Demokrasi ve faşizm, tekelci burjuva devletinin iki yüzünü, iki biçimini ifade ediyor-2

b) Almanya
Almanya, birinci paylaşım savaşı sonrasında, İtalya ve Rusya’nın dışında, emperyalizmin zayıf halkaları arasında yer alıyor.
Toplumsal bunalım, Rusya’da 1917 Ekim Devrimi ile çözülüyor. Zayıf halka devrimle kırılıyor. İtalya’da, tekelci burjuvazi, zayıflığını faşizmin işbaşına gelmesi ile tamamlıyor. Sosyal-demokrasinin karşı-devrimin doğrudan siyasal bir aleti olarak rol üstlenmesi ve güçlü bir devrimci örgütün yokluğu, 1918-23 Alman Devrimi’nin yenilgisini getiriyor. Alman Devrimi yeniliyor, ama düzen yerine oturmuyor, toplumsal bunalım sürüyor. Alman tekelci burjuvazisi, düzeni oturtmak için, 1033’le birlikte, faşizm silahına başvuruyor.
Devrimin zaafları, Hitler faşizminin iktidara yerleşmesinin yolunu açıyor.
Alman işçi sınıfı, savaşın en çok kızıştığı 1917 Nisan’ında, savaşın sonunu, ekonomik taleplerin yanında, savaşa sen verilmesi, sansürün ve olağanüstü hal yasasının kaldırılması, siyasal tutukluların serbest bırakılması, seçimlere gidilmesi gibi siyasal talepleri içeren grevler ve işçi konseyleri ile karşılıyor. 1918 yılı başlarında 1 milyon işçinin greve çıktığı görülüyor. Askerler anti-savaş eylemlere başvuruyor, cepheye gitmemek için ayaklanan askeri birliklerin sayısında artışlar ortaya çıkıyor. Grevler, 1918 yılının sonunda bir ayaklanma dalgasına dönüşüyor. 1918 yılı sonbaharında, Kiel’de yönetim İşçi ve Asker Konseylerinin eline geçiyor. Aynı yılın Kasım ayında İşçi, Asker ve Çiftçi Konseyi Bavyera Cumhuriyetimin kuruluşunu ilan ediyor. Devrimi durdurmak için, ordu ve monarşi ‘yatıştırma’ politikasına yöneliyor. 1918 sonbaharında Alman Sosyal-Demokrat Partisi (SPD), Ordu Komutanlığının da desteği ile iktidar ortağı oluyor.
‘Yatıştırma’ politikasının devrimin yatışmasında etkili olmadığı görülüyor. Berlin’de Devrimci İşyeri Temsilcilerinin ve Spartakistlerin genel grev çağrısı, 1918 Kasım’ında, Berlin’de, siyasal bir devrime dönüşüyor. Ayaklanan işçiler Emniyet Sarayını ele geçiriyor ve siyasal tutukluları serbest bırakıyorlar. Burjuvazi hem Kasım Devrimini durdurma politikası izliyor, hem de ayaklanmadan sistemin istikrarı için yararlanmak istiyor. Sosyal-demokrasi kendisinden beklenen tarihsel ve siyasal işlevine uygun davranıyor ve devrimi yatıştırmak için Cumhuriyet ilan ediyor, imparator II. Wilhelm Hollanda’ya kaçıyor.
SPD’nin burjuva cumhuriyetinin ilanı için kullandığı Kasım Devrimi, konsey örgütlenmesine dayanıyor. SPD konseyler içerisinde yer alarak, konseyleri işlev-sizleştiriyor. İkinci iktidar organları olarak somut bir ‘tehlike’ arz eden konseyler, SPD eliyle, siyasal içeriğinden soyutlanarak, parlamenter sisteme bağlanıyor. Ekonomik demokrasiyi temsil eden organlar konumuna indirgenerek, konseylerin işlevleri ortadan kaldırılıyor. 1918 sonunda SPD, konseylerin denetimini tümüyle eline alıyor. Daha önceden SPD’den kopan ve Alman Bağımsız Sosyal-Demokrat Partisi (USPD) ismiyle örgütlenen ve Spartakistler Birliği’nin de bir fraksiyon olarak içinde yer aldığı devrimci kanat ise, konseylerin siyasal olarak işlevsizleştirilmesinde yardımcı bir rol oynuyor. Parlamenter demokrasi ile konseylerin yan yana varolacağı bir sistem savunuluyor. Aynı anlama gelmek üzere, SPD ve USPD eliyle, konseyler, burjuva demokrasisinin bir eklentisine dönüştürülüyor. Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht önderliğinde Spartakistler Birliği SPD’nin, Ebert-Scheidemann yönetiminin izlediği karşı-devrimci politikaya dikkati çekiyor. Spartakistler Birliği, konseyler cumhuriyeti için mücadele ediyor. Güçsüz kalıyor, etkili olamıyor.
