Rusya’da işçi ve köylü sınıflarının, insanlık tarihinde henüz örneği görülmemiş yeni bir toplum kurmak üzere iktidarı kendi ellerine almalarının üzerinden neredeyse bir asır geçti. Dünyanın ilk proleter devleti, temeli özel mülkiyet olan burjuva devleti yerle bir etme görevi ile karşı karşıya değildi sadece. Komünist Partisi’nin önderliğindeki emekçi sınıfların önünde, yeni bir toplum kurmak, insanlığa daha ayak basılmamış yollar açmak gibi devasa bir görev duruyordu.
Sovyet iktidarı, yeni bir toplumun temellerini kurarken kadının kurtuluşu sorunu bağlamında, anaerkil dönemden bu yana binlerce yıldır süren erkeğin kadın üzerindeki egemenliğinin temelini hukuksal, ekonomik ve toplumsal alanlarda yok etmek ve kadınla erkeğin toplumun gerçek eşit bireyleri olmasının maddi koşullarını yaratmak zorundaydı. On yıllar içinde sosyalist devrimin kazanımları devasa boyutlara ulaştı. Bu, toplumsal yaşamın bütün alanları için geçerlidir; ama özellikle kadının durumunda yaşanan kökten değişim açısından geçerlidir.
Ekim Devrimi’nin ve sosyalizmin inşasının kadınlar açısından olağanüstü önemi, sadece Çarlık Rusya’sında her türlü haktan yoksun olan kadınlara tam eşitlik sağlayan hakların verilmiş olmasında yatmıyor. Onun büyüklüğü dünya tarihinde ilk kez, büyük çoğunluğun okuma-yazma dahi bilmediği bir ülkede, en geniş işçi ve köylü kadın kitlelerini aktif bir şekilde toplumsal ve siyasal yaşama, devletin yönetimine çekebilmiş olmasında yatıyor.
Büyük Ekim Devrimi’ni ve Rusya’da sosyalizmin inşası sürecini, kadının kurtuluşu sorunu açısından ele almaya çalışan bu yazı, konunun genişliği, yaşanan deneylerin zenginliği, kazanılan başarıların muazzamlığı ve aynı zamanda bu konuda ulaşılabilir kaynakların azlığı karşısında, yalnızca kaba bir özet niteliği taşıdığı göz önünde tutularak okunmalıdır. Birçok konu ve nokta çok daha yakından incelenmeyi hak ediyorken, birçoğuna değinmek ise hiç mümkün olmadı.
ÇARLIK RUSYA’SINDA KADININ DURUMU
Çarlık Rusya’sında kadının durumunu belirleyen, toplumda ve aile içinde tamamen haktan yoksun olmasıydı. Kadın, Çarlık iktidarı, din ve koca baskısından oluşan üçlü boyunduruk altındaydı.
Hiçbir siyasal hakka sahip olmayan kadınlara, başta kamu ve hükümet işleri olmak üzere birçok meslek tamamen kapalıydı. Kadınların sadece %11,7’sinin okur-yazar olduğu göz önünde tutulduğunda, kadınlar açısından siyasal yaşama katılmanın asgari önkoşullarının da olmadığı rahatlıkla söylenebilir.
Bu dönem Rusya’sında en yaygın kadın mesleği hizmetçilikti. Bütün ücretli kadınların %55’i hizmetçi veya gündelikçi olarak çoğunlukla da toprak beylerinin yanında çalışıyordu. Ücretli kadınların tamamının sadece %13’ü sanayide çalışıyordu. Kadınların sanayide yoğun olduğu alanlar, ücretlerin en düşük ve çalışma koşullarının en ağır olduğu tekstil ve konfeksiyon işletmeleriydi. Genelde kalifiye olmayan işlerde çalıştırılan kadınlar erklerle aynı işi yaptıklarında dahi onların ücretinin ancak 3/5’ünü alıyorlardı. Kamu alanında ve kültürel yaşamda ise kendilerine hiç yer bulamıyorlardı.
Kadınlar için mesleki eğitim, ev ekonomisi, el işi, dikiş ve nakış öğretilen az sayıdaki özel meslek okuluyla sınırlıydı. Orta ve yüksek öğrenim bir yana, kadınların ilköğrenim görmeleri bile güçleştirilmiş durumdaydı. Ayrıca çalışan kadınlar, çocuklarını emanet edebilecek her türlü kurumdan yoksundular.
Sefalet ücreti, uzun çalışma saatleri, sağlığa aykırı çalışma ve yaşam koşulları, her türlü haktan, sosyal güvenceden ve çalışma güvenliğinden yoksunluk ve sürekli olarak aşağılanma… Devrim öncesi Rusya’da çalışan emekçi kadının payına düşen buydu. Kadının içinde bulunduğu durum, halkın son derece düşük yaşam düzeyiyle daha da kötüleşiyordu. Devasa doğal ve yeraltı zenginliklerine ve büyük nüfusuna rağmen Çarlık Rusya’sı gelişmiş kapitalist ülkelerin çok gerisindeydi. Esas olarak, sanayisi az gelişmiş geri bir köylü ülkesiydi.
Devrim öncesinde ücretle çalışan kadınların toplam sayısı 5 milyondu; yani Rusya’nın toplam kadın nüfusunun yalnızca %8’i. İşçi ve hizmetli kadınların sayısı bunların yarısı bile değildi. Yani, kadınların ağırlıklı bölümü tarımda çalışıyordu.
Köylü kadının durumu da diğerlerinden farklı değildi. Sabahın ilk ışıklarından akşamın geç saatlerine kadar çalışmalarına rağmen sefalet içinde yaşıyorlardı. Çarlık Rusya’sında devlet, sahibi olduğu toprağı işletmeye verir ve toprağı zaman zaman köylüler arasında yeniden pay ederdi. Kadın tek bir dönüm üzerinde dahi hak sahibi değildi. Ekonomik olarak tümüyle kocasına, babasına ya da erkek kardeşine bağımlıydı.
Çarlık Rusya’sının Avrupa kesimi ile Kafkasya, Orta ve Uzak Asya’da yaşayan ulus ve küçük halk topluluklarının yaşamları arasında tarihsel, maddi ve kültürel olarak belirlenmiş bir uçurum vardı. Bu Doğu bölgelerinde kadınlar, yalnızca genel olarak aşağılanmakla, değersiz sayılmakla kalmıyor, ayrıca aile ve aşiret geleneklerinin, dinin ve hurafelerin baskısı altında eziliyordu. Buralarda kadınlar bir eşya gibi alınıp satılıyor, üstüne kuma getirilebiliyor, işkence edilebiliyor, hatta öldürülebiliyordu.
Kadınlar şehirlerde tam bir ev kölesi, kırsal alanda bir “çift hayvanı” yaşamı sürdürüyorlardı. Ekin ve harman zamanı güneş doğmadan başlayıp gece karanlığına kadar tarlada çalışan onlardı. Orak biçen, tahıl öğüten, pamuk toplayan, inekleri sağan, hayvanlara bakan, koyunları kırpan ve yün eğiren, deriyi tabakalayan, yemek pişiren, kıyafet diken onlardı. Ve bütün bu işleri büyük güç kuvvet gerektiren en ilkel aletlerle yapıyorlardı. Neredeyse tüm yaşam kadın emeği üzerine kurulu olmasına karşın, bu emeğin ürünleri erkeğe aitti. Kadının hiçbir şekilde söz hakkı yoktu. Miras hakkından neredeyse tamamen yoksundu. Kadı önünde bir erkeğinkine karşılık iki kadının şahitliği gerekiyordu.
KADINLARIN TOPLUMSAL MÜCADELEDEKİ YERİ
Kadınların haklardan bu tamamen yoksun durumlarından kurtulmaları sorunu, Çarlığın yıkılması sorunu ile iç içe geçmişti. Çarlığa karşı gelişen tüm muhalif hareketler içerisinde -Narodniklerden anarşistlere, sosyal devrimcilerden Bolşeviklere kadar- öncelikle ve ilk olarak yer alanlar, varlıklı ailelerden gelen aydın kadınlardı.
İyi bir burjuva eğitimden geçmiş, çoğu yabancı dil bilen bu kadınlar, yurtdışında ve yurtiçindeki siyasal yapılanmalar içinde yer aldılar. 19. yüzyılın devrimci kadınları, Çarlığa ve onun despotizmine karşı cesur mücadele örnekleri verdiler. Çarlık Rusya’sında işçi sınıfı hareketi geliştiği ölçüde, bu hareket içerisinde kadın işçilerin de yerlerini almaları kaçınılmazdı ve öyle de oldu.
1872 yılında Moskova’da ve 1874 yılında Petersburg’da çok sayıda kadının da yer aldığı işçi eylemleri; 1895 yılında Petersburg’da bir sigara fabrikasında çalışan kadın işçilerin, işverenin ücretleri düşürme girişimi üzerine ayaklanması; 1896 yazında, kadın işçilerin öncülüğünde gelişen tarihsel bir öneme sahip tekstil işçileri grevi birkaç örnektir yalnızca.
Bu yıllarda Rusya’da, büyüyen işçi sınıfı hareketi üzerinde ve Batı Avrupa işçi sınıfının etkisi altında ilk Marksist örgütler ortaya çıkmaya başladı. 90’lı yıllardan itibaren Petersburg’daki bir dizi yerel örgütte kadın işçiler de yerlerini aldılar. Bu kadın işçilerden bazıları kısa zamanda önder durumuna geldiler.
RUS İŞÇİ PARTİSİ’NİN OLUŞUM SÜRECİ
Rusya’da devrimci bir işçi partisinin ilk nüvesi diyebileceğimiz “Petersburg İşçi Sınıfının Kurtuluşu İçin Mücadele Birliği”, 1895 yılında, Lenin’in önderliğinde kuruldu. Bu örgütün yönetiminde, Nadejda Krupskaya dahil, dört kadın yer alıyordu.
Mücadele Birliği, Petersburg tekstil işçilerinin 1896 yazında gerçekleştirdiği büyük greve önderlik etti. Merkezinde işgününün kısalması talebinin bulunduğu bu greve çoğu kadın 30 bin tekstil işçisi katıldı. Grevin yarattığı büyük etki, Çarlık hükümetini, çalışma saatlerini 11,5 saatle kısıtlayan bir yasa çıkarmak zorunda bıraktı. Bu yasadan önce, işgünü herhangi bir biçimde sınırlandırılmış değildi.
Mücadele Birliği’nin deneyimleri ışığında Krupskaya’nın 1900 yılında yazdığı “İşçi Olarak Kadın” broşürü, Rusya’da işçi kadınların koşullarını somut olarak ele almakta ve siyasi mücadele görevlerini ortaya koymaktaydı. İllegal olarak yayınlanan bu ajitasyon broşürü, Bolşeviklerin kadın sorununa ilişkin ilk siyasi tavırları sayılır.
Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin (RSDİP) 1903’de yapılan II. Kongresinde kabul edilen parti programında kadınlarla erkeklerin tam eşitliğinin yanı sıra kadın emeğinin kapitalist sömürüye karşı korunmasına dair talepler de formüle edildi. Bu program 1919’a dek Bolşeviklerin programı olarak kalmıştır.
1903-1904 yılları Rusya’da devrimci hareketin giderek daha yükseldiği, ekonomik krizlerin derinleşmesiyle başta Petersburg ve Moskova olmak üzere bir dizi sanayi merkezinde art arda grevlerin patladığı ve kısa zamanda birer direniş mücadelesine dönüştüğü yıllardı. Ekonomik krizin bütün yükünü taşıyan işçi ve emekçi kitlelerin, topraksızlığın ve serfliğin kalıntılarının ağır koşulları altında inleyen köylülerin Çarlığa karşı nefreti gün be gün büyüyordu.
1905 DEVRİMİ
İşçi ve köylülerin Çarlık rejimine karşı silahlı ayaklanmasının patlak verdiği yıldır 1905. Bu ayaklanmanın bütün mücadele cephelerinde kadınlar da yerlerini aldılar. İşçi grevleri çoğalıyordu. Kadın işçiler ve kadın tarım işçileri kendiliğinden çekildikleri sınıf mücadelesine aktif bir şekilde katılıyorlardı.
Fakat kadın işçilerin sınıf bilinci, kendi sınıflarıyla kapitalist sınıfın sınıf çıkarlarının birbirine zıt olduğunu anlamaları, oldukça yavaş ilerliyordu. Bolşevik partinin monarşinin yıkılması ve yerine demokratik cumhuriyetin kurulması şiarını ise daha da az anlayışla karşılıyorlardı. Bu şiar, işçi ve köylü kadın kitleleri tarafından çok sonraları, 1905/1906 devrimci mücadelelerinde kavrandı. 9 Ocak, onlar için ilk canlı ders oldu.
Bundan bir gün önce, kadın ve erkek işçiler, gösteri ve mitinglerdeki konuşmacıların Çara karşı kötü söz söylemesine izin vermiyorlardı. Çarı savunanlar, özellikle işçi kadınlardı. Ama 9 Ocak 1905’te, ellerinde aziz resimleri ve Çarın portreleriyle “Çar Baba”ya yardım dilemeye saraya doğru yürüyüşe geçen savunmasız kadınların ve çocukların üzerine Çarın emriyle askerler tarafından ateş açılması, binlerce ağızdan protestoların yükselmesine yol açtı: “Artık bizim Çarımız yok! Artık merhamet dilenmeyeceğiz, barikatlarda çarpışacağız!” En bilinçli işçi kadınlar daha o akşam barikatlarda yerlerini aldılar.
Kanlı Pazar olarak tarihe geçen ve yüzlerce insanın öldürüldüğü 9 Ocak’ın ardından bütün Rusya’da yaygınlaşan kitlesel grevler, işçi kadınlar için olduğu gibi erkek işçilerin yanında yer alan eşleri için de bir okul oldu.
