Kadir Yalçın
PYD Kobanê’yi kurtardıktan sonra IŞİD çetelerini sürüp çıkardığı kent kırsalını da ele geçirirken Cizire’den de Kobanê’ye dağru çeteleri süpü- rerek ilerlemiş ve müttefiki birkaç ÖSO grubuyla birlikte “İslam Devleti”nin önemli bir karargahı durumundaki Tel Abyat’ta da egemenlik sağlamıştı.
Üstüne müthiş bir gürültü koparıldı. “İki kan- tonu birleştirdiler, Bayır-Bucak Türkmenleriyle Arap nüfusu sürüp çıkardıkları bölgeye Kürtleri yerleştiriyorlar, batıya ilerleyip üçüncü kanton olan Afrin’le de birleşip Türkmen bölgesinden Akdeniz’e ulaşacaklar”! “Suriye’de Kürt Devleti kuruluyor”! Hatta “havuz medyası”, daha ileri gidip, PYD’nin IŞİD’e karşı operasyonlarıyla eş- zamanlı Amerikan hava bombardımanına işaret- le bunun bir Amerikan-Kürt (PYD) ortak harekatı olduğunu ileri sürdü. “Üst akıl”, bütün bu geli melerin yönlendiricisiydi!
Hemen savaş sloganları yükseltildi: “Asarız.. Keseriz!..” “Kırmızı çizgimiz”… “İzin vermeyiz”…
Çiğnene çiğnene sakız edilen “kırmızı çizgiler” ve panzehiri olarak ileri sürülen “güvenlikli” ve “uçuşa yasak bölge” ilan edilmek üzere, Azaz’ı kapsayarak Tel Abyat’tan Afrin’e kadarki bölgede 40-50 km. derinlikli bir alanın fethedi- leceği açıklandı. Olamazdı. Güney sınırlarında komşu bir Kürt devleti kurulamazdı!
Azaz’da IŞİD egemendi, ama, PYD nerede karşı karşıya gelmişse, onu önüne katıp kova- lamaktaydı. IŞİD’in engellemesine güvenilemez- di. Ama Azaz dolayısıyla IŞİD de bahane olarak gösterilip TSK “sınır güvenliğini tesis” için göreve gönderilebilirdi.
Ancak bir sorun vardı ki; AKP teslim etme- se bile Amerikalılar IŞİD’le savaşan başlıca kara gücünün, İran ve Şia “Kalabalıkları” bir yana konursa, PKK/PYD olduğunu bilmekte ve Suri- ye’nin kuzeyindeki Kürt –özerk– devletleşmesine, Rojava’ya yönelik bir Türk yayılmasına yeşil ışık yakmamaktaydılar.
Türkiye ile ABD arasında, sonuncusu Anka- ra’ya gelen Obama’nın özel temsilcisi emekli generalle düzenleneni olmak üzere, görüşme üstüne görüşme yapılırken, Suruç’ta, Kobanê’ye yardıma gitmek üzere Amara Kültür Merkezi’nde toplanan yaklaşık 300 kişilik gençlik grubu ara- sında, tam da basın açıklaması yaparlarken bir “canlı bomba” patladı: 31 ölü genç beden!
IŞİD son birkaç aydır Türkiye bağlantılı eylem halindeydi. İlki, 5 Haziran’da HDP Diyarbakır Se- çim Mitingi sırasında yine bir “canlı bomba”ydı. Üstelik hakkındaki arama kararı UYAP’a (Ulusal Yargı Platformu) düşmesine ve canlı bomba ada- yı yakalanmasına rağmen kendisini patlatması için serbest bırakılmıştı! İkinci eylem, 25 Haziran’da Kobanê’ye büyük çoğunluğu Türkiye’den sızan IŞİD’çilerin önlerine geleni tarayarak yaptıkları katliamdı ki, yüzlerce Kobanêli canından olmuştu.
