Gençlik, atılganlığı, dinamizmi, coşkusu, öğrenmeye yatkınlığı gibi özellikleri bakımından diğer kesimlerden ayrılır. Ülkeden ülkeye toplumdan topluma ya da aynı toplumda değişen koşullarda bulunmasına göre kimi farklılıklar gösterir. Örneğin ülkemizde, siyasal-toplumsal koşullarda meydana gelen önemli değişikliklere bağlı olarak gençliğin davranış biçimlerinde de gözle görülür farklılıklar ortaya çıkmaktadır. 60-80 yılları arasının öğrenci gençliği, devi-nimliliği, hep “ayakta oluşu” ile dikkatleri çekerken, 12 Eylül sonrasında “sakin”, “kafasını kuma gömen”, “elin etlisine sütlüsüne karışmayan”, “kişisel çıkarlarına en büyük önemi veren” bir gençlik tipi yaygın biçimde gözlenebilmiştir.
Gençlik sosyal sınıf kökenleri bakımından, çeşitli katmanlardan gelenlerin bileşiminden oluşur. İşçi gençlik, öğrenci gençlik, köylü gençlik, esnaf gençlik, burjuva gençliği, vs. hepsi birden gençliği oluştururlar. Her bir gençlik kesimi gelmiş bulunduğu sınıfın özelliklerini de taşır. Örneğin yaşam biçimleri, düşünüş ve davranış tarzları, alışkanlıkları, zevkleri, üretim karşısındaki konumları, mutluluk ve sefaletten aldıkları pay açısından işçi gençlikle burjuva gençliği çok çok farklı yerlerdedir. İşçi gençlik üretime en büyük katkıda bulunmasına karşılık mutluluğu en az yaşayan fakat buna karşılık acı ve sefaletten rekor derecesinde pay alan bir kesimdir. Burjuva gençliği ise bunun tam tersi, asalak bir yaşantı sürdürmesine karşın aşırı mutluluktan, zevk ve eğlenceden, lüks ve konfordan çatlayacak hallerdedir. Benzer karşılaştırmalar diğer gençlik kesimleri arasında da yapılabilir.
İşçi gençliğin toplumsal muhalefet içindeki bugünkü yeri ile bulunması gereken yerin henüz, çakışmadığı bir gerçektir. Öğrenci gençlik ise durgunluğu, hareketsizliği -belli bir aradan sonra- bir hayli kırmış görünmektedir. Birkaç yıldan beri öğrenci gençlik mücadeleciliği ile yeniden ön plâna çıkmıştır. Mücadelenin gelişimine ve eylemlerin çeşitlenmesine bağlı olarak birlik, örgütlenme vb. sorunlar da çok tartışılır olmuştur. Ülke genelinde tırmanışa geçen dinci gericilik üniversitelerde de ‘türban’ kisvesiyle ortaya çıkmıştır. Bu nedenlerle yazımızda üniversite gençliği geniş yer tutacak. Gençliğin bazı yönlerden yaşam koşullarının eleştirisi, genel çizgileriyle işçi gençlik, daha ayrıntılı olarak da öğrenci gençlik temelinde olacaktır.
İşçi Gençlik
Çağımız, işçi sınıfının, diktatörlüğün değişik biçimleri altında emperyalizm ve işbirlikçileri tarafından hayâsızca sömürüldüğü, buna karşı isyan ve ayaklanmaların alabildiğine yaygınlaştığı emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır. İşçi sınıfıyla birlikte diğer emekçi sınıf ve katmanlar da sömürü sistemine, giderek artan ölçülerde başkaldırmaktadırlar. İşçi gençlik de parçası olduğu sınıfla birlikte emperyalizme, kapitalizme, faşizme karşı yiğitçe çarpışmaktadır.
Emperyalist-kapitalist sistemin bir parçası olan ülkemizde baskı ve sömürü daha şiddetli ölçülerde yaşanmaktadır. Buna karşı ezilen sınıf ve ulusların mücadelesi, savaşı da zaman zaman doruk noktasına çıkmaktadır. Böylesi dönemlerde gericilik yüzündeki bütün maskeleri bir yana atarak çareyi askeri darbelerde, cuntalarda bulmaktadır. 12 Eylül bunun son örneğidir. Cuntanın yol açtığı yıkımdan en çok etkilenen kesimlerden biri de işçi gençlik olmuştur.