Bu dönemdeki çeşitli grev ve direniş hareketleri arasında İvanovo-Voznesensk grevinin özel bir önemi vardır. 1905 Mayıs sonundan Ağustos başına kadar süren ve birçoğu kadın olmak üzere, yaklaşık 70 bin tekstil işçisinin katıldığı bu grev, Bolşevik Kuzey Komitesi tarafından yönetildi. Grevi ezmek için Çarlık güçlerine işçileri dağıtma ve üzerlerine ateş açma emri verilmesine karşın işçiler boyun eğmedi, aileleriyle birlikte direnişlerini sürdürdüler. Grev sırasında İvanovo-Voznesensk işçileri, Rusya’da ilk işçi temsilcileri Sovyetlerinden biri olan bir Mutemetler Sovyetini oluşturdular.
1905 Devrimi, bütün sınıf ve katmanları harekete geçirdiği gibi, burjuva feminist hareketi de etkilemişti. 1905 Şubatında Kadetlere yakın “Kadının Hak Eşitliği Birliği” kuruldu. Başlangıçta bu örgüt içerisinde sosyal devrimciler, Menşevikler ve Bolşevikler de faaliyet yürütüyordu. İdeolojik politik mücadelenin belirli bir aşamasında, bu Birlik içinde daha fazla kalınamayacağını gören Bolşevik Anna Gureviç ile Menşevik Margarita Margulies’in başını çektiği sosyal demokrat kadınlar, birlikten ayrılarak kadın işçilere yönelik siyasi kadın kulüpleri kurdular.
1906 yılında Petersburg’ta faaliyet yürüten 4 siyasi kadın kulübü vardı. Bu kulüpler, konferanslar vererek ve diğer eğitim ve aydınlatma faaliyetleriyle kadın işçileri kazanmayı ve politize etmeyi hedefliyordu. Fakat bu kulüpler, kurulmalarından kısa bir süre sonra yasaklandı.
Aynı yıllarda Aleksandra Kollantai, “Tekstil İşçileri Birliği”nde faaliyet gösteriyordu. Bu çalışmanın bir ürünü olarak bir araya gelen işçi kadınlardan bir grup, daha sonraları kurulan “Kadın İşçiler Yardımlaşma Derneği”nin çekirdeğini oluşturdu.
1905 Devrimi’nin yenilgisi ve onu izleyen gericilik yıllarında Bolşevikler, sınırlı legal olanakları ellerinden geldiğince kullanmaya çalıştılar. 1907 yılında Kollontai’ın önderliğinde kurulan ve hızla, ağırlıklı olarak tekstil işçileri içerisinde örgütlenen “Kadın İşçiler Yardımlaşma Derneği” de kısa sürede Stolypin gericiliği tarafından kapatıldı.
1905-1907 yıllarında Bolşevikler, bir yandan ülke içinde kadın işçiler arasında sistemli bir ajitasyon, örgütlenme çalışması yürüttüler ve işçi kadınların taleplerinin yükseltildiği mitingler, toplantılar vb. örgütlediler. Bu dönemde RSDİP’in kadın üye oranı %15’ti.
Aralık 1908’de burjuva kadın hakları savunucularının girişimiyle Petersburg’ta 1. Tüm Rusya Kadınlar Kongresi düzenlendi. Kollantai, Merkez Komitesi’nin onayıyla bu kongreye bir kadın işçiler delegasyonunun seferber edilmesi çalışmalarını yürüttü. Kongreye katılan delegelerin 700’ü Kadet Partisi’ni temsil ederken, işçi kadınlar grubu 45 delegeydi. Kongre, işçi delegelerin baskısıyla, kadın ve çocuk emeğinin korunmasına ve köylü kadınların durumuna ilişkin kararlar kabul etti. Bunun yanı sıra kadın işçiler, genel, eşit, doğrudan ve gizli seçim hakkını talep eden bir karar önergesi verdiler. Divan bu karar tasarısını okumayı reddettiğinde, kadın işçiler grubu, protesto olarak kongreyi terk etti.
STOLYPİN GERİCİLİĞİ DÖNEMİ
Stolypin gericiliği döneminde (1908-1912) Bolşevik kadın önderlerinin bazıları tutuklandı, bazıları da yurtdışına kaçtı. Parti tamamen yeraltına çekildi. Bu ağır koşullara karşın fabrika ve işletmelerde propaganda ve örgütlenme çalışmaları sürdü, her türlü legal olanağın ustaca kullanılmasına devam edildi.
Partinin kadınlar arasında çalışma organlarının ilk tohumları, bu illegalite koşullarında atıldı. Örgütlenilen her fabrika hücresinde, kadın işçiler arasındaki çalışmayı yürüten özel bir örgütleyici belirleniyordu. Partisiz işçi kadınlar arasında aktif unsurların örgütlenmesine yönelik, işçi kadın grupları oluşturuluyordu. Daha fazla işçi kadının kazanılmasında merkezi bir rol oynayan bu gruplar, devrim sonrasındaki delege toplantılarının ilk biçimlerini oluşturuyordu.
İşçi hareketi canlandığı ve legal gösteri vb. yapma olanakları arttığı ölçüde, kadın işçiler arasında yürütülen çalışmaların ürünleri de ortaya çıkmaya başladı. RSDİP, 8 Mart 1913’te Uluslararası Kadın Günü’nü ilk defa Petersburg’ta kitle gösterileriyle kutlama kararı aldı. Bu tarihten itibaren Pravda’da özel bir kadın sayfası açıldı. 8 Mart kitle gösterilerine kadın tekstil işçileri öncülük ettiler. Bunu izleyen yıl gösteriler Petersburg’u aştı; Moskova, Samara, Saratov ve diğer büyük kentlerde de 8 Mart gösterilerle kutlandı.
Bolşeviklerin kadın işçilere yönelik ilk gazetesi, Rabotnitsa‘nın (İşçi Kadın) ilk sayısı 8 Mart 1914’te Petersburg’ta çıktı. Gazetenin redaksiyonunu Bolşevik öncü kadınlardan bir çekirdek üstlenmişti: Nadejda Krupskaya, İnes Armand, Elizarova Ulyanova, Konkordiya Samoilova ve Kavdiya Nikoleva. Aynı yıl Petersburg’lu işçilerin büyük 8 Mart yürüyüşü gerçekleşti.
1914 yazında 1. Emperyalist Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte tüm devrimci basınla birlikte Rabotnitsa da kapatıldı. Savaş, Bolşeviklerin önderliğindeki emekçi kadın hareketi ile burjuva kadın hareketi arasındaki uzlaşmaz ayrılığı daha da derinleştirdi. Bu dönemde, istisnasız bütün feminist örgütler, “anavatan savunuculuğu” yaparak emperyalist savaştan yana tavır aldılar. Uluslararası alanda II. Enternasyonal oportünizmi ve Rusya’da Menşevikler, anavatan savunuculuğuna, sosyal şovenizme battılar. Bolşevikler hem Rusya’da hem de uluslararası alanda emperyalist savaşa karşı tavırlarıyla neredeyse yalnız kaldılar.
Menşeviklerin anavatan savunuculuğu, Kollantai’ın Bolşeviklerin saflarına geçmesine neden oldu. Bolşeviklerin emperyalist savaşa karşı tavrı, onların işçi ve köylü kadınların desteğini kazanmasında, emekçi kadın hareketinin güçlenmesinde önemli bir rol oynadı.
ŞUBAT DEVRİMİ
1915-1917 yılları arasında devrimci hareketin kabarmasıyla işletme hücrelerine bağlı olan kadınlar arasında çalışma grupları daha da güçleniyor, çalışma alanları daha da genişliyordu.
1917 yılının 8 Martı (eski Rus takviminde 23 Şubat), Çarlığın yıkılmasına yol açan Şubat Devrimi’nin başlangıcıdır. Burada kadın tekstil işçileri öncü bir rol oynadılar. Bolşeviklerin Petrograd Komitesi’nin Uluslararası Kadınlar Gününe yaptığı çağrıya geniş emekçi kadın kesimleri yanıt verdi.
Kadınlar, sadece işçi kadınlar değil, ekmek ve gazyağı için kuyruklarda bekleşen kadın kitleleri de sokağa döküldü. Devlet Duma’sına doğru yürüyüşe geçen kadınlar ekmek talep ediyor, tramvayları durduruyorlardı. Fabrikalara ve atölyelere gidiyor, erkek işçileri “Haydi yoldaşlar!” diyerek dışarı çıkarıyorlardı. Sonraki günlerde grevler bütün Petrograd’ı sardı. Çarlığın, bu grev ve gösteri dalgasını polis zoruyla bastırma girişimi karşısında hareket politik bir direniş mücadelesine dönüştü. Başta kadınların öne atılıp askerlere (Kazaklara) silahlarını işçilere yöneltmeme, halka katılma doğrultusunda yaptıkları çağrılar giderek yanıt bulmaya başladı. Kazaklar birçok yerde işçilerin geçmesine izin veriyor, çağrılara uyup silahlarını kullanmıyordu.
25 Şubat günü Snamenski Meydanı’nda düzenlenen büyük bir mitingde kitleye ateş açan ve bir konuşmacıyı vuran polise Kazaklar yaylım ateşi açtı. “Yaşasın Kazaklar!” sloganlarıyla askerleri selamlayan kitlede, onların ateş açmayacağına dair güven yayılmaya başladı. Ertesi gün de benzer çatışmalarda aynı manzara gerçekleşiyor, askerler, özellikle kadınların Çarlık otokrasisini devirmek için halkın yardımına koşmaları çağrılarına yanıt veriyorlardı.
EKİM’E DOĞRU
Şubat Devrimiyle Çarlık iktidarı yıkılmış ve “ikili iktidar” ortaya çıkmıştı. Yani, bir yanda Kerenski’nin geçici hükümeti ve burjuvazinin iktidarı, diğer yanda İşçi ve Asker Sovyetleri. İdeolojik ve politik olarak Menşevikler ve Sosyal Devrimcilerin hâkim olduğu Sovyetler içinde Bolşevikler, bu akımlara karşı ideolojik mücadele yürütüyor ve “Bütün İktidar Sovyetlere!” şiarıyla İşçi ve Asker Sovyetlerini Kerenski Hükümeti’ne karşı tavır almaya çağırıyorlardı.
Şubat Devrimi’nin hemen sonrasında Kerenski’nin Geçici Hükümeti’nin işçi ve emekçi kitlelere vaatlerinin hemen hiçbirini yerine getirmediğini teşhir eden yazısında Lenin, Sovyetlerin “bütün kadın ve erkek yurttaşlar için genel ve eşit oy hakkı talep” ettiğini ifade ediyordu.
Eski tarihle 17 Mart 1917’de, yani Şubat Devrimi’nden yaklaşık bir ay sonra, Bolşeviklerin Petrograd Komitesi üyesi olan Vera Slutskaya’nın önerisi ve inisiyatifiyle başkentte, işçi kadınlar arasında bir ajitasyon-propaganda çalışma bürosu oluşturuldu. Bu büro, esas olarak kadın işçilere ve asker eşlerine yönelik ajitasyon çalışması yürütüyordu. Kadın işçilerin fabrika ve bölgesel toplantılarını düzenliyor, savaşa ve pahalılığa karşı kitlesel kadın mitingleri örgütlüyordu. Bolşevikler ayrıca ev hizmetçilerinin emeğinin korunması talebini yükseltiyor, kadınları Kent Duması, Sovyetler ve Kurucu Meclis seçimlerinde Bolşevik adayları desteklemeye çağırıyorlardı.
Aynı dönemde, Moskova’da İnessa Armand’ın önderliğinde bir grup Bolşevik, Petersburg’dakine benzer çalışmalar yürütüyor ve “Slisu Rabotnitsa” (İşçi Kadının Yaşamı) adlı yerel bir gazete çıkarıyordu.
1 Mayıs 1917’de (eski tarih) Petrograd’da büyük çamaşırhane grevi patlak verdi. 5 bin kadının katıldığı bu grevin, partinin kadınlar arasındaki kitle çalışması açısından önemi büyüktü. Kadın işçilerin talepleri, 8 saatlik işgünü, asgari ücretin belirlenmesi ve ücretlerin arttırılmasıydı. Bolşevikler bu greve kendi basınlarında büyük yer verdiler. Grev boyunca en iyi kadın ajitatörler -bunların arasında Kollantai da vardı- çalışma yürüttüler. Bir ay süren grev zaferle sonuçlandı. Hem grevin örgütleyicisi hem de destekleyicisi olarak Bolşeviklerin bu zaferde payı büyüktü. Bolşeviklerin etkisi, grevciler tarafından alınan, savaşa karşı çıkan ve Menşeviklerle sosyal devrimcileri uzlaşmacılar olarak mahkum eden kararlara da yansıyordu.
Dünya savaşı patlak verdiğinde yasaklanan Rabotnitsa, çamaşırhane grevinin başladığı günlerde yeniden çıkmaya başladı.Rabotnitsa, savaşa karşı enternasyonalizmi desteklemek için bir kadın işçi toplantıları ve yürüyüşleri kampanyası örgütleme kararı aldı. Bu toplantıların ilki ve en büyüğü, 11 Haziran’da, Sovyet Yürütme Komitesi ile Bolşevik Parti arasındaki “Haziran Krizi”nin*1zirveye ulaştığı bir sırada yapıldı. Bu toplantıya 10 bin kişi katıldı.
Bu toplantının ardından yine binlerin katıldığı daha birçok toplantı düzenlendi. Rabotnitsa editörleri bu toplantılarda “Kadın işçi ve hayat pahalılığı”, “Savaşa kimin ihtiyacı var?”, “Kadın emeği”, “Anneliğin korunması” gibi konularda kadın kitlelerine hitap ediyordu.
Şubat Devrimi öncesi, sırası ve ertesinde bütün güçleri ile İşçi ve Asker Sovyetleri içinde ajitasyon-propaganda-örgütlenme çalışması yürüten ve “Bütün İktidar Sovyetlere” şiarını yükselten Bolşevikler, aynı zamanda en geniş kadın kitlelerini, asker ve işçi eşlerini aydınlatmak ve onları harekete geçirmek için büyük çaba verdi. Her parti örgütünün kadınlar arasında çalışma için özel bir organa sahip olması gerektiği görüşü bu dönemde olgunlaşarak kısmen pratiğe geçirildi.
