Burjuva basını, TV’si yansıtmak zorunda kaldıklarından ve uzmanların söylediklerine bakılırsa, Yeniçeltek’te kaza olması değil de olmaması kazadır. Önlem deyince işi Allah’a emanet etmiş gerici dinci bir ekip, o ekiple işbirliği içinde sendikacılar, çağdışı yöntemlerle yapılan üretimle tam bir uygunluk içindedir.
Hiç kuşkusuz ki iş kazalarının temelinde yatan kapitalistlerin kâr hırsıdır ve onlar, iş emniyetini sağlamak için yapılan masrafları ödemekten kaçındıklarından, çok az yatırım gerektiren emniyet önlemlerine bile ilgi göstermezler. Dahası kapitalist için sorunun ideolojik yanı da vardır ve bu tür işçinin canını koruyacak önlemleri onun sınıf olarak meşruiyetini tanımak olarak anladığından da çalışma koşullarının iyileştirecek yatırımlardan şiddetle kaçınır. Bu yüzden de işçi sınıfının burjuvaziye karşı mücadelesinin zayıfladığı dönemlerde çalışma koşullarının kötüleşmesi sonucu iş kazalarının arttığı görülür. Özellikle 12 Eylül sonrası bizim ülkemizde pek açık bir biçimde yaşandığı gibi, işçi denetiminin olmadığı koşullarda kapitalistler yasal olarak almak zorunda oldukları önlemleri bile almazlar. İşte yukarıdaki fotoğraflardan hiç birisi özel olarak ‘iş güvenliği” koşullarına uyulmadığını göstermek için çekilmemiştir. Tersine çoğu, işletmelerin kendilerini tanıtmak için çekip, gazete ve dergilere verdikleri fotoğraflardır. Bunun anlamı ise hiçbir iş güvenliği koşuluna uyulmadığı, daha da kötüsü bunların denetlenmediğidir. Konuyla ilgili ilginç bir yan da TİS metinlerinde vardır. Bu metinlerde iş güvenliği ile ilgili birçok madde vardır. Patron da bunları hemen kabul eder. Sendika işçilere dönüp, patronun bilmem kaç maddeyi kabul ettiğini söyleyerek puan toplar. Ama bu maddelere bakıldığında, bunları ya iş yasaları ile ilgili ya da tüzüklerle ilgili hükümler olduğu görülür. Yani, TİS’te hiç sözü edilmese de elde edilmiş haklardır. Ne var ki, bu metinlerde olması gereken iş güvenliği ile ilgili yasa tüzük maddelerine uyulup uyulmadığını denetleyen herhangi merci yoktur. Denetlense ne olacak, patron 50-100 bin TL ceza öder kurtulur diye düşünülürse de, kapitalistlerimiz, sendika va da bir işçi komitesinin iş güvenliği ile ilgili önlemleri denetlemesini “mülkiyet hakkını sınırlama” olarak gördüğünden buna yanaşmamaktadır. Buna yanaşmadığı 12 Eylül’den bu yana da iş kaza-lan artmıştır. Bu duruma boyun eğildikçe de daha pek çok “Yeniçeltek” yaşanılacaktır.
Bugün, teknolojinin sunduğu olanaklar iş güvenliği için uygulanırsa, iş yerlerinde olan kazaların sadece % 2’sinin önlemeyeceğini söylüyor uzmanlar. Ama yukarda da söylendiği gibi kapitalistler açısından iş güvenliği için yapılan her yatırım kârının sokağa atılmasıdır. Kolayca, çok ucuza sağlayacağı bir metayı pahalıya almak anlamına gelir ki bu da onun namusuna halel getirecek bir aptallıktır. Nitekim bu nedenle en gelişmiş kapitalist ülkelerde bile iş kazaları nala yaygın olaylardır. Ama yine de buralardaki kazalar Türkiye ile kıyaslanamaz. Nitekim istatistiklere göre, gelişmiş kapitalist ülkelere göre Türkiye’deki oran 15-17 kat daha fazladır. Demek ki, kapitalist bir ülkede “kaza” diye sunulanların ancak % 2’si kazadır. Geri kalanlar ise, kapitalistlerin kâr hırsının, işçileri insan yerine koymayan dünya görüşünün bir sonucu olan sözcüğün gerçek anlamıyla cinayetlerdir. Bu nedenle cinayete son vermek için gerekeni yapmak işçiler için vazgeçilmezdir, ama bu daha bugünden bazı girişimlerle cinayetleri azaltmak için gerekli çabayı da ihmal etmek anlamına gelmez, “iş güvenliğini denetleyecek işçi komiteleri” sorunu önümüzdeki dönem TİS metinlerinde yer almalı fiili komiteler de devreye girmelidir. Yoksa “iş güvenliği” kapitalistlerin insafına, ya da takdiri ilahiye devredilemeyecek kadar ciddi bir sorundur.