İşçi gençlik, ülkemizde, fabrikaların yanı sıra yaygın olarak sanayi sitelerinde, atölyelerde, tarımda istihdam edilmiştir. Düşük ücret, en basit sosyal haklardan yoksunluk, süresi sınırı belirsiz çalışma günleri, horlanma, aşağılanma, eğitimsizlik, kötü beslenme ve barınma koşullan, işsizlik, hayat pahalılığı, vb. genç işçinin yaşamını karartmaktadır. Sömürünün sınırsızlığı, yaşamın çekilmezliği genç işçilerin erken yaşlarda bedensel ve moral çöküntüsüne, “yaşlanmasına” yol açmaktadır. Patron tarafından her an kapı dışarı edilmek kız ve erkek genç işçiler için ayrı bir tehdit oluşturmaktadır. Yaygın işsizlik genç işçileri, patronun her türlü dayatmasına rıza göstermeye zorlamaktadır. Bundan yararlanan patron işçi genç kızlara iğrenç tekliflerde bulunabilmekte, genç işçilerin zor durumundan insafsızca yararlanabilmektedir. İşten atılan genç işçilerin ve iş bulamayan gençlerin de içinde yer aldığı işsizler ordusu gitgide büyümektedir. İşsizlik gençleri, kahvelere, kötü alışkanlıklara ve bunalımlara sürüklemektedir.
Genç işçilerin önemli bir bölümünü de çıraklar oluşturmaktadır. Feodalizmden kalma bu kurum, sanat öğrenme adına çırakların posaları çıkana kadar sömürülmesine yol açmaktadır. Çıraklar gece geç saatlere kadar atölyede çalıştırılmakla kalmayıp, patronların her türlü hizmetine yetişmek zorunda kalmaktadırlar. Sendika ve sigorta gibi haklar onlar için adeta bir lükstür. Angaryanın yanı sıra küfür ve dayak da genç işçinin günlük “ödenekleri” arasındadır. Çırağın en az aldığı şey ise ücrettir. Nerdeyse bedavaya çalıştırılır. Eğitim çağındaki çocukların insafsızca sömürülmesi demek olan çıraklık yasaklanması, gereken bir kurumdur, ama çıraklık yasası, bu ortaçağ kalıntısını sadece pekiştirmekle yetinmektedir.
Açlık ve sefaletin yanında, büyük kentlerde çalışan genç işçilerin karşısına, ayrıca büyük kent sorunları da dikilmektedir. Ailelerinden uzakta büyük kentlerin acımasız koşullan karşısında bir başına savaşmak zorunda kalan genç işçi, yalnızlık ve çaresizlik duygularının etkisi altında bir takım sağlıksız tepkiler geliştirmektedir. Güçlüklerin üstesinden gelemeyince bilinçsizce arabesk müziğe, vs. yönelmektedir. Genç işçilerin bu durumu ayrı bir sömürünün kaynağı haline gelmiş, gözyaşı ticareti ve arabesk müzik endüstrisi alabildiğine gelişmiştir.
En insanı umut ve hayalleri, kapitalizmin sert duvarlarına çarparak parçalanan genç işçiler için sistemin vaat edebileceği hiçbir şey yoktur. Daha fazla sömürü ve aşağılanma dışında… Ama genç işçilerin, parçası bulundukları işçi sınıfı ve diğer emekçilerle birlikte kendileri için yapabilecekleri çok şey var.
Öğrenci Gençlik:
Genel Olarak Eğitim Sistemi. İlk ve Orta Eğitim.
Eğitim sistemi ülkemiz genelinde, ilköğretimden üniversiteye kadar (üniversite dahil) müzminleşmiş, kemikleşmiş, tortulaşmış sorunlar yığıntısı görünümündedir.
“Sistemin esas dokusunu ‘ezbercilik’ oluşturmaktadır. Normal, teknik-mesleki, bütün öğretim kurumlarında kural aynıdır. Başarının, öğrenmenin biricik yolu ezberdir. Sistenim başarı kriteri ezberdir. “Ne kadar çok ezberlersen o kadar başarılısın.” Laboratuar uygulamaları göstermeliktir. Teknik-mesleki öğretim kurumlarında temel olması gereken pratik eğitim, yine zayıf ve göstermeliktir. Örneğin endüstri meslek lisesini bitiren bir öğrencinin torna tezgâhını tanımaması, tıp fakültesini bitiren bir öğrencinin enjeksiyon yapmayı bilmemesi son derece normaldir. Meslek liseleri, endüstri meslek liseleri ve teknik liseler aynı zamanda öğrencilerin korkunç şekilde sömürüldükleri kurumlardır. Teknik liseliler ve meslek liseliler, gerek okulda gerekse staj yerlerinde bedavaya veya çok küçük ücretler karşılığında çalıştırılırlar. Bu okullarda okuyanlar aynı zamanda geleceğin sanayi proletaryası adaylarıdır.