Partinin işçi kadın komisyonları tarafından çağrılan ilk partisiz işçi kadınlar konferansı Ekim Devrimi’nden önce Petrograd’da düzenlendi. Buraya, 80 bin kadın işçiyi temsil eden 800 delege katıldı. Konferans, Rusya Komünist Partisi (Bolşevik) ile ve onun Sovyet iktidarı için mücadelesiyle tam dayanışma ilan etti. Bu konferansa benzer konferanslar diğer sanayi merkezlerinde de yapıldı ve Ekim Devrimi’nden sonra da partisiz işçi ve köylü kadınları partiye ve sosyalizmin inşası görevlerine çekmenin iyi bir aracı olarak düzenli aralıklarla tekrarlandı.
Şubat Devrimi’nden Ekim Devrimi’ne dek geçen sekiz aylık süreçte Bolşevikler, “Emperyalist savaşa son”, “Barış, ekmek, özgürlük” şiarlarında yaşam bulan taktik çizgileriyle kitleleri kendi yanlarına çekme, İşçi ve Asker Sovyetlerinde çoğunluğu kazanma mücadelesi verdiler. Ve bu mücadeleden zaferle çıktılar. Onların önderliğinde Rusya proletaryası dünya tarihinde yeni bir sayfa açtı. Eski tarihle 25 Ekim 1917’de Rusya işçi sınıfı, yoksul köylüler ve askerlerle ittifak halinde burjuvazinin iktidarını devirerek Sovyet iktidarını kurdu.
EKİM DEVRİMİ VE BOLŞEVİK PARTİ’NİN KADININ KURTULUŞU POLİTİKASI
Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin hemen ertesinde komünist partinin önderliğindeki proletarya diktatörlüğü hükümeti, kadınların eşitsizliğine dair eskiden kalma bütün yasaları bir hamlede kaldırıp, kadın ile erkeğin yasal eşitliğini getirdi. Devrimden 4 gün sonra, kadın emeğinin ve annenin korunmasına ilişkin kararnameyi, Aralık’ta evlilik ve aile ilişkileri ile ilgili kararnameyi ilan etti. Böylece, tarihte ilk kez, kadının politik, ekonomik ve hukuksal tam hak eşitliği ilan edilmiş oldu. Bu, komünist partisinin kadının kurtuluşuna dair programatik talebinin yerine getirilmesiydi.
Komünist partisi, bunun henüz bir başlangıç olduğunu, esas büyük görevin, kadını toplumsal yaşamın her alanında gerçekten eşit kılma mücadelesinin olduğunu; bu uzun soluklu ve zorlu mücadelede, emekçi kadın kitlelerini partiye ve sosyalizmin inşasının her somut aşamasında çözülmesi gereken görevlere yakınlaştırmak ve bunların çözümü için seferber etmek gerektiğini vurguluyordu.
Lenin bunu, “Milyonlarca kadın bizimle birlikte olmaksızın, proletarya diktatörlüğünü yürütemeyiz, komünist inşaya girişemeyiz. Onlara ulaşmanın yolunu aramalıyız, bu yolu bulmak için incelemeli ve denemeliyiz” biçiminde ifade etmişti.
Partinin kadınlar arasındaki çalışmasıyla ilgili olarak öne çıkan bir diğer önemli görev de, bu çalışmanın her türlü küçümsenmesine karşı mücadele ve milyonlarca emekçi kadının hareketini geliştirip yönetmenin tüm parti faaliyetinin önemli bir parçası, genel parti çalışmasının yarısı olduğunun kavratılmasıydı. “Eski efendi bakış açısını en son, en ince köküne kadar kurutmalıyız; partide ve kitleler içinde.” (Lenin)
Sovyet kadınının her alanda hak eşitliğine kavuşarak Sovyet toplumunda önemli bir güç haline gelmesi ancak böyle mümkün olabildi.
KADINLAR ARASINDAKİ ÇALIŞMA
Bolşevikler, devrim sonrasında da kadın kitlelerini komünist düşüncelere yakınlaştırma ve onları örgütsel olarak kucaklama yönünde sistemli ve planlı bir çalışma yürüterek çeşitli örgütsel tedbirlere başvurdu, organlar yarattı. Pratiğin dayattığı gereklilikler temelinde, partide, Sovyetlerde, sendikalarda, kooperatiflerde kadınların temsilini ve aktif etkinliğini sağlamak için kol, komisyon gibi kadın organlarından, özel kadın görevlilere, kadın ajitatörlere, delege toplantılarından stajyer sistemine kadar çeşitli yol ve yöntemler hayata geçirildi.
Rusya’da Bolşevikler ve uluslararası alanda Komünist Enternasyonal ve onun şubeleri, kadın kitleleri arasında komünist çalışmaya ilişkin yöntem, biçimler ve örgütsel yapı sorununu tekrar tekrar tartıştı; amaca ve şartlara en uygun olan örgütlenme biçimlerini ve çalışma yöntemlerini saptamaya çalıştı. Bolşevikler ve Komünist Enternasyonal, bu alanda bütün dönemler için geçerli bir tek örgütsel yapı öngörüp katı bir şekilde ona bağlı kalmadı. Önlerinde duran görevlerin çözümünde en iyi yöntemleri bulup çıkarmaya çalışmış ve çeşitli örgütsel tedbirleri “amaca uygunluk” bağlamında tartışmışlardır.
JENOTYEL
Devrim öncesinde parti örgütlerine bağlı işçi kadın komisyonları, devrimden sonra, 1918 sonbaharında işçi ve köylü kadınlar arasında çalışma kollarına dönüştürüldü. Rusça’da “Jenskiye otdel”in kısaltması olan “Jenotyel”, Sovyetler Birliği Komünist Partisinin kadınlar arasında bu çalışma kollarına verilen addır. Siyasal aydınlatma çalışmasının yanı sıra kadınların Sovyet, sendika ve kooperatif örgütlerine pratik olarak çekilmesi Jenotyellerin görevleri arasındaydı.
Ekim Devrimi’nden sonra partinin kadınlar arasındaki [şube ve komisyon olarak da anılan] çalışma kolları gittikçe daha gelişip güçlendi ve belirgin bir örgütsel yapıya kavuştu. Yukarıdan aşağıya bütün parti örgütlerinde oluşturulan bu kolların görevleri, örgütlenme biçimleri ve diğer merkezi parti organlarıyla ilişkileri “Rusya Komünist Partisi Merkez Komitesi Kadın Komisyonları İçin Yönergeler”le (1921) saptandı.
Jenotyel, Komünist Partisi’nden bağımsız olma anlamında özel, ayrı bir kadın örgütü değildi. Jenotyeller, partinin ideolojik politik çizgisi temelinde ve partinin tüm organlarıyla en yakın örgütsel bağ içerisinde oluşturulmuş kadınlar arasında çalışma organlarıyken, görevlerini yerine getirme sürecinde inisiyatif kullanma hakkına ve belirli bir hareket özgürlüğüne sahiptiler. Jenotyellerin etrafında henüz komünist partisi üyesi olmayan kadın kitlelerinden geniş bir çeper bulunuyordu. Dolayısıyla komünist partisinin, içinde bulunulan her bir aşamada tespit ettiği görevler ve aldığı kararlar, öncelikle komünist partisi üyesi olan Jenotyel üyelerini bağlıyordu. Komünist partisinin bu geniş kadın kitleleri üzerindeki etkisi ancak bu üyeler üzerinden ve onların sabırlı ikna çalışmasıyla bu kitleleri partinin önüne koyduğu hedeflere ve görevlere yakınlaştırabildikleri ölçüde sağlanabiliyordu.
Yeni Sovyet devletinin çıkardığı yasalar doğrultusunda anne ve çocuğun korunması, kadınların üretime çekilmesi, okur-yazarlık kampanyalarının yürütülmesi, kadınların mesleki eğitiminin yükseltilmesi, çocuk yuvalarının, kamu mutfaklarının ve çamaşırhanelerinin vb. örgütlenmesi için ön çalışmanın yapılması ve bu alanda kurumların yaratılması ve bunların yaygınlaştırılması; kadınların yasal olarak korunması amacıyla yeni yasa taslaklarının hazırlanması, bunların kitleler önünde tartışılmasının örgütlenmesi; en geniş kadın kitlelerini partiye ve Sovyetlere yakınlaştırmak için, kadınların partide, Sovyetlerde ve sendikalarda aktif üyeler olarak yer almasının sağlanması için delege toplantılarının düzenlenmesi ve partisiz işçi ve köylü kadınların konferanslarının çağrılması; fuhuşa karşı mücadele ve daha kadın sorunuyla ilgili olarak akla ne gelirse her türlü sorunun ele alınmasında ve çözüm yollarının aranmasında önemli ölçüde sorumlu ve görevli olan organlar Jenotyellerdi. Ve tüm bu görevler, tüm siyasi ideolojik engellere, özellikle de işçi ve köylüler arasında yaygın olan eski ideolojinin kalıntılarına karşı acımasız bir mücadele ile birlikte ele alınmak zorundaydı.
Gebelikten korunma ve kürtaj alanında danışmanlık hizmetinde bulunan kurumların yaratılmasından, barınacak yeri olmayan “bekar anne”lerin çocuklarıyla birlikte kalabilecekleri anne-çocuk yurtlarının kurulmasına dek bir dizi sosyal hizmet kurumunun yaratılmasına kadın kolları ön ayak oluyor; hatta bunları yönetip denetliyordu.
Başlangıçta kaçınılmaz olan bu dört yana yumruk sallama durumu, Sovyet devletinin güçlenmesi ile birlikte elbette değişti. Kadın kollarının ön ayak olup örgütlemeye çalıştığı bir dizi kurum, giderek devletin sosyal hizmet kurumları olarak işler hale geldi.
Kısacası, işçi ve köylü kadın kitlelerinin sosyalizmin inşasına, parti çalışmasına, siyasette ve tüm toplumsal örgütlerde aktif çalışmaya çekilmesi bağlamında Jenotyeller gerekli ve merkezi önemde bir araç oldular. Aynı zamanda eskinin kalıntılarına, hata ve zaaflara, işçi ve köylü kitlelerinde kendini gösteren kadınlara karşı erkek-egemen anlayışın ürünü tavırlara karşı ideolojik mücadelede de önemli görevler üstlendiler. Gazete ve dergi makaleleri, Jenotyellerin tüm faaliyet alanlarında, kitleler arasında varlığını sürdüren ve komünistler arasında da rastlanan, kadınları aşağılayan ve horlayan erkek egemen bakış açısının teşhiri ile doluydu.
1930’lu yılların başlarında, proletarya diktatörlüğü şartlarında, kadınların kitleler halinde tüm toplumsal alanlara çekilmesinde önemli başarılar elde edildikten sonra, artık ilgili toplum ve devlet organlarının kadınların çıkarlarını savunma görevini kendi görevleri olarak kavramaları ve çözmeleri merkezi önem kazanmıştı. Kadın kollarının reorganizasyonu üzerine bir makalede Jenotyellerin merkezi yönetim başkanı Artyuşina, tam da bu temel düşünceyi dile getiriyordu:
“Kadın çalışması, tüm parti, sendikalar ve Sovyetler kadın çalışmalarını değiştirecek şekilde yenilenmelidir. Ancak böyle bir değişiklik, bugüne kadar elde edilen kurtuluşu güvence altına alıp işçi ve köylü kadınları sosyalizmin inşasına kazanabilir…”
Jenotyeller, SBKP(B) 16. Parti Kongresi (Haziran 1930) öncesinde, parti aygıtının bir bütün olarak yeniden örgütlenmesi çerçevesinde ve “daha üst bir örgütlenme aşamasına geçiş” anlayışıyla dağıtıldı: “…Şimdiye kadar kadınlar arasında çalışma, kadın kollarına deyim yerindeyse ‘havale edilen’, onların ‘özel’ meselesi idiyse, şimdi parti mekanizmasının yeniden örgütlenmesi sonucu, tüm parti örgütü kadınlarla ilgilenmek, kendini kadınlar arasındaki çalışmaya ve kadınları partiye kazanmaya vermekle yükümlüdür.”
Kadınların kurtuluşu için mücadele pürüzsüz bir çizgi izlemedi. Kadının kurtuluşunu gerçek hayatta sağlamak için, sosyalizmin inşasının her cephesinde tüm direnen güçlere karşı keskin ve amansız bir ideolojik-siyasi mücadele yürütüldü. Bu mücadelenin belirli bir zaman diliminde Jenotyeller önemli ve merkezi bir araç durumundaydı. Araçlar değişti ama mücadele sürdü.
Tasfiye edilen Jenotyellerin yerine, esas görevleri partide, Sovyetlerde, sendikalarda, kolektiflerde kadın sayısını arttırmak ve siyasal, toplumsal yaşama aktif olarak katılmalarını sağlamak olan “kadın örgütleyicileri” diye adlandırılan kadrolar faaliyete sokuldu.
Bu dönemde de sosyalizmin inşası ve kadınların kurtuluşu ile ilgili tüm önemli siyasi sorunlarda özel kadın toplantıları, konferanslar ve seminerler vb. düzenlendi. Aradaki fark, bunların artık doğrudan ilgili örgütler tarafından, yani, parti, Sovyetler, sendikalar, kooperatifler tarafından düzenlenmiş olmasıdır. Bu dönemde de bu çalışmaya damgasını vuran temel ilke, kadınların toplumsal yaşamda olduğu gibi siyasal alanda da eşitliğinin sağlanması ve var olan eşitsizliğin bertaraf edilmesi için bir anlamda kadınlara ayrıcalık tanınmasıydı.
Parti politikasında ve ajitasyon propaganda çalışmasında kadınların kurtuluşu sorununun özel bir noktası, ev işi ve çocuk bakımının toplumsallaştırılması yönünde adımların daha da ileriye götürülmesi ve eski eşitsizliğin tüm izlerini yok etmek için -özellikle de proletaryanın ve köylülüğün geri kesimleri içinde – mücadele idi. Bu mücadele sürecinde de o zamana kadar örgütlü bir toplumsal güç olarak rol oynamayan, ev kadınları gibi mesleki faaliyette bulunmayan kadın kesimlerinin de örgütlenmesine, toplumsal yaşama daha etkin katılmasına hız verildi.
