SUNUM
Tarım işçileri yüzyıllardır en ilkel koşullarda, sabahın zifiri karanlığından akşamın geç saatlerine kadar ancak karınlarını doyuracak bir ücrete çalışıyorlar. Tarlalara kamyonlarla, traktör römorklarıyla gidiyorlar.
Hiçbir güvencesi olmayan ve örgütlülükten yoksun mevsimlik tarım işçileri, toplumun en fazla ve en acımasız sömürülen işçileri, emekçileri durumundadırlar. Ailece (üç kişiden 10 kişiye kadar) tarım işçiliğine gitmelerine rağmen ellerine hiçbir şey kalmaz. Barınma, beslenme ve sağlık sorunlarının çözümü patronların insafına kalmıştır. Acımasız çalışma koşulları, sabahın köründen, akşamın geç saatlerine kadar kol ve beden gücüyle 5 milyona, 7,5 milyona çalışıyorlar.
Tarımda çalışan yüz binlerce işçi aynı kaderi paylaşmasına rağmen örgütsüzdür. Her dönem, özellikle yaz ve sonbahar aylarında, başta Çukurova olmak üzere Karadeniz, Ege, Marmara, İç Anadolu gibi bir çok bölgeye doğru iş için yollara düşerler.
Yoğun sömürü koşullarında çalışan tarım proletaryasının düşük ücretlere karşı 2001 yılında gerçekleştirdiği iki günlük grev, ’80 sonrası tarım işçilerinin gerçekleştirdiği ilk grev olma özelliği taşıdı. Yine geçtiğimiz ay (Haziran) Özgür Gündem gazetesinde çıkan haberde Manisa’nın Turgutlu ilçesinde 500 tarım işçisinin bir araya gelerek “tarım işçileri inisiyatifi” adı altında dernek çalışmalarına başladıkları yazıyordu. Bu ve benzeri gelişmeler, tarım işçilerinin giderek eyleme ve örgütlenmeye yöneldiklerini ve mahkum oldukları çalışma ve sömürü düzeninin kader olmadığını gösterdi.
Bu yazımızda, tarım işçilerinin en ilkel en barbar koşullarda çalışmalarına ve sömürünün en şiddetlisine tabi olmalarına rağmen örgütlenememelerinin önündeki engellerin neler olduğunu ele almaya çalışacağız.
Tarım işçilerinin birlikte hareket etmelerine imkân verecek herhangi bir örgütten yoksun olmaları, hem büyük bir olumsuzluktur hem de düşündürücüdür. Bundan dolayı, mevsimlik tarım işçilerinin bir araya gelmesi, taleplerini tek bir ağızdan dile getirmeleri giderek önem kazanmaya başlamaktadır.
ÇÖZÜLEN KÖYLÜLÜK VE TARIM PROLETARYASININ BOYVERİŞİ
Toplumsal besin kaynağı olan tarımsal üretimin yok edilerek, tarımın emperyalist ülkelerin yağmasına açılması ve yüzde 40’larda olan üretici nüfusunun % 10’lara çekilmeye çalışılması; bir taraftan köylülüğün tamamen mülksüzleştirilmesine diğer taraftan işçileşmesine hizmet etmektedir.
İşbirlikçi burjuvazi ve onun iktidarı ülkeyi ekonomik, sosyal ve siyasal alanda yeniden yapılandırıyor. Bu yapılandırma için çıkarılan her yasa, atılan her adım, ülkenin emperyalist güçlere iyiden iyiye bağlanması anlamına geliyor. Ekonomik krizleri, emperyalist savaşları fırsat olarak değerlendiren sermaye egemenliği, yıllardır hayata geçirilemeyen tüm uygulamaları bir bir gerçekleştiriyor. Özellikle tek partili hükümet, sermayenin çıkarları doğrultusunda yasaların peş peşe çıkmasının da bir avantajı olarak değerlendiriliyor. Sermaye için çıkarılması sürdürülen her yasa ve düzenleme ise, kapitalist sistemin ihtiyaçlarına cevap vermek ve diğer taraftan toplumsal katmanlarda çözülmeler, bir çok kesimin var olan konumunu yitirmesi ve açlığa işsizliğe itilmesi anlamı taşıyor. Bu kesimlerden birinin de köylülük olduğu biliniyor.
IMF ve Dünya Bankası tarafından hazırlanan tarım politikaları, önce Özal sonra Demirel ve ardı sıra gelen hükümetler eliyle bir bir hayata geçirildi. Kemal Derviş’le özdeşleşen 57. hükümet ve bugün AKP tarafından da kararlılıkla uygulanan tarım politikaları; esas olarak uluslararası tekellerin tarım pazarı üzerindeki hakimiyetini pekiştirmeyi ve genişletmeyi hedefliyor. Şeker yasası, tütün yasası, tarım reformu ve bugün de TEKEL’i tamamen özelleştirilmeyi amaç edinerek süregelen dayatmalar, bu tekelci hakimiyet politikalarının sonuçları olarak gündeme geldi. Tüm bu gelişmeler, bir taraftan ülke toprağının, tarımının yağmalanmasına diğer taraftan zorunlu işçilik ve işsizleştirme sonuçlarına yol açıyor. 4 milyon toprak sahibi aileyi 40 ve 50 bine indirme amaçlı politikalar, toprak dışında bir işle uğraşamayan yüz binlerce aileyi aynı zamanda tarım işçiliğine mahkum ediyor veya işsizler ordusuna katıyor.
Türkiye’de hiç toprağa sahip olmayan ya da sahip olduğu toprak kendisini geçindirmeye yetmeyen milyonlarca kır emekçisi var. Bunlardan bir kısmı başkalarının topraklarında ortakçılık usulleriyle tarımsal üretim yaparken, önemli bir kısmı da devlete ya da özel kişilere ait tarım işletmelerinde ücret karşılığı çalışmaktadır.