Bunlar Türkiye’nin Musul Konsolosluk görevlilerinin “rehin alınması” öncesinden başlayan IŞİD’le ilişkisinin üzerine gelmişti. Türkiye IŞİD’le “kardeş” gibiydi. İdeolojik bakımdan kardeş olduklarından şüphe edilemezdi. Ama bunun- la kalmıyordu. ABD’nin IŞİD Karşıtı Koalisyonu kurup “İslam Devleti” mevzilerini bombalama- ya başlamasına rağmen, AKP Türkiye’si IŞİD’e desteğini devam ettirmişti. ÖSO’yla başlayıp Nusra’ya destekle devam eden Suriye “muhale- feti” ile ilişkiler, bu örgütlerin yerini IŞİD’in aldığı her yerde onunla sürmüştü. Yalnızca tedavi ve bakımları Türkiye tarafından üstlenilip Antep, Urfa ve Hatay hastanelerinde yapılmıyor, ama IŞİD de içinde, bütün siyasal İslamcı çetelere silah ve cephane ulaştırılıyordu. Silah ve cepha- ne taşıyan TIR’ların haddi hesabı yoktu. Güney sınırlarını kevgire döndürmelerine en azından göz yumuluyor, hatta benzeri 25 Haziran’da da tekrarlanan, Kobanê Savaşı sırasında görüntüleri video çekimlerine de yansıyan TMO siloları arasından düzenlenen türü saldırılar doğrudan Türkiye topraklarından yöneltiliyordu.
IŞİD’i cesaretlendirip teşvik etmekle kalma- yan ama ona açık bir destek anlamı taşıyan ilk adımsa, siyasal İslamcı çetelerin eylemlerinin suçunun Esad’a yıkılması yaklaşımıydı. Esad’a karşıydı AKP Türkiye’si ve kim ona zarar verme- ye çalışıyorsa “değerli” ve desteklenip beslen- meye layıktı. Reyhanlı Bombalaması böyle geldi. Esad’ın adamlarının, Muhaberat’ın düzenlediği iddia edildi. Ama kısa zamanda altından IŞİD ve MİT bağlantısı çıktı. MİT bağlantısı sadece Reyhanlı’da değil ama TIR dosyalarında da kamuoyuna yansıyan Heysem Topalca bu eylem nedeniyle soruşturulmuyor bile. IŞİD ve militan- ları da öyle.
Böyle böyle, önce Suruç Bombası’na ve ardından 24 Temmuz’a gelindi.
* * *
IŞİD, tabii ki bir AKP ürünü değildir; onun özellikle Suriye’ye yönelik politikalarıyla palazlanıp semirmiş, aldığı desteklerle güçlenmiştir; ancak ne Türkiye ne de AKP yaratısıdır.
IŞİD, eğer bir yaratıcı aranacaksa, en çok Amerikan ürünü, onun da dolaylı ürünüdür.
Saddam Irak’ına yönelik hunhar Amerikan saldırganlığı ve işgali, bir önceki dönemin dış- lananlarından Şia ve Kürt nüfus bakımından bir rahatlama sağlar ve Şii ve Kürt burjuvazisini egemenlik mevkilerine taşırken, Saddam şahsın- da egemenliği elinde tutan Sünni burjuvazisinin alaşağı olmasına neden olmuş, ama bununla kalmayıp Sünni nüfusun önceden az-çok yarar- landığı ayrıcalıklardan yararlanmasının önünü kestiği gibi, saldırılardan asıl zarar gören kesim haline gelmesine yol açmıştır. Şii ağırlıklı yeni
yönetim Saddam’a dayanaklık etmiş başta An- bar olmak üzere Sünni nüfuslu eyaletleri ve aşiretlerini yok saymanın ötesinde karşısına alan bir politika izler, Amerikan saldırıları da en çok bu bölgeleri hedef alırken, işçi ve emekçilerin bağımsız örgütlülüğünün son derece zayıf oldu- ğu koşullarda bu iki saldırganlığa yanıt gelenek- sel örgütlülükleri tartışılmaz aşiretlerle Afganistan İşgali ile birlikte ciddi bir gelişme gösteren ve Sünni nüfus içinde kök salma yeteneği gösteren Selefi Kaideci “radikal İslam”cı hareketten gelmiştir. IŞİD’in kökünde de bu ikisi vardır: Sünni aşiretler ve Kaideci selefi örgütlenme.