DELEGE TOPLANTILARI
Kadın çalışmasının bir diğer önemli dayanağı delege toplantılarıydı. Bu, siyasetle hemen hiçbir ilişkisi olmamış, apolitik kadın yığınlarını partiye ve Sovyetlere yaklaştırmak için geliştirilen bir mekanizmaydı. Delege toplantıları, kelimenin tam anlamıyla siyaset ilkokullarıydı. Sosyalist devletin temel kitle örgütleri olan Sovyetler, sendikalar ve kooperatiflerin henüz ulaşamadığı kadın kesimlerine ulaşmanın, onları ülkenin siyasal yaşamına ve sosyalizmin inşasına seferber etmek için aydınlatmanın ve harekete geçirmenin aracıydı. Yani işçi ve köylü kadınların delege toplantıları, partiyle kitle arasında yardımcı örgütler, bir anlamda “volan kayışları” olarak önemli bir işlev gördüler.
Delege toplantıları sistemi, şehirlerde her işletmede, ev kadınları için her mahallede, kırsal alanda her köyde tüm emekçi kesimlerden kadınların bir toplantıya çağrılması ve aralarından en iyi, en aktif olanların seçilmesiyle oluşturuldu. Her delege belirli sayıda kadını temsil ediyor ve belirli bir dönem boyunca delegelik yapıyor, bu faaliyet döneminden sonra tekrar delege seçilebiliyordu. Bu noktada Parti bilinçli olarak, eski delegelerin yeniden seçilmemesi, bunun yerine sempatizanlar arasından yeni taze unsurların delege toplantılarına çekilmesini teşvik ediyordu. Aynı zamanda, eski delegelerin dağılmasını önlemek için bunların aktif faaliyetlerinin devamını ve Sovyet, sendika ve kooperatif organlarına aday gösterilmesini aktif olarak gözetiyordu.
Delegeler, yerel bazda düzenli olarak toplanmakla ve seçmenlerine düzenli rapor vermekle yükümlüydü. Seçmenler her türlü şikayetleri, istekleri ve önerileri ile delegelere başvuruyor, delegeler de bunları delege toplantılarında dile getiriyor ve komünist kadınlarla bunlar üzerine tartışıyor, birlikte çözüm yolları arıyor ve alınacak önlemleri kararlaştırıyorlardı. Komünist kadınlar da tüm bu faaliyetler, planlar ve kadınlarla ilgili tüm sorunlar hakkında partiye rapor veriyordu. Bu şekilde komünistler, kitlelerin gereksinimleri ve ruh halleri hakkında bilgi sahibi oluyor ve aynı zamanda emekçi kadın kitleleri de kendi seçtikleri delegeleri üzerinden tüm gelişmelerden haberdar oluyordu.
Seçilenler, köklü bir eğitimden sonra, ihtiyaç duyulan görevleri üstleniyordu. Delegelerin genel eğitimlerini ilerletmeleri ve doğrudan pratik içinde, uzmanların rehberliğinde gelecekteki görevlerine hazırlanmaları gerekiyordu. Bu şekilde kadınlar idari kuruluşlarda, fabrika yönetimlerinde, sendikalarda, okullarda, hastanelerde, çocuk yuvalarında vb. çalışıyordu.
Delegelerin gelişmeye açık olan büyük bölümü, bir yıllığına çeşitli Sovyet kuruluşlarında stajyer olarak çalışıyor, burada yetiştiriliyor veya çeşitli öğrenim kurumlarına öğrenci olarak gönderiliyordu. Yine önemli bir bölümü aktif olarak sendikal çalışmaya katılıyordu. Delege olarak seçilen kadınların seviyesi, onları mevcut okul ve kurslara yerleştirmeye izin vermediğinde, bunlara hazırlanmak üzere çalışma yürüten gruplar oluşturuluyor ve kadınlar buralarda yetiştiriliyordu.
Delege sisteminin genel işleyiş tarzı aynı kalmasına rağmen, süreç içerisinde bu sistemin geliştirilmesi, yaygınlaştırılması, inşa çalışmasının her bir döneminde yeni görevlere ağırlık vermesi ve yeni kadın katmanlarına yönelmesi söz konusu oldu.
Daha 1924 yılında, 3. Uluslararası Komünist Kadınlar Konferansı’nda yapılan sunumda, Sovyetlerin yürütme komitelerinin üyesi olan, sendika yönetimlerinde yer alan, işletme konseylerine ve bunların kurullarına üye olan yüzlerce işçi ve köylü kadının, aynı şekilde partinin kendinden saydığı emekçi kadınların %95’inin delege toplantılarının okulundan geçtiği ve Sovyet iktidarının uzun soluklu mücadele neferlerini oluşturdukları belirtiliyordu.
1930’lu yılların sonlarına doğru tüm SSCB’de 15-60 yaş arası yaklaşık 40 milyon kadını temsil eden ve 27 bin delege toplantısında seçilmiş olan 800 bin delege kadın vardı. Delege kadınların çalışmalarını birleştirmek amacıyla “Delegetka” adlı bir gazete çıkarılıyor ve delegelerin ülke çapında konferansları düzenleniyordu.
En geniş kadın yığınları Sovyetler, sendikalar ve kooperatiflerde, yani temel kitle örgütlerinde örgütsel olarak kucaklandığı ölçüde, delege toplantıları görevlerini tamamlamış ve gereksiz hale gelmişlerdir.
BASIN YAYIN ARAÇLARI
En geniş kadın kitlelerini aydınlatma, onları partinin ve sosyalist inşanın görevlerine yakınlaştırma ve seferber etmede ajitasyon propaganda aracı olarak basın, son derece önemli bir rol oynuyordu. Çalışma bir yandan Pravda gibi genel basın organlarındaki kadın sayfaları ve kadın ekleri üzerinden, diğer yandan da kadına yönelik özel gazete ve dergiler üzerinden gerçekleşiyordu. Önde gelen kadın gazeteleri “Rabotnitsa” (İşçi Kadın), “Krestyenka” (Köylü Kadın) ve “Delegetka”nın (Delege Kadın) tirajları milyonlarla sayılıyordu. 1940’lı ve 50’li yıllarda ayrıca “Sovyet Kadını” dergisi yayınlandı. Yanı sıra yerel gazetelerin kadın sayfaları ve ekleri de aynı etkinlikle kullanıldı.
Her işletmede, her atölyede ve kırsal alanda, delege toplantıları ve okuma kulüpleri çevresinde vb. oluşturulan işçi ve emekçi kadın muhabirleri grupları tarafından beslenen bu dergi ve gazeteler, emekçi kadın kitlelerinin gerçek anlamda kendi yayın organları olma niteliğini kazanmışlardı.
Devrimden önce nüfusun yaklaşık %80’inin okur-yazar olmadığı Sovyetler Birliği’nde, 30’lu yılların ikinci yarısına gelindiğinde emekçi kadınlar artık geniş bir kadın muhabirler ağına sahipti. Gazete ve dergilerin sayfaları, işçi ve emekçi kadınların yaşantılarını ve mücadelelerini canlı bir şekilde yansıtan okur mektuplarıyla, raporlarla ve tartışmalarla doluydu.
Partili olmayan en geniş kitlelere hitap eden bu gazete ve dergilerin dışında, bir de Haziran 1920’den itibaren periyodik olarak yayınlanan “Kommunitstka” (Komünist Kadın) dergisi mevcuttu.
Bunun yanı sıra SSCB’de etkin bir kadın kitapları politikası izlendi. Örneğin yalnızca 1930 yılında, özel olarak kadınların ilgi alanına yönelen her biri 3 milyon basılan 200 değişik kitap yayınlandı. Bu basın ağı, yeni yaşamın yaratılmasına kadınların aktif katılımını sağlamanın yönlendirici, destekleyici bir aracı olarak büyük bir öneme sahipti.
SSCB’DE KADINLARIN HAK EŞİTLİĞİ
Üretim
Yaşamın tüm alanlarında kadının hak eşitliğini ilan eden ve yasal güvence altına alan Ekim Devrimi’nin daha ilk günlerinde “eşit işe eşit ücret”, 8 saatlik işgünü, kadın emeğinin korunmasına, anne ve çocuğun korunmasına dair yasaları ilan eden kararnameler yayınlandı. Sovyet iktidarı, annelik ve ev kadınının ev içi faaliyetlerini, toplumsal üretimdeki çalışmaya denk, toplumsal fonksiyonlar olarak tanıdı. Köylüye toprak dağıtımında, ailelere değil, bireylere kendi parselini verme yöntemini izledi. Böylece köylü kadınlar kendi topraklarının sahibi oluyorlardı. Artık toprağı kendisi mi işleyecek, yoksa kolektif çiftliğe mi girecek, bunu belirleyecek olan köylü kadının kendisiydi.
Bu şekilde kadının geriye itilmesi, yasa yoluyla ortadan kaldırılmış oluyordu. Ancak bu henüz, kadının bu haklara fiilen kavuştuğu anlamına gelmiyordu. Toplumsal üretime kitlesel olarak çekilebilmesi için kadın, bu hakları gerçekleştirebilmenin reel olanaklarına sahip olmalıydı. Kadınların ekonomik hak eşitliğinden gerçek anlamda faydalanabilmesi, Sovyet devletinin, sendikaların ve diğer örgütlenmelerin gerekli önkoşulları yaratmak için büyük çaplı çalışmalar yürütmesiyle mümkün olabildi.
Bunlar neydi? Kadınların kültürel düzeyini yükseltmek, meslek edinebilecekleri ya da kendilerini geliştirebilecekleri okulları ve kursları hayata geçirmek için devasa çalışmalar yürütüldü. Kadınların toplumsal üretime katılabilmeleri için çocuklarını emanet edebilecekleri ve çocuklarının yetiştirilmesine yardımcı olacak yaygın bir çocuk bakım/eğitim kuruluşları (kreşler, yurtlar, yatılı okullar, etüt merkezleri vb.) ağı yaratıldı. Kadınların yaşantısını kolaylaştırmak için, mahallelere, tek tek fabrikalara dek örgütlenen yemekhaneler, kantinler, çamaşırhaneler, terzihaneler, alınan diğer önlemlerin başında geliyor. Bu önlemler aynı zamanda kadının toplumsal yaşamın örgütlenmesine çekilmesinin bir aracını da oluşturdu. Kadınların önemli bir bölümü devlet, Sovyet ve parti örgütleri içinde idari hizmetlerde, tüketim malları dağıtımının örgütlenmesi/idaresi alanında veya anne ve çocuk koruma kurumlarında, çocuk yuvaları, kamu mutfakları, kamu çamaşırhanelerinde vb. işlerde çalışma içine çekildiler.
“Eşit işe eşit ücret” ilkesinin yasal güvence altına alınmasına karşın, 1918 yılında kadınların ortalama ücreti halen, erkeklerin ortalama ücretinin ancak yarısı kadardı. Bunun başlıca nedeni Çarlık Rusya’sında kadının durumuna bağlı olarak kadın emeğinin, kalifiye emek olmamasıydı. Bu durumun temelden değişmesinin yegane yolu, kadınların kalifikasyonunun arttırılmasıydı. Bu olgudan hareket eden komünist partisi, sendikalar ve kadın kolları çok yönlü bir uğraş verdiler.
Bu alandaki ilk ve en önemli adım, okur-yazarlığın yaygınlaştırılması kampanyasıydı. Kadınlar arasında okur-yazarlığın yaygınlaştırılması mücadelesi özellikle Jenotyel aracılığıyla yürütüldü. Büyük bir kampanyayla, her işletmede, her kültür kulübünde, her kolektif çiftlikte vb. emekçi kadınlar için okuma-yazma kursları açıldı. Özellikle kırsal kesimdeki ve Rusya’nın doğu bölgelerindeki emekçi kadın kitlelerine ulaşmak ve onları kampanyaya katmak için “ajitasyon trenleri”, “ajitasyon arabaları” ve “ajitasyon gemileri” inisiyatifi geliştirildi. Emekçi kadın kitlelerini siyasal alanda aktifleştirmek amacıyla yaratılan delege sistemi de okur-yazarlık kampanyası içinde önemli bir işlev gördü.
Bütün ülke çapında okul ve diğer eğitim kurumları ağının geliştirilmesi eşliğinde yürütülen yetişkinler arasında okur-yazarlık kampanyaları, kısa bir zaman diliminde hedefe ulaşılmasını mümkün kıldı. 1930’lu yılların ikinci yarısında okur-yazar olmama durumu esasta, yarı okur-yazar olma olgusu ise büyük ölçüde tasfiye edilmişti. II. Dünya Savaşı öncesinde ise bütün ülkede artık 7 yıllık zorunlu öğrenim uygulamaya geçmişti.
Bir yandan mümkün olan en büyük kadın kitlesini üretime çekmeye çalışırken, diğer yandan kadın emeğini kalifiyeleştirme doğrultusunda planlı ve sistemli bir politika güden Sovyet iktidarı, eskiden beri erkeğin tekelinde olan sanayi ve iş alanlarını kadınlara açtı. Bu amaçla, meslek okullarına, fabrika ve işletmelerde açılan çırak okulları ve kurslarına kadınların mümkün olan en büyük oranda katılımı sağlanmaya çalışıldı. Kota uygulaması da dahil olmak üzere bir dizi tedbire başvuruldu. Kadın emeğinin kalifiyeleştirilmesi mücadelesinin bir dizi zorlukları içinde taşıdığını ve her şeyden önce kadın emeğini küçümseyen anlayışlara karşı mücadele ile el ele yürüdüğünü de burada belirtmek gerekir.
Kadın emeğinin kalifiyeleştirilmesine verilen önem sonucunda bu alanda büyük mesafeler kat edildi. 1937 yılında, İkinci Beş Yıllık Plan’ın sonuna doğru, kadınların %39’u sanayi ve inşaat sektöründe, %20’si eğitim ve sağlık alanında, %15’i ulaştırma, ticaret ve işletme kamu mutfaklarında, %7’si Sovhoz ve Makine Traktör İstasyonları’nda ve %7’si devlet ve toplumsal örgütlerde çalışıyordu.