Kürt illerinde küçük işletmelerde ağırlıklı olarak tütün ve pancar tarımı yapılmaktadır. Fakat, son yıllarda, devletin bu ürünlerde izlediği desteklerin kaldırılması, alım fiyatlarının düşük tutulması ve kotalama politikası Kürt illerinde küçük üretimi hızla tasfiye etmektedir. GAP’la birlikte sulanabilir hale gelen topraklar, hızla az sayıda kişinin, yerli ve yabancı tekellerin mülkiyetine geçmektedir. Hayvancılığın tasfiyesi de son aşamadadır.
Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası’nın, önceki yıl yayınladığı bir raporda, ildeki topraksız köylülerin oranının %42,1’e ulaştığını belirtmektedir. Yine bu rapora göre, toplam işletme sayısının sadece %9’u 500 dekardan büyüktür. Bunların ortalama arazi büyüklüğü ise 1876,3 dekardır. Diyarbakır’a ait bu rakamların yaklaşık olarak diğer bölge illeri için de geçerli olduğu düşünülebilir. Buradan çıkacak sonuç, Kürt illerinde işsizliğin ve mülksüzleşme sürecinin tarım işçiliğine yönelimi artıracağıdır.
Köylülüğün tasfiyesinin ekonomik nedenlerinin yanı sıra özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşanan 15 yıllık savaşın da bu tasfiye sürecine özel ama yoğun bir etkisinin olduğu artık bilimsel bir tespit olarak kabul ediliyor. Yıllardır uygulanan OHAL yasakları, toprağını işleyemeyen, hayvanını yaylaya çıkaramayan Kürt köylüsünü ekonomik anlamda çöküntüye sürüklemiştir. Boşaltılan köyleri ve zor yoluyla göçe maruz bırakılan yüz binlerce yoksul Kürt köylüsü; topraklarını, evlerini, yaylalarını, hayvanlarını geride bırakmak durumunda kaldı. Kürt yoksullarının önemli bir kesimi göç yollarının ardından mevsimlik veya sürekli tarım işçiliği ile geçimlerini sağlamak durumunda kaldılar. Böylece daha dün kendi geçimlerini sağlayacak kadar toprağa ve hayvana sahip olan köylüler, bugün yaşamlarını sürdürmek için il il dolaşır hale geldiler.
DEVLET HANGİ TARIM İŞÇİSİNİ TANIYOR?
Tarımda bugün ücretli emek-gücü kullanımı çok değişik biçimler alabilmektedir. Fakat devletin yasal statü kapsamına koyduğu/tanıdığı tarım işçileri esas olarak; TİGEM, DÜÇ, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’na bağlı Araştırma Müdürlükleri, Deneme İstasyonu Müdürlükleri ve İl Tarım Müdürlükleri ve benzeri işyerlerinde ve doğrudan toprakla ilişkili olmayan işlerde (idari hizmetlerde, tarım alet ve araçlarının bakım ve onarımı işlerinde çalışanlar ile şoförler ve benzeri) çalışan, bazı tarım işçileri ile tarımsal nitelikte olmayan ormancılık faaliyetlerinde çalışan orman işçileri yasa kapsamındadır.
Ancak tarım ve orman işçilerinin büyük bir çoğunluğu, iş yasası kapsamına alınmamıştır. Türkiye’de tarımdaki ücretli emek-gücü istihdamına ilişkin istatistikler net açıklamalar yapmış değildir. İstatistikleri baz alarak net rakamlar söylemek zordur. Ancak işgücü gereksinimi ve bazı hesaplara göre, tahminen 1,5 milyon tarım ve orman işçisi bulunmaktadır. (Bu rakamın sadece 400 bininin Türkiye’de pamukta istihdam edildiği tahmin edilmektedir.)
Her yıl Çukurova’ya 120 -140 bin tarım işçisinin çalışmaya geldiğini İş ve İşçi Bulma Kurumu’nun belgeleri gösteriyor. Daha önceki yıllar bu rakam 400 binlere dayanırken, GAP’ın hayata geçmesi, Çukurova’da pamuk hasadının azalması ve bir çok göçzedenin ile yerleşmesi gibi etkenler bu sayıyı azalttı.
Tarım-ormancılık gibi sektörlerde çalışan toplam işçi sayısı yaklaşık 1,5 milyon iken, bunun sadece 150-200 bin kadarı iş yasası kapsamına alınmıştır. Bu sayının ise sadece 40 bin kadarı sözleşme yapmaktadır. Bunlar da esasen kamu alanında çalışanlardır.
Türkiye, tarım ve orman işçilerinin çalışma koşullarını ve işçi sağlığı ve iş güvenliğini hiçbir biçimde düzenlemeyen, genel olarak çalışma mevzuatı ve gelişmişlik düzeyi geri ülkeler arasında yer almaktadır.
Ülkemizde tüm çalışanlar yetersiz de olsa bir yasal düzenlemenin koruyucu şemsiyesi altına alınmışken; tarım işçilerinin İş Kanunu kapsamı dışında tutulması, tam olarak hayata geçtiğinde 750 bin mevsimlik tarım işçisini istihdam edecek GAP projesi için, nasıl bir sömürü cehenneminin hedeflendiği daha iyi anlaşılmaktadır.
TARIM İŞÇİLERİNİN YIL BOYUNCA İZLEDİĞİ GÖÇ SEYRİ
Yüzyıllardır devam eden bölgeler arası ekonomik uçurum bugün de pek değişmemiş, tersine 15 yıl yaşanan çatışma ortamının ardından Kürt illerinde var olan cılız ekonomik yatırımlar bile geri çekilir hale gelmiştir. Zaman zaman gündeme gelen kimi yatırım hamleleri ise, kredi olanaklarının hortumlanmasına vesile olarak, bir hizmete dayanak olmadan çürüyen makinelere, tamamlanmamış işletmelere dönüşmüştür. Savaşın yanı sıra bölgenin hizmet, yatırım ve olanaklardan mahrum bırakılmasının da kitlesel göçlere açık bir etkisi vardır.