Önce çeşitli İslami adlarla sonra Irak el Kaidesi olarak örgütlenme başlayan sonunda IŞİD adını alan aşiretlere dayanan çeteleşme 2003’ten beri Bakuba, Ramada gibi Anbar Eya- leti kentlerinde Emirlikler halinde örgütlenme- ye başlamış, püskürtülüp Emirliklerinden biri yıkıldıkça diğerini kurarak ve zaman zaman yeraltına çekilerek varlığını sürdürmüştür. Sıçra- ma yapması, Irak’ta zamanın başbakanı Maliki tarafından terörist ilan edilen Cumhurbaşkanı yardımcısı Tarık Haşimi’nin temsilciliğini yaptığı Sünnilerin bütünüyle dışlanması ve zamandaş olarak Suriye’de Batılı emperyalistlerle Türkiye başta olmak üzere bölge gericiliği tarafından Esad rejimine karşı başlatılan başlıca Sünni İs- lamcılarca yürütülen silahlı yıkıcılığın belirli bir denge sağladığı gelişme aşamasına ulaşmasına dayanmıştır. Hemen bütünüyle “dışarıdan” böl- ge gericiliklerince beslenip örgütlenen ÖSO türü derme çatma “muhalif ” örgütlerin dayanıksızlığı, ideolojik bakımdan güçlü, öldüğünde cennete gideceğine inanmış, ölmeye hazır ve bu nedenle politik ve askerî bakımdan güçlü Nusra ve IŞİD çetelerinin öne çıkmasına götürmüş, bu ikisi önce birleşerek, sonraysa ayrışıp rekabete girişerek güç kazanmışlardır.
Ancak hem ABD ve hem de AKP Türkiye’sinin de içinde olduğu destekçi bölge gericilikleri- nin, aşiretlerle yakınlıkları, ideolojik yakınlıkları ve bu örgütler de içinde “muhalifler”e sundukları çok yönlü destekle bütün bir Suriye “muhalefeti” ve özel olarak da “Halife”nin IŞİD’i içinde bağlantılara, yalnızca bağlantılara değil, daha ötesi organik ilişkilere sahip olduklarından kuş-
ku duyulamaz. Onca, silah cephane sevkiyatı, onca sınır açmalar, onca gizli servis bağlantısı- nın organik ilişkilere yol vermediği düşünüle- mez. Türkiye bakımından, sadece Türkiye için- deki IŞİD örgütlülüğü, uyuyan/uyumayan hücre ve dernekleşmeleri bile düşünüldüğünde içiçeli- ğin anlaşılırlığı kabul edilecektir.
* * *
IŞİD’in AKP ürünü olması şart olmadan ikisi arasındaki al-ver ilişkisi, daha ötesinde ikisinin birbirine muhtaçlığı, AKP ne denli inkâr etmeye çalışırsa çalışsın, kolaylıkla görülebilir ölçü ve düzeydedir. Aksi halde ne MİT TIR’ları ve soruşturmalarının durdurulmasının ne de Reyhanlı bombalamasının Esad’a yıkılıp soruşturma konusu bile edilmemesinin bir izahı yapılamaz.
IŞİD’i “Esad’ı devirmek için” “olumlu” olarak kullanan Türkiye, IŞİD’in başlıca Suriye ve Irak Kürtleriyle çatışmaya ağırlık vermesinin ardın- dan, bu kez “Suriye’de bir Kürt devletinin kurulmasını önlemek için” önce Kobanê’ye ve diğer kantonlara yönelik saldırısını destekleyerek yine “olumlu” yönden, sonra da PYD’nin ardından PKK’yi ve Türkiye Kürtleri (ve demokrasi güçlerini) tahrik etmek üzere yine “olumlu” ve ama “korkuluk” olarak sallayıp gerekçe göstererek bu kez genel olarak “terör” karşıtlığı üzerinden bir politika izlemesinin dayanağı olacak biçimde
–onu da hedef almış görüntüsü vererek– “olum- suz”luğuyla kullanmaktadır. İlan edilmiş amaç ve hedefleriyle “hem IŞİD’e hem PKK’ye (ve DHKPC’ye) karşı”, “terörü etkisiz hale getirme amaçlı”, ilan edilmemiş ama “aradan çıkarı- lacak” amaç ve hedefleriyle – öncesi bir yana Gezi’yle başlayıp dışa vurduğu hoşnutsuzluk, yönelim ve eylemleriyle– giderek –şimdilik tamamen “yönetilemez” olmasa bile zor yönetilir ol- muş olan bütün bir halkı sindirme, bastırma ve gözdağı vermeye yönelik saldırı dalgası olarak gözaltı furyası ve askerî operasyon: “Fark etmez, hepsi terör örgütü”! Lafın sahibi Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır!
Nasıl fark etmiyor?
