Yaklaşık 80 yıl önce Lenin’in ele aldığı dönemde olduğu gibi bugün de, uluslararası mali sermayenin omurgasını esas olarak beş büyük emperyalist güç (Amerikan, Japon, Alman, Fransız ve İngiliz) oluşturmaya devam etmektedir. Mali sermayenin özellikle finans alanında, Lenin’in incelemesini yaptığı 1900’lü yılların başından bu yana bazı yapısal değişiklikler oldu. Örneğin Alman, Fransız ve Japon mali sermayesi daha çok klasik evrensel bankacılık sistemini korurken, Anglo-Amerikan sistemi denilen İngiliz ve Amerikan sisteminde mali sermayeler, bankaların yanı sıra; emekli fonları ve yatırım şirketleri ile konut kredi birlikleri şeklinde örgütlenmiş bulunmaktadırlar. Mali sermaye egemenliğini bu kurumlar aracılığıyla sürdürmektedir. Bununla birlikte İngiliz mali sermayesi son yıllarda 100 yıldan bu yana ki en büyük yapı değişikliğini geçirmektedir. Bu açıdan uluslararası mali sermayenin incelenmesinde bu gün her ne kadar 1800’lü yılların sonlarındaki gücünü kaybetmiş de olsa Amerikan, Japon, Alman ve Fransız emperyalizmi ile birlikte en büyük beş emperyalist güç içinde yer almaya devam eden ve son yıllarda yeniden yükseliş işaretleri vererek atılıma geçen İngiliz mali sermayesi ele alınmadan dünya mali sermayesinin yapısı yeterince anlaşılamaz.
Avrupa’nın rantiyeci özellikleri en fazla gelişmiş İngiliz mali sermayesinin yapısının incelenmesi, ortak özellikler taşıyan Amerikan mali sermayesinin yapısının da daha iyi anlaşılmasına yardım edecektir.
ÜRETİM VE SERMAYEDEKİ YOĞUNLAŞMA VE TEKELLER:
Lenin 1916’da yazdığı Kapitalizmin En Yüksek Aşaması-Emperyalizm adlı eserinde sanayinin olağanüstü gelişmesi ve üretimin gittikçe daha büyük işletmelerde büyük bir hızla yoğunlaşması sürecini kapitalizmin en karakteristik özelliklerinden birisi olarak tanımladı ve bunu verdiği birçok istatistikle doğruladı.
Daha o zamanda üretim korkunç bir hızla büyük işletmelerde yoğunlaşmıştı. Bugün bu yoğunlaşma çok daha üst boyutlara ulaştı. Artık yoğunlaşmanın olmadığı, tekellerin kontrol altına almadığı bir tek alandan söz etmek olanaksız hale geldi. Her alanda bir ya da birkaç tekel her şeye egemen oldu. Bu bir ya da birkaç tekelin dışında kalan küçük ya da orta boy işletmeler ile daha küçük tekel ya da büyük boy işletmeler de bu dev tekellerin kontrolü altına girmek ve onlara bağlanmak zorunda kaldılar.
İngiliz Çalışma Bakanlığının 1994 verileri işletmelerdeki tekelleşmeyi somut olarak ortaya koyuyor.
İşyeri Büyüklüğü ve Çalıştırdıkları Kişi Sayısına Göre İşyeri Sayısı ve Oranları (1994)
Çalışan işçi Sayısına
Göre İşyeri Türü Çalışan
İşyeri Sayısı Oranı İşçi Say. Oranı
0 (Serbest Mesl.) 2.486.382 67,1 2.808.000 13,8
1-19 1.132.075 30,5 5.242.000 25,9
20-199 79.908 2,2 3.902.000 19,2
200-499 4.622 0,1 1.407.000 6,9
500 ve üzeri 3.091 0,1 6.920.000 34,1
Toplam 3.706.078 100,0 20.279.000 100,0
(Kaynak: İngiliz Çalışma Bakanlığı -DTI- Small Firms Statistics Unit. 1994)
Görüldüğü gibi, yaklaşık 2,5 milyon (Yüzde 67,1) dolayındaki serbest meslek sahibini bir kenara bırakırsak, toplam işyeri sayısının yüzde 30,5’ini oluşturan 1’den 19’a kadar işçi çalıştıran küçük işyerleri toplam işçi sayısının yüzde 25,9’unu istihdam ediyor. Öte yandan toplam işyerlerinin yüzde 0,1 (binde bir)’ini oluşturan 500 ve daha fazla işçi çalıştıran büyük işyerleri ise yaklaşık 7 milyonla toplam işgücünün yüzde 34,1’ini istihdam ediyorlar.
Şirket büyüdükçe yoğunlaşma da büyüyor. 1995 rakamlarına göre toplam işyeri ve şirketlerin sadece yüzde 0,0006, ya da milyonda 6’sını oluşturan en büyük 25 tekel tek başına 2 milyon 307 bin 536 kişiyi (toplamın yüzde 13,7’si) çalıştırıyor. Aynı 25 tekelde çalışan kişi sayısı 1996’da 2 milyon 282 bin 678’e düşmüş. 25 bin işçi bir yıl içinde işten atılmış.
Yaptıkları ciro işyerlerinde büyük bir yoğunlaşmayı gösteriyor. 1995 rakamlarına göre, yıllık cirosu bin ile 99 bin sterlin arası olan işyeri ve şirketler toplamın yüzde 37,49’unu, 100 bin ile 500 bin sterlin arası olanlar yüzde 35,85’irıi, 500 bin ile 10 milyon arası olanlar yüzde 22,87’sini, yıllık cirosu 10 milyon sterlinin üzerinde olan büyük şirketler ise toplam şirket sayısının sadece yüzde 2,79’unu oluşturuyorlar.
Amerika’da yayınlanan Fortune adlı ekonomi dergisinin dünyanın en büyük 500 korporasyonu sıralamasına göre, bu en büyük 25 şirketin 1995 yılı kâr toplamları, 23 milyar 106 milyon sterlini buluyor. 1996 kârları toplamı ise 28 milyar 992 milyon sterlin. Bir yıl içinde kârlarını 5 milyar 886 milyon sterlin artırmışlar. Söz konusu 25 şirketin mal varlıkları (aktifleri) toplamı 1995’de 963 milyar 492 milyon sterlin, 1996’da ise 1 trilyon 297 milyar 533 milyon sterlin. Yine sadece bir yıl içinde bu en büyük 25 İngiliz şirketi servetlerine 334 milyar 41 milyon sterlin daha katmışlar. Görüldüğü gibi 25 bin işçi işsizlik ve açlığın kollarına atılırken 25 şirketin kasasına fazladan 334 milyar sterlin daha girmiş.
İngiltere’nin Toplam Gayrı Safi Yurt İçi Hâsılası (GSYİH)’nın 605 milyar sterlin (1995) ve 1997 bütçesinin ise 300 milyar sterlin (1995’te 276 milyar sterlin idi) olduğu göz önüne alındığında sadece bu 25 şirketin toplam malvarlığının tüm İngiltere’nin bir yıllık toplam GSYİH’sının iki katından, bütçesinin ise dört buçuk katından daha fazla olduğu görülüyor.
Bu yüzyılın başında, 1900 ile 1910 arasındaki ilk on yıllık süre içinde imalat sanayinde faaliyet gösteren en büyük 100 firma toplam üretimin yüzde 16’sını, 1924’de yüzde” 22,0’ını, 35’de 24,0’ını, 49’da 22,0’ını, 58’de 32,0’ını, 70 ve 80’de 40,5’ini, 90’da 37,6’sını gerçekleştiriyorlardı. (En büyük 100 firma içine, savaş öncesi dönemde kamu sanayi kuruluşları (KİT’ler) dâhil değildi).
Yüzyılın başında en büyük 100 özel şirket toplam üretimin beşte birini gerçekleştirirken, bugün imalat sanayinde üretim yapan 5 grup toplam iş gücünün yüzde 31,9’unu, toplam satışların yüzde 40,8’ini ve toplam üretimin ise yüzde 39,0’ını gerçekleştiriyor.
Görüldüğü gibi, imalat sanayinde sadece 5 grup yani büyük tekel üretimin yüzde 39’unu, toplam satışların ise yüzde 40,8’in’i gerçekleştirirken bir kısmı yine büyük işyeri ve tekel olmak üzere geri kalan 3 milyon 706 bin işyeri üretimin yüzde 61, toplam satışların ise 59,2’sini gerçekleştiriyorlar. Küçük ve Orta Boy İşletmelerin (KOBİ) sayıları artmasına rağmen tekellerin her şeye egemen olduğu günümüzde giderek daha da fazla tekellere bağımlı hale gelmektedirler. Sayıları artarken etki ve güçleri artmamaktadır.
Hemen her sektörde bir ya da birkaç tekel tüm piyasayı ele geçirmiş bulunuyor. Örneğin İngiltere’nin 11,3 milyon tonluk demir-çelik ihtiyacının yüzde 58,4’lük bölümünü sadece bir tek şirket, British Steel karşılıyor. 6,3’lük bölümünü ise geri kalan şirketler üretiyor. 35,3’lük bölüm de dışarıdan ithal ediliyor. Aslında British Steel’in 1996 demir-çelik üretimi 15,2 milyon ton. Avrupa’nın birinci, dünyanın ise üçüncü büyük demir-çelik üreticisi olan bu dev demir-çelik tekeli üretiminin yüzde 50’lik bölümünü iç pazara vermeyip önemli bir kısmını Avrupa’ya, kalanını da dünyanın öteki ülkelerine ihraç ediyor. 1936’da demir-çelik sanayinde 10 tekel toplam üretimin yüzde 70-75’ini üretir ve en büyük tekel olan Vickers toplam üretimin yüzde 16’sını gerçekleştirirken (E. Varga, L. Mendelsohn, New Data for Lenin’s Imperialism, USA, 1940) bugün İngiltere’nin 15,6 milyon tonluk toplam demir-çelik üretiminin 12,2 milyon tonluk kısmını (yüzde 78) tek başına British Steel karşılıyor. British Steel’in toplam üretimi 15,2 milyon ton olmasına rağmen üretiminin yüzde 20’lik kısmı olan 3 milyon tonluk bölümünü yurt dışında üretiyor. Aynı şekilde, demir-çelik sektöründe 1900’lerin başlarında milyona yakın kişi, 1974’te 197 bin 700, 75’te 185 bin, 81’de 88 bin, 85’te 59 bin, 90’da 51 bin, 94’teise 38 bin 500 kişi çalışmaktaydı. İşçi sayısı hızla düşmesine rağmen üretim düşmek bir yana giderek arttı. Örneğin 1975’te 185 bin işçi ile 14,8 milyon ton demir-çelik üretilirken 1994’te 38 bin 500 işçi ile 15,6 milyon ton demir-çelik üretimi yapıldı. (BISPA, İngiliz Demir-Çelik Üreticileri Birliği, 1995 Yıllık Raporu)
Petrol alanında iki şirket, Shell ve British Petrol tüm İngiliz piyasasına hâkim durumdalar. İngiltere’deki petrol istasyonlarının ezici çoğunluğu Shell, British Petrol ve Esso’ya ait. Shell ve British Petrol yalnızca İngiltere değil, diğer birkaç şirketle birlikte (ABD’nin Exxon, Mobil ve Texaco ile Fransa’nın ELF ve Total gibi) dünya petrol piyasasını da ellerinde bulunduruyorlar. Dünyanın en büyük ilk üç petrol şirketi sıralamasında Shell birinci, ABD’nin Exxon’u ikinci, British Petrol üçüncü durumda bulunuyor. (The Financial Times)
Kimya alanında Imperial Chemical Industries (ICI) ve GlaxoWellcome tek başlarına üretimin yarıdan fazlasını karşılıyorlar. İlaç ve farmakoloji alanında ise yine GlaxoWellcome ve ardından da Smithkline Beecham yalnızca İngiltere’de değil dünyadaki üretimin önemli bir kısmını sağlıyorlar.
Doğalgazda British Gas, elektrik malzemelerinde General Electric Company (GEC), İnşaat malzemeleri ve cam sanayinde Hanson, gemi yapımı ve taşımacılığında Peninsular & Oriental (P&O), tütün ve sigara’da British American Tobacco (BAT Industries), telekomünikasyonda British Telecom (BT) ve Cable & Wireless, cep telefonunda Vodafone (Vodafone geçtiğimiz yıl İsveç’in Ericson şirketi ile birleşti.), içecek ve meşrubatta, Coca-Cola’nın dışında Guiness-Grand Metropolitan (GGM) ve Allied Domecq, sanayi ve tarım üretim araç ve aletleri alanında BTR, sivil ve askeri havacılık ile silah ve uzay sanayinde British Aerospace (BAe) ve Vickers, hava taşımacılığında British Airways (BA), posta dağıtımında British Post Office tek başlarına hemen hemen bütün piyasaya hakim durumdalar.
Yiyecek-içecek işi yapan 40 bini bakkal, dükkân, büfe vb. olan 197 bin işyeri İngiltere iç pazarının yüzde 60’ını karşılarken, büyüklük sırasıyla Teseo, J. Sainsbury, Safeway ve Asda’dan oluşan sadece 4 supermarkets zinciri toplam satışların yüzde 40’ını gerçekleştiriyorlar.
Gazete satışlarında günlük 13 milyonluk satışın sadece 5 milyonunu (yüzde 38), 17 milyonluk Pazar günkü satışların ise 6 milyondan (yüzde 35) fazlasını tek başına dünya medya kralı Murdoch’un News International grubu satıyor. Ardından, ölen medya kralı Maxwell’in Miror grubu geliyor. İki grup toplam pazarın yansından fazlasına hâkim durumda bulunuyorlar.
Lenin, “Tekel, kapitalizmdeki gelişmenin en son aşamasının son sözüdür.” diyordu. Serbest rekabetçi kapitalizmi emperyalizme dönüştüren tekeller oldu. Tekeller ise rekabetten doğdu. İktibas ya da füzyon denilen kaynaşma ya da yutmalar tekelleşmenin en bariz belirtileridir.
1890’lardan beri farklı hız ve boyutlarda gerçekleşen füzyonlar, son birkaç yılda daha da hızlandı. Bugün özellikle sayı ve büyüklükleri bakımından dikkat çekmektedir. İngiltere’de füzyonların son aylarda, daha çok da ‘97’nin ikinci yarısında oldukça hızlandığı görülmektedir. Barclays grubu başkanı Andrew Buxton Kasım ayı içinde, grubun yatırım bankacılığı kolu olan BZW’yi, ABD bankası CSFB (Credit Suisse First Boston) bankasına satması ile kendisini sıkıştıran gazetecilere verdiği “Eğer kimin kiminle füzyon yaptığını gösteren bir çizelge hazırladı ve temel olarak da son üç ayı aldıysanız herkesin herkesle füzyon yaptığını açıkça göreceksiniz.” cevabı bu süreci tanımlıyor.
Özellikle 1997 yılı içinde füzyonlar sayısı ve büyüklükleri açısından inanılmaz boyutlara erişti. Eylül ayı sonuna kadar kesinleşmiş füzyonların toplam değeri 350 milyar sterlinden fazla idi. 1996 yılı içinde 250 milyar sterlin değerinde füzyon gerçekleşmişti. Ekim ayı ortalarında, sadece bir hafta içinde gerçekleşen bazı yeni füzyon haberlerini aktarmakta fayda var. İngiltere’nin en büyük, dünyanın ise önde gelen telekomünikasyon tekellerinden British Telecom (BT) yüzde 20 hissesine sahip olduğu Amerikanın MCI komünikasyon şirketini almak için yine diğer iki ABD telekomünikasyon devi WorldCom ve GTE ile sonuna kadar kıyasıya kapıştı. Ama sonunda Amerikan World Com, BT’yi saf dışı ederek MCI’yı 37 milyar dolar’a satın aldı. WorldCom BT’nin MCI’daki yüzde 20’lik hissesinin karşılığı olan 7 milyar doları ödeyerek İngiliz tekelini devreden çıkardı. Yenilmiş görünen BT üç gün sonra MCI’nın dağıtım ağı şirketi Concert Communication’ın yüzde 24,9 hissesini aldı. İngiltere’nin en büyük, dünyanın ise ikinci büyük tütün tekeli olan BAT Industries’in yan kuruluşu BAT Finans Servisleri şirketi İsviçre’nin Zürich Finans Servisleri grubunu yutmak için 23 milyar sterlin karşılığında anlaştı. İngiltere’nin T&N grubu ile ABD’nin Federal-Mogul araba motorları şirketi birleşmek için anlaştılar. Elektrik malzemeleri üreten İngiliz BTR ile Amerikan Exide Electronics anlaştılar. Dünyanın ikinci büyük çimento üreticisi Fransız Lafarge grubu, yutmak için 1.67 milyar sterlin karşılığında İngiltere’nin Redland grubu ile anlaştı. Havacılık, kola gibi bir çok konuda dünya piyasasına hızlı ve iddialı bir dalış yapan Virgin, İngiltere’nin büyük bankalarından Royal Bank of Scodland ile yüzde 50–50 birleşmek üzere anlaştı. Virgin’in sahibi ve başkanı Richard Bronson iddialı konuşarak, Barclays, National Westminster, Lloyds-TSB ve HSBC’nin Midland Bankası’dan oluşan “Dört Büyükler”i tahtından indirmeye kararlı olduklarını açıkladı. Reed Elsevier, Wolters Kluwer ile birleşerek dünyanın en büyük yayıncılık devi haline geliyor. Reed daha önce de Hollanda’nın Elsevier şirketi ile birleşmişti. İçecek ve meşrubat alanında İngiltere’nin iki devi Guiness ve Grant Metropolitan geçen Aralık’ta birleştikten sonra şimdi de Fransız LVMH ile birleşme görüşmeleri yapıyorlar. Guiness-Grant Metropolitan dünyanın en çok satılan 100 içkisinden 14’ünün üreticisi. İngiliz askeri ve sivil havacılık ile silah ve uzay araçları üreticisi British Aerospace (BAe) ile Almanların Daimler-Benz’in havacılık, silah ve uzay araçları kolu Dasa, Fransız Thomson-CSF’ye karşı ittifak yaptıklarını açıkladılar. ABD’nin Avrupa’daki en büyük bankalarından CSFB, Barclays grubunun yatırım bankacılığı kollarından BZW’nin Avrupa hisse senedi alım satım ve danışmanlık kolunu satın aldı. Bunun karşılığında Barclays de CSFB’nin Avrupa Hisse alım satımı ve Danışmanlık hizmetleri bölümünü ele geçirdi. NatWest Bank yatırım bankacılığı kolu NatWest Market’i satmak için Alman Deutsche Morgan Grenfell ve Amerikalı Bankers Trust ile görüşmelere başladı. Her iki taraf da inkar etmelerine rağmen, gazeteler İngiltere’nin en büyük iki bankası Barclays ve NatWest’in gizli birleşme görüşmeleri yaptığını yazıyorlar. (The Financial Times, The Guardian, Wall Street Journal, The Economist, Business Week, European)
Füzyonlar konut-kredi birlikleri (building society) alanında çarpıcı bir şekilde yaşanıyor. İngiliz mali sermayesinin yapısı içinde önemli bir yer tutan konut-kredi birliklerinde yaşanan füzyonlar ve tekelleşmeyi daha yakından görelim.
Yıllar Birlik sayısı
1900 2.286
1930 1.026
1950 819
1970 481
1990 117
1997 77
(Kaynak :The Economist ve Registrar General’s Reports and Building Society Affairs)
Yukarıdaki tablodan da açıkça görüldüğü gibi 1900 yılında 2286 olan konut-kredi birliklerinin sayısı füzyonlar sonucu 50’de 819’a, 70’de 481’e, 90’da 273’e, 97’nin başlarında ise 77’ye indi. Bankaların konut kredi birliklerini ele geçirmesi ya da iyice büyümüş olan konut kredi birliklerinin doğrudan banka statüsü kazanması süreci hızla devam ediyor. Royal Bank of Scodland 7. büyük konut-kredi birliği olan Midshires’ı almak için 630 milyon sterline anlaştı. Yine Royal Bank of Scodland, Halifax, Woolwich, Alliance & Leicester ve Nothern Rock’un banka olmasından sonra kalanlar arasında en büyük konut kredi birliği haline gelen Nationwide ile yakın ilişki içinde olduğunu ve satın alma görüşmeleri yaptığının artık bir sır olamadığını açıkladı. (The Financial Times)
BANKALARIN ROLÜ
Lenin, “Emperyalizm” adlı kitabında “bankaların rolünü dikkate almazsak, modern tekellerin gerçek gücü ve önemine ilişkin bilgilerimiz son derece eksik ve yetersiz kalacaktır.” demekte ve biraz aşağıda devam etmektedir:
“Bankacılık geliştiği ve az sayıda kuruluşun elinde yoğunlaştığı ölçüde, bankalar mütevazı aracılar olmaktan çıkıp, bütün kapitalistlerin ve küçük girişimcilerin bütün para sermayelerini ve belli bir ülkenin ya da birçok ülkenin üretim araçlarını ve hammadde kaynaklarının büyük kısmını ellerinde tutan güçlü tekellere dönüşürler. Çok sayıda mütevazı aracının böyle bir avuç tekelciye dönüşmesi, kapitalizmin kapitalist emperyalizme dönüşmesinin temel süreçlerinden birini oluşturur.” (Lenin, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması-Emperyalizm, sf.38, İnter yay.)
Bankalar esas olarak ödemelerde aracılık yapmak için ortaya çıktılar ve Lenin’in işaret ettiği gibi süreç içinde mütevazı aracılar olmaktan çıkıp bütün kapitalistler ve küçük girişimcilerin para sermayelerinin tamamını ve bir ya da birçok ülkenin üretim aracı ve hammadde kaynaklarının büyük kısmını ellerinde tutan çok güçlü tekellere daha 1900’lerin başlarında dönüştüler. Neredeyse hemen her şeyi ellerine geçirdiler. Rolleri her geçen daha da arttı ve bugün 1900’lerin başlarındakinden çok daha önemli hale geldiler. Bankaların İngiltere ve uluslararası planda oynadıkları rolün günümüzdeki somut durumu bu bakımdan önem taşıyor.
Bugün İngiltere’de 263’ü yabancı olmak üzere 515 banka var. Yabancı bankalardan 28’i Japon, 23’ü Amerikan, geri kalan 212’si de diğer ülkelere ait. Bu sayının 80’i diğer şirketlerin bankacılık işlerini yapan İngiltere’deki şubeleri. 252 İngiliz bankasının 20’sini mevduat bankaları, 31’ini tüccar bankalar, 8’ini mevduat kabul evleri, geri kalanlarını da diğer bankalar oluşturuyor.
İngiltere Merkez Bankası verilerine göre 1991’de İngiltere’deki bankaların elinde bulunan mevduat miktarını aşağıdaki tablo gösteriyor.
(Sterlin olarak) Yabancı kur olarak)
Toplam mevduat Toplam mevduat
(milyon sterlin) (milyon sterlin)
İngiliz mevduat bankaları: 304750 68425
İngiliz tüccar bankaları: 34837 16787
Diğer İngiliz bankaları: 39025 8582
Amerikan bankaları: 18656 98281
Japon bankaları: 35478 205144
Diğer yabancı bankalar: 99710 278738
Tasarruf sandıkları: 16250 579
Toplam: 548706 676536
Sterlin veya yabana kur olarak toplam: £548706m + £676536m =£1252242m.
Görüldüğü gibi bankaların elindeki mevduat toplamı 1 trilyon 152 milyar sterlin. Üstelik bu rakam 1991’e ait. Bugün bu rakam en azından bunun birkaç katı. Sadece İngiliz bankalarının ellerinde biriken para 1993’de 1 trilyon 488 milyar sterlin (2,4 trilyon dolar) oldu. Konut kredi birliklerinin ellerinde biriken toplam mevduat miktarı ise daha 1991’de 247 milyar 403 milyonu buluyordu.
Bankalar etki alanlarını yalnızca kendi ülkeleriyle sınırlı tutmuyor ve sadece kendi ülkelerinde mevduat toplamıyorlar. Kendi ülke mevduat pazarları onlara dar geliyor. Büyüdükçe diğer ülkelerin mevduat pazarlarına da giriyor ve oraları da ele geçirmek istiyorlar. Önlerine çıkan yasal engelleri de değişik yollarla aşıyorlar.
Bankalar ve diğer finans kuruluşları çeşitli yolları kullanarak özellikle geçtiğimiz son 10 yılda çok sayıda ülke mevduat pazarına girdiler. Örneğin İngiltere’nin en büyük sigorta kuruluşlarından Sun Life Assurance ile Fransızların o dönemde en büyük sigorta şirketi olan UAP karşılıklı birbirlerinin hisselerini aldılar ve kısmi bir birleşme yaptılar. İngiliz Şirketi böylece Fransa ve UAP’nin en büyük Belçika sigorta şirketi ile çok sıkı bağları olduğundan Belçika pazarına da girdi. Midland Bank da İtalyan Instituto Bancario Italiano bankasının İspanya’daki kolu olan İspanyol Banco Santander of Spain bankasını yutarak İspanya ve Avrupa pazarına girdi.
Aynı yolu Alman ve Fransızlar da izledi. Örneğin Alman Deutsche Bank AG. 1987’de, Bank of America’nın İtalya’daki 100 şubesini ele geçirerek İtalyan pazarına girdi. Aynı şekilde Fransız Credit Lyonnais of France bankası da Amerikan Chase Manhattan Bank’ın Hollanda kolu olan Nederlander Crediet Bank’ın 127 şubesini ve yüzde 7’lik hissesini ele geçirdi.
“DÖRT BÜYÜK”
Yoğunlaşma bankalarda hızlı bir şekilde sürüyor. Bankacılık sektöründe, İngiltere’de yarısından fazlası yabancı olmak üzere 500’den fazla banka olmasına rağmen “Dört Büyük” (Big Four) denilen ve Barclays, National Westminster, Lloyds-TSB ve Midland Bank (artık sadece HSBC Holdingleri grubunun bir kolu)’dan oluşan dört büyük banka piyasayı elinde tutuyor. Bu 4 büyük bankanın aktifleri toplamı, 1996 rakamlarına göre 920 milyar sterlini buluyor. Yine ülke içindeki toplam 11 bin 350 şubenin yüzde 77,8’i sadece bu dört büyüğe ait. Dört büyüklerden NatWest geçtiğimiz yıl büyük bankalar arasında sayılan Hambros’un tamamını satın aldı. Yine, Bank of Scodland’ın yüzde 35’inin sahibi Barclays grubu. The Financial Times’a göre en büyük bankalardan Barclays ve NatWest grupları arasında birleşme pazarlıkları yapılmaya başlandı. Barclays grubunun 43 yaşındaki genel müdürü J. Martin Taylor en büyük hayalinin NatWest’i almak olduğunu açıkça ilan etti.
Lloyds-TSB grubu, Lloyds bankasının ayrı büyük bir banka olan TSB’yi Aralık 1995’de yutması sonucu oluştu. Lloyds Bank, TSB’den birkaç ay önce, 95 Ağustosu’nda da Cheltenham & Gloucester konut kredi birliğini yutmuştu. Lloyds-TSB bir buçuk yıl içinde hızla büyüdü ve bugün kimine göre en büyük, kimine göre de üçüncü büyük İngiliz bankası oldu. Hızla yukarılara doğru tırmanıyor.
Aynı şekilde klasik mevduat bankacılığından çok yatırım bankacılığı ve diğer ülkelere borç ve kredi verme işleriyle uğraştığı için sokaktaki insan tarafından hemen hiç tanınmayan İngiltere’nin en büyük bankacılık kuruluşu durumundaki eski adı HongKong Bankası olan HongKong ve Şanghay Bankacılık Korporasyonu (HSBC) Holdingleri Grubu da 1993’de birçok banka, sigorta ve yatırım şirketi, sanayi kuruluşundan sonra Midland Bankası’nı da yutarak en büyük oldu.
Yuttuğu Midland Bank’ın şubelerinin dışında İngiltere’de fazla şubesi olmayan ve daha çok yatırım bankacılığı yaparak ülkelere kredi ve borç para veren HSBC Holdingleri grubunun 78 ülkede 5 bin 500’ün üzerinde şubesi bulunuyor. Yine Barclays grubunun ülke içinde 2 050 şubesinin yanında 84 ülkede 5 binden fazla şubesi var. National Westminster Bank’ın dünyadaki şube sayısı da Barclays’den aşağı kalmıyor. Aynı şekilde İngiltere’de çok az şubesi bulunan ve küçük mevduat bankalarından birisi sayılan Standart Chartered Bankası çoğu Asya, Afrika ve Ortadoğu’da olmak üzere 40 ülkede 600 şubenin sahibi.
“Bütün ülkeyi baştanbaşa saran, bütün sermayeleri ve gelirleri merkezileşti-ren ve binlerce dağınık işletmeyi tek bir ulusal ekonomiye ve nihayet kapitalist dünya ekonomisine dönüştüren sıkı bir kanallar ağının ne büyük bir hızla oluştuğunu görüyoruz.” (Lenin, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması-Emperyalizm, sf.38, İnter yay.)
Lenin’in daha 1916’da tespit ettiği şey bugün çok daha açık ve net olarak görülebiliyor.
Yazımızın önceki bölümlerinde çalıştırdıkları kişi sayısına göre İngiltere’deki en büyük 25 şirketin kâr ve mal varlıkları toplamını vermiştik. Bu kez de mal varlıklarına (toplam aktiflerine) göre, yine Fortune dergisine dayanarak İngiltere’nin sadece en zengin 10 şirketini sıralayalım (1996 sonu):
Şirketin Adı Mal Varlığı (Aktifleri) Faaliyet Alanı
(milyar sterlin)
1 HSBC Holdingler 247 Bankacılık
2 Barclays 195 Bankacılık
3 NatWest 194 Bankacılık
4 Lloyds-TSB 154 Bankacılık
5 Abbey National 130 Bankacılık
6 Halifax 114 Bankacılık-Konut-Kredi Bir.
7 Prudential 82 Bankacılık- Sigortacılık
8 Shell 77 Petrol
9 Royal Sun & Alliance 58 Sigortacılık- Emeklilik
10 Commercial Union 57 Sigortacılık- Emeklilik
Toplam 1.308
Tablodan görüldüğü gibi İngiltere’nin en büyük, en zengin ve en fazla paraya sahip 10 tekelinden 9’u finans kuruluşu. Banka, sigorta ya da konut kredi birliği, emekli fonu. Bunlardan ilk beşi doğrudan banka, 6. ve 7.’si artık bankacılık da yapmaya başlayan konut kredi birliği ve sigorta şirketleri. 9. ve 10.’lar ise sigorta şirketleri. İlk 10 içindeki doğrudan finans kuruluşu olmayan tek grup dünyanın en kârlı şirketi olan ve 5 kıtada petrol çıkaran Shell.
YATIRIM BANKACILIĞI (TÜCCAR BANKALAR), YATIRIM ŞİRKETLERİ
Bankalar yalnızca mevduat bankacılığında değil, yatırım bankacılığı ve tüccar bankacılıkta da çok önemli bir rol oynuyor. Her bankanın mutlaka en az bir tane de yatırım ve tüccar bankası var. Örneğin Barclays grubunun yatırım bankasının adı BZW (Barclays de Zoete Wett).
1986’deki “büyük patlama-big bang”in ardından gelen ve Kara Pazartesi olarak adlandırılan Ekim 1987’deki borsa krizi, New York ve Tokyo’dan sonra hâlâ dünyanın üçüncü büyük finans merkezi sayılan Londra’nın ünlü City’sinde de büyük bir panik yaşanmasına neden oldu. Borsa’daki birçok şirket ve borsa işlemcisi aracı kişi ve firmalar bu panikten önemli ölçüde etkilendiler. Zayıfların sarsıntısından büyükler yararlandı. Büyükler Thatcher hükümetinin de yardımıyla daha küçükleri yuttular.
O zamana kadar borsada bankaların doğrudan faaliyetleri yoktu. 1908’den beri Londra Borsasında daha çok işlemci kişi ya da uzmanlar bazı kurumlar adına işlem görüyorlardı. Örneğin 1986’da Londra Borsasında işlem görme yetkisine sahip. 209 üye firma adına 4852 kişi işlemedik yapıyordu. Bu 209 firmanın ezici çoğunluğu (192 firma) belli bir komisyon karşılığında yatırımcı şirketlere aracılık yapıp onlar adına kıymetli evrak, hisse alırlardı. 1969’da getirilen düzenlemeyle bu aracı ve işlemci firmaların limited şirket olmalarına izin verildi. Fakat yine bankalar ve büyük tekeller borsada doğrudan kendi adlarına işlem göremiyorlardı. 1986’daki “büyük patlama” ve 87’deki “Kara Pazartesi” sonunda yeni bir düzenleme getirildi. 1987’de yürürlüğe konulan yasa ile borsa ve menkul ve kıymetli evrak piyasası düzenlemeye sokuldu. Yerli ve yabancı banka ve şirketlere borsanın kapısı açıldı. Kısa bir sürede İngiliz ve yabancı bankalar borsa ve para piyasalarının en önemli unsurları haline geldiler. İlk iş olarak yıllardır borsada işlemci ve aracı firma olarak uzmanlaşmış kişi, şirket ve firmaları satın alarak onların tecrübe ve yardımları ile borsada işlen yapmaya başladılar.
İşte Barclays grubu da bu sırada harekete geçti ve City’nin önde gelen toptan menkul ve kıymetli evrak satıcısı Wedd Durlacher Mordaunt ile en önde gelen borsa işlemcisi Zoete & Bevan’ı satın aldı, daha doğrusu yuttu. Böylece Barclays de Zoete Wett (BZW) adını alarak dünya çapında önemli bir menkul ve kıymetli evrak şirketi ve tüccar banka (yatırım bankası) oldu. Wedd’in yılların deneyimini kullanarak giderek daha da büyüdü ve başta ABD ve Japonya olmak üzere dünya borsalarında söz sahibi bir yatırım bankası haline geldi. BZW bugün özellikle Frankfurt, Tokyo ve New York olmak üzere dünya para piyasalarında önemli bir güç. Ancak, Barclays grubu BZW’nin en önemli kısmı olan Kıta Avrupası hisse alım satım ve danışmanlık hizmetleri bölümünü geçtiğimiz haftalarda Amerika’nın Avrupa’daki bankalarından CSFB (Credit Suisse First Boston)’ye sattı. Karşılığında da CSFB’nin Avrupa hisse alım satım bölümünü satın aldı. Aynı yolu izleyerek HSBC James Capel’i, Midland Bank da Samuel Montagu Menkul ve Kıymetli Evrak Kabulevini ele geçirerek bu piyasaya girdiler. HSBC daha sonra Midland Bank’ı ele geçirdi ve hem James Capel’in hem de Samuel Montague’nün sahibi oldu. NatWest Fielding ve NewsonSmith’i daha sonra da Wood MacKenzie’yi ele geçirerek County NatWest’i kurdu. Yine örneğin Alman Deutsche Bank, Morgan Grenfell’i ele geçirerek Deutsche Morgan Grenfell’i kurdu. Alman Dresdener Bank da Kleinwort Benson’ı satın alıp yatırım bankacılığına el attı.
Diğer bütün büyük İngiliz ve yabancı bankalar aynı yolu izlediler. Bankacılık yasasına getirilen düzenleme ile yatırım bankalarına mevduat toplama olanağı da sağlandı.
İngiltere’de bu şekilde çok sayıda tüccar banka (merchant bank) ya da ABD ve dünya para piyasalarındaki adı ile yatırım bankası var. The Financial Times gazetesine göre 1991’de İngiltere’deki en büyük 10 tüccar banka; Morgan Grenfell, Goldman Sachs, NM Rothschild, SG Werburg, Schroder Wagg, Hambro Magan, BZW, County NatWest ve Kleinwort Benson idi. Ancak bugün bu yatırım bankalarının çoğunun sahipleri değişti. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Morgan Grenfell’i Alman Deutsche Bank, BZW’yi Amerikan CSFB, Hambro Magan’ı NatWest, Schroders ve Robert Fleeming’i HSBC, Kleinwort Benson’ı Alman Dresdner Bank, SG Warburg’u İsviçre SCB (Swiss Bank Corporation) satın aldı. NatWest grubu, County NatWest’in de içinde olduğu NatWest Market’i satmak için Amerikan Bankers Trust ve Alman Deutsche Morgan Grenfell ile görüşmelere başladı.
İlk bakışta İngiliz bankalarının elinde yatırım bankası kalmıyor gibi görünüyor. Bazı İngiliz gazeteleri “NatWest Market de satılırsa elimizde yatırım bankası kalmayacak” diye feryat etmeye başladıkları sırada, Barclays grubu 450 milyar doları kontrol eden Barclays Global Investor’a ek olarak Barclays Capital adıyla yeni yatırım şirketi kurduğunu ilan etti. İngiliz mali sermayesi her alanda dağınık duran sermayelerini bir araya topluyor ve giderek daha fazla merkezileşiyor. Barclays ve NatWest gruplarının birleşme çabaları da İngiliz emperyalizmi ve onun mali sermayesinin ileriye atılmak için güç topladığının en önemli işaretlerinden birisini teşkil ediyor.
Yatırım bankacılığı ve yatırım şirketlerinin yaptığı işi anlayabilmek için üç büyük yatırım şirketinden örnek verelim. Örneğin Alman Deutsche Bank AG’ye ait Deutsche Morgan Grenfell’in verdiği borç ve kredilerden birkaçı: Şubat 1997’de Meksika devletine 2009 yılında geri ödenmek koşulu ile yüzde 8,25 faiz ile 500 milyar Alman Markı, Mayıs 97’de, Arjantin Cumhuriyetine 2004 yılında geri ödenmek koşulu ile 500 milyar Arjantin Lit’i, Haziran 97’de, Romanya Cumhuriyetine 2002 yılında geri ödenmek koşulu ile yüzde 7,75 faiz ile 600 milyon mark, yine Haziran 97’de Brezilya Cumhuriyetine 2017 yılında geri ödenmek koşulu ile yüzde 11 faiz ile 50 milyar Lit. Bunların dışında Alman yatırım şirketinin Şubatta Belle Korporasyonuna 2002 yılına kadar verdiği 150 milyon ABD doları ile Temmuzda Eskom şirketine 2027 yılma kadar verdiği 8 milyar Zar’ı diğerlerinin yanında küçük kalıyor. (The Financial Times, 19 Eylül 1997, Deutsche Morgan Grenfell’in kendi İlanı)
18. yüzyılda Morgan Grenfell’in kurucusunun İngiltere’den Amerika’ya giden oğlu John Pierpont Morgan tarafından kurulduğu için ismini oradan alan ABD’nin en büyük yatırım şirketlerinden JP Morgan’ın bazı ülkelere verdiği kredilerden birkaçı: Ekim 1996’da Filipinler Cumhuriyeti’ne 2016 yılında geri ödenmek koşulu ile yüzde 8,75 faiz ile 690 milyon dolar, Şubat 1997’de Arjantin Cumhuriyetine 2017 yılında geri ödenmek koşulu ile yüzde 11,375 faiz ile 2 milyar dolar, Şubat 97’de 2007 yılında geri ödenmek koşulu ile yüzde 7,625 faiz ile 750 milyon ve yüzde 8,625 faiz ile 250 milyon dolar, Mart ’97’de Umman Sultanlığı’na 2002 yılında geri ödenmek koşulu ile yüzde 7,125 faiz ile 225 milyon dolar, Mayıs 97’de Çek Cumhuriyeti’nin garantisi ile Çek İhracat Bankası’na 2002 yılında geri ödenmek koşulu ile yüzde 7 faiz ile 250 milyon dolar ve Haziran 97’de Rusya Federasyonuna 2007 yılında geri ödenmek koşulu ile yüzde 10 faiz ile 2 milyar dolar. JP Morgan’ın Çin Kalkınma Bankası, Kore Kalkınma Bankası, Çin’de Jingyuar barajını yapan MPC şirketine, Malina Su Kurumu’na, Endonezya Negara Bankası’na, Malezya Telekomu’na, Hindistan’ın ICICI Korporasyonu Çin’in Huaneng Elektrik Kurumuna, COCO şirketi ve daha birçoğuna verdiği kredilerin ise sadece isimlerini anmakla yetindim (The Financial Times, 19 Eylül 1997, JP Morgan ‘in kendi ilanı)
Yatırım bankacılığının İngiltere’deki en büyük ismi HongKong ve Şanghay Bankacılık Korporasyonu (HSBC) Holdingleri grubu. Bu grup işe 1865’de Çin’in İngiltere’nin sömürgesi olduğu dönemlerde, Çin, ABD ve Avrupa arasında ticaret ve mali işlemler yapmak amacıyla başladı. İlk ismi Hong Kong Bankası idi. 1867’de Hong-Kong ve Şanghay Bankacılık Korporasyonu oldu. Uzun yıllar İngiliz sömürgeciliğinin Uzakdoğu’daki temsilcisi durumundaydı: HSBC aralarında HongKong Bankası’ndan sonra HonKong’un ikinci büyük bankası Hang Seng Bank, HongKong Malezya Bankası, Asya Yatırım Bankası, Cathay Pasifik Havayolları, ABD’nin en büyük yabancı bankası olan Marine Bankası ve Americas Inc., Kanada’nın en büyük yabancı bankası olan 100 şubeli Kanada HongKong Bankası, Körfezdeki en büyük yabancı banka olan İngiliz Ortadoğu Bankası, Avustralya HongKong Bankası, Suudi İngiliz Bankası ve Kıbrıs Halk Bankası gibi çok sayıda banka ve yatırım şirketinin sahibi. Grup bunların dışında İngiliz Arap Ticaret Bankasından Arjantin’de Banco Roberts ve Şili’deki Banco Santiago’ya kadar birçok banka, yatırım bankası ve diğer şirketlerde hisse sahibi. HSBC aynı zamanda İngiltere’nin Royal Bank of Scodland ile Standard Chartefed bankalarının önemli bir miktar hisselerinin de sahibi.
Devleşmesi özellikle 1980’lerden sonra oldu. Büyük patlamadan sonra Londra Borsası’nın en büyük işlemci firmalarında James Capel’i bünyesine kattı. Ardından 1987’de Midland Bank’ın yüzde 14,9 hissesini ele geçirdi. HongKong Bankası 1991’de diğer birçok şirket ve holdingleri de ele geçirerek HSBC Holdinglerini kurdu. Midland Bank’ı ele geçirmeyi önüne koydu ve kısa bir süre içinde, Nisan 1992’de de yuttu. HongKong’daki kişisel mevduatların yüzde 60’ının sahibi olan HSBC’nin bugün başta Çin, HongKong, Malezya, Uzak Doğu ülkeleri olmak Asya, Avustralya, Avrupa, Amerika, Afrika, Pasifik ve Ortadoğu bölgelerinde 78 ülkede faaliyet yürüten 5 bin 500’den fazla şube ve büroları var. HSBC’nin örneğin Hong-Kong’da 433, Malezya’da 50, Çin’de 14, Singapur’da 31, Japonya ve Endonezya’da 8’er, Hindistan’da 29, Avustralya’da 42, İngiltere’de 1792, Almanya’da 14, Güney Kıbrıs’ta 136, Türkiye’de 2, Brezilya’da 2004, ABD’de 452, Kanada’da 122, Peru’da 47, Arjantin’de 31, Suudi Arabistan’da 63, Birleşik Aran Emirlikleri’nde 15, Umman’da 5, Lübnan’da 5, Mısır’da 6, Zimbabwe’de 4, Güney Afrika’da 4 şube ya da bürosu var. (HSBC 1997 Yıllık Raporu)
HSBC’nin şirketleri dünyanın 5 kıtasında fabrika inşaatından, kanallar, barajlar, elektrik terminalleri inşa etmenin yanı sıra birçok yatırıma mali sponsorluk yapıyor, ülkelere ve büyük şirketlere uzun ya da kısa vadeli faizlerle kredi ve borç veriyor. HSBC’nin Asya Yatırım Bankası örneğin şu sıralarda Çin’in başkenti Pekin’in en büyük toplu konut inşaatı olan 1,7 milyar Hong-Kong doları değerindeki Pekin Kuzey Yıldızı projesinin finans koordinatörlüğü, mali danışmanlığı ve finans desteğini yapıyor. Dünyanın en büyük bankalarından olan HSBC şu anda Çin’in dışında Yunanistan’ın özelleştirme programı içinde en büyük payı elde etmekle meşgul. İngiliz bankası Yunanistan tarihinin en büyük satışı olacak 1,7 milyar sterlin tutarında mülk alıyor. Yine Mısır’da, 105 milyon sterlin sermayeli meşrubat üretim tesislerinin finans desteği HSBC tarafından yapılıyor. HSBC ile ilgili rakamlar bir ölçüde İngiliz emperyalizminin yaptığı sermaye ihracı ve dünya pazarlarına hâkim olma mücadelesinin verilerini de oluşturmaktadır.
Yukarıdaki örneklerden de anlaşıldığı gibi, yatırım banka, şirket ve tröstleri ile unit tröstlerinin esas rolü hisse senedi ve tahvil gibi menkul ve kıymetli evrak alıp satmak, yatırımlara kaynak sağlamak, yüksek faizlerle uzun ya da kısa vadeli borç para vermek ve komisyon karşılığında büyük tekelere danışmanlık yapmak, bilgi satmak.
Yatırım şirketi denilince büyük bankalar akla geliyor. Yatırım şirketlerinin ezici çoğunluğunu esas olarak, HSBC, Barclays, NatWest ve Lloyds-TSB’den oluşan dört büyük banka ele geçirmiş durumda. Büyük bankalar artık gizlice değil, doğrudan yatırım şirket, tröst ve unit tröstlerinin sahipliğini yapıyorlar.
Bankalar önlerine çıkarılan yasal engelleri aşabilmek için yatırım bankası, tüccar banka, tasarruf sandıkları, mevduat kabul evleri, unit tröstleri, yatırım tröst ve şirketleri gibi klasik bankacılık statüsüne uymayan yasal statü olarak belli farklılıklar taşıyan çok sayıda finans kuruluşunun arkasına gizlenmek ve aracı olarak onları kullanmak zorunda kalıyorlar. 1900’lerin başlarında, 1908’lerde Londra bankaları joint stock (anonim şirket) bankaları olup yerel bankaları yuttuktan sonra, kamuoyunda kendilerine karşı tepki oluşmaya başladı. 1890’lardan sonra, 1908’lerden 1926’lara kadar İngiltere’de çok güçlü işçi hareketleri oldu. Örneğin 1919–20 arasında, grevlerle 30 milyon iş günü kayboldu. Maden işçilerini desteklemek için işçilerin kendiliğinden başlattığı ve hareket tüm ülkeye yayıldıktan sonra TUC (İngiltere Sendikalar Konfederasyonu)’un başındaki sendika ağalarını da sahiplenmek zorunda bıraktıran ve milyonlarca işçinin katıldığı Mayıs 1926’daki 9 günlük genel grevle bu hareket doruk noktasına ulaştı ve daha sonra düştü. Bu güçlü işçi hareketi içinde, her şeyi ele geçirmekte olan bankalara karşı büyük tepkiler oluştu. Hareketin ardından 1929’da patlak veren emperyalist kapitalizmin büyük krizi sonucunda bu tepki daha da arttı. Tepki sonucu İşçi Partisi (Labour Party)’nin 1933’deki kongresinde finans ve sanayi tekellerinin kamulaştırılması önergesi büyük bir oyla kabul edildi. 1934’de parti programına petrol, kömür, demir-çelik, elektrik, ulaşım gibi temel sanayi kollarının yanı sıra topraklar ve bankaların kamulaştırılma maddesi konuldu ve bu politika açıkça savunulmaya başlandı. Bu sıralarda (1931-35 arasında), başta demir-çelik sanayi, gemi yapım – taşımacılığı., araba tekeli Rover vb. olmak üzere İngiliz sanayi tekellerinin hisselerinin büyük kısmı doğrudan bankalara aitti. 2. Emperyalist Paylaşım Savaşının sonunda, İngiliz işçi sınıfı emekçi kesimler arasında Sosyalist Sovyetler Birliği ve Kızıl Ordu ile “Uncle Joe” (Co Amca) dedikleri Stalin’e karşı duydukları sevginin de etkisiyle sosyalizme karşı ilgi ve sempati arttı. 46 ve 47’de büyük işçi grevleri patlak verdi. Komünistler işçi sınıfı ve sendikalar içinde güçlü bir konuma gelmeye başladılar. Örneğin 1945–47 aralarında Araba ve Motor İşçileri Sendikası’nın 7- kişilik MYK’sının 2 tanesi, Elektrik İşçileri Sendikasının genel başkan ve genel sekreteri, İnşaat İşçileri Sendikasının genel başkanı, en büyük sendika Ulaşım İşçileri Sendikasının 38 kişilik MYK’sının 8 tanesi Komünist Partisi yöneticisi idi. Bu güçlü rüzgâr altında 1945’deki seçimleri İşçi Partisi çok büyük bir oy farkıyla kazandı. Tabandan gelen yoğun baskı sonucu hükümet programında temel sanayi kollarındaki büyük tekellerinin yanı sıra, dört büyük banka (Barclays, NatWest, Midland ve Lloyds) ile yatırım tröstleri, konut kredi birlikleri ve sigorta şirketleri gibi finans kuruluşlarının her birinden en büyüğünün kamulaştırılacağı açıklandı. İşçi Partisi “sosyal devlet” uygulamasını başlattı. Sanayi tekellerinin önemli bir kısmını kamulaştırdı; ancak bankalar ve diğer finans kurumlarına dokunmadı. Bununla birlikte bankalara birçok yasal kısıtlamalar getirildi. (P. Armstrong, A. Glyn, J. Harrison, Capitalism Since 1945, London, 1991)
İşte bankalara karşı oluşan bu tepkiler ve kamulaştırılma korkusu ile yasal kısıtlamalar bankaları gizlenmeye itti. Sanayi kuruluşları ile olan doğrudan bağlarını kesip, başka kurumlar aracılığı ile bu hâkimiyetlerini sürdürdüler. Bankalar önlerine çıkarılan engelleri klasik Evrensel Bankacılık sisteminde olmayan kurumların arkasına saklanıp onları güçlendirerek aşıyorlardı. Ancak özellikle 1979’lardan itibaren getirilen yeni yasal düzenlemelerle bankaların önü giderek açılınca yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladılar. Bunun sonucunda çoğu kez arkasına gizlendikleri yasal statüde kısmi farklılıklar taşıyan yatırım şirketi, unit tröstü, yatırım bankası ile emekli fonu ve sigorta şirketlerini teker teker doğrudan bünyelerine katmaya giriştiler. Açıktır ki, bu süreç mali sermayenin yeni bir yoğunlaşmasını beraberinde getirmektedir. Finans kuruluşları arasındaki içice geçme yeni bir boyut kazanmakta, Anglo-Amerikan sistemine özgü bazı kuruluşlar, görüntüdeki ‘bağımsızlıkları’nı henüz yitirmemekle birlikte, fiiliyatta giderek ancak banka gibi klasik mali kuruluşlarla içice, onlarla birlikte varlıklarını sürdürmektedirler. Buna rağmen güçleri azalmış da olsa, yine de belli sayıda yatırım şirketi, tröstü ve benzer iş yapan unit tröstleri varlıklarını sürdürüyorlar kuşkusuz. Haziran 1996’da kayıtlı 1600 unit tröstünün kontrolü altında 126 milyar sterlin tutarında para bulunuyordu. İngiltere Yatırım Tröst ve Şirketleri Birliğine üye 320 yatırım tröstünün elindeki para miktarı ise yine 1996 Haziranı itibarı ile 56 milyar sterlini buluyordu. National Saving denilen başka bir tür mevduat şirketlerinin elinde de Eylül 1996 itibarıyla 61 milyar 657 milyon sterlin birikmiş durumdaydı. Bu şirket ve tröstlerin hisselerinin önemli bir kısmı da yine büyük bankalara ait.
SİGORTA ŞİRKETLERİNİN DEĞİŞEN KONUMLARI
Sigorta şirketleri elbette ki yeni bir olgu değil. 1800’lü yıllardan beri varlıklarını sürdürüyorlar. Ancak önceleri gerek oynadıkları rol, gerekse de etkinlikleri bugünkü gibi değildi. Bugün finans kuruluşlarının en önemli unsurları arasına girdiler.
Devasa boyutlarda biriken sigorta primleri süreç içinde giderek birçok tekelin iştahını kabarttı ve bu kârlı alan hemen büyük tekellerin dikkatini çekti. Bankaların dışında, konut kredi birlikleri ve hatta büyük süpermarket grupları bile sigorta işi yapmaya başladılar. Örneğin bu sene içinde İngiltere’nin en büyük süpermarketler zinciri tekellerden olan Tesco, J Sainsbury ve Marks & Spencer yiyecek içecek işinin yanı sıra sigorta işi de yapmaya başladılar. Bu üç büyük süpermarket aynı zamanda konut kredi birliği-mortgage ve hisse ve tahvil alım satım işlerine de başladılar. Sigorta piyasasına en son giren tekel ise Virgin.
Özellikle son birkaç yıl içinde daha belirgin olmak üzere hayat sigortası şirketleri ile emekli fonları neredeyse aynılaştılar. Çoğu kere aynı işi yapar hale geldiler. Sınıflama yapılırken hangisinin sigorta şirketi, hangisinin emekli fonu olduğunu anlamakta yer yer zorlanıldığı olunuyor.
Bugün İngiltere’de, bankalar da dâhil, toplam 826 şirket sigorta işi yapıyor. Sigorta şirketi olarak kaydedilmiş ve İngiltere Sigortacılar Birliği (ABI)’ne kayıtlı sigorta şirketi sayısı ise 450. Bunlardan 200’ü sadece uzun dönemli hayat sigortası yapıyor. Geri kalanlar ise diğer sigortaları da yapıyorlar. 1994’de bütün işyeri ve şirketlere sigorta yaptırma koşulu getirildi.
Tüm hane sahiplerinin yüzde 65’i hayat sigortası yaptırmış bulunuyor. En büyük sigorta şirketi Prudential 1995 yılı rakamlarına göre, yalnız başına 9 milyona yakın kişiyi sigortalamış. Prudential yalnızca İngiltere’de değil, aynı zamanda ABD ve Kanada ile Asya ve Güney Pasifik ülkelerinde de sigorta alanının devleri arasında. Örneğin Prudential’ın ABD kolu olan Jackson National Life ABD pazarında ilk sigortalananlarının yüzde 28’ini, İtalya kolu Prudential Vita 12’sini, Hollanda kolu Prudential Leven 17’sini elinde tutuyor. Yine Prudential Avustralya, Prudential Yeni Zelanda ve Prudential İrlanda ve Kanada bulundukları ülkelerde sigorta piyasalarının en önemli unsurları arasında. Prudential’in 8 milyonu geçen “müşterilerinin” yüzde 58’i İngiltere dışında. Prudential o kadar büyüdü ki, 1 Ekim 1996’dan itibaren statü değiştirerek mevduat bankacılığı da yapmaya başladı.
Sigorta şirketlerinin kontrolü altında toplam 555 milyar 686 milyon sterlinlik (1995) uzun dönemli hayat sigortası parası birikmiş bulunuyor. Bunun sadece 72 milyar sterlinlik bölümü bir tek şirkete, yine Prudential’a ait. (Rakamlar ABI’ye ait)
En büyük 10 hayat sigortası şirketini sırasıyla: Prudential, Standart Life, Norwich Union, Commercial Union, Legal & General, Scottish Widows, Royal & Sun Alliance, Equitable Life, Allied Dunbar ve Scottish Equitable oluşturuyor.
Diğer alanlarda olduğu gibi sigorta sektöründe de tekelleşme ve yoğunlaşma hızla sürüyor. Örneğin 1996 yılında sigortacılık da yapan ve bugün banka olan en büyük konut kredi birliği Halifax, Clerical Medical ile Scottish Equitable ise Aegon ile birleşti. Konut kredi birlikleri, yatırım şirketleri ve diğer finans kurumlarında olduğu gibi füzyon ve bankalar tarafından ele geçirilme sonucu sigorta şirketi sayısı da önümüzdeki 3–4 yıllık kısa süre içinde hızla azalacak. The Financial Times’a göre toplam sigorta şirketi sayısı 2000’li yılların başında 40’a kadar düşecek.
Genel sigorta şirketlerinin kasasında 1995’de 36 milyar 800 milyon sterlin birikmiş durumdaydı. Yalnızca 1996 yılında 510 milyon sterlinlik genel sigorta yaptırılmış. Bunun konularına göre dağılımı şöyle: yüzde 33’ü mülk, 30’ü motor-araba, 14’ü kaza, 11’i kıymetli evrak, 11’i parasal zarar, 1’i de seyahat sigortası. (Insurance Statistics, Association of British Insurers)
Sigorta şirketleriyle bankalar arasında da bir içice geçme görülüyor. Bu arada her birinin doğrudan kendilerine ait bir ya da birkaç sigorta şirketi olmasının yanı sıra bankalar, diğer sigorta şirketlerine ait hisselerin bir kısmını da ellerinde bulunduruyorlar. Örneğin en büyük sigorta şirketlerinden Guardian’ın önemli bir kısım hissesinin sahibi geçen sene NatWest Bankacılık grubu tarafından yutulan Hambros Bank’ın elinde bulunuyordu. Yine Scottish Widows, Direct Line ve Royal Scottish Assurance sigorta şirketlerin bir kısım hisselerinin sahipliğini Royal Bank of Scodland yapıyor. En büyük tütün tekeli BAT Industries’in bünyesinde bulunan Allied Dunbar sigorta şirketinin önemli bir kısım hissesinin sahipliğini aynı zamanda HSBC yapıyor.
EMEKLİ FONLARI (PENSION FUNDS)
Anglo-Amerikan sisteminde, diğer emperyalist kapitalist ülkelerde olmayan ya da henüz önemli hale gelmeyen yeni bir yapı var: İngilizce pension funds denilen emekli fonları.
Her yerde olduğu gibi İngiltere’de de başta işçiler olmak üzere emekçiler yaşlanıp emekli olduklarında yaşamlarını bir nebze olsun garantiye alabilmek için çalıştıkları süre boyunca sigorta primi öderler. 40 yıl süresince her ay maaşlarından sigorta primi kesilin Ülkemizde bu işi SSK ve Emekli Sandığa İngiltere ve ABD gibi ülkelerde ise esas olarak büyük tekeller yapıyor. İngiltere’de emeklilik işlemlerinin önemli bir kısmı emekli fonları tarafından yürütülüyor. Kalan küçük bir kısım da devlet emekliliği olarak DSS (Sosyal Güvenlik Bakanlığı – bazı yönleriyle bizdeki SSK’ya benziyor) tarafından yürütülüyor.
1900’lü yılların başına kadar dünyanın en güçlü ekonomisine sahip en büyük emperyalist ülkesi İngiltere’de devlet uzun süre emeklilik işlerine karışmadı. 1900 yılında 38 milyon nüfuslu ülkede 6 milyonu imalat sanayisi, 2,5 milyonu tarım, 1 milyonu madencilik, 1 milyonu inşaat vb. sektörlerde çalışmak üzere toplam 18 milyon işçi varken 1908’e kadar devlet emeklilikle uğraşmadı. O zamana kadar zanaatkâr ve işçi birlikleri ile sendikalar ve işçilerin aralarında kurdukları “dostluk ve dayanışma dernekleri” (friendly society) topladıkları fonlardan yaşlı, hasta ya da çalışamayan işsiz işçilere yardımlaşma -emeklilik- ücreti ödüyorlardı. Örneğin, ayakkabıcılar, dokumacılar, terziler, madenciler, demir-çelik işçileri, vb. kendi aralarında dayanışma fonları kurmuşlardı. Her sektörün ya da her büyük fabrikanın işçileri kendi fonlarını oluşturmuşlardı. Bu fonların kontrolü işçi temsilcileri ve sendikalar ortaya çıktıktan sonra da sendikacılar tarafından yapılıyordu. Özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren emekli fonu konumundaki bu işçi birlikleri ile dostluk ve dayanışma dernekleri hızla çoğaldı. 1914’lere gelindiğinde bu birlik ve derneklerin milyonlarla ifade edilen üye sayıları vardı. İşçiler kendi emeklilik ve sosyal güvenliklerini kendi kurdukları fonlarda maaşlarından ödedikleri primlerle kendileri düzenliyorlardı.
1908’e gelindiğinde yükselmekte olan işçi hareketinin etkisiyle devlet emeklilik işine el atmak zorunda kaldı. 1908’de çıkarılan bir yasa ile 70 yaşından büyük ve yıllık geliri 21 sterlin’den az olan herkese haftada 5 sent emekli ücreti ödemeye başlandı. Emeklilik ücretleri bütçeden karşılanıyordu. Daha sonra yasa kapsamına 1911’de hastalık ve sınırlı sayıda işsizlik ile 1926’da dul ve yetimler de eklendi.
İngiltere’de 1892 ve 93’ten sonra özellikle 1908, 1911, 1912 ve 1913’te ve Sovyet devriminin de etkisiyle 1919–23 arası ve 1926 yıllarında çok büyük işçi grevleri meydana geldi. Dikkat edildiğinde 1908, 1911 ve 1926’da çıkarılan bütün bu emeklilik yasalarının işçi hareketinin en güçlü olduğu dönemlerde çıkarılmış olduğu görülecektir. Emeklilik yasaları işçi hareketinin zorlamasıyla ortaya çıktı.
1927’ye kadar emekli yaş sınırı hâlâ 70 idi. 27’de 65 oldu. Oysa 1901’de İngiltere’de ortalama ömür erkeklerde 45,5 kadınlarda 49 idi. Aynı oran 1931 ‘de erkeklerde 57,7, kadınlarda 61,6 olmuştu. Her iki dönemde de bu oran işçiler arasında çok daha düşüktü. Ağır iş koşulları yüzünden işçilerin çoğu daha 35 yaşına gelmeden ölüyorlardı.
Devletin yürütmeye başladığı kısmi emeklilik işlemlerinin yanı sıra tekelleşme ve yoğunlaşmanın artmasıyla işçilerin büyük çoğunluğu da az sayıda tekelin fabrika ve işyerlerinde yoğunlaştılar. İşçilerin kurdukları dostluk ve dayanışma dernekleri giderek sadece o tekelin işçilerini kapsayan emekli fonları haline geldiler. Böylece devletin uygulamaya başladığı emekliliğin dışında hemen her büyük sanayi tekelinin bünyesinde emekli fonları (mesleki emeklilik) oluşmuştu. Imperial Chemical Industries (ICI), British Rail, British Steel, British Post Office, Ulusal Kömür Kurumu, British Petrol, Unilever, Barclays Bank, National Westminster Bank’ın emekli fonları gibi. Her tekel kendi işçilerinin fonlarını kendisi topladı ve kullandı. Kısa zamanda en büyük emekli fonları en büyük sanayi işletmelerinin fonları oldu. Zanaatkâr ve işçi birlikleri ile dostluk ve dayanışma dernekleri döneminden beri fonlarda biriken paralar bankalarda biriktiriliyordu. Bu yüzden daha ilk ortaya çıkışlarından itibaren emekli fonları ve fon yöneticisi işçi temsilcilerinin bankalarla çok yakın ilişkileri oldu.
Daha önce çıkarılan yasalara rağmen emeklilik esas olarak 1942’de Sii William Beveridge’in raporuna dayanılarak hazırlanan ve 46’da yasalaşan Beveridge planı ve 48 Ulusal Sigorta Sistemi ile başladı. Daha önceleri emekli fonlarının yönetiminde bir standart yoktu.
Mesleki emeklilik planı üç kesimi temel alıyordu: işçi, işveren ve devlet. Bu yüzden işletmelerin emekli fonlarının yönetiminde de işçi, işveren ve devlet temsilcileri yer alıyordu. Önceleri işçi temsilcilerinin fon yönetimindeki oranları yüksekti. Giderek yapılan yeni düzenlemelerle işçi temsilcilerinin yönetimdeki payları sürekli düşürüldü, işveren temsilcileri ve mali danışmanların (banka temsilcileri) payları giderek artırıldı. İşçi temsilcileri ve sendikacıların baştan beri emekli fonları yönetiminde yer almaları işçi aristokrasisinin güçlenmesinde çok önemli bir rol oynadı.
Mesleki emeklilik 1900’lü yılların başından beri olmasına rağmen esas olarak 1950’li yılların sonlarından itibaren güçlendi. 2. Emperyalist Savaş’ın hemen ardından yükselen işçi hareketi ve sosyalizmin artan prestiji sonucu çok büyük bir farkla seçimi kazanan İşçi Partisi, bankalar dışında, söz verdiği kamulaştırmaları yapmak zorunda kaldı. Bütün büyük tekeller kamulaştırıldı. (Bilindiği gibi, kamulaştırılan tekeller sonradan yeniden özelleştirildi Böylece, savaştan tahrip olmuş işletmelerin yeniden inşa edilmesinin yükü de tekellerin sırtından alınmış, bütün bu giderler kamu kaynaklarından karşılanmış oldu!)
Kamulaştırılan tekellerin emekli fonları yönetimlerine daha da güçlendirilmek adı altında daha fazla sayıda mali danışman atandı. Bu mali danışmanlar çoğunlukla büyük bankaların temsilcileri oldular. Bankalar yaptıkları yatırım ve sermaye ihracının önemli bir kısmını kendi kasalarında bekleyen bu fonlardan karşıladılar.
1970’li yıllarda İngiltere’de büyük grevler başladı. 72 genel grevinin ardından 74 ve 79’da büyük grevler patlak verdi. İşçiler diğer taleplerin yanı sıra emeklilik ücretlerinin artırılmasını da istediler ve bir kısmını da kabul ettirdiler. Bundan telaşa kapılan mali sermaye emekli fonlarının kontrolünü doğrudan ele aldı. 1975 ve 79’da bankalar ve mali danışmanların önerdiği taslak üzerine yeni bir Sosyal Güvenlik ve Emeklilik Yasası çıkarılarak bankaların doğrudan kontrolü almalarına olanak tanındı.
Bankaların 80’li yılların ortalarından itibaren, dolaylı değil de giderek doğrudan emekli fonlarını ele geçirmeleriyle birlikte emekli fonlarının etkinlikleri hızla artmaya başladı. Örneğin, emekli fonları 1963’te İngiltere’deki toplam hisse senetlerinin sadece yüzde 6,4’üne sahipken bu oran 1975’te 16,8, 1990’da 31,4, 1992’de de 34,7’ye ulaştı. 1997’nin ikinci çeyreği sonunda emekli fonları toplam hisse senetlerinin yüzde 56,1’ine sahipken 1997’nin üçüncü çeyreğinde yüzde 58,8’ini ele geçirdiler. Aynı dönemde İngiliz emekli fonları diğer ülkeler bir yana sadece ABD’deki toplam hisse senetlerinin yüzde 4,3’ünün sahibi haline geldiler. Fonların ABD’deki yatırımları oranı 1997’nin ikinci çeyreği sonunda yüzde 3,3 idi. (The Financial Times, 5 Kasım 1997) Sadece üç ay içinde ABD’deki toplam hisselerin yüzde 1’ini daha ele geçirmişler.
Görüldüğü gibi, kasalarında milyarlarca sterlin değerinde kıymetli evrak ve hisse biriken emekli fonlarının hissesini almadıkları, ortağı olmadıkları şirket, tekel yok gibi. Korkunç bir açgözlülükle her şeyi ele geçiriyorlar. Emekli fonlarının bankacı yöneticilerinin yaptıkları bir tek şey var: City’de, Londra Borsasında üs kurup sürekli hisse senedi ve tahvil satın almak, yatırım yapmak. Londra borsasında en fazla yatırım yapan en büyük 50 yatırımcı ve işlemci şirketin satın aldığı hisse senedi ve tahvilin yüzde 50’sinden fazlasını sadece 12 emekli fonu yöneticisi satin alıyor.
Emekli fonlarının üyesi olduğu Institutional Fund Managers Association (IFMA)’ya göre, 31 Mart 1997 tarihinde emekli fonlarının kontrol ettiği sermaye miktarı yaklaşık 1,8 trilyon sterlin (1 trilyon 755 milyar 200 milyon sterlin)’e ulaştı. Bu miktar 1996’da 1 trilyon 492 milyar, 1995’te ise 1 trilyon 86 milyar sterlin idi. Görüldüğü gibi emekli fonları her yıl 300- 400 milyar sterlin kadar daha zenginleşiyorlar.
Emekli fonları içinde de yoğunlaşma hızla sürüyor. 31 Mart 1997’da, IFMA’ya üye 81 emekli fonundan en büyük yüzde 25’ini oluşturanlar toplam 1 trilyon 161,3 milyar sterlin ile toplam yatırımların yüzde 66’sını (bu oran 1995’te 60 idi) elinde tutuyorlar. En küçük 25’ini oluşturanlar ise 56,5 milyar sterlin ile toplamın sadece yüzde 3,5’ine sahipler. Emekli fonlarının her biri tek başlarına 800 milyon ile 212 milyar sterlin arasında bir sermayeyi kontrol ediyorlar. (IFMA, 1997 Survey)
Bu kadar büyük sermayeyi kontrol eden emekli fonlarının arkasında başta bankalar olmak üzere diğer finans kuruluşları var. Du kuruluşlar, daha zanaatkar ve işçi birlikleri ile dostluk ve dayanışma derneklerinin fonları durumundayken emekli fonlarına büyük ilgi göstermeye başlamışlardı. Bu büyük miktardaki paraları tümüyle ele geçirmek, daha fazla para getiren para haline sokmak için çeşitli yollar denediler.
Richard Minns’e göre 1975-78 yıllarında emekli fonlarının hisselerinin yüzde 33’ü “içeriden”, kendileri tarafından, yüzde 67’si ise “dışarıdan”, başta bankalar olmak üzere finans kurumları tarafından; yüzde 25’i borsa işlemci ve aracı şirketleri, kalan yüzde 10’u ise diğer sanayi tekelleri ve kuruluşları tarafından kontrol ediliyordu. Başka bir kıyaslamaya göre ise, özel sektör fonlarının yüzde 72’si, kamu sektöründeki fonların ise yüzde 60’ı finans kuruluşları tarafından kontrol ediliyorlardı. (Richard Minns, Pension Funds and British Capitalism, Heinemann, London, 1980, s. 33, 34, 35, 36)
Bugün en büyük 10 emekli sandığının isimlerine baktığımızda, emekli fonlarının sahibinin söz konusu mali kuruluşlar olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. En büyük 10 emekli fonu: Mercury, Gartmore, PDFM, Schröder, BZW (Barclays grubuna ait), Morgan Grenfell, Baring, Prudential (aynı zamanda en büyük sigorta şirketi), Fleming ve Baillie Gifford’dan oluşuyor. Görüldüğü gibi hemen hepsi de banka ya da eski tüccar banka, sigorta şirketi (Prudential) ya da yatırım şirketlerinin isimleri. Oysa 1983’te, özelleştirme furyasının henüz başladığı dönemde en büyük 10 emekli fonunun isimleri büyük tekellerin isimlerini taşıyordu: Post Office, National Coal Board, Electricity Supply, British Rail, British Steel, British Gas, Barclays Bank, British Petroleum, Shell, National Westminster Bank.
1979’lardan itibaren önlerindeki yasal kısıtlama ve engeller teker teker kaldırılmaya başlanınca özellikle bankalar hızla harekete geçtiler ve emekli fonlarını doğrudan ele geçirmeye başladılar. Örnek olması için, en büyük iki emekli fonundan biri olan Gartmore’u, yıllık raporuna dayanarak daha yakından inceleyelim:
1996 sonunda Gartmore, Shell’in yüzde 6,4, British Telecom (BT)’un 4,8, BAT (Tütün tekeli)’m 4,5, GlaxoWellcome’m 4,0, Anglian Water’un 4,1, British Aerospace (BAe- Uçak ve silah tekeli)’in 2,5, ICI (Kimya tekeli Vm 2,2, NatWest’in 3,8, BZW (Barclays Bank)’nin 3,1, Abbey National Bank’ın 2,8 ve General Accident (Sigorta Tekeli)’nin 3,8 hissesini elinde bulunduruyordu. Gartmore’un hisselerinin ise, yüzde 47,7’si Barclays Bank’a, 8,8’i National Westminster Bank’a, yüzde 29,9’u da en büyük sigorta şirketi olan Prudential’a aitti. Ancak Şubat 1997’de National Westminster Bank (NatWest) atağa geçerek herkesi geride bıraktı ve Gartmore’un bütün hisselerinin tamamını satın aldı. Artık İngiltere’nin en büyük ikinci emekli fonu tamamıyla NatWest Bank’a ait. Aynı şekilde Schroder’i de HSBC satın aldı. Diğer emekli fonlarının durumu da Gartmore ve Schröder’den aşağı kalmıyor. Her emekli fonunun arkasında doğrudan ya da dolaylı olarak bir ya da birkaç banka bulunuyor.
Bankalar emekli fonlarını ele geçirirken emekli fonları da bankaları ele geçiriyor. Örneğin altıncı büyük banka Royal Bank of Scodland’ın en büyük iki hissedarı en fazla sermayeyi kontrol eden İngiliz emekli fonu Mercury ile ABD’nin büyük emekli fonlarından Tiger. Bütün tekeller iç içe geçmiş durumdalar.
Konut-Kredi Birliklerinde olduğu gibi, yükselen işçi hareketi sonucu işçi sınıfının kazanımı olarak ortaya çıkan emeklilik ve emekli fonlarında biriken devasa boyutlardaki para mali sermaye tarafından kısa zamanda finans kaynağı olarak kullanılmaya başlandı ve fonlar bugün mali sermayenin en temel kurumlarından birisi oldu. Diğer bir anlatımla mali sermaye, işçi sınıfının yarattığı kurumları kendisinin en gözde kurumlarından birisine dönüştürdü. Bugün emekli fonu örtüsünü takınmış bankalar bu ad aracılığıyla 1,8 trilyon sterline (520 katrilyon TL) yakın bir sermayeyi kontrol ediyorlar.
The New Left Review dergisinin editörü Robin Blackborn boşuna “Emekli fonlarını kontrol edebilsek bütün dünyayı kontrol ederiz.” demiyor.
Emekli fonu adı altındaki mali kuruluşlar, işçi ve emekçilerin ödedikleri primlerden 1,8 trilyon sterlinlik bir sermayeye sahip olurken işçi ve emekçilere ne veriyorlar? 40 yıl boyunca sigorta primi ödedikten sonra 65 yaşını aşıp emekli olduklarında işçi ve emekçileri yine yoksulluk bekliyor. Emekli ücretleri komik denilebilecek rakamlarla ifade ediliyor. Nisan 1997-Nisan 1998 arasında DSS tarafından belirlenen haftalık devlet emekliliği ücreti tek kişi için 62 sterlin 45 penny. Eğer emeklinin eşi de varsa iki kişi için 99.80 sterlin ödeniyor. İngiltere’de, örneğin Londra’da, ortalama bir semtte, oturulabilecek iki oda bir salon normal bir evin haftalık kirası 130–150 sterlin. Bir paket sigaranın fiyatı 3 sterlinin üzerinde, bir ailenin bir haftalık elektrik ve gaz gideri ise en azından 15–20 sterlin.
KONUT-KREDİ BİRLİKLERİ (BUILDING SOCIETIES)
Anglo-Amerikan sistemini diğerlerinden ayıran yapılardan birisi de Türkçeye konut kredi birlikleri ya da yapı kooperatifleri olarak çevirebileceğimiz building society’ler. Building society’ler isminden de anlaşılacağı gibi konut alım-satımı yapıyor, kredi veriyorlar. Ev almak isteyenlere evlerini ipotek ettikten sonra yüksek faizle kredi veriyor ya da kendi ellerindeki evleri ipotekleyerek satıyorlar. Evi alan borçlular 20–30 yıl boyunca her ay ipotekli taksit (mortgage) ödüyorlar. İlk bakışta sanki çok önemli değilmiş gibi görünen bu mortgage sisteminin 58 milyon nüfusu olan İngiltere’de 10,5 milyon kişi (1995 rakamı) ya da ailenin 30 yıl boyunca her ay en az 300–400 sterlin mortgage ödediği göz önüne alındığında mali sermaye için ne büyük bir kaynak yarattığı daha iyi anlaşılıyor. Arkalarında banka olan konut kredi birlikleri ya da artık doğrudan mortgage işi de yapan bankaların kasasına yalnızca bu işten her ay 3–5 milyar sterlin giriyor.
Kimler İpotekli Konut İşi yapıyor?
Konut Kredi Sigorta Şirketleri
Yıllar Birlikleri Bankalar Belediyeler ve Emekli Fonları
(%) (%) (%) (%)
1970 76,5 3,6 9,0 10,2
1975 75,5 5,2 11,5 6,1
1980 81,4 5,5 7,3 3,9
1985 76,3 15,6 2,9 2,1
1990 59,9 29,0 0,6 1,6
1995 57,3 35,8 0,04 0,6
(Kaynak: The Economist)
Konut kredi birlikleri de yukarıda emekli fonlarında gördüğümüz gibi zanaatkâr ve işçi birlikleri ile dostluk ve dayanışma derneklerinin bir kolu olarak sanayi devrimiyle birlikte 18. yüzyılda yapı kooperatifleri olarak ortaya çıktılar. Bir araya gelen işçiler ev sorunlarını çözmek için kooperatifler kurdular. Bu birlikler 1836’dan itibaren yasallaştılar. Emperyalizmle birlikte, mali sermayenin, banka ve sanayi sermayesinin iç içe geçmesi sonucu, farklı bir sermaye türü olarak ortaya çıkmasıyla, emekli fonları gibi işçilerin kurdukları bu kurumlar da giderek mali sermayenin doğrudan kurumları ye en büyük finans kaynaklarından birisi haline geldiler.
1994 rakamlarına göre İngiltere’deki 23,6 milyon evin 15,8 milyonunda (yüzde 67) “sahipleri” oturuyor. Bu evlerin en azından üçte ikisi (11 milyona yakını) ipotekli ve “sahipleri” her ay konut kredi birlikleri ya da bankalara taksit ödüyor. Kiracı sayısı ise sadece 7,8 milyon (yüzde 33).
Kâr marjı yüksek ev piyasası giderek tümüyle bankaların eline geçiyor. Bankalar konut kredi birliklerini yutuyor ya da konut kredi birlikleri kendileri bankalaşıyorlar. 1970’de 273 olan konut kredi birlikleri sayısı 1994’de 96’ya 1997 başında ise 77’ye düştü. Yalnızca konut kredi birliklerinin sayıları hızla azalmıyor, belediyeler de devreden çıkarak ellerindeki, yoksulların az bir kirayla oturdukları toplu konutları satıyorlar.
1989’da bankalar tüm yeni mortgage piyasasının yüzde 25’ini elinde tutuyor ve bundan 500 milyarlık bir gelir elde ediyorlardı. Bu oran 1995’de yüzde. 35,8’i buldu. Bugün yüzde 50’yi geçtiği belirtiliyor. Bu da sadece doğrudan banka olarak 1 trilyonun üzerindeki bir paranın kontrolü anlamına geliyor. Geri kalan yüzde 50’lik kısmın elindeki öteki 1 trilyon sterlin de yine dolaylı yollardan konut kredi birliklerinin kendilerini gizleyen sahipleri olan bankaların kasasına gidiyor.
Ev sahibi olma hayali ile yıllarca aksatmadan her ay taksit ödeyen ve işten atılır ve taksit (mortgage)’lerini ödeyemez korkusu ile grev, direniş yapmaksızın her koşulu göze alıp çalışan işçi ve emekçiler bu kadar çabaya rağmen sonunda yine de ev sahibi olamıyorlar. The Economist dergisinin araştırmalarına göre, 1995 yılı içinde taksitlerini bitirip ev sahibi olmaları gereken mortgage ödeyenlerin yüzde 49,4’ünün evlerine banka ya da konut kredi birlikleri tarafından el konulmuş. Gerekçe basit: Taksitlerini bir iki ay geciktirmek. Bu oran 1992’de yüzde 68,5’e, 1991’de ise yüzde 75,5’lere kadar yükselmiş. İngiltere’de 1994 yılı içinde yalnızca 88 bin kişi evlerini geri alabilmek için banka ya da konut kredi birlikleri ile mahkemelik olmuşlar. Bu rakama İskoçya ve Kuzey İrlanda dâhil değil. İstatistik yalnızca İngiltere ve Galler’i kapsıyor.
1986’da Konut Kredi Birlikleri Yasasında değişiklik yapılıp bu şirketlere plc, (halka açık limited şirket anlamına gelen public limited company, “halka açılan” ve hisse senedi çıkaran en az 50 bin sterlin sermayeli şirket, bizdeki karşılığıyla anonim şirket) olma hakkı tanındıktan sonra İngiliz mali sermayesinin konut kredi birlikleri bölümünde hızlı bir yapı değişikliği yaşanmaya bulandı.
Bu değişiklik üç yolla oluyor:
1) Büyük konut kredi birlikleri yapılarını değiştirip banka haline geliyorlar. Örneğin İngiltere’nin motgage piyasasının önemli bir kısmını elinde bulunduran en büyük konut kredi birliği Halifax, Ağustos 1995’de Leeds Permanent ile birleşti ve daha sonra da konut kredi birlikleri statüsünü terk edip konut işi de yapan banka haline geldi. Halifax’la birlikte mortgage pazarının önemli bir kısmını elinde bulunduran diğer üç konut kredi birliği Woolwich, Alliance & Leicester ve Northern Rock da bu yıl içinde banka haline geldiler. Üç konut kredi birliği devinden sonra bugün piyasadaki en büyük konut kredi birliği olarak kalan Nationwide’ın da Halifax, Woolwich, Alliance & Leicester ve sigorta devi Prudential’ın yolunu izleyerek önümüzdeki yakın zamanda banka haline gelmesi ya da Royal Bank of Scodland tarafından yutulması bekleniyor.
2) Konut kredi birlikleri bankalar ya da sigorta şirketleri ile füzyon yapıyor ve birleşiyorlar. Daha doğru bir tanımlama ile banka ya da sigorta şirketleri tarafından yutuluyorlar. Örneğin Ağustos 1995’te Cheltenham & Gloucester konut kredi birliği Lloyds bankası tarafından yutuldu. Lloyds kısa bir süre sonra da İngiltere’nin büyük bankalarından TSB’yi de yutmuş ve Lloyds-TSB adını almıştı. Yine, National & Provincial konut kredi birliği, Ağustos 1996’da Abbey National Bankası tarafından, Bristol & West birkaç ay önce Bank of Ireland tarafından, Midshires de bu kasım ayında Royal Bank of Scodland tarafından yutularak konut kredi birlikleri dünyasından çekildiler.
3) Orta ölçekli konut kredi birlikleri bazı servislerini finans kuruluşlarına sattıktan sonra başka iş yapmaya başlıyor ve konut kredi birlikleri dünyasını terk ediyorlar.
İngiliz ve Amerikan mali sermayesi yeni bir yapı değişikliğine gidiyor. Önümüzdeki birkaç yıl içinde konut, kredi birliklerinin önemli bir kısmı hızla bankalar tarafından yutulacak, en irilerinin kendileri de banka haline gelecekler. Olgulara ve artık pek gizli yanı kalmamış bankalarla konut kredi birlikleri arasında süren gizli görüşmelere bakıldığında konut kredi birliği yapısının giderek ortadan kalkmakta olduğu söylenebilir. İngiliz bankaları sigorta ve emeklilik gibi mortgage piyasasını da ele geçirerek tüm para sermayenin doğrudan tek sahibi oluyor ve klasik evrensel bankacılığa doğru yöneliyorlar.
MALİ SERMAYE VE MALİ OLİGARŞİ
Şimdiye kadarki birçok örnekte ve gittikçe hızlanan birleşme ve füzyonlarda tekellerin alabildiğine iç içe geçtiğini gördük. Bu iç içe geçiş öylesine girift bir hal almış durumda ki bir tekelin sınırının nerede başlayıp nerede bittiğini izleyebilmek çoğu kere oldukça zor oluyor. Banka, sigorta şirketi, emekli fonu, konut kredi birliği ve yatırım şirketi vb. gibi finans tekelleri ile büyük sanayi tekellerinin yer yer ayrı tekellermiş gibi görünmesi bir şeyi değiştirmemektedir. İlk bakışta bazen böyle imiş gibi görünmesine rağmen yakından bakıldığında sanayi tekellerinin sahiplerinin arasında banka ve diğer finans tekellerinin, banka ve diğer finans tekellerinin sahipleri arasında da büyük sanayi tekellerinin olduğunu rahatlıkla görüyoruz. Ama yazımızın önceki bölümlerinde ve özellikle de bankalar ve emekli fonlarının incelendiği bölümlerde belirttiğimiz gibi, bankalara oluşan tepki ve getirilen kısıtlamalar sonucu bankalar daha çok da sanayi ile ilişkilerini saklamaya özel bir çaba harcadılar. Örneğin 1931–35 arasında İngiltere Gemi Taşımacılığı Filosunun yüzde 15’i bir tek bankaya, Midland Bank’a, Otomotiv tekeli Rover’in önemli bir kısmı Lloyds Bank’a aitti. 10 büyük demir-çelik tekelini ise yine dört büyük banka aralarında paylaşmışlardı (Will Hutton, The State We’re In, London, 1995) ve Almanya’da somutlaşan klasik evrensel bankacılık sisteminde olduğu gibi bu ilişkilerini saklama gereğini de görmüyorlardı. Ancak oluşan tepki ve getirilen yasal kısıtlamalar sonucu bankalar özellikle sanayi ile olan içice geçmişliklerini saklama yoluna gittiler. 1980’lerde başlatılan özelleştirme furyasında bugün İngiltere’nin en büyük imalat sanayi ve hizmet tekelleri olan British Steel (BS), IC1, British Petroleum (BP), British Aerospace (BAe), British Telecom (BT), Cable & Wireless, British Rail, British Airways (BA) gibi eski kamu kuruluşlarının hisselerinin bir kısmını aileler, bir kısmını yatırım ve sigorta şirketleri, unit tröstleri, hayır kurumları (charity’ler), bir kısmını emekli fonları, bir kısmını da bankalar satın aldılar. Geçtiğimiz 15 yıl içinde ilk anlarda işçi ve emekçiler tarafından alınmış hisselerin önemli bir kısmını da ele geçirdiler. Daha önce de verilen, sanayi tekelleri de dâhil, 1997’nin üçüncü çeyreği sonunda İngiliz şirketlerinin toplam hisselerinin yüzde 58,6’sının emekli fonlarının elinde, emekli fonlarının sahiplerinin de bankalar, yatırım şirketleri, sigortalar vb. olduğu örneği tekrar hatırlandığında sanayi tekellerinin sahiplerinin de kimler olduğu daha net ortaya çıkmaktadır. Yine hatırlanacağı gibi, şirketlerin geri kalan hisseleri de sigorta şirketleri, yatırım şirket ve tröstleri ile doğrudan bankalar ve diğer sanayi tekellerinin ellerinde bulunuyor.
Örneğin British Steel’in hisselerine baktığımızda bu aldatmacayı açıkça görüyoruz. Demir-çelik tekelinin hisselerin yüzde 7’si kişi ve ailelere (ailelerin kurum olarak değil, sadece kişi olarak aldıkları hisse oranı), yüzde 1,53’ü sigorta şirketlerine, 0,75’i emekli fonlarına, 0,01’i de bankalara ait. Hisselerin yüzde 84,68’i ise nomine şirket denilen başkaları adına iş yapan paravan şirketlere ait. Paravan şirketlerin asıl sahipleri de çoğu kez bankalardır. Nitekim British Steel’in hisselerinin yaklaşık yüzde 85’ine sahip olan paravan nomine şirketlerin arkasındaki en büyük güç, İngiltere’nin en büyük yatırım bankası HSBC. British Petrol (BP)’de de aynı şeyi görüyoruz. Kişi ve ailelerin payı yüzde 7,1, sigorta şirketi ve emekli fonlarının sırasıyla yüzde 6,5 ve 3,3, banka ve paravan nomine şirketlerin ise 76,2. (Bu oran içinde-Kuveyt devletinin yüzde 9,44’lük hissesi de yer alıyor). BP’nin arkasında da Barclays bankacılık grubu ile İngiliz-Alman ve Amerikan banka ve sanayi tekelleri bulunuyor. Uçak ve silah tekeli British Aerospace (BAe), kimya tekeli Imperial Chemical Industries (ICI), ilaç tekeli GlaxoWellcome, telekomünikasyon devi British Telecom (BT) vb.nin hangisine baksak aynı şeyi görüyoruz. Aynı durumu bankalarda da görüyoruz. NatWest’in hisselerinin yüzde 10,89’u kişi ve ailelere, 7,07’si sigorta şirketlerine, 3,21’i emekli fonlarına, 4,79’u bankalar ve diğerlerinde olduğu gibi 70,06’lık bölümü yine paravan nomine şirketlere ait. Aynı paravan nomine şirketler Barclays grubunun da yüzde 73,05’ine sahipler.
Banka sermayesi ile sanayi sermayesinin iç içe geçmesi, hisselere sahip olunmanın yanı sıra, doğrudan bir sanayi tekeli grubunun bünyesinde banka, emekli fonu ve sigorta şirketi de bulunması şeklinde de oluyor. Örneğin, British-American Tobacco Industries (B. A. T. Ind.), İngiltere’nin birinci, dünya’nın ise Molboro’nun sahibi Amerikan Philips Morris’den sonra ikinci sigara ve tütün tekeli. Neredeyse bütün sigaraları üretiyor. Yalnız başına 555’in Çin’deki satışı bile onlarca ülkedeki satışa bedel. Çünkü pazara yeni girmesine rağmen 555, Çin’de en çok tutulan sigara olma özelliğini kazandı. Sadece 60 ülkede ya tümü kendisine ait, ya da az sayıda ülkede hissesinin önemli bir kısmına sahip olduğu sigara fabrika ve şirketleri var.
Ancak, BAT Ind. grubu yalnızca tütün ve sigara üretimi işiyle uğraşmıyor. Bankacılıktan sigortacılığa, emekli fonu, yatırım şirketi ve konut kredi birliğinden lokanta, otel işletmeciliğine kadar her türlü işi yapan yüzlerce büyük şirketi var. Şirketlerinin birçoğu kendi alanında büyük bir tekel. Örneğin İngiltere’nin önde gelen sigorta ve yatırım şirketlerinden Allied Dunbar ile sigorta şirketi ve emekli fonlarından Eagle Star, BAT Ind.’e ait. Bu anlamda BAT Ind.’e tekellerin tekeli demek yanlış olmaz. Papua Yeni Gine’den Şili’ye, Kanada’dan Kıbrıs’a kadar 5 ayrı kıtaya kolları uzanıyor.
Bu sefer de yine grubun yıllık raporundan kendi hisselerinin nasıl dağıldığına bakalım; BAT Industries (Sanayileri)’nin 31 Mart 1997 itibarıyla, 145 bin 905 hisse sahibinin arasında dağılmış 3 milyar 98 milyon 47 bin 131 hisse’si var. Bu 143 bin 905 hisse sahibinin dağılımı ise şöyle:
Hisse tipi Hisse hesap sayısı Hisselerin oranı
Kişilere ait 102 925 % 9
Şirket ve kurumlara ait 40 980 %91
Sahip oldukları hisse miktarlarına göre hisse sahipleri arasındaki dağılımı da aşağıdaki tablo göstermektedir.
Hisse miktarı (sterlin) Toplam hesap sayısı Toplam içindeki oranı
1-1999 85348 2
2000-9999 49042 6
10000-199999 8308 8
200000-499999 505 5
500000 ve üzeri 702 79
Toplam 145905 100
(Kaynak: BAT Ind. 97 Yıllık Raporu)
Görüldüğü gibi 5 kıtada, 65 ayrı ülkede en azından 114 ayrı şirketin sahibi olan BAT Ind. (İngiliz Amerikan Tütün Sanayileri) grubunu da aralarında diğer şirketler paylaşmışlar. Kişiler BAT’ın sadece yüzde 9’una sahipken aralarında emekli fonları, yatırım ve sigorta şirketleri ile bankaların ağırlıkta olduğu şirket ve kurumlar yüzde 91’ini ele geçirmişler.
Kapitalizmin temel çelişkisi olan üretimin toplumsal karakteri ile mülk edinmenin özel karakteri arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın korkunç boyutlara ulaştığı günümüzde üretim araçlarının sahibi olan sınıf, burjuvazi, dünyada yaratılan trilyonlarca sterlinlik değerin az sayıda kişinin elinde toplanması gerçeğini gözlerden saklayabilmek için birçok yol deniyor. İlk anlarda sermayesini artırabilmek, daha fazla sermayeyi kontrol edebilmek amacıyla giriştiği hisse senedi çıkarma, “halka açılma” politikasını mali sermaye bugün mali oligarşiyi saklamanın bir aracı olarak kullanıyor. Burjuva ekonomist ve ideologlar, bu durumu özel mülkiyetin ortadan kalkmakta ve şirketlerin az sayıda kişiler yerine çoğunluğunu işçi ve emekçilerin oluşturduğu sayıları milyonlara ulaşan halka ait olması olarak değerlendiriyorlar. Oysa yukarıdaki ikinci tabloya baktığımızda 1 sterlin ile 1999 sterlin değerinde hissesi olan işçi ve emekçilerin oluşturduğu hisse sahiplerinin sayısının 85 bin 348 (toplamın yüzde 58,5’i), 2 bin ile 9999 sterlin arasındaki durumu biraz daha iyi olan emekçilerin sahip oldukları hesap sayısının ise 49 bin 42 (toplamın yüzde 33,6’sı) olduğunu görüyoruz. İşçi, memur, ücretli, ev kadını, öğrenci, serbest meslek sahibi gibi yoksul ve dar gelirlilerin aldığı hisselerin sayısı (değer olarak değil) toplam hesap sayısının yüzde 92’sini oluşturuyor. Hisse miktarı açısından toplam hisse sayısının yüzde 58,5’ini oluşturan yoksulların elindeki hisselerin toplam değeri yüzde 2’yi geçmiyor. Hisse hesap sayısının yüzde 92,1’ini oluşturan emekçilerin ellerindeki hisselerin değeri toplamın yüzde 8’ine ancak erişiyor. Şirketlerin halka açıldığı, özel mülkiyetin ortadan kalktığı ve şirketlerin halkın malı olduğu aldatma ve demagojisi sadece bir tek örnekle buz gibi eriyip dağılıyor.
Yukarıdaki birinci örnekte, değer olarak toplam hisse miktarlarının yüzde 91’ini şirketler almış. Bu şirket ve kurumların hangileri olduğunu ise emekli sandıklarının bağlı olduğu IFMA’nın 31. 3. 1996 tarihine göre yaptığı bir tablodan öğreniyoruz:
Şirket İngiliz şirketlerine Yabancı şirketlere Toplam
türleri ait hisselerin (%) ait hisselerin (%) (%)
Emekli fonları 30,0 16,5 46,5
Yatırım şirket ve tröstleri 7,5 2,7 10,2
Sigorta şirketleri 23,6 4,9 28,5
Banka ve diğer şirketler 3,2 11,6 14,8
Toplam 64,3 35,7 100,0
Tabloya baktığımızda şimdiye kadar gördüğümüz örneklerin çoğunda olduğu gibi burada da ilk anda aldatıcı bir görünümle karşılaşıyoruz. Banka ve diğer şirketlerin (sanayi şirketleri dâhil) payı sadece yüzde 14,8. Geri kalan yüzde 85,2’lik bölüm emekli fonları, sigorta şirketleri ve yatırım şirket ve tröstleri arasında dağılmış. Ancak bu finans kuruluşlarıyla ilgili buraya kadar belirtilenler dikkate alındığında, sanayi şirketleriyle bankaların gerçek hisse paylarının tablodan göründüğünden çok daha fazla olduğu kendiliğinden anlaşılmaktadır.
Özetleyecek olursak: Anglo-Amerikan yapılanma gözle görülür bir şekilde biçim değiştirmektedir. Finans kuruluşları arasındaki klasik Anglo-Amerikan işbölümü (örneğin klasik mevduat bankaların sanayi hisselerini satın almasının yasak olması ya da yatırım bankaların mevduat toplamakla uğraşmaması vb.), özellikle son 10–15 yılda mali sermaye alanında hızlanan kaynaşma ve yeniden merkezileşme sonucu gerçekte fiilen ortadan kalkmaktadır. Burjuva hükümetler bir süredir esasında bu fiili duruma hem uygun hem de daha da oturmasını sağlayacak bir yasal çerçeveyi oluşturmaya çalışmaktadırlar. Başka bir deyişle, Almanya’da resmi ve meşru bir evrensel bankacılık sistemi varken, İngiltere’de henüz yasal çerçevesi tam oluşturulmayan ve bu bakımdan meşruluğunu da hâlâ kazanmamış olan fiili bir evrensel bankacılık sistemi mevcuttur. Almanya’da kamuoyu tepkisi, mali sermayenin bu türden ‘hareket serbestîsi’ne karşı doğru gelişirken, İngiltere’de emekçi sınıfların mücadelesi ve tepkisi sonucunda oluşturulmuş sınırların -ülkedeki ve dünyadaki bilinen gelişmelerin etkisinden de faydalanılarak- aşılması ve ortadan kaldırılması yönünde bir gelişme yaşanmaktadır. Kuşkusuz, İngiltere’de mali sermayenin somut yapılanmasında yaşanmakta olan bu sürecin alacağı son biçiminin ne olacağını zaman gösterecek, daha doğrusu emekçi kitlelerin bu gidişata karşı koyup koymamaları belirleyecektir.
İÇ İÇE GEÇMENİN ‘KİŞİSEL BİRLİKLER’ OLARAK ŞEKİL ALMASI
Tekelleşmenin ve mali sermayenin gelişmesi yalnızca sermayenin az sayıda tekelin elinde toplanmasını doğurmaz, aynı zamanda bütün bu zenginliklerin küçük bir azınlığın elinde birikmesini de getirir. Şirketlerin ve hisse senetlerinin sahipliği az sayıda kişide birikir. Bunun sonucu az sayıda kişi aynı anda birçok tekelin sahibi ve yöneticisi haline gelir. Mali oligarşiyi oluşturan bu sermaye sahipleri yönetim kurullarına ya doğrudan kendileri gelirler, ya da yerlerine menajer denilen yöneticileri atarlar, Bugün hangi büyük tekel ya da grubun yönetim, danışma ya da denetim kurullarına baksak bunu görüyoruz.
Örneğin, British Airways (BA) ve Inchcape grubunun başkanı Sir Colin Marshall aynı zamanda British Telekomünikasyon (BT) ve İngiltere Sanayiciler Konfederasyonu (CBl)’nun başkan yardımcılığı ile HSBC Holdingleri grubu, Midland Bank ve Amerikan Telekomünikasyon tekeli MCI grubunun denetleme, New York Borsasının ise yönetim kurulu üyeliklerini yapıyor. Yine örneğin, Lord Armstrong of Ilminster, Shell ile İngiliz Amerikan Tütün grubu (B.A.T. Ind.), N.M. Rothschild & Sons ve RTZ Korporasyonları, Robeco Grubu gibi tekellerin yönetim, denetleme ve danışma kurulu üyelikleri ve Bristol & West Konut Kredi Birliğinin başkanlığı ile bazı müze ve üniversitelerin vakıf başkanlıklarını yapıyor. HSBC Grubu’nun genel müdürü John R. H. Bond, bu görevinin dışında British Steel, HongKong Bankası, Midland Bank, Amerika’daki Amerikas Inc. ve Marine Midland Bank, Kanada HongKong Bankası, Suudi İngiliz Bankası, gibi birçok şirket ve büyük bankanın yönetim, denetleme ya da danışma kurulu üyeliğini yürütüyor. Bond ayrıca Londra Borsası ile Dünya Bankasına bağlı Uluslararası Finans Korporasyonu’nun yönetim kurulu üyeliklerini de yapıyor. Lord Wright of Richmond en büyük İngiliz şirketlerinin neredeyse hepsinin denetleme ya da danışma kurullarında yer alıyor. Lord, British Petrol, Barclays, Unilever, BAA ve De La Rue gruplarının denetleme ve danışma kurulları üyesi.
Bazı yöneticiler aynı anda birkaç İngiliz tekelinin yönetiminde olmakla kalmıyorlar, aynı zamanda başka başka ülkelere ait şirketlerin de yöneticiliğini yapıyorlar. Örneğin, British Petrol (BP)’nin de denetleme kurulu üyesi olan Alman Dr. C. H. Hahn İngiliz BP’nin dışında Alman Volkswagen, Commerzbank, Gerling Konserni ve Thyssen ile Amerikan TRW ve Perot Sistemleri’nin yönetim kurulu üyeliğini ve Saurer’in de başkanlığını yapıyor. British Petrol’ün yönetim kurulu üyesi Dr. R. W. H. Stomberg ise aynı zamanda Alman Dresdner Bank ve Gerling Konserni’nin danışma kurulu üyeliğini yapıyor. C. F. Knight: British Petrolün denetleme kurulu, Alman Anhauser Busch, Amerikan IBM ve SBC Komünikasyon’un yönetim kurulu üyesi. Knight aynı zamanda Amerikan Emerson Electric’in de başkanı. Ellen R. Scheneider az ve temiz iş yapıyor. 3 dev tekelin yönetiminde. Alman Deutsche Bank AG, Alman Deutsche Morgan Grefell ve İngiliz kimya devi Imperial Chemical Industies (ICI)’in yönetim kurullarında yer alıyor.
Hangi büyük grubun başkan, genel müdür, yönetim, denetleme ya da danışma kurulu üyesini ele alsak neredeyse hemen hepsinin de birden fazla tekelde yöneticilik yaptıklarını görüyoruz. İngiltere’deki önde gelen birkaç grubun yönetim, denetleme ve danışma kurullarında yer alan kişiler arasından rasgele seçtiğimiz 25 yöneticinin başka hangi şirketlerde yönetici olduklarını bir tablo halinde verdik. Daha fazla örnek için bu tabloya bakılabilir.
Bu şirket yönetici ve sahipleri, Malta Şövalyeleri, Bilderberg Topluluğu, Davos Topluluğu, White’s, Turf, Boodle, New, Carlton gibi değişik kulüpler içinde örgütlenmiş durumdalar. İngiltere’de bu şekilde çok sayıda zengin kulübü var.
Yönetici ve sahiplere bakarak bile hangi şirketin diğer hangi şirketle iç içe olduğunu anlamak mümkün. Çünkü bu gruplar aralarına yabancı almamaya özellikle dikkat ediyorlar. Öyleyse İngiltere’nin büyük gruplarından birkaçının yönetim kurullarına yakından bakalım:
HSBC: Shell, British Steel, British Airways, ICI, Unilever, Smithkline Beecham grubu, MCI, Inchcape grubu, ITOCHU Korporasyonu, EMİ grubu, Maunsell Holding, Jakobs Holdingleri grubu, Mauntcity Holdingleri, Cordiant grubu, John Swire & Sons Ltd., Swire Pacifik Ltd., East Asiantic Company Ltd., Orange, Visa International, Kowloon-Kanton Demiryolu Korporasyonu, KPMG, Trinkaus & Burkhardt KGaA, Nordstrom & Thulin AB, Thistle Hoteller grubu, DSL grubu, Gucci grubu, CBI, Londra Borsası, New York Borsası.
Barclays: British Petrol, Smithkline Beecham grubu, Unilever, BAA, Japon Kalkınma Bankası, Japon Bankası, Fuji Xerox Co. Ltd., Van den Bergh en Jürgens, MEPC plc, Steel Burril Jones grubu, MF1 Mobilya grubu, Midland Electricity plc Williams Holdingleri, RTZ Korporasyonu, Burcon grubu, Pilkington, Camelot grubu, Bass plc, General Accident plc, North West Water grubu, W H Smith grubu, RMC, BASS plc, Courtaulds Textiles plc.
Shell: HSBC Holdingleri grubu, BAT Industries, Midland Bank, RTZ Korporasyonu, Robeco grubu, Bristol & West Yapı Şirketi, East Asiantic Company Ltd. Marine Midland Bank, İngiliz Ortadoğu Bankası, Bioteknology Yatırımları,
British Petrol: Barclays Bank, Unilever, British Steel, Guiness-Grand Metropolitan, BAT Industries (eski başkan), BAA, Rolls Royce, IBM, Deutsche Bank AG, Thyssen, Volkswagen, Commerzbank, Dresdener Bank, Swiss Bank, Gerling Konserni, Perot Sistemleri, TRW, Paccar, Saurer, De La Rue, SBC Communication, Emerson Electric, Anheuser-Busch, ING Baring Holding, RTZ, Redland, Pilkongton, Cathey Pacifik Airways, Royal Armouries (Int.) plc, GATT, BOC grubu, İngiltere Merkez Bankası.
British Aerospace (BAe): ICI, Alüminyum Company of America, Redland, Reuters, Harsco Corporation, CIGNA Corp, Union Pacific Corp, Russel Reynolds Ass, BICC, British Mediterranean Airways, Amersham International.
GlaxoWelcome: General Motors, American Express, Halliburton, Boise Cascade, Nationwide yapı şirketi, Redland, Union Camp, Hanson, Hambros, BICC, BCE, Cabot, Vincam, Rohm & Haas, Chase Manhattan.
BAT Industries: British Petrol, Shell, SG Warburg, J Sainsbury, Rentokil, Caspian Holdings, Caterpillar, Texas Instruments, Farmers grubu,
Imperial Chemical Industries (ICI): British Aerospace, Alüminyum Co. of Amerika, Midland Bank, Pilkington, Inglish China Clays, Smithkline Beecham, Lucas Sanayileri.
Bugün İngiltere’de, Almanya’da Thyssen, Siemens, Krupp, Merck, Ouandts (BMW), Flicks (Mercedes Benz) gibi ailelerden daha fazla olmak üzere köklü aileler bulunuyor. Örneğin, çimento dâhil, inşaat malzemeleri üretimi alanında İngiltere’nin en büyüğü olan Redland’m yüzde 43,5’i tek başına Braas ailesine ait. Yine, Bruno Schroder’in bacını çektiği Schroder ailesi önde gelen yatırım bankası ve en büyük emekli fonlarından Schroders’in yüzde 43,7’sinin sahipliğini yapıyor. 1995’e kadar Schroder banka ve emekli sandığının başkanlığını yapan George Mallinckrodit’in oğlu Philip Mallinckrodt aynı Bruno Schroder’in yeğeni idi. HSBC 1996’da Schroder’i grup bünyesine katınca Schroder ailesi bu sefer de Schroder’in yanı sıra HSBC’nin de en büyük hissedarları arasına girdiler. HSBC’nin içindeki diğer eski aileler ise Sir Adrian ve John Svvire’nin başında bulunduğu Swire ailesi, Capel ailesi, Robin Fleming önderliğindeki Fleming ailesi, Montague ailesi, Gibs ailesi ve Cunningham gibi aileler. Yine aynı şekilde başını Lord Hambro (aynı zamanda Hamlros Bank’m başkanı)’nun çektiği Hamros ailesi önemli ailelerden biri. Geçtiğimiz yıl NatWest Hambros Bank’ı satın aldığında paranın yarısı Hambro ailesine gitmişti, Hambrolar paralarını yastık altına koymayıp anlaşma gereği NatWest’in önemli bir kısım hissesine yatırdılar. Guiness ailesi Guiness grubunu (daha sonra Grand Metropolitan ile birleşti), David Sainsbury’nin başında bulunduğu Sainsbury ailesi, J. Sainsbury süpermarketler zinciri grubunu. Richard Bronson ve Bronson ailesi Virgin grubunu ellerinde tutmaya devam ediyorlar. Barclay ailesinden Rothschild ailesine, Templeton ailesinden Morrison ve Crovit ailesine kadar bu bir avuç aile yalnızca İngiltere değil, dünyada da, şimdiye kadar sıralamaya çalıştığımız trilyonlarca sterlin tutarında dev boyutlardaki sermayeyi kontrol ediyorlar. Bu devasa miktardaki birikmiş emeği ellerinde bulunduranlar iddia edildiğinin aksine o tekellerin başındaki genel müdür ya da menajer’ler değil, onların da arkasında duran, çoğu kere isimleri dahi geçmeyen mali oligarşi diye adlandırdığımız bu küçük azınlık gruptur.
Enver Hoca yıllar önce bu durumu şöyle ifade etmişti: “Mali sermayenin gelişmesi bir avuç sanayici kapitalistin ve bankacının elinde yalnızca büyük bir zenginliğin değil, aynı zamanda ülkenin tüm yaşamında etkin olan gerçek bir ekonomik ve siyasal gücün de yoğunlaşmasını mümkün kıldı. Bu her şeye kadir insanlar tekellerin ve bankaların başında bulunurlar ve mali oligarşi diye adlandırılan şeyi oluştururlar.” E. Hoca, Emperyalizm ve Devrim, sf. 62, Evrensel Basım Yayın)
Not: Okurun da dikkatini çekmiştir ki, yazıda, İngiltere gibi en eski sömürgelere sahip bir emperyalist ülkenin dış ilişkileri ve doğrudan yatırımları özel olarak ele alınmamaktadır. 1990’lı yıllardan bu yana her bir emperyalist ülkenin özel bir politikayı yaşama geçirmeye çalıştığı bu önemli sorun unutulmamıştır, ancak ayrı bir yazının konusudur.
Aralık 1997