Bölge koşulları ve kitlesel göçler, her gün yüzlerce işsizin, mevsimlik işçi adayının Çukurova, Karadeniz, Ege ve Marmara bölgelerine gitmesine neden oluyor. Pamuk işçiliğinden fındık toplamaya, tütün toplayıcılığından pancar çapalamaya kadar iş ayrımı yapmaksızın, şehir şehir dolaşmayı da beraberinde getiriyor. Tarım işçiliği için gerçekleşen göç, kendiliğinden ve dengesiz değil, kendi doğasında aşamalı bir seyir izlemektedir. İlk olarak Çukurova’ya göç başlar: Göç-1, Ocak-Haziran arası süreyi kapsayan bir sürede, bostan, sera, yer fıstığı çapası, pamuk çapası, fide tohumları, karpuz-soğan çapası, ot ayıklama, ilaçlama, gübreleme ve sulama, ardından bu ürünlerin bazılarının hasadı işlerinde çalışanları kapsar. Ardından, Hatay’a, 2. göç başlar: soğan çapası ve hasadı yapılır. Kimyon, pancar, nohut ve patates çapası için 3. göç İç Anadolu’ya (Konya, Nevşehir; Ankara). 4. göç Karadeniz’edir. Fındık hasadı için Ordu, Giresun ve yöresinde çalışılır. 5. Göç yeniden Çukurova’ya yapılır. Eylül-Ekim aylarıdır ve pamuk hasadı başlamıştır. Yüz binleri bulan tarım işçileri yollara düşmüştür. 6. göç: Yeniden iç Anadolu’yadır. Bu sefer o bölgede patates, pancar hasadının zamanı gelmiştir. Göç 7 ise, geri dönüştür. Bir kısmı kısa bir süreliğine geri dönmeyip bulunduğu yörelerde çadırlarda kışı geçirip yeni hasadı beklerken, bir çoğu da esas kaldıkları memleketine geri döner. Ancak sorunlar burada bitmez. Kazandıkları para dışında bir gelirlerinin olmaması, gittikleri yerlerde yeni sorunları beraberinde getirir.
Ekmeğini kazanmak için her yıl göçebe bir yaşam sürmek durumunda kalan ırgatlar için, bu göç dayanılmaz bir hal alır. Yaşam kavgası için katlandıkları bu göç yolları adeta drama döner. Kimi, trenlerin kara vagonlarında, kimi, kamyonlarla yollara düşerler, kilometrelerce yol kat ederler. Çoluk çocuk, yorgan döşek ve yanlarına aldıkları kap kacaklarıyla yollara dökülürler.
Bazen Giresun Valiliği’nin şehre girmelerini yasaklaması gibi uygulamalarla karşılaşırlar. Kimlik kontrollerinden geçerler, durdurulurlar, suçlu muamelesi görür, terörist damgası yerler. Güvenlik önlemi adı altında -çoğu zaman Kürt oldukları için- farklı uygulamalara maruz kalırlar. Göç süresi boyunca onca zorlukla karşılaşırlar.
Sürekli göç halinde bulunan mevsimlik tarım işçileri sağlıksız koşullarda barınmak zorunda kalırlar. Bazen ağaç gölgelerinde bazen gölgenin bile olmadığı alanlarda el yordamıyla yaptıkları -yağmur geçiren, güneşi iki kat çeken- derme çatma çadırlarda kalıyorlar. Her bir çadırda 20-30 kişinin kaldığı tarım işçileri, yazın sıcaktan ve sivrisinekten, kışın ise soğuklardan doğru dürüst uyku bile uyuyamıyorlar. Tuvaletin bulunmadığı, çocukların yüzünde sineklerin eksik olmadığı bir ortamda saatlerce çalışıyorlar. Karşılığında ise asgari ücreti bile alamıyorlar.
ÜCRET SORUNU
Tarım işçileri, iş gücünü iş sahiplerine neredeyse karın tokluğuna satmaktadır. Çünkü her yıl, tarla ve bahçe sahiplerinin içinde bulunduğu ve işçilerin hiçbir söz hakkının olmadığı bir komisyon, işçilerin ücretlerini belirliyor. Komisyona, ücretlerin esas muhatabı olan işçiler ve elçiler alınmıyor. Kendi aralarında toplanarak, mevsimlik işçilerin alacakları ücreti tespit eden işverenler, böylelikle işçilerin daha çok sömürüleceği bir ücret belirliyorlar.
Tarım İşçilerinin Sorunlarını Görüşme Kurulu’na (ücret belirleme komisyonu) Valilik veya yardımcıları başkanlık ediyor: Komisyon üyeleri;Tarım İl Mürdürlüğü, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge Müdürlüğü, İş ve İşçi Bulma Kurumu Bölge Müdürlüğü, Sosyal Sigortalar Kurumu Bölge Müdürlüğü, İş ve İşçi Bulma Kurumu Şube Müdürlüğü, Tarımsal Araştırma Müdürlüğü, Çiftçiler Birliği, il-ilçedeki Ziraat Odaları, Türk-İş Bölge Başkanı ve Tarım-İş Şube Başkanı’ndan oluşuyor. Bu komisyon –ve ücret belirleme toplantıları- yüz yıla yakındır sürüyor. Çukurova pilot bölge kabul edildiğinden, burada belirlenen ücret, yakın iller tarafından kabul ediliyor. Mersin, Hatay, Kahramanmaraş ve daha birçok il burayı baz alıyor. Her yıl Valilik öncülüğünde toplanan komisyondan çıkan sonuç, tarım işçilerinin bir yıllık çalışmasını ve kaderini belirliyor.
Tarım işçileri, İş Yasası’na tabi olan işçilerden farklı olarak asgari ücret uygulamasının da dışında bırakılmışlardır. Alacakları gündelik, temsil edilmedikleri “Çalışma Komisyonu” tarafından belirleniyor.