Kadınların üretime çekilmesi ve kadın emeğinin kalifiyeleştirilmesi ile ilgili olarak Komünist Partisi’nin başından itibaren önem verdiği ve görev olarak önüne koyduğu bir başka sorun, kadınların tüm iktisadi alanlarda bizzat yönetici kademelerde yer alması mücadelesiydi. 1921 yılında VIII. Sovyet Konferansı, aldığı bir kararda mücadele görevini şöyle belirlemekteydi:
“İşçi kadınlar, ekonomi planının yaratılması çalışmasını yürüten ve uygulayan tüm iktisadi örgütlere; aynı şekilde fabrika yönetimlerine, fabrika komisyonlarına ve sendika örgütlerinin yönetimlerine de çekilmek zorundadır.”
Yine, SBKP’nin 13. Parti Kongresi’nde (1924) partinin işçi ve köylü kadınlar arasındaki çalışmasında önüne koyduğu öncelikli ve acil bir görev olarak, işçi ve köylü kadınların Sovyet, sendika, kolektif üretim ve iktisat organlarında yönetici kademelere getirilmesi mücadelesi bulunuyordu. Bu noktada yürütülen sistemli çalışma ve mücadelenin sonucunda her alanda, üretim organların en üst yönetim kademelerinde de kadınların yer alması sağlandı.
Sovyetler Birliği’nde kadınların üretimdeki oranının sürekli artan bir çizgi izlemesi, gelişmenin yalnızca bir yönünü oluşturuyordu. Bununla birlikte genelde işçi ve emekçi kitlelerin, özelde de kadın işçi ve emekçilerin yaşam ve çalışma koşullarının sürekli iyileştirilmesi gerek yasalarla gerek Sovyet devletinin organlarınca sağlanıyordu. Çalışma koşullarının iyileştirilmesi için alınan önlemleri en açık biçimde gözler önüne seren, üretim birimleriyle sürekli sıkı bir ilişki içinde olan ve binlerce bilim insanının çalıştığı Çalışma Güvenliği Araştırma Enstitülerinin kurulmuş olmasıdır.
1929’da genel 7 saatlik işgünü uygulamaya konuldu. Çalışma koşullarının ağır olduğu bir dizi sanayi dalında ise 6,5 ve hatta yer yer 4 saatlik işgünü uygulaması söz konusuydu.
Hitler Almanya’sının saldırısıyla başlayan İkinci Dünya Savaşı, Sovyetler Birliği’nin ekonomik gelişmesine ağır bir darbe vurmuş, sosyalist inşayı kesintiye uğratmıştı. Savaş yıllarında cephe gerisinde olduğu kadar cephede de yerlerini alan Sovyet kadınları, savaş sonrasında aynı atılımla sosyalist ekonominin yeniden inşasına katıldılar. 1948 yılına gelindiğinde savaşta zarar gören ülke ekonomisinin yeniden inşası esasta tamamlanmıştı.
1954 yılında çalışabilir yaştaki bütün kadınların %70-80’i çalışıyordu. Sanayide çalışan kadınların oranı, bütün işçi ve hizmetlilerin %45,5’ini oluşturuyordu. Yine, yüksek okul mezunu kalifiye elemanların %53’ünü, orta dereceli kalifiye elemanların %66’sını, ekonomi, istatistik, planlama elemanları ve ürünlerin kalitesini denetleyen elemanların %69’unu, doktorların %76’sını, tüm sağlık çalışanlarının %91’ini, hukukçuların %31’ini, öğretmenlerin %70’ini ve kültür ve kütüphane alanında çalışanların %72’sini kadınlar oluşturuyordu. Tarımda yüksek öğrenimli mesleklerde, örneğin ziraatçıların, zoolojik teknik elemanların, veterinerlerin ve ormancılık alanındaki elemanların %41’ini, yine tarım alanında orta düzeyde mesleklerin %46’sını kadınlar oluşturuyordu. Sovyetler Birliği’nde kadın mesleği ile erkek mesleği arasındaki sınır yok olmaya yüz tutmuştu.
Kadınların üretime çekilmesi, onların sosyalizmin inşası çalışmasına aktif olarak katılmaları anlamına geliyordu. SBKP, sosyalizmin inşası sürecinin, kavranması ve çözülmesi gereken her büyük görevi bağlamında kitleleri seferber etmek için çeşitli kampanyaları kullanmayı başarıyla gerçekleştirdi.
İç savaş ve emperyalist müdahale döneminde yıkıntıya uğramış ülke ekonomisini ayakları üstüne dikmek için Komünist Partisi, “Subotnik” (Komünist Cumartesi) kampanyasını yürüttü. Tatil günü olan Cumartesi günlerinde gönüllü çalışma anlamına gelen bu kampanyaya katılma konusunda başlangıçta çekingen kalan partisiz kadın kitleleri, gelişme içerisinde erkeklerin katılım oranlarını da aşarak bu kampanyaya coşku ile katıldılar.
Aynı durum Birinci Beş Yıllık Plan çerçevesinde örgütlenen sosyalist yarışma ve “İşçi Hücum Tugayları” hareketlerinde de kendini gösterdi. “Hücum Tugayları Hareketi”, çalışma disiplinini ve emek üretkenliğini artırma ve çalışma ve iş koşullarını iyileştirme seferberliği çerçevesinde en iyi en aktif işçilerden oluşan kadın-erkek işçi ekipleri hareketidir. Sosyalist yarışmaya metal, tekstil, kimya ve diğer sendikaların üyesi kadınların yarısından fazlası katılmıştır. Kadınların yoğun oldukları tüm alanlarda, sadece sanayide değil, örneğin kolektif çiftliklerde de, özel olarak “Kadın İşçi Hücum Tugayları” hareketi örgütlenmiş, dolayısıyla kadın kitlelerinin aktifleştirilmesine özel önem verilmiştir.
1935 yılında, yani sosyalist inşanın tamamlanması için mücadele döneminde, sosyalizmin dayanacağı teknik kadroların yaratılması ile ilgili olarak ortaya çıkan Stahanov hareketine de kadınların coşkulu katılımı sağlandı.
Kadının üretime çekilmesi ve yeni sosyalist çalışma biçimlerinin yaratılması bağlamında, tarım alanındaki sosyalist dönüşüm, yani tarımın kolektifleştirilmesi için mücadele döneminin özel bir önemi oldu. Burada da başlangıçta köylü kadınlar kolektif çiftliklere katılma konusunda büyük bir çekingenlik, hatta buna karşı bir direniş gösterdi. Partinin ve kadın kolunun sabırlı ikna çalışması ve aydınlatma kampanyasıyla köylü kadınların kolektif çiftliklerin özel küçük çaplı tarımdan daha iyi olduğunu bizzat pratikte görmeleri sonucu, köylü kadınlar da kolektif çiftliklere akın etti. Hatta kısa zamanda kolektifleştirmenin yaygınlaştırılması mücadelesinin en ön saflarında yer aldılar.
Kolektifleştirme hareketiyle birlikte, tarım alanında kadın emeğinin kalifiye emeğe dönüştürülmesi görevinin çözümünün de temeli yaratıldı. Kadınlar tarım makinelerinin kullanımı ve bakımı ve diğer alanlarda eğitilmeye ve yetiştirilmeye başlandı. 1946’ya gelindiğinde SSCB’de 250 bin kadın traktör ekibi yöneticisi; 350 bin kadın hayvan çiftliği yöneticisi ve 15 bin kadın Kolhoz yöneticisi olarak çalışıyordu.
Kolektif çiftlikler, iş birimi uygulamasıyla köylü kadını “ücretsiz aile işçisi” olmaktan kurtarıyor, onlara mesleki eğitim ve yükselme olanağını tanıyor, çocuk bakımı ve ev işlerinin toplumsallaştırılması bağlamında da büyük imkanlar sağlıyordu.
Özetle, kadınların ekonomik eşitliğinin sağlanmasının konusunda öncelikle kadın emeği hak ettiği toplumsal değere kavuşturuldu. Eş zamanlı olarak kadın emeğinin her türden küçümsenmesine karşı ekonomik ve ideolojik alanda tutarlı ve sürekli bir mücadele verildi. Kadın emeğinin kalifiyeleştirilmesine verilen büyük önem sonucunda kadınlara tüm meslek ve iş alanları açıldı. Herkese eğitim ve öğrenim hakkı güvence altına alınarak her bireyin özgürce meslek seçme hakkının koşulları yaratıldı ve bunun gerçekten kullanılması için kadın kitleleri teşvik edildi.
Politika
Sovyetlerde kadını politik hak eşitliğine, seçme ve seçilme hakkına kavuşturan ilk belge, Ocak 1918’de III. Tüm Rusya Sovyet Kongresi tarafından karar altına alan “Emekçi ve Sömürülen Halkın Hakları Deklarasyonu” oldu. Temmuz 1918’de kabul edilen ilk Sovyet Anayasası, bu hakları yasa biçiminde güvence altına aldı. Kadınların hayatın her alanında tam hak eşitliğine gerçekte kavuşması için Sovyetler Birliği’nde bu uğurda izlenen yol, emekçi kadınların toplumsal üretimin her alanına, ülkenin kamusal ve politik hayatına, devlet ile kamu kurum ve kuruluşlarının bütün mercilerine olabildiğince yaygınlıkta çekilmesi ve bunun için gerekli koşulların yaratılmasıydı.
Devlet yönetimine, kamu yaşamına katılım, işçi ve köylü kadınlar açısından yepyeni bir alandı. Çarlık rejimi tarafından her bakımdan geri bırakılmış, ezilmiş ve aşağılanmış kadınların, devlet işlerine pratik olarak katılmasına izin veren niteliklere henüz sahip olmadıkları bir gerçekti. Bu nedenle Sovyet iktidarı, kadınları devlet yönetimine sabırla, ısrarla ama etkin bir biçimde yetiştirmeyi kendine görev bildi.
Tüm Rusya Merkez Yürütme Komitesi İstatistik Bölümü Başkanı Svirinovskaya, kadınların siyasi kurumlara seçimleri ile ilgili ilk deneyimlerini şöyle aktarıyor:
“Savaş döneminde köylüler, dul kadınların ve asker karılarının siyasi toplantılara katılmasına alışmışlardı. Fakat ‘evli kadınlar’ da bu toplantılara katılmaya ve hatta konuşmaya başladığında, bunu hiç hoş karşılamıyorlardı. Sovyet seçimine bir kadının da katıldığı bir dizi durumda köylüler protesto tavrıyla toplantıyı terk ediyordu. Köy sovyetine bir kadını aday gösterdik mi, kahkaha fırtınalarıyla karşılaşıyorduk.”
Siyasal yaşamdan tamamen uzak emekçi kadın kitlelerinin, kendilerine tanınan tam siyasal hakkı derhal kullanacak durumda olmadığı, kendini, oy hakkını kullanmaktan bile geri durmalarında açıkça gösteriyordu. Emekçi kadın yığınlarını kendilerine tanınan hakları kullanmaktan alıkoyan, eski toplumun miras bıraktığı cahillik, evlerinin dört duvarı içinde kendi küçük sorunlarıyla kendi yağlarında kavrulmaları ve nihayet kadının değeri ve rolüne dair yanlış anlayışlardı. Sovyet iktidarı bu kaynağın kurutulması için amansız bir mücadele verdi.
Emekçi kadınların politik gelişimi ve yönetim organlarındaki çalışmaya yetiştirilmesinde, daha önce sözünü ettiğimiz delege toplantıları sistemi, son derece büyük bir rol oynadı.
Ayrıca, Halk Komiserleri Kurulunun Nisan 1921’de aldığı bir kararla, bütün büro ve işletmelere stajyerlik sistemi getirildi. Bu sistem, işçi ve köylü kadın kitlelerinin Sovyet çalışmalarına kitlesel olarak çekilmesinin etkili bir yöntemi ve aracı oldu. Stajerlik sistemi, devlet kuruluşlarının halk kitlesiyle, özellikle de emekçi kadınlarla doğrudan ilişkisini genişletmesine ve derinleştirmesine hizmet etti, yönetim aygıtını etkinleştirmeye ve bürokratik unsurlardan temizlenmesine yaradı. Yerel yönetim organlarına öncelikle kadınların çekildiği alanlar anne ve çocukların korunması, çalışma güvenliği, sağlık, sosyal hizmetler ve eğitim alanı oldu.
Ekim Devrimi’nden 10 yıl sonra, Sovyet seçimlerine kadınların katılımı şehirlerde %49,8, kırda %31,1 iken, 1934’lere varıldığında bu oran şehirlerde %89,4 ve kırda %80,3’e çıktı.
Komünist Parti ve onun kadın kolları (sonraki dönemde kadın örgütleyicileri), delege toplantıları ve stajyerlik sistemi de dahil her türlü aracı kullanmış, her Sovyet seçimi öncesinde özel kampanyalar yürütmüştür. Hemen tüm parti kongrelerinde işçi ve emekçi kadınlarla ilgili kararlarda Sovyetlere daha fazla kadının seçilmesi görevi vurgulanmış, bu alandaki başarılar ve zaaflar açık sözlülükle ortaya konmuştur. Örneğin 13. Parti Kongresi (1924), “Tüm partinin özel dikkatini, işçi ve köylü kadınlar arasındaki çalışmayı yoğunlaştırma ve onları partinin ve Sovyetlerin seçimle gelinen tüm organlarına teşvik etme zorunluluğuna” çekiyordu. Kadınların sadece Sovyetler içindeki yetersiz rolünü değil, aynı zamanda Sovyetlerin üst kurumlarında da “korkunç derecede az” temsil edilmelerini büyük bir zaaf olarak tespit eden Stalin’den (1924) başkası değildi.
İşçi ve köylü kadınların Sovyet çalışması alanındaki sorunları üzerine tartışmak amacıyla, Sovyetlerin ve yürütme komitelerinin kadın üyelerinin düzenli toplantıları, konferansları yapıldı. Parti ve Sovyet kongre ve konferanslarında, Komünist Enternasyonal’de, Sovyetlerde kadınların temsil oranı hakkında rapor verilirken, gelişmenin yükselen bir çizgi izlemesine karşın, erişilen yerin henüz yetersiz olduğunun tespit edildiğini görüyoruz.