Yeniçeltek’te 68 işçi katledildi:
İş cinayetlerine bir yenisi daha eklendi
9Şubat 1990 günü her birkaç yılda bir karşılaşılan iş cinayetlerinden biri daha gerçekleşti ve Yeniçeltek Kömür İşletmeleri’nde 68 işçinin ölümüne yol açtı. Daha önceleri de olduğu gibi, bilinen çevreler, bilinen (kendilerine biçilen) rolleri oynayarak bir bir sahneye çıkıp görevlerini icra ettikten sonra köşelerine çekildiler.
Önce sahneye iktidar ve muhalefet partisinin yöneticileri ile hükümet fırladı. Muhalefet bakanları ve işletme yöneticilerini suçladı, hükümet ve iktidar partisinin önde gelenleri, kalanlara “baş sağlığı” dileyip, “hükümetin ölenlerin ailelerine her türlü yardımı yapacağını”, “sorumlulardan hesap sorulacağını”, ölenler de dâhil, işçilerin bir kaç gün içinde ücretlerini alacağını neredeyse müjde verir gibi duyurdular.
Muhalefet ise, bu tür, işçileri ilgilendiren konularda fazla ileri gitmemenin bilincinde, hükümeti hafif yollu eleştirerek, işletmenin ilkelliğini vb. öne çıkararak bir şeyler geveledi.
Basın ve TV ise, “nesnel” görünmeye çalıştı. O, bol görüntü sergileyerek ama daha çok da yöneticilerin “gafletini” öne çıkararak kendine düşen rolü yerine getirmeye çalıştı.
“Günah keçisi” olarak ortaya atılan işletme yöneticileri ise, “kazanın” “Allah’ın takdiri olduğunu” söyleyerek, böyle durumlarda çok prim yapan bir davranışla kendilerim savundular. Böylece, 68 kişinin ölümünden sorumlu “üç görevlinin” tutuklanmasıyla işin ceza yanı savuşturuldu.
İddialara bakılırsa, hükümet kusursuzdu; Çalışma Bakanlığı üstüne düşen bütün denetimleri yapmıştı. Genel Müdür üretimi yakından izliyordu, kaza olmaması için bütün önlemleri aldırmıştı, işletme Müdürü “teknik bakımdan hiçbir eksiğimiz yok” diyordu. Öyle görünüyor ki, patlama ancak “takdiri ilahi” olabilir.
Olup bitenler için daha çok şey söylenebilir, ama gereği yok. Çünkü olayın görünen yanları basın ve TV’den de izlendi. Dahası, bu ülkede yüzyılı aşkın bir süredir, belli başlı kömür havzalarında bu tür kazalar olmaktadır ve yukarda sözünü ettiğimiz sahneler benzer bir biçimde tekrar edilmektedir. Bir süre sonra ise, hiçbir şey olmamış gibi yeni bir “kaza”ya kadar bir daha bu ‘acı gerçeğe dönüp de insanların keyfini kaçırmak’ istememektedirler. Nitekim hükümet basın, ve muhalefet çevreleri olayı unutulmaya bırakmışlardır. Bu yüzden de burada sorunun güncel yanı üstünde daha fazla durmanın gereği yok. Ancak gelişmeler içinde bazı tutumları belirlemek işçi sınıfı mücadelesi açısından önem kazanmaktadır.