Mevsimlik işçilerin ücretleri, toprak sahiplerinin çıkarlarına göre ve üç ayrı çalışma biçimine göre düzenlenmiştir:
1- Çapalama Ücreti: Gündelik olarak ödenir.
2- Sulama ve İlaçlama Ücreti: Götürü (kabala) usulde ödenir.
3- Toplama Ücreti: Kilo başına ödenir.
Mısır Valisi M. Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa’nın Adana havalisini yönettiği (1833-1840) dönemde, tarım işçileri için şöyle bir sistem kurulmuştur:
1- Hafta’nın 5,5 günü çalışan işçiye 7 günlük ücret verilir.
2- Haftalık ücretler, arz-talebe göre ve işçi temsilcileri (elçilik buradan doğmuş olmalı) ile işveren temsilcilerinden kurulu bir komisyon tarafından tayin edilir ve herkes buna uyar.
3- İşçi-işveren arasında bir anlaşmazlık çıkarsa anlaşmazlığı bu komisyon çözer.
Dolayısıyla 160 yıl öncesinin ücret ve çalışma koşulları günümüzden daha iyidir desek hiç de abartmış olmayız. 160 yıl öncesinin sistemi neredeyse daha ileridir, çünkü ücretin dışında haftanın 1.5 günü ücretli izin gibi sosyal hak tanınmıştır. Ayrıca; ücret dışında sabah kahvaltısı, öğle yemeği ve akşam yemeği olmak üzere 3 öğün yemek de toprak sahiplerince verilmektedir. Günümüzde ise, ne ücretli izin ne yemek ya da yemek parası verilir. Tüm bunlara rağmen; bir de hak edilen ücretlerin zamanında ödenmemesi söz konusudur. Toplama ve çapalamada iş biter, ama ücretler genellikle geç verilir. 3 ay sonraya ya da 1 yıl sonraya bırakıldığı çok sık görülür. Ürünlerin kötü olduğu, sahibinin ürünleri satamadığı ya da haciz geldiği durumlarda ise, tarım işçilerine ücret hiç ödenmez.
Günümüzde ücret, görünüşte Asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından (1973 yılından beri) saptanmaktadır. Oysa tarım işçileri için saptanan ücret, sanayi için saptanan oranın çok altındadır. Ancak pratikte belirlenen düşük ücrete bile uyulmaz. 1475 sayılı iş yasasının 1972 tarihli yönetmelik hükümleri gereğince, ülke geneli için merkezi düzeyde saptanan bu asgari ücret, tarım işçileri için, valilerce aşağı çekilerek saptanır. Oysa valilerin böyle bir saptama için yasal dayanakları yoktur. Ancak yıllardır süregelen uygulamalar, tarım alanındaki çalışan işçilerin haklarına dair yasal boşluklar ve işçilerin örgütsüzlüğü, bu keyfiyeti doğuruyor. Gerçekte, ne hükümet tarafından belirlenen asgari ücrete ne de valilerin saptadığı asgari ücretlere uyulmaktadır. Gerçek ücret, o yılki işçi ihtiyacına ya da iş aramaya gelenlerin azlığına-çokluğuna göre işveren tarafından belirlenir. Yani piyasa kuralları işler. İş arayan çoksa yevmiyeler düşer. Yine, yörenin büyük toprak sahipleri (ya da onların birlikleri) tarafından ücretler belirlenir. Üstelik, toprak sahiplerinin ücret saptama yetkisi, İ.İ.B.K tarafından da tanınmıştır.
Önemli not: Ancak Adana’da iki yıldır ücret belirleme komisyonu toplanmıyor. Ve gerekçe olarak ise, “elçiler ile toprak sahipleri kendi anlaşsın, biz valilik olarak karışmıyoruz” deniliyor.
‘TARIM İŞÇİLERİNİN SORUNLARINI GÖRÜŞME KOMİSYONU’ YA DA ÜCRET DIŞINDA HİÇBİR ŞEYİ SORUN OLARAK GÖRMEME KOMİSYONU
Her şeyi alınıp satılan bir meta haline getiren kapitalist sistem, diğer sömürü alanlarında olduğu gibi, bu alanda da, sadece işçinin çalışma ücretinin –işçiyi ne kadar aza kapatacağının- hesabını yapar. İşçinin ücreti dışındaki onlarca sorununu ise görmezden gelir. Tarım işçilerinin çalışma koşullarını belirlemek için toplanan komisyonda görüşülen tek konunun sadece ücretler olması, işgücünü satan tarım işçilerinin insani, sosyal sorunlarının toprak sahiplerini ve yerel yönetimleri ilgilendirmediğini gösteriyor. İşçi, adete bir makine gibi görülmektedir. Üretimin gerçekleşmesini ve daha fazla kazanç sağlamayı amaçlayan işverenler için insan faktörü, insan sağlığı ve insanın sosyal yaşamı hiçbir anlam ifade etmemektedir.
Her asgari ücret belirlenmesinden sonra, senede iki kez toplanan Komisyon, toplantıda tek konu olarak ücretleri ele alıyor. Tarım işçilerinin sağlık, iş güvencesi, eğitim, ulaşım, sigorta gibi yığınlarca sorunu üzerine ise tek bir laf edilmiyor. Tarım işçilerinin nakil, barınma, sağlık, eğitim gibi başlıca sorunlarını hiç gündeme almayan, görüşmeyen komisyonun tek görevi; düşük ücret belirlemektir.
ULAŞIM
Özellikle işe giden tarım işçilerinin ulaşımının insanlık onuruna ve trafik kurallarına uygun olmayan bir şekilde yapılması bile, komisyonun gündemini oluşturmuyor. Kamyonlarla adeta istiflenerek nakilleri yapılıyor. Bu nakillerde yoğun trafik kazaları eksik olmuyor. Ve kazalar, onlarca işçinin yaşamını yitirmesine neden oluyor.