1918 Kasım Devrimi, siyasal üst yapıda burjuva cumhuriyetinin, monarşinin yerini alması ile sonuçlanıyor. Burjuva cumhuriyeti, devrimin dalgalarına karşı bir dalgakıran işlevini üstleniyor, toplumsal Sovyet cumhuriyetinin yolunu kesiyor. Güçlü bir siyasal önderlikten yoksun olan proletarya, toplumsal bir devrim fırsatını kaçırıyor.
30 Ağustos 1918’de Spartakistler Birliği, diğer bağımsız sol gruplarla birleşerek, Alman Komünist Partisi’ne (KPD) dönüşüyor, ilk kuruluş döneminde, sol çizginin partide etkili olduğu görülüyor. Sol çizgi özellikle bir devrim döneminde, mücadele biçimlerinin birbirleriyle uyumlu kullanılmaması ve zamansız ayaklanma girişimleri gibi taktik sorunlarda yansımasını buluyor.
SPD, Kasım Devriminin kazanımlarını arkasına alarak tek başına hükümete oturuyor. Bakanlık koltuklarına yerleşen SPD, devrime arkasını dönüyor, devrimin kazanımlarına karşı saldırıya geçen burjuvazinin karşı-devrimci siyasal bir aleti olduğunu göstermekte gecikmiyor. Konseyler Merkez Kongresinin denetiminin SPD’nin eline geçmesine karşın, işçi sınıfının SPD’nin etki alanından koptuğu gözleniyor. USPD’li Berlin Polis Müdürünün SPD Hükümetince görevden alınması üzerine, başkanlığını Karl Liebknecht’in yaptığı Geçici Devrimci Komitenin protesto çağrısı üzerine, Ocak-1919’da işçi sınıfı Berlin’de sokağa dökülüyor. SPD İçişleri Bakanı Noske, işsiz lümpenlerden ve gönüllülerden Freikorps Birliklerini örgütlüyor. Freikorps Birlikleri ve diğer karşı-devrimci çeteler sokağa dökülen Berlin’e karşı saldırıya geçiyor. Geçici Devrimci Komite oyalanarak zaman kaybediyor ve karşı-devrime hazırlanma fırsatı veriyor. Freikorps Birlikleri devrime karşı kıyım hareketine girişiyor, Rosa Luxemburg ve Karl Liebneckht katlediliyor, Berlin sokakları kan gölüne dönüşüyor.
Berlin Ayaklanmasının etkileri ocak ayı sonunda Ruhr Havzası’na ve Orta Almanya’ya uzanıyor. 1919 Ocak-Şubat aylarını kapsayan, işçi sınıfının, üretim araçlarının toplumsallaştırmasını hedef alan toplumsallaştırma hareketi, özellikle Orta-Almanya’da, kömür madenlerinin toplumsallaştırması, işçi ve asker Sovyetlerinin yetkilerinin artırılması, işletmelerde konsey sisteminin yerleşik hale getirilmesi gibi taleplerle kitlesel grevlere dönüşüyor. Berlin proletaryası Orta-Almanya’yı yalnız bırakmıyor. Berlin İşçi ve Asker Konseyleri Genel Kongresi genel af, askeri mahkemelerin kaldırılması, Freikorps Birliklerinin dağıtılması siyasi talepleriyle genel grev kararı alıyor. Berlin proletaryası genel greve çıkıyor. SPD Hükümeti Freikorps birliklerini yeni baştan örgütleyerek olağanüstü hal ilan ediyor. 1919 Mart’ı yeni bir iç-savaş dönemidir. İç savaşı burjuvazi kazanıyor ve binlerce işçi katlediliyor. Katliam sırası Münih’e geliyor. Nisan-1919’da Münih Konsey Cumhuriyeti kuruluyor. Noske’nin Freikorps birlikleri en büyük katliamı Münih’te gerçekleştiriyor.