Saldırı dalgasının ilan edilmiş hedefleri olan IŞİD ve PKK bakımından yaklaşılacak olursa, özellikle bu ikisi birbiriyle çatışan iki örgüttürler. Ve AKP’nin yakın zamana kadarki görüntüsü IŞİD’le işbirliği ve PKK ile mutabakat sağlayarak “çözüm süreci”ni sonuçlandırmaktı. Şimdi ikisiy- le de ilişkinin tersine döndüğü ileri sürülmekte- dir: “Hepsi terör örgütü”! 1) Doğru denebilir mi? Ve 2) Neden bu dönüş ya da “kayma”?
* * *
AKP’nin sadece IŞİD ve PKK’yle ilgili değil, ama özellikle Suriye ve bütün bir Ortadoğu poli- tikasında kayma görünmektedir. Neden?
Washington muhabiri Tolga Tanış, 20 Tem- muz Cumartesi günkü Hürriyet’te ABD Dışişleri Bakanı Kerry’e dayandırdığı şöyle bir haber geç- ti: “Amerikan Dışişleri Bakanı Kerry, başta ABD ve Türkiye arasında varılan İncirlik mutabaka- tı, Suriye’de yaşanan gelişmeleri İran’la varılan tarihi anlaşmadan sonra bölge dinamiklerinin değişmesine bağladı ve ‘Türklerin yapmaya ha- zırlandıkları işlerde kayma oldu’ dedi.”
Kayma bir gerçek. Şundan ki, AKP Türkiye’si yakın zamana kadar IŞİD Karşıtı Koalisyon’a görünüşte katılırken, pratikte hiçbir faaliyetine katılmadığı gibi, başta Amerika olmak üzere, Koalisyona üslerini de kullandırmıyordu. “Kayma” gerçekleşti ve şimdi sadece ABD değil, koalisyon savaş uçakları da IŞİD’e karşı operasyonlarında İncirlik dahil Türkiye’nin üslerini kullanacaklar. Hatta anlaşıldığı kadarıyla, IŞİD’e karşı hava operasyonlarına Türk uçakları da katılacak. Türkiye, hatta “üst akıl” suçlamasıyla Mısır’dan Suriye’ye, Irak’tan Çin füzelerine ka- dar birçok konuda farklı pozisyonlarda olduğu ABD’ye, ABD’nin Ortadoğu stratejik amaçlarına bütünüyle katılmaya ve hatta taktiklerini be- nimsemeye yakınlaşmış, neredeyse katılmıştır. Deyim yerindeyse, –uygun zaman bulduğunda– yeniden gündemine almak ve şimdilik yalnızca belirli zorlamalarda bulunmak üzere hemen bütün taktik farklılıklarını, onların çıkış noktası olarak Osmanlı yayılmacılığı ve Sünni etkenini bu yayılmacılıkta kullanma yönelimini bir yana bırakarak, AKP, Amerikan stratejisine katılmaya dönmekte ya da ABD’ye teslim olmaktadır. “Kay- ma” budur.
Nedeni üçtür: 1) Kerry’nin dediği gibi, İran’la 5+1 ülkeleri arasında nükleer anlaşmasının im-
zalanmasına bağlı olarak, Amerika’nın İran’la olan ilişkisindeki değişme –bu, AKP politikasın- daki değişmenin görmezden gelinemeyecek bir etkenidir. Şundan ki; ABD bölgedeki seçenekleri ve taktik olanaklarını çeşitlendirmekte, İran’la ilişkilerini düzeltme yoluna girmekle, zaten Mı- sır Darbesiyle “delikten süpürerek çöpe attığı” Müslüman Kardeşler ve Sünni İslam’a oynama ve –neoliberal Müslüman Kardeşliğin AKP Tür- kiye’si de içinde– onu eksen alma yöneliminden net biçimde vazgeçtiğinin altını çizerken, bunda ısrar etme durumunda Türkiye’den de vazge- çebileceği mesajını vermiş olmaktadır. AKP’nin bunu göze alma imkânının olmadığı ortadadır. Hele işçi ve emekçilerin, halkın hoşnutsuzluk ve eylemliliğindeki genel yükseliş ve 7 Haziran Seçimleriyle imkânları ciddi biçimde daralmış AKP’nin bunu aklından geçirme imkânı bile ol- madığı söylenmelidir.