YERLEŞİM VE BARINMA
İkinci sorun ise, yerleşim yerlerinin sağlıksız olması. Tarım işçileri, genellikle nehir ve sulama kanalları yanlarına, insanın yaşayamayacağı bölgelere çadırlarını kuruyorlar. Sıtma, tifo, sarılık baş başa kaldıkları temel hastalıklar. Böcek ve yılan sokması, güneş çarpması, zehirlenmeler gibi birçok sorun da cabası…
Önemli diğer bir sorun da barınmadır. Tarım işçileri, çoğunlukla kamıştan, bezden ve çuvaldan kurulu sağlıksız çadırlarda barınır. Sivrisinek, yakan gibi her türlü haşere bu çadırlarda dolaşır. Oysa daha düzenli, yağmur geçirmeyen çadırlarla, zararlı böceklerden korunacak ve dezenfekte edilmiş bir şekilde çözüm mümkündür.
SAĞLIK
Yetkililer her ne kadar “Sağlık hizmetleri görülüyor” dese de, her yerde sağlık ocağı bulunmadığından, tarım işçilerinin büyük bir kısmı sağlık hizmetinden faydalanamıyor. Yerleşim yerlerinin ve tankerle, traktör römorkuyla getirilen suyun sağlıksız olması, tuvalet sorunu, sulama kanallarında banyo gibi problemlerden dolayı, tarım işçileri, yoğun sağlık problemleri ile baş başa kalıyorlar. Tüm bu sorunlar aciliyetini sürdürüyor ve çözüm bekliyor.
Birçok ülkede işçiler, tarım ilaçlarının zararlarının farkında olarak ve ona karşı alınmış önlemleri kullanarak bu işi yaparken, ülkemizde tarım işçileri, hiç bir önlem alınmadan, insan sağlığını tehdit eden ilaçları tarlaya saçmaktadır. Tarım ürünlerine zarar veren, canlıları öldürmek için kullanılan kimyasal ilaçları, işçiler; koruyucu giysi ve eldivenden mahrum bir şekilde kullanıyorlar. Birçoğu ilacı çıplak eli ile karıştırıyor, ilaçlama yaparken koruyucu giysi giymesi gerekirken lime lime olmuş elbiselerle çalışıyor ve ilaç vücuda çok daha kolay geçiyor. Tüm bu ilaçlama esnasında tarım işçileri yavaş yavaş zehirleniyor. Birçoğu gelecekteki yaşamlarında kanser, çeşitli solunum yolu hastalıklarına yakalanmaktadır. Özellikle kadınlar daha çok etkilenmekte, hamile kadınların doğacak bebekleri, çeşitli hastalıklara kapılmaktadır. Tarım işçilerinin tarım alanlarındaki zararlıları yok etmek için kullandıkları ilaçlar, aslında kendileri için zarar oluşturmaktadır.
EĞİTİM
Can yakıcı başka bir sorun ise, çocukların okuyamaması, yani eğitimdir. Tarım işçilerinin yöreye geliş ve gidiş tarihlerine bakıldığında, işçi çocuklarının eğitim alma şanslarının haliyle ortadan kalktığı görülür. 2. ve 3. ayda başlayan tarımsal işler, 10. ve 12. aylara kadar sürmektedir. Tarımda çalışan işçiler bir lokma ekmek kazanabilmek ve hayatlarını idame edebilmek için, mecburen çocuklarını da yanında getirmek zorunda kalıyorlar. Bir çoğunun çocuğu ise beraber çalışıyor. Bu, çocukların eğitimini gerçekleştirememesine neden oluyor.
Okulların açıldığı dönem, pamuk mevsimidir onlar için. İki ay kadar süren pamuk hasadından sonra gecikmeli başlarlar eğitime. Okula başlayanların çoğunluğu erken terk etmektedir. Birçoğu ise, ne okul bilmektedir ne de okuma yazma. Tek bildikleri çalışmak ve buna rağmen yoksulluktan kurtulamamak.
ÇALIŞMA SÜRESİ YA DA SÜRESİZ ÇALIŞTIRMA
Pamuk işçileri, 40 yıl önce günde 14-16 saat çalıştırılırdı. Bugün bir parça değişiklik olmakla birlikte, günlük çalışma süresi hala çok uzundur. Irgatlar, günde ortalama 11-12 saat çalıştırılmaktadır. Haftalık çalışma süresi sanayi sektöründe haftada 45 saatken, bu süre, tarımda 70 saati rahatlıkla aşmaktadır. İşveren, “işler yetişmedi” bahanesiyle çalışmayı sabah daha erken başlatabilmekte ya da paydosu geciktirebilmektedir. Tam bir keyfiyet söz konusudur. Günlük çalışma süresi ne kadar uzarsa uzasın, bunun karşılığında işçiye fazla mesai ücreti ödenmesi söz konusu olmaz. Ücretler gündelik (yevmiye) olarak belirlendiği için, ücretli hafta tatili gibi bir hakkın lafı bile edilmemektedir. İşe gitmeyen işçinin o günkü yevmiyesi hiçbir mazeret kabul edilmeden kesilmektedir.
SOSYAL HAKLAR
Tarım işçilerinin sigortadan yararlanma hakları yoktur. İş Kanunu’ndan olduğu gibi, SSK Kanunu’ndan da dışlanmışlardır. Devlet, sürekli olarak bir tarım iş yasasının çıkacağından, tarım işçilerinin sosyal güvenlik hakkına kavuşacağından söz ededurur, ama 30 yıldır bu söylenen yapılmaz. 1983’te, “Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu” diye bir yasa çıkarılmıştır. Ama bunun, tarım işçilerine gerçek bir sosyal güvenlik sağlamakla ilgisi yoktur. Tarım işçilerini taşıyan kamyonların kaza yapması sonucu ölüm ve yaralanma vakaları eksik olmuyor. Sigorta başta olmak üzere tarım işçilerinin hiçbir sosyal hakları olmadığı için, kazalar gibi olaylar kazandıklarını tamamen yitirmelerine neden oluyor.