Bu gelişmeler içinde önemle üstünde durulması gereken olaylardan birisi TÜRK-İş’in bu is cinayeti karşısındaki tutumudur. Türk-İş’e bu tür olaylarda biçilen rol, keskin demeçler vermek ve sorumluların cezalandırılması için yetkilileri göreve çağırmak, ama bunu yaparken de biraz yığınların gözünü boyayacak bir üslup kullanmaktır. Ne var ki, Türk-İş ağaları bu sefer, ne görünüşte de olsa sınıfı temsil eder biçimde öne çıkabildiler, ne de yatıştırıcılık görevlerini yeterince yapabildiler. Çünkü bu sefer bir yandan sendika ağaları arasındaki çatışmanın boyutları, öte yandan işçi yığınlarındaki potansiyelin oynanamayacak kadar büyümüş olması Türk-İş ağalarını devre dışı bıraktı. Sonuçta Türk-İş ağaları işveren sendikalarının da “çok iyi olur” dediği iş saati başlamadan önce, saat 8.00’de 2 dakikalık “saygı” duruşu ile ölenlere karşı “görevlerini” yerine getirme yolunu tuttular.
Türk-İş üst yönetimi ile bağlı sendikaların yöneticileri arasındaki çatışma böyle bir olayda bile geri planda kalmıyor: Türk-İş yönetimi, Türkiye Maden-İş ve Genel Maden-İş sendikalarına, “işçileri ocağı indirmeyin” diyor. Ama sendikacılar bunun kendilerini “yasadışına düşürmek için tezgâhlanan bir oyun” olduğunu düşünerek, “yazılı emir” istiyorlar. Tabi, Türk-İş “hayır” diyor ve böylece, “iki saatlik protesto ve koşullar düzeltilinceye kadar sürekli eylem”(!) kararı alıyorlar. Sendika yöneticilerinin bu “uyanıklığı” ilerici bilinen bayan bir gazeteci tarafından övülerek lanse ediliyor. Doğrusu iki taraf da “uyanık” ama arada giden sınıfın çıkarları oluyor. Ona aldıran kim?
Ağalar arasında çatışmalar ve burjuvazinin biçtiği rolün oynanması sırasında eskiden pek görülmeyen bir durum çıkıyor ortaya; işçiler, ne Türk-İş’in iki dakikalık saygı duruşu ile ne de “İki saatlik” ocağa inmemekle yetiniyor: Pek çok iş yerinde iş bırakmaktan yemek boykotuna kadar değişen yaygın protestolara başvuruyorlar. Türk-İş ve sendikalara rağmen bu oluyor. Çoğu yerel sendika görevlisi ise, ya isteyerek ya da istemeyerek işçilerin istekleri doğrultusunda davranmak zorunda kalıyorlar.
Yeniçeltek’teki patlamanın etkisi göz önüne alındığında, tepki küçük görülebilir, ama varolan sendikaları kenara iterek ilerleme isteği, son aylarda yeniden kıpırdanma içine giren işçi yığınlarının direniş eğilimi ve önümüzdeki aylarda olası yığınsal grev ve direnişlerinin gündeme geleceği göz önüne alınırsa, Yeniçeltek olayıyla ortaya çıkan tutumun anlaşılması önem kazanmaktadır. Çünkü işçiler, sadece hükümeti ya da işletme sorumlularını değil muhalefet partilerini de reddetmektedir. Nitekim olayın hemen arkasından bölgeye giden Çalışma Bakanı yuhalandığı gibi, Demirel’de yuhalanmıştır. İşçilerin öfkesinin kendini de içine aldığını fark eden Demirel; hükümetin hiç bir konudaki uygulamalarına inanmadığı halde, bu sefer bir ayrıcalık yaparak “gerekenler yapılacaktır buna inanıyorum” diyor, demek zorunda kılıyor.
Burjuva basını, hükümet, muhalefet ve diğer burjuva kamuoyu oluşturma merkezlerinin önemle üstünde durduğu diğer bir şey de, cinayetin sorumluluğunu işletme yönetiminin ya da orada görevli bir kaç teknisyenin üstüne yıkma çabasıdır. En ileri gidenler buna Çalışma Bakanlığının görevlilerinin “ihmalini” de katmaktadırlar. Elbette bu sözü edilen görevlilerin bir sorumluluğu vardır: Grizu tehlikesi artan ocağa işçileri indiren işletme müdürü, Polonya’dan gelen direkleri kurtarmak için işçileri ocağa inmeye zorlayan sorumlular hesap vermelidir, ama bu ne yeni cinayetleri önleyebilir ne de her gün binlercesi olan “iş kazalarını”. Çünkü bu cinayetlerin altındaki gerçek fail, kapitalizmin kendisidir. Ve bugün kapitalizmin siyasi temsilciliğini yapanlardır. “Suçlu ayağa kalk” dendiğinde ayağa kalkacak, o işletmeye işletmecilikle ilgisi olmayan bir alay gericiyi dolduran “yetkililer”, işçiyi zorla, tehditle grizulu ocağa indiren yöneticiler, iş emniyetinin denetimini yapmayan sendikacılar, bu işçi cinayetine ortak olan herkestir. Sorunun bir kaç kişinin ihmaline indirgenmesi yeni Yeniçelteklere yol vermek olacaktır.