Uygulamadan uzak ve adeta pratikten kaçan eğitim yöntemi eğitim kurumlarında okuyan öğrencileri bir hafızlar kitlesine dönüştürmüştür. Başını kitaptan kaldırmadan, evde, okulda, salonda, tuvalette, ilkokulda, üniversitede, normal (düz) lisede, meslek lisesinde, sınavdan önce, sınavlar arasında, gece ve gündüz, kimyayı ve Türkçeyi… Her yerde her zaman, her derste ezber. Ezber… Ezber… Ezber…
Ezber öğrenci için kaçınılmaz öğrenme yolu, öğretmen için de biricik öğretme yöntemidir. Asgari pedagojik eğitimden yoksun olan öğretmenden başka türlü yöntemler de beklenemez zaten.
Ezberlenenlerin önemli bir oranını ne günlük yaşamda ne de okul bittikten sonra kullanılacak olan bilgiler oluşturur. Körü körüne ezberin boyutları ‘örümceğin sindirim sistemi’ne kadar uzanmaktadır. “Not” başarıyı ölçmekten çok öğrenciyi “terbiye etme”nin, cezalandırmanın aracıdır. Öğrenciye istedikleri davranışları dikte ettirmek için bir kısım öğretmenler ‘not’u tehdit ve korkutma aracı olarak kullanırlar. İnzibatlığa pek özenen bu tip öğretmenlerin ‘disiplin’ adına öğrencileri falakaya yıkmalarına, bayıltıncaya kadar dövmelerine herhangi bir engel bulunmadığı gibi, bir takım yasa hükümleri de bu türden tutumları destekleyici niteliktedir.
Liseler üniversiteye dönük-öğretim yapılan kurumlardır. Ancak sadece liseyi bitirmek, üniversite sınavlarına hazır olmaya yetmez. Bir de paralı özel dershanelere devam etmek gerekecektir. Çünkü lise bittiğinde önceki yıllardan bellekte pek bir şey kalmaz. Ezberciliği dayatan sistemin zorunlu sonucudur bu. Ezber, gerekli notu almak için yapılır, yeterli notu alan öğrenci, yeni metinler ezberlemek durumundadır. Belleğin yapısı gereği, yeniler, önceki ezberleri unutturur. Bu nedenle mezun olduğunda kafasında doğru dürüst bir şey kalmayan öğrenci, üniversite sınavlarına hazırlanmak için çareyi özel dershanelere devam etmekte görür. Ancak parası olanların bu imkânı bulabilmeleri, fırsat eşitsizliğinin kaynaklarından birini oluşturur.
Temel yöntem olarak katı ezberi esas alan sistem, bilimsel-pedagojik öğretim yöntemlerinin, akıl yürütmenin, eleştirinin yaratıcılığın kesinlikle karşısındadır. Öğrenci ezberlemekle ödevli kılındığı dogmatik metinlerin hiçbir şekilde dışına çıkamaz. Anlasın anlamasın, inansın inanmasın her türlü bilim dışı dogmaları dağarcığına sokmak zorundadır. Bu da medrese eğitiminin ta kendisidir.
Öğretmen-öğrenci-idareci ilişkileri bakımından olsun, disiplin kuralları vb. bakımlardan olsun, öğretim kurumlarında mümkün mertebe askeri düzenlemeler egemen kılınmaya çalışılmıştır. Disipline aykırı görülen bir davranış en sert yaptırımlarla karşılanmıştır.
Eğitimin içeriği yine çağdışı, ırkçı, gerici dünya görüşünün etkinliği altında oluşturulmuştur. Özellikle 12 Eylül sonrasında ırkçı, milliyetçi-mukaddesatçı ideolojinin hegemonyası daha da pekiştirilmiştir. Bu etkinliğe bağlı olarak ders kitapları yeniden kaleme alınmış, doğal bilimlerin yanı sıra sosyal bilimler zorunlu ders olmaktan çıkarılmış, hatta bu bilimlerin adından bile korkulduğunun ilginç bir göstergesi olarak “sosyal bilimler” adını taşıyan fakültelerin ismi değiştirilerek “edebiyat” yapılmıştır. İmam-hatip liseleri, kuran kursları gibi kurumlar aracıyla ümmetçi, tarikatçı bir gençlik yetiştirilmek istenmiştir. Ayrıca bu gibi kurumlardan dinci, faşist hareketler kadro kaynağı olarak da yararlanmaktadırlar.
Devlet yetkilileri, arada bir, “eğitim sisteminde değişiklik yaptık… yapacağız” gibi açıklama yapmaktan da geri durmazlar. Ancak yapılanlar, ufak tefek rötuşlardan ileri gitmez. Bunlar da, eğitim sistemini yöneltilen tepkileri nötralize etmek amacını gütmektedir.