Burjuvazi Berlin’den Münih’e ve genel grevden ayaklanmalara kadar uzanan kış ve bahar eylemlerini SPD Hükümeti eliyle bastırıyor. Freikorps Birlikleri, gelecekte Nasyonal Sosyalist Partinin örgütleyeceği faşist çetelerin ilk nüveleri olarak şekilleniyor. Sosyal-demokrasi, daha faşist hareketin doğuşunda ebelik görevi üstleniyor.
Ebe erken doğumu önleyemiyor. Önlenemeyen doğum, eski monarşist subayların askeri darbesiyle ortaya çıkıyor. İki tugay.’Versailles ruhu’na sarılarak, Versaillesci Berlin’e giriyor. Darbe, eski Prusya Genel Valisi Kapp’ın Şansölye ilan edilmesiyle sonuçlanıyor. ‘Resmi” ordu Güney ve Batı Almanya’nın bazı bölgeleri dışında Cumhuriyete sahip çıkmaya yanaşmayınca, SPD Hükümeti, başkenti darbecilere terk ediyor ve Berlin dışına kaçıyor. Darbeciler işçi sınıfına ve devrime karşı teröre girişiyor. Kapp Darbesi, başta Ruhr Havzası olmak üzere, işçi sınıfının direnişiyle karşılanıyor. Ruhr Havzasında işçilerin katılımı ile örgütlenen 50 bin kişilik Ruhr Kızılordusu, darbecilere karşı bir aya yakın çarpışıyor. Berlin ayağa kalkıyor ve işçi sınıfı genel greve gidiyor. Darbeciler yeniliyor. İşgalci tugaylar Berlin’den çekilmek zorunda kalıyorlar. Ayağa kalkan işçi sınıfı karşısında, monarşist darbe girişimi başarısızlığa uğruyor. Ama zaferin meyvelerini, burjuvazi topluyor. Darbenin ilk günlerinde, bağımsız sosyalistler ve yerel sosyal-demokrat örgütler tarafından oluşturulan ve KPD’nin sonradan katılımı ile genişleyen ortak komite, darbecilerin yenilgisinin hemen arkasından Berlin’de bir işçi hükümeti kurmaya yöneliyor. Yöneliş ilerlemeden duruyor. İşçi sınıfının tepkisi ve darbecilerin yenilgisi, ancak, bir kısım subayların ordudan çıkarılması ve Noske’nin Ordu Bakanlığımdan alınmasını sağlıyor.
KPD ilk yalpalamasını, Kapp Darbesi karşısındaki tutumu ile gösteriyor. ‘Çocukluk hastalığı’ açığa çıkıyor. Darbenin ilk günü, 13 Mart 1920, KPD önderliği ‘burjuva cumhuriyetini korumak üzere bir tek parmağını dahi oynatmayı’ reddediyor. Berlin’deki harekete, ertesi günü reformcu sendikalar tarafından başlatılan genel grevin başarısı ve darbeciler karşısında Berlin’in ayağa kalkması üzerine katılıyor. Ortak komiteye giriyor. Kapp Darbesi karşısındaki tutumu ile KPD önderliği itibar erozyonuna uğruyor ve ileri ölçülerde sınıftan kopuyor. İtibar erozyonu ve sınıftan kopuş Haziran 1920’de yapılan seçimlerde, KPD’nin büyük ölçüde oy kaybetmesi ile kendini açığa vuruyor. 1920 yılı sonunda KPD, eski gücünü yeniden kazanıyor ve ultra-sol öğelerin Alman Komünist İşçi Partisi’ni kurarak KPD saflarını terk etmeleri ve KPD’nin bağımsız komünistlerle birleşmesi sonucunda, KPD kitlelerle güçlü bağlar kurmaya yöneliyor.