İş cinayetleri Zonguldak’ta protesto edileli
Genel Maden-İş ve Türkiye Maden-İş sendikalarının ortaklaşa düzenlediği “İNSANA SAYGI MİTİNGİ” ile Yeniçeltek ve diğer iş cinayetleri protesto edildi.
Zonguldak’ta, İstanbul, Ankara, İzmit ve diğer çevre illerden gelen işçi ve gençlerin katılımıyla miting alanındaki kitle 25-30 bin kişiyi buldu. Deri-İş, Tümtis ve Petrol-İş’in kömür işçilerine en büyük desteği verdiğinin gözlendiği miting, saat 10.00’da, Zonguldak istasyonuna giden cadde başında “EMEKÇİLER ÖLÜME TERK EDİLEMEZ” sloganıyla başladı. Özellikle İstanbul’dan katılan emekçilerin korteji ilgi ile izlendi. “İşçiler ölüme terk edilemez” sloganı yanı sıra, “GENEL GREV” sloganı en çok ilgi çeken slogandı. 1 Mayıs Marşı eşliğinde istasyona doğru yürüyen kortej maden işçilerinin de katılımıyla daha da büyüdü. Genel grev isteğini ifade eden sloganlar daha gür sesle ve daha sık söylenir oldu. Çeşitli sendikaların yanı sıra, DSİM, işçi Sözü, İstanbul Halkevleri, Devrimci Gençlik, İstanbul İHD, işçi Dünyası ve “Faşist Katliamlara Karşı ‘DEVRİMİN SESİNİ YÜKSELTELİM, Kahrolsun Faşist Diktatörlük” pankartları kortejin belli başlı pankartlarıydı. Saat 13.00’de yürüyüş sona erdiğinde katılan kitle sayısı da 25-30 bini bulmuştu.
Mitingin en dikkate değer özelliklerinden birisi, “GENEL GREV”le ilgili sloganların işçiler içinde en çok rağbet gören slogan olmasıydı. Genel grev gibi, ilgi gören sloganların diğerleri ise, TÜRK-İş’i protesto eden sloganlardı: “İşçiler Burada, Türk-İş Nerede?” “Şevket Yılmaz istifa”, en çok taraftar bulan sloganlardan olurken, Şevket Yılmaz’ın mesajını ıslık sesleri arasında okunamaması da bir başka yanıydı. Ş.Yılmaz gibi istifaya çağırılan başka şeyler de vardı: “Hükümet İstifa!”
Mitingde ilgi çeken diğer bir şey de, iş yerlerinde işçileri denetlemeyi iş edinen sarı sendikacıların miting alanında bile işçileri “yakın korumaya” almalarıydı, işçilerin dağıtılan bildiri, broşürleri alıp almamalarına bile karışıyorlar, işçiler adına hangi bildirilerin okunup okunmayacağına karar veriyorlardı!
Her iş kazası sonucu perişan olan, acıyı ta içlerinde duyan madenci ailelerinin miting alanında hemen hiç olmaması da bu mitingin düşündürücü yanlarından birisiydi.
Miting Genel Maden-iş Sendikası ve T. Genel Maden-İş Sendikası başkanlarının konuşmalarıyla sürdü. Daha sonra mikrofona gelen Harb-İş Sendikası Genel Başkanı konuşmasına başladığında, hiç beklemediği bir tepkiyle karşılaştı, işçiler ve kitle, Kenan Durukan’ı “KAHROLSUN SARI SENDİKA AĞALARI” sloganıyla karşıladı. Şaşıran Durukan konuşmasına devam etmek istediyse de işçilerin ve devrimcilerin “İŞÇİLER KÜRSÜYE” sloganı, ıslık ve yuh sesleri arasında konuşmasını bitiremeden inmek zorunda kaldı.