Üniversite Gençliği:
Üniversiteler, çağdaş bilimsel bilgi birikimini bünyesinde toparlama, bilimsel araştırmalar yapma yoluyla bilimin gelişmesine yeni katkılarda bulunma, çağdaş bilimsel bilgi birikimini halka, topluma aktarma ve yayma faaliyeti yürütmekle yükümlü kuruluşlardır. Üniversiteliler bilimin çeşitli dallarında yapılan araştırmalara katılma ve bilimsel bilgiler edinme durumundadırlar. Eğitimin temel işlevi, bireyde istenilen tipte yeni bir davranış yaratmak üzere, davranış değişikliği oluşturmak olduğundan, üniversiteleri eğitim kurumları gibi düşünmek yanlıştır. Üniversitelerde ‘eğitim’ değil, bilimsel araştırma ve öğrenim yapılır. Üniversiteliler doğal ve toplumsal olaylar hakkında diğer toplum katmanlarına oranla daha çok bilgilenme olanaklarına sahip olmalarından ötürü ‘aydın’ kesiminden sayılırlar. Onların aydın niteliklere sahip olmaları genç olmalarıyla da birleşir ki, bu özellikler, üniversite gençliğinin sosyal değişim ve ilerlemeyi sağlayan hareketliliğin önlerinde bulunmalarına yol açar. Ancak bundan üniversite öğrencilerinin sosyal devrimlerin öncüleri olduğu sonucunu çıkarmak doğru değildir. Zaman zaman gericiliğe karşı ön saflarda çarpışsalar da, üniversiteliler, devrimi sonuna kadar götürme yeteneğinde değildirler. Emperyalizm ve proleter devrimler çağı olan çağımızda devrimi sonuna kadar götürme yeteneğine sahip olan biricik sınıf, işçi sınıfıdır. Üniversite gençliği devrimci mücadelesinde işçi sınıfının yakın müttefikidir. Eğitim koşullarının giderek kötüleşmesi, geleceğe güven kalmaması vb. öğrenci gençliğin işçi sınıfıyla nesnel birlikteliğine yol açan tepki ve mücadelesine neden olmaktadır.
Ülkemiz üniversiteleri gerçek anlamda üniversite niteliğine hiçbir zaman kavuşmamışlardır. Bunda ülkemizin sosyo-ekonomik ve buna bağlı siyasal koşullarının rolü büyüktü. .Üniversiteler ülkemizde dışa bağımlı kapitalist ekonominin ihtiyaçlarına yanıt verecek tarzda örgütlenmiştir. Bu nedenle üniversiteler bilimsel araştırma kurumları olmaktan çok, mesleki eğitim kuruluşları gibidir. Serbestçe bilimsel çalışma yapma ve elde edilen yeni bilimsel bulguları halka yaymak için zorunlu koşullardan olan bilimsel, idari özerklik yoktur. Aksine üniversiteler sıkı bir idari denetim altındadır. 12 Eylül sonrasında ise, üniversitelerin tepesine YÖK’ün oturtulması sonucunda, üniversitelerde baskı ve karanlığın at koşturduğu bir döneme girilmiştir. YÖK dönemi bir yandan boyunduruğun alabildiğine artırıldığı, diğer yandan da baskı ve boyunduruğa karşı mücadelenin giderek yoğunlaştığı bir dönem olmuştur.
Şu bir gerçektir ki ülkemiz devrimci mücadele tarihinde üniversite gençliğinin önemli bir yeri olmuştur. Diğer toplum kesimlerinin henüz hareketlenmediği dönemlerde, üniversitelilerin devrimci anti-emperyalist eylemi geniş çalkantı ve etkiler yaratacak düzeylerde yükselmiş ve gelişmiştir. 12 Eylül sonrasının ilk öğrenci eylemleri de işçiler ve diğer emekçi kesimlerde olumlu ve uyarıcı etkiler yaratmıştır. Yine 71’in devrimci hareketlerine öğrenci liderleri önderlik etmiş, bu önderlerin etkisi daha sonraki dönemlerde de artarak kökleşmiştir.
Yüksek öğrenim gençliği, baskı ve zulme karşı ezilenlerin yanında yer alışıyla, geçmişte ve günümüzde egemen sınıfların baş ağrısı olagelmiştir. Mücadelenin uzun süreler duraksaması, yükselmesi ya da gerilemesi gibi durumlar, bu gerçeği değiştirmez. İmparatorluk döneminde merkezi Osmanlı despotluğuna ve onun taşrada halka zulmeden görevlilerine karşı suhtelerin (bugünkü üniversiteliler anlamında) geliştirdiği birçok ayaklanma ve mücadeleler yüksek öğrenim gençliğinin halk ve demokrasiden yana olan tutumuna tanıklık eder. İmparatorluk ve Cumhuriyet’ten sonra, uzun yıllar üniversite gençliğinin kayda değer hareketine rastlanmaz. Ancak 60’Iı yıllardan itibaren mücadele giderek büyük boyutlar kazanır. Üniversite gençliğinin mücadelesi, 60-80 yılları arasında yükselme ve gerilemeler kaydederek devam etmiş, 12 Eylül cuntasıyla birlikte kesintiye uğramıştır. Sonraları birkaç yıl süren sessizliği, yeniden filizlenen öğrenci eylemleri izlemiştir.
