Tekel’de mücadele ve aşılması gerekenler

Bilindiği gibi, birçok fabrika ve işyeri, “bunlar devlet üzerinde kamburdur, zarar ediyor” propagandası eşliğinde, kelepir denecek rakamlarla elden çıkarıldı, bazıları da kapatıldı. “Devlet köşkerlik yapar mı?” diyerek Sümerbank’ları, “devlet köfte yapar mı?” diyerek Et Balık Kurumları’nı kapatan zihniyet, şimdi de, “Devlet sigara üretir mi?” ve “Sigara sağlığa zararlıdır” diyerek, TEKEL fabrikalarını kapatıyor.
İşbirlikçi AKP hükümeti, TEKEL fabrikalarını kapatarak, bir taşla birkaç kuş vurmak istiyor. TEKEL’in kapatılması, sadece sigara üretimini ve onu gerçekleştiren işçileri vurmuyor. Yerli tütünü, tütün üreticilerini, ülke ekonomisini ve sanayii de vuruyor. AB’ye girme adı altında tarımın yüzde onlara çekilmesi planın bir parçası da böylece hayat buluyor. Tarım ve sanayinin çökertilmesi aynı anda gerçekleştirilmiş oluyor.
AKP hükümetinin TEKEL fabrikalarını kapatmak istemesi üzerine, işçiler mücadele sürecini başlattılar. Geçtiğimiz yılın Şubat ayında, sigara fabrikasının önündeki D-400 karayolunu kullanarak Adana’ya gelen Başbakanın yolu TEKEL işçilerince kesilince, bu mücadele geniş kesimlerce konuşulmaya başlandı.
SEKA’dan esinlenerek fabrikayı terk etmeyen ve gruplar halinde nöbet tutan TEKEL işçileri, yaptıkları sayısız eylem ve etkinliklerle ülke gündemine girmiş oldular. Bu yazıda, TEKEL’in kapanması durumunda ortaya çıkacak sonuçlar, kısa tarihçe ve işçilerin mücadelesinin çeşitli yönleri özetlenmeye çalışıldı.
Bu yazı, 28 Ocak tarihinde kaleme alınmıştır. Süreç sıcak ve gelişmeler hızlı olduğundan, yaşanacak yeni gelişmeler, bu tarih dikkate alınarak ve bu yazıyla birleştirilerek yorumlanmalıdır.

TASFİYE EDİLME SIRASI TEKEL’İN

Cumhuriyetin ilk yıllarında (1923 sonrası) “devlet öncülüğünde sanayileşme-kapitalistleşme” politikasının gereği olarak fabrika ve işletmeler kurulmaya başlandı. KİT (Kamu İktisadi Teşekkülleri) adı verilen bu işletmelerin çoğu (dokuma, tütün, şeker vb.) tarıma dayalı işletmelerdi. Öte yandan köylünün kalkındırılması hedeflenerek, Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO), Türkiye Zirai Donatım Kurumu (TZDK), Tarım Satış Kooperatif Birlikleri (TSKB) ve buna bağlı çok sayıda kooperatif kuruldu. Tarımda kapitalistleşme hızlandıkça, tarımdan sanayiye kaynak akışı da hızla arttı. Böylece sanayi ile tarım arasında birbirini büyüten, birbirini çoğaltan ve zenginleştiren bir ilişki gelişmeye başladı. Bu cümleden olarak, metal sektörü vb.’nin yanı sıra, çoğunlukla tarımsal sanayi, ülke tarım ve hayvancılığının ürünlerinin işlendiği ve halkın, ekmek, sigara, içki, süt ve et ürünleri, pamuklu dokuma, ayakkabı vb. gibi ihtiyaçlarını görece ucuz karşılayabilmesine az-çok mümkün kılan devlet işletmeleri tarafından sürüklendi; bu işletmeler, ülke üretiminin başlıca bölümüyle gayrısafi milli hasılanın büyük kısmını sağlayageldiler.
1980 askeri darbesinin ardından uygulama alanı bulan 24 Ocak Kararları’yla birlikte ise, tarım ve sanayi alanında yeni bir süreç başladı. Uluslararası tekellerle birlikte işbirlikçi burjuvazi, hükümetler eliyle, ülkeyi ekonomik, sosyal ve siyasal alanda yeniden yapılandırmanın adımlarını hızla atmaya başladı.
Özelleştirme uygulamaları, gümrük duvarları ve tüm korumacı tedbirlerin kaldırılmasıyla birlikte bu birikimler uluslararası sermayenin talanına açıldı. Bu yapılandırma çerçevesinde çıkarılan her yasa, atılan her adım, ülkenin emperyalist güçlere iyiden iyiye bağlanması anlamına gelmekteydi. Ülkenin yeraltı ve yerüstü zenginlikleri talana açıldı. Ülkenin dışa bağımlılığı daha da arttırıldı.
IMF ve Dünya Bankası tarafından hazırlanan ekonomik politikalar, önce Özal, sonra Demirel ve ardı sıra gelen hükümetler eliyle hayata geçirildi. Öncesinde, Kemal Derviş’le özdeşleşen 57. Hükümet, bugün ise AKP tarafından kararlılıkla uygulanan ekonomik politikalar, esas olarak uluslararası tekellerin ülke pazarı üzerindeki hakimiyetini pekiştirmeyi ve genişletmeyi hedefliyordu. Bununla beraber, Şeker Yasası, Tütün Yasası, Tarım Reformu Yasası ile tarımı ve tarıma bağlı sanayiyi tasfiye etmenin yasal alt yapısı oluşturuldu. TEKEL ve Şeker fabrikalarının en kârlı birimleri yabancı sermayeye sunulurken, geri kalanlar kapatılma yoluna gidildi. Böylece yerli tarım üretiminin yabancı tekeller karşısında rakip güç olmaktan çıkarılması gerçekleşecekti. Süregelen dayatmalar, tekelci burjuvazinin hakimiyet politikasının sonuçları olarak gündeme geldi.
Sermaye için çıkarılan her yasa ve her yeni düzenleme kapitalist sistemin yapılanma ihtiyaçlarına cevap verirken, diğer taraftan da, toplumsal katmanlarda çözülmelere yol açtı. Birçok sosyal kesim, var olan konumunu yitirmeye, açlığa ve işsizliğin pençesine düşmeye başladı.
Et Balık Kurumu ve Süt Endüstri Kurumu’nun tasfiyesi nasıl hayvancılığı bitirdiyse, Sümerbank, Aksantaş, Çukobirlik, TEKEL gibi kurumların özelleştirilmesi ve tasfiye edilmesi ise, tarımın bitirilmesi politikasını hızlandırdı. Örneğin, Adana ilinde 275 ortakla kurulmaya başlanan ve 65 bin ortağa ulaşan Çukurova Pamuk, Yerfıstığı ve Yağlı Tohumlar Tarım Satış Kooperatifleri Birliği (ÇUKOBİRLİK)’in elden çıkarılması, Çukurova tarımının ipini çekti. Üreticiye tarımsal gübre, tarımsal ilaç ve tohumluk desteği sağlayan, çiftçinin ürününü değerlendiren ÇUKOBİRLİK’in tasfiyesiyle birlikte, pamuğun (devlet desteğinde) boya-basma ve iplik dokuma gibi sanayi bölümlerinde işlenmesi de sona erdirilmiş oldu. Bugün Adana’da kamu alanında işler durumdaki son fabrika olan TEKEL Sigara Fabrikası, Çukurova ve doğu illerinin yerli tütününü işliyor. Tasfiye süreci, Adana Sigara Fabrikası’na kapatmayı dayatıyor.

YERLİ TÜTÜN ÇÖPE, YABANCI TÜTÜN VİTRİNE KONUYOR

TEKEL fabrikalarının alkollü bölümleriyle birlikte yaprak fabrikalarının da tasfiye edilmesinin ardından, Türkiye’de sadece sigara üreten 6 TEKEL fabrikası kaldı. Bu fabrikaların üçü (Adana, Malatya, Bitlis), tamamen yerli tütün işleyen fabrikalardır. İmalatında yüzde 100 yerli tütün kullanılan Samsun ve Maltepe sigaralarının üretimi artık bitiriliyor. Yüz binlerce çiftçinin tütün ekmesi engellenirken, ülke yabancı tip ve ithal tütüne mahkum ediliyor. Yabancı sigara tekellerinin kullandığı Virginia tipi tütün üretimi karşısında yerli tütün, rekabet gücünü tamamen kaybediyor.
Bu üç fabrikanın kapısına kilit vurulması, öte yandan, yerli tütün sağlayan Malatya, Adıyaman, Bitlis, Diyarbakır gibi illerde üretim yapan yoksul Kürt köylüsünün ekonomik olarak ölümü anlamına gelecek. Zira tütün üretimi yapılan topraklar çok küçük tarımsal alanlardır. Bu topraklarda aynı ekonomik değeri sağlayacak başka bir tarımsal üretimi yapmak da mümkün değildir. Bilimsel olarak, tütün üretiminin yapıldığı topraklarda toprak zehirlendiği için, yeni bir ürüne geçilmesi yılları alacaktır.

TEKEL’İN KISA TARİHİ
Tütünün yakın tarihi, Osmanlı döneminde Reji’nin kuruluşundan (1883), İnhisarlar İdaresi’ne (1933), oradan da TEKEL’e (1946) kadar uzanıyor. Reji döneminde elde edilen kaynak, borç ödemeleri ve devletin diğer cari harcamalarının finansmanında kullanılıyor. Cumhuriyet dönemine gelindiğinde ise, yaratılan bu kaynakların büyük ölçüde demiryollarının geliştirilmesinde kullanıldığını görüyoruz.
Türkiye’de şarapçılığın geliştirilmesi, tütün tarımının iyileştirilmesi, yeni sigara ve içki çeşitlerinin sunulması gibi hizmetlerle TEKEL, yıllardır hem tüketicileri, hem de üreticileri doğrudan ilgilendirdi. Tütünden kibrite, tuzdan meşrubata, şaraptan biraya, likörden rakıya ve konyağa, ispirtodan kolonyaya, çakmaktan baruta kadar, onlarca maddenin üretim, dağıtım ve satışını yapan TEKEL, aynı zamanda, piyasada yabancı tekel ürünleri için kontrol aracı rolü de görmüştür. Sipahi’den Yenice’ye, Gelincik’ten 27 Mayıs’a, sigara kutularının kapak resimleriyle, Yalova rakısının etiketi, eski şarap ve bira ilanlarıyla, Samsun, Bafra, Köylü, İkinci ve Asker sigaralarıyla ve paket kağıdı kesme makinesiyle, reji döneminden kalan bakır imbiklerle TEKEL koca bir tarihtir.

YARATTIĞI İSTİHDAM VE EKONOMİYE KATKISI
TEKEL, ülkenin katma değer anlamında en büyük gelir sağlayan birkaç kurumundan biridir. TEKEL’in satışı, 22 bin işçiyi, 600 bin ekici ve ailesi olmak başta üzere, 3 milyon insanın kaderini doğrudan ilgilendiriyor. TEKEL, kârı ve  cirosu ile Türkiye’de 500 sanayi kuruluşu içinde ilk sıralarda yer alıyor. TEKEL’in sadece bir günlük hasılatı 28 trilyon. Yabancı ve yerli sermaye çevrelerinin TEKEL’e ilgisinin asıl nedeni; TEKEL’in Türkiye ve dünyada sahip olduğu bu büyük pazar payıdır.
Sadece Adana Sigara Fabrikası 2000-2005 yılları arasında, fabrikanın % 70’ni yenileyerek, 10 trilyonluk yatırım yaptı, Adana’ya aylık 3 trilyon TL aktardı. 2003 yılında13.5 trilyon, 2004 yılında 14 trilyon kazandıran Adana TEKEL; 2005 yılında ise, üretimin engellenmesine rağmen, 4,5 trilyon kâr sağladı. Adana TEKEL Sigara Fabrikası, günlük 4 trilyon değerinde 50 ton sigara üretimi yapan, 700 işçiyi bünyesinde çalıştıran, 3500-4000 aileyi doğrudan etkileyen, 600 bin tütün ekicisinin ürününü işleyen bir kapasiteye sahip.
TEKEL’in kapatılmasıyla birlikte, Philip-Morris, Marlboro ve Camel’e yeni pazar payı, Amerikan tütününe ise yeni yayılma alanı açılıyor. Görüldüğü üzere, halkın alın teri ve yıllardır ortaya koyduğu birikimlerle oluşan fabrikalar ve ülke kaynakları, bir avuç sermayedarın çıkarı için gözden çıkarılıyor, emperyalistlere parça parça peşkeş çekiliyor.

ÖZELLEŞTİRME VE TEKEL İŞÇİLERİNİN MÜCADELESİ
Özelleştirme saldırısı kapsamında ilk olarak, TEKEL’e bağlı alkollü içki bölümleri, TEKEL yaprak gibi işletmeler satılmaya/kapatılmaya başlandı. Bu ilk dönemlerde, TEKEL işçilerinin mücadeleye aktif olarak katıldıklarını söylemek mümkün değil. Çünkü işçiler, bu dönemde, özelleştirmenin sonuçlarını yeterince kavramamışlardı. Örneğin Alkol ve Yaprak bölümleri 2003’te kapatılmak istendiğinde, sigara işçilerinde genel olarak, “bu durum bizi etkilemez, biz emekli olana kadar fabrika kapanmaz” düşüncesi baskın gelmekteydi.
2005 yılında SEKA işçilerinin başını çektiği mücadele, tüm diğer illerde olduğu gibi, Adana’da da TEKEL işçilerinin mücadelesini ateşledi. SEKA sürecine paralel olarak birçok eylem gerçekleştiren Adana TEKEL işçileri, “SEKA kıvılcım TEKEL ateş olacak” sloganı etrafında birleşti.
Özelleştirme saldırısına karşı sayısız eylem gerçekleştiren ve tecrübe biriktiren TEKEL sigara işçileri, bu mücadele sürecinde bir değişim ve dönüşüm yaşadılar. TEKEL işçileri, bir yandan slogan atmayı öğrenirken, aynı zamanda, kol kola yürümeyi ve kendi içinde birlik olmayı da öğrendiler. Ankara, Malatya ve Tokat mitingi gibi büyük kitle eylemlerine katılan Adana sigara işçileri, özellikle Malatya’da Tüm Köy Sen ve Tek Gıda İş’in ortaklaşa gerçekleştirdiği mitingden oldukça etkilendiler.
Eylem dalgası giderek büyürken, Adana’da yeni bir sıçrama gerçekleşmekteydi. Üretici köylüleri kastederek, “gözünüzü toprak doyursun” diyen Başbakan Erdoğan, Çiftçiler Birliği’nin binasının açılışı için Adana’ya geldi. Bunu duyan TEKEL işçileri, yoldan geçen Başbakana seslerini duyurmak istemişler, ancak güvenlik güçleri buna izin vermemişti. İşçiler de, bunun üzerine aniden bir karar vererek, Başbakanın yolunu kesmişlerdi. İşçilerin yaptığı bu eylemi engellemeyi beceremeyen güvenlik güçleri, fabrikanın önünde kordona aldıkları 600 TEKEL işçisine saldırdı. Bu eylem, hareketi protestocu bir sınırdan çıkarırken, ona yeni bir ivme de kazandırdı.
İleri öncü işçiler, sınıftan yana sendikacılar, sınıf partisi ve Tek Gıda-İş sendikasının girişimleriyle, 3 Nisan’da TEKEL için bir halk mitingi yapılması gündeme getirildi. Ancak TÜRK-İŞ böyle bir mitingi istemedi. TÜRK-İŞ ve Tek Gıda-İş genel merkezinin böyle bir mitinge karşı çıkmasına rağmen, DİSK, KESK, TMMOB, Tek Gıda-İş Bölge ve 1 No’lu şube ile TÜMTİS bir araya gelerek miting kararı aldı. Yaklaşık 10 bin kişinin katıldığı mitinge temsili düzeyde gelen TÜRK- İŞ yöneticileri, gördükleri kitle karşısında apar topar pankartlarını getirip açtı. Bu mitingte, yine sendikal rekabet ve ‘solculuk-sağcılık’ gibi suni ayrımlar öne çıktı. TÜRK-İŞ tarafından diğer sendikalar dışlanmaya çalışılırken; TTB ve KESK cephesindeki kimi sendikacılar da, TÜRK- İŞ’in bu tutumuna karşılık kürsüyü terk etmek istedi. Bu eylemin ardından yürütülen tartışmalar, sendikalar arasındaki rekabeti kızıştırdı. Bu gelişmelerin bir neticesi olarak, TEKEL üzerinden yaratılan sendikal birlik yeniden darbe aldı ve sendikalar uzun bir süre toplanamadı.
Başbakanın önünün kesilmesi, 3 Nisan Adana mitingi ve AKP’ye yapılan yürüyüşlerle birlikte TEKEL işçileri, politikaya, işçi sınıfının birliği fikrine daha çok yaklaştı. Adana’da birçok sendika ve partiyi gezen işçiler mücadelelerine destek istediler. EMEP il örgütüne yapılan ziyarette, işçilerle partililer ortak mücadele planları çıkardılar. Eylemlerden önce düzenli bir çalışmanın yürümediği fabrikada, işçilerin bir bölümü, partiyi ve parti çalışmasını tanıdıkça, partili mücadeleye yöneldi.
İşçilerin bir bölümü eylem ve mücadele sürecinde, sınıfın günlük çıkan gazetesinin önemini kavramaya başladı. Özellikle işçi mektupları, mücadele aracı olarak işlev görmeye başladı. İşçiler, mektup köşesinden, Samsun, Tokat, Malatya ve İstanbul TEKEL işçilerine seslenerek, mücadeleyi genelleştirmeye çalıştılar. Mektuplar, aynı zamanda, Adana halkına seslenmenin ve mücadeleyi tartışmanın da kürsüsü olmaya başladı. Eylemlerle başlayan süreçte sadece 1 işçi gazete alırken, gelinen yerde 10 işçi günlük gazete okur hale geldi. Çıkan kimi haberler üzerine fabrikada 50 ile 150 arasında gazete dağıtıldı. Fabrika dışından yapılan gazete dağıtımı, giderek yerini, içerde işçilerin dağıtım mekanizmasına bıraktı.
SEKA işçilerinin fabrikaya kapanması ve ülke genelinde işçi eylemlerinin hız kazanması üzerine, TEKEL’in özelleştirme süreci ertelendi. Bunun üzerine, işçilerde ve sendika yönetimlerinde rehavet baş gösterdi. Tek Gıda-İş sendikasının 2005 1 Mayıs’ına katılmamasıysa, diğer işçi kesimleri ve sendikalardan büyük tepki topladı. TEKEL işçilerine karşı önceden gelen önyargılar böylece pekişmiş oldu. 1 Mayıs alanına gelen 20-30 TEKEL işçisi ise, Tek Gıda-İş pankartını göremedi. Dolayısıyla TEKEL üzerinden sağlanan birliktelik ve sınıf dayanışması bir kesinti dönemine girdi.

BİR TASFİYE YÖNTEMİ: ÜRETİMSİZ BIRAKMA
TEKEL işçileri ve sendika, 6 aylık süreci, saldırının kendileri için ertelendiği düşüncesi ile avunarak ve eylemsiz geçirdi. Ancak 2006’ya yaklaşan günlerde, TEKEL Adana Sigara fabrikasının üretimi kesildi. Bu sefer daha zorlu bir süreç başlıyordu. Fabrikanın kapatılacağı hükümet tarafından her fırsatta söyleniyordu. Bunun ilk adımı ise, fabrikanın üretimsiz bırakılmasıydı. Bunun üzerine, işçiler, “TEKEL’den ölümüz çıkar” şiarı ile yeni bir mücadele sürecine girdiler.
TEKEL Adana Sigara fabrikasına 2 ayı aşkındır süredir üretim yaptırılmıyor. Bu sürecin sonunda fabrika tamamen kapatılacak. Üretimin yapılmadığı fabrikada, işçilere aslında psikolojik baskı yapılıyor. İşe yaramadıkları hissine, çalışmadan ücret aldıkları psikolojisine kapılmaları istenen işçilerin direncinin kırılması hedefleniyor. Hesap ise açık: işçileri teslim almak. Üretim yaptırılmayan işçilerin disiplini kaybetmeleri, dayanışma duygularını yitirmeleri bekleniyor. Zira benzer bir süreci, Adana Aksantaş fabrikası işçileri de daha önce yaşadılar. Kapatılması gündeme geldiğinde eyleme geçen Aksantaş işçileri, sürece eylemlerle başlamışlar, fakat yaklaşık bir yıl üretimsiz bırakılarak, tayinlere boyun eğer bir noktaya getirilmişlerdi. Bugün TEKEL sürecine bakınca, ilk akla gelen Aksantaş örneği oluyor.

SEKA KIVILCIM OLDU, TEKEL NASIL ATEŞ OLACAK?
Yaklaşık 2 aydır üretimsiz kalan işçilerin çoğu, fabrikanın kapatıldığına dair kararın alındığını düşünüyor ve kapatma kararının açıklanmasını bekliyorlar. İşçilerin oldukça gergin olduğunu söylemek mümkün. Özelleştirmeye karşı daha önce mücadele etmiş fabrika ve işletmelerin son aşamada yenildiklerini bilen işçiler, “bizim kazanmamız mümkün mü?”sorusuyla başlayan tartışmalar yürütüyorlar. Bu soruyu diğer işletmelerden işçiler de soruyor ve cevabını merak ediyor. Bir önceki direniş olan SEKA, işçilerin en çok üzerinde konuştukları örnek olarak öne çıkıyor. SEKA kıvılcım oldu, peki TEKEL nasıl ateş olacak? TEKEL SEKA’yı nasıl aşacak? Hareketin can alıcı sorunu işte bu soruda yatıyor. Kuşkusuz bu sorunun cevabı bir tane değil. Bu açıdan belli başlı temel noktaları ele almak gerekecek.
1- Elbette TEKEL, SEKA değildir. İşçilere göre, TEKEL’in 6 önemli fabrikası var ve bu açıdan SEKA’dan farklı olarak, TEKEL’in etki gücü daha fazla olabilir. Yani hareketin tek fabrikaya sıkışması aşılabilir. Bir SEKA yerine 6 SEKA yaratılabilir. Bütün TEKEL işçileriyle birlikte, bir bütün olarak TEKEL’in büyük emekçi ailesini harekete geçirmek, devasa bir güç oluşturmak anlamına geliyor. Fakat bunun o kadar kolay olmadığı da görülmez değil. Özellikle İstanbul, Tokat ve Samsun TEKEL işçisinin Adana ve Malatya eylemlerine ilgisizliğinden yakınan işçiler, bir yandan kendilerini de eleştiriyorlar. “Daha önce Alkol gittiğinde de biz sesimizi çıkarmamıştık” diyen işçiler, bugün kalan 4 TEKEL fabrikası ile fikir ve eylem birliğini yakalamış değiller. Bunun için diğer fabrikalara ekipler göndermek ve ortak toplantılar yapmak gerekiyor. İşçi bunun da farkında, fakat sendikadan gelecek bir organizasyonu beklemeyi de aşamıyor. Tabandan, yani işçiden işçiye gidecek bir inisiyatif, başarı için mutlak gerekli.
2- SEKA, son kertede işçinin kendini fabrikaya kapatma eylemidir. Bu nedenle, Adana TEKEL işçisi de, fabrikaya kapanmayı hesaplamakta ve SEKA’nın bunu nasıl yaptığını merak etmektedir. Fakat burada yanlış bilinen bir şey vardır. SEKA işçisi, her ne kadar kapanmışsa da, öncesinde önemli işleri de başarmıştır. Fabrika gezileri, halkı aydınlatma, mitingler, ailelerin militanca sürece katılması vb. birçok çalışma defalarca örgütlenmiştir. Yani birden bire bir kapanma olmamıştır. Dolayısıyla SEKA’nın sadece kapanma yönüyle anılması ve taklit edilmesi, SEKA tecrübesini yeterince kavramamak olur. Adana TEKEL işçisinin, Adana halkının ezici bir çoğunluğunu davasına kazandığını söylemek, bugün için mümkün değildir. Bu açıdan, Adana, henüz Kocaeli’nin gerisindedir ve halkı kazanmak için yapılacak çokça iş vardır.
3- İşçi, önsezileriyle bir yanıyla doğruyu görmektedir. Evet, SEKA’dan farklı olarak, 6 büyük fabrika, on binlerce tütün üreticisi ve işçilerin aileleriyle muazzam bir güç yaratılabilir ve kazanılabilir. Bunlar yapılmadan işçilerin fabrikaya kapanmaları, başarının baştan itilmesi demek olacaktır. İşçiler militan olabilir, fedakar olabilir, haklı olabilir, ama bu, mutlaka ve yapılması gerekenler yapılmadan kazanılacağı anlamına da gelmemektedir. TEKEL işçileri, Tek Gıda-İş sendikasına üyedirler. Bu sendika, geçtiğimiz günlerde şube kongresini yaptı. Bu kongreye 17 işyerinden delegeler katıldı. Peki, bugün bu 17 işyerindeki işçiler, TEKEL için ne yapmaktadır? Neredeyse hiçbir şey? Bu, o işletmelerin işçilerinin mi suçudur? Bunu böyle ifade etmek doğru olmaz. Soruyu tersten sormak daha doğrudur. Sendika, bu 17 işletmenin işçilerini TEKEL için, daha doğru söyleyişle TEKEL’in mücadelesi etrafında birleştirmek için ne yapmıştır? TEKEL işçileri, bu işyerlerinden işçilerle, işyeri temsilcileriyle bu meseleyi konuşmuş, tartışmış, desteği somutlaştırmaya ya da ortak talepleri belirlemeye ve birleşik bir emek mücadelesinin geliştirilmesi için çalışmaya yönelmiş midir? İşyerleri çıkışında, yemekhanelerde, işçi servislerinde bu işçilere bir şey anlatılmış, bir şey dağıtılmış mıdır? SEKA gibi fabrikaya kapanmadan önce, bu tartışılmış mıdır? Bugüne kadar birçok kurum TEKEL’i ziyaret etmiştir de, “destek çığ gibi büyümüştür” de, TEKEL’in çevresindeki bu fabrikalar ve aynı sendikanın üyesi olan bu işçiler bir kez olsun ziyarete gelmişler midir? Bu sorulara doyasıya bir olumlu yanıt verilemiyor. Bu nedenle, yapılacak iş bellidir. Öncelikle fabrikalar gezilmeli, fabrikalar dayanışma fikrine kazanılmalıdır.
4- İşçiler sık sık TÜRK-İŞ’i eleştirmektedir. “Suskun TÜRK-İŞ istemiyoruz” sloganlarıyla daha iyi bir sahiplenme, daha etkili eylem kararları alınmasının talep edildiği göze çarpıyor. Elbette TÜRK-İŞ, sendika bürokrasinin ağırlığıyla işçileri ezmektedir ve bu açıdan ne dense yeridir. Fakat sitem etmenin yetmediği de bilinmelidir.
Adana’da TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu ayda bir defa toplanıyor ve 28 şube başkanı bu toplantıya katılıyor. Bu şubelere bağlı da çok sayıda fabrika ve işyeri var. İşte görev burada işçiye düşmektedir. Bu işyerleri gezilmelidir. İşçinin işçiye seslendiği, diğer işçilerin aydınlatıldığı bir çalışma hayata geçirilmelidir. Diğer fabrikalardaki işçiler birleşik mücadele fikrine kazandırılmalıdır. TÜRK-İŞ; ancak buralar gezilirse, Adana işçisi dayanışma duygusu ve ortak talepler etrafında bir araya gelme ve sermayenin saldırılarının püskürtülme zorunluluğu fikri ve buradan gelişecek bir pratikte birleşir ya da birleşmek üzere hareketlenir ve baskı oluşturursa, harekete geçer ya da geçmek zorunda kalır. Kaldı ki, sadece TÜRK-İŞ değil, DİSK, KESK, HAK-İŞ’in örgütlü olduğu işyerleri de gelişmelerden bihaberdir.
5- Başta tekstil olmak üzere, özel sektörde örgütlü-örgütsüz on binlerce Adana işçisi TEKEL sürecini yanlış bilmekte ve yorumlamaktadır. “Onlar bizden çok alıyor, aylık 1 milyar alıyorlar, kapatılırsa kapatılsın. Gelsin bizim yaptığımız işi yapsınlar” gibi birçok tanımlama bu işçilerce yapılmaktadır. Elbette karşı çıkan işçiler de yok değildir, ama bunlar azınlıktadır. Adana TEKEL işçileri, başta OSB olmak üzere, işçi havzalarını aydınlatmak için de harekete geçmek zorundadır.
6- Fabrikaya kapanma bir yanıyla zorlu bir mücadeledir. Kolay da değildir. Fakat yapılan işlerde ‘gösterişçilik’ öne çıkabilmekte, işçiler, aydınlatma ve örgütlenme çalışmasından uzak kalarak, sadece eylem yapma tutumuna girebilmekte, medyada yer edinebilme çabası baskın gelebilmektedir. Piyasanın baskısı ile popülizmin de boy verdiği bu süreç yukarıda bahsedilen işlerin yerine getirilmesine engel olurken, aynı zamanda, mücadelenin başarıya ulaşması açısından da tehlikeye işaret etmektedir. Esas çözüm, sadece içeri kapanmak değildir. 700 işçiyi, birer örgütçü olarak, Adana’ya ‘çıkarmaktır’.
Sokaklar, fabrikalar, üniversite, köyler, aydınlar işçileri beklemektedir. 700 işçi, eylemin ve nöbetin olmadığı zaman, fabrikada atıl kalmaktadır. Ama gruplar halinde çalışmaya koyulacak işçiler, Adana’ya yayılabilecek bir ordu gibidir. Bu güç, bugün, kimsenin elinde bulunmamaktadır.

‘ZİYARET ÇARPTI BİZİ’ DEMEMEK İÇİN

Kuşkusuz direnen işçilerin çeşitli kesimlerce ziyaret edilmesi moral açıdan önemlidir. Fakat ziyaretçiler, TEKEL’i bir ‘ziyaret yeri’ olmaktan da çıkarmak zorundalar. Her ziyaretçi grubun, temsil ettiği ana kitlenin içinde nasıl bir çalışma yürüteceği ve bu ana kitlenin nasıl bir eylem içerisinde olacağı, süreci belirleyecek bir faktör durumundadır. Öte yandan, bir “ziyaret pazarı”nın açıldığı da söylenebilir. Kimi gruplar defalarca TEKEL’e gitmiştir de, bir kez olsun, TEKEL işçilerini alıp, birlikte, mahalleleri, kahveleri, fabrikaları gezmiş midir? Henüz yetersiz de olsa, Emek Partisi örgütünün kimi çalışmaları, bu açıdan örnek alınabilir. Zira partili bir muhtar, işçileri yanına alarak, mahallesinde kahvehaneleri gezip halkı aydınlatmış; işçiler, muhtarla birlikte, halka bildiri dağıtmıştır. Emek Gençliği, işçilerle birlikte, pilot noktalarda ve mahallelerde bildiriler dağıtmıştır. Parayla afiş yapma önerisini reddeden Emek Gençliği, işçileri de yanına alarak, şehrin birçok noktasına sendikanın afişlerini asmıştır. Partililer, yanlarına işçileri alarak, diğer sendikaların temsilci kurullarına katılmış, işyerlerini gezmiş ve birlikte mücadele çağrısı yapmıştır.
Ne yazık ki, birçok sendika yöneticisi, defalarca TEKEL’e gitmesine rağmen, halen üyelerini buraya taşımamış veya üyelerinin TEKEL direnişi ile dayanışmasını sağlamamıştır. Henüz sendikacıların sendikacıları ziyaret etmesi aşılmış değildir.
Sınıf partisinin örgütüne, sınıftan yana sendikacılara, işçi inisiyatifini teşvik eden, işçiler arasında dayanışma duygu ve fikrini geliştiren, işçileri birleştirici, birleşik işçi hareketinin önünü açıcı örnekleri geliştirme görevi düşmektedir. Tayin edici süreç, işyerlerinde dayanışma eylemlerinin gelişmesi, mahallelerin gösteri yerlerine dönmesi, esnafın kepenk kapatması, okullarda derslerin bir kez olsun boykot edilmesi ve üreticilerin hareketlenmesiyle başlayabilir. Bütün bunlar da, aydınlatma ve örgütlenme işidir. Yoksa ‘ziyaret olayı’, işçileri bir heyecan atmosferine çekip, yapılacak işlerin ve gerçek çözümün önüne bir perde gibi çekilebilmektedir. Bunun sonu ise, diğer direnişlerde olduğu gibi, ‘ziyaret çarptı bizi’ olmaktadır.

İŞÇİLERİN BİRLİK SORUNU VE KOMİTE
Fabrikanın kapatılması ve mücadele süreci içerisinde, işçilerin önüne, yapılması zorunlu bir olağan şube kongresi çıkmıştır. Eylemler nedeniyle üç kez ertelenen kongre, nihayet gerçekleşmek zorunda kalmıştır. Önce delege seçimleri yapılmış ve bu seçimde, işçiler, iki blok liste etrafında kutuplaşmışladır.
Listeler, sağ-sol gibi sıfatlarla tanımlandırılsa da, bu durumu, ekip ve isimlerle adlandıranlar da vardır. Fakat bu seçimde, esas bölünme, mücadeleyle hakların alınması fikri etrafında birleşenler ile hükümet ve devletle ‘uzlaşma’ ve taviz yolunu seçenler biçimindeki iki eğilim arasında olmuştur. Her iki eğilim de güçlü bir oy oranı almış ve seçimi, –bizim tabirimizle– ‘uzlaşmacılar’ kazanmıştır.
Seçimlere, AKP bütün güçleriyle müdahale etmiştir. Bakanlık, milletvekilleri, belediye başkanları ve AKP il teşkilatının, her şeyi göze alıp, işçilerle görüştükleri açığa çıkmıştır. Bunlar, direnişin boş olduğunu, kimi grupların bunu siyaset için kışkırttığını, kendi listeleri kazanırsa hükümetle diyalog yolunun açılacağını propaganda etmişler ve başarılı da olmuşlardır. Mücadeleyi savunan kesimler ise, darlık ve ayağı yerden kesik ‘solculuk’la da birleşen bir zaafiyet göstererek, kendini zayıf bırakmıştır.
TEKEL’de seçimi kazanan liste, şube kongresinde kaybetmiştir. Çünkü diğer örgütlü işyerlerinden gelen delegelerle bu liste azınlığa itilmiştir. Seçimi eski yönetim kazanmıştır. Böylece, aslında TEKEL işçisinin iradesi, bir yanıyla dışlanmıştır. Bu durum, karşılıklı küskünlüğü beraberinde getirmiş ve işçiler arasındaki ayrılığı derinleştirmiştir.
TEKEL işçisi, bu ayrılığı gidermek zorundadır. Buna mahkumdur, yoksa, her eyleminde içeriden hançerlenmekten kurtulamayacaktır. Bunun yolu, yönetim-muhalif tablosunu parçalayacak ve taban iradesinin birliğini temsil edecek ortak bir mücadele komitesidir.

KOMİTE İŞÇİ İRADESİNİ TEMSİL ETMELİDİR
Bu çelişkilerden hareketle, fabrikada, her iki taraftan temsilcilerin olduğu bir ortak komite kurulmuştur. Fakat bu komite, seçimle değil, sendikanın belirlediği isimlerle, yani bir yanıyla, atamayla belirlenmiştir. Komitenin varlığını hissettirmesinde de sorunlar yaşanmaktadır.
Komite, bütün işçilere açık değil, garip bir ‘gizlilik’ içerisindedir. Bu durumda da, çok başlılık, çok seslilik sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Elbette bir direnişte gizlilik de gereklidir. Fakat günlük bir karar mekanizması, değerlendirme toplantısı ve bütün işçinin inisiyatifiyle bütünleşmedeki sorunlar, ancak 700 işçiye açık davranarak ve işçilerin ortak karar alacağı bir demokrasi anlayışı işletilerek aşılabilir. İşini yapmayan komite üyeleri görevden alınabilmeli, yerine yenileri demokratik seçimle getirilebilmelidir. Komiteye bağlı, daha çok sayıda iş üzerinden görevlendirilmiş grup, daha çok sayıda görevlendirilmiş işçiye ihtiyaç vardır.

“KAPATMA”DAN “İŞÇİYE VERİLMESİ”NE ÇARK EDİŞ
Sendika başkan ve yöneticileri, eylemler sürecinde, TEKEL’i savunma kavgasını vatanı savunma kavgası olarak tanımladılar. ‘TEKEL vatandır vatan satılmaz’ sloganıyla, işçilerin sorununun, sadece ekmek değil, ülkenin bağımsızlık sorunu olduğu, sendikacılarca defalarca dile getirildi.
Eylemlerin dozajı arttıkça, kirli hesaplar içerisinde olanlar, çözüm önerilerini basın yoluyla açıklamaya başladılar. Önce Adana Ticaret Odası Başkanı Şaban Baş, “Fabrikaya da işçilere de yazık, özelleştirme çözüm olabilir” açıklaması yaparak, ‘duyarlı’ Adanalı kapitalistlere, fabrikayı satın alma çağrısı yaptı. Öncesinde, Tekel Adana Müdürlüğü’nün benzer açıklamasına sendikanın imza atması tartışılmış ve sendika tarafından bu durum yalanlanmıştı.
Her fırsatta işçileri sıkıştırarak, çözümsüzlüğü dayatan AKP yetkilileri, “o zaman fabrikayı size verelim, biz veriyoruz alan yok” açıklamaları yaptı. Son olarak, yerel gazetelere demeç veren Tek Gıda-İş, Unakıtan’ın bu önerisini değerlendirdiklerini belirtti. Tek Gıda-İş yöneticileri, “Kardemir modeli” biçiminde getirilirse, kendilerinin fabrikayı alabileceklerini açıkladı.
Kuşkusuz bu durum, işçilere ölümü gösterip, hastalığa razı etmek isteyenlerin peşine gitmek demektir. “4-C bizim için tabuttur” diyen işçiler, ‘kendi’ fabrikalarında, 4 C’den beter koşullarda ezilmek istemiyorlarsa, bu açıklamaların üzerine gitmek zorundadırlar. Ve elbette, bu demeçleri de ‘yalanlama’, hem sendikanın prestiji, hem de işçilerin çıkarı için yararlı olacaktır.

PARTİ ÇALIŞMASINI YENİLEMEK ZORUNLU
Düne oranla, TEKEL fabrikası üzerine yapılan çalışmada, EMEP, her gün yeni bir şey yapan bir parti örgütüdür. Bu durum, hiç kuşkusuz bir moral kaynağıdır. İşçilerin hareketinin her geçen gün hız kazanmasıyla birlikte, parti örgüt çalışmasının temposu da artıyor.
Olağan bir dönemde, TEKEL’de bu çalışmaların yürütülmesi, aynı etkiyi sağlayamasa bile, oldukça iddialı bir çalışma olarak adlandırılabilirdi. Ama bugünkü saldırının boyutu daha ileride olduğu için, örgüt çalışması, bu saldırıyı püskürtmeye yetecek düzeyin ve buna uygun bir iddianın gerisinde kalmaktadır. EMEP’in 4. Kongresi’ndeki “eşik” ve “çıta” tartışmasına dönersek, bu durum daha anlaşılır olacaktır.
Uluslararası burjuvazi ve emperyalist örgütler, ülkenin talanı ve dışa bağımlı hale getirilmesi için, bu kez TEKEL’e saldırmış ve bunu işbirlikçiler eliyle yürütmektedir. Üstelik önceden hedeflenen kaleler de, tek tek düşürülmüştür. Yani onlar için, iş, daha kolay hale getirilmiştir. İşte “çıta” burada konmuştur. Bu saldırıyı püskürtecek bir iddiadan yoksun tüm çalışmalar, eylemler ihtiyacı karşılayıp “çıta”yı aşamamakta, ama amacına ulaşamayarak, çıtanın altından geçmekte ve iktidar hedefli bir iddiayla, ancak ona bağlandığında mümkün olabilecek, saldırının önünü alma imkanından yoksun hale gelmektedir.
EMEP örgütü, partililer; TEKEL çalışmasını değerlendirirken, dağıttığı bildiri çeşitlerine, düzenlediği imza kampanyalarına, gerçekleştirdiği ziyaretlere ve diğer gruplara göre kattığı sayılara, örgütlediği işçilere, mevcut hareket üzerinde oynadığı role ve günlük işçi basının yarattığı etkiye bakıp, belki mutluluk duyabilir. Kuşkusuz iyi örnekler ve ilerleyen yanlar değerlendirilmelidir.
Fakat bütün Adana halkını birleştirmede, kenti sarsacak bir etkinin yaratılmasında ve yukarıda sözü edilen işçilerin yaşadığı sıkıntıların aşılmasında henüz çok geride olunduğu bilinmek zorundadır. Partinin 4. Kongresi’nin işaret ettiği meselelerde uyanık olunursa, daha güçlü bir çalışmayı yakalama imkanına kavuşmak mümkün olabilir.
Partinin yerel yönetim aygıtları ve yöneticileri, çalışmayı, bütün üyeleri içerisine çekecek şekilde örgütleyerek, her üyesine, bizzat kendi çalışma alanlarında, TEKEL üzerinden bir görev verebilir hale gelebilir, gelmesi gereklidir. Giderek bütün çevre ilişkilerine ve bir bütün olarak kent emekçilerine görev çıkartan bir çalışmaya girmek, işçi hareketinin de çıkarına olacaktır.
Günlük işçi basını EVRENSEL’in ele alınışı hâlâ yeterli değildir. Ancak bu duruma rağmen bile, işçiler üzerinde büyük bir etki sağladığı görülebilmektedir. Başta TEKEL olmak üzere, diğer fabrikalarda da hareketin politikleşmeye yönelmesinin, istikrar kazanmasının, birleşik bir hale gelmesinin esas ölçütü de gazetenin daha çok işçiye ulaştırılması ve onlar tarafından kullanılır kılınmasıdır.
Sorunumuz; daha büyük pankartlar, daha çok bayrak değil, işçilerin taleplerini formüle eden sloganlar ve dövizlerdir. Ama asıl, TEKEL ve TEKEL işçilerinin hareketi etrafında, ortak ve kendi talepleriyle, Adana işçisini ve emekçi halkını birleştirmek ve harekete geçirmektir. Adana’daki fabrikalara, işçi evlerine ve mahallelerine gitmek, onları kendi talepleri üzerinden hareketlendirmek ve ortak talepler etrafında birleştirmek için üstün bir enerji ve girişimcilikle çalışmak, işçi hareketinin de parti örgütünden beklentisidir. Adana TEKEL işçilerinin olduğu kadar, sınıf partisinin de sorumluluğu büyüktür ve işçi hareketinin ilerlemesi, bu sorumlulukların hakkıyla üstlenilmesine bağlıdır.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