Bu işi yasak savmak olarak sahneye koyan sendika ağaları “miting olaysız bitti” diye belki rahatlamışlardır, ama öyle görünüyor ki işçiler rahatlamadılar ve önümüzdeki aylarda çeşitli biçimlerde bu rahatsızlıklarını anlatmayı sürdürecekler.
Petrol-İş Başkanı Münir Ceylanla kısa bir röportaj.
S- İş kazaları hakkında ne düşünüyorsunuz?
C- Bunlar iş kazası değil cinayettir. Bu cinayetlerin durdurulması için ciddi bir şekilde çalışılması gerekiyor ve bunda yalnız Yeniçeltek’te 68 İşçinin ölmesi değil, kalıcı çözümler yapılması gerekiyor insanların ocaklarda kurban edilmemesi için.
S- Peki sizin sendikanız bu iş kazalarıyla ilgili olarak daha ciddi eylemler düşünüyor mu? Bildiğiniz gibi Türk-İş’in ciddi bir çabası yok bu konuda.
C- Bu, yalnız bizim değil insanın hayatına önem veren bütün anlayışların sendikaların önderliğinde birleşmesiyle hayata geçirilebilecek bir şey. Biz sendika olarak bize düşeni yapmaya çalışacağız ve şunu söylüyoruz: Artık sürekli bir mücadeleyi gündeme getirmek ve bun devam ettirmek lazım.
Deri-İş Kazlıçeşme Şube Başkanı Ali Gündoğdu ile kısa bir röportaj.
S- İş kazaları hakkında ne düşünüyorsunuz?
C- İş kazaları Türkiye’de kaza olmaktan çıkıp cinayete dönüşmüş vaziyette. Son olarak Yeniçeltek olayında, Kumkapı’da, Levent’te görüldüğü gibi, iş kazaları cinayete dönüşmüş durumda. Burjuvazi artık bunu saklayamıyor, bir iki mühendisin bir iki sorumlunun tutuklanması, elbette ki onların kişisel istismarıdır ama sorun, bir bütün olarak düzen sorunudur. Bugün Maden-İş kolu başta olmak üzere Lastik-İş kolunda, Otomobil-İş kolunda, Deri-İş kolunda yılda 350 işçinin şehit edildiği bir ortam var. Şüphesiz ki, kapitalizmin doğası bu tür iş cinayetleri için çok elverişli. Ancak Türkiye, diğer kapitalist ülkelere bakıldığında oran olarak daha ağır basıyor.
S- Peki özelde ne yapılıyor ve sizin sendikanız ne yapıyor?
C- Özelde ve esasta bugün, özellikle maden ocaklarında ya da diğer iş kollarında iş kazaları, bile bile önceden beklenen şeyler, bu nedenle maden ocakları gibi ve kazaların çok olduğu diğer iş kollarında daha önceden tespit edilen bir çok iş yerinin kapatılması gerekiyor. Bizim iş kolunda ise, pek çok iş kazası gerçekleşiyor ve 1-1.5 senede bir ölüme yol açılıyor. Bunla ilgili olarak biz, esasta, tepkimizi sıcağı sıcağına gösteriyoruz. Bu tepki bir bütün olduğu için, sendikaların ya da işçi sınıfının, bir bütün olarak hareket etmesi gerekiyor.
S- Peki işçi cinayetlerinin kökenleri ve çözümleri konusunda işçi sınıfına yeterli bilgi götürülüyor mu?
C- Götürülmüyor. O eğitim sağlanmıyor. Her şeyi burjuvaziden beklemek, her şeyi kapitalistlerden beklemek şüphesiz ki çok büyük bir yanılgı. Nitekim bugün, özellikle sendikaların -istisnai olarak- iş kazaları ile ilgili yaptıkları şeyler çok yetersiz. Bu anlamda paradan öte bir olay, ücretten öte bir olay. İş güvenliği konusunda yeterli eğitim yapılmadı, ama bir an evvel yapılması konusunda düşüncelerimiz var. Bir bütün olarak bütün sendikaların bunu hayata geçirmemesi gerekiyor. Tek tek çabalar var ama yetersiz olarak değerlendiriniz.
Mart 1990