“Kadınların yasa önünde var olan eşitliği, yaşamda da gerçekleşmiş olsaydı, o taktirde Sovyetlere seçilen kadınların oranı %50 civarında olurdu. Durum böyle değildir. Eskinin mirası halen çok güçlü. Kadınların Sovyetlere gerekli katılımının önündeki en önemli engellerden biri onların kültürel geriliğidir.” (Krupskaya, 1929)
1936’da yürürlüğe giren yeni Anayasadan sonra kadınların yerel sovyetlerde temsil oranı %30’ların üzerine çıktı. %50’lik hedefe varılamamış olsa da kadınların yerel sovyetlerde 1/3 oranında temsil ediliyor olması, başlangıçtaki durum göz önüne alındığında büyük bir başarı olarak kaydetmek gerekir.
Yüksek Sovyetlerde kadınların temsil oranı da aynı şekilde öncelikle sürekli artış halinde bir gelişim izledi. Kadınların sovyetlerin yönetici organlarındaki temsilinin bir ölçütü de, onların sovyet kongrelerine katılımıdır. Çünkü sovyet delegeleri, başarıları ile öne çıkmış, kitlelerin güven ve sevgisini kazanmış kişiler arasından seçiliyor ve çoğunlukla yönetici görevler üstleniyordu. 1920’de 8. Tüm Rusya Sovyet Kongresi’nde kadın delegelerin oranı %2,1’di. Aralık 1922’de yapılan 1. Sovyet Kongresinde bu oran %3,9’du ve bunlardan 5’i Merkez Yürütme Komitesi’ne seçilmişti.
1928’de 5. Sovyet Kongresi’nde bu oran %15,5’e çıktı. Şubat 1935’teki, 58 milliyeti temsil etmesiyle özel bir öneme sahip olan VII. Sovyet Kongresi’nde kadınların oranı %19’du. Bu kadın delegelerin içinde artık azınlık milliyetleri temsil eden bir dizi kadın da yer alıyordu.
1937 yılına varıldığında Sovyet devletinin idaresinde yarım milyona yakın kadın aktifti. Bunlardan 277’si devletin en yüksek yasama ve yürütme organı olan SSCB Yüksek Sovyeti’ne, 1700’den fazlası Birlik ve Özerk Cumhuriyetler Yüksek Sovyetlerine, 27 bini ise Köy Sovyetleri başkanlığına seçilerek gelmişti.
1956 yılında devlet idaresinin en üst organlarında 4534 kadın bakan, bakan yardımcısı, seçilmiş sovyet başkan ve başkan yardımcılarının vb. bulunması, pratikte devlet idaresinde güçlü kadın kadrolarının nasıl bir gelişme ve ilerleme yaşadığını göstermektedir.
SBKP(B), emekçi kadınları eşit haklar ve yükümlülükler temelinde siyasetin bütün alanlarına çekme politikasını izlemiş ve bunu yaparken bir yandan kadınlardaki pasifliğe, diğer yandan da işçi ve köylüler arasındaki erkek egemen tutumlara karşı mücadele etmiştir.
Eğitim
Ekim 1917’de iktidarı eline alan işçi ve köylüler, kadınlara eğitim alanında da tam bir hak eşitliği sağlama ve milyonlarca kadını bilgi ve bilimle buluşturma gibi devasa bir görevle karşı karşıyaydı.
Sovyet kadının eğitim hakkını pratikte kullanmaya başlamasının ilk adımını okuma-yazma bilmezliğin tasfiyesi oluşturdu. Okuma-yazma kampanyası, tüm halkın meselesi haline getirilerek “okuma, yazma bilen herkesin bilmeyen birine öğretmesi” şiarıyla başlatıldı. Bu kampanyada kadın delege toplantıları ve diğer kadın örgütlenmeleri önemli bir rol oynadı.
Kurslar için okullar ve derslikler oluşturuldu. Yüz binlerce, hatta milyonlarca emekçi kadın hayatında ilk kez eline kalem defter alıyordu. Ailesi ve bakıma muhtaç küçük çocukları olan kadınlar için, kampanya okullarında çocuklar için özel bölümler/odalar düzenleniyor ya da öğretmenler kadınlara evlerinde ders veriyor, ayrıca öğrenmeye zaman ayırabilmeleri için kadınların mesaileri kısaltılıyordu. Bu okul ve kurslarda kadınlar yalnızca Abc’yi öğrenmekle kalmıyor aynı zamanda çeşitli meslek eğitimleri de alıyorlardı. Yürütülen bu devasa çalışma meyvelerini verdi. Otuzlu yılların ikinci yarısında okuma-yazma bilmezlik esasta çözülmüş durumdaydı.
Devrimden hemen sonra uygulamaya konan kız ve erkek çocuklar için parasız genel zorunlu eğitim uygulaması, kadınların eğitim alanındaki hak eşitliğinin bir diğer gereğini oluşturdu. Bu uygulama sanayi kentlerinde yedi yıllık, kırsal alanda dört yıllık bir temel eğitimi kapsıyordu. 1940’tan sonra her yerde 7 yıllık eğitim zorunluluğuna geçildi. Aynı süreçte orta öğrenim de giderek yaygınlaştırıldı ve 50’li yılların ortalarında özellikle büyük kent ve sanayi merkezlerinde fiili olarak genel on yıllık eğitime geçildi.
Ayrıca tüm işçi ve emekçilere, özellikle kadınlara mesleki vasıflarını geliştirebilmeleri için geniş bir eğitim ağı kuruldu. İşçi ve köylü kadınlara, çalışmalarına ara vermek zorunda kalmadan alanlarında mesleki eğitim ve bunların yüksek eğitimini görme olanağı sunuldu. Kurulan akşam okulları ve uzaktan eğitim (evde eğitim) sistemiyle yüz binlerce kadın kalifiye işçi oldu, büyük bir bölümü de yüksek öğrenim gördü. Birçok büyük işletmenin bünyesinde eğitim kombinaları yaratıldı. Burada emekçiler orta ve yüksek öğrenimlerini tamamlayarak kendilerini geliştirme fırsatı buldular. Kadınların genel anlamda ve yetenekli kadınların özel anlamda geliştirilmesi için yüzlerce milyon Ruble harcandı.
Bu noktada Sovyetler Birliği’nde eğitim hakkının tamamen devlet güvencesinde ve parasız olduğunu hatırlatmak gerekir. Bu güvence bununla da kalmıyordu, kalifiyeleşmek ya da yüksek öğrenim görmek üzere eğitim alan işçi ve emekçiler, geçim kaygısını ortadan kaldıracak bir maddi destek ve teşvik de görüyorlardı.
Kadınların politik ve ekonomik hak eşitliği ile birlikte kavuştuğu eğitim alanındaki hak eşitliği Sovyet toplumunun inşasında önemli bir manivela işlevi gördü. Bu okullarda uzmanlaşan kadınlar ülke ekonomisinin her dalında, devlet idaresinde ve kültür çalışmalarının her kademesinde görev yaptılar.
1947’de Sovyetler Birliği’nde yalnızca 250 bin kadın teknisyen ve mühendis ve 100 bin kadın doktor olarak çalışıyor; üç milyon kadın zihinsel meslekler icra ediyordu. Bunların bir milyonu öğretmenken, 33 bin kadın bilimsel alanda çalışıyordu.
1955/56 yılında yüksek okul ve üniversitelerde öğrenim gören öğrencilerin %50’ye yakını kadındı. Aynı yıllarda SSCB bilimler akademisi çalışanlarının %42,3’ü kadındı. Üniversitelerde öğretim elemanlarının %30’undan fazlasını kadınlar oluşturuyordu. Bütün bunlar, 39 yıl öncesinde kadınların eğitim hakkından neredeyse tamamen yoksun olduğu bir ülkede gerçekleştirildi.
Sağlık
Devrimden yalnızca iki ay sonra özel bir kararnameyle, anne ve çocuğun korunmasının “doğrudan devletin yükümlülüğü” olduğu ilan edildi. Dönemin tüm zorluklarına karşın ülkenin her yerinde çocuklar için kurum ve kuruluşlar inşa edilmeye başlandı.
Ocak 1918’de özel bir kararnameyle ülkedeki yüksek bebek ve çocuk ölümlerinin ve doğum sırasında anne ölümlerinin önlenmesine yönelik mücadele başlatıldı. Bu kararnamenin yayınlandığı gün, çalışmayı merkezileştirmek için kentlerdeki yurtlardan en ufak köy kreşine dek ülkedeki her türlü çocuk kuruluşu tek bir çatı altında toplanarak Sosyal Hizmetler Halk Komiserliğinin Anne ve Çocuğun Korunması Bölümüne bağlandı.
Her kadına ulaşılabilir bir doğum yardımını sağlamak üzere çalışmalara başlandı. Doğum yardımı, yalnızca doğumu değil tüm hamilelik sürecinde korunup destek görmesini kapsıyordu. Ayrıca doğumdan önce 35 gün ve sonrasında 42 gün olmak üzere ücretli doğum izni; yani 77 günlük, özel durumlarda ise 91 günlük izin sağlandı. 1955’e gelindiğinde sıradan ücretli doğum izni 112 güne çıkmıştı.
Bunun dışında her türlü sağlık hizmetini parasız sağlayan Sovyet devleti, kadına bir gebelik yardımı ve önemli bir ek beslenme ödeneği ayırdı, doğum için de anne ve çocuğun yaşamını ve sağlığını en geniş anlamda güvence altına almak üzere çok çeşitli düzenlemelerde bulundu. SSCB’de kadın ve çocuklara hekim danışmanlığı sağlayan binlerce sağlık kuruluşu, hamileler ve emzirenler için özel yurtlar, fabrikalarda kreşler, garlarda vb. kamusal alanlarda anne ve çocuk için özel odalar yaratıldı.
1940’lı yılların sonuna doğru kentlerde doğumlar artık neredeyse istisnasız, hekimler tarafından itinayla yönetilen özel yurtlarda gerçekleştirilmekteydi. Kadınlar lohusa döneminin normal seyrinde yedi gün ve özel durumlarda daha da uzun bir süre onlara özel bu kurumlarda kalmaktaydı. Kırsal alanda da lohusa evleri ve doğum yurtları yaygınlaştırıldı. Çarlık döneminde tüm doğumların %95’i herhangi bir hekim yardımı görmeksizin evlerde gerçekleştirilmekteyken 1955’te bu oran tersine dönmüş, doğumların %90’ından fazlası doğum yurtlarında gerçekleştiriliyor olmuştu.
SSCB’de gebelik ve kadın hastalıkları, sağlık sisteminin her dalı gibi koruyucu hekimlik ve tedavi el ele yürütülmekte geniş sağlık taramaları gerçekleştirilmekteydi. Aynı durum çocuk hastalıklarında da geçerliydi.
Hukuk ve aile
“Sovyet İktidarı, emekçilerin iktidarı, kurulmasının hemen ilk aylarında, kadını ilgilendiren yasamayı kökten değiştirdi. Sovyet Cumhuriyeti’nde, kadına ast bir konum tanıyan yasalardan eser kalmadı. Özellikle kadının zayıf konumunu sömüren ve onu yasal olarak eşitsiz kılan ve hatta çoğu zaman aşağılayıcı bir duruma indiren yasaları, yani boşanmayla ilgili, evlilik dışı çocuklarla ve kadının çocuğun babasından nafaka alma hakkıyla ilgili yasaları kastediyorum. (…) Sovyet iktidarı eski, adaletsiz, emekçi yığınların savunucuları için katlanılamaz olan yasaları yerle bir etti.” (Lenin)
Bu yasalar aynı zamanda dini kurumların, evlilik ve aile kurumu üzerindeki etkisine karşı mücadelenin bir parçasıydı. Kilise evliliği, imam nikahı geçersiz kılınıyor, yalnızca medeni evlilik yasalar önünde geçerli sayılıyordu. Kadına boşanma hakkı tanındı. Öte yandan istek üzerine devrimden önce kıyılmış dini nikahların kayıt altına alınarak tanınması sağlandı, dolaysa kadına getirilen haklar bu kadınlar için de geçerli kılındı. Yine, devrimden sonra ilan edilen kararnamelerin getirdiği en büyük yeniliklerden biri de evlilik içi doğan çocuklarla evlilik dışı doğan çocukların yasa önünde eşit haklara sahip kılınmasıydı.
Ekim 1918’de yürürlüğe giren “Nüfus, Evlilik, Aile ve Vesayet Yasası”nda 1917’deki kararnameler temel alınarak daha da genişletildi. Zayıf olan tarafın korunması anlayışı üzerinde yükselen bu yasalar, çocuklarla ilgili olarak da önemli maddeler içeriyordu. Bunlardan en önemlisi, çocukların anne baba tarafından “bedenen terbiyesi”nin yasaklanmasıydı. Kadının hak eşitliğini daha da güçlendiren bu yasa, kadının ve çocuğun korunmasını esas alıyordu.
Kadınları haklarından haberdar etmek üzere devrimden hemen sonra özel bir propaganda çalışması yürütüldü. Kadınların hızla hayatın her alanında çalışmaya çekilmesiyle birlikte onları özel olarak bilgilendirme ihtiyacı giderek ortadan kalktı.
Sovyetler Birliği yasalarındaki temel düzenlemelere göre, evli taraflardan birinin ikamet bölgesini değiştirmesi durumunda, diğeri onu takip etmek zorunda değildi. Eşlerin evlilik öncesi edindikleri mülkiyette mal ayrılığı söz konusuyken evlilik sırasında edinilen mülkiyet ortak mülkiyet olarak değerlendiriliyordu; bu kadının yalnızca ev kadını olması durumunda da geçerliydi. Eşlerin birbirine ve evlilik içi veya evlilik dışı çocuklarına nafaka yükümlülüğü söz konusuydu. Yasanın yürürlüğe girmesinden önce edinilen evlatlar da eşit haklara sahip oluyorlardı. Velayet hakkı anne baba tarafından birlikte kullanılıyor, çocukları ilgilendiren bütün tedbirlerin anne baba tarafından karşılıklı anlaşmayla alınması öngörülüyordu.