12 Eylül’ün siyasi duyarsızlaştırma kampanyasının üniversite gençliği üzerinde önemli ölçülerde etkisi olmuştur. 80 öncesinde aydın ve mücadeleci nitelikleriyle öne çıkan ‘üniversite gençliği’ imajı tamamen silinip, yerine tekyönlü düşünmeye koşullandırılmış, “okulcu” gençlik tipi oluşturulmak istenmiştir. “Tek tipleştirme”, baskı politikasıyla da eklemlenince “apolitikleştirme” işlemi tamamlanmıştır.
Başlıca kaygının okul bitirmek olması… Yurt ve dünya olaylarına kasıtlı bir ilgisizlik… Baskı, işkence ve katliamlar karşısında sessizlik… Askeri yönetimin, öğrenci gençliğin kişilik yapısına kazıdığı derin çizgiler arasında yer alır. Bu izler elbette ki bir çırpıda silinemez. Cunta’nın gençlik üzerindeki çeşitli alanlarda tahrip edici etkileri, ancak mücadele içinde giderilebilir. Bu anlamda üniversitelilerin devrimci eylemine ivme kazandırmanın yolu, onlarla sıcak, mücadele ruhunu geliştirici, sekter olmaktan uzak ilişkiler kurmaktan geçer. “Gençlik içinde politik ajitasyon yapmak onları devrimcilerden soğutur” görüşü pratik içinde güven verici, dostane, tutarlı bire eylem çizgisi izlemekle geçersizleştirilebilir. Sorunlarının nedenleri hakkında soruları olanlar, bunların en tam, en doyurucu açıklamasını, iyi yapılmış politik açıklamalarda bulabilirler. Bireylerin yaşadıkları çelişki ve sorunlardan hiç birisi -şu ya da bu ilişki biçimiyle- politik tercihlerle bağlantısız değildir. Hiç birisi egemen sınıfın ya da emekçi sınıfın veya bunların ilişki ve çatışmalarının dışında bulunamaz. İşte politik ajitasyon emekçilerin ve gençlik kitlelerinin yaşadıkları sorun ve çelişkileri isabetli bir tarzda yakalayarak onlara açıklama getirir, ışık tutar, çözüm unsurlarım gösterir, kökenlerine işaret eder. Kitleler ve tek tek insanlar devrimci siyasi ajitasyonun içeriğinde kendilerini, yaşam biçimlerinin dinamik açıklamasını bulurlar. Ekonomik ve siyasi ajitasyon birbirini reddetmez. Komprador tekelci burjuvazi ve toprak ağalarının sömürü düzeni ayakta kaldığı sürece emekçilerin, gençliğin ekonomik, mesleki ve akademik sorunlar, devam eder. Bu nedenle koşullara uygun düşen ekonomik ve siyasi ajitasyonu birbirini destekleyecek tarzda geliştirmek önerilebilir. Ancak belli bir dönemin ardından siyasi ajitasyonu öne almak gerekecektir. Bu yapılmazsa devrimciler gelişen sınıf mücadelesinin gerisinde kalabileceği gibi, siyasi ajitasyonun etkili olabileceği bir ortamı değerlendirmemiş olurlar.
Asıl mesele kitlelerin siyasal bilinç kazanmasıdır. Kitleleri siyasal mücadeleye hazırlayabilmek için bir dönem ekonomik, akademik ajitasyon ağırlık kazansa bile, elverişli koşullar oluştuğunda birinci plana siyasi ajitasyon geçmelidir. Ama bu ekonomik teşhir ve açıklamaların ihmal edilmesi gerektiği anlamına gelmez. Ekonomik ajitasyon düzenin çeşitli biçimlerde türevlerine karşı (zamlar, düşük ücretler, pahalılık, işsizlik, öğrenciler için atılmalar, harçlar, polis baskısı, YÖK, barınma, yurtlarda kışla disiplini vs.) yapılır. Siyasi ajitasyon ise iktidara yöneliktir.