-
İkinci etken, 7 Haziran Seçimlerinin sonuç- larıdır ki, düzen içi muhalifleri ne denli cesaret- siz davranıyor olsalar da, AKP artık tek başına istediğini yapabilir olmaktan çıkmıştır. Artık tek parti olarak yönetebilir durumda değildir. “Çö-
züm süreci”ni de bir yana bırakıp savaşçıl bir politikaya yönelerek ve milliyetçiliği yükseltme- ye oynayarak, düzen içi muhaliflerine kendisini ve politikalarını dayatmayı ve belki milliyetçi önyargıların etkili olacağı bir erken seçimden başarıyla çıkmayı hesaplasa da, kendi içindeki çatlaklar da artarak mecalsizleştiği gün gibi or- tada olan AKP; yeni bir toparlanma sağlayarak doruklardan aşağı yuvarlanışını durdurmaya kolaylıkla güç yetiremeyecek bir görüntü vermektedir. Özellikle “delikanlı” Erdoğan gerginlik politikasıyla toparlanma ve yeniden tek karar verici olmayı deneyecektir; ancak bir yandan 17-25 Aralık bir yandan da MİT TIR’ları soruşturmaları önündeki ciddi handikaplardır. En ciddi handikap ise, AKP ve patronunun, kendisi ve çevresiyle –M. Cengiz vb. gibi “havuzcular”dan oluşan– dayanaklarının “özel çıkarları” lehine – bu soruşturmaları etkili silahlar olarak kullanma potansiyeline sahip olduğu kadar kapitalistlerin “genel çıkarları”nı belirleme yeteneğindeki– ulu- sal ve uluslararası ciddi güçlerin çıkarlarını fazla- ca dikkate almamış olmasıdır. Koç, Sabancı gibi son on yılda neredeyse önemli hiçbir ihale ala- mamış tekelcilerle “ben neymişim” kibriyle Os- manlıcılığa kalkışarak arasını açtığı Amerikalı ve Batılı büyük emperyalistlerdir söz konusu olan- lar ve fazlaca dikkate alınmamış güçleri, hele siyaseten tek başına yetmez hale gerilediğinde AKP ve özellikle “karizması” çizilmiş liderini yer- le bir etmeye yeter de artar bile! Bu, öyleyse, AKP’nin artık dikkate almazlık edemeyeceği ve politika ve “yapacağı işlerde” “kayma”yı koşul- layan ikinci etkendir.
-
Üçüncü etken, “uysal atın çiftesi pek olur” özdeyişinin “uysallık”tan sıyrılmakta olduğunu son birkaç yıldır giderek hoşnutsuzluk ve eylem- liliğindeki tırmanmayla ortaya koymakta olan, şimdiye kadar –uluslararası ve ulusal– istisnasız bütün gericiliğin “sırtından” sömürüp yönettiği “at”ın pozisyonundaki değişmeler ve bu değiş- melerin daha büyük ve köklü değişmelere götür- me ihtimalidir! Sadece seçimler ve sonuçlarıyla sınırlı olmayan, ama pozisyonundaki değişme seçimler ve sonuçlarına da yansıyan işçi sınıfı ve emekçilerin hareketliliği ve giderek eskisi gibi yönetilmeye karşı başladıkları itirazlar, bu itiraz-
lar henüz net politik biçimler kazanmasa bile, AKP’yi kendi pozisyon ve tutumunu gözden ge- çirip değiştirmeye zorlayan, kuşkusuz ki temel etken durumundadır.
Türlü esnek çalışma dayatmalarıyla insanca yaşam ve çalışma koşullarından yoksun bırakıl- mış, gelecek güvencesizliğiyle işsizlik ve sefaletin pençesindeki emekçi halk, iki yıl önce, AKP’nin yaşam tarzına da yönelttiği saldırılarla insan yerine konmadığı bir noktaya sıkıştırıldığını hissettiğinde, Gezi’de “patlamış”tı. Kimse Gezi’den geriye bir şey kalmadığını düşünmedi, hele AKP ve lideri, sonrasındaki tutum ve eylemleriyle Gezi’yi hep aklının bir köşesinde tuttuğunu göster- di. Her küçük gösteriye bile zehirli gaz ve tazyikli suyla saldırırken.. “İç güvenlik paketi”ni çıkarırken… Artık emekçi halk her konuda sessiz kalıp boyun eğecek “çizgi”nin ötesindeydi ve özgüven de kazanmıştı. Bu, Kürt halkının uzun yıllar bo- yunca mücadele içinde kazandığı bir hasletti,
Gezi’yle birlikte, bilinç ve örgüt düzeyinin düşüklüğüyle eksiklenmiş haliyle olsa bile, “Batı’da” da yaygınlaşıp genelleşti.