1944’te hamile kadınlara, çok çocuklu kadınlara ve tek başına çocuk yetiştiren kadınlara sağlanan devlet yardımı yükseltildi, kadın ve çocuğun korunmasını güçlendiren önlemler alındı. Sovyet kadınlarının hakları devlet ve organlarının yanı sıra kamuoyu tarafından da kollanıyordu. Sovyet yargı sisteminin yanı sıra toplumsal örgütlenmeler, sendikalar vb. örgütlenmeler ile basın, kadının haklarının hiçbir şekilde kısıtlanmamasının denetleyicisi oldular.
Sovyet yasaları, hamile ya da süt bebeği olan kadınların çalıştırılmaması ya da uygun olmayan işlerde, saatlerde vb. çalıştırılması, ücretlerinin düşürülmesi vb. uygulamalara katı cezalar öngörüyordu. Kadınların çalışma, toplumsal, medeni ve politik haklarının ihlaline karşı ciddi önlemler alındı.
Kültür ve sanat
Sovyet halkının devasa başarılarından biri de gerçekleştirdiği kültür devrimiydi. Tarihsel olarak bakıldığında, olağanüstü kısa bir sürede ülke nüfusundaki yüksek okuma-yazma bilmezlik oranı tasfiye edilmiş temel eğitim zorunluluğu uygulanmıştı. Orta ve yüksek öğrenim hızla geliştirilmiş, milyonlarca yetişmiş eleman ekonominin ve kültürün bütün alanlarına seferber edilmişti. Sovyetlerin dört bir yanında sayısız kültür kurumu yaratılmıştı: Kültür evleri, radyolar, tiyatrolar, yayınevleri, kütüphaneler, kulüpler, müzeler, araştırma merkezleri, enstitüler vb. Bütün bu kurum ve kuruluşlar halkın hizmetine açılmıştı.
Sovyetlerdeki bu kültürel dönüşüme yüz binlerce Sovyet kadını var gücüyle katıldı. Kültür devriminin kendisi milyonlarca Sovyet kadınının yaratıcı yeteneğinin hızla serpildiği zemini oluşturdu. Sovyet Rusya’nın kültürel gelişiminde on binlerce kadının kültür kurumlarındaki çalışmaya çekilmesinin büyük bir etkisi oldu.
1956’da kadınların kültür kurumlarındaki temsil oranlarına bakıldığında, bunu daha da açık bir biçimde görmek mümkün: Yayınevlerinde ve gazetelerde % 53,7; kitap evlerinde %79,8; kültür bakanlığına bağlı eğitim kurumlarında %64,4; müzelerde %72 ve kulüplerde %50,6; kütüphanelerde %96; kültür bakanlığının tüm yönetim organlarında %47,6.
Bütün bu kadınların başında hiç kuşkusuz, yaşamının sonuna kadar Kültür ve Aydınlatma İşlerinden Sorumlu Eğitim Bakanlığı yardımcılığını sürdüren Nadejda Krupskaya gelir. Onun yönlendiriciliği altında kültür alanında olağanüstü kadınlar yetişmiştir.
Sovyetler Birliği’nde tüm sanat dalları muazzam gelişmeler ve ilerlemeler yaşadı ve bütün sanat dallarında öne çıkmış birçok kadın sanatçı yetişti. Ülkedeki amatör sanat gruplarının yaygınlığı, sanatın halka nasıl mal olduğunun açık bir göstergesiydi. Sovyet sanatı gerçek anlamda kitlelerin sanatı, halkın sanatı haline geldi.
1956’da kulüplerde, kültür evlerinde, fabrikalarda, işletmelerde ve kamu kurumlarda, kısacası her yerde amatör korolar, tiyatro ve dans grupları mevcuttu. 350 bini bulan bu amatör sanat gruplarındaki 5 milyonu aşkın katılımcının yarısından fazlasını kadınlar oluşturuyordu. Yalnızca bunlar değil, bale, resim, müzik, edebiyat, sinema, mimarlık tiyatro… sanatın her alanında birçok kadın yalnızca ulusal değil, dünyaca üne kavuşmuş, ödüller kazanmışlardır.
DOĞU CUMHURİYETLERİNDE KADIN
Dünyanın altıda birini kapsayan topraklar üzerinde kurulan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde, bir kısmının adı ve varlığı ancak Ekim Devrimi’nden sonra duyulan yaklaşık iki yüz değişik halk topluluğu yaşıyordu. Bunlardan bir bölümü henüz anaerkil toplum basamağına denk düşen bir varlık sürdürürken, önemli bir bölümü asırlardır İslam dininin etkisi altında olan Türki halklardı. Sovyet iktidarı, ayrı devlet kurma hakkı dahil olmak üzere kendi kaderini tayin hakkını, bütün ulus ve milliyetlerin tam hak eşitliğini ilan etmiştir.
Ekim Devrimi’nin ve sosyalizmin inşa mücadelesinin, kadınların kurtuluşu açısından muazzam öneminin kendini en çarpıcı şekilde gösterdiği alan, hiç kuşkusuz, bir “halklar hapishanesi” olan Çarlık Rusya’sının boyunduruğu altında ezilen bu ulus, azınlık milliyet ve halk topluluklarına mensup kadınların durumudur. Ekim Devrimi, Doğunun emekçi kadınlarının ulusal, sınıfsal ve cinsel baskıdan kurtuluşlarının yolunu açmıştır.
İslam dininin etkisi altında olan Doğu cumhuriyetlerinde (Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan, Azerbaycan) kadınların toplumsal konumlarını belirleyen, şeriat kanunları ve yörelere göre değişen feodal geleneklerdi. Büyük bölümünde sanayinin çok az gelişmiş olduğu bu bölgelerde kadın emeği doğrudan toplumsal üretime hemen hiç girmemişti.
Sovyet iktidarının kadınlara hak eşitliğini sağlayan kararnameleri, Doğu cumhuriyetlerinde de özerk Sovyet iktidarlarının kurulmasıyla birlikte geçerliydi. Ne var ki kararnamelerin ilanı, başlangıçta, Doğunun emekçi kadınlarının yaşamlarına hemen hiçbir değişiklik getirmedi. Onlar, din, adet ve geleneklerle belirlenen yaşamlarını sürdürmeye devam etti. Ne devrimin kendilerine sağladığı hakları biliyorlardı, ne bunları kullanabilecek durumdaydılar.
Sovyet iktidarının kadınlara tanıdığı hakları tanımaları ve kullanmaları tamamen Komünist Partisi’nin ve onun kadın kollarının muazzam çabalarıyla belirlenen bir mücadele sürecinin ürünü olmuştur. RKP(B) bütün ulusların ve azınlıkların ve ezilen cinsin hak eşitliğini sağlamak ve bu hak eşitliğinin gerçek eşitliğe dönüşmesi için iktisadi ve kültürel inşa programını uygulamaya koymak gibi iki büyük görevle karşı karşıyaydı.
Doğu cumhuriyetlerinde komünist partisinin kadın çalışmasında dayanacağı kadın kadroları yoktu. Devrimden hemen sonraki yıllarda, daha iç savaş döneminde Rus ve diğer uluslardan komünist kadınlar, kadın çalışmasını örgütlemek üzere bu bölgelere gitti. Komünist partisi, ilk planda ve öncelikle Doğuda komünist bir kadın hareketinin çekirdeğini oluşturma faaliyeti üzerinde yoğunlaştı. Bu çekirdek üzerinden geniş emekçi kadın kitlelerine ulaşma hedefini izlerken, çalışmanın örgütlenmesinin özelliklerine ve barındırdığı güçlüklere de dikkat çekti:
“Burada [Doğuda] tek tek halk gruplarının yaşantılarının özellikleriyle uyumlu kılınmak zorunda olan yöntemlerin özel bir esnekliğinin gerekli olduğu vurgulanmalıdır. Doğu bölgelerindeki çalışmanın örgütlenmesinde, burada her cumhuriyetin ve her ulusal bölgenin, gelenekleri, görenekleri ve tümüyle kapalı iktisadi yaşantısıyla başlı başına bir dünya oluşturduğu, bir an için bile unutulmamalıdır. Kadın kollarının işçileri, bu koşullara uyum sağlamalı ve milliyetlerin özel gereksinimlerini ihmal etme ve yerli işçilere karşı güvensizlikle karakterize olan herhangi bir sömürgeci davranışı göstermekten kaçınmalıdır. Aynı şekilde yerel özelliklerin önemini abartma ve bir bütün olarak SSCB’nin çıkarlarını yadsımada ifadesini bulan yerel şovenizm yönüne kaymalardan da kaçınılmalıdır.”
Doğuda çalışmanın öncelikli hedefi, yerel ulus ve azınlıklardan kadınların da içlerinde yer aldığı ilk kadın kollarının oluşturulmasıydı. Bu bölgelerde kadın kollarının çalışmaları, Sovyetler Birliği’nin Avrupa kısmındaki kadın çalışmasından içerikte ve biçimde büyük farklılık gösteriyordu. Bu bakımdan Doğunun emekçi kadınları arasındaki çalışma ilk planda ve esasta, kadınları genel olarak eğitme ve aydınlatmaktan oluşuyordu. Ancak bundan sonra kadınların bu özgürlükleri ve hakları kullanması ve onların yeni yaşamın inşasına çekilmesi düşünülebilirdi.
Jenotyel’in Başkanı Artyuşina, sunduğu bir raporda, Doğudaki çalışmanın en acil görevi olarak, yerli kadınlar arasından yönetici kadroların yetiştirilmesi olduğunu tespit ediyordu: “Doğu kadınlarının safları arasından çıkan, Doğunun emekçi kadınlarının koşullarını ve adetlerini bilen, bizimle çalışacak kadınlara ihtiyacımız var.”
Komünist partisi ve Jenotyeller, Doğunun kadınlarını yeni kazanılan haklar temelinde aydınlatmak için özel çalışma yöntemleri ve farklı yaklaşımlar geliştirdi. Burada amaç, Doğunun kadınlarını aydınlatarak, onları siyasi ve kültürel olarak geliştirerek feodalizmin karanlığından, erkeğin despotik baskılarından, ezilmişliklerinden kurtuluş mücadelesini bizzat kendi ellerine alabilecek konuma getirmekti. Bu doğrultuda bir dizi konferans, doğunun kadınları arasında çalışan komünist kadınların danışma toplantıları vb. düzenlendi. Bu konferans ve toplantılarda, Doğuda çalışmanın içeriği ve biçimi, talepleri vb. tartışılıyor, her bir çalışma aşamasına ilişkin somut kararlar alınıyordu.
1918-1919 yıllarında kadın çalışmasını örgütlemek için Doğu cumhuriyetlerine giden “uygar kılıklı” komünist kadınların yüzlercesi, halk kitleleri üzerinde büyük bir etkiye sahip mollaların ve yerli gericilerin kışkırtmasıyla katledilmişti. Fakat bu, komünist kadınların gözünü yıldırmamış, onları Doğunun emekçi kadınlarına yaklaşabilmek için yeni yöntem ve biçimler aramaya yöneltmişti. Bu nedenle örneğin, devrimci Rusya’nın komünist kadınları, bir gün bu uluslardan kadınlarla birlikte çarşaf ve peçelerden kurtulmak için yer yer çarşaf ve peçeyle dahi örtündüler.
Jenotyel’in çalışmalarına başladığı yerler, kadınların kamu toplantılarına katılması ve kalkıp konuşması duyulmak bile istenmeyen yörelerdi. Buralarda Jenotyel üyelerinin erkeklerle konuşmaya kalkması bile sokak ortasında hakarete ve fiili saldırılara neden olabiliyordu. Jenotyel’e karşı korkunç bir propaganda yürüten erkekler, Jenotyel’e Cinotyel (cin kolu) adı takmışlardı ve buradan çalışan Avrupalı kadınlar günbegün zehirlenme veya bir başka şekilde öldürülme tehlikesiyle karşı karşıyaydı.
Kadın kollarının çalışma biçimleri bölgenin koşullarına göre değişiyordu. Şehirlerde ve kasabalarda kadın kulüpleri, kültür köşeleri gibi kurumlar yaratılırken, kırsal alanda “ajitasyon arabaları”na başvuruluyordu. Başlangıçta bu kadın kulüplerine vb. erkeklerin girmesi tamamen yasaklanıyordu. Yüzyıllardan beri erkeklerin yanında varlığını gizlemeye, ağzını açıp konuşmamaya alıştırılmış kadınların kulüplere vs. gelmeleri ve çeşitli kurslara, toplantılara vb. katılmaları ve kadınlara yaklaşma ve onlarla konuşma imkanı ancak bu şekilde sağlanabiliyordu. Buna rağmen kadınların kulüplere gelmeleri, kurslara ve toplantılara katılmaları hiç de kolay olmuyor, kadın kollarının inatçı ve özverili bir çalışmasını gerektiriyordu. Önceleri sadece yaşlı kadınlar geliyor, genç kadınların bu kulüplere vb. gelmesi çok daha uzun zaman alıyordu. Kadın kulüpleri hakkında yayılan bin bir çeşit dedikodu, inanılmaz masallarla kadınların gözleri korkutuluyor ve onların bu kulüplere gitmesi engellenmeye çalışılıyordu.
Komintern’in kongrelerinde ve komünist kadınların uluslararası konferanslarında da Doğudaki kadınların kurtuluşu sorunu özel olarak ele alınıyor ve bu alanda çalışma perspektifleri tespit ediliyordu. Aralık 1921’de Tiflis’te gerçekleştirilen Yakın Doğu Komünist Kadınlar Konferansı’nda, Müslüman kadınlar arasındaki çalışma değerlendirilirken bu çalışmada kadın kulüpleri, kadın dernekleri, kadın komünleri ve kadın kooperatifleri gibi yöntemlerin faydasının görüldüğü, kadınların erkeklere açık olan kulüplere vb. gelmediği tespit ediliyordu. Ayrıca, kadınları üretime çekmek amacıyla, özellikle kadın emeğinin ağırlıkta olduğu sanayi dallarında kadın üretim kooperatiflerinin örgütlenmesi görev olarak öne çıkarıldı. Konferans ayrıca, günlük basını, bir “işçi kadın sayfası” açmakla yükümlü kıldı ve işçi kadınları ajitatör ve örgütleyici olarak yetiştirmek amacıyla, parti okullarında %10-20 oranında (Azerbaycan’da %30) kontenjanın kadınlara ayrılmasını kararlaştırdı.