Üniversitelerde Bugünkü Durum, Örgütlenme Sorunları
Her gün bir yenisi sahneye konulan demokrasi güldürülerinin örtemediği bir gerçek var: Faşist cunta bugün de yürürlüktedir. Anayasalarıyla, yasalarıyla, mahkemeleriyle, YÖK’üyle hâlâ ayaktadır. İpler yine generallerin elinde. Örtünmeye çalıştığı çarşaflar, diktatörlüğün baskı, katliam ve işkencelerinin devamına bir engel oluşturmuyor. YÖK’ün ablukası olanca ağırlığıyla devam ediyor. YÖK diğer kurumlarla birlikte üniversitelerdeki en küçük kıpırdanışı bile ezmek için işbaşında. Üniversitelerde bu baskıların etkileri henüz kırılabilmiş değil. Esas olarak bu nedenle, öğrenci hareketinin genişlemesi kolay ve erken olmuyor, kitleselleşme kısa vadede gerçekleşmiyor.
Örgütlenme, mücadelenin başta gelen sorunu olmaya devam ediyor. Örgüt olmayınca elde edilen kazanımlar kalıcı olamıyor, eylemlerde süreklilik ve birliktelik sağlanamıyor. Aynı amaçlarla sürdürülen faaliyetler arasında ilişki ve merkezileşme mümkün olmuyor.
Genel olarak öğrenci kitlesi içinde “nasıl bir örgütlenme” sorusuna açıklayıcı ve ikna edici bir yanıt bulunabilmiş değil. Kestirip atmaya dayalı, kolaya yaklaşımlar çözüm getirmiyor.
Bugünkü koşullarda öğrenci örgütlenmesi söz konusu olduğunda, ilk önce öğrenci dernekleri akla gelmektedir. Bu derneklerde faaliyetlerin içeriği ve sınırları yasalarca belirlenmiştir. Buna göre öğrenci demekleri öğrencilerin kültürel, sportif, ders araç-gereç vb. ihtiyaçların karşılanmasına yardımcı olmak için kurulur. Derneklerin siyasetle uğraşmaları yasaklanmıştır. 80 öncesinde olduğu gibi öğrenci derneklerini anti-faşist, siyasi demekler olarak kurmak yasalar tarafından, yine, yasaklanmıştır. Öğrencilerin, dernek amaç ve içeriğini belirlemede özgürlükleri alabildiğine kısıtlanmış bulunuyor. Fiili yapılanmalar dışında dernek kurucu üyeleri, derneğin anti-faşist olmasında karar kılsalar bile, bunu yasal bakımdan yaşama geçirme olanağı yoktur. Ancak geniş ve güçlü bir kitle desteği sağlanırsa yasal dernekler de siyasi örgütler olarak ayakta durabilir. Tabi fiili olarak… Derneklerin akademik örgütler mi devrimci-siyasi örgütler mi olduğu tartışmasına bu açıdan yaklaşılabilir.
Devrimciler gerici de olsa dernek,’ sendika gibi kitle örgütlerinde çalışmayı reddetmezler. Anti, faşist, devrimci dernek ve örgütlerin yasal olarak kurulamadığı hallerde, faaliyetleri kurulu ya da kurulabilir olanlarda da sürdürebilirler. Dernek ve örgütlerin siyası mücadelenin araçları olması için verilen uğraşların önde gelen bir yeri olmak. Derneklere henüz devrimci, siyasi nitelik kazandırılamadığı durumlarda, siyasi olmayan (akademik, mesleki, ekonomik vs.) dernek ve kuruluşlarda, bu örgütlerin mücadelenin araçları olması için, devrimci örgütler haline getirmek için uğraş verilebilmeli. Başlangıçta anti-faşist dernek oluşturmak için yeterli kitle desteği oluşmamışsa faaliyet ve sosyal pratiğin belli bir gelişim aşamasında anti-faşist niteliklerde bir derneğin yasal değilse de, fiili koşullan doğabilir.
Mücadelenin Durgunluk ve Gerileme Nedenleri:
Üniversite gençliğinin eylemlerinde örgütlenme konusunda yaşanan muğlaklıklar, siyasi ajitasyonun yetersizliği, polis baskısı ve terörü karşısında oluşan dağınıklık, öğrenci gençliğin sosyal yapısından kaynaklanan özellikleri, gerilemeye neden olan etkenler arasında sayılabilirler.
Düzenin çeşitli sonuçlarından zarar gören kitlelerin tepkileri başlangıçta doğrudan doğruya bu sonuçların kendisine karşıdır. Çünkü karşılaştıkları kötülüklerin gerçek nedenlerini, kaynaklarım, dolayısıyla da çözümün nerede olduğunu göremezler. Sıvası ajitasyon esas olarak nedenleri, kaynakları, yani sorunun iktidar olgusunda yattığını göstermeye yönelir.
Son yıllarda üniversite gençliğinin akademik sorunları kamuoyuna ve bizzat öğrencilere yaygın biçimlerde yansıtıldı. Bu sorunlara geniş ölçüde dikkat çekildi. Akademik ajitasyonun pratikte meyveleri görülmüş kimi konularda, gelişen eylemlerin sonucunda ya da eylem tehdidi ortaya çıktığında, siyasi bir manevra anlamında diktatörlüğe geri adımlar attırılabilmiş, tavizler koparılmıştır. Bu gelişmelerin yarattığı ortamda, siyasi ajitasyona ağırlık vermeye yönelmek vurgulanmayı hak eden bir tutumdur. Siyasi ajitasyonu ısrarla geliştirmenin zamanıdır.