AKP dayatmaları, Cam ve THY işçilerininki- nin ardından Birleşik Metal Grevi’nin yasaklan- ması, sömürü ve çalışma koşullarının ağırlığı karşısında, farkında olsun olmasınlar, işçilerin sınıf kinini bileyici etkide bulundu. “Demokra- si” başlığı altında AKP ile anlaşmazlık halinde olduğunu örneğin Gezi’de hükümete yönelttiği eleştirilerle açıklamış ve Divan Oteli’ni direniş- çilere açmış olan Koç başta olmak üzere ülkenin en büyük patronlarının yakın tarihte Metal işçi- leriyle karşı karşıya gelmeleri ve uzlaşmazlıkları, emekçi halkın hoşnutsuzluk ve hareketliliğinin, yalnızca AKP’yi hedeflemekle sınırlı olmadığı- nı/kalmadığını gösteren ciddi bir gelişme oldu. Bursa’da metalde başlayıp hızla başka illere ve metal sektörünün ötesine de yayılarak ülke gün- demine oturan işçilerin uzun süreli direnişi hâlâ yatışmış olmaktan uzaktır ve iktisadi koşulların gelişme eğilimi işçi ve emekçileri yeni hareketlenmelere sevk edici yöndedir. Emekle sermaye arasındaki bu karşı karşıya geliş, aralarındaki ayrılıklar bir yana gericiliği bütünleşmeye yönel- ten temel etkendir ve AKP, son saldırgan atağıyla, ilan edilmiş amaç ve hedeflerinin ötesinde, gericiliğin genel desteğini arkasına alarak, asıl emekçi halka “savaş” ilan etmiş bulunmaktadır.
Gericilik içindeki çelişme ve ayrılıklar ne- deniyle toprağın ayağının altından kaymakta olduğunu hissetmesinin yanına emekçi halkın hoşnutsuzluk ve hareketlenmesiyle giderek yönetme zorluğunun büyümesinin (ki ekonomik verilerin kötüleşme eğiliminin bu büyümeyi daha da ilerleteceği tartışmasızdır) eklenmesinin yarattığı gericiliği birleşmeye zorlayıcı çaresizlik- le, AKP ve lideri politik ve pratik olarak kayma tadır! Sığınılacak tek korunaklı liman ABD’dir (ve işbirlikçileridir). Buraya sığınılmaktadır!
Ama belki de “kefeni sırtında taşıma”yı haklı çıkaracak zorlamalardan vazgeçmeden sığınılmaktadır. AKP ABD’ye sığınmaktadır; ancak Suriye’de “güvenli bölge”yle ABD’nin IŞİD’e karşı birlikte işler başardığını görüp düşündüğü ve üzerine hesap yapmaktan kuşkusuz ki geri
durmayacağı Türkiye ve Suriye’nin Kürt halkının “statüsüz” bırakılması –artık– olmayacak duasıyla –ABD’nin belki hayırhah desteğini alabileceği– PKK ve ama “ha PKK ha o” dediği PYD’yi de derdest etmeyi dayatıp buradan zorlayarak, sığınmaktadır. Türkiye “küçük” güç değildir ve kendisinin dayatacakları yok sayılamaz; ama bu doğru artık AKP için geçerli değildir. Türkiye “küçük güç” değildir, ama artık AKP de büyük güç değildir!
IŞİD korkuluğunu sallayıp herhalde öncelikle Kürt halkı ve ulusal örgütleri ve ama yaşam ve çalışma koşullarının iyileştirilmesinden demokrasi ve barışa kadar talepleriyle hoşnutsuzluğu artıp hareketlenmekte olan bütün bir halkın “aradan çıkarılması” zorlanmasına zorlanabilir, buradan halk güçleri bedeller de öder; ama artık sonuçsuz bir AKP girişimi olmaktan öteye gide- mez ve sonuçta AKP ve lideri de girdiği “kaygan” yolda net bir bedel ödemekten kaçınamaz.
Ayrılık konuları dolayısıyla kapışırken, AKP ve liderinin şansı, emperyalist ve yerli gericiliğin, örneğin Metal grevinde en uzlaşmaz kindar tutumu alan Koç’un işçi ve emekçilerin hareketlenmesi karşısında gericiliğin birleşik gücüne duydukları ve duyacakları ihtiyaçtır.