Ama ‘sol’ çizgiyi sürdürüyor. 1921 başında Prusya’da darbeci bir girişimde bulunuyor. Mansfeld’deki askeri ayaklanma bir haftada yeniliyor. Yenilgi sonrasında yapılan ayaklanmacı genel grev çağrısı yanıtsız kalıyor. Lenin, Ağustos 1921’de Alman komünistlere yazdığı uzun bir mektupta, ayaklanmayı ‘zamansız’ olarak nitelendiriyor: “Sosyal-demokrasinin oportünistlerine duyulan kin, Alman isçilerini zamansız ayaklanmaya itmiştir Komintern 11. Kongresi KPD darbeciliğini mahkûm ediyor. Darbeci politika, KPD’nin üye sayısını yarı yarıya azaltıyor. KPD, 1921 yılından güç kaybederek çıkıyor.
1923 yılı dönüm noktasıdır. KPD ‘sor politikayı aşıyor, ama 1923 yılına gelindiğinde ‘sol’ politika ‘sağ’ politikaya evriliyor. KPD’nin tabandan ‘işçi cephesi’ politikasından çok, üst düzeyde parlamenter ittifaklara daha çok değer biçtiği görülüyor. 1923 sonbaharında Ruhr Havzası’nda devrimci durum ortaya çıkıyor. KPD sınıfın mücadelesinin önünde yer alıyor, ama savaşma azmi göstermiyor. Ekim-1923’te Hamburg’da ayaklanma başlatılıyor. Ama Parti Merkez Komitesi, genel grev direktifini vermiyor, Hamburg savaşçıları yeniliyor. Başlayan baskı ve terörle birlikte Parti yasaklanıyor.
1923 sonuna gelindiğinde, aralıklarla ve zaman zaman mevzi olarak süren beş devrim yılı “devrimsiz” kapanıyor. Sosyal-demokrasi, aynı zamanda iktidar partisi olarak doğrudan karşı-devrimci bir rol oynuyor ve 1918-23 Alman Devrimi yeniliyor. Devrim yıllarında siyaset sahnesine geç çıkan Alman Komünist Partisi, belli devrimci fırsatları değerlendiremiyor, kaçırıyor. Tekelci burjuvazinin, sosyal-demokrasinin izlediği karşı-devrimci politikalar yardımıyla, toplumsal bunalımı faşizmi devreye sokarak, devrimi Hitler faşizmini iktidara getirerek ezmesi ve paylaşılmış dünyayı yeniden paylaşma savaşına girişmesi için yol açılmış ve düzlenmiş oluyor.
KPD, daha 1923 yılında, güç toplamaya ve siyaset sahnesine çıkmaya başlayan faşist hareket karşısında ‘yoğun ve etkin mücadele’ kararı alıyor. Faşizmi, Nasyonal-Sosyalist Hareketten değil, ordudan bekliyor. Hatta bütün bir faşistleşme süreci boyunca, karşıtlarını Hitler’in iktidara gelemeyeceği konusunda ikna etmeye çalışıyor, ileri derecede sanayileşmiş Almanya’nın bir İtalya olmadığı sık sık vurgulanıyor, sanayileşmiş bir ülkede faşizmin iktidara gelebileceği beklenmiyor. KPD, burjuva demokrasisi koşullarında, faşizmin bir kitle tabanına dayandığını görmekten uzak gözüküyor. Dahası faşizm ile faşizm-dışı burjuva devlet biçimleri arasına eşit işareti koyuyor. Hitler öncesindeki iktidarın ‘faşist’ olarak değerlendirilmesi bunu gösteriyor. Faşizmin iktidara yerleşmesinden ve tekelci burjuvazinin faşizm aracılığı ile genel bir saldırıya yönelmesinden sonra KPD, bu değerlendirmeyi bir ‘hali olarak ele alıyor. Hitler iktidara gelinceye kadar, 1933, KPD, Sosyal-demokrasi ile anti-faşist ittifakı, eylem birliğini reddediyor. Hitler’in iktidara gelmesinden belli bir süre sonra.sosyal-demokratlara artık sonuç alma olasılığı iyice zayıflamış olan ortak öylem önerisi yapıyor. Hitler iktidarı öncesinde ise ‘sosyal-demokrasi baş düşman’ olarak değerlendiriliyor. Hitler’in Hindenburg tarafından Ocak-1933’te Başbakanlığa atanmasından sonra bile, bir yandan yanıtsız kalan genel grev çağrısı yapıyor, bir yandan da SPD’yi esas tehlike olarak ilan etmeyi sürdürüyor. Öncesinde, baş düşman saptamasından kaynaklanan politikaların, zaman zaman uç noktalara savrulduğu görülüyor. 1932 yılı başında Württemberg örgütü, mücadelenin sivri ucunu sosyal-demokrasiye karşı değil, Nazizme karşı çevirdiği için, KPD Merkez Komitesinin eleştirisine uğruyor. KPD, Versailles anlaşmasına karşı şekillenen güçlü şovenizm dalgasının sosyal-şoven etkileriyle zaman zaman da milliyetçi duyguları okşama gereği duyuyor. Thaelmannn Mayıs 1931’de, KPD’nin Versailles mücadele geleneği içinde örgütlendiğini savunuyor, Şubat 1932’de KPD’yi ‘Versailles ile mücadele eden tek parti’ olarak ilan ediyor.