Kararlı, yılmayan, ısrarlı ve atak bir tutum içinde mücadelenin en önünde yer almak kararsızları da cesaretlendirir, harekete geçmelerinde etkili olur. Gençlikle kurulan sağlam bağlar, tutarlı bir mücadele çizgisi, etkin bir propaganda ve ajitasyon faaliyeti, kitlelerin devrimci temeller üzerinde sıkıca birleştirilmelerinin de güvencesini verir.
Ayrı Bir Örgüt (Dernek) Gerekli mi?
Öğrenci derneklerinin örgütsel niteliklerine ilişkin tartışmaya yukarda işaret edilmişti. Sorun.olan-olması gereken ayrımı içinde konulduğunda, statükoyu olduğu gibi kabul edemeyeceğimiz, ileri hedeflere varmak için şimdiki durumu devrimci tarzda dönüştürmeye (olması gerekene ulaşmaya) çalışma zorunluluğu kendini gösterir.
Öğrenci gençlik de komprador-tekelci kapitalizmin ekonomik ve siyasi saldırılarının hedefi olmakta, çıkarları burjuva-feodal düzenle çelişmektedir. Çoğunlukla öğrenciler, hangi kademede öğrenim görürlerse görsünler, mezun olduklarında, ne ilgi ve yeteneklerine göre ne de geçimlerini sağlayabilecek ölçülerde bir iş güvencesine sahip bulunuyorlar. Mezun olanların büyük bir oranı işsizler ordusuna katılıyor, ya da ilgisiz işlerde çok düşük ücretler karşılığında çalışmak zorunda kalıyorlar. Bu güvencesizlik öğrenciler için daha okul yıllarında derin endişelerin kaynağı olmakta, öğrenim süresince ortaya çıkan ekonomik zorluklar ve diğer bozuk eğitim koşulları bir araya gelmekte, bu durum öğrencinin eğitim düzenine karşı nefretini körüklemektedir. Bunun sonucunda faşist-feodal eğitim sistemine karşı öğrenci gençliğin mücadelesi gündeme gelmektedir.
Üniversite gençliğinin, akademik-demokratik haklan ve demokratik-özerk üniversite için mücadele ve örgütlenmesini bu koşullardan ayrı düşünemeyiz.
Geniş öğrenci kitlesinin eğitim sistemi nedeniyle uğradığı zararlar, öğrenim süresince hedef olduğu ekonomik ve siyasi saldırılar birlik ve örgütlenmenin önemini arttırıyor. Öğrenci derneklerinin kitlesel örgütler olmasının şartlarını yaratıyor.
Bu koşullar, ‘nasıl bir öğrenci derneği’ sorusuna karşılık olmak üzere belirli ipuçları veriyor.
Öğrenci dernekleri, ne kitlelerden kopuk, siyasi mücadele veren, ne de kendini akademik-mesleki taleplerle sınırlayan örgütler olmalıdır. Öğrenci dernekleri, anti-faşist, siyasi perspektiflere sahip bulunmalı, öğrenci kitlesini bu temelde mücadeleye çekmeye çalışmalı, ancak dayandığı anti-faşist, devrimci mücadele platformunu öğrenci kitlesini dışarıda bırakacak şekilde ele almamalıdır. Örneğin anti-faşist olmayı bir üyelik koşulu olarak getirmemelidirler.
ANTİ-FAŞİST BİR MÜCADELE PERSPEKTİFİ VE PLATFORMU TEMELİNDE MÜCADELE VEREN ÖĞRENCİ DERNEKLERİNE, ‘FAŞİST (HİTLERCİ, DİNCİ FAŞİST, VS.). POLİS, AJAN VB. OLANLAR DIŞINDA HER ÖĞRENCİ ÜYE OLABİLMELİDİR.
Ülke genelini düşünürsek öğrenci kesiminden olanların da içinde yer aldığı geniş bir anti-faşist potansiyelin varlığından söz edilebilir. Bu potansiyeli kucaklayacak genişlikte ayrı bir anti-faşist örgütün merkezi olarak yaratılması koşullarını ele almak başlı-başına ayrı bir yazının konusudur. Böyle bir yapılanmanın eksikliği, hatta bir ihtiyaç olduğu söylenebilir. Bu türden bir örgütlenmenin olmayışı öğrenci dernekleri sorununa da doğrudan etki yapmaktadır. Ülke çapında örgütlenen merkezi anti-faşist bir örgüt her yönüyle tartışılmalı, yasal ve fiili kuruluş şartları irdelenmelidir.
