecektim, kuruyacağını bir gün elinin.”
“Diktatör Hynky”ın çok uzun konuşmasının sekreteri tarafından daktilonun iki tuşuna basarak yazılması ve tek sözcüğününse iki satır tutması konuşmadaki anlamsızlığın, boşluğun -ki bu siyasal taşlamanın komik öğeye nasıl bir olağanüstülükle dönüştüğünün- görüntüleridir. (Bu espri çok ünlü komedi ikilimiz tarafından da kullanılmıştır. Günahlarını almayalım, belki onlar da habersizdir. Bu “minik hırsızlığın” sorumlusu oyun yazan da olabilir.) Bu bölüm Aziz Nesin’in güzel öyküsünü de anımsatır. “Hikâye-i Hazret-i Dangalak”. Hiçbir şey bilmez “Dangalak Hazretleri”. Ne konuştuğunu bile. “Hazret-i Dangalak” da bir diktatördür.
“Ernst Lubitsch”in “To be or not to be” filminde “Napolyon’u konyak markası yaptıklarını, Bismarck’ın tütsülenmiş ringa balığı, Hitler’in de bir parça peynir olacağını” söylettiği fıkra Hitler açısından gerçeklik kazandı mı bilmiyorum. Bildiğim, Hitler’in kara bir leke olarak tarihteki yerini aldığı. Acı olan diktatörlerin ve diktatörlüklerin bugün de sahnede var olmalarıdır. Bu gerçeği önceden gören Chaplin “Büyük Diktatör”ü insanlığa bildirisiyle bitirir. “Şarlo”, “Diktatör Hynky”ın yerine geçer ve işgal altındaki Avusturya halkına seslenir. Sesleniş tüm insanlığadır.
“…Hiç kimseyi yönetmek ya da işgal etmek istemiyorum. Mümkün olsa herkese yardım etmek isterim, Yahudi, siyah, beyaz… Çok düşünüp az hissediyoruz… Uğruna ölünebildikçe özgürlük vardır, olacaktır… Diktatörler kendilerini kurtarır, insanları değil… Birleşelim, yeni ve güzel bir dünya için birlikte savaşalım…”
Son sözler sevgilisi “Hannah”yadır.
“Hannah beni duyuyor musun? Neredeysen yukarı bak. Bulutlar kalkıyor, güneş çıkıyor. Yeni güzel bir dünya doğuyor.”
Charles Chaplin öleli yıllar oluyor. Ancak özgürlük savaşçısı sinemacılar yine var. Yazık ki ülkelerini, dünyayı kana bulayan “kumral Hynky”ın, kara gömleklilerin lideri “il duçe Napaloni”nin yerine yenileri yaratılıyor. Yine baskı, kıyıcılık, işkence. Yeni “Dachau”lar, “Mauthausen”ler… Güzel olan iyi olan her şeyi yok etme. Tüm bunlara karşın direnç sürüyor. Umut da öyle. Ya “Pinochet”ler mi diyorsunuz.
“gün akşamlıdır devletlim
elbet siz de ölürsünüz”
(1) “Şarlo” Philippe Soupalt, Çağdaş Yayınları, Çev. Teoman Aktürel, sayfa: 7.
(2) “Şarlo” Marcel Martin, Bilgi Yayınevi, Çev. Timuçin Yekta, sayfa: 200.
Mart 1989