İŞ GÜVENLİĞİ
Tarım işçilerinin önemi bir sorunu da, iş garantilerinin ve ücret garantilerinin olmamasıdır. Birçok kez geldikleri bölgede iş bulamayan mevsimlik tarım işçileri, yeniden geldikleri yerlere dönmek durumunda kalırlar. Zor ve ağır çalışma saatleri boyunca alın teri döken tarım işçileri, hem işverenler hem de kimi elçiler tarafından hakaret ve angaryaya maruz kalıyorlar. 30-40-50-60 kişilik ekipler halinde bahçelerde çalışan tarım işçileri, gün boyunca istenen verimi gösteremezseler, yevmiyelerinden bile kesinti yapılıyor. Çoğu zaman aylıkları geciktirilerek ödenen tarım işçilerinin toplama ücretleri ve yevmiyeleri, valilik tarafından her yıl geciktirilerek açıklanıyor. Önceki yıl, Çukurova bölgesinde, işçilerin çalışmasının üzerinden 3 ay geçtikten sonra, Valilik ücreti açıkladı. Böylece tarım işçileri, 3 ay boyunca bir yıl önceki ücretten çalıştılar, ancak yeni ücrete göre farklarını da alamadılar. Böylece binlerce tarım işçisinin emeğine, alın terine ikinci bir kez el konulmuştu.
Önlerinde bunca zorluk varken, mevsimlik işçilerin birlikte hareket etmelerine imkân verecek herhangi bir örgütten yoksun olmaları, hem büyük bir olumsuzluk hem de düşündürücüdür. İşçilerinin bir araya gelerek taleplerini tek bir ağızdan dile getirmelerinin önündeki engelleri açarak daha iyi anlayabiliriz.
İŞBÖLÜMÜ VE ÖRGÜTLENME
Tarımsal üretimde temel üretim aracı topraktır. Toprağın niteliğini büyük oranda yükselten ise, özel aygıtlar kullanan işgücü değil, tohum gübre, ilaç gibi maddelerdir. İşgücü sanayide olduğu gibi yapay ortamda değil, doğal ortamda kullanılır. O nedenle, işçiler ne kadar kalabalık olursa olsunlar; çapa gibi çok basit aletler kullanarak veya pamuk toplayarak daha çok bireysel olarak çalışmak durumunda kalıyorlar. Başka bir ifadeyle, mevsimlik tarım işçilerinin sınıfsal dayanışma ve örgütlenme düzeyinin sanayi işçilerine göre zayıf olmasının nedeni; kolektif emek kullanımı düzeyinin düşük olmasıdır. Kolektif emek düzeyinin düşüklüğüne; üretimin sürekli olmaması (mevsimlik ve kısa süreli) ve günlük çalışma süresinin çok uzun olması da eklenince, örgütlenme koşulları daha da zorlaşmaktadır.
Ayrıca bu olumsuz koşullara, mevsimlik işçiler arasında yoğun olarak bulunan küçük grup ilişkilerini (aile-akrabalık-aşiret ilişkileri) de eklemek gerekir. Küçük grup ilişkilerinin varlığı, kendi içinde güçlü bir ilişki, güçlü bir dayanışma yaratırken, değişik grupları bir araya getirmede, yani sınıf dayanışması ve birliğini sağlamada zorlaştırıcı bir işlev oluşturmaktadır.
Mevsimlik tarım işçilerinin dikkat çeken bir başka özelliği, çoğunluğunu kadın ve çocuk işçilerin oluşturmasıdır. Aslında bu, tarla ve toprak sahiplerinin özel tercihidir. Çünkü, patronlar, kadın ve çocuk diye küçümsedikleri bu işçilerden çok daha fazla yararlanmakta, “ne versek kabul ederler” düşüncesiyle hareket etmektedirler. Ayrıca, burada patronlar, kadın ve çocukların seslerini bastırmanın daha kolay olacağı ince hesabını da yapmaktadır.
Tüm bu olumsuz koşullar, mevsimlik işçilerin ancak ve ancak elçilik kurumu etrafında örgütlenmesine izin vermiştir.
ELÇİLİK KURUMU
Çukurovada Elçi, Ege’de Dayıbaşı olarak adlandırılan bu aracılar işçinin sırtından geçinmektedir. Elçi, toprak sahibi ile işçi arasında aracı görevini gören ve işçileri anlaştığı tüccarın işine götüren kişidir. Parasını her bir işçinin gündeliğinden -ücret belirleme komisyonu tarafından miktarı belirlenmiş bir kesinti yaparak- alıyor.
Tarım alanındaki çalışma düzeninden, konaklama yerinin organizasyonuna, işverenle ücret pazarlığına kadar her şeyi elçi yürütür. Elçiler sürekli işçi temsilcisi muamelesi görürler, ancak gerçek anlamda işçilerin çıkarını savundukları çok az görülmüştür. Elçilik, işçilerin üzerinden geçimini sağlar, yani işçinin sömürülmesinden pay alır. İşçinin örgütlenmesinin, hakları için mücadele etmesinin önünde de bir engel oluştururlar.
Nitekim özellikle 18. yy.’da Çukurova ve Ege’de pamuk üretimiyle birlikte ortaya çıkan mevsimlik tarım işçiliği, kendisiyle birlikte ortaya çıkan elçilik kurumunu aşan bir örgütlenmeyi gerçekleştirememiştir. Mevsimlik tarım işçiliğinin 18. ve 19. yy. örgütlenme düzeyi neyse, bugünkü, örgütlenme düzeyi de odur. Örgütlenme ihtiyacını 18. yy.’da da elçilik karşılıyordu, bugün de halen elçilik karşılıyor.
Kapitalist bir kurum olarak 1946’da kurulan, 1955’de tarım işkolunu kapsamına alan İş ve İşçi Bulma Kurumu’nun elçilik kurumunu tasfiye etmesi beklenir; oysa tasfiye bir yana, elçilik kurumuna bir de yasal statü kazandırmıştır. İ.İ.B. Kurumu’nca 1978 yılında çıkarılan 7/15271 karar sayılı tüzük, bu yasallaştırmanın bir örneğini oluşturmaktadır. Tüzükte, “tarımda iş ve işçi bulmak için İş ve İşçi Bulma Kurumu’nca izin verilen gerçek ve tüzel kişiler aracı sayılırlar” denmektedir.
İ.İ.B.K.’nun elçiliği tasfiye edemeyişinin nedeni; elçinin, basit bir aracı işlevinin çok ötesinde; işçilerin ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarına uygunluk gösteren başlı başına bir örgüt işlevinin olmasıdır. O, aracılık işlevinin yanında, çalışma ve barınma düzenini örgütleyen, işçilerin hem çevreyle olan dış ilişkilerini hem de kendi iç ilişkilerini düzenleyen bir otoritedir. Özellikle göçmen işçiler için, elçi, kimi zaman işçilerin yanlarında getirdikleri Ağa’sıdır, kimi zaman, işçilerle aynı yaşamı, aynı mekanı paylaşan bir temsilcisidir; o, kimi zaman tefeci, kimi zaman kurtarıcıdır. Aileler için genç kızlarını, yani namuslarını teslim ettikleri kişidir. Daha önceleri elçiler, kendileri, çocukları ve akrabalarını yanlarına alarak bu işi yaparlardı. Bugün de halen bu tip yüzlerce elçi vardır. Bu elçiler, küçük elçi, yani fakir elçidir, çoğu kendisi de çalışır. Ancak bunlar dışında, özellikle son yıllarda yeni bir elçi tipi ortaya çıkmıştır.
Bu yeni tip elçiye; zengin, işletmeci yada müteahhit elçilik denebilir. Bu yeni tip elçiliği diğerlerinden farklı kılan 2 önemli özelliği vardır: Birincisi sermayelerinin olması, İkincisi işçilerle-işverenler arasında değil; küçük sermayeli elçilerle-büyük işverenler arasında aracılık yapmasıdır. Görüldüğü gibi, kapitalist tekelleşme elçiliği tesviye etmiyor, onu da beraberinde geliştiriyor, tekelleştiriyor.
Bu yeni tip elçilik, tarım işçilerinin örgütlenmesinde önemli bir engel oluşturmaktadır. Tarih boyunca, mevsimlik tarım işçilerinin, çalışma ve barınma koşullarının iyileştirilmesi, ücretlerin zamanında alınması, hakaretlere, aşağılanmalara tepki gösterilmesi vb. ekonomik ve sosyal nedenlerle çok çeşitli eylemleri olmuştur ve olmaktadır. Ama bu eylemlerinin hiçbiri modern anlamda örgütlü eylem değildir. Eğer eylem az-çok örgütlü ise, o eylemin merkezinde mutlaka elçi vardır. O eylemi örgütleyen elçidir. Eğer eylemin merkezinde elçi yoksa, o eylem kendiliğinden bir patlama tepki niteliğindedir.
Tarım işçileri içinde daha üst düzeyde bir örgütlenmeyi gerçekleştirebilmek için, dışarıdan devrimci tarzda bir müdahale zorunlu görünmektedir. Dışardan müdahale edilmediği sürece, elçilik kurumunu aşan bir örgütlenmeyi mevsimlik işçilerin kendiliğinden gerçekleştirmesi zordur.
TARIM İŞ YASASINA İHTİYAÇ VAR
Gerek bugün yaşanan sıkıntılara çözüm bulmak, gerekse geleceğin tarım sektöründeki çalışma hayatını düzenlemek ve işçilerin sosyal haklardan, örgütlenme olanaklarından faydalanmasını sağlamak için, tarım işçilerinin 1475 Sayılı İş Kanunu kapsamına alınmaları kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Tarım işçilerinin, ekonomik-sosyal-siyasal taleplerini savunmak, bu talepler üzerinden sesini ve eylemini yükseltmek için bir sendikal mücadeleye ihtiyaç vardır. Ancak tarım işçilerin, mevsimlik işçilerin her şeyden önce Tarım-İş Yasası’na ihtiyacı vardır. Bugün tarım işkolunda, yukarıda da ifade edildiği gibi, ne tarım işçisini (kadrolu-kadrosuz) ne de tarım işverenini tarif eden ve tarım işkolunu düzenleyen bir yasa yoktur. Böyle bir yasa ve düzenleme olmadığı için, sendikal haklar, grev hakkı, TİS hakkı, sigorta hakkı, asgari ücretten yararlanma hakkı, sağlık hakkı vb. çalışma yaşamına, sosyal yaşama dair ne varsa, karşılık bulmamaktadır.
Tarım işkolunda kapitalist hukuk, iş hukuku yoktur. Hala 150 yıl öncesinin feodal hukuku işletilmektedir. Ne değiştirilmesi öncesinde 1475 sayılı yasa ne 506 sayılı yasa ne İş ve İşçi Bulma Kurumu Yasası ne de diğer iş yasalarının hiçbiri tarım işçilerini tarif etmemektedir. Tarım işkoluna uygun bir yasanın olmaması örgütlenmeyi zorlaştıran önemli bir etkendir. Öyleyse, tarım işçilerinin örgütlenmesi mücadelesi verilirken, aynı zamanda, tarım işkoluna uygun yasal bir zemin oluşturulması için çaba sarf edilmeli, harekete geçilmelidir. Konu, aynı zamanda, yasal olduğuna göre, Barolar, hukukçular, aydınlar, sendikalar ve tüm emek güçleri duyarlı hale getirilmeli ve geniş bir kamuoyu yaratılmalıdır. Kuşkusuz bir yandan hukuk mücadelesi örgütlenirken, asıl, tarım işçileri arasında çalışmaya ve örgütlenmeye ağırlık verilerek, çalışma ve barınma koşullarının iyileştirilmesi, ücretlerin yükseltilmesi, zamanında ödenmesi, yemek, su, sivrisinek, ulaşım gibi somut talepler için çeşitli eylemler örgütlenmelidir. Eylemler, sadece çalışma alanlarında, tarlalarda örgütlenmekle kalınmamalı; kentlerde, kasabalarda, barınma ve oturma mekanlarında da örgütlenmelidir. Bu faaliyetler içinde, kendine özgü, ihtiyaca uygun düşen çeşitli örgütleme biçimleri ortaya çıkacaktır; tarım işçilerinin dernek vb. türünden kısa vadeli örgütler kurmasının koşulları doğacaktır.
TARIM İŞÇİLERİNİN ÖRGÜTLENME VE SENDİKA DENEYİMİ
Tarım işçilerinin sömürü ve sefalet cenderesinden kurtulabilmelerinin yolu örgütlenmekten, bilinçli ve birleşik bir mücadeleden geçiyor. Şu an tarım işçilerinin örgütlenme deneyimi ve mücadele birikimi bir hayli yetersiz. Tarım işçiliği, özellikle de pamuk işçiliği, Çukurova’da 1840’lı yıllarda başlamasına rağmen, işçiler sendikanın ne demek olduğunu tam 110 yıl sonra, yani ancak 1950’lerde öğrenebildiler.
KUTU- 1: ÇTİS sendikası
1947 yılında işçilere sendikal hakları tanıyan yasaların çıkması üzerine, sendikal örgütlenme hızlanmaya başladı. Ancak yeni kanunda sendikaların siyasetle uğraşmalarını engelleyen hükümler vardı. Özellikle devlet güdümlü sendika kurulmasının teşviki ilk kez bu yıllara dayanır. Çukurova Tarım İşçileri Sendikası da böyle bir ortamda, 2 Şubat 1951’de kuruldu.
ÇTİS’in (Çukurova Tarım İşçileri Sendikası) kurucularının ve aktif çalışanlarının tamamı elçilerdi. İşçiler sendikanın merkezinde olmamasına rağmen, ÇTİS, tarım işçilerinin sorunlarına sahip çıkma gayreti gösterdi. Pamuk toplama ücretlerinin yükseltilmesi talebiyle bildiri dağıttı, işverenle görüşme ve pazarlıklar yürüttü. İş bulabilmeleri için işçilere yardım etti. Tarlalarda ve konaklama yerlerinde sağlığa ve iş güvenliğine aykırı koşulların iyileştirilmesi için çaba saffetti. Fakat kısa yaşamında tüm yaptıkları, bu ilk girişimlerle sınırlı kaldı. 1961 Anayasası’nın kabulünden sonra yenilenen kanunlarla, tarım alanında da sendikal örgütlenmenin, toplusözleşme yapmanın ve greve gitmenin yolları açıldı. Ancak tarım ve avcılık-balıkçılık işkollarında, çoğu yerel birçok sendika kuruldu. Kayıtlar, 1951’den bugüne kadar tarım alanında onlarca sendikanın kurulduğunu, ancak bunların çoğunun kısa ömürlü olduğunu göstermektedir.
KUTU-2: ÇAPA-İŞ Sendikası
Çapa-iş sendikası Erzin şubesinin 1974 yazında gerçekleştirdiği grev, mevsimlik tarım işçilerinin ilk örgütlü eylem olması nedeniyle, bu deneyimden bazı dersler çıkarılabilir:
Grev, pamuk toplama ücretlerinin yükseltilmesi talebi üzerinde inşa edilmiştir. Grev, 4 farklı dinamiğin uygun bir bileşimi sayesinde örgütlenebilmiş ve başarıya ulaştırılabilmiştir. Bu dinamikler:
1- Sendika yönetimi,
2- Başta emekçi gençlik olmak üzere, yöre halkının ve İs-Demir işçilerinin önemli düzeyde maddi ve moral desteği,
3- Yöredeki elçilerin çoğunluğunun aktif katılımı ve desteği,
4- Yöredeki diğer işçilerin çoğunluğunun aktif katılımı.
1974 pamuk toplama mevsiminin bitmesi ve yöreye dışardan gelen işçilerin memleketlerine dönmesiyle birlikte, ÇAPA-İŞ sendikasının faaliyeti de bitmiştir. Sendikal faaliyete süreklilik kazandırılmamıştır. Süreklilik kazandırılması için çok çaba gösterilmiş ama başarılı olunamamıştır. Süreklilik kazandırmak umuduyla, tarım işçilerinin sendikası olan TOPRAK-İŞ sendikasıyla ÇAPA-İŞ sendikası DEVRİMCİ TOPRAK-İŞ sendikası adı altında birleştirilmiş, DİSK’e bağlanmış ama yine de başarılı olunamamıştır.
Başarısızlığın nedeni; aynı işkolunda çalışıyor olmaktan başka hiçbir ortak yanı olmayan “kadrolu işçilerle mevsimlik işçilerin örgüt birliği sağlanırsa eylem birliği de sağlanır” düşüncesidir. Yanlışlık buradadır. Oysa, salt iş koşulları üzerinde Ceylanpınar DÜÇ’deki kadrolu işçilerle Çukurova’daki mevsimlik işçilerin eylem birliğinin sağlanmasının koşulları mevcut değildir. Çünkü, bu iki kesimin talepleri, sorunları, işverenleri ve çalıştığı mekanları çok farklıdır.
Faydalanılan Kaynaklar:
1- Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu ve 1475 sayılı İş Kanunu
2- Güney Kültür dergisi, Dç. Dr. Adnan Gümüş, Fakirlik Döngüsü: Göçmen Tarım İşçilerinin Yıllık Hareketi
3- Suat Aksoy’dan aktaran Dr. Murat Şeker
4- Evren gazetesi haberleri
5- Adana Sanayi ve Ticaret odası yayınları