Türban ve Dinci Tırmanış
Eylül’ün yarattığı, kendileri için oldukça elverişli ortamda dinci gericilik ülke genelinde olduğu gibi üniversitelerde de çeşitli biçimlerde kara yüzünü göstermeye başlamış, üniversite gençliğine yönelik faaliyetlerini yoğunlaştırmıştır. Üniversite gençliğinin devrimci demokratik doğrultuda yükselen mücadelesinden ürkünce de türban demagojisini ortaya atmıştır, iktidarın ve tüm gerici çevrelerin yaygın desteğinde, demokratik kıpırdanışları türban yaygarasını kulak tırmalayıcı gürültüsünde boğmak istemiştir. Türban zamanla tüm gericiliğin bayrağı haline gelmiş, dinci-şeriatçı, militan hareketin simgesi olmuştur. Din gereği örtünme gibi demagojilerle demokrasi düşmanı yüzlerini gizlemek istemişlerdir. Kimi demokrat çevrelerde giyim, inanç özgürlüğünü savunma adına türban maskesi altında yürütülen gerici faaliyetleri istemeden destekleme durumuna düşmüşlerdir.
12 Eylül sonrası dönemin belli bir anından itibaren “dinin emri” gerekçesiyle kız öğrencilerden bazıları aniden türban takmaya başladı. Bir süre geçtikten sonra “Başörtü, türban engelleniyor” diye gürültü koparmaya başladılar. Öğrenci hareketinin de ivme kazandığı aynı dönemlerde türbanın gerçek işlevi ortaya çıktı. Gericiliğin yapmak istediği, öğrencilerin haklı istemler doğrultusundaki mücadelesinin, gelişmesini engellemek, kendi gerici propagandalarını yaygınlaştırmaktı. Çıkardıkları gürültü ve yaygaraların yanı sıra, iktidarın ve diğer gerici makam ve kurumların desteği ile önemli ölçüde başarı sağladılar.
Türban Karşısındaki Tutum Ne Olmalıdır?
Resmi makamların türlü bahanelerle öğrencilerin sosyal ve kültürel yaşamlarına müdahale etmelerinin yanı sıra, şeriatçıların bir takım hakların şemsiyesi altına girerek gerici faaliyetlerini sürdürmeleri, yoğun bir şekilde teşhir edilmelidir. Sorunu türbandan yana olup olmama bakımından değil, ilke olarak isteyen türban da takabilmeli, türbanın altında yatan etkinlikler karşısında alınacak tutum yönünden ele almalıdır. Bu tarz yaklaşım, biçimsel konulara ilişkin kısır tartışmalara taraf olmayı, reddeder, buna karşılık gizlenmek istenen anti-demokratik yüzü açığa çıkarmayı amaçlar.
Son Birkaç Söz
İşçi-köylü-öğrenci gençlik ve diğer emekçi gençlik kitleleri bugün kötü bir durumdadır. Geleceğe güven yoktur. Yaşam gün geçtikçe iyileşmek bir yana gitgide çekilmez hale geliyor. Henüz çocuk yaşlardaki gençler, asılıyor, komünizm propagandasından yargılanıyor, simit çalmak gibi suçlardan karakollarda dayak yiyor, işkence görüyor ve zindanlara tıkılıyor. Genç kızlar evlerinden kaçmak zorunda kalıyor, fuhuş tüccarlarının eline-ağına düşüyor. Okullar, fabrika ve tarlalar,”atölyeler genç insanların ezilmesine, baskı altına alınmasına tanık oluyor.
Ama burjuvazi ve gericilik kendi mezarım kazıyor. İşçi sınıfı ve emekçi kitlelerin yanı sıra, gençliği de kendisine karşı mücadeleye ve en temel haklarını, özgürlüklerini almak için başkaldırmaya itiyor. Baskı ve sömürü yalnızca ezilmeyi getirmiyor, aynı zamanda direniş ve ayaklanmayı da doğuruyor. Birleşme ve örgütlenme doğrultusundaki eğilimleri geliştiriyor, işçi sınıfı, diğer emekçiler Ye gençleri devrimcilerin sesine daha çok kulak vermeye yöneltiyor.
Emekçiler ve gençler düşmanları tarafından yıkıma itiliyor. Ama onların dostları da var. Dostları onların kurtuluşları için mücadele ediyor ve onlarla birleşmek ve bağlan güçlendirmek için her şeyi yapıyor. İşçi, öğrenci ve diğer emekçi sınıflara mensup gençler er geç devrimci dostlarını tanıyacaklar ve onlarla birlikte güzel günler ve özgürlük dünyası için mücadelelerine hız kazandıracaklardır.
Mart 1989