KPD’nin faşizm tehlikesini küçümsediği anlaşılıyor.
Farklı gerekçelere dayanmış olmasına karşın, KPD, faşizm tehlikesinin küçümsenmesinde veya yok sayılmasında, SPD ile birleşiyor. SPD orduya ve devletin polis gücüne güveniyor. Nasyonal-Sosyalizmin iktidara bir adım uzakta bulunduğu 1931 yılında bile, Sosyal-demokratlar, Hitler’in polise ve orduya rağmen iktidara gelemeyeceğini yüksek sesle açıklıyor. KPD Hitler’in zafer kazandığı 1930 seçimlerinden sonra dahi, Nazi tehlikesini, ciddi bir “tehlike”, saymadığını belli ediyor. Nazilerin görünüşteki seçim zaferi sonun başlangıcı’ olarak değerlendiriliyor.
KPD sınıf iyimserliğini koruyor. Ama iyimserliğini, faşizme karşı mücadele çizgisi ile doğru taktiklerle, uygun politikalarla birleştiremediği gözüküyor. KPD, 1921 yılında yasaklanmış olsa bile varlığını yasa dışı olarak sürdüren ve 1924 yılında 100 bin üyesi bulunan yarı-askeri Roter Front Kaempferbund (Kızıl Cephe Savaşçıları Birliği) içinde azımsanmayacak bir vurucu güce sahip. Roter Front Kaempferbund, faşist hareketin gelişmeye başladığı dönemde, Nasyonal-Sosyalistlere karşı, kesik kesik de olsa etkin bir mücadele sürdürüyor. ‘Faşistleri gördüğünüz yerde vurun’ sloganı KPD’nin izlediği anti-faşist mücadelede önemli bir işlev görüyor. Daha sonra, açık ve örgütlü mücadelede önemli zaafların ortaya çıktığı gözüküyor. Faşist hareketin iktidara yürümeye başladığı 1931 yılında ise, kavganın dışına çekiliyor. KPD, faşistleri gördüğünüz yerde vurun sloganını, 1931 yılına gelindiğinde ertelediğini duyuruyor. KPD Genel Sekreteri, Thaelmann, bu sloganın ve sloganın kaynaklandığı politikanın, seçim sürecini engelleme tehlikesi barındırdığını, daha önemlisi de, sloganın-proletaryanın dikkatini, ‘baş düşman’ sosyal demokrasinin dışında, başka odaklara kaydırma tehlikesi taşıdığını açıklıyor. KPD, faşist saldırılara karşı Sosyal-demokratlar tarafından kurulan anti-faşist savunma grupları ile Nazizmin vurucu birlikleri arasında bir ayniyet kuruyor. KPD’nin bu politikayı sürdürmesi ve Sosyal-demokratların tepeden faşizmle uzlaşma politikası izlemesi, faşizme ve kapitalizme karşı sınıf güçlerinin birleşmesinde olumsuz bir rol oynuyor. KPD, sınıfın kitlevi sınıf güçlerinin birleşmesinde olumsuz bir rol oynuyor. KPD, sınıfın kitlevi örgütleriyle, faşizme karşı birleşik cephe kuruması politikasına sıcak bakmıyor. Birleşik cephe için, sendikaların ve kitle örgütlerinin Parti önderliğini kabul etmelerini bir ön-koşul olarak dayatıyor. Bu durum sadece anti faşist birleşik cephenin kurulmasını engellemekle kalmıyor, daha önemlisi KPD’nin sendikalardan kitle örgütlerinden, genelde kitlelerden kopma sürecini hızlandırıyor. Belli bir dönem, Devrimci Sendikal Muhalefet (RGO) örgütlerinin, mevcut sendikaların dışına çıkması, kopuş sürecine yeni bir olumsuzluk ekliyor. Dimitrov, KPD’nin tabandan birleşik cephe örgütlenmesinin özgül biçimlerini ortaya koyamadığını ve RGO’yu her derdin devası saydığını belirtiyor.
KPD’nin işçi sınıfını anti-faşist eylemlere sürüklemede gösterdiği başarısızlık, Partinin sınıftan kopuş ve sınıfı etkileme sürecinde geldiği noktanın bir göstergesini oluşturuyor. KPD, 1929-32 yılları arasında 6 kez genel grev çağrısı yapıyor. Genel grev çağrıları, her seferinde de yanıtsız kalıyor. Devrimin yenilgiye doğru ilerlediği, ama devrimci dalganın hızının kesilmediği 1923 yılında, işçi sınıfı açık veya kapalı biçimde KPD’nin etki ve yönlendiriciliğinde. 1926 geri çekilme döneminde bile, KPD, seçimlerde 4 milyona yakın oy topluyor. 1930’larda ise oy oranının kitle ilişkilerinin bir göstergesi olarak ele alınması ölçüsünde, KPD’nin oy oranında hissedilir bir düşüş gözleniyor. Dahası KPD, sınıfın temel çekim gücünü oluşturan büyük sanayi merkezlerinde değil, daha çok küçük işyerlerinde örgütlenmiş durumda. Büyük fabrikaları kucaklayan örgütler ve sendikalar SPD ile organik ilişkilere sahip, SPD’nin siyasal etkisi altında bulunuyor. KPD, siyasal eylem çağrılarını büyük sanayi merkezlerine kadar taşıyacak araç ve organlara sahip değil, eylem çağrıları büyük fabrikaların nabzını elinde tutan fabrika organları eliyle so-mutlanıyor, genel grev çağrılarının yanıtsız kalması yadırgatıcı olmuyor.
Aynı durum, Hitler’in iktidara geldiği Ocak-1933’te tekrarlanıyor. Hitler’in 1933’te Hindenburg tarafından Başbakanlığa atanması, hem SPD’nin faşistleşme sürecinin tamamlanmasına yaptığı paha biçilmez katkıları en son anda da sürdürdüğünü açığa çıkarıyor, hem de KPD’nin yığınlardan kopuşta geldiği noktanın yeni bir göstergesini oluşturuyor.
Hitler’in Başbakanlığa atanması, SPD tarafından, meşru ve ‘Anayasaya uygun’ bulunuyor. SPD yönetimi, Hitler’e karşı parlamento düzleminde yürüteceği yasal muhalefet dışında, Naziler tarafından provokasyon olarak kullanılabilecek eylemleri, kendi örgütlerine yasaklıyor. Parlamento-dışı muhalefet eylemlerini yasal saymayacağını açıklıyor. Daha da ileri gidiyor ve Nazi Partisi’nin dış politikasını destekleyeceğini ilan ediyor. Alman tekelci burjuvazisi, Hitler’in iktidara gelmesinden 6 yıl sonra halkların kanına girmeye başladıktan sonra bile, toplama kamplarında gün dolduran SPD liderlerinin ve reformcu sendika bürokratlarının manevi desteğini hep arkasında hissediyor. Reformcu liderlik maddi destek için 6 yıl bile beklemeyi gerekli görmüyor. Reformist sendika liderleri, Hitler’in sendikaları İtalyan “korporatif” modeline göre yeniden örgütlemesine gönüllü olarak rıza gösteriyorlar. Dahası, Nazilerin bütün sendikal hareketi teslim alarak, önde gelenlerini toplama kamplarına göndermesinden bir gün önce, 1933 1 Mayısında, işçi sınıfını, Hitler’in ‘Ulusal Emek Günü” yürüyüşüne katılması için ikna etmeye çalışıyorlar.
Faşistleşme sürecinin Hitler’in Hindenburg tarafından Başbakanlığa atanması ile hukuki anlamda tamamlanmasının hemen arkasından KPD, faşizme karşı genel grev çağrısında bulunuyor. Karşılıksız kalıyor.
KPD’nin kendini yeraltı mücadelesine göre hazırlamadığı ve ihtilalci örgütsel mekanizmalara sahip olmadığı görülüyor. Devrimin yenilgisi ile zaten SPD’nin denetiminde olan Sovyet organları giderek ortadan kalkıyor. KPD’nin fabrika komitelerinde ve sendikalarda 1923’lerde var olan gücü ise giderek azalıyor. Yukarıda belirtildi, KPD, faşist çetelere karşı mücadele etmek, var olan mevzileri korumak için silahlı müfrezelerin örgütlenmesine yönetmiyor. Tersine, özellikle 1931 yılına gelindiğinde, Roter Front Kaempferbund içindeki vurucu gücünü, seçim sürecine engel olmamak ve dikkatleri baş düşman sosyal -demokrasiden başka yere çekmemek gerekçesiyle, açık olarak kavganın dışında tutmaya başlıyor. Silahlı müfrezelere dayanmayan proletaryanın, faşist çetelerin ‘nokta operasyonları’ sürecinde, fabrikaları savunabilmeleri mümkün olmuyor. Dimitrov Reichstag Savunmasında, KPDK’nin silahlı bir ayaklanmaya hazırlanmadığını dile getiriyor. KPD’nin yasal koşullara uygun bir örgütlenme rotası izlediği anlaşılıyor. Faşizmin iktidara gelmesini pek fazla olanaklı görmediği için, hazırlıksız yakalanıyor, yeraltına geçemiyor, Reichstag Komplosunun gerçekleştiği 22-23 Şubat gecesi, Hitler herhangi bir direnişle karşılaşmaksın beş bine yakın komünisti tutukluyor.
Sosyal-demokrasinin sistemli karşı-devrimci politikası ve KPD’nin pazifizme ve sağ reformizme açık tutumu, Hitler’in iktidar meyvesini fazlaca bir direnişle karşılaşmaksızın koparmasını kolaylaştırıyor.
Nesnel koşulların olgunlaşmış olması temelinde, öznel etken, sınıfın örgütlülüğü ve siyasal önderliğin izlediği politika belirleyici bir rol oynuyor. Bolşevik Partisi, Rusya’daki devrimci durumu, 1917 proleter sosyalist Ekim Devrimi’ne çeviriyor. Macaristan’da 1918 Devrimi gerçekleşiyor, ama Komünist Partisi’nin sosyal-demokratlaşması ve köylülüğünün devrim dışına itilmesi sonucunda uzun ömürlü olamıyor, yıkılıyor, İtalya’da savaşın bitiminden önce başlayan devrimci durum, 1922’de faşizmin iktidara gelmesiyle sonuçlanıyor. Beklenen Alman Devrimi gerçekleşmiyor.
Devrimi gerçekleştirememiş proletaryanın, ödemek zorunda kaldığı siyasal bir bedel olarak Almanya’da faşizm şekilleniyor.
Emperyalizmin yeni bir zayıf halkasında, proletarya, devrimi gerçekleştiremediği için, devrimin yenilgisi koşullarında, faşizm iktidara geliyor. Kapitalizmin yarattığı toplumsal bunalım, siyasal düzlemde faşizm ile çözülüyor.

Mart 1990

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