Kadın kolları çalışmalarında önlerine üç görev aşaması koymuşlardı: Birinci aşamada kadınlara yeni yasaların kendilerine sağladıkları haklar anlatılmaya ve onlara çeşitli sorunlarında yardım edilmeye çalışılıyordu. İkinci aşama eğitim ve kültürel çalışmayı kapsıyordu: Okuma-yazma kursları, tıbbi yardım ve korunma yöntemleri, çocuk eğitim sorunları üzerine aydınlatma, tiyatro ve film gösterileri, konferanslar vs. Üçüncü aşamada kadınların üretime çekilmesi görevi öne çıkıyordu. Kadınların üretime çekilmesi, onların kocalarından ekonomik olarak bağımsızlaşması, gerçek anlamda özgürleşmelerinin, haklarını kullanabilmelerinin ilk ön koşuluyken, Doğunun emekçi kadınları açısından bu noktaya varmak, büyük bir ön mücadeleyi gerektiren muazzam bir ileri adım oluşturuyordu.
Kadının kurtuluşundaki başarıların en açık görüldüğü yer Azerbaycan’dı. Orada köylü halkı Müslüman, Tatar ve Farsken, şehir halkı Tatar, Rus ve Yahudi’ydi. Müslüman kadın kulüpleri fikri de burada çok geniş bir yankı buldu. Örneğin Bakü’de 500 Müslüman kadını kapsayan, kendine ait büyük ve güneşlik bir kulüp evine sahip olan, içinde iplikhane, dokumahane, terzihane, ayakkabı atölyeleri, yetişkinler okulu, tiyatro salonu, kütüphane, yemekhane ve bir çocuk yuvası barındıran merkezi kulüp kuruldu. Kulüp, halk mahkemeleri önünde kadınların kadınlar tarafından savunulması için bir kurum da yarattı. Halk Komiserlikleri, önemli maddi kaynaklar ayırarak benzer kadın kulüplerini Azerbaycan’ın bütün bölgelerinde kurdu.
Jenotyel’lerin kadınlara ulaşmak için her türlü yolu denediklerine bir başka örnek, kurulan “kadın bakkaları”dır. Kadınların yabancı erkeklerle konuşmalarına izin vermeyen adet ve gelenekler öylesine katı bir biçimde uygulanıyordu ki, buralarda kadınların pazara gitmelerine ve alışveriş yapmalarına bile izin verilmiyordu. Bu yörelerde kadın kolları kadınlara ulaşmanın bir yolu olarak “kadın bakkalları” açtılar. Bakkalın kapısına “Erkekler giremez” tabelası asılıyor, içeride kadınlar tezgahtarlık yapıyorlardı. Bu bakkallar gerçekte aydınlatma ve örgütleme çalışmasının ilk adımlarının atıldığı yerler oldu. Bakkalların duvarlarında bebek bakımı vb. ile ilgili resimli panolar ve çeşitli yazılar asılıyordu. Alışverişe gelen kadınlarla konuşulmaya, çeşitli sorunlarda bilgi verilmeye ve bu yolla kadınların kulüplere gelmeleri sağlanmaya çalışılıyordu. Örneğin, kucağında çocuğuyla alışverişe gelen kadına “tesadüfen” bakkalda bulunan kadın doktor yaklaşıyor, onunla çocuğu hakkında konuşuyor ve çocuğu muayene ettirmek ve aşı yaptırmak için ilgili kuruluşa gelmeye çağırıyordu.
Yerel kadın kollarına bu halklardan kadınların çekilmesi çalışmaları ilk ürünlerini verdi. 1924’te Orta Asya’da yaklaşık 5 bin yerli kadın, kadın kollarının çalışmasında örgütlendi. Bir yıl sonra bu sayı 15 bine çıktı. Bu rakamlar, başka yerde olduğundan çok daha fazla şey ifade ediyordu; çünkü söz konusu kadınların önemli bir bölümü göçebe halklardandı ve bunlar büyük bir alana yayıldıklarından, onları örgütsel olarak kucaklamak çok daha güçtü.
Asırlardan beri kocalarının köleleri olagelmiş kadınların neredeyse ilk kullandıkları hak “boşanma hakkı”ydı. Bu, Doğunun emekçi kadınlarının uyanışının ve kendi ezenine karşı başkaldırışının en önemli belirtilerinden birini oluşturdu. Türkmenlerde başta gelen boşanma gerekçeleri çok-karılık ve koca dayağıydı. Boşanma hakkı ile birlikte kadınlar, özgür eş seçimi hakkını da elde etmişlerdi ve bunu artık kullanıyorlardı.
Jenotyeller, kadın kulüpleri vb. aynı zamanda kadınların ve genç kızların kocalarından, babalarından ve erkek akrabalarından kaçıp sığındıkları emin barınaklar oldu. Zorla evlendirilmek istenen, şiddete maruz kalan kadınların, artık sığınabilecekleri yeri vardı. Sosyalist devlet, yasaları ve çeşitli kurumlarıyla, köleliğe karşı isyan eden kadınların ve genç kızların yanındaydı.
Kadınların siyasal, toplumsal ve kültürel yaşama katılmasının ön koşullarından biri de onların okur-yazar haline gelmesiydi. Çarlık döneminin Orta Asya’sında okuma yazma bilenlerin oranı %2, Transkafkasya’da %1 civarındaydı ve bunların arasında kadınlar yok denecek kadar azdı. 1934 yılı başında Doğu halklarında okur-yazarlık oranı %70’e çıkmış, 1936’da ise okuma-yazma bilmeme durumu tamamen tasfiye edilmişti.
Devrimden sonra kadınların emeğine toplumsal bir değer kazandırılması çerçevesinde Doğu cumhuriyetlerinde kadınların geçmişten beri dört duvar arasında yapageldikleri üretim alanlarına öncelik verildi. Orta Asya’da ve Kafkasya’da, özellikle de Azerbaycan’da eskiden beri kadınların ve genç kızların emeğine kocalar ve babalar tarafından el konulduğu alanlardan biri kilim ve halı dokumacılığıydı.
Sovyet hükümetinin, özelde de Jenotyeller öncülüğünde halı ve kilim dokumacılığı kooperatifleri kuruldu ve bütün dokumacı kadınlar bu kooperatiflere çekilmeye çalışıldı. Daha sonraları bu kooperatifler Türkmen Halı Dokumacılığı Birliği çatısı altında toplandı. 1936 yılında bu birliğe 30 binden fazla kadın üye idi. Esas olarak kadın emeği üzerine kurulu pamuk ve ipek sanayisi de Orta Asya’da devrimden sonra büyük önem kazanan sanayiler oldu.
Kadınların yüzyıllardan beri yaptığı bu işler üzerinden onları toplumsal üretime çekme çalışması, kadın emeğine toplumsal değer kazandırılmasının ve onun bizzat ücretlendirilmesinin ötesinde, kadının kültürel seviyesinin yükseltilmesine de hizmet etti. Başlangıçta çarşaf ve peçeyle işe giden kadınların çoğu bunları ilk defa fabrika veya kooperatiflerde çıkarttı. Yaptıkları iş karşılığında ücretlendirilmeleri onları anne-babalarından, kocalarından ekonomik olarak bağımsız kıldı. Fabrika ve kooperatiflerde çeşitli kurslar, kadın kulüpleri, sinema ve tiyatro gibi bir dizi kültürel kurum mevcuttu. Bunlar, yeni hakları hakkında aydınlatılan kadınların okuma-yazma öğrenmesine ve kendilerini çok yönlü olarak geliştirmelerine olanak sağladı. Yine, fabrika ve kooperatiflerde örgütlenen kreş ve çocuk yuvaları, kadın üretime ve toplumsal yaşama katılmasında önemli bir işlev gördü.
Ortaçağın karanlığından kurtulan ve yeni bir insana doğru gelişen kadınlar, daha ileri hedeflere ulaşmak için mücadele etmeye, sadece kilim ve halı dokumacılığı, ipek ve pamuk sanayi gibi eskiden beri kadınların çalıştığı alanlarda değil, bütün alanlarda, teknik alanda da yerlerini almaya doğru ilerlemeye başladılar. Öyle bir gün geldi ki bütün sanayi alanlarında kadınların oranı örneğin Gürcistan Birlik Cumhuriyeti’nde %43’ü, Ermenistan Birlik Cumhuriyeti’nde %52’yi buldu.
Kırsal alanda kadınları ekonomik olarak erkeklerden bağımsızlaştıran, toplumsal ve siyasal faaliyete yakınlaştıran, tarımın kolektifleştirilmesi hareketiydi. Toprak reformuyla kendine ait toprak ve su hakkına kavuşan kadın, bunlar üzerinde karar verme ve bu haklardan gerçek anlamda faydalanma imkanına kolektifleştirme hareketiyle kavuştu.
Mayıs 1933’te düzenlenen bir kolektif çiftçi kadınlar konferansında, kadınlar kolhoz hareketiyle olan deneyimlerinden de söz etmişlerdi.
“Kolhoza girmeden önce bütün gün çalışıyor ve terliyordum ama ellerimin nasır tutmasından başka kârım olmuyordu. Kolhozda önüme yeni bir dünya, yeni bir yaşam açıldı. Tabii başta çekindim, çünkü mollalar ve beyler bizi korkutuyor, Allahın günahkarları yaktığı gibi orada bizi cehennem ateşinde yakacaklarını söylüyorlardı. Şimdi dört yıldan beri bizim kolhozdayım ve cehennem ateşini hiç hissetmedim. Tam tersine çalışma şevkim ve isteğim gittikçe artıyor.”
Kolhozdaki kadınların çalışmalarının karşılığı ücretlendirilmeleri ve böylelikle ekonomik olarak bağımsızlaşmaları ötesinde kolhoz, kadınların kendilerini geliştirmeleri için bir dizi olanak sağlıyor, hatta kolektif çiftçi kadınlar bizzat kendileri bu olanakları yaratıyorlardı. Kolektif çiftçi kadın, tıpkı fabrikada çalışan kadın gibi ücretli gebelik izni kullanıyordu. Kendisi çalışırken veya çeşitli kurslara, mesleki eğitimine devam ederken çocukları kolhoz çiftliğinin kreş ve yuvalarında bakılıyordu. Böylece binlerce kolektif çiftçi kadın traktör sürücülüğü, ekim işleri yöneticisi, kolhoz yöneticisi olmak üzere mesleki hazırlık kurslarında öğrenim gördü.
Sosyalist Sovyetler Birliği’nin çeşitli ulus ve milliyetlerinden emekçi kadınların Rus hemcinsleri ile aralarındaki belki bin yıllık mesafeyi kapatma yolunda attıkları muazzam adımın en belirgin göstergesi, onların siyasi yaşama katılım oranıdır.
1924 yılında şehir Sovyetleri seçimlerine oy hakkına sahip kadınların %27’si katılırken, bu oran 1931 yılında %75’e yükselmiştir. 1920 yılında şehir Sovyetlerine seçilen kadınların oranı sadece %5’ken, 1931 yılında bu oran %27’ye ulaştı. Köy Sovyetlerinde ise 1920’de %1’den 1931’de %20’ye yükselmişti. 1920’de VIII. Sovyet Kongresi’ne seçilen delegelerden sadece %2,1’i kadındı, 1931’de yapılan XV. Sovyet Kongresi’nde ise kadınların oranı %23,2’ye çıkmıştı. Şubat 1948’de Sovyetler Birliği Özerk Cumhuriyetler Yüksek Sovyeti üyelerinin %29’unu kadınlar oluşturuyordu.
Doğu cumhuriyetlerinde kadınların gelişiminin kıstaslarından biri de, devrim öncesinde okuma-yazma bile bilmeyen bu kadınlar arasında hatırı sayılır bir aydınlar tabakasının -doktor, mühendis, ziraatçı, öğretmen, bilim insanı, şair, sanatçı ve yazarlar- çıkmış olmasıdır. Devrim öncesinde bir tek yüksekokula ve üniversiteye sahip olmayan bu cumhuriyetlerde Sovyet iktidarı döneminde inşa edilen düzinelerce yüksek okul ve üniversitelerde, azınlık milliyetlerden kadınlar yalnızca öğrenim görmekle kalmıyor, bizzat öğretim üyeleri olarak da yerlerini alıyorlardı.
Doğunun emekçi kadınlarının kurtuluş mücadelesi, ulusal, cinsel ve sınıfsal olmak üzere üçlü boyunduruktan kurtuluş mücadelesiydi. Bu zorlu mücadele içinde bir zamanlar çarşaf ve peçeyle hayatları zindan edilen, ortaçağ karanlığına hapsedilen ve bir köleden farksız biçimde varlık sürdüren kadınların kat ettikleri yol işte buydu.
Kaynaklar
- Rusya’da 1917 Sosyalist Ekim Devrimi ve Kadınların Kurtuluşu; “Tavuk Kuştur, Kadın İnsandır” -Olgular, Belgeler, Çözümlemeler- 2 Cilt, Gül Özgür, Dönüşüm Yayınları, 1993
- Die Gleichberechtigung der Frauen in der UDSSR (SSCB’de Kadınların Hak Eşitliği), Moskova’da düzenlenen Uluslararası Seminer’in yazılı materyalleri (15 Eylül-1 Ekim) 1956; Verlag für fremdsprachige Literatur, Moskova 1957, Almanca
- Die Situation der Frau in der gesellschaftlichen Entwicklung (Toplumsal Gelişim İçinde Kadının Durumu). Sverdlov Üniversitesi’de işçi ve köylü kadınlara 14 sunum, 1921; Aleksandra Kollantai, Verlag Neue Kritik 1